Ölüm Sekeratı Uyandırmadan Evvel Uyan!

Ölüm Sekeratı Uyandırmadan Evvel Uyan!

> “Maahaza, ebedî ömrün önündedir. O ömr-ü bâkide göreceğin rahat ve lezzet, ancak bu fânî ömürde sa’y ve çalışmalarına bağlıdır. Senin o ömr-ü bâkiden hiç haberin yok. Ölüm sekeratı uyandırmadan evvel uyan!”
>
İnsan, çoğu zaman içinde bulunduğu anın geçici olduğunu unutarak, geleceği ve ebedî hayatı göz ardı eder. Bediüzzaman bu sözleriyle, insana asıl hayatın bu dünya hayatı olmadığını, asıl ve sonsuz olanın ahiret hayatı olduğunu hatırlatır. Bu dünya, bir misafirhane gibidir; geçici ve fânidir. Ancak bu fani dünyada yaptığımız her iş, söylediğimiz her söz, attığımız her adım, sonsuz olan ahiret hayatımızdaki yerimizi belirler. O ahiret hayatında elde edilecek olan rahatlık ve lezzet, tamamen bu dünyadaki gayret ve çabalarımıza bağlıdır. Bu nedenle, insan “ölüm sekeratı uyandırmadan evvel uyanmalı” ve bu kısa ömrü en iyi şekilde değerlendirmelidir. Bu sözler, bizlere, gaflet uykusundan uyanıp ebedi hayata hazırlık yapmamız için bir çağrı niteliğindedir.

Fâniyi İstemeyen Kalbin Sesi

> “Ey nefsim! Kalbim gibi ağla ve bağır ve de ki: Fâniyim, fâni olanı istemem. Âcizim, âciz olanı istemem. Ruhumu Rahmân’a teslim eyledim; gayr istemem. İsterim, fakat bir yâr-ı bâki isterim. Zerreyim, fakat bir şems-i sermed isterim. Hiç ender hiçim, fakat bu mevcudatı umumen isterim.”
>
Bu edebi ve hikmetli sözler, insanın varoluş çelişkilerini ve nihai arayışını dile getirir. İnsan, fani bir varlık olduğunu ve fani olan hiçbir şeyin kendisine gerçek bir mutluluk getiremeyeceğini derinden hisseder. Ne kadar güçlü, zengin veya başarılı olursa olsun, aciz olduğunu ve aciz olanın da kalıcı bir sığınak olamayacağını bilir. Kalbi, fâni olan dünyalıkları değil, sonsuz ve Bâki olanı arar. Bu arayış, insanın fıtratında vardır. Bir zerre kadar küçük ve değersiz olduğunu hissetse de, tüm kâinatı kuşatan sonsuz bir kudretin, yani “şems-i sermed”in ışığına ulaşmak ister. Bu sözler, insanın sadece maddi ihtiyaçları olan bir varlık olmadığını, asıl ihtiyacının manevi ve sonsuz bir kaynağa bağlanmak olduğunu anlatır.

Nefis Terbiyesi ve Ruhun Yücelişi

> “Hakkın şe’ni ittifaktır. Faziletin şe’ni tesanüddür. Düstur-u teâvünün şe’ni, birbirinin imdadına yetişmektir. Dinin şe’ni uhuvvettir, incizaptır. Nefsi gemlemekle bağlamak, ruhu kemâlâta kamçılamakla serbest bırakmanın şe’ni, saadet-i dâreyn’dir.”
>
Bu derinlikli cümleler, bireysel ve toplumsal hayatın temel ilkelerini ortaya koyar. Hak yolunda yürümenin temel kuralı, birlik ve beraberlik, yani “ittifak”tır. Fazilet, dayanışmayla, yani “tesanüd”le pekişir. Birbirine yardım etme ve destek olma, yani “teavün” ise bir medeniyetin yükselişini sağlar. Dinin ana esası ise “uhuvvet” yani kardeşliktir. Bu ilkelerle birlikte, bireyin kendi içinde yaşaması gereken bir mücadele de vardır. O mücadele, “nefsi gemlemekle bağlamak” ve “ruhu kemâlâta kamçılamakla serbest bırakmaktır.” Yani, insanın nefsani isteklerini kontrol altına alması, ruhunu ise ilim, irfan, ahlak ve manevi kemalatla beslemesi gerekir. Bu denge, hem bu dünyada hem de ahirette mutluluğun, yani “saadet-i dâreyn”in anahtarıdır.

