Yaratılış Kitabından Dersler ve İnsanlığın Yükü

Yaratılış Kitabından Dersler ve İnsanlığın Yükü

İnsanoğlu, varoluşun sırlarını çözmeye çalışırken, etrafını saran büyük bir kitaptan habersiz gibidir. Bu kitap, kainatın kendisidir. Her bir sayfası, her bir kelimesi ve hatta her bir harfi, sonsuz hikmetleri barındıran muazzam bir eserin parçasıdır.
Bu makale, sunulan metinlerdeki hikmetli sözlerden yola çıkarak, kainatın bir kitap olduğu düşüncesini, günahın kalbe olan etkisini, ruhun ebediliğini ve şükrün önemini bir bütünlük içinde inceleyecektir. Her bir konu, insanı düşünmeye, ibret almaya ve hayatına farklı bir pencereden bakmaya teşvik edecektir.

  1. Kainat: Her Kelimesi Bir Kitap Olan Büyük Bir Eser

“Zira bu kâinat öyle bir kitaptır ki her sahifesi çok kitapları tazammun eder. Hatta her kelimesi içinde bir kitap vardır. Her bir harfi içinde bir kaside vardır.” sözü, kainatın derinliğini ve sırlarını edebi bir dille anlatır. Gök kubbesi, yeryüzü, ağaçlar, meyveler… her biri, kendi içinde birer kitaptır. Bir ağaç, sadece bir bitki değil, aynı zamanda tohumdan filizlenmesine, büyümesine ve meyve vermesine kadar olan süreci anlatan bir kitaptır. Bir meyve, sadece bir besin değil, aynı zamanda toprağın, suyun, güneşin ve ilahi kudretin birleşimiyle oluşan bir harf gibidir. Bu bakış açısı, insanın kainata basit bir nesne yığını olarak bakmaktan kurtulmasını ve her zerrede bir ilahi sanat ve hikmet görmesini sağlar. Bu, aynı zamanda bilimin ve sanatın da kaynağıdır; zira her bir keşif, bu büyük kitabın yeni bir sayfasını okumaktır.

  1. Günahın Kalbe Etkisi: Manevi Bir Yılan

“Evet, günah kalbe işleyip siyahlandıra siyahlandıra ta nur-u imanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Her bir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah istiğfar ile çabuk imha edilmezse kurt değil belki küçük bir manevî yılan olarak kalbi ısırıyor.” sözü, günahın tehlikesini ve manevi hayat üzerindeki yıkıcı etkisini metaforik bir dille anlatır. Her bir günah, kalpte bir karartı oluşturur ve bu karartılar biriktiğinde, kalbi katılaştırır ve imanın nurunu söndürür. Günah, görünüşte küçük ve masum gibi durabilir, ancak kalbi zehirleyen bir yılan gibi sinsice işler.
Bu söz, tövbenin (istiğfar) önemini anlatır. Günahın panzehiri, pişmanlık ve Allah’tan af dilemektir. Tövbe, kalpteki zehri temizler ve imanın nurunu yeniden parlatır. Bu, sadece bireysel bir kurtuluş değil, aynı zamanda toplumun manevi sağlığı için de hayati bir meseledir.

  1. Ruhun Ebediliği: Baki Olanın Emaneti

Ruhun ebediliği ve yaratılıştaki hikmeti anlatılır: “Madem Fâtır-ı Zülcelal, insanı câmi’ bir âyine ve küllî bir ubudiyetle ve ulvi bir mahiyetle yaratmıştır. Her fertteki hakikat-i ruhiye, yüz binler suret değiştirse izn-i Rabbanî ile ölmeyecek, yaşayarak geldiği gibi gidecek.” Bu söz, insanı sadece bir bedenden ibaret görmekten kurtarır ve asıl varlığımızın ruh olduğunu hatırlatır. Ruh, ilahi bir emanettir ve ölümsüzdür. İnsan, ruhuyla kainatın bir aynasıdır ve bu ayna, yaratıcının güzelliklerini yansıtır. Bedenimiz ölümlü olabilir, ancak ruhumuz ebedidir. Bu hakikat, ölüm korkusunu hafifletir ve hayatı anlamlı kılar. Zira her anımız, bu ebedi yolculuğun bir parçasıdır.

  1. Şükür: Şikayet Yerine İbret Alma Sanatı

“Ey şükrü bırakıp şekvaya giren hasta! Şekva, bir haktan gelir. Senin bir hakkın zayi’ olmamış ki şekva ediyorsun.” sözü, şikayet etmenin anlamsızlığını ve şükrün önemini anlatır. İnsan, sahip olduğu nimetlerin kıymetini bilmek yerine, sürekli olarak eksikliklerden şikayet etme eğilimindedir. Oysa, şikayet etmek, Allah’a karşı bir hak iddia etmek gibidir. Bu söz, insanı, kendisinden daha zor durumda olanlara bakmaya ve şükretmeye davet eder. Sağlıklı bir insan, hastalıktan şikayet edemez; zengin bir insan, yoksulluktan şikayet edemez. Şükür, sadece bir dil eylemi değil, aynı zamanda kalbin ve aklın bir eylemidir. Şükretmek, nimetleri fark etmek, onlara sahip olmanın kıymetini bilmek ve bu bilinci hayatın her anına yaymaktır.

Özet
Bu makale, sunulan metinlerdeki hikmetli sözleri ele alarak, kainatın bir kitap gibi okunması gerektiğini, günahın kalbi zehirleyen bir yılan gibi olduğunu ve tövbenin bu zehrin panzehiri olduğunu, ruhun ebediliğini ve hayatın anlamının bu ebedi yolculukta saklı olduğunu ve şikayet yerine şükrün insanı manevi olarak yücelteceğini anlatmıştır.
Tüm bu konular, insanın hayatına daha bilinçli ve anlamlı bir şekilde yaklaşmasını, sahip olduğu her şeyin birer emanet olduğunu bilmesini ve bu emanete layık bir şekilde yaşamasını sağlamayı amaçlamaktadır. Kainatın kitabını okumak, kalbi günahların zehrinden korumak, ruhun ebedi yolculuğuna odaklanmak ve her an şükürle yaşamak, bu hayatın en değerli dersleridir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




Hayatın ve Ahiretin Eşiğinde Düşünceler

Hayatın ve Ahiretin Eşiğinde Düşünceler

Yaşamın hızlı akışı içinde, dünya ve ahiret dengesini kurmak, insanlık için daimi bir arayış olmuştur. Kimi zaman bu arayış, dünyevi zevklerin peşinde kaybolan bir koşuşturmaya dönüşürken, kimi zaman da manevi bir derinlikle hayatın anlamı sorgulanır. Bu makale, hikmetli sözlerden yola çıkarak, dünya hayatının geçiciliği, ahiretin ebediliği, ibadetin önemi, manevi lezzetlerin üstünlüğü ve aile ilişkilerinin manevi boyutunu ele alacak, tüm bu konuları bir bütünlük içinde değerlendirecektir.

  1. Dünya: Kabirden Dar, Köprüden Daha Müsadesiz

“O geniş Dünyan! Kabirden daha dar, köprüden daha müsaadesiz” sözü, dünya hayatının aldatıcı genişliğine karşı, aslında ne kadar sınırlı ve dar bir geçit olduğunu anlatır. İnsan, bu dünyada kendini ne kadar özgür ve sınırsız hissetse de, zamanın ve ömrün su gibi akıp gittiği, hayallerin ve hedeflerin birer köprüden farksız olduğu bir gerçekle yüzleşir. Oysa, bu geçici köprüden ebedi hayata ulaşan yolda, her adımın bir önemi vardır. Bu söz, dünya nimetlerine aşırı bağlılığın, aslında insanı manevi bir hapishaneye hapsettiğini, gerçek özgürlüğün ise ahirete hazırlıkla kazanıldığını hatırlatır. Tıpkı bir köprüden geçerken durup dinlenmeye vaktimiz olmadığı gibi, bu dünyadaki ömrümüz de ahirete yürüdüğümüz bir geçitten ibarettir.

