HAYADA HAYAT VARDIR

HAYADA HAYAT VARDIR

Giderek yaygınlaşan, kanser gibi sağlıklı hücreleri öldüren bir illettir hayasızlık.

Şeytanın hilesi ve şeytani bir yoldur.

Şeytanın Allah’ın varlığını inkardan sonra en çok işlediği ve işlettiği bir hiledir; hayasızlık, ahlaksızlık,fuhuş, teşhircilik, Lgbt ki hepsi haya damarının yırtılmasıyla gerçekleşmektedir.[1]

Musibetleri celbeden ve günaha cezbeden sari bir illettir hayasızlık.

Her cuma minberde okunan ayette:”Şüphesiz ki Allah adâletli davranmayı, iyilik yapmayı ve akrabayı görüp gözetmeyi emreder. Her türlü hayâsızlığı, kötülüğü ve azgınlığı yasaklar. Düşünüp ders almanız için size böyle öğüt verir.” Nahl.90.

Hayasızlık yapıp teşhircilikte bulunanlar için ilahi bir tehdit vardır.
“İman edenler arasında hayâsızlığın ve çirkin işlerin yayılmasını isteyenlere dünya ve âhirette can yakıcı bir azap vardır. İşin iç yüzünü Allah bilir, siz bilmezsiniz.” Nur.19.

Haya ilahi emir, hayasızlık ise şeytanın emridir.

“Ey iman edenler! Şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytanın adımlarına uyarsa, bilin ki o, ısrarla hayâsızlığı, çirkin ve kötü işleri yapmayı emreder. Eğer üzerinizde Allah’ın lutfu ve merhameti olmasaydı, sizden hiç kimse ebediyen temize çıkamazdı. Ancak Allah dilediği kullarını temize çıkarır. Allah her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla bilendir.” Nur.21.

“Lût’u da peygamber olarak gönderdiğimizde, kavmine şöyle demişti: “Sizler göz göre göre hâlâ o hayâsızlığı yapmaya devam edecek misiniz?” ( Neml. 54, Bak. Ankebut. 28,45, Ahzab.53, Necm.32.)

********

Asrın Hastalığı: Hayasızlık, Teşhircilik, Ahlaksızlık ve LGBT

İnsanın yaratılışında iki ana cevher vardır: haya ve akıl.
Haya, imanın en temel şubelerindendir. Peygamber Efendimiz (asm):
“İman yetmiş küsur şubedir. En üstünü ‘Lâ ilâhe illallah’tır. En aşağısı ise yoldan eziyeti gidermektir.
Haya da imandan bir şubedir.” (Buhârî, İman 3; Müslim, İman 58) buyurarak hayayı, imanın ayrılmaz bir cüzü ilan etmiştir.

Haya; insanın edep perdesidir, kalbin nurudur, iffetin sigortasıdır. Bu perde yırtıldığında insan, hayvanî arzuların kölesi olur. İşte bugün modern çağın en büyük felaketi, hayasızlığın sistematik bir şekilde teşvik edilmesi ve normalleştirilmesidir.

  1. Hayasızlığın Şeytani Kaynağı

Kur’ân, şeytanın en tehlikeli tuzaklarından birinin hayasızlık olduğunu açıkça beyan eder:

“Ey iman edenler! Şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytanın adımlarına uyarsa, bilsin ki o, hayâsızlığı ve kötülüğü emreder.” (Nur, 21)

Bugün teşhircilik, fuhuş, LGBT gibi akımlar; şeytanın adımlarına uymanın somut tezahürleridir. “Özgürlük” adı altında pazarlanan bu kirli akımlar aslında insanı insanlıktan çıkaran, onu nefsin esiri yapan şeytanî tuzaklardır.

  1. İlahi İkaz ve Azap Tehdidi

Allah Teâlâ, toplumlarda hayasızlığın yayılmasına asla izin vermemiş, bunu büyük bir günah ve musibet sebebi olarak bildirmiştir. ( Bak.Nur, 19, Nahl, 90)

Bu ilahi ikazlar gösteriyor ki; ahlaksızlık sadece bireyin değil, tüm toplumun çürümesine yol açar. Tıpkı bir kanser hücresinin sağlam hücreleri öldürmesi gibi, hayasızlık da toplumsal dokuyu kemirir.

  1. Lût Kavmi’nin İbretlik Sonu

Kur’ân’ın en çok üzerinde durduğu ibret tablolarından biri Lût kavmidir. Onlar, fıtrata aykırı bir sapkınlığa yönelmiş, hayasızlığı normalleştirmişlerdi. Sonuç ise ibretlik bir helâk oldu:

“Lût kavmi, o hayasızlığı yapmaya devam ediyordu. Biz de onların üzerine taş yağdırdık.” (A’râf, 80-84; Ankebut, 28-35)

Bugün modern isimler altında teşvik edilen LGBT akımı, aslında Lût kavminin yolunun günümüze taşınmış halidir. Cenâb-ı Hak, bu azgınlığa göz yumulmaması gerektiğini, aksi halde topluca helak tehlikesi olduğunu haber vermektedir.

  1. Hayanın Sosyal ve Bilimsel Boyutu

Modern bilim de göstermektedir ki; fuhuş ve sapkın cinsel eğilimler, bireysel hayatı değil toplumun genel sağlığını tehdit etmektedir:

HIV ve benzeri bulaşıcı hastalıkların en yaygın sebebi bu tür ilişkilerden doğmaktadır.

Aile kurumunun zayıflamasıyla yalnızlık, depresyon, intihar oranları artmaktadır.

Nesil emniyeti yok olmakta, doğum oranları düşmekte ve toplumlar yaşlanmaya yüz tutmaktadır.

Dolayısıyla haya sadece bir “dini değer” değil, aynı zamanda toplumsal hayatın sigortasıdır.

  1. Çözüm: Haya ile Hayat Bulmak

Unutulmamalıdır ki “Hayada hayat vardır.” Haya; gözün haramdan sakınması, dilin edebe riayet etmesi, bedenin teşhirden korunmasıdır. Haya, insanı güzelleştiren, toplumu ayakta tutan en güçlü kalkandır.

Bugün Müslümanların görevi, önce kendi hayatında hayayı yaşamak, sonra evlatlarına ve topluma haya şuurunu yeniden kazandırmaktır. Medya, eğitim, kültür ve hukuk alanında iffeti koruyan mekanizmalar inşa edilmedikçe bu illetle başa çıkmak zorlaşacaktır.

Sonuç

Asrın en büyük hastalığı hayasızlıktır. Bu, şeytanın adımlarına uymanın sonucudur. Haya, imanın; hayasızlık, şeytanın yoludur.
Kur’ân’ın emri açıktır:
“Allah her türlü hayâsızlığı yasaklar.” (Nahl, 90)
“İman edenler arasında hayasızlığın yayılmasını isteyenlere acı bir azap vardır.” (Nur, 19)

O halde, hayayı yeniden diriltmek, sadece bireysel bir ibadet değil, toplumsal bir cihad-ı manevidir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

[1] https://tesbitler.com/2025/08/26/seytanin-iki-buyuk-silahi-inkar-ve-fuhus-insanlik-tarihinde-sebep-oldugu-helak-ve-sarsintilar/

 




Hikmet ve Kâinat: İlahî Düzenin Şahitleri

Hikmet ve Kâinat: İlahî Düzenin Şahitleri

> “Evet bütün kâinatı bir saray, bir ev gibi muntazam idare eden ve yıldızları zerreler gibi hikmetli ve kolay çeviren ve gezdiren ve zerratı muntazam memurlar gibi istihdam eden Zât-ı Akdes-i İlahî’nin şeriki, naziri, zıddı, niddî olmadığı gibi, لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ sırrıyla sureti, misli, misali, şebihi dahi olamaz.”
>
Kâinatı bir saray, bir ev gibi kusursuzca idare eden bir kudretin varlığı, akl-ı selim sahibi her insan için apaçık bir gerçektir. Bu düzen, en büyük galaksilerden en küçük atomlara kadar her seviyede kendini gösterir. Yıldızlar, devasa kütlelerine rağmen sanki birer zerreymiş gibi kolayca hareket ettirilirken, zerreler (atomlar) ise tıpkı vazifeli memurlar gibi belirli bir nizam içinde görevlerini yerine getirirler. Bu tablo, bize evrenin rastgele bir kaos değil, aksine ilahî bir hikmetle işleyen büyük bir sistem olduğunu gösterir. Bu muazzam düzenin kaynağı olan Zât-ı Akdes-i İlahî’nin eşi, benzeri, zıddı veya denginin olması mümkün değildir.
Kur’an-ı Kerim’in “O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. O, her şeyi işitir ve görür” ayeti de bu gerçeği teyit eder. Bu açıdan, Allah’ın suretinin, misalinin, mislinin veya benzerinin tasavvur dahi edilemeyeceği gerçeği, O’nun mutlak ve benzersiz yüceliğini anlatır. Bu hikmetli düzenin idraki, insanın acizliğini ve yaratıcısına duyduğu saygıyı pekiştirir.

İnsanın Yaratılış Gayesi: Ebediyete Yöneliş
> “İnsan, ebed için yaratılmıştır.”
>
Hayatın kısa ve geçici olduğunu bilmek, insanda derin bir düşünce ve sorgulama uyandırır. İnsan, sadece bu dünya hayatını yaşayıp yok olmak için yaratılmış olsaydı, içindeki sonsuzluk arayışı, daimi mutluluk arzusu ve gelecek kaygısı anlamsız olurdu. Ancak, bu arayış ve arzular, insanın fıtratında köklü bir şekilde mevcuttur. Bu durum, insanın bu fani dünyada kalıcı olmadığını, asıl yurdunun ebedî bir âlem olduğunu gösterir. “İnsan, ebed için yaratılmıştır” ifadesi, hayatın asıl gayesini ve manasını öte dünyada aramak gerektiğini anlatır. Bu, aynı zamanda insanın bu dünyadaki tüm çabalarının, gayretlerinin ve ahlaki değerlerinin sonsuz bir karşılığının olacağı umudunu da taşır. Bu fani dünya, ebedî hayatın bir hazırlık evresidir. Bu bilinçle yaşayan bir insan, yaşadığı her anı, yaptığı her işi ve kurduğu her ilişkiyi ebedîliğe bir yatırım olarak görür.

