Hayatın Büyük Sermayesi ve Hikmetin Işığında İbret Dersi

Hayatın Büyük Sermayesi ve Hikmetin Işığında İbret Dersi

Azim Sermaye ve Ebedi Ticaret

Risale-i Nur’dan Lem’alar’da geçen “Azim bir sermaye elinde bulunan insan, burada ticaret ile ebedi daimi bir hayatın saadetine çalışmak için gelmiştir. Onun eline verilen sermaye de ömürdür.” ifadesi, insan hayatının derin bir hikmetle dolu olduğunu hatırlatır. Bu cümle, ömrün bir nimet olarak insana verilmiş en değerli sermaye olduğunu ve bu sermayenin ebedi bir saadet için değerlendirilmesi gerektiğini vurgular. Gelin, bu düşünceyi hikmet, edebiyat, tarih, ibret ve tefekkür penceresinden ele alalım.

#### Hikmet: Bilgiyle Görülen Gerçekler
Hikmet, ilimle şekillenir ve hakikati anlamayı sağlar. “Hikmet ile iş görmek ilim ile olur” ifadesi, insanın ömrünü bilinçli bir şekilde değerlendirmesi gerektiğini ortaya koyar. Ömür, bir yolculukta harcanan bir sermaye gibi düşünülebilir; her anı bir hikmet taşıyan bir fırsat olarak değerlendirilmelidir. Bu açıdan, insan, ömrünü boş yere tüketmek yerine, ilimle donanarak ve hakikat arayışında bulunarak geçirmelidir. Hikmet, sadece bilgiyi değil, bu bilginin hayatı anlamlandırma sanatını da içerir.

#### Edebiyat: İnayetin ve Lütfun Dili
Edebiyat, insan ruhuna hitap eden bir ayna gibidir. “İnayetkârane, lütufkârane iş gören; elbette bilir ve bilerek yapar” ifadesi, edebi bir üslupla kainatın her bir parçasında bir düzen ve merhamet olduğunu anlatır. Şiirsel bir dille, her yaprakta, her damlada bir ilahi lütuf gizlidir. Ömür, bu lütfu fark ederek ve şükrederek geçirilirse, insan kendi hikayesini ebedi bir güzellikte yazabilir. Edebiyat, bu bilinçle kalbe dokunarak ömrün değerini hissettirir.

#### Tarih: İnsanın Yaratılışındaki Büyük Plan
Tarih, insanlığın ömrünü ve çabalarını gözler önüne seren bir kitaptır. “Makine-i insaniyede yüzler âlet var. Her birinin elemî ayır, lezzetî ayır, vazifesi ayır, mükâfatı ayırdır. Âdetâ insan-ı ekber olan âlemde tecelli eden bütün esmâ-i ilahiye, bir âlem-i asgar olan insanda dahi o esmânın umumiyetle cilveleri var” ifadesi, insanın yaratılışındaki eşsiz tasarımı işaret eder. Tarih boyunca, büyük medeniyetler, bu sermayeyi nasıl kullandıklarıyla anılmıştır. Ömür, tarih sahnesinde bir iz bırakmak için bir fırsattır; bu iz, ilahi isimlerin tecellisiyle anlam kazanır.

#### İbret: Ömür ve Hesap Günü
İbret, geçmişten ders çıkarmaktır. “Kıyamet günü için, Adalet terazileri kuracağız. Öyle ki, hiç bir kimseye, zerre kadar zulmedilmeyecek. Yapılan iş, bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getirip ortaya koyacağız. Hesap görücü olarak Biz yeteriz” ayeti, ömrün her anının bir gün hesaba çekileceğini hatırlatır. İbret alınmazsa, bu sermaye boşa harcanır. Tarihteki kavimlerin helakı, ömürlerini yanlış yerde kullanmalarının bir sonucudur. Bu, insana derin bir tefekküre davetiye çıkarır.

#### Tefekkür: Latif ve Habir Olan Yaratıcı
Tefekkür, insanın kendi varlığını ve ömrünü sorgulamasıdır. “O, yarattığını bilmez mi? O, Latîf’tir, Habîr’dir” ayeti, her şeyin bir bilginin ve merhametin ürünü olduğunu gösterir. Ömür, bu Latif ve Habir olan Yaratıcı’nın bir emanetidir. Tefekkür eden insan, her nefeste bu emanetin değerini kavrar ve onu ebedi saadet için harcamaya özen gösterir. Doğa, bir ağacın dalları arasında uzanan yol gibi, insanı bu hakikate yönlendirir.

#### Özet
Bu makale, Risale-i Nur’dan alınan “Azim bir sermaye elinde bulunan insan, burada ticaret ile ebedi daimi bir hayatın saadetine çalışmak için gelmiştir. Onun eline verilen sermaye de ömürdür” ifadesini merkeze alarak ömrün hikmetli bir nimet olduğunu ele aldı. Hikmetle ilimle şekillenmesi, edebiyatla ruha dokunması, tarihte bir iz bırakması, ibretle ders çıkarılması ve tefekkürle anlam kazanması gerektiği vurgulandı. Ömür, bilinçli kullanıldığında ebedi saadete giden bir köprü olur; aksi halde, hesaba çekileceği bir yük haline gelir. Bu düşünceler, birbirine uyum içinde, insanı derin bir farkındalığa davet eder.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




Yaratılışın Hikmeti ve İnsan Vazifesi

Yaratılışın Hikmeti ve İnsan Vazifesi

Erzak Sarayı ve Kaçışsız Gerçek

Risale-i Nur Külliyatı’ndan “Sözler” risalesinde geçen ifade, kainatın bir erzak deposu olarak insanın hizmetine sunulduğunu ve bu nimetlerden kaçış olmadığını anlatır: “Yani, size ağaçtan meyveyi ve ateşi ve ottan erzakı ve hububu ve topraktan hayvanatı ve nebatatı verdiği gibi zemini size hoş her bir erzakınızın içinde konulmuş bir beşik ve âlemi, güzel ve bütün levazımatınızın içinde bulunan bir saray yapan bir zattan kaçıp, başıboş kalıp, ademe gidip saklanılmaz. Vazifeniz olup, kabre girip, uyandırılmamak üzere rahat yatamazsınız.”
Bu söz, insanın başıboş olmadığını, her nimetin bir vazife yüklediğini hatırlatır. Gelin, bu hakikati hikmet, edebiyat, tarih, ibret ve tefekkür açısından inceleyelim, her biri kendi açısından derinleşerek bütünlük oluştursun.