  1. Nimet ve Lezzet: Geçicilik ve Ebedilik Dengesi

Nimetlerin zevalinden dolayı duyulan acının manasızlığına dikkat çekilir. “Nimetin zevalinden elem çekme. Çünkü rahmet hazinesi tükenmez.”
Bu söz, dünya nimetlerinin geçici olduğunu, asıl lezzetin ise sonsuz rahmet hazinesinde saklı olduğunu anlatır. Tıpkı bir meyvenin geçip gitmesi ama ağacının baki kalması gibi, dünya nimetleri de birer meyve gibidir. Bu lezzetlerin kaynağı ise, sonsuz olan ilahi rahmettir. İnsan, bir yiyecekten aldığı lezzetin ötesinde, o lezzeti kendisine bahşeden sonsuz rahmete hamd ile yöneldiğinde, lezzeti binlerce katına çıkarır. Bu, manevi lezzetin maddi lezzete olan üstünlüğüdür. Dünya nimetleri için üzülmek yerine, onları bize lütfedenin sonsuz cömertliğine odaklanmak, kalbi zenginleştirir ve manevi bir huzur sağlar.

  1. İbadet: Ezel ve Ebed’in Hukukuna Saygı

İbadetin terk edilmesinin vahameti anlatılır: “İbadeti ve namazı terk eden adam, Sultan-ı Ezel ve Ebed’in raiyeti hükmünde olan mevcudatın hukukuna önemli bir tecavüz ve manevi bir zulüm eder.” Bu söz, ibadetin sadece kişisel bir görevden öte, tüm evrenin düzeni ve dengesiyle ilgili olduğunu ortaya koyar. İbadet, yaratanla kurulan bir bağdır ve bu bağ, insanın diğer tüm varlıklarla olan ilişkisini de düzenler. İbadeti terk etmek, kainatın Rabbi olan Sultan-ı Ebed’e karşı bir isyan olduğu gibi, aynı zamanda O’nun yarattığı diğer varlıkların da hukukuna bir tecavüzdür. Çünkü insan, ibadetle kemale erer ve bu kemal, tüm evrene fayda sağlar. İbadetsiz bir hayat, manevi bir körlük ve varlık alemine karşı işlenmiş bir zulüm halidir.

  1. Aile ve Cinsiyet Rollerinde Hikmet

Evlilik ve cinsiyet rolleri hakkında önemli bir bakış açısı sunar. “Erkeklerde iki güzel haslet olan cesaret ve sehavet kadınlarda bulunsa, bu emniyete ve sadakata zarar olduğu için, ahlâk-ı seyyiedendir, kötü haslet sayılırlar.” Bu söz, kadın ve erkeğin yaratılış farklarına ve bu farkların toplumsal düzendeki hikmetine işaret eder. Kadının temel vasfının emniyet ve sadakat olduğu, bu yüzden erkeklere özel cesaret ve cömertliğin kadında aşırıya kaçmasının fıtrata aykırı bir durum olduğunu belirtir. Erkeğin görevi ise kadına hazinedarlık ve sadakat değil, himayet ve merhamet ve hürmet göstermektir. Bu bakış açısı, aile içindeki rolleri netleştirir ve her iki tarafın da fıtratına uygun bir şekilde hareket etmesinin, sağlıklı ve mutlu bir yuva için elzem olduğunu anlatır.

  1. Cennet: Maddi ve Manevi Lezzetlerin Zirvesi

“Cennet, bütün lezâiz-i mâneviyeye medar olduğu gibi, bütün lezâiz-i cismaniyeye de medardır” sözü, Cennet’in sadece manevi değil, aynı zamanda maddi zevklerin de en mükemmel şekilde yaşandığı yer olduğunu ifade eder. Dünya hayatındaki en güzel lezzetler, Cennet’teki lezzetlerin sadece birer gölgesi gibidir. Dünyada tattığımız her lezzet, aslında Cennet’e olan özlemi kamçılar ve bizi ebedi yurda yönlendirir. Cennet, hem ruha hem de bedene hitap eden sonsuz bir ziyafet yeridir. Bu söz, ahiret hayatını sadece bir ruhaniyet alemi olarak değil, aynı zamanda bedeni tatminlerin de en üst düzeyde yaşandığı bir yer olarak düşünmemizi sağlar.

Özet
Bu makale, sunulan metinlerdeki hikmetli sözleri ele alarak, dünya hayatının geçiciliği ve dar bir köprüden ibaret olduğunu, gerçek lezzetlerin sonsuz rahmet hazinesinde bulunduğunu, ibadetin sadece bireysel bir görev değil, tüm kainatın hukukuna saygı olduğunu, aile içinde fıtrata uygun rollerin önemini ve Cennet’in hem maddi hem de manevi lezzetlerin zirvesi olduğunu anlatmıştır.
Tüm bu konular, insanın hayatını bir bütün olarak ele alması, dünya ve ahiret dengesini kurması, ibadetle manevi olarak yükselmesi ve yaratılış hikmetine uygun bir yaşam sürmesi gerektiği mesajını vermektedir. Asıl gaye, bu geçici dünyada kalıcı bir iz bırakmak ve ebedi hayata hazırlık yapmaktır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




Celladına Âşık Edilenler: Dersim’den Günümüze Fitne Oyunu

Celladına Âşık Edilenler: Dersim’den Günümüze Fitne Oyunu

Tarihin en acımasız cilvelerinden biri, bir topluluğun kendi celladını alkışlamasıdır. Kendi evini yakanın ateşine odun taşımasıdır. Bu hâl, sadece bireylerde değil, milletlerde de görülmüştür.

Dersim ve Kanlı Hafıza

1938’de Dersim’de yaşanan hadiseler, bu toprakların en derin yaralarından biridir. Binlerce masumun kanı dökülmüş, ocaklar sönmüş, diller susturulmuştur. Bu kıyımı yapan iradenin siyasî sembolü, yıllar boyunca aynı bölgenin oylarını almayı sürdürmüş, hatta bu oylarla devletin merdivenlerinde yükselmiştir. Ne gariptir ki, tarihin bu trajedisi üzerine yeterince düşünülmemiş, hakikat perdesi çoğu zaman örtülü kalmıştır.

Celladına Âşık Olmak

Şairin dediği gibi:
“Celladına âşık olmuşsa bir millet,
İster ezan ister çan dinlet,
İtiraz etmiyorsa sürü gibi illet,
Müstahaktır ona her türlü zillet.”

İnsan, tarihini unutunca celladına muhabbet besler. Mazlumu ezen sisteme minnet duyar. Ve bu hâl, sadece Alevî kesimde değil, toplumun birçok tabakasında tezahür eder. Zira zalimin gölgesinde huzur arayan, hakikatte kendi zilletini imzalamaktadır.

Fitne Oyunu: Alevî-Sünnî Çatışması

Türkiye’nin zemini, tarih boyunca fitneye müsait olmuştur. Dış mihrakların daima el attığı bu topraklarda, en çok kullanılan tuzaklardan biri Alevî-Sünnî ayrılığıdır. Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren körüklenen, Cumhuriyet’in ilk yıllarında zaman zaman fitillenen bu ayrılık, 1970’lerde Maraş, Çorum, Sivas hadiseleriyle daha da derinleştirilmeye çalışılmıştır.

Bugün aynı oyunun başka bir perdesi sahnelenmektedir. Suriye’nin başına getirilen mezhep fitnesi nasıl ki milyonları yerinden ettiyse, aynı ateş Türkiye’ye de taşınmak istenmektedir. Bu oyunu görmek, akıl ve ferasetin en temel gereğidir.