Dua ve Yüceliş: İnsanlığın Kurtuluş Anahtarı

> “Dua gibi hazine-i rahmetin anahtarı ve tükenmez bir kuvvetin medarı olan bir vesileyi elden bırakma, ona yapış, a’lâ-yı illiyyîn-i insaniyete çık.”
>
Dua, sadece isteklerin dile getirildiği bir eylem değil, aynı zamanda insanın acizliğini fark ederek Rabbine yönelişidir. Bir nevi, acizliğin en büyük kuvveti bulmasıdır. Dua, hazine-i rahmetin anahtarıdır. Bu ifade, Allah’ın sonsuz rahmetine ulaşmanın en kestirme yolunun dua olduğunu gösterir. Dua, insana umut verir, sıkıntılarını hafifletir ve manevi bir güç kaynağı olur. Aynı zamanda, dua, bir teslimiyet ve tevekkül halidir. İnsan, kendi gücünün yetmediği yerde dahi, sınırsız bir kudretin sahibi olan Allah’a sığınmanın huzurunu yaşar. “Tükenmez bir kuvvetin medarı” olması, duanın insanı fiziksel ve manevi olarak güçlendirdiğine işaret eder. Dua ile insan, nefsini terbiye eder, manevi mertebeleri aşar ve “a’lâ-yı illiyyîn-i insaniyete” yani insanlığın en yüce mertebesine yükselir. Bu, insanın sadece maddî ihtiyaçlarını karşılamakla kalmayıp, manevî olgunluğa da eriştiği bir yolculuktur. Dua, bu yolculukta atılan en önemli adımdır.

İnsan ve İlahî Ağaç: Yaratılışın Özü

> “Ve keza insan, hilkat semeresi olduğundan anlaşılır ki: İnsanlardan bir çekirdek var ki, Cenab-ı Hak şecere-i hilkati o çekirdekten inbat etmiştir. O çekirdek de ancak ve ancak bütün ehl-i kemalin ve belki nev’-i beşerin nisfının ittifakıyla efdalü’l-halk, seyyidü’l-enam Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’dır.”
>
Bu metin, insanın yaratılışındaki özel konumu ve Peygamber Efendimiz Hazret-i Muhammed’in (s.a.v) merkezî rolünü anlatır. “İnsan, hilkat semeresi” yani yaratılışın meyvesi olarak tanımlanır. Bu, evrendeki her şeyin insan için yaratıldığını ve insanın da evrenin en kıymetli varlığı olduğunu ifade eder. Ancak, bu meyvenin de bir çekirdeği vardır. “Cenab-ı Hak şecere-i hilkati o çekirdekten inbat etmiştir.” yani yaratılış ağacını o çekirdekten filizlendirmiştir. Bu çekirdek, yaratılışın özü, gayesi ve başlangıcıdır. Metnin devamında, bu çekirdeğin “bütün ehl-i kemalin ve belki nev’-i beşerin nısfının ittifakıyla efdalü’l-halk, seyyidü’l-enam Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm” olduğu belirtilir. Bu, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) sadece bir peygamber değil, aynı zamanda insanlığın en mükemmeli ve yaratılışın varlık sebebi olduğunu ifade eder. O’nun hayatı, ahlakı ve tebliği, tüm insanlık için en yüce örnek teşkil eder. Bu düşünce, İslam’ın temel direklerinden birini oluşturur ve Peygamber sevgisinin ne kadar köklü bir yere sahip olduğunu gösterir.

Makalenin Özeti
Bu makale, Bediüzzaman Said Nursi’nin eserlerinden alınan dört farklı metnin derinliklerini ele almaktadır. İlk olarak, kâinatın kusursuz düzeni ve bu düzenin yaratıcısı olan Allah’ın eşsiz ve benzersizliği anlatılır. Ardından, insanın bu dünyada fani olmadığını ve ebedî bir hayat için yaratıldığını belirterek, varoluşun asıl gayesine işaret edilir.
Üçüncü bölümde, duanın Allah’ın rahmet hazinesinin anahtarı ve tükenmez bir güç kaynağı olduğu anlatılır, insanı manevi olarak yücelten bir vasıta olduğu ifade edilir.
Son olarak ise, insanın yaratılışın en önemli meyvesi olduğu, bu meyvenin çekirdeğinin ise Peygamber Efendimiz Hazret-i Muhammed (s.a.v) olduğu belirtilerek, O’nun insanlık için taşıdığı merkezi ve yüce konum izah edilir. Bu metinler bir bütün olarak, insanın kendi varlığını, kâinatın işleyişini ve yaratılışın asıl hikmetini anlaması için bir yol haritası sunar.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




FITRAT – MİZAÇ – YAPI – HAL VE MEŞREB

FITRAT – MİZAÇ – YAPI – HAL VE MEŞREB

“De ki: Herkes, kendi mizaç ve meşrebine göre iş yapar. Bu durumda kimin doğru bir yol tuttuğunu Rabbiniz en iyi bilendir.”

İsrâ Sûresi 84. ayet, insanın fıtratına, mizacına ve meyline göre davranış sergileyeceğini, fakat doğru yolun kimde olduğunu Allah’ın bildiğini ifade ediyor. Bu ayet aslında insanın özelliğini, sınavını ve sorumluluğunu ortaya koyan ilahi bir ölçüdür.
Ayetin farklı meallerinde “fıtrat, mizaç, yapı, hal, niyet, tabiiyet” kelimelerinin kullanılması, mananın zenginliğini gösteriyor.

  1. Ayetin Benzer Muradifi Olan Ayetler

Kur’an’da bu ayetle aynı hakikati farklı ifadelerle dile getiren birçok ayet vardır:

“Her nefis kazandığına bağlıdır.” (Müddessir, 38)
→ İnsan, kendi tabiatı ve seçimleriyle amel eder; sorumluluk şahsidir.

“Kim hidayeti seçerse kendi lehine, kim de saparsa kendi aleyhinedir.” (İsrâ, 15)
→ Yönelişler farklı olabilir ama neticede herkes tercihlerinin sonucunu yaşar.

“Herkesin yöneldiği bir yön vardır. Öyleyse hayırlarda yarışın.” (Bakara, 148)
→ İnsanların mizacı farklıdır; fakat hakikatte doğru yön Allah’ın gösterdiği kıbledir.

“Biz her insanın kaderini kendi çabasına bağlı kıldık.” (İsrâ, 13)
→ İnsan, Deruni meyline göre hareket eder, ama sonuç ilahi adalet terazisine göre şekillenir.

  1. Dini ve İlmî Yorum

Fıtrat gerçeği: İnsan doğuştan Allah’a yönelmeye uygun bir fıtratla yaratılmıştır (Rûm, 30). Ancak mizacı, eğitimi, çevresi, nefsi ve şeytanî telkinler doğrultusunda farklı davranış kalıpları geliştirir.

Mizaç farklılıkları: İmam Gazâlî ve İbn Sina gibi alimler, insanların tabiatlarının farklılığını “huy, mizac, akıl ve nefis kuvveleri” ile izah eder. Kimisi daha öfkeli, kimisi daha şefkatli, kimisi daha aceleci, kimisi sabırlıdır. Ayet, bu çeşitliliği kabul eder.

İlahi ölçü: İnsanlar kendi meyillerine göre hareket etseler de, hakikatte doğru yol yalnızca Allah’ın vahyine dayanır. Çünkü akıl ve nefis tek başına mutlak doğruyu bulamaz. Ayet, “en doğruyu Rabbin bilir” diyerek hakemiyet makamını Allah’a verir.

  1. Bilimsel Perspektif

Psikoloji: Modern psikolojide “kişilik tipleri” (introvert-ekstrovert, melankolik-sanguin vb.) insan davranışlarının farklı yönelimler taşıdığını gösterir. Aynı olay karşısında iki kişi bambaşka tavır takınabilir. İsrâ 84 bu farklılığı önceden haber veriyor.

Beyin araştırmaları: Nörolojik çalışmalar, insanın karar verme mekanizmasının genetik, çevresel ve biyokimyasal faktörlerden etkilendiğini ortaya koymuştur. Yani herkes kendi mizacına göre hareket eder.

Sosyoloji: Toplumda farklı ideolojilerin, dünya görüşlerinin olması da bu ayetin sosyal tezahürüdür. Ancak tarih göstermiştir ki “adalet, merhamet, hakka bağlılık” üzerine kurulu toplumlar uzun ömürlü; zulüm üzerine kurulu olanlar kısa ömürlüdür.

  1. Hayattan Örneklerle İzah

Eğitimde: Aynı sınıfta iki öğrenci vardır; biri disiplinli çalışmayı sever, diğeri ise dağınıktır. İkisi de kendi mizacına göre öğrenir. Ama başarıda asıl belirleyici doğru yöntem ve istikamet olur.

Siyasette: Liderler farklı mizaca sahiptir; kimisi öfkeli, kimisi uzlaşmacı. Ama tarihte iz bırakanlar, doğru ilkelere bağlı kalanlardır.

Dinde: Kimisi ibadeti huşu ile yapar, kimisi sadece alışkanlıkla. Görünüşte amel benzer olsa da niyet ve kalbî yöneliş belirleyici olur.

İnsan ilişkilerinde: Bir kişi kendine yapılan hakarete öfke ile cevap verir, bir diğeri affeder. İkisi de mizacına göre davranır, fakat “doğru yol” adalet ve hikmettir.

  1. Hikmetli Netice

İsrâ 84. ayet bize üç temel ders verir:

  1. İnsan çeşitliliğini kabul etmek: Herkes aynı düşünmek, aynı davranmak zorunda değildir. Mizac farkı ilahi bir yasadır.
  2. Sorumluluk bilinci: Herkes kendi meylinin ve tercihinin sonucunu yaşar. Kimse başkasının günahını yüklenmez.
  3. Mutlak hakemiyet: “Doğru yol kimdedir?” sorusunun cevabı kişisel kanaatlerle değil, Allah’ın vahyi ve ölçüsüyle belirlenir.

İnsanların farklılığı bir imtihan vesilesidir. Önemli olan fıtratı bozmadan, mizacı vahyin ışığında terbiye edebilmektir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




Fani Dünyadan Baki Ahirete: Kırılgan Bir Hayatın Anlamı

Fani Dünyadan Baki Ahirete: Kırılgan Bir Hayatın Anlamı

> “Dünyaya ait işler, kırılmaya mahkum şişeler hükmündedir.”
>
Bu metafor, dünya hayatının geçiciliği ve fani oluşu hakkında derin bir hikmet sunar. Şişe, dışarıdan sağlam ve güzel görünebilir, ancak darbelere karşı zayıftır ve en ufak bir sarsıntıda paramparça olabilir. Aynı şekilde, dünyaya ait tüm mal, mülk, makam, şöhret ve hatta bedensel güzellikler de bu kırılgan şişeler gibidir. Ne kadar sağlam görünseler de, hepsi bir gün yok olmaya, zeval bulmaya mahkumdur. Bu gerçek, insanı dünya hırsından ve geçici olanın peşinden koşmaktan alıkoyar.