#### Hikmet: Kainatın Düzeni ve İnsan Nizamı

Hikmet, her şeyin bir amaçla yaratıldığını gösterir. Kainat, bir misafirhane gibi düzenlenmiştir; ağaçlar meyve verir, toprak hayvan ve bitki üretir, her şey insanın ihtiyaçlarına göre tasarlanmıştır. “Kendini başıboş zannetme. Zira şu misafirhane-i dünyada nazar-ı hikmetle baksan, hiçbir şeyi nizamsız gayesiz göremezsin. Nasıl sen nizamsız, gayesiz kalabilirsin?” ifadesi, bu düzeni anlatır. Hikmet nazarıyla bakıldığında, insan da bu nizamın bir parçasıdır; vazifesi, bu nimetleri şükürle karşılamak ve Yaratıcı’ya itaat etmektir. Başıboşluk, hikmetin reddidir ve kainatın dengesini bozar. Bu bakış, insanı sorumsuzluktan kurtarır, her nefesi bir hikmet fırsatı kılar.

#### Edebi: Nimetlerin Şiirsel Sarayı
Edebiyat, kainatı bir şiir gibi tasvir eder. Âlem, “güzel ve bütün levazımatınızın içinde bulunan bir saray” olarak tasvir edilir; ağaçlar meyve dallarıyla, toprak bereketiyle süslenmiş bir mekan. Bu edebi üslup, insanın bu sarayda bir misafir olduğunu, kaçışın imkansızlığını anlatır.
“Kur’an kulübe kut ve gıda ve ukule kuvvet ve gınadır ve ruha mâ ve ziyâ ve nüfusa devâ ve şifâ olduğundan usandırmaz” sözü, Kur’an’ı edebi bir kaynak olarak sunar; o, ruhun şiiri, kalbin ilhamıdır. Edebi bir dille, kabir bir uyku yeri değil, uyanış kapısıdır; insan, bu saraydan ademe kaçamaz, çünkü her nimet bir mısra gibi vazife çağrısıdır.

#### Tarihi: Geçmişten Gelen Dersler ve Ebedi Sultan
Tarih, insanlığın bu hakikatle yüzleşmesini kaydeder. Bediüzzaman Said Nursi’nin eserlerinde, tarih bir ayna gibidir; eski medeniyetler, nimetleri başıboşça harcayanların akıbetini gösterir.
“Sultan-ı Ezelî’ye iman ile intisab eden ve amel-i sâlih ile itaat eden bir insan, şu misafirhane-i dünya menzillerinden ve âlem-i berzah ve âlem-i mahşer dairelerinden ve hâkeza kabirden sonraki bütün âlemlerin geniş hududlarından berk ve burak sür’atinde geçer. Tâ saadet-i ebediyeyi bulur” ifadesi, tarihi bir perspektiften imanın gücünü anlatır. Tarih boyunca, peygamberler ve salihler bu vazifeyi yerine getirerek ebedi saadete ulaşmış; başıboşlar ise helak olmuştur. Bu, insanı tarihi bir yolculuğa çıkarır, geçmişten bugüne nimetlerin hesabını sorar.

#### İbret: Kaçışsız Hesap ve Kabir Gerçeği
İbret, yaşananlardan ders çıkarmaktır. Kainatın erzak sarayından kaçış yoktur; “kabire girip, uyandırılmamak üzere rahat yatamazsınız” uyarısı, ölümü bir son değil, bir geçiş olarak gösterir. Tarihteki ibretlik olaylar, gibi firavunların mumyaları veya unutulmuş medeniyetlerin kalıntıları, başıboşluğun boşunalığını isbatlar. Bu ifade, insanı uyarır: Nimetler verilmişse, vazife de vardır; ademe sığınmak, kabirde huzursuzluk getirir. İbret nazarıyla, her nimet bir emanettir; onu başıboş harcamak, ebedi pişmanlığa yol açar. Bu, okuyucuyu derin bir muhasebeye davet eder, hayatın geçiciliğini somutlaştırır.

#### Düşündürücü: Tefekkür ve Ebedi Saadet
Düşündürücü yön, tefekkürü teşvik eder. “Kur’an-ı Mucizü’l-Beyan’ın daire-i kudsiyesine girenler, daima nura, ihlasa, imana kuvvet verecekler ve öyle gukurlara sukut etmeyeceklerdir” sözü, tefekkürü bir kalkan olarak sunar. İnsan, bu sarayda başıboş mu, yoksa vazifeli mi? Tefekkür, nimetlerin kaynağını sorgulatır; ağaçtan meyve, topraktan hayat veren Zat’tan kaçış mümkün mü? Bu düşünce, insanı ebedi saadete yönlendirir; iman ve amel-i salih, kabir ötesi âlemleri aşmanın anahtarıdır. Düşündürücü bir bakışla, hayat bir sınavdır; başıboşluk, en büyük yanılmadır.

#### Özet
Bu makale, Risale-i Nur’dan alınan “size ağaçtan meyveyi… rahat yatamazsınız” ifadesini temel alarak, kainatın bir erzak sarayı olduğunu ve insanın başıboş olmadığını ele aldı. Hikmetle düzenin, edebiyatla güzelliğin, tarihle derslerin, ibretle uyarıların ve tefekkürle sorgulamanın altını çizdi. Her bölüm, bütünlük içinde vazifeyi anlatır: Nimetler kaçışsız bir sorumluluk getirir, imanla ebedi saadete ulaştırır. Bu hakikat, insanı derin bir farkındalığa çağırır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




İnsan, Yaratılışın Gayeli Misafiri

İnsan, Yaratılışın Gayeli Misafiri

İnsanlık tarihi, çağlar boyunca varoluşun ve bu varoluşun getirdiği sorumlulukların bilinciyle yoğrulmuş, ilahi bir denge üzerine kurulu bir hikayeden ibarettir. Kutsal metinler, bilgelik sözleri ve edebiyatın en derin eserleri, bu hikayeyi farklı açılardan ele alarak insanı, evrenin ve ilahi düzenin merkezine yerleştirmiştir.
Bu merkezi konumun getirdiği sorumlulukları, ömür sermayesini ve en nihayetinde ebedi hayatın kaçınılmazlığını ele alalım.