Aklî ve Mantıkî Bakış

Bir milletin bekası, birlik ve beraberliğe bağlıdır. Mezhep üzerinden ayrışmak, sadece düşmanın ekmeğine yağ sürmektir. Çünkü “böl, parçala, yönet” siyasetini en kolay işletecek zemin, mezhep ve etnik farklılıklardır.
Alevî de Sünnî de, Kürt de Türk de bu toprakların asli unsurudur. Birinin yokluğu, diğerinin felaketi demektir.

Hikmetli İbret

Tarih, bize defalarca göstermiştir ki:

Fitneye düşen milletler zayıflar.

Mazisini unutan toplumlar aldanır.

Celladına muhabbet edenler zillete mahkûm olur.

Bugün yapılması gereken, acıları istismar etmek değil; onları hikmetle okumak, ders çıkarmaktır. Dersim, sadece bir bölgenin değil, bütün Türkiye’nin imtihanıdır. O gün dökülen kanlardan alınacak ders, mezhep fitnesine karşı yekvücut olmaktır.

Sonuç: İbretle Uyanmak

Türkiye’nin önündeki en büyük tehdit, dıştan gelen saldırılardan çok, içteki fitnedir. Eğer biz akıl, iman ve tarih şuuru ile hareket etmezsek; celladımıza âşık olmaya devam edersek, zillet kapımızda beklemektedir.
Fakat hakikati görür, birliğimizi muhafaza eder, kardeşlik şuuruyla hareket edersek; bu toprakların üzerinde oynanan bütün oyunlar bozulacaktır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




Hayatın Satırları ve Hakikatin Mektupları: Kainat Kitabının Okunması

Hayatın Satırları ve Hakikatin Mektupları: Kainat Kitabının Okunması

İnsanoğlu, varoluşunun başlangıcından beri, içinde yaşadığı kainatı anlama, yorumlama ve ondan dersler çıkarma çabası içindedir. Bu arayış, çoğu zaman sadece maddi olanla sınırlı kalmamış, aynı zamanda manevi ve metafizik boyutları da kapsamıştır. Bu derin ve anlamlı yolculukta, tabiat, evren, ve insanın kendisi, en büyük öğretmenler olmuştur.

Bu makalede, dört farklı metinden yola çıkarak, kainatın bize sunduğu ilahi mesajları, hayatın satırlarını ve bu satırlardan nasıl ibretli dersler çıkarabileceğimizi inceleyeceğiz.

Her bir metin, kendi konusu içinde bir hakikat parçasını aydınlatarak, tüm bu parçaların nasıl bütün bir tablo oluşturduğunu gösterecektir.

  1. Kainatın Satırlarını Mutalaa Etmek: Gökten Gelen Mektuplar

Fırtınalı bir gökyüzü altında duran bir yol ve üstünde duran bir kitabın görüntüsüyle, Bediüzzaman Said Nursi’nin derin bir sözünü akla getiriyor:
“Kâinatın satırlarını dikkatle mütalâa et. Zira onlar, Mele-i Âlâdan sana gönderilmiş mektuplardır.”
Bu söz, kainatın, sadece bir fiziksel varlıklar bütünü değil, aynı zamanda ilahi bir mesaj kitabı olduğunu anlatır. Gök gürültüsü, şimşek, gökkuşağı, yağmur ve yolun kendisi, Yaratıcı’nın kudretini, sanatını ve iradesini gösteren birer harftir. İnsan, bu satırları okumayı, yani evreni derinlemesine tefekkür etmeyi öğrendiğinde, varoluşun sırlarına vakıf olabilir. Bu ibretli ders, bize her olayın, her manzaranın ve her canlı varlığın bir anlamı olduğunu, bunların tesadüfi değil, ilahi bir planın parçası olduğunu hatırlatır. Bu anlayış, hayatı daha bilinçli ve anlamlı yaşamamızı sağlar.

  1. Bağışın Bereketi: Bakara Suresi 261. Ayet Işığında İnfak Bilinci
    Kur’an-ı Kerim’den Bakara Suresi’nin 261. ayetinde:
    “Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yedi başak bitiren ve her başakta yüz tane bulunan bir tohum gibidir…”
    Bu ayet, infakın, yani Allah yolunda harcamanın sadece bir maddi yardım eylemi olmadığını, aynı zamanda bereketin ve katlanarak artan bir karşılığın anahtarı olduğunu gösterir. Bir tohumun toprağa atılıp yüzlerce kat ürün vermesi gibi, Allah yolunda harcanan bir mal da manevi ve maddi olarak kat kat karşılık bulur. Bu ilahi matematik, insanlara cömertliğin ve yardımseverliğin ne kadar değerli ve bereketli bir davranış olduğunu öğretir. Bu tarihi ve edebi metafor, cimriliğin aksine, cömertliğin ve paylaşmanın, toplumsal ve bireysel refahın temelini oluşturduğunu bizlere düşündürücü bir şekilde anlatır.
  2. Çiçeklerin Mührü: Tabiatta Yaratıcı’nın İmzası

Parlak bir çiçek ve üzerinde Risale-i Nur Külliyatı’ndan bir cümle:
“Bu çiçek kimin turrası ise, kimin sikkesi ise ve kimin mührü ise ve kimin nakşı ise; elbette bütün zemin yüzündeki o nevi çiçekler, onun mühürleridir, sikkeleridir.”
Bu derinlikli ifade, her çiçeğin, her yaprağın ve her canlının, Yaratıcı’nın eşsiz sanatının birer mührü ve imzası olduğunu anlatır. Bir çiçeğin narin yapısı, parlak rengi ve kendine özel kokusu, sadece biyolojik bir oluşum değil, aynı zamanda ilahi bir sanatkârın varlığına işaret eden birer delildir. Bu düşünce, bizi etrafımızdaki her şeye daha dikkatli bakmaya, her bir varlıkta Yaratıcı’nın güzelliğini ve kudretini görmeye davet eder. Bu ibretli ders, kainatın tesadüfen değil, bilinçli ve sanatlı bir yaratılışın sonucu olduğunu anlamamızı sağlar.

  1. Rızık ve Kudret: Yunus Suresi 31-32. Ayetlerdeki Sorgulama

Yağmur damlalarının düştüğü bir çiçek ve üzerinde, Yunus Suresi’nin 31 ve 32. ayetleri.
Ayetler, “De ki: Size gökten ve yerden kim rızık veriyor?…” diyerek, Yaratıcı’nın kainattaki mutlak kudretini ve rızık verici olduğunu sorgular. Bu ayetler, insana, kendi varoluşunun ve içinde yaşadığı evrenin kaynağını sorgulaması gerektiğini hatırlatır. İşitme, görme yetenekleri, ölümden diriyi, diriden ölüyü çıkarma gücü gibi her türlü işi kimin yürüttüğü sorusu, muhatabı derin bir düşünceye sevk eder. Bu sorgulama, insanın acizliğini ve Yaratıcı’ya olan bağımlılığını anlamasını sağlar. Ayetler, “Gerçeğin dışında sapkınlıktan başka ne olabilir ki?” diyerek, hakikatin tek ve biricik olduğunu, sapkınlığın ise ondan uzaklaşmak olduğunu ifade eder. Bu düşündürücü metin, insanı tevhid inancına ve gerçek rabbin kim olduğunu anlamaya davet eder.

Özet
Bu makale, dört farklı metinden yola çıkarak, kainatın bir kitap gibi okunması gerektiğini, her bir varlığın bir ilahi mesaj taşıdığını ele almıştır.
İlk olarak, kainatın satırlarının, Yaratıcı’dan gelen mektuplar olduğu ve tefekkür edilmesi gerektiği işlenmiş.
İkinci olarak, infakın bereketli bir eylem olduğu ve Allah yolunda yapılan harcamaların kat kat karşılık bulduğu anlatılmıştır. Üçüncü olarak, tabiattaki her bir çiçeğin ve canlının, Yaratıcı’nın birer mührü ve imzası olduğu belirtilerek, sanatın yaratıcısına işaret ettiği üzerinde durulmuştur.