İnsan, bu fani şişelere değil, ebedî ve baki olan ahirete yatırım yapması gerektiğini anlar. Bu yüzden, gerçek mutluluk ve huzur, dünyalık işlerde değil, manevi değerlerde ve ahirete yönelik salih amellerde aranmalıdır.

> “Ey hapis musibetine düşen biçareler! Madem dünyanız ağlıyor ve hayatınız acılaştı. Çalışınız, ahiretiniz dahi ağlamasın ve hayat-ı bâkiyeniz gülsün, tatlılaşsın.”
>
Bu söz, bir musibet veya zorlukla karşılaşan insanlara yönelik derin bir teselliyi ve yol göstericiliği barındırır. Bediüzzaman, hapis musibetini yaşayanlara seslenerek, dünyalarının acılaştığını kabul eder. Ancak bu acıyı, bir uyanış ve fırsat olarak değerlendirmeye davet eder. Dünya zaten geçicidir, bu yüzden dünyada çekilen sıkıntılar, ahiret hayatının güzelleşmesi için bir vesile olabilir. Eğer bu dünya acı veriyorsa, asıl hedef ahiretin de acı vermesini engellemektir. Bu, dünya hayatının zorluklarına karşı sabretmenin, ahirete yönelik salih amellere yönelmenin ve böylece hayat-ı bâkiyenin (ebedî hayatın) gülmesine ve tatlılaşmasına vesile olmanın bir çağrısıdır. Bu söz, her zorlukta bir hayır arama ve fani olanın acılarını, baki olanın tatlılığına çevirme dersini verir.

> “Ey Rabb-i Rahîmim ve ey Hâlık-ı Kerimim! كُلُّ آتٍ قَرِيبٌ sırrıyla ben şimdiden görüyorum ki: Yakın bir zamanda kefenimi giydim, tabutuma bindim, dostlarıma veda eyledim, kabrime teveccüh edip giderken, senin dergâh-ı rahmetinde, cenazemin lisan-ı haliyle, ruhumun lisan-ı kâliyle bağırarak derim: ‘El-Aman el-Aman! Yâ Hannan! Yâ Mennân! Beni günahlarımın hacaletinden kurtar!'”
>
Bu sözler, ölüm gerçeği karşısında bir insanın hissettiği samimi bir yakarışı ve tevbeyi dile getirir. Ayet-i kerimenin “Yakın olan her şey mutlaka gelecektir” sırrıyla, ölümün her an yakın olduğunu idrak eden bir müminin iç dünyasını yansıtır. Üstad, bu anı sanki şimdi yaşıyormuş gibi tasvir ederek, ölüm anındaki çaresizliği ve son bir yakarışı ifade eder. “Kefenimi giydim, tabutuma bindim” ifadeleri, ölümün kaçınılmazlığını ve ciddiyetini anlatır. Bu anın farkında olan bir ruh, son çare olarak Allah’ın sonsuz rahmetine sığınır ve “El-Aman el-Aman!” yani “Kurtuluş!” diye feryat eder. Bu yakarışta, Allah’ın “Hannan” (çok merhametli) ve “Mennan” (çok lütufkâr) isimlerine sığınarak, günahların utancından kurtulmayı diler. Bu metin, ölüm öncesi ve sonrasındaki manevi hazırlığın önemini, samimi tevbenin ne kadar kıymetli olduğunu ve Allah’ın rahmetinin ne kadar geniş olduğunu gösteren ibretli bir tablodur.

> “Önce alfabeyi değiştirdiler, Sonra değiştirdikleri alfabe ile kendi düzmece tarihlerini yazdılar, Ve en sonunda, öz dedelerinin katiline hayran olan bir nesil yetiştirdiler…”
>
Bu sosyal medya paylaşımı, modernleşme süreçlerinin getirdiği kültürel ve tarihsel kopuşu eleştirel bir bakış açısıyla yorumlar. Metnin iddiasına göre, bir toplumun alfabesinin değiştirilmesi, sadece bir yazı değişikliği değil, aynı zamanda geçmişle olan bağların koparılmasına yönelik bir adımdır. Yeni alfabe ile yazılan yeni tarihler, eski medeniyetin ve değerlerin göz ardı edilmesine yol açar. Bu süreç, nesiller arasında bir yabancılaşma oluşturur.
“Öz dedelerinin katiline hayran olan bir nesil” ifadesiyle, geçmişin düşmanlarının fikirlerine, yaşam tarzlarına ve ideolojilerine hayranlık duyan bir toplumun resmini çizer. Bu, bir medeniyetin kendi köklerinden uzaklaşarak, kendi değerlerini aşağılaması ve başkalarınınkini yüceltmesi trajedisini anlatır. Bu metin, kültürel mirasın korunmasının ve tarihi şuurun canlı tutulmasının bir toplumun varlığı için ne kadar hayati olduğunu düşündüren bir ibret vesikasıdır.

Makalenin Özeti
Bu makale, dört farklı metnin ışığında hayatın anlamını, ahiret bilincini, manevi arınmayı ve kültürel yozlaşmayı ele almaktadır. İlk metin, dünyalık işlerin kırılganlığını ve ahirete odaklanmanın önemini anlatırken, ikinci metin dünya acılarına karşı sabrın, ahiret hayatını güzelleştiren bir fırsat olduğunu belirtir.
Üçüncü metin, ölümün kaçınılmazlığı karşısında bir müminin Allah’a olan yakarışını ve tevbesini anlatır.
Son metin ise, alfabe değişikliğiyle başlayan kültürel yozlaşmanın bir toplumda oluşturduğu tarih bilinci kaybını ve bu kaybın nesiller üzerindeki yıkıcı etkilerini düşündürür.
Her bir metin, farklı bir açıdan olsa da, insanın fani hayatta baki kalacak değerlere yönelmesi ve manevi şuurunu koruması gerektiği ortak mesajını taşır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




Türkiye’nin Asıl Savaşı: İçteki Kripto Zihniyet

Türkiye’nin Asıl Savaşı: İçteki Kripto Zihniyet

Türkiye’nin Savaşı Asıl İçteki Savaştır.
Düşman içtedir .
Israille Türkiye savaşırsa ilk Muhalefet edecek, içimizdeki muhaliflerdir.
Türkiye’nin maddi manevi gelişimine karşı çıkıp engelleyenler dışarıda değil içte aranmalıdır.
Türkiye içten kuşatılmıştır..
Bu durum yüz ve yüz elli yıldır böyledir.
Darbecileri de, Pkk’yı da, Fetöyüde besleyenin veya bunların kimlerle ortaklık yaptığına bakılırsa çok rahat görülür.
Problemimiz içteki İngiliz, Abd,İsrail muhibleridir.
Bunlar bir çok alanda fırıldak çevirmekte ve destek görmektedirler.
Türkiye önemli çapta bağırsak temizliğini yaptı.
Ancak kalıntı ve kripto hala mevcut ve de cahil bir kısım Müslümanlardan da destek görmektedirler.
Tıpkı sayısız örneklerinden biri olan;
“Keşke Anadolu Müslüman olmasaydı” demişti! Artin’in torunu.
Emin öldü, kirli sicili kaldı.
Yıllarca “Omurga cerrahisinin öncülerinden” olarak pazarlandığı halde görevde olduğu dönemde “Anadolu keşke Müslüman olmasaydı” diyerek adeta Papa’nın İzmir temsilciliğine soyunan, “Üniversitelere siyasal bir elbisenin giydirilmeye çalışıldığını” ileri sürerek başörtüsünü yasaklayan, kampüs girişinde yaşlı velilere başlarını açmaları için baskı uygulayan Dokuz Eylül Üniversitesi’nin Hıristiyan kökenli eski rektörü Emin Alıcı, geride kirli bir sicil bırakarak öldü.”[1]

********

Mesele oldukça derin bir mevzu. Türkiye’nin asıl imtihanının dışarıdan gelen saldırılar değil, içerideki “kripto” ve “muhalif görünümlü işbirlikçiler” olduğu hakikati, tarihten günümüze defalarca karşımıza çıkmıştır.
Aslında bu problem en az Tanzimat’tan beri memleketin kaderine yön veren en kritik meselelerden biridir.

Milletler tarihi incelendiğinde görülür ki, hiçbir medeniyet dış saldırılarla yıkılmamıştır. Gerçek yıkım, daima içeriden başlar. Bizans’ı çökerten, Roma’yı parçalayan, Abbâsîleri tüketen, Selçuklu’yu zayıflatan asıl unsur içteki fitne, nifak ve ihanet olmuştur. Bugün Türkiye’nin de en büyük mücadelesi dışarıda değil, içeridedir.

  1. İçteki Düşman: Görünmeyen Kuşatma

Türkiye’nin maddî ve manevî kalkınmasına en çok direnenler, sınır ötesindeki ordular değil, siyaset, medya, üniversite, sermaye ve bürokrasi içindeki kripto zihniyetlerdir.

Dün darbelerle millet iradesini esir almaya çalışanlar,

Bugün ekonomik manipülasyonlarla, kültürel yozlaşmayla, algı operasyonlarıyla aynı görevi yürütmektedir.

Ve dikkat ediniz: PKK’sı, FETÖ’sü, darbecisi, mandacı kalemşoru hep aynı merkezlerle irtibatlıdır: İngiltere, ABD ve İsrail lobileri.

  1. Tarihî Seyir: Tanzimat’tan Günümüze

Tanzimat ve Islahat Fermanı ile Osmanlı’yı kendi değerlerinden uzaklaştırmaya çalışanlar içeriden çıkmıştır.

İttihat ve Terakki’nin Batıcı kadroları, Batı’nın ağzıyla imparatorluğu maceradan maceraya sürüklemiştir.

Cumhuriyetin ilk yıllarında milletin değerleri hor görülmüş, ezan susturulmuş, Kur’ân yasaklanmış, başörtüsü üniversite kapılarından kovulmuştur.

Yakın tarihte 27 Mayıs, 12 Eylül, 28 Şubat ve 15 Temmuz darbelerinde yine aynı zihniyet devreye girmiştir.

Her dönemde, dış düşman ancak içerideki taşeronları vasıtasıyla işini kolaylaştırmıştır.

  1. Kripto Zihniyetin Maskesi

“Keşke Anadolu Müslüman olmasaydı” diyecek kadar milletin kimliğine düşman olan bir rektörün, yıllarca akademide “saygın bilim adamı” diye pazarlanması aslında meselenin özünü gösteriyor:
Bu topraklarda kripto kimlikler, yani kökleri başka yerde, zihniyetleri başka iklimde olanlar hep vardı ve var olmaya devam ediyor.

> Zira; “Dâhilî düşman, haricî düşmandan daha tehlikelidir. Çünkü içerideki, senin libasını giyer, senin lisanınla konuşur; fakat senin kalbine hançer saplar.”