Kendini Başıboş Zannetme:

Misafirhanenin Hikmeti
“Kendini başıboş zannetme. Zira şu misafirhane-i dünyada nazar-ı hikmetle baksan, hiçbir şeyi nizamsız, gayesiz göremezsin. Nasıl sen nizamsız, gayesiz kalabilirsin?” sözü, insanın bu dünyadaki varoluşunun temel bir amacının olduğunu anlatır. Tarih boyunca, insanlık varoluşun anlamını sorgulamıştır. Edebi eserler, bu sorgulamayı işlerken, tabiat bilimleri kâinatın mükemmel düzenini keşfederek bu hikmetli bakış açısını desteklemiştir. Bir ağacın büyümesi, bir çiçeğin açması, gezegenlerin yörüngelerinde dönmesi… Her şey bir nizama, bir düzene tabidir. İnsanın bu düzenin dışında, amaçsız bir şekilde var olması düşünülemez. İnsan, bu misafirhaneye bir görevle gelmiştir ve bu görevin bilinciyle yaşamalıdır.

Vazifesiz Kalınmaz: Kabir ve Diriliş
“Vazifesiz olup, kabre girip, uyandırılmamak üzere rahat yatamazsınız.” ifadesi, insanın bu dünyadaki görevinin, ölümle son bulmayacağını hatırlatır. Tarihi ve edebi metinlerde, ölüm sonrasında bir diriliş ve hesap inancı daima var olmuştur. Mısır piramitlerinden, eski Yunan mitolojisine, semavi dinlere kadar birçok kültür, ölümün bir son değil, bir başlangıç olduğuna inanmıştır. Bu inanç, insanı, sadece bu dünyalık bir varlık olarak değil, ebedi bir yolculuğun yolcusu olarak konumlandırır. İnsan, kendisine verilen nimetleri (meyve, ateş, hububat, hayvanat, nebatat) ve bu nimetlerin içindeki mükemmel sanatı görmeli ve bu güzelliklerin yaratıcısından kaçıp, görevsiz bir şekilde yok olamayacağını anlamalıdır.

Sultan-ı Ezelî’ye İntisap ve Ebedî Saadet
“Sultan-ı Ezelî’ye iman ile intisab eden ve amel-i sâlih ile itaat eden bir insan, şu misafirhane-i dünya menzillerinden ve âlem-i berzah ve âlem-i mahşer dairelerinden ve hâkeza kabirden sonraki bütün âlemlerin geniş hududlarından berk ve burak sür’atinde geçer. Tâ saadet-i ebediyeyi bulur.” sözü, bu yolculuğun nasıl hızlanacağını ve nihai amacına nasıl ulaşılacağını açıklar. İman ve salih amel, insanın ebedi hayata giden yoldaki en büyük azığıdır. Tarihte, inançları uğruna büyük fedakarlıklar yapan insanlar bu yolu göstermişlerdir. Edebi eserler, bu zorlu ama kutlu yolculuğu, maceralı bir hikaye olarak işlemiştir. Bu söz, insanı, sadece dünyaya odaklanmak yerine, ebedi mutluluğa ulaşmak için çalışmaya teşvik eden, ibretli bir mesaj taşır.

Kur’an: Kalplere Şifa, Akıllara Kuvvet
“Kur’an kulûbe kut ve gıda ve ukule kuvvet ve gınâdır ve ruha mâ ve ziyâ ve nüfusa devâ ve şifâ olduğundan usandırmaz.” ve “Kur’an-ı Mu’cizül-Beyan’ın daire-i kudsiyesine girenler; daima nura, ihlasa, imana kuvvet verecekler…” ifadeleri, bu yolculukta en büyük rehberin Kur’an olduğunu anlatır. Tarihte Kur’an’ın getirdiği medeniyetler, bilim, sanat ve hikmet alanında büyük atılımlar yapmıştır. Edebi açıdan Kur’an, hem manevi bir gıda hem de ruhsal bir şifa kaynağıdır. Kur’an’ın ilahi mesajları, insan aklını aydınlatır, kalbini besler ve ruhuna huzur verir. Bu da, insanın bu dünyadaki görevi olan hikmet ve ilim arayışında en büyük yardımcıdır.

Sonuç: Bütünlüğün Anlamı
Bu beş farklı mesajlar, aslında tek bir bütünün parçalarıdır. İnsan, kendisine verilmiş ömür sermayesini, Kur’an’ın rehberliğinde, iman ve salih amelle kullanarak, bu misafirhaneden geçip ebedi saadete ulaşmak için yaratılmıştır. Kendini başıboş zannetmek yerine, kâinatın ve kendi varlığının mükemmel düzeni üzerine tefekkür etmeli ve bu düzenin Yaratıcısına karşı görevlerinin bilincinde olmalıdır. Her eylem, her düşünce, bu büyük yolculuğun bir parçasıdır ve kabirde son bulmayan bir geleceğin kapısını açar. Bu bütünlük, insanı sadece fiziksel bir varlık olarak değil, ruhsal ve manevi derinliği olan, sorumluluk sahibi bir varlık olarak ele alır. Bu açıdan, hayat bir oyun alanı değil, ebedi bir geleceğin inşası için bir fırsattır.

Makale Özeti:
Bu makale, yüklenen metinlerden hareketle, insanın bu dünyadaki varoluşunun anlamını ve amacını ele almaktadır. Makale, kâinattaki mükemmel düzenin, insanın da amaçsız olamayacağını gösterdiğini; ölümün bir son değil, ebedi bir geleceğe açılan bir kapı olduğunu; bu yolculukta imanın ve salih amelin en büyük azık olduğunu ve Kur’an’ın bu yolculuk için en büyük rehber olduğunu anlatmaktadır. Bu kavramlar bir bütün olarak ele alındığında, hayatın amacının, bilinçli ve sorumlu bir şekilde yaşanması gereken, ebedi bir geleceğe hazırlık olduğu sonucuna varılmaktadır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




Risale-i Nur Külliyatı’ndan Kadınlarla İlgili Konular: Hikmet, İbret ve Hakikat

Risale-i Nur Külliyatı’ndan Kadınlarla İlgili Konular: Hikmet, İbret ve Hakikat

Kadın, Risale-i Nur Külliyatı’nda yalnızca toplumsal bir figür olarak değil, aynı zamanda manevi bir varlık, ailenin direği ve neslin devamının en önemli unsuru olarak ele alınır. Bediüzzaman Said Nursi, eserlerinde kadını, yaratılış gayesi, fıtri özellikleri ve toplumdaki yeri açısından derin bir hikmet ve ibret nazarıyla inceler. O, kadının bu kainat içindeki ehemmiyetini; ruhunun inceliği, şefkatinin derinliği ve aklının hassasiyetiyle birlikte ele alır.