Son olarak, Yunus Suresi’nden alıntılanan ayetlerle, rızık ve kudretin kaynağının sorgulanması ve tevhid inancının önemi anlatılmıştır.
Makale, bu dört farklı konuyu birbiriyle bütünleştirerek, evrensel ve ibretli bir bakış açısı sunmayı amaçlamıştır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




Birlik, Kardeşlik ve İmanın Sığınağı

Birlik, Kardeşlik ve İmanın Sığınağı

İnsanlık tarihi boyunca süregelen çekişme ve düşmanlıkların ortasında, farklı inanç ve düşünce sistemleri, bireylerin ruhsal ve toplumsal yaşamını derinden etkilemiştir. Bu karmaşık ve zorlu süreçte, hakikat arayışı, bireylerin ve toplumların huzur ve sükunete ulaşabilmesi için hayati bir önem taşır.
Bu açıdan, Bediüzzaman Said Nursi’nin kaleme aldığı Risale-i Nur Külliyatı, yüzyılımızın en önemli eserlerinden biri olarak, derinlikli bir yol gösterici ve ibret verici bir düşünce hazinesi sunmaktadır. Bu makalede, dört farklı metinden yola çıkarak, bu külliyatın temel prensiplerini ve insanlık için sunduğu mesajları inceleyeceğiz.

Düşmanlık ve Dostluk Dengesi: Maide Suresi 5/82. Ayet Işığında İnsan İlişkileri

Kur’an-ı Kerim’den Maide Suresi’nin 82. ayetini ve Türkçe mealinde: “İnananlara en şiddetli düşman olarak, insanlardan yahudileri ve Allah’a eş koşanları bulursun.” Bu ayet, müminlerin, dinlerinin temel prensiplerine karşı çıkan ve düşmanlık besleyen gruplara karşı dikkatli olmalarını anlatır. Ayet, inanca karşı beslenen düşmanca tavırların ve bu tavrı benimseyenlerin şiddetini ortaya koyar.
Buradan çıkarılacak hikmetli ders şudur: Mümin, düşmanını iyi tanımalı, ancak düşmanlık duygusuyla hareket etmek yerine, hikmetle ve adaletle davranmalıdır. Birlik ve beraberliği bozacak söz ve eylemlerden kaçınmalı, asıl düşmanın nefsani arzular, cehalet ve taassup olduğunu unutmamalıdır. Düşmanlık yerine, İslamiyet’in mizacı olan muhabbet, uhuvvet ve sevgi bağlarını güçlendirmek, asıl amaç olmalıdır.

Emanet Olan Vücut ve Yaratılışın Sanatı: İnsanın Değeri ve Sorumluluğu

Bediüzzaman Said Nursi’nin Mesnevi-i Nuriye’sinden bir alıntıda: “İnsanın vücudu ve cesedi bile onun değildir. Çünkü kendisinin eser-i san’atı değildir. O vücudu yolda bulmuş, lakîta olarak temellük de etmiş değildir.”
Bu derinlikli ifade, insan hayatının ve varlığının bir emanet olduğunu hatırlatır. İnsan, kendi vücudunun bile yaratıcısı değildir, dolayısıyla ona bir emanet olarak bakmalı ve bu emanete en iyi şekilde sahip çıkmalıdır. Her bir hücremiz, her bir organımız, Yüce Yaratıcı’nın eşsiz sanatının birer delilidir. Bu gerçeğin farkına varan insan, kendisini değersiz, sahipsiz ve başıboş hissetmekten kurtulur. Vücudunu kötüye kullanmaktan, israf etmekten, ona zarar vermekten kaçınır.
Bu ibretli ders, insanın varlığını bir hediye ve bir sorumluluk olarak görmesini, böylece hayatına anlam katmasını sağlar.

Hayatın Görevleri ve Ölüm Sonrası Yolculuk: Ruhu ve Görev Bilincini Anlamak

Risale-i Nur Külliyatı’ndan bir başka iktibasta: “Vazife-i hayatını bitirenler, bu dâr-ı fâniden, manen mesrurane, dağdağasız diğer bir âleme giderler. Tâ yeni vazifedarlara yer açılsın, gelip çalışsınlar.”
Bu sözler, hayatın bir görevden ibaret olduğunu anlatır. İnsanın bu dünyadaki varlığı, bir misafirlik ve bir vazife bilinciyle sürmelidir. Ölüm, yok oluş değil, görevini başarıyla tamamlayanların huzurlu bir şekilde başka bir âleme geçişidir. Bu bakış açısı, ölüm korkusunu ortadan kaldırır ve hayatın her anını anlamlı kılar. Aynı zamanda, yeni nesillerin gelip, dünya sahnesindeki görevlerini yerine getirmeleri için bir alan açar. Bu düşünce, sadece bireysel değil, toplumsal bir sorumluluğu da ifade eder. Her nesil, bir sonraki nesle daha yaşanılabilir ve daha bilinçli bir dünya bırakma görevini üstlenir.

İslamiyet’in Mizaç ve Sığınağı: Sevgi, Kardeşlik ve Birliktelik

Bediüzzaman Said Nursi’nin bir başka sözü bizleri karşılar: “MUHABBET, UHUVVET, SEVMEK: İslâmiyet’in mizacıdır, rabıtasıdır.” Bu söz, İslam dininin temelinde sevgi, kardeşlik ve birliktelik duygusunun yattığını belirtir. İslam, bireyleri düşmanlık ve ayrılık yerine, karşılıklı saygı ve dayanışma temelinde bir araya getirmeyi hedefler. Bu rabıta, yani bağ, sadece Müslümanlar arasında değil, tüm insanlık arasında kurulması gereken bir bağdır. Bu tarihi ve evrensel prensip, tüm din ve düşünce sistemleri içinde en güçlü ve kalıcı olanıdır. Birlik ve beraberlik, sadece kişisel bir fazilet değil, aynı zamanda toplumların ayakta kalması ve gelişmesi için bir zorunluluktur.

Özet
Bu makalede incelenen dört metin, Risale-i Nur Külliyatı’nın temel prensiplerini ve insanlığa sunduğu evrensel mesajları özetlemektedir.

İlk olarak, düşmanlık ve dostluk kavramları ele alınarak, asıl düşmanın nefis ve cehalet olduğu anlatılmıştır.

İkinci olarak, insanın vücudunun bir emanet olduğu ve yaratılışın sanat eseri olduğu gerçeği ortaya konulmuştur.

Üçüncü olarak, hayatın bir görev bilinciyle yaşanması ve ölümün bir son değil, yeni bir başlangıç olduğu düşüncesi işlenmiştir.

Son olarak, İslamiyet’in temelinin sevgi, kardeşlik ve birlik olduğu belirtilerek, insanlık için huzurlu ve anlamlı bir yaşamın bu değerlere bağlı kalmakla mümkün olacağı ifade edilmiştir.
Bu makale, her bir görselin kendi içinde barındırdığı derin anlamları bir bütünlük içinde ele alarak, okuyucuya düşündürücü ve ibret verici bir bakış açısı sunmayı amaçlamıştır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




Gazze: İnsanlığın Aynasında Zulmün En Karanlık Yüzü

Gazze: İnsanlığın Aynasında Zulmün En Karanlık Yüzü

İnsanlık tarihi boyunca nice savaşlar, katliamlar ve zulümler yaşandı. Fakat Gazze’de işlenen cürümler, adeta insanlığın en karanlık defterine düşülmüş kara bir lekedir. Zira burada yalnızca insanlar öldürülmüyor; hakikat, vicdan, adalet ve insaf da öldürülüyor.