  1. Sosyal ve Siyasî Boyut

Bugün muhalefet adı altında faaliyet gösteren bazı kesimler, aslında siyasî muhalefet yapmaktan ziyade, devletin varlığına, milletin maneviyatına, ordunun bekasına muhalefet etmektedir.
Türkiye ile İsrail savaşsa, işte bu gruplar önce İsrail’in avukatlığına soyunacak, uluslararası medyada Türkiye’yi suçlu göstermeye çalışacaktır.

Bu yüzden asıl savaş, tanklarla değil; zihinlerde, fikirlerde, kalemlerde, ekranlarda verilmektedir.

  1. Ahlâkî ve İnanç Boyutu

Kur’ân, içteki münafık tehlikesine dikkat çekerek şöyle buyurur:

> “Ey iman edenler! Kendi din kardeşlerinizden başkasını dost ve sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size ellerinden gelen kötülüğü yapmaktan geri durmaz; her zaman sıkıntıya düşmenizi isterler. Baksanıza, size olan şiddetli öfkeleri ağızlarından taşıyor. Kalplerinde gizledikleri kin ve düşmanlık ise daha korkunçtur. Eğer aklınızı kullanıp gereğince davranırsanız, size âyetlerimizi kesin bir şekilde açıklamış bulunuyoruz.” (Âl-i İmrân, 118)

Münafık, kimliğini gizlediği için kâfirden daha tehlikelidir.
Bugün de aynı şekilde, bu milletin değerleriyle alay eden, Batı’nın dilini konuşan, kendi milletini küçümseyen zihniyet tam da bu ayetin işaret ettiği münafıklık ruhunu taşımaktadır.

  1. İlmî ve Mantıkî Değerlendirme

Dışarıdan gelen saldırılar milletin direncini artırır, birleştirir.

İçerden gelen saldırılar ise milletin bağlarını zayıflatır, özgüvenini kırar.

Bu yüzden dış düşmandan önce iç düşmanı tanımak gerekir. Türkiye, son 20 yılda büyük ölçüde “bağırsak temizliği” yaptı; ama hâlâ kripto damar mevcuttur.

Mantıken şu da sabittir:
Bir bina içten çürütülmedikçe, dışarıdan hiçbir fırtına yıkamaz.

  1. Hikmetli Sonuç

Tarihten gelen ders nettir:

Bizans, Osmanlı ordusu karşısında dış surlarıyla değil, içerideki ihanetle yıkıldı.

Endülüs, Müslümanların kendi aralarındaki nifakla kayboldu.

Osmanlı, Balkanlar’da en çok içerideki ihanet yüzünden çözülmeye başladı.

Bugün Türkiye’nin en büyük savaşı dışarıda değil, içimizdeki kripto zihniyetle olacaktır.

Sonuç

Türkiye, güçlü bir milletin evladıdır. Bin yıldır bu topraklarda İslâm sancağını taşıyan milletimizin en büyük gücü imanıdır, kardeşliğidir, maneviyatıdır.

Eğer biz içerideki kripto zihniyeti, İngiliz ve Amerikan muhiblerini, İsrail lobisinin iç uzantılarını teşhis eder ve tasfiye edersek, dışarıdan hiçbir güç bu milleti yıkamaz.

Unutmayalım:
Asıl düşman, içeridedir.
Asıl savaş, içtedir.
Ve bu savaşı imanla, ahlâkla, birlikle kazanacağız.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

[1] https://www.yeniakit.com.tr/foto-galeri/keske-anadolu-musluman-olmasaydi-demisti-artinin-torunu-emin-oldu-kirli-sicili-kaldi-123324

 




Belasını Arayan Zihniyet: İsrail’in Zulümle İmtihanı

Belasını Arayan Zihniyet: İsrail’in Zulümle İmtihanı

Zulüm, yalan ve güç gösterisi üzerine kurulan hiçbir düzen ebedî olamaz. İsrail’in bugünkü tavrı, tarihten ibret almayan, aklını ve vicdanını menfaatine kurban eden bir zihniyetin tezahürüdür.

Halk arasında bir söz vardır: “Sen belanı mı arıyorsun?”
Sürekli başkalarını rahatsız eden, zulmeden, haddi aşan kimseler için söylenir. Bugün bu söz, İsrail’in siyasî ve askerî tavrına en uygun ifadedir. Çünkü İsrail, zulmüyle, yalanıyla, insanlık dışı saldırılarıyla adeta kendi sonunu çağırmaktadır.

  1. Tarihin Aynasında İsrail

Tarih, zalimlerin ibretlik sonlarıyla doludur:

Firavun, boğulmakla helak oldu.

Nemrut, küçücük bir sinekle yenildi.

Ebu Cehil, Bedir’de zillet içinde öldürüldü.

Haçlı orduları, kibirle Kudüs’e yürüdü ama Selahaddin’in adalet kılıcı önünde dağıldı.

Şimdi İsrail, aynı Firavunlaşmış tavırla zulme devam etmektedir. Fakat tarih bize öğretiyor ki:
“Zulm ile abad olanın, akıbeti berbat olur.”

  1. Yalan Üzerine Kurulu Bir Devlet

İsrail’in saldırılarında kullandığı en büyük silah, yalandır.

Hastaneleri vurur, sonra “kamera hedef aldık” der.

Gazetecileri öldürür, sonra “yanlışlık oldu” diye özürsüz bir bahane üretir.

Yardımı engeller, halkı aç bırakır; ama “terörle mücadele” kılıfını takar.

Kur’ân bu zihniyeti şöyle tasvir eder:

> “İnsanlar arasında öyleleri var ki, hiçbir doğru bilgiye dayanmaksızın halkı Allah yolundan saptırmak ve dini alay konusu yapıp gözden düşürmek için aldatıcı, oyalayıcı ve saptırıcı sözleri satın alır. Böyleleri için alçaltıcı ve aşağılayıcı bir azap vardır.” (Lokman, 6)

Hakikati gizleyerek zulmü örtmeye çalışan her millet gibi İsrail de bu yalancı düzenin altında kalacaktır.

  1. Sosyal ve İnsanî Boyut

Gazze’de açlıktan ölen çocuklar, hastane enkazı altında kalan kadınlar, babasız büyüyen çocuklar… Bunlar sadece istatistik değil, insanlık vicdanını sızlatan gerçek dramlar.

Ama aynı zamanda şu hakikati gösteriyor:
Mazlumun ahı, zalimin kılıcını paslandırır.
Bugün mazlumların gözyaşı, İsrail’in tanklarından daha güçlüdür. Çünkü mazlumun duası, arş-ı âlâyı titretir.

  1. Siyasî ve Stratejik Boyut

İsrail’in arkasında ABD durdukça, zulmün önü açılmış gibi görünse de, artık Batı’da bile çatlak sesler yükselmektedir.

Avrupa’da istifa eden siyasiler,

Norveç’in İsrail yatırımlarını çekmesi,

İsrail içinde Netanyahu’ya karşı esir ailelerinin protestoları…

Bunlar, zulmün temellerinin çatırdamaya başladığını göstermektedir. Çünkü hiçbir zalim, sürekli kan dökerek iktidarda kalamaz.

  1. Ahlâkî ve Mantıkî Değerlendirme

İsrail’in siyaseti şiddete dayalıdır. Ama şiddet, ahlâkın ve insanlığın sonudur. Ahlâkî açıdan zulüm, insanın en büyük çöküşüdür. Mantıkî açıdan ise, sürekli düşman üreten bir devlet, eninde sonunda kendi varlığını tehlikeye atar.

Aklî kaide şudur:
Bir toplum, sadece güç ve korku üzerine bina edilirse, o toplum uzun süre ayakta kalamaz. Çünkü korku, sadakati değil, nefret ve öfkeyi doğurur.

  1. Hikmetli Sonuç

Zulüm devam etmez. Küfür devam edebilir ama zulüm devam etmez.
Bu hüküm, İsrail’in geleceğini de özetler. İsrail, belasını aramaktadır; çünkü zulüm, yalan, inkâr ve kan üzerine kurulu bir siyasetin sonu hüsrandır.

Sonuç ve İbret

Bugün İsrail, Firavun’un yolunu takip ediyor; ABD ise Nemrut’un akıbetini paylaşacak bir şekilde onun yanında duruyor. Ama tarihin diliyle hakikat haykırıyor:

Kılıç kınından çıkarsa kelama yer kalmaz.

Mazlumun duası, zalimin ordusunu dize getirir.

Belasını arayan, sonunda mutlaka bulur.

Ve bütün insanlık şunu unutmasın:
Filistin davası sadece bir coğrafya meselesi değil; insanlığın vicdan imtihanıdır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




İsrail’in Gazze’deki Yükselen Krizi, Türkiye’nin Stratejik Duruşu ve İslam Dünyasının Sorumluluğu

İsrail’in Gazze’deki Yükselen Krizi, Türkiye’nin Stratejik Duruşu ve İslam Dünyasının Sorumluluğu

Ortadoğu’da son yıllarda şiddeti artarak devam eden İsrail-Filistin çatışması, 2023–2025 döneminde Gazze’ye yönelik saldırılarla yeni bir boyut kazanmıştır. İsrail’in sivil hedefleri doğrudan vuran politikaları, yalnızca Filistin halkını değil; küresel kamuoyunu, uluslararası basını ve bölge devletlerini de derinden sarsmıştır. Bu süreçte İsrail hükümetine karşı Tel Aviv’de yükselen protestolar, Türkiye’nin sert politik tavrı, İslam dünyasının sorumluluk çağrıları ve kamuoyu araştırmalarında görülen toplumsal refleksler, bölgedeki yeni bir kırılmaya işaret etmektedir.

  1. Tel Aviv’de Yükselen İç Muhalefet

İsrail’de Netanyahu hükümetine karşı protestolar giderek büyümektedir. Özellikle Gazze’de rehinelerin serbest bırakılmaması ve sivillere yönelik saldırıların uluslararası baskıyı artırması, İsrail toplumunda derin bir kutuplaşmaya yol açmıştır. Göstericilerin “Hükümet rehineleri kurban ediyor” şeklindeki sloganları, hükümetin kriz yönetiminde başarısız görüldüğünü ortaya koymaktadır. Bu, İsrail için alışılmadık bir durumdur; zira tarihsel olarak devletin güvenlik politikaları toplumun çoğunluğu tarafından sorgusuz desteklenmiştir.