Kur’an-ı Kerim’de, “Onlar (kadınlar) sizin için bir elbisedir, siz de onlar için bir elbisesiniz” (Bakara, 187) buyrulur. Bu ayet, eşler arasındaki ilişkiyi sadece fiziksel bir birliktelikten öte, birbirini koruyan, tamamlayan ve güzelleştiren manevi bir bağ olarak tasvir eder. Risale-i Nur, bu ilahi hakikati işleyerek, kadının fıtrî yapısındaki zarafet ve merhamet ile nasıl bir manevi elbise olduğunu ortaya koyar.
Ayetlerle Desteklenmiş İktibaslar:
* Şefkat ve Rahmet Odaklı Yaratılış:
Risale-i Nur, kadının yaratılışında en öne çıkan özelliğin şefkat olduğunu belirtir. Bu şefkat, annelik vasfıyla zirveye ulaşır. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) “Cennet annelerin ayakları altındadır” (Nesâî) hadisi de bu hikmeti teyit eder. Nursi, bu şefkatin sadece biyolojik bir duygu olmadığını, aynı zamanda Allah’ın Rahman ve Rahim isimlerinin tecellisi olduğunu anlatır. Kadın, bu tecelli sayesinde, nesillerin yetişmesinde ve manevi terbiye kazanmasında en büyük rolü üstlenir.
* İlgili ayet: “Ey insanlar! Şüphesiz biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışasınız diye sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Allah katında en şerefliniz, takvada en ileri olanınızdır…” (Hucurat, 13)
* İffet ve Manevi Zenginlik:
Külliyat, kadının manevi güzelliğinin ve gücünün en temel kaynağının iffet ve haya olduğunu ifade eder. Bu özellikler, kadını fıtri yapısı gereği dış etkilere karşı korur ve ona manevi bir zırh sağlar. Bu zırh, aynı zamanda ailenin ve toplumun manevi yapısını koruyan bir kaledir. Risale-i Nur’da, iffetin getirdiği ulviyet ve saygınlık, kadını sadece cinsel bir obje olmaktan çıkarıp, ona manevi ve kutsal bir kimlik kazandırır.
* İlgili ayet: “Mümin kadınlara da söyle, gözlerini (haramdan) sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar…” (Nur, 31) Bu ayet, iffetin hem erkek hem de kadın için geçerli olduğunu ve her iki tarafın da manevi korunması için temel bir ilke olduğunu anlatır.

* İslam’da Kadın ve Modernleşme:
Bediüzzaman, Risale-i Nur’da kadının toplumsal hayatta hürriyet kazanması ve ilerlemesi gerektiğine inanır. Ancak bu hürriyet, fıtrata ve İslam’ın temel ahlaki prensiplerine uygun olmalıdır. Ona göre, Batı’nın modernleşme adı altında kadını metalaştırması ve iffetini zedelemesi, onun manevi değerini ve sosyal konumunu düşürmektedir. Gerçek hürriyet, nefsin esaretinden kurtulmak ve manevi değerlerle yükselmektir. Bu açıdan, edep ve haya, kadını yücelten, ona saygınlık kazandıran ve onu kötü niyetli bakışlardan koruyan esaslardır.

Makalenin Özeti
Risale-i Nur Külliyatı, kadına dair meseleleri, Kur’an’ın hikmetli bakış açısıyla ele alır. Kadını, şefkat, iffet ve haya gibi fıtrî özelliklerle donatılmış, ailenin ve toplumun manevi direği olarak tanımlar. Bu eserlerde kadın, sadece toplumsal bir unsur değil, aynı zamanda Allah’ın Rahman ve Rahim isimlerinin tecelligahı olarak görülür.
Makale, Kur’an-ı Kerim’deki Bakara 187, Hucurat 13 ve Nur 31 gibi ayetlerle bu hakikatleri destekleyerek, kadının gerçek hürriyetinin maddi süslerden ve metalaşmadan uzak, manevi değerlerle olgunlaşmakta olduğunu ortaya koyar. Bediüzzaman’a göre, kadın, bu değerlerle hem kendisine hem de topluma büyük bir fayda sağlayabilir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




Risale-i Nur Külliyatı’ndan Kadınlarla İlgili Konular: Hikmet, İbret ve Hakikat

Risale-i Nur Külliyatı’ndan Kadınlarla İlgili Konular: Hikmet, İbret ve Hakikat

Kadın, Risale-i Nur Külliyatı’nda yalnızca toplumsal bir figür olarak değil, aynı zamanda manevi bir varlık, ailenin direği ve neslin devamının en önemli unsuru olarak ele alınır. Bediüzzaman Said Nursi, eserlerinde kadını, yaratılış gayesi, fıtri özellikleri ve toplumdaki yeri açısından derin bir hikmet ve ibret nazarıyla inceler. O, kadının bu kainat içindeki ehemmiyetini; ruhunun inceliği, şefkatinin derinliği ve aklının hassasiyetiyle birlikte ele alır.