Bir asırdır süren bu işgal ve zulüm, son yıllarda tarihte eşi benzeri görülmemiş boyutlara ulaştı. İki yüzü aşkın gazeteci, gerçeği kayda almak uğruna hedef alınarak şehit edildi. Doktorlar, hemşireler, sağlık çalışanları –yani hayat kurtarmaya adanmış eller– kurşunlara hedef oldu. Hastaneler bombalandı, sağlık hizmetleri imkânsız hale getirildi. Bir milletin yaralarını sarmakla görevli eller kırıldı ki, yaralar kan içinde kalsın.

Bu vahşetin yanında, açlık bir başka silah olarak devreye sokuldu. Birleşmiş Milletler, Gazze’deki insani durumu “felaketin ötesinde” diye tanımladı. Her gün ortalama 30 insan engelli hale gelirken, yüz binlerce Gazzeli sakat bırakıldı. Bu, yalnızca bir savaştan değil; sistematik bir yok edişten, bir “soykırımdan” başka nedir?

Zulmün İki Yüzü: Ev Sahibinin Kovulması

Sinsice yerleşilen topraklarda, ev sahipleri kendi yurtlarından kovuluyor. Sanki babalarının malıymış gibi gasp edilen Gazze, masa başında çizilen haritalarda Somali’ye taşınacak bir halkın sürgün planına dönüşüyor. “Gazze işgal edilmeli” diyen İsrail generallerinin yanında, ABD’nin kirli elleri, Avrupa’nın ikiyüzlü sessizliği, dünyanın mafya düzeni yükseliyor.

Ama bütün bu planlara rağmen, tarihin adaleti hep aynı soruyu soruyor: “Hangi zalim zulmüyle payidar kalabildi?”

İtiraflar ve Çatlak Sesler

İsrail generallerinin dudaklarından dökülen sözler, işlenen cinayetleri açık ediyor: “Her İsrailli için 50 Filistinli…” İşte zalimliğin mantığı bu kadar ucuz, bu kadar vahşi, bu kadar gayriinsanî…
Fakat aynı zamanda, BM raportörü Francesca Albanese gibi vicdan sahibi sesler, bu zulmün “Nazi suçları”ndan farksız olduğunu ilan ediyor. Halklar sokaklara çıkıyor; Mexico City’den Tel Aviv’e kadar protestolar yükseliyor. Milyonların vicdanı, bombaların dumanını yarıp insanlığa sesleniyor.

Zulmün Geri Tepmesi

Tarihte nice işgalci devletler vardı; hepsi aynı yanılgıya düştü: “Kuvvetle her şeyi yapabiliriz.” Fakat kuvvetle yalnızca bedenler öldürülür; ruhlar, hakikatler, inançlar öldürülemez. Bugün İsrail ordusu içinde intihar eden askerlerin artışı, korkudan altını ıslatan gençlerin haberleri, bu gerçeğin en açık göstergesidir. Zulüm sahibine döner, tıpkı zehirli dumanın kendisini boğması gibi.

Tarihten İbret

Firavun, Musa’ya karşı Nil’in sularında boğuldu. Nemrut, ateşini kendi zulmünün içinde söndürdü. Hitler, zulmünün enkazı altında yok oldu. Tarih şunu kaydetti: Hiçbir zalim, zulmüyle baki kalmadı.
Bugün Gazze’de çocukların üzerine yağdırılan bombalar, yarın zalimlerin evlerini yangın yerine çevirecek. Çünkü zulmün kaderi budur: Bir gün sahibini vurur.

Vicdana Sesleniş

Gazze yalnız Filistin’in meselesi değil; insanlığın aynasıdır. Orada işlenen zulüm, aslında her birimizin vicdanında işleniyor. Sessiz kalan her insan, tarihin mahkemesinde yargılanacak.
Bugün BM’nin, küresel inisiyatiflerin, sivil hareketlerin “Gazze’ye silahlı koruma gücü gönderilmeli” çağrısı, aslında insanlığın son sınavıdır. Eğer bu çağrı da cevapsız kalırsa, gelecek nesiller bizi şu cümleyle yargılayacak: “Çocuklar katledilirken siz ne yaptınız?”

Son Söz

Gazze’nin taşları kanla yıkanıyor, fakat o taşlardan fışkıran sabır, iman ve direniş de tarihe yazılıyor. Her şehit edilen çocuk, her yıkılan ev, her yanan hastane, insanlığa tek bir hakikati haykırıyor:
“Zulüm payidar olmaz. Adalet er ya da geç tecelli eder. Allah, mazlumların yanındadır.”

Ve biz de biliyoruz ki, “Bir gün gelecek, bu zulüm bitecek. Ama zulme sessiz kalanların utancı asla bitmeyecek.”

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




Tarihin Tozlu Sayfalarından Yükselen Feryat: Gazze

Tarihin Tozlu Sayfalarından Yükselen Feryat: Gazze

Tarihin akışı içinde kimi olaylar vardır ki, sadece yaşandıkları anın değil, tüm insanlık vicdanının bir sınavı haline gelir. Gazze’de yaşananlar, işte tam da böyle bir sınavın en acımasız ve en çıplak haliyle karşımızda duruyor.
Bu topraklar, binlerce yıldır farklı medeniyetlere, inançlara ve kültürlere ev sahipliği yapmışken, bugün bir yıkımın, bir vahşetin ve insanlık onurunun ayaklar altına alınışının sembolü haline gelmiştir.
Gazze’nin hikayesi, sadece haritalardaki küçük bir şeridin hikayesi değil, aynı zamanda sinsi bir planın, küresel güç dengelerinin ve vicdansızlığın hikayesidir.
Bir zamanlar babadan kalma topraklarında huzurla yaşayan insanlar, şimdi yurtlarından çıkarılıyor, evleri başlarına yıkılıyor ve bir “terörist” ya da “direnişçi” etiketiyle yaftalanıyor. Bu, sadece fiziki bir işgal değil, aynı zamanda bir kimliğin, bir varoluşun yok edilme çabasıdır.
Bu trajedinin en acı yönlerinden biri de, gerçeğin sesinin susturulmaya çalışılmasıdır. İki yüzün üzerinde gazeteci, kalemini ve kamerasını bu vahşete siper ederken, canlarından oldular. Onlar, sadece haber peşinde koşan insanlar değildi; onlar, dünyanın dört bir yanına ulaşan sessiz çığlıkların sesiydi. Onların susturulması, aslında gerçeğin susturulmasıdır. Aynı şekilde, hastanelerin bombalanması ve sağlık çalışanlarının öldürülmesi de, sadece bir savaş suçu değil, aynı zamanda yaralı bir vicdanın son umut ışığının da söndürülmesidir.
Ancak zulüm ne kadar güçlü olursa olsun, vicdanın sesi asla tamamen susturulamaz. Meksika’dan Türkiye’ye, dünyanın dört bir yanında Filistin’e destek yürüyüşleri düzenleniyor. Gazze’deki vahşet, Tel Aviv’de bile milyonları sokağa döküyor. Bu protestolar, Gazze’nin yalnız olmadığını, insanlığın hala direndiğini ve adalete olan inancın hala canlı olduğunu gösteriyor.
Birleşmiş Milletler gibi küresel kurumlar, soykırımın ve savaş suçlarının uluslararası hukuka göre kabul edilemez olduğunu dile getiriyor. Francesca Albanese gibi cesur raportörler, gerçeği olduğu gibi ifade ederek Hamas’ı sadece bir terör örgütü olarak değil, aynı zamanda bir direniş hareketi olarak tanımlıyor ve bu hareketin seçimle işbaşına geldiğini, altyapı hizmetleri sunduğunu söylüyor. Bu, sadece bir açıklama değil, aynı zamanda mevcut anlatıma karşı bir meydan okumadır.
Yaşananlar, Batı’nın çifte standartlarını da gözler önüne seriyor. Bir yandan demokratik değerleri savunduğunu iddia edenler, diğer yandan çocuk istismarcısı bir İsrailli yetkilinin serbest bırakılması için devreye giriyor. Bu durum, küresel güçlerin çıkarları için ahlaki değerlerden ne kadar kolay vazgeçebileceğini gösteriyor.
ABD gibi bir ülkenin bu vahşete tam destek vermesi, adeta dünyanın vicdanının karanlık bir köşeye hapsedildiğinin isbatıdır.
Ancak unutulmamalıdır ki, zulüm hiçbir zaman kalıcı değildir. Gazze’yi savunan mücahidlerin direnişi, İsrail ordusunda büyük bir buhran yaratmış, askerlerin psikolojik olarak çöktüğünü, intihar vakalarının arttığını ve savaşmaktan korktuklarını ortaya koymuştur. Bu durum, tankların, füzelerin ve uçakların gücünün, haklı bir davanın ve sağlam bir imanın karşısında ne kadar etkisiz kalabileceğini göstermektedir.
Gazze’de her gün onlarca insan engelli kalırken, insani yardım çalışanları katledilirken ve tüm dünya bu acıya tanık olurken, biz nasıl rahat uyuyabiliyoruz? Bu soru, sadece Gazze halkının değil, tüm insanlığın kendisine sorması gereken bir sorudur. Zira Gazze’deki acı, sadece bir coğrafyanın değil, tüm insanlık ailesinin ortak acısıdır.
Gazze’de yaşananlar, sadece bir işgal değil, aynı zamanda insanlığın kendine yabancılaşmasıdır. Bu, tarihin tozlu sayfalarına sadece bir savaş hikayesi olarak değil, aynı zamanda insanlık vicdanının ne denli karanlığa gömülebileceğini gösteren bir ibret vesikası olarak geçecektir. Ancak aynı zamanda, bu karanlığın içinden yükselen direniş, umut ve adalet arayışı da insanlık onurunun hala ayakta olduğunu göstermektedir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