  1. İsrail’in “Sivil Öldürmüyoruz” Söylemi ve Uluslararası Tepki

Nasır Hastanesi’ne yapılan saldırılar sonucu gazetecilerin ve sivillerin ölmesi, İsrail’in “sivil öldürmeyiz” söylemini çürütmüştür. IDF sözcülerinin yaptığı açıklamalar, uluslararası kamuoyunda güven kaybına yol açmıştır. Reuters ve AP gibi önde gelen haber ajanslarının sert tepkisi, İsrail’in medya üzerindeki baskısının artık küresel ölçekte görünür olduğunu göstermektedir.

Burada dikkat çekici nokta, İsrail’in bilgi savaşını da en az askerî savaş kadar önemsemesidir. Ancak basın kuruluşlarının tepkisi, İsrail’in meşruiyetini zedeleyen en güçlü araçlardan biri hâline gelmektedir.
Tarihte görülmemiş şekilde İsrail 250 gazeteciyi öldürmüştür.

  1. Türkiye’nin Duruşu: “Kılıç Kınından Çıkarsa…”

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Malazgirt’te yaptığı “Kılıç kınından çıkarsa kaleme gerek kalmaz” açıklaması, yalnızca YPG/PKK’ya değil, aynı zamanda İsrail’e verilmiş dolaylı bir mesajdır. Türkiye, 2016’dan bu yana attığı askerî ve diplomatik adımlarla Ortadoğu’da “söz sahibi” olma iddiasını pekiştirmiştir.

Son olarak Türkiye’nin İsrail bağlantılı gemilere limanlarını kapatması, yalnızca ekonomik değil; siyasî bir boykot olarak değerlendirilmelidir. Bu hamle, uluslararası arenada Türkiye’nin İsrail karşıtı politikalarının somut adımları arasında yer almaktadır.

  1. İslam Dünyasının Sorumluluğu ve Âlimlerin Rolü

Demokrasi ve Özgürlükler Adası’nda yapılan konferansta dile getirilen “Gazze ablukasını kırma” çağrısı, İslam dünyasında dinî liderlerin öncülüğünü gündeme getirmiştir. Aksa Muhafızları Derneği Genel Müdürü’nün “Alimler ön safta olmalı” çağrısı, Müslüman toplumların harekete geçirilmesinde dinî otoritelerin etkisini göstermektedir.

Bu açıdan, boykot çağrılarının yalnızca İsrail mallarıyla sınırlı kalmayıp saldırılara destek veren ülkeleri de kapsaması gerektiği ifade edilmiştir. Bu yaklaşım, ekonomik direnişi bir tür “sivil cihad” biçimi olarak yorumlamaktadır.

  1. İsrail’in Türkiye’ye Saldırı İhtimali: Toplumsal Algı

Areda Survey araştırmasına göre Türk toplumunun %60’ı “İsrail Türkiye’ye saldırabilir” ihtimalini gerçekçi bulmaktadır. Bu oran, kamuoyunda İsrail’in sadece Gazze için değil, Türkiye için de tehdit unsuru olarak görüldüğünü ortaya koymaktadır.

Ayrıca araştırmada halkın büyük çoğunluğu Batı’nın insan hakları söylemlerine güvenini yitirmiştir. Bu durum, Türkiye’nin iç ve dış politikasında bağımsızlık söylemini güçlendiren sosyolojik bir zemini işaret etmektedir.

  1. Gazze’de İnsanlık Dramı

Tüm bu siyasî tartışmaların merkezinde ise Gazzeli sivillerin yaşadığı büyük insani dram vardır. “Nereye gideceğiz bilmiyorum” diyen bir Gazzeli’nin haykırışı, meselenin özünü ve vahametini özetlemektedir. Filistin halkı, tarihinin en ağır insani krizlerinden birini yaşamakta; mülteci kamplarında, hastane enkazlarında ve abluka altında hayatta kalmaya çalışmaktadır.

Sonuç

Ortadoğu’daki gelişmeler, yalnızca devletler arası güç mücadelesi değil; aynı zamanda halkların iradesi, dinî liderlerin sorumluluğu ve uluslararası kamuoyunun vicdanıyla da doğrudan bağlantılıdır. İsrail’in iç siyasetteki krizi, uluslararası meşruiyet kaybı ve Türkiye’nin yükselen sert tavrı, önümüzdeki dönemde dengeleri değiştirecek niteliktedir.

📌 Son tesbit: Gazze meselesi, yalnızca Filistin’in değil; İslam dünyasının onur meselesidir. Mücadele yalnızca askerî değil, aynı zamanda siyasî, diplomatik, ekonomik ve ahlakî bir sorumluluk olarak tüm ümmetin omuzlarındadır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




Yüce Sanat ve Yaratılış: Kudretin İmzası

Yüce Sanat ve Yaratılış: Kudretin İmzası

> “Bütün yıldızları elinde tutamayan bir tek zerreye rab olamaz.”
>
Bu söz, kâinatın işleyişindeki mükemmel düzenden ve yaratıcının mutlak gücünden bahseder. Bize, en küçükten en büyüğe kadar her şeyin birbiriyle nasıl ilişki içinde olduğunu gösterir. Yıldızlar, devasa kütleleri ve akıl almaz hızlarıyla uzayda hareket ederken, en küçük zerreler (atomlar) dahi belirli kanunlara tabi olarak hareket eder. Bu düzenin tamamını kontrol edemeyen bir varlığın, tek bir zerreye bile tam anlamıyla hükmedemeyeceği ifade edilir. Bu, yaratıcının kudretinin sınırsız olduğunu ve bu kudretin evrenin her noktasında tecelli ettiğini gösterir. Bir düşünür için bu, her şeyin tesadüf eseri olmadığını, aksine her zerrede bir plan ve maksat bulunduğunu isbat eden bir delildir. Bu hikmetli ifade, insana acizliğini hatırlatır ve sonsuz kudret sahibi olan Rabbinin önünde ne kadar küçük ve aciz olduğunu idrak etmesini sağlar.

Razı Olmanın Sırrı: Kul ve Rabb Arasındaki Mukaddes Bağ

> “Sen O’ndan razı, O da senden razı olarak Rabbine dön!” – Fecr Suresi, 28. ayet
>
Bu ayet, bir kulun hayatının en yüce gayelerinden birini özetler: “Razı olmak”. İman eden bir insanın en büyük hedefi, yaratıcısının kendisinden razı olmasıdır. Bu razılık, dünya hayatında gösterilen sabır, tevekkül, şükür ve ihlaslı amellerle kazanılır. Ancak, ayetin güzelliği, bu razılığın tek taraflı olmadığını, aksine karşılıklı olduğunu belirtmesidir. İnsan, karşılaştığı her durumda, iyi ve kötü, nimet ve musibet, Allah’ın takdirine razı olursa, Allah da o kuldan razı olur. Bu, kulun nefsini terbiye etmesi ve acizliğini kabul etmesiyle mümkündür. Razı olan bir kalp, ne zorluklardan korkar ne de nimetlerin geçiciliğiyle sarhoş olur. Bu, aynı zamanda insanın hayatının sonunda Rabbine dönerken, gönül rahatlığıyla ve huzurla döneceğinin de müjdesidir.

İhlas ve Rıza: Amellerin Özü ve Değeri

> “Cenab-ı Hakk’ın rızası ihlas ile kazanılır.”
>
Bu söz, ihlasın (samimiyetin) amellerdeki merkezi rolünü vurgular. Bir amelin, dışarıdan ne kadar büyük ve önemli görünürse görünsün, asıl değerini ihlastan aldığını anlatır. İhlas, bir işi veya ibadeti sadece ve sadece Allah’ın rızasını kazanmak niyetiyle yapmaktır. İhlas, amelin içindeki riya (gösteriş), makam sevgisi, şöhret hırsı gibi manevi hastalıkları temizler. İhlas, kalbin bir aydınlığı, ruhun bir safiyetidir. Cenab-ı Hakk’ın rızasına ulaşmanın tek yolu budur. İnsan, ne kadar çok ibadet ederse etsin, ne kadar çok hayır işlerse işlesin, eğer bu amellerde ihlas yoksa, bu amellerin Allah katında bir kıymeti olmaz. Bu söz, bize yaptığımız her işi, en basitinden en büyüğüne kadar, yalnızca Allah için yapmanın ne kadar önemli olduğunu hatırlatır. İhlas, bizi gösterişten ve nefsani arzulardan arındırarak, Rabbimizin rızasına ulaştıran en sağlam köprüdür.

Makalenin Özeti
Bu makale, Bediüzzaman Said Nursi’ye ait hikmetli sözleri ve Fecr Suresi’nden bir ayeti bir araya getirerek, evrenin işleyişi, kul-Allah ilişkisi ve amellerin değeri gibi temel konuları ele almaktadır. İlk olarak, kâinatın düzenini ve Allah’ın mutlak kudretini anlatan söz, en büyükten en küçüğe her şeyin bir yaratıcıya işaret ettiğini gösterir.

İkinci olarak, Fecr Suresi’nden alınan ayet, kulun Rabbinin takdirine razı olmasının karşılığında Allah’ın da o kuldan razı olacağını ve bu karşılıklı razılığın en büyük mutluluk olduğunu anlatır.
Son olarak, “ihlas” kavramını ele alan söz, amellerin Allah katında değer kazanmasının tek şartının samimiyet ve riyadan uzak bir niyet olduğunu belirtir.
Tüm bu metinler bir bütün olarak, insanın dünya hayatını anlamlandırması, Rabbine olan bağlılığını güçlendirmesi ve amellerinde samimiyeti esas alması gerektiğini anlatır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




Gazze’nin Hâli, Ümmetin İmtihanı ve Dünyanın Suskun Vicdanı

Gazze’nin Hâli, Ümmetin İmtihanı ve Dünyanın Suskun Vicdanı

Gazze… Küçük bir toprak parçası, fakat büyük bir insanlık imtihanı. Her gün bombalarla yıkılan hastaneler, yerle bir edilen evler, açlığa mahkûm edilen çocuklar ve susturulmaya çalışılan bir halk… İsrail’in işgalci saldırıları yalnızca bir bölgeyi değil, bütün insanlığın vicdanını hedef almaktadır.

Gazze: İnsan Eliyle Üretilmiş Felaket

Son günlerde Nasır Hastanesi’ne yapılan saldırı, gazetecilerin ve sağlık çalışanlarının da hedef alınması, artık savaşın tüm insani sınırları aştığını gösteriyor. Uluslararası hukukta en korunmasız kabul edilen mekânlar dahi bombalanmakta, çocukların gözyaşları yeryüzünün en acı tanıklığını yapmaktadır. Hollywood yıldızı Mark Ruffalo’nun dediği gibi: “Bu bir doğal afet değil, insan eliyle üretilmiş bir felaket.”