Kur’an-ı Kerim’de, “Onlar (kadınlar) sizin için bir elbisedir, siz de onlar için bir elbisesiniz” (Bakara, 187) buyrulur. Bu ayet, eşler arasındaki ilişkiyi sadece fiziksel bir birliktelikten öte, birbirini koruyan, tamamlayan ve güzelleştiren manevi bir bağ olarak tasvir eder. Risale-i Nur, bu ilahi hakikati işleyerek, kadının fıtrî yapısındaki zarafet ve merhamet ile nasıl bir manevi elbise olduğunu ortaya koyar.
Ayetlerle Desteklenmiş İktibaslar:
* Şefkat ve Rahmet Odaklı Yaratılış:
Risale-i Nur, kadının yaratılışında en öne çıkan özelliğin şefkat olduğunu belirtir. Bu şefkat, annelik vasfıyla zirveye ulaşır. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) “Cennet annelerin ayakları altındadır” (Nesâî) hadisi de bu hikmeti teyit eder. Nursi, bu şefkatin sadece biyolojik bir duygu olmadığını, aynı zamanda Allah’ın Rahman ve Rahim isimlerinin tecellisi olduğunu anlatır. Kadın, bu tecelli sayesinde, nesillerin yetişmesinde ve manevi terbiye kazanmasında en büyük rolü üstlenir.
* İlgili ayet: “Ey insanlar! Şüphesiz biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışasınız diye sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Allah katında en şerefliniz, takvada en ileri olanınızdır…” (Hucurat, 13)
* İffet ve Manevi Zenginlik:
Külliyat, kadının manevi güzelliğinin ve gücünün en temel kaynağının iffet ve haya olduğunu ifade eder. Bu özellikler, kadını fıtri yapısı gereği dış etkilere karşı korur ve ona manevi bir zırh sağlar. Bu zırh, aynı zamanda ailenin ve toplumun manevi yapısını koruyan bir kaledir. Risale-i Nur’da, iffetin getirdiği ulviyet ve saygınlık, kadını sadece cinsel bir obje olmaktan çıkarıp, ona manevi ve kutsal bir kimlik kazandırır.
* İlgili ayet: “Mümin kadınlara da söyle, gözlerini (haramdan) sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar…” (Nur, 31) Bu ayet, iffetin hem erkek hem de kadın için geçerli olduğunu ve her iki tarafın da manevi korunması için temel bir ilke olduğunu anlatır.

* İslam’da Kadın ve Modernleşme:
Bediüzzaman, Risale-i Nur’da kadının toplumsal hayatta hürriyet kazanması ve ilerlemesi gerektiğine inanır. Ancak bu hürriyet, fıtrata ve İslam’ın temel ahlaki prensiplerine uygun olmalıdır. Ona göre, Batı’nın modernleşme adı altında kadını metalaştırması ve iffetini zedelemesi, onun manevi değerini ve sosyal konumunu düşürmektedir. Gerçek hürriyet, nefsin esaretinden kurtulmak ve manevi değerlerle yükselmektir. Bu açıdan, edep ve haya, kadını yücelten, ona saygınlık kazandıran ve onu kötü niyetli bakışlardan koruyan esaslardır.

Makalenin Özeti
Risale-i Nur Külliyatı, kadına dair meseleleri, Kur’an’ın hikmetli bakış açısıyla ele alır. Kadını, şefkat, iffet ve haya gibi fıtrî özelliklerle donatılmış, ailenin ve toplumun manevi direği olarak tanımlar. Bu eserlerde kadın, sadece toplumsal bir unsur değil, aynı zamanda Allah’ın Rahman ve Rahim isimlerinin tecelligahı olarak görülür.
Makale, Kur’an-ı Kerim’deki Bakara 187, Hucurat 13 ve Nur 31 gibi ayetlerle bu hakikatleri destekleyerek, kadının gerçek hürriyetinin maddi süslerden ve metalaşmadan uzak, manevi değerlerle olgunlaşmakta olduğunu ortaya koyar. Bediüzzaman’a göre, kadın, bu değerlerle hem kendisine hem de topluma büyük bir fayda sağlayabilir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




Risale-i Nur Külliyatı’ndan Çocuklarla İlgili Konular ve İktibaslar

Risale-i Nur Külliyatı’ndan Çocuklarla İlgili Konular ve İktibaslar

Risale-i Nur Külliyatı, Bediüzzaman Said Nursi’nin eserlerinde çocuklar, özellikle onların manevi eğitimi, ölüm karşısındaki tesellileri, ebedi hayatları ve aile içindeki rolleri gibi konulara sıkça değinilmektedir. Aşağıda, külliyattan seçilmiş bazı ilgili iktibaslar ve konular yer almaktadır.

  1. **Çocukların Cennet Fikriyle Ölüm Karşısında Teselli Bulması** (Sözler, Onuncu Söz):
    “Nev-i beşerin hemen yarısını teşkil eden çocuklar, yalnız Cennet fikriyle, onlara dehşetli ve ağlatıcı görünen ölümlere ve vefâtlara karşı dayanabilirler. Ve gayet zayıf ve nâzik vücudlarında bir kuvve-i mâneviye bulabilirler. Ve her şeyden çabuk ağlayan gayet mukàvemetsiz mizâc-ı ruhlarında, o Cennet ile bir ümit bulup, mesrurâne yaşayabilirler. Meselâ, Cennet fikriyle der: ‘Benim küçük kardeşim veya arkadaşım öldü; Cennetin bir kuşu oldu, Cennette gezer, bizden daha güzel yaşar.’ Yoksa, her vakit etrafında kendi gibi çocukların ve büyüklerin ölümleri, o zayıf bîçarelerin endişeli nazarlarına çarpması, mukàvemetlerini ve kuvve-i mâneviyelerini zîr ü zeber ederek, gözleriyle beraber ruh, kalb, akıl gibi bütün letâifini dahi öyle ağlattıracak; ya mahvolup veya divâne bir bedbaht hayvan olacaktı.”
    Bu iktibas, çocukların ölüm korkusunu Cennet inancıyla aşabileceğini anlatır.
  2. **Çocuk Vefatı Üzerine Teselli** (Mektubat, On Yedinci Mektup):
    Bu mektup, bir çocuğun vefatı üzerine yazılmış olup, beş nokta üzerinden teselli sunar. Örneğin:
    – Birinci Nokta: “Kur’an’da geçen ‘وِلْدَانٌ مُخَلَّدُونَ’ ayeti, müminlerin büluğ çağına ermeden vefat eden çocuklarının cennette ebedî, sevimli ve ebeveynlerine sürur vesilesi olarak kalacağını müjdeler.”
    – İkinci Nokta: “Çocuğun vefatı, ebeveyninin nezaretinden alınıp cennete gönderilmesi gibidir; çocuğun saadeti için bir yükseliştir ve ebeveyne şefaatçi olur.”
    – Üçüncü Nokta: “Çocuk, Rahîm bir Hâlık’ın mahlukudur ve ebeveyne muvakkaten emanet edilmiştir.”
    – Dördüncü Nokta: “Dünya fânî bir misafirhane olduğundan, çocuk vefatı ebedî bir ayrılık değildir.”
    – Beşinci Nokta: “Şefkat, Rahmet-i İlahiyenin en latîf cilvelerindendir ve ebeveyni Allah’a yakınlaştırır.”
    Bu mektup, çocuk kaybının manevi hikmetlerini ele alır.
  3. **Çocukların Ebedi Çocukluğu** (Sözler, Otuz İkinci Söz):
    “Zira çocuklar sinn-i teklife girmediklerinden, ebedî, sevimli, şirin çocuk olarak kalacaklar.”
    Cennette çocukların ebedi olarak çocuk kalacağı belirtilir.
  4. **Hasta Çocuk ve Hekim Benzetmesi** (Sözler, Yirmi Üçüncü Söz):
    “Meselâ, hasta bir çocuk çağırır: ‘Yâ hekim, bana bak.’ Hekim ‘Lebbeyk,’ der. ‘Ne istersin?’ Cevap verir. Çocuk ‘Şu ilâcı ver bana’ der.”
    Bu, dua ve talebin hikmetini çocuk üzerinden anlatır.