Hayatın Hakikati, Tevhid ve Sırlı Yolculuk

Hayatın Hakikati, Tevhid ve Sırlı Yolculuk
Bu makale, insanoğlunun varlık gayesini, tevhidin sırlarını, dünya hayatının geçiciliğini ve manevi yolculuğun önemini ele almaktadır. Her bir mesaj, hayatın farklı bir yönüne ışık tutarak, birbiriyle bütünleşen bir hikmet zinciri oluşturmaktadır.

  1. Tevhid ve Kalbin İlahi Güzelliğe Yönelişi (“Lâ ilâhe illallah”)
    İnsan ruhunun en derin ihtiyacı, kalbin manevi gıdasını bulmasıdır. Tevhid, yani Allah’ın birliğini tasdik etmek, bu ihtiyacın en temel kaynağıdır.
    Bediüzzaman Said Nursi’nin ifadesiyle, “Lâ ilâhe illallah” zikri ve tekrarı, tevhidin cemal ve kemal-i ilâhîsinin kalpte görünmesi ve ruhta hissedilmesidir.
    Bu, sadece bir dilin hareketi değil, aynı zamanda ruhun ilahi bir lezzete ulaşmasıdır. Tarihte ve günümüzde pek çok evliya ve salih kul, bu zikirle en tatlı manevi rızıkları bulmuş, ruhlarını arındırmış ve ilahi huzura ermiştir. Bu, aynı zamanda insanın, tüm dünyevi lezzetlerin ötesinde, kalbinin O’nunla dolmasıyla hakiki mutluluğu bulacağı anlamına gelir.
  2. Sadece O’na Yöneliş: İman ve Küfür Muvazeneleri
    Hayat, pek çok yöneliş ve arayışla doludur. İnsan, bazen yardım için başkalarına, bazen sevgi için fani varlıklara, bazen de bilgi için yetersiz kaynaklara yönelir. Ancak Bediüzzaman, bu arayışların manevi bir muvazenesini sunar. Gerçekten istenmeye layık olanın yalnız bir Zat olduğunu, yardıma gelenin yalnızca O olduğunu, talebin ancak O’na yöneltilmesi gerektiğini anlatır. Zira diğerleri, ya eksiktir, ya zeval perdesinde saklıdır, ya da faydasızdır. Bu, tevhidin pratik bir yansımasıdır. İnsan, kalbini ve aklını sadece yaratıcısına yönelttiğinde, fani şeylerin aldatıcılığından kurtulur ve sağlam bir dayanak bulur. Gerçek konuşma, O’nun adını anmaktır; O’na ait olmayan sözler ise çoğu zaman boş ve anlamsızdır.
  3. Mülkün Sahibi: Emanet ve Kaybolan Hazineler
    İnsan, dünya hayatında sahip olduğu her şeyi kendi malı zannetme yanılgısına düşer. Oysa, Bediüzzaman’ın Mesnevi-i Nuriye’de belirttiği gibi, tüm mülk Allah’a aittir ve bizdeki her şey bir emanettir. Mal, mülk, sağlık, yetenek, hepsi birer emanettir. Eğer bu emaneti layıkıyla kullanıp Allah yolunda harcarsak, O, onu bizim için muhafaza eder ve kat kat artırır. Ancak, eğer bu emaneti sadece kendi heva ve hevesimiz için kullanır, O’nun rızasını gözetmezsek, bu emanetler elimizden bedelsizce kayıp gider. Bu, tarihin derinliklerinde nice zenginliklerin, güçlerin ve medeniyetlerin yok oluşunda görülen acı bir derstir. İbret odur ki, insan ne kadar zengin olursa olsun, eğer mülküne emanet gözüyle bakmazsa, sonunda hiçbir şeyi kalmayacaktır.
  4. Dünya Yolcusu ve Yaklaşan İhtiyarlık Şafağı
    Dünya, durmayan bir nehir gibi akıp gider. İnsan da bu nehrin içinde bir yolcudur. Aklı başında olan insan, dünya hayatının geçici kazançlarına sevinmez ve kaybettiklerine üzülmez. Zira bilir ki, dünya da, kendisi de sürekli bir değişim ve gidiş halindedir. Bediüzzaman, bu hakikati ihtiyarlık şafağının tulu etmesiyle somutlaştırır. Beyazlaşan saçlar, ölüme bir yaklaşmanın ve ahirete doğru bir yolculuğun habercisidir. Gittikçe artan hastalıklar ise, bu yolculuğun keşif kollarıdır. Bu durum, insana fani dünyanın aldatıcılığından uyanması ve asıl yurduna hazırlık yapması gerektiğini düşündürür.
  5. Tesettür: Kadın Fıtratının Doğal Giysisi
    Tesettür konusu, sadece bir giyim meselesi değil, aynı zamanda fıtratın bir yansımasıdır. Bediüzzaman, tesettürün kadınlar için fıtri olduğunu, yani kadın fıtratına uygun bir şey olduğunu belirtir. Tesettür, kadını gözlerin mahrem bakışlarından koruyan bir kalkan, onun zarafetini ve saygınlığını artıran bir manevi örtüdür. Tesettürün kaldırılması ise fıtrata aykırıdır. Tarihi olarak baktığımızda, medeniyetlerin bozulması ve ahlaki çöküşlerin başlaması, genellikle tesettürün ihmal edilmesiyle paralel bir seyir izlemiştir. Bu, fıtrata uygun yaşamanın, toplumun huzuru ve bireyin saygınlığı için ne kadar önemli olduğunun bir göstergesidir.
  6. Risale-i Nur ve Duaların Gücü
    İnsan, aciz ve zayıf bir varlıktır. O’nun kudretine sığınmaya her zaman muhtaçtır. Peygamberlerin mucizeleri, Hz. Musa’ya denizin, Hz. İbrahim’e ateşin, Hz. Davud’a dağın boyun eğmesi, ilahi kudretin birer tecellisidir.
    Risale-i Nur’un kalplere ve akıllara musahhar kılınması, nefsin ve şeytanın şerrinden korunma ve kabir azabından muhafaza olma talebi, insanın acziyetini ve Allah’a olan mutlak ihtiyacını yansıtır. Bu dua, aynı zamanda manevi bir kalkan arayan her mümin için bir yol haritasıdır.