Manevi Yaralar ve Ebedi Hayatın Tehdidi

> “Hazret-i Eyyub Aleyhisselâm’ın yaraları, kısacık hayat-ı dünyeviyesini tehdit ediyordu. Bizim mânevî yaralarımız, pek uzun olan hayat-ı ebediyemizi tehdit ediyor.”
>
Hazreti Eyyub’un (as) hayatı, sabrın ve tevekkülün eşsiz bir örneğidir. O’nun bedeni yaraları, bu fani dünya hayatını tehdit ederken, Bediüzzaman bu durumu bir metafor olarak kullanarak, manevi yaralarımızın çok daha büyük bir tehlike arz ettiğini anlatır. Günahlar, manevi hastalıklar ve kalpteki kusurlar, tıpkı Hazreti Eyyub’un bedeni yaraları gibi ruhumuzu hasta eder. Ancak bu hastalık, sadece geçici olan dünya hayatımızı değil, sonsuz olan ahiret hayatımızı tehlikeye atar. Dünyevi hastalıklar bir gün biterken, manevi yaraların tedavisi ertelendiğinde, telafisi mümkün olmayan kayıplara yol açabilir. Bu nedenle, kalbi ve ruhu temiz tutmak, ebedi mutluluğun anahtarıdır.

Makale Özeti
Bu makale, Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ndan alınan dört farklı metin üzerinden insanın manevi yolculuğunu ele almaktadır.
İlk metin, insanı ölüm sekeratı gelmeden önce gafletten uyanmaya ve fani dünya hayatını ebedi hayat için bir hazırlık olarak kullanmaya davet eder.
İkinci metin, insanın fıtratındaki sonsuzluk arayışını ve fani olan yerine Bâki olanı isteme özlemini dile getirir.
Üçüncü metin, toplumsal hayatın temeli olan ittifak, tesanüd ve uhuvvet gibi ilkeleri açıklarken, bireysel olarak nefsi gemlemenin ve ruhu yüceltmenin saadet-i dâreyn için şart olduğunu belirtir.

Son olarak, Hazreti Eyyub’un (as) kıssasıyla, manevi yaraların dünyevi dertlerden çok daha tehlikeli olduğunu ve ebedi hayatı tehdit ettiğini anlatır.
Tüm bu metinler, insanın dünya hayatındaki amacının sadece maddi bir varlık olarak yaşamak değil, ruhunu ve kalbini terbiye ederek sonsuz saadete ulaşmak olduğu ortak mesajını taşır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




İSLAM HUKUKU ÜZERİNE BIR TAHLİL

İSLAM HUKUKU ÜZERİNE BIR TAHLİL

Bu konuyu Taha Akyol’un bir yazısına atfen açıklama ihtiyacından dolayı bir tahlil konusudur.[1]
Bu yazilar şunu dusunduruyor;
Bir Din mütehassısı olmayıp bir araştırmacı tarafından yazılıyor olsada şu soruyu akla getiriyor;
Acaba bu kişiler kendileri için bir çıkış yolumu arıyorlar, daha iyi yaşamak için?
Yoksa bir şeyleri yıkıp önünü açmak için mi?
Bu da bir sulandırmaya kadar gidebilir.
Ancak hakikati arama amaçlı her türlü araştırma kıymetlidir.
Yazıda anlatılanlara gelince;

Evvela Diyanetin hayatın gerçeğine dokunmayı siyaset saymak, adeta dokunulanlara, rahatsız olmuş azınlıklara rüşvet mahiyetinde pirim vermektir.
Dini hayatın dışında tutmaktır.
Yüz yıllık laiklik tartışmalarının tekrar başına dönerek, dini devletten ve devlet işlerindeki sorumluluğu hatırlatacak görevinden alıkoymaktır.

Bir de Kur’anı Kerimin Muhkem hükümleri zamanın değişimine göre değişmez.
Tıpkı o zaman kadın süje değil obje yani eşya sanıldığından o hükmün verildiğini, bugün değişebileceğini söylemek; hem dinin evrenselliğini anlamamak ve hem de bir çok tahribata ve tahrifata kapı açmaktır.