Bu iktibaslar, Risale-i Nur’un çocuklar konusunu manevi eğitim, teselli ve ebedi hayat açısından işlediğini gösterir.

### Çocuklar: Manevi Bir Emanet ve Ebedi Saadet Vesilesi

Çocuklar, kainatın en narin çiçekleri gibidir; rüzgarın hafif esintisinde titreyen, ama kökleri hikmet dolu bir ağacın dallarında yeşeren. Tarih boyunca medeniyetler, çocukları geleceğin tohumu olarak görmüş; Antik Yunan’da Platon’un “Cumhuriyet”inde ideal devletin temeli olarak eğitilmeleri savunulmuş, Ortaçağ İslam alimleri gibi İbn-i Sina, çocuk sağlığını ilmi bir disiplin haline getirmişti. Ancak Risale-i Nur’un penceresinden bakıldığında, çocuklar yalnızca biyolojik bir miras değil, ilahi bir emanet ve imtihan vesilesidir. Bu makale, çocukları hikmetli bir bakışla ele alacak; edebi bir üslupla onların masumiyetini, tarihi örneklerle geçmişteki değerini, ibretli hikayelerle derslerini, ilmi ve bilimsel verilerle önemini, akli ve mantıki delillerle sorumluluğumuzu, düşündürücü sorularla derinliğini irdeleyecek. Ve tüm bunları, Kur’an-ı Kerim’in ilgili ayetleriyle destekleyerek.

Edebi bir tasvirle başlayalım: Çocuk, bir bahar yağmuru gibi taze ve bereketlidir; gözlerinde kainatın sırları gizli, gülüşünde cennetin yansıması vardır. Bediüzzaman’ın ifadesiyle, çocuklar “gaybî bir el ile idare ve terbiye olunurlar.” Tarih, bize çocuklara dair ibretli dersler sunar. Örneğin, Hz. Yusuf’un kıssasında kardeşleri tarafından kuyuya atılması, çocuk masumiyetinin nasıl zulme uğrayabileceğini gösterir; ama ilahi hikmetle Mısır’a sultan olması, sabrın meyvesini anlatır. Benzer şekilde, modern tarihte, II. Dünya Savaşı’nda milyonlarca çocuğun kaybı, savaşın vahşetini ve barışın değerini düşündürür. Bu tarihi gerçekler, bizlere sorar: Çocuklarımızı hangi emanete layık görüyoruz?

İlmi ve bilimsel açıdan, çocuklar beyin gelişiminin en hızlı olduğu dönemde, nöroplastisite sayesinde öğrenmeye en açık varlıklardır. Psikoloji bilimi, Piaget’in bilişsel gelişim teorisinde çocukların aşamalı olarak mantık kazandığını gösterir; bu, akli bir delil olarak, ebeveynlerin erken eğitimdeki rolünü mantıki bir zorunluluk haline getirir. Mantıken düşünelim: Bir çocuk, çevresinden aldığı girdilerle şekillenir; eğer sevgi ve ilimle beslenmezse, toplumun yarası olur. Düşündürücü bir soru: Bilim, genetik mirasın %50’sini çevreye bağlarken, neden manevi eğitimi ihmal ediyoruz?

Kur’an-ı Kerim, bu hikmetleri ayetlerle destekler. Örneğin, Teğâbun Suresi 15. ayette: “Mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan vesilesidir. Allah’ın sevgi ve taatini mal ve evlat sevgisine tercih edenleri Allah katında büyük bir mükâfat beklemektedir.”
Bu ayet, çocukların bir fitne (imtihan) olduğunu bildirir; akli olarak, onları aşırı sevmek dünyevi bağları artırır, mantıken ise Allah’a yönelmeyi teşvik eder. Benzer şekilde, Enfâl Suresi 28. ayette: “İyi bilin ki, mallarınız ve evlatlarınız sizin için ancak birer imtihan sebebidir. Büyük mükâfatın ise yalnız Allah’ın yanında olduğunu unutmayın.”
Bu, tarihi bir ibretle eşleşir: Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’i kurban etme emri, evlat sevgisinin ilahi sevgiye tabi olmasını öğretir.

Çocuk yetiştirme konusunda, Bakara Suresi 233. ayet: “Anneler, emzirme süresini tamamlatmak isteyen babalar için çocuklarını iki tam yıl emzirirler… Kimse gücünün yetmeyeceği şeyle sorumlu tutulamaz.”
Bu ayet, bilimsel olarak anne sütünün bağışıklık sistemini güçlendirdiğini destekler; edebi bir hikmetle, şefkatin ilahi bir cilve olduğunu gösterir. İsra Suresi 31. ayette: “Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Onların da sizin de rızkınızı elbette biz veriyoruz.”
Bu, cahiliye döneminin kız çocuklarını diri diri gömmesini ibretli bir tarih dersi olarak kınar; düşündürücü olarak, modern toplumda ihmal edilen çocukların geleceğini sorgulatır.

Nisa Suresi 9. ayet: “Arkalarında eli ermez, gücü yetmez küçük çocuklar bıraktıkları takdirde, onların halleri nice olur diye endişe edenler, aynı endişeyi diğer insanlar için de taşıyıp yetimlerin hakkına dokunmaktan öylece korkup ürpersinler.”
Bu, yetim çocuklar için empatiyi mantıki bir emir kılar; ilmi olarak, travma yaşayan çocukların psikolojik gelişimini etkilediğini biliriz. Tahrim Suresi 6. ayet: “Ey iman edenler! Hem kendinizi hem de âilenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan o müthiş cehennem ateşinden koruyun!”
Bu, ebeveynliğin manevi sorumluluğunu anlatır; hikmetli bir şekilde, çocuğun eğitimiyle ailenin kurtuluşunu bağlar.