Ümmetin Ortak Sorumluluğu

İstanbul’da 50 ülkeden 150 âlimin bir araya gelmesi, “Gazze için artık eylem zamanı” demesi, ümmetin uyanış işaretidir. Bu buluşma, İslâm dünyasının Gazze’nin acısını kendi acısı bilmesi gerektiğini gösteriyor. Prof. Dr. Nasrullah Hacımüftüoğlu’nun ifade ettiği gibi, Gazze sadece Filistinlilerin değil, bütün ümmetin geleceğiyle ilgilidir. Her evde bir bağış kutusu açılması çağrısı, “küçük yardımların büyük dayanışmalara dönüşeceği” gerçeğini ortaya koyuyor.

Dünyanın Suskun Vicdanı

Ne yazık ki uluslararası toplum, bu vahşeti önlemek bir yana, çoğu kez sessiz kalarak zımni bir ortaklığa düşüyor. BM, DSÖ, RSF gibi kurumlar “Bu bir savaş suçudur” dese de, yaptırım yok, caydırıcılık yok. Sözde medeniyetin beşiği sayılan Batı, sustukça suç ortaklığı büyüyor. Küçük bir kız çocuğu Maya’nın “Gazze’deki bebekler için asla olmaz” diyerek boykotu sahiplenmesi, milyonlarca insandan daha gür bir vicdan sesi oldu.

Yeni Dönemin İşaretleri

İsrail’in saldırıları sadece Gazze’yi değil, bölgesel dengeleri de sarsıyor. Türkiye ile Suriye’nin işbirliği, İİT’nin olağanüstü toplantısı, Yemen’deki milyonluk gösteriler, İspanya’dan İngiltere’ye yükselen tepkiler… Hepsi, işgalin sadece Filistin halkını değil, bütün insanlığı tahrik eden bir boyuta ulaştığını gösteriyor. Artık öfke sadece sözle kalmıyor, eyleme dönüşüyor.

Gazze’nin Aynasında Ümmetin Hâli

Gazze bugün İslâm ümmetinin en açık aynasıdır. O aynada gördüğümüz şey, mazlum bir halkın sabrı, ümmetin dağınıklığı, ama aynı zamanda vicdanların yeniden birleşme arayışıdır. Gazze yalnızca bombaların hedefi değil; aynı zamanda ümmetin birliği, kardeşliği ve insanlığın onuru için bir mihenk taşıdır.

Sonuç

Gazze’de dökülen her kan, insanlığın vicdanına düşen bir lekedir. Ümmetin susması, gafletidir; dünyanın susması, zulme ortaklıktır. Fakat küçük bir çocuğun vicdanıyla, bir âlimin çağrısıyla, bir milletin dayanışmasıyla bu karanlık aşılabilir. Gazze, ümmetin uyanışı için ilahî bir imtihandır. Ve bu imtihan, sadece Filistinlilerin değil, hepimizin boynunda bir sorumluluktur.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




KAVRAMLAR

KAVRAMLAR

 

“Kâinat terkiplerindeki intizam, cereyan-ı ahvaldeki nizam, suretlerdeki garabet, nakışlarındaki ziynet, yüksek hikmetler, eşyadaki muhalefet ve mümaselet, camidattaki muavenet, birbirinden uzak olan şeylerdeki tesanüd, hikmet-i âmme, inayet-i tamme, rahmet-i vâsia, rızk-ı âmm, hayatlar, tasarruf, tahvil, tağyir, tanzim, imkân, hudûs, ihtiyaç, zaaf, mevt, cehil, ibadet, tesbihat, daavat ve hâkeza pek çok sıfatlar lisanlarıyla Hâlık-ı Kadîm-i Kadîr’in vücub ve vücuduna ve evsaf-ı kemaliyesine şehadet ettikleri gibi; esma-i hüsnayı tilavet ederek Cenab-ı Hakk’a tesbih ve Kur’an-ı Hakîm’i tefsir ve Resul-i Ekrem’in (asm) ihbaratını tasdik ediyorlar.”
Mesnevî-i Nuriye

******

Burada geçen kavramlar ve sıfatlar tek tek incelendiğinde, hepsinin Allah’ın varlığına (vücub-u vücud) ve kemal sıfatlarına işaret ettiği görülüyor.

  1. Kâinat terkiplerindeki intizam

Varlıkların bileşimindeki düzen; atomdan hücreye, hücreden organlara, oradan sistemlere ve kâinatın umumuna kadar bir intizam var.

Bu, tesadüf değil, bir İlâhî ölçünün tecellisidir.

  1. Cereyan-ı ahvaldeki nizam

Olayların akışındaki düzen: gece-gündüz, mevsimler, doğum-ölüm, devinimler.

Bu akış, kaderî bir kanunla cereyan ediyor.

  1. Suretlerdeki garabet

Her varlığın şekil ve suretindeki şaşırtıcı çeşitlilik.

Aynı topraktan çıkan farklı çiçekler, meyveler, yüzler.

Sanatkâr-ı Hakîm’in mühürleridir.

  1. Nakışlardaki ziynet

Varlıkların güzellik ve süsleri; kelebek kanadı, yıldızların parıltısı, çiçek desenleri.

Cemîl-i Mutlak’ın tecellileridir.

  1. Yüksek hikmetler

Her şeyde bir amaç, fayda, gaye bulunması.

Sinekten insana kadar hiçbir şey abes yaratılmamıştır.

  1. Eşyadaki muhalefet ve mümaselet

Zıtlıklar (gece-gündüz, sıcak-soğuk) ve benzerlikler (canlı türleri arasındaki uyum).

Bu zıtlık ve benzerlikler dengeyi ve kemali gösterir.

  1. Camidattaki muavenet

Cansızların canlılara yardımı: toprağın bitkiye, güneşin dünyaya, suyun canlılara hizmeti.

Bütün camidat, emir altında birer memur gibidir.

  1. Birbirinden uzak şeylerdeki tesanüd

Güneşin yeryüzüne, atmosferin canlılara, arının çiçeğe dayanışması.

Her şey birbirine bağlanmış bir zincirin halkasıdır.

  1. Hikmet-i âmme

Her şeyin fayda vermesi, umumî bir hikmet düzeni içinde yer alması.

İlâhî kanunların küllî tecellisidir.

  1. İnayet-i tamme

Her şeyin ihtiyacına uygun şekilde yaratılması.

İnsan için göz, kuş için kanat, balık için yüzgeç verilmesi.

  1. Rahmet-i vâsia

Sonsuz rahmetin tezahürleri: anne şefkati, rızık, mağfiret.

Bu rahmet, varlıkları kuşatır.

  1. Rızk-ı âmm

Her canlıya rızık verilmesi.

Çekirgeden balinaya kadar her canlının sofrası açılıyor.

  1. Hayatlar

Hayat, İlâhî kudretin en parlak tecellisi.

Hayat ile cansız maddeler birer sanat eseri olur.

  1. Tasarruf, tahvil, tağyir, tanzim

Kudretin mahlûkat üzerinde sürekli işlemesi: değiştirme, dönüştürme, düzenleme.

Tohumun ağaç, damlanın insan olması.

  1. İmkân

Varlıkların yoklukla varlık arasında bulunması.

Bu, Vacibü’l-Vücud’a muhtaçlık işaretidir.

  1. Hudûs

Sonradan meydana gelmek.

Âlemin kıdemsiz, yani ezelî olmayıp yaratılmış olduğunu ispat eder.

  1. İhtiyaç

Bütün varlıkların ihtiyaç içinde olması.

İhtiyaç, ganî ve kayyum olan Allah’ı gösterir.

  1. Zaaf

Canlıların acizliği.

Kuvvetli bir Rabb’e olan ihtiyaçlarını gösterir.

  1. Mevt

Ölüm, hayatın bir hikmetli neticesi.

Fânilik, baki olan Zât’a işaret eder.

  1. Cehil

İnsan ve mahlûkatın bilgisizliği.

Buna mukabil, ilim ve hikmet sahibi bir Mürebbi’nin varlığı anlaşılır.

  1. İbadet, tesbihat, daavat

Varlıkların fiilî olarak ibadeti; kuşların ötüşü, rüzgârın esmesi, nehirlerin akışı birer tesbih.

İnsan ise şuurla ibadet eder.

Bütünlük ve Tevhid Bağlantısı

Bütün bu sıfatlar:

İntizam, nizam, hikmet, ziynet → Allah’ın İlim ve Hikmetini

Muavenet, tesanüd, inayet, rahmet, rızık → Allah’ın Rahmet ve Kudretini

İmkân, hudûs, ihtiyaç, zaaf, mevt → Allah’ın Vacibü’l-Vücud oluşunu

İbadet, tesbihat, davet → Allah’ın Ulûhiyet ve Rubûbiyetini
isbat eder.

Sonuçta kâinat bir bütün olarak Kur’an’ın hakikatlerini tasdik eden bir şehadetnâme hükmündedir. Her şey, Allah’ın varlığına, birliğine ve esmâsının kemaline işaret eden bir ayet gibidir.

*****

Kâinatın Sıfatları ve Tevhid Bağlantısı

Sıfat / Kavram – Delalet Ettiği İlâhî İsim / Sıfat Tevhid Bağı

Terkiplerdeki intizam
Hakîm, Mukaddir –
Tesadüf değil, ölçülü takdir eden bir Yaratıcı var.

Cereyan-ı ahvaldeki nizam Kayyûm, Mukaddir-
Hadiseler kaderî bir kanunla yürür; Allah’ın kudreti olmadan olamaz.

Suretlerdeki garabet (çeşitlilik) Musavvir –
Her bir suret, İlâhî mühürdür; tek elden çıkar.

Nakışlardaki ziynet
Cemîl, Latîf
-Sanat ve güzellik, Cemîl-i Mutlak’ın tecellisidir.

Yüksek hikmetler
Hakîm, Âlim
– Her şey faydalı, gayeli; abes yoktur.

Eşyadaki muhalefet ve mümaselet Hakîm, Mukaddir
– Zıtlık ve benzerlikler, dengeyi kuran tek kudreti gösterir.

Camidattaki muavenet
Rezzâk, Rahmân
– Cansızlar, canlılara hizmet ediyor; bu da emre tâbi olduklarını gösterir.

Birbirinden uzak şeylerde tesanüd Kayyûm, Hafîz
-Güneş-toprak-insan arasındaki dayanışma, tek idarecinin varlığını isbat eder.

Hikmet-i âmme
Hakîm
– Umumî hikmet düzeni, küllî irade sahibini gösterir.

İnayet-i tamme
Latîf, Kerîm
– Her şeye tam lâyık donanım verilmiş; tesadüf mümkün değil.

Rahmet-i vâsia
Rahmân, Rahîm
– Sonsuz rahmet, varlıkları kuşatıyor; şefkatli bir Rabb’i gösterir.