Mesela, bir felsefeci arkadaş sıcak günlere gelen orucu serin günlere alsak olmaz mı? diyerek, keyfi uygulamaların kapısını açmakla kalmayıp, kırmaya çalısmak demektir.
Dini yaşamaktan ziyade kaçamak yol aramaktır.
Bunu iddia eden kişinin de dinde hassas olmamasıdır.
Zaten din kolaylaştırıcı hükümlerini belirtmiştir.[2]

İçtihat edilecek konularda ise belli şartlar söz konusudur.[3]

* Ve yine; “Kur’an-ı Kerim, Müslüman erkeklerin Yahudi ve Hristiyan kadınlarla evlenmesine izin vermiş ama Hz. Ömer yasaklamıştı…” sözü ise;

Burada Hz. Ömer’in yasakladığı muhkem bir hüküm değil, ruhsat ve tercih edilen bir husustur.
(Bakara, 221,Maide, 5)

*Ve yine Kadının mirasta üçte bir almasının hikmetine gelince;
Kadın çalışıyor ve kazanıyor olsa da erkek yönetici ve idareci pozisyonundadır.
“Erkekler kadınlar üzerinde yönetici ve koruyucudurlar. Bunun sebebi, Allah’ın insanların bir kısmını diğerlerinden üstün yaratması ve bir de erkeklerin, kendi mallarından mehir ve evin geçimi gibi harcama yükümlülüklerinin olmasıdır. Şu halde sâliha kadınlar itaatkârdırlar. Allah’ın, onların kocaları üzerindeki haklarını korumasına karşılık, hanımlar da kocalarının bulunmadığı zamanlarda ve kimsenin görmeyeceği yerlerde namuslarını, onların mallarını ve çocuklarını korurlar. Dikbaşlılık ve serkeşliklerinden yıldığınız kadınlara gelince; öncelikle bunlara nasihat edin, vazgeçmezlerse yataklarında yalnız bırakın, bu da sonuç vermezse onları dövün. Size itaat ederlerse artık onlara haksızlık etmek için herhangi bir bahane aramayın. Çünkü Allah çok yücedir, çok büyüktür.” Nisa.34.
Ayetin hükmü umumi iken, zamanımızda çalışan kadın sayı ve durumu nisbidir.
Genel hüküm ifade etmemektedir.

Aslında konu hep dönüp dolaşıp, uçağından yakınından islamda reform konusuna geliyor.
Zaten İslam tecdit ve içtihat faaliyetleriyle hariçten müdahale edip tahrib etmeyi değil, kendi içinde yenilenmeyi getiriyor.
Mesele, dini insanlara göre uydurmak değil, insanları dine uygun hale getirmektir.
Buda dıştan müdahale ile olmaz. Tıpkı vücudun gelişimine içten değil de, dıştan müdahale etmek gibi.
Tahrib eder, cildi yırtar.[4]

“Muhâkemesiz medeniyet, Kur’ân kadına sülüs verdiği için âyeti tenkid eder. Halbuki, hayat-ı içtimâiyede ekser ahkâm, ekseriyet itibâriyle olduğundan; ekseriyet itibâriyle bir kadın kendini himâye edecek birisini bulur, erkek ise ona yük olacak ve nafakasını ona bırakacak birisiyle teşrik-i mesâi etmeye mecbur olur. İşte, bu sûrette bir kadın, pederinden yarısını alsa, kocası noksaniyetini temin eder. Erkek, pederinden iki parça alsa, bir parçasını tezevvüc ettiği kadının idaresine verecek; kızkardeşine müsâvi gelir. İşte, adâlet-i Kur’âniye böyle iktizâ eder, böyle hükmetmiştir.”[5]

*******

Batı medeniyetinin “kadına haksızlık yapılıyor” diye itiraz ettiği miras meselesi, aslında hikmet ve adalet açısından incelendiğinde, Kur’ân’ın fıtrat ve toplumsal düzeni gözeten mükemmel bir ölçü koyduğunu gösterir.