Sonuçta, çocuklar birer nurdur; onları hikmetle yetiştirmek, ebedi saadetin anahtarıdır. Düşündürücü bir soruyla bitirelim: Ya çocuklarımıza Cennet’i öğretmezsek, onlar ölümün karanlığında nasıl dayanır?

### Makalenin Özeti

Bu makale, Risale-i Nur’un çocuklar hakkındaki görüşlerini temel alarak, onların manevi emanet olduğunu anlatır. Tarihi, ibretli ve edebi örneklerle çocukların değerini, ilmi ve bilimsel verilerle gelişimlerini, akli ve mantıki delillerle sorumluluklarımızı ele alır. Kur’an ayetleri (örneğin Teğâbun 15, Enfâl 28, Bakara 233, İsra 31, Nisa 9, Tahrim 6) ile desteklenen muhteva, çocukların imtihan vesilesi olduğunu ve doğru yetiştirilmelerinin ebedi saadete vesile olacağını düşündürür. Özetle, çocuklar Cennet’in kuşlarıdır; onları şefkatle korumak, ilahi bir vazifedir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




Tesettür: İffetin Kudret Tacı

Tesettür: İffetin Kudret Tacı

İnsan, yaratılış itibarıyla şerefli ve muhterem bir varlıktır. Bu şerefin muhafazası, fıtrî kanunlara riayetle mümkündür. Tesettür de bu fıtrî kanunlardan biridir. Risale-i Nur Külliyatı’nda tesettür, sadece bir örtünme meselesi değil; iman, edep, hikmet ve sosyal hayatın saadetini temin eden bir esas olarak ele alınır. 

### **1. Tesettürün Hikmeti ve Fıtrîliği**
Bediüzzaman Said Nursî, *Lem’alar* eserinde tesettürü, “kadınlar için fıtrî bir emr-i İlâhî” olarak nitelendirir. (Lem’alar, 24. Lem’a) Tesettür, kadının izzetini koruyan bir zırhtır. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de:
**“Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına söyle, dış örtülerini üzerlerine alsınlar. Bu, onların tanınıp incitilmemelerine en elverişli olandır.”** (Ahzâb Sûresi, 33:59)
buyrulur. Bu ayet, tesettürün toplumsal huzurun temini için bir emir olduğunu gösterir. 

Bediüzzaman, tesettürün hikmetini şöyle açıklar:
*“Kadınlar, hilkat-i fıtriyesi itibarıyla nazik ve nazenindir. Onların açık saçıklığı, hem kendi şahsiyetlerini zedeler, hem de toplumun ahlâkî dengesini bozar.”* (Sözler, 24. Söz) 

### **2. Tesettür ve Toplumun Huzuru**
Tarih boyunca medeniyetler, kadının iffeti üzerine bina edilmiştir. Roma’nın çöküşünde, Pompei’nin helâkinde ahlâkî çözülmenin rolü inkâr edilemez. Kur’ân’da iffetin emredilmesi, toplumun saadeti içindir:
**“Mü’min kadınlara da söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar…”** (Nûr Sûresi, 24:31) 

Bediüzzaman, *Hanımlar Rehberi*’nde şu ibretli tesbiti yapar:
*“Kadın, ya pırlanta gibi mücevherattan sayılır, saklanır; ya da süflî hislerin hedefi olur. Birinci yol izzet, ikinci yol zillettir.”* 

### **3. Tesettürün Akli ve İlmî Delilleri**
– **Psikolojik Boyut:** Modern psikoloji, insanın mahremiyet ihtiyacını kabul eder. Tesettür, ruhî asalet ve özgüveni besler.
– **Sosyolojik Boyut:** Açık-saçıklık, aile kurumunu zayıflatır. Batı’da artan boşanma oranları bunun isbatıdır.
– **Biyolojik Boyut:** Kadın ve erkek fıtratı farklıdır. Tesettür, fıtrî çekim kanununu disipline eder. 

### **4. Tesettür: İbadet ve İman Bağı**
Tesettür, sadece bir kıyafet meselesi değil, kalbin Allah’a bağlılığıdır. Nûr Sûresi’nde:
**“Bu (örtünme), takvâ elbisesidir. Böylece tanınıp eziyet görmemeleri umulur.”** (Nûr Sûresi, 24:60)
Bediüzzaman, *“Tesettür, imanın bir cilvesidir”* der. (Mektubat, 29. Mektup) 

### **5. Tarihten İbret: İffetin Zaferi**
Hz. Meryem’in iffeti, Kur’ân’da övülür. (Meryem Sûresi, 19:16-22) Asr-ı Saadet’te tesettür, kadınların izzetini yükseltmiştir. Bugün Batı’da “modest fashion” (iffetli moda) akımının yükselişi, tesettürün evrenselliğini gösterir. 

### **Özet**
1. **Tesettür, fıtrî bir emirdir.** Kadının ve toplumun huzuru için farzdır.
2. **Kur’ân’ın emridir.** Ahzâb 59 ve Nûr 31 gibi ayetler, tesettürü emreder.
3. **Akıl ve ilim tesettürü destekler.** Psikolojik, sosyolojik ve biyolojik faydaları vardır.
4. **Tesettür, imanın gereğidir.** Takvâ elbisesidir.
5. **Tarih, iffeti övmüştür.** İffetli toplumlar ayakta kalmıştır. 

**Sonuç:** Tesettür, kadını değerli kılan bir taçtır. Onu sıradanlıktan kurtarır, “pırlanta” yapar. 

**“İffet, insanın kendine saygısıdır. Tesettür ise bu saygının süsüdür.”**

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




İnsanlığın Sermayesi ve Hesabı

İnsanlığın Sermayesi ve Hesabı

İnsanlık tarihi, çağlar boyunca varoluşun ve bu varoluşun getirdiği sorumlulukların bilinciyle yoğrulmuş, ilahi bir denge üzerine kurulu bir hikayeden ibarettir. Kutsal metinler, bilgelik sözleri ve edebiyatın en derin eserleri, bu hikayeyi farklı açılardan ele alarak insanı, evrenin ve ilahi düzenin merkezine yerleştirmiştir.