Makale Özeti:
Bu makale, Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur’dan İktibas edilmiş sözleri ve duaları temel alarak, insanın hayat yolculuğunu, tevhidin sırlarını ve ahirete hazırlığın önemini ele almaktadır. Tevhidin kalbe verdiği manevi lezzetten, fani varlıklara yönelmenin anlamsızlığına, mülkün emanet olduğu hakikatinden, dünya hayatının bir yolculuk ve mezarlıkların bir son durak olduğu gerçeğine, tesettürün fıtri bir gereklilik olduğuna ve son olarak da duaların manevi bir kalkan olduğuna değinilmektedir. Makale, okuyucuyu hayatın geçiciliği üzerine düşünmeye, dünya malına değil, manevi değerlere yatırım yapmaya ve her şeyin yegane sahibi olan Allah’a yönelmeye teşvik eden hikmetli bir yol haritası sunmaktadır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




Hayatın Hakikati ve Ahirete Yolculuk

Hayatın Hakikati ve Ahirete Yolculuk

  1. Sabah Namazı: Şahitli Bir Başlangıç (İsra Suresi)

Hayatın her anı bir anlam taşır. Ancak bazı anlar vardır ki, sıradanlığın ötesine geçer ve birer şahitlik haline gelir. Sabah namazı da bu anlardan biridir. Tıpkı bir bebeğin masumiyeti ve neşesiyle yeni bir güne başlaması gibi, sabah namazı da inanan için günün en bereketli ve en şahitli başlangıcıdır. Sabahın alacakaranlığında, dünya henüz uyanmamışken, bir kulun tüm benliğiyle Rabbinin huzurunda durması, hem kendisi için bir arınma, hem de meleklerin şahit olduğu bir yücelme anıdır. Bu an, dünya telaşının unutturduğu hakikatleri hatırlatır ve insana günün geri kalanında yönünü tayin etme gücü verir.

  1. Kaybedilen Namaz ve Azabın Gölgesi (Meryem Suresi, 59)
    Tarih, nice nesillerin yükselişine ve çöküşüne şahitlik etmiştir. Kur’an-ı Kerim’de Meryem Suresi’nin 59. ayeti, ibretlik bir ders sunar. Bu ayet, namaz gibi temel ibadetleri terk eden, dünya zevklerinin ve tutkularının peşine düşen bir neslin geleceğini haber verir. Bu, sadece bir tarihi anlatım değil, aynı zamanda her çağın insanına bir uyarıdır. İnsanoğlu, dünyanın geçici cazibesine kapıldığında, manevi değerlerini yitirdiğinde, aslında kendi felaketini hazırlar. Namaz, ruhun gıdasıdır; onu terk etmek, manevi bir çölleşmeye davetiye çıkarmaktır. Bu durum, sonunda büyük bir azaba dönüşür, zira ahiret, bu dünya hayatındaki amellerin bir yansımasıdır.
  2. Kazancın Gerçek Yeri: Ahiret (En’am Suresi, 135)
    Dünya, bir ticaret ve imtihan yeridir. İnsanlar, mal, mülk, makam, şöhret gibi geçici kazançlar peşinde koşarken, Kur’an’ın En’am Suresi, 135. ayeti, onlara gerçek kazancın ne olduğunu hatırlatır. Bu ayet, dünya hayatının son bulacağını ve o zaman kimin gerçekten kârlı çıktığının ortaya çıkacağını bildirir. Mezarlıklar, bu hakikatin sessiz tanıklarıdır. Orada, ne zenginlik, ne makam, ne de dünyevi güç bir anlam ifade eder. Sadece Allah’ın rızasını kazanmak için yapılan ameller, insanın yol arkadaşı olur. Bu ibretlik tablo, insana dünya hayatındaki önceliklerini yeniden gözden geçirmesi gerektiğini hatırlatır. Asıl kazanç, ahiret yurduna yatırım yapmaktır.
  3. Kadere İman ve Huzur
    Hayat, kimi zaman belirsizliklerle doludur. İnsan, yaşadığı zorluklar karşısında “neden ben?” sorusunu sorar. İşte bu noktada, kadere iman, insana büyük bir manevi huzur verir. Bediüzzaman Said Nursi’nin Mesnevi-i Nuriye’de belirttiği gibi, her şey bir kader planı içinde takdir edilmiştir. Bu, pasif bir kabulleniş değil, aksine, olaylar karşısında tevekkül ve teslimiyetle ayakta durabilme gücüdür. Başına gelen her şeyin, ilahi bir hikmetle olduğunu bilen bir insan, isyan etmek yerine, sabır ve şükürle yoluna devam eder. Kaderine razı olmak, ruhu isyanın ve hayal kırıklığının zehrinden arındırır ve insana deruni bir güç bahşeder.
  4. Kur’an’ın Ebedi Kanunları
    İnsanlık tarihi, pek çok ideolojinin, felsefenin ve kanunun yükselişine ve çöküşüne şahit olmuştur. Ancak Kur’an’ın kanunları, zamanın ve mekânın ötesindedir. Bediüzzaman Said Nursi’nin dediği gibi, Kur’an’ın kanunları ezelden gelip ebede gidecektir. Bu, onun ilahi kaynağına ve insanlığın temel ihtiyaçlarına hitap eden evrensel doğrular ihtiva etmesine dayanır. Kur’an, sadece bir ibadet kitabı değil, aynı zamanda hayatı anlamlandırma, ahlakı inşa etme ve adaleti tesis etme rehberidir. Onun düsturları, her çağda tazeliğini korur ve insanlığa doğru yolu gösterir. Bu, aynı zamanda Kur’an’ın, değişen dünya şartlarına rağmen geçerliliğini koruyacak tek ilahi kitap olduğunun bir isbatıdır.
  5. Her Zorluktan Sonra Bir Kolaylık (Talak Suresi, 7)
    Hayat, zorluk ve kolaylık döngüsü üzerine kuruludur. İnsan, karşılaştığı sıkıntılar karşısında umutsuzluğa kapılabilir. Ancak Kur’an-ı Kerim’de Talak Suresi’nin 7. ayeti, her zorluğun ardından bir kolaylığın geleceğini müjdeler. Bu, sadece bir teselli değil, aynı zamanda ilahi bir kanundur. Tıpkı bir çiçeğin zorlu topraklardan filizlenmesi gibi, insan da zorluklar karşısında manevi olarak güçlenir. Bu ayet, müminin asla ümidini kaybetmemesi gerektiğini, sabır ve duayla zorlukların üstesinden gelebileceğini hatırlatır. Allah, kulunun çektiği sıkıntıları bilir ve ona bir çıkış yolu sunar. Bu, tevekkülün ve Allah’a olan güvenin bir yansımasıdır.

Makale Özeti:
Bu makale, hayatın ve ahiretin hakikatini, ibret verici ve düşündürücü bir şekilde ele almaktadır.
Sabah namazının bereketli başlangıcından, namazı terk eden nesillerin acı sonuna; dünya hayatının geçici kazançlarından ahiretin gerçek kazancına; kaderin insana verdiği huzurdan Kur’an’ın ebedi düsturlarına ve son olarak da her zorluktan sonra gelen kolaylık müjdesine kadar pek çok konuyu Kur’an ayetleri ve Bediüzzaman Said Nursi’nin sözleri ışığında incelemektedir.