  1. Kur’ân’da Miras ile İlgili Temel Ayetler

Nisâ Sûresi, 4/11

> “Allah size evlâtlarınız hakkında erkeğe, iki kız payı kadar (vermenizi) tavsiye eder…”

Nisâ Sûresi, 4/12

> “Eğer çocukları yoksa, (geriye kalan malın) yarısı eşinedir. Eğer çocukları varsa, (mirasın) sekizde biri eşinindir…”

Nisâ Sûresi, 4/176

> “…Eğer kardeşler (mirasta) ortaklarsa, erkeğe, iki kız payı kadar vardır. Allah size (hükümlerini) açıklıyor ki, sapmayasınız…”

Bu ayetlerde, kadın ve erkeğin mirastaki payları farklı durumlara göre düzenlenmiş, özellikle kız evlat ile erkek evlat arasında “erkeğe iki, kıza bir” prensibi temel alınmıştır.

  1. Ehl-i Sünnet’in Fıkhî Değerlendirmesi
  2. a) Erkeğin Sorumlulukları

İslam hukukunda erkek, nafaka sorumlusudur:

Eşinin yeme, içme, barınma, giyim ve diğer zarurî ihtiyaçlarını karşılamakla yükümlüdür.

Anne-babasına bakmakla da mükelleftir (imkânı varsa).

Kız kardeşi evlenmemişse, onun da himayesini üstlenmek durumundadır.

  1. b) Kadının Mirası

Kadın:

Aldığı mirası, nafaka veya geçim yükümlülüğü olmadan sadece kendi mülkü olarak korur.

Kocası bile onun malını kullanmaya mecbur değildir.

İsterse harcar, isterse saklar, isterse tasadduk eder.

  1. c) Adaletin Hikmeti

İşte bu noktada, adalet ile eşitlik arasındaki fark ortaya çıkar:

Batı medeniyetinin tenkidi “eşitlik” merkezli iken, Kur’ân’ın ölçüsü adalet merkezlidir.

Erkek “iki pay” alır ama bunun bir payını başkalarına (eşi, çocukları, bakmakla yükümlü olduğu kimselere) sarf eder.

Kadın “bir pay” alır ama o maldan hiç kimseye bakmak zorunda değildir.

Dolayısıyla fiilî hayatta kadın ile erkek eşitlenmiş olur, hatta bazı durumlarda kadın daha avantajlıdır.

  1. Risale-i Nur’un İfade Ettiği Hikmet

Alıntıladığınız bölümde Bediüzzaman tam da bunu açıklıyor:

Kadın babasından yarım pay alır → eksik kalan kısmı kocası tamamlar.

Erkek babasından iki pay alır → bir payını zaten eşine ve bakmakla yükümlü olduğu kimselere harcar.

Böylece kız kardeş ile erkek kardeş fiilen eşitlenmiş olur.

Bediüzzaman’ın ifadesiyle:

> “İşte, adâlet-i Kur’âniye böyle iktizâ eder, böyle hükmetmiştir.”

  1. Uygulamadaki Sonuçlar

Kadınların himaye altında olması: Tarihte İslam toplumlarında kadınlar hiçbir dönemde malî açıdan yalnız bırakılmamıştır.

Kadının malı güvence altında: Ne koca, ne baba, ne erkek kardeş; hiç kimse onun malına müdahale edemez.

Toplumsal denge: Erkek, malî yükümlülükleri sebebiyle “fazla pay” ile teçhiz edilmiştir; bu da aile düzenini korumak içindir.

  1. Sonuç ve Özet

Kur’ân’da miras payları mutlak eşitlik değil, adalet ölçüsü üzerine kurulmuştur.

Kadının “yarım pay alması” aslında haksızlık değil, yükümlülüklerden muafiyetinin karşılığıdır.

Ehl-i Sünnet’in bütün fıkıh mezhepleri (Hanefî, Şafiî, Malikî, Hanbelî) bu hikmeti teyit eder.

Modern dünyada “eşitlik” adına yapılan eleştiriler, nafaka ve sorumluluk yükünü dikkate almadığı için yüzeyseldir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

[1] https://www.karar.com/yazarlar/taha-akyol/islam-dusuncesi-nereye-1605000

[2] https://tesbitler.com/2020/03/20/din-kolayliktir/
https://tesbitler.com/2020/07/25/dini-kolayliklar/

[3] https://tesbitler.com/index.php?s=%C4%B0%C3%A7tihat

[4] Bak:
https://tesbitler.com/index.php?s=Reform

[5] https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/sozler/yirmi-besinci-soz/373
https://tesbitler.com/2015/01/01/i-s-l-a-m-h-u-k-u-k-u/
https://tesbitler.com/index.php?s=Hukuku