Rızk-ı âmm
Rezzâk
– Tüm canlıların sofraları açılıyor; tek Rezzâk var.

Hayatlar
Muhyî
-Hayat, en parlak kudret mucizesi; Allah’ın dirilten sıfatına delil.

Tasarruf, tahvil, tağyir, tanzim Musahhir, Mukaddir
– Kudret, her şeyi çeviriyor, değiştiriyor, düzenliyor; başka güç yok.

İmkân
Vacibü’l-Vücud
-Mümkün varlık, var olmak için zorunlu bir Yaratıcıya muhtaçtır.

Hudûs (sonradan olmak)
Bâkî, Evvel
– Âlem ezelî değil; ezelî olan ancak Allah’tır.

İhtiyaç
Ganî, Kayyûm
– Her varlık muhtaçtır; ihtiyaçsız bir Rab olmasa yaşayamaz.

Zaaf
Kavî, Aziz
-Acizlik, kudretli bir Sahip’in varlığını ispat eder.

Mevt
Muhyî, Mümît
– Ölüm, hayatı veren ve alan Allah’ı gösterir.

Cehil
Alîm
– Cahil mahlûkat, ilimle düzenleniyor; bu da Alîm-i Mutlak’ın delilidir.

İbadet, tesbihat, davet
Ma’bûd, Mukaddes
-Varlıklar fiilî tesbih eder; insan şuurlu ibadetle bunu ilan eder.

Sonuç

Bütün bu sıfatların diliyle kâinat:

Allah’ın varlığı (vücûb-u vücudunu),

Birliği (tevhidini),

Esmâ-i Hüsnâ’sını,

Kur’an’ın hakikatlerini
teyit ve tasdik ediyor.
🌿

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




Gazze’nin Hazin Hali ve Ümmetin İmtihanı

Gazze’nin Hazin Hali ve Ümmetin İmtihanı

  1. Kur’ân Perspektifinden Zulmün Akıbeti

Gazze’de yaşanan katliam ve soykırım, yalnızca bir siyasi mesele değil; Kur’ânî hakikatlerle doğrudan ilişkili bir imtihandır. Kur’ân, zulmün son bulacağını, zalimin asla ebedî galip olmayacağını haber verir:

“Zulmedenler nasıl bir inkılap ile devrileceklerini yakında bileceklerdir.” (Şuarâ, 26/227)

“Allah zalimleri sevmez.” (Âl-i İmrân, 3/57)

Zalim ne kadar güçlü görünürse görünsün, mazlumun duası Arş’a çıkar. Efendimiz (asm), “Mazlumun duasından sakının, onun duası ile Allah arasında perde yoktur.” buyurur. Gazze’deki çocukların, annelerin, masum sivillerin gözyaşları, bu asrın en büyük şahitliğini taşımaktadır.

Dolayısıyla bu tablo, sadece bir “insan hakları ihlali” değil, ilâhî adaletin tecellisine giden sürecin bir parçasıdır.

  1. Tarihten Aynaya Bakmak

Ümmet tarih boyunca benzer zulümlere şahit oldu.

Endülüs’te Müslümanlar sürgün edildi, camiler kiliseye çevrildi.

Bosna’da Srebrenitsa katliamı yaşandı.

Irak ve Suriye’de işgallerle milyonlarca insan öldü.

Her dönemde zalimler aynı metotları kullandı: katliam, sürgün, aç bırakma, kimliksizleştirme. Ama tarihin şahadeti şudur: hiçbir zulüm ebedî kalmadı. Endülüs’ün ardından Osmanlı yükseldi; Bosna’nın ardından bir uyanış başladı.

Bugün Gazze, ümmetin sabrını ve vicdanını test ediyor. Ama aynı zamanda geleceğin büyük dirilişinin işaretlerini taşıyor.

  1. Çözüm Yolları: Sadece Öfke Yetmez

Gazze için yükselen öfke dalgası önemlidir; fakat öfkenin eyleme dönüşmesi gerekir. Bunun için:

  1. a) İlim ve Şuur

Müslüman gençler, sadece duygusal değil; ilim, teknoloji, medya ve siyaset alanlarında bilinçlenmeli. Gazze’nin kurtuluşu, güçlü bir ümmet bilincine sahip nesillerle mümkündür.

  1. b) Birlik ve İttihad

Kur’ân’ın “Hepiniz Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, ayrılmayın” (Âl-i İmrân, 3/103) emri gereği, İslam ülkelerinin parçalanmışlığı sona ermeli. Tek ses ve tek duruş olmadan zalime karşı caydırıcılık olmaz.

  1. c) Ekonomi ve Boykot

Gazze’de çocuklar açlıktan ölürken, ümmetin milyar dolarlık kaynakları zalim sistemlere akıyor. “Her evde bir bağış kutusu” fikri, ümmet bilincini çocuklara aşılamak için önemli bir adım. Boykot da ekonomik cihadın en basit ama etkili yollarından biridir.

  1. d) Medya ve Kültürel Direniş

İsrail’in en büyük gücü sadece silah değil; medya manipülasyonudur. Hollywood’un imaj üretimi, algı savaşlarının merkezidir. Buna karşı alternatif medya, sanat ve kültür cephesi kurulmalıdır.

  1. e) Siyasi ve Hukuki Mücadele

Uluslararası hukukta soykırım ve savaş suçları açıkça tanımlıdır. İİT, BM gibi platformlarda daha cesur ve etkili adımlar atılmalı; sadece kınama değil, fiilî yaptırımlar uygulanmalıdır.

Sonuç: Gazze, Bizim Vicdanımızdır

Gazze sadece Filistinlilerin değil, bütün ümmetin imtihanıdır. Dünyanın suskunluğu, insanlığın tükenişini; küçük çocukların direnişi ise vicdanın hâlâ ölmediğini gösteriyor. Beş yaşındaki Maya’nın boykot tavrı, milyonların sessizliğinden daha gür bir çığlıktır.

Gazze, bize şunu haykırıyor: “Ya ümmet bilinciyle dirileceksiniz, ya da zilletle dağılacaksınız.”

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




Gazze: Ümmetin Vicdanı ve Zamanın İmtihanı

Gazze: Ümmetin Vicdanı ve Zamanın İmtihanı

Gazze… Küçük bir toprak parçası ama büyük bir insanlık sınavı.
Her gün çocukların üzerine yağan bombalar, annelerin kucağında susuzluktan inleyen bebekler, gözyaşıyla yoğrulmuş sokaklar… Gazze aslında bir şehir değil; ümmetin kalbinde açılmış bir yaradır.

Bugün Gazze’de vurulan hastane, yıkılan okul, açlıktan ağlayan bir çocuk yalnızca Filistin’in dramı değildir. O, senin evladının, benim kardeşimin, ümmetin ortak acısıdır. Eğer kalbimiz hâlâ sızlıyorsa, hâlâ bir vicdan kırıntımız vardır demektir. Ama eğer bu zulme sessiz kalıyorsak, işte o zaman asıl kaybeden biziz.

Kur’ân, zalimin sonunu defalarca haber verir:
“Zulmedenler, nasıl bir inkılapla devrileceklerini göreceklerdir.” (Şuarâ, 26/227)
Bugün güçlü sandığımız zalimler, yarın tarihin çöplüğünde bir toz gibi savrulacaklar. Çünkü zulüm baki olamaz. Mazlumun duası Arş-ı Âlâ’ya yükselirken, zalimin sarayı bir gecede harabeye döner.

Ey ümmet!
Gazze’nin yıkık duvarları aslında bize ayna tutuyor.
O aynada ne görüyoruz? Dağınıklığımızı, suskunluğumuzu, acziyetimizi…
Ama aynı zamanda, bir çocuğun avucunda tuttuğu taşta, bir annenin gözyaşında, bir gencin haykırışında yeniden doğacak dirilişimizi de görüyoruz.

Unutma!
Gazze bugün yalnız bırakılırsa, yarın senin kapına gelir bu zulüm.
Gazze’ye sahip çıkmak, sadece bir kardeşlik borcu değil, kendi geleceğini korumaktır.

Bize düşen, sadece öfke kusmak değil; ümmetçe dirilmek, birlik olmak, ekmeğimizi paylaşmak, dilimizle ve kalemimizle mazlumun yanında durmaktır.
Çünkü Gazze’nin çocukları bize şunu haykırıyor:
“Biz sabrediyoruz, peki siz ne yapıyorsunuz?”

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




Bu Gidiş Nereye? Ebedi Saadetin Anahtarı

Bu Gidiş Nereye? Ebedi Saadetin Anahtarı

İnsanlık tarihinin en kadim sorularından biri, varoluşun ve yolculuğun anlamıdır. Gözümüzü açtığımız andan itibaren bir koşuşturma içindeyiz. Dünyayı, etrafımızdaki her şeyi keşfetme merakıyla doluyuz. Ancak, bu yoğun koşuşturmanın ortasında durup kendimize sormamız gereken en önemli soru, Tekvir Suresi’nin 26. ayetinde karşımıza çıkar:
“FAEYNE TEZHEBÛN / BU GİDİŞ NEREYE?”
Bu soru, sadece bir yön sorgulaması değil, aynı zamanda hayatın anlamını ve amacını da sorgulayan bir uyarıdır.
İnsan fıtratında bulunan “şiddetli merak ve hararetli muhabbet ve dehşetli hırs ve inadlı taleb ve hâkeza şedid hissiyatlar umûr-u uhreviyeyi kazanmak için verilmiştir.”
Bu derin duygular, dünya malı veya makamı için değil, ahiret işlerini kazanmak için insana bahşedilmiştir. Oysa ki, birçok insan, bu hisleri yanlış yönlere kanalize eder. Her şeyi “maddiyatta arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise maneviyatta kördür.”
Bu, maddi olanın peşinden koşarken, asıl önemli olan manevi değerleri ve ahiret hayatını görmezden gelmenin bir sonucudur.
Bu körlük, insanın dünyayı olduğundan daha büyük ve kalıcı zannetmesine yol açar. Bediüzzaman Said Nursi, bu yanılgıyı şu sözlerle dile getirir: “Çok geniş tasavvur ettiğin senin dünyan, dar bir kabir hükmündedir.”
Dünya, ne kadar geniş ve ferah görünse de, aslında ahirete göre çok dar ve geçici bir konaktır. Bu dar konakta sonsuzluğa hazırlık yapmayan, hayatını sadece maddi zevklere adayan kimse, kabrin darlığında boğulmaya mahkûmdur.
Peki, bu aldatıcı ve dar dünyada ebedi saadeti nasıl elde edeceğiz? Cevap basittir ama uygulaması sabır ve gayret ister.
“Her kim olursan ol; bak, gör. Yalnız gözünü aç, hakikati müşahede et, saadet-i ebediyenin anahtarı olan imanını kurtar.”
Bu söz, bizlere, ne durumda olursak olalım, önce hakikati görmeyi ve imanı korumayı öğütler. Gerçek mutluluğun ve sonsuz saadetinin anahtarı, kaybolmaya yüz tutan imanımızdır.
Bu yolculuk, manevi bir uyanışı gerektirir. Sadece gözümüzle değil, kalbimizle de bakmalıyız. Maddi dünyanın fani ve geçici olduğunu idrak etmeli, duygularımızın ve hislerimizin asıl gayesinin ahireti kazanmak olduğunu unutmamalıyız. Bu bilinçle, “Bu gidiş nereye?” sorusunun cevabını buluruz:
Rabbimize ve sonsuz saadete doğru.