Makale, okuyucuya dünya hayatındaki önceliklerini gözden geçirmesi, ibadetlere sarılması, kadere teslim olması ve zorluklar karşısında umudunu yitirmemesi gerektiğini hatırlatır. Her bir mesaj, insanın manevi yolculuğunda farklı bir durak sunar ve hayatın bütünlüğü içinde derin bir anlam taşır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




Gazze’de Kırılan Vicdan, Tarihin Aynasında İnsanlığın İmtihanı

Gazze’de Kırılan Vicdan, Tarihin Aynasında İnsanlığın İmtihanı

Dünya, tarihin en büyük sessiz soykırımlarından birine tanıklık ediyor. Gazze’de bir çocuğun feryadı, “Kurtar bizi, Ey Allah’ım” sözleriyle göğe yükselirken, aslında bütün insanlığın imtihanı ilan ediliyor. Bir avuç ekmek, bir damla su için ölüme sürüklenen bebeklerin gözyaşı, uygarlık naraları atan modern dünyanın maskesini yırtıyor.

Bugün İsrail, yalnız Gazze’yi değil, insanlığın onurunu da bombalıyor. Microsoft’un teknolojisinden, Amerikan silahından, Avrupa’nın sessiz onayından güç alan bu zulüm; aslında küresel ortaklığın kara bir utanç belgesi haline geldi. Bir yandan teknoloji şirketleri “etik” tartışmaları yaparken, öte yandan çocukların parçalanmış bedenleri dijital veriler gibi “bulut”larda depolanıyor.

Tarihten Bugüne İbret

Tarih boyunca zulüm, hiçbir zaman uzun ömürlü olmadı. Firavun’un Nil’e attığı masum çocukların çığlığı, Musa’nın asasıyla imparatorluğu yere serdi. Nemrud’un ateşi, İbrahim’i yakamadı. Roma’nın arenalarında parçalanan mazlumlar, gün geldi o imparatorluğu tarihin çöplüğüne gömdü. Haçlı Seferleri, Kudüs’ü kanla boyasa da İslam’ın adalet güneşiyle söndü.

Bugün Gazze’de yaşanan zulüm, aynı zulmün modern maskelerle yeniden sahneye sürülmesinden başka bir şey değildir. Dünün Firavunları, bugünün Netanyahu’sunda; dünün zalim orduları, bugünün uçak ve tanklarında; dünün putları, bugünün sahte “özgürlük ve demokrasi” sözlerinde yeniden karşımızdadır.

İbretli Bir Hakikat: Zulmün Ortağı Sessizliktir

Gazze’de akan kanın bir parçası, sessiz kalan dillerin ve kıpırdamayan ellerin mesuliyetidir. Bir Gazzeli gazetecinin dediği gibi: “Kıyamet gününde sessizliğinizin hesabını vereceksiniz. Sessizliğiniz bize savaştan daha ağır geldi.” Bu sözler, yalnız bugünün Müslümanlarına değil, bütün insanlığa bir tokat gibi inmektedir.

Çünkü zalim, zulmünü zulmüyle değil, çoğu zaman sessiz kalanın ihanetiyle büyütür. İşte bugün İslam coğrafyasında yönetimlerin bir kısmı, Kâbe’nin gölgesinde dahi “Gazze” demeyi suç sayacak kadar acizleşmiş; Batı başkentlerinde ise insan hakları nutukları atanlar, İsrail’in kanlı perdesi arkasında silah ticaretini büyütmüştür.

Hikmetli Bir Çıkış: Direnişin İki Sahibi

Bugün Gazze’yi kurtaracak olan iki güç vardır:

  1. İçteki direniş: Zulme teslim olmayan halk, Kassam mücahidinin dediği gibi, “Allah Gazze’yi terk edenleri affetmesin” diyerek, canı pahasına işgale karşı durmaktadır.
  2. Dıştaki vicdan: Dünyanın her yerinde sokağa çıkan yüzbinler, gazeteciler, aktivistler ve vicdan sahipleri, sessizliği kırarak zalimin maskesini düşürmektedir.

İşte bu iki direniş birleştiğinde, tarihin terazisi yeniden dengeye gelecek; zalimin sarayları Firavun’un sarayı gibi suya gömülecek, Nemrud’un ateşi gibi kendi kendini tüketecektir.

Sonuç: İnsanlık Vicdanı için Son Çağrı

Gazze, yalnız bir coğrafya değil; insanlığın vicdanıdır. Orada açlıktan ölen her çocuk, aslında modern çağın adaletsizliğine atılmış bir tokattır. Zulme ortak olan sessizlik, kıyamet gününde ağır bir hesap olarak karşımıza çıkacaktır.

Unutmayalım ki, Kur’an’ın uyarısı hâlâ baki:

> “Zulmedenlere en küçük bir meyil göstermeyin, yoksa size ateş dokunur.” (Hud, 113)

Bugün Gazze, ümmeti ve insanlığı çağırıyor:
Kimi ses vererek, kimi dua ederek, kimi kalemiyle, kimi malıyla, kimi canıyla… Ama mutlaka bir adım atarak. Çünkü yarın, Allah soracak:

“Gazze için ne yaptın?”

@@@@@@#

Tarihten İbretli Kıssalar

  1. Firavun’un Sonu

Nil’in sularına boğulan Firavun, kendisini “rab” ilan etmişti. Musa’nın getirdiği hakikate karşı diklendi, mazlumları ezdi. Ama sonunda ordusuyla birlikte denizde boğuldu. Kur’an onun ibretlik sonunu şöyle haber verir:

> “Bugün senin cesedini kurtaracağız ki, senden sonrakilere ibret olsun.” (Yunus, 92)
Bugün Gazze’yi kuşatan Firavunvari güçler de aynı akıbete yürümektedir.

  1. Ebrehe’nin Fillere Hüsranı

Kâbe’yi yıkmak isteyen Ebrehe, ordusunu fillerle Mekke’ye yürüttü. Ancak küçücük Ebabil kuşları, gökten attıkları taşlarla o dev orduyu darmadağın etti. (Fil Suresi)
Bugün Gazze’de tanklara, uçaklara, füzelerle meydan okuyan bir avuç mücahid, Ebabil kuşlarının ruhunu taşımaktadır.

  1. Nemrud’un Ateşi

Nemrud, ateşle İbrahim’i yakmak istedi. Ama Allah, o ateşi gül bahçesine çevirdi:

> “Ey ateş! İbrahim için serinlik ve selamet ol!” (Enbiya, 69)
Zalimler ateşle, bombayla mazlumları yakmak istese de Allah’ın kudretiyle o zulüm, mazlumların cennetine vesile olur.

  1. Endülüs’ün İbretli Düşüşü

Sekiz asır boyunca İslam’ın medeniyet ışığını taşıyan Endülüs, Müslümanların ihtilafı ve dağınıklığı sebebiyle Hristiyanların eline geçti. Cordoba’nın ilim meclisleri küle döndü, binlerce Müslüman sürgün edildi.
Gazze’nin çığlığı, ümmete aynı dersi veriyor: “Birlik olmazsak Endülüs gibi kaybederiz.”

  1. Haçlıların Kudüs Katliamı

1099’da Haçlılar Kudüs’ü işgal ettiğinde sokaklar Müslüman kanıyla doldu. Ama yalnız 88 yıl sonra Selahaddin Eyyubi, adalet ve merhametle Kudüs’ü yeniden fethetti. Haçlı vahşetini merhametle gölgeledi.
Bu kıssa bize şunu öğretir: Zulmün ömrü kısadır; adaletle gelen bir zafer, asırlara ışık olur.

Son Çağrı

Tarih, zalimlerin akıbetini tekrar tekrar göstermiştir. Bugün Gazze için ayağa kalkmayanlar, yarın tarih önünde Firavun’un, Ebrehe’nin, Nemrud’un yanında yazılacaktır.
Ama ses verenler, adalet için direnenler, Selahaddin’in, Musa’nın, İbrahim’in yolunda yazılacaktır.

Gazze’nin çağrısı şudur:
“Bizi unutmayın, sessiz kalmayın. Çünkü zulüm, sessizlikle büyür.”

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com