Özet
Bu makale, hayatın amacını sorgulayan “Bu Gidiş Nereye?” sorusu etrafında şekillenmiştir. Makalede, insan fıtratındaki derin duyguların aslında ahiret hayatını kazanmak için verildiği, ancak çoğu insanın bu duyguları maddi hedeflere yönelttiği anlatılır. Maddiyata aşırı odaklanmanın manevi körlüğe yol açtığı ve insanın dünyayı olduğundan daha büyük zannederek bir yanılgıya düştüğü anlatılır.
Son olarak, bu yanılgıdan kurtulmanın yolunun, gerçekleri görmek ve ebedi saadetin anahtarı olan imanı korumak olduğu belirtilir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




KURAN’I KERİM VE HADİS-İ ŞERİF FARKI

KURAN’I KERİM VE HADİS-İ ŞERİF FARKI

Bu fark Kur’anı Kerimin Allah kelamı olduğunu göstermektedir.
Kur’ân-ı Kerîm ile hadîs-i şerifler arasında üslup, belâgat ve ifade tarzı açısından hem benzerlikler hem de belirgin ayrılıklar vardır. Bu farklar, Kur’an’ın i‘cazını (eşsiz üslup mucizesini) ve hadislerin ise Peygamber Efendimiz’in (asm) beyanları olduğunu ortaya koyar. Aşağıda madde madde mukayese edelim:

  1. Kaynak ve Mahiyet Farkı

Kur’an: Allah kelâmıdır, lafzı ve manası ilahîdir. Hz. Peygamber (asm) sadece tebliğ etmiştir.

Hadis: Manası vahye dayanır (vahiy gayr-i metluv), fakat lafızları Hz. Peygamber (asm)’in kendi sözleridir.

➡️ Bu temel fark, üslup ve belâgatta da kendini gösterir.

  1. Üslup Farkı

Kur’an:

Yüksek, haşmetli, ezelî ve ebedî bir üsluba sahiptir.

Bazen emir, bazen dua, bazen tehdit, bazen müjde… çok yönlü hitap tarzları vardır.

Dilindeki kudsiyet, Arap edebiyatının hiçbir metninde görülmez.

Hadis:

İnsan diline daha yakın, sade, anlaşılır ve günlük hayatla irtibatlıdır.

Eğitim, ahlak, nasihat, sosyal düzen gibi konularda daha “beşerî” bir anlatım tarzı kullanılır.

  1. Belâgat ve İ‘caz (Edebi Güç)

Kur’an:

Kısa ifadelerle derin manalar verir.

Tekrarsız, eksiksiz, şiirsel yani akıcı ve aynı zamanda nesre yakın bir yapıya sahiptir.

Kur’an’daki fesahat ve belagat Arap şair ve ediplerini aciz bırakmıştır (i‘caz-ı Kur’an).

Hadis:

Peygamberimizin sözleri de son derece beliğdir.

“Cevâmiü’l-Kelim” özelliği ile kısa sözlerde çok geniş manalar ifade eder.

Ancak Kur’an’daki ilahî haşmet ve mucizevi kudsiyet hadislerde yoktur.

  1. Cümle Yapısı ve Ritim

Kur’an:

Âyetler çoğu kez ritmik, secili (uyumlu) ve musikili bir yapıya sahiptir.

Cümleler veciz, dengeli ve etkileyici bir ahenkle gelir.

Kur’an dili hem şiir hem nesir arasında eşsiz bir orta yoldadır.

Hadis:

Daha serbesttir; günlük konuşma diline yakın cümleler barındırır.

Kur’an’daki ritim ve musikî hadislerde bu derece yoğun değildir.

  1. Kapsam ve Muhteva

Kur’an:

İnanç, ibadet, ahlak, kıssalar, hükümler, evren tasavvuru gibi tüm konuları kapsar.

Evrensel, zamana ve mekâna bağlı olmayan bir hitap ihtiva eder. .

Hadis:

Daha çok uygulama (ibadet şekilleri, sosyal ilişkiler, ahlakî öğütler) üzerinde durur.

Zamanın ve mekânın ihtiyaçlarına göre detaylı açıklamalar ifade eder.

  1. Dilsel Yoğunluk

Kur’an:

Kelimeleri olağanüstü yoğun anlam taşır.

Bir ayet, bir cümleyle farklı çağlarda farklı yorumlara kapı açar.

Hadis:

Daha pratik ve doğrudan mesaj verir.

Bazen açıklayıcıdır; bazen misallerle konuyu anlaşılır kılar.

  1. Tesir ve Etki

Kur’an:

Dinleyenlerde derin bir huşû, hayranlık ve bazen korku/müjde ile ruhu sarsıcı bir tesir bırakır.

“Okunan değil, okutan” bir kudsiyeti vardır.

Hadis:

Daha çok kalpleri yumuşatır, davranışlara yön verir, ibret ve öğüt verir.

Tesiri güçlüdür ama Kur’an’daki mucizevî etki derecesinde değildir.

Sonuç:

Kur’an ve hadis arasındaki fark, ilahî kelam ile nebevî kelam arasındaki farktır.

İkisi arasında bağlantı vardır:

Kur’an temel kaynaktır,

Hadis ise onun açıklaması ve tatbikatıdır.

Üslup, belâgat ve tesir açısından Kur’an mucizevi, hadisler ise Nebî’nin (asm) üstün fesahatini gösterir.[1]

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

[1] Ayrıca bak:

https://www.risalehaber.com/oxford-universitesi-kurani-hz-muhammed-mi-yazdi-sorusunun-pesine-dustu-447376h.htm

https://tesbitler.com/index.php?s=Kuran

 




Kabir, Muhasebe ve Hayatın Yüce Gayesi

Kabir, Muhasebe ve Hayatın Yüce Gayesi

Hayat, kimi zaman gözümüzde büyüttüğümüz, tüm vaktimizi ve enerjimizi harcadığımız bir meşguliyet haline gelebilir. Oysa kendimize dönüp sormamız gereken en temel soru şudur: “Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki, bütün vaktini ona sarfediyorsun?”
Bu soru, iç dünyamızı alt üst eden bir sarsıntıyla bizi gerçeğe davet eder. Gerek fiziksel gerek manevi açıdan bir nehir gibi akan bu hayat, bizi tek bir nihai noktaya götürür: kabir.
“KABİR VAR, HİÇ KİMSE İNKÂR EDEMEZ. HERKES İSTER İSTEMEZ ORAYA GİRECEK.”
Bu kaçınılmaz gerçek, aynı zamanda bizleri hayata neden gönderildiğimizin hikmetini sorgulamaya yönlendirir. En karmaşık canlıdan en basitine kadar her varlık, bir yaratıcının varlığına işaret eder. Arının karmaşık beynini ve mikrobun gözünü bile yaratan, en ince detayına kadar düzenleyen Yaratıcı, elbette insanı başıboş bırakmamıştır.
Nitekim, “ARININ DİMAĞINI, MİKROBUN GÖZÜNÜ TANZİM EDEN ZÂT, SENİN EF’AL VE A’MALİNİ MÜHMEL, BAŞIBOŞ, HESABSIZ, KİTABSIZ BIRAKMAYARAK İMAM-I MÜBİN’DE YAZAR. ONA GÖRE MUHASEBEN OLACAKTIR.”
İnsan, bu dünyadaki her eylemi ve ameli kaydedilen, hesabı sorulacak bir varlıktır.
Peki, bu denli büyük bir muhasebe bizi beklerken, dünya hayatındaki asıl gayemiz nedir?
Risale-i Nur Külliyatı bu soruyu net bir şekilde cevaplar:
“İnsanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gayesi Hâlık-ı Kâinatı tanımak ve O’na İman edip ibadet etmektir.”
İnsan, tüm bu varlık âleminin bir halifesi olarak, yaratılış amacını yerine getirmekle yükümlüdür. Dünya hayatı, bu amaç doğrultusunda bir imtihan sahasıdır.
Tüm bu hakikatlerin ışığında, ahiretin varlığına olan inancımız da pekişir.
Ahiret, dünya gibi şüphesiz bir gerçektir.
“Âhiretin vücudu, dünyanın vücudu kadar kat’î ve şüphesizdir.”
Bu hakikati idrak etmek, insanı dünya hırslarından uzaklaştırır ve hayatını daha anlamlı kılar. Dünya, sadece bir imtihan yeri, bir köprüdür. Bu köprünün sonunda bizi bekleyen ebedi hayat, ancak bu dünyada yaptığımız salih amellerle inşa edilebilir.
İnsanlık, zamanın acımasız akışı içinde, fani olanın peşinden koşmak yerine, kendisini bekleyen kabir gerçeğini ve ahiretin kesinliğini idrak etmelidir. Hayatın gerçek amacını bilerek, Yaradan’ı tanımak ve O’na ibadet etmek, her eylemin bir muhasebesi olduğunu unutmamak, dünya hapsinden kurtulup ebedi saadete ulaşmanın tek yoludur.

Özet
Bu makale, Bediüzzaman Said Nursi’nin sözlerinden yola çıkarak, insan hayatının anlamını ve amacını ele almaktadır.
Makalede, ilk olarak kabir gerçeğinin kaçınılmazlığı ve insanın tüm vaktini sadece dünyaya harcamasının anlamsızlığı anlatılır. Ardından, en küçük canlıların bile bir düzen içinde yaratılmasının, insanın fiillerinin de başıboş bırakılmadığına, her şeyin kaydedilip bir muhasebesinin olacağına delil teşkil ettiği anlatılır. Makalenin temelinde, insanın bu dünyadaki asıl gayesinin Allah’ı tanımak ve O’na ibadet etmek olduğu belirtilir.
Son olarak, dünyanın varlığı kadar ahiretin de kesin bir gerçek olduğu ve bu bilinçle hareket etmenin ebedi saadete ulaşmanın anahtarı olduğu ifade edilerek, makale bir özetle tamamlanır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com