Adalet Terazisi: Zerre Kadar Zulmedilmez

Enbiyâ Suresi’nin 47. ayeti, kâinatın en temel prensiplerinden birini, yani adaleti anlatmaktadır. “Kıyâmet günü için, Adâlet terazileri kuracağız. Öyle ki, hiç bir kimseye, zerre kadar zulmedilmeyecek. Yapılan iş, bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getirip ortaya koyacağız. Hesap görücü olarak Biz yeteriz!” Bu ayet, insanın yaptığı her eylemin, en küçüğünden en büyüğüne kadar kayıt altında olduğunu ve bir gün mutlaka karşısına çıkacağını hatırlatır. Tarih boyunca, adalet arayışı insanlık mücadelesinin en temel dinamiklerinden biri olmuştur. Edebi eserler, haksızlığa karşı isyanı, zulme karşı direnişi işlemiştir. Bu ilahi adalet terazisi, sadece büyük suçları değil, aynı zamanda günlük hayatın en küçük inceliklerini, iyiliklerini ve hatalarını da tartacaktır. Birine söylenen bir güzel söz, birine atılan kötü bir bakış, bir hardal tanesi kadar da olsa, o terazide yerini alacaktır. Bu, insanı her anını dikkatle yaşamaya davet eden, düşündürücü bir prensiptir.

İnsanın Esmâ-i İlâhîyye’nin Cilvesi Olması

Risale-i Nur’dan alıntılanan metinde, insanın yaratılıştaki eşsiz konumuna işaret eder. “Makine-i insaniyede yüzer âlet var. Her birinin elemi ayrı, lezzeti ayrı, vazifesi ayrı, mükâfatı ayrıdır. Âdeta insan-ı ekber olan âlemde tecelli eden bütün esma-i İlahiye, bir âlem-i asgar olan insanda dahi o esmanın umumiyetle cilveleri var.”
Bu ifade, insanı, kâinatın küçültülmüş bir modeli olarak tanımlar.
Muazzam bir doğada tecelli eden tüm ilahi isimler, insanın içinde de yansımalarını bulur. Güzelliğe hayran olma (Cemal), kudret karşısında acziyet duyma (Kadir), bilginin peşinden koşma (Alim) gibi özellikler, insanın ruhsal “aletleri”dir. Her bir duygunun, düşüncenin ve eylemin kendine özel bir acısı ve lezzeti vardır. Bu, insanın her anının, ilahi bir sanat eseri olarak şekillendiğini ve bu sanatın farkındalığıyla yaşanması gerektiğini hatırlatır. İnsan, kendi içindeki bu ilahi tecellilerin farkına vardıkça, hem kendini hem de yaratılışı daha derin bir anlamla kavrar.

Ömür: Azim Bir Sermaye
Risale-i Nur’da, insanın bu dünyadaki varoluşunun temel amacını ve elindeki en büyük sermayeyi net bir şekilde ifade eder:
“Azîm bir sermaye elinde bulunan insan, burada ticaret ile ebedî daimî bir hayatın saadetine çalışmak için gelmiştir. Onun eline verilen sermaye de ömürdür.”
Bu, tarihi ve edebi bir perspektiften bakıldığında, insanın bir yolculukta olduğunu ve bu yolculuğun sonunda bir varış noktasının bulunduğunu gösterir. Tarih boyunca birçok düşünür ve mutasavvıf, hayatı bir ticaret olarak görmüştür. Bu ticaretin kârı, ebedi bir saadet, zararı ise bitmeyen bir azaptır.
Ömür, tıpkı yemyeşil bir yol gibi, ilerledikçe güzellikleri ve zorlukları barındırır. Bu sermayeyi nasıl kullanacağımız, gelecekteki ebedi hayatımızı şekillendirecektir. Bu, insanı sadece anı yaşamak yerine, her anını geleceğe yatırım yapmak amacıyla kullanmaya teşvik eden, ibret verici bir düşüncedir.

Hikmet ve İlim: Yaratılışın Anlamı, hikmet ve ilim kavramlarını anlatır. “hikmet ile iş görmek ilim ile olur… Ölçü ile, tartı ile san’atkârane yapan; elbette kuvvetli bir ilme istinaden yapar” ve “O, yarattığını bilmez mi? O, Latif’tir; Habir’dir.” Bu sözler, yaratılıştaki mükemmel düzenin, ilahi bir ilim ve hikmet eseri olduğunu anlatır. Kuşların yuva yapması, doğanın mevsimlerle değişimi gibi tüm olaylar, ilahi bir ölçü ve düzen ihtiva eder. Bu ilim, insana da verilmiştir. İnsan, ilim ve hikmetle hareket ettikçe, sadece kendi hayatını değil, çevresini de güzelleştirir. Bu, insanın varoluş bir görevi olarak, sürekli öğrenme ve kendini geliştirme çabası içinde olması gerektiğini gösterir. Bu açıdan, her eylemimizin bir bilgelik ve ilim süzgecinden geçmesi, bizi daha anlamlı bir hayata taşıyacaktır.

Sonuç: Bütünlüğün Anlamı
Bu dört farklı mesajlar, aslında tek bir bütünün parçalarıdır. İnsan, kendisine ömür adında bir sermaye verilmiş, kâinatın küçültülmüş bir modeli olan, ilahi isimlerin cilvesi bir varlıktır. Bu sermayeyi, ilim ve hikmetle kullanmalı, bu dünyanın geçici ticaretini ebedi hayatın saadetine dönüştürmelidir. Her adımı, hardal tanesi kadar küçük de olsa, ilahi adalet terazisinde tartılacağının bilinciyle atmalıdır. Bu bütünlük, insanı sadece fiziksel bir varlık olarak değil, ruhsal ve manevi derinliği olan, sorumluluk sahibi bir varlık olarak ele alır. Bu açıdan, hayat bir oyun alanı değil, ebedi bir geleceğin inşası için bir fırsattır.

Makale Özeti:
Bu makale, metinlerden hareketle, insanın varoluş yolculuğunu, sorumluluklarını ve ilahi düzen içindeki yerini ele almaktadır. Makale, Enbiyâ Suresi’ndeki adalet terazisi kavramıyla her eylemin hesabının verileceğini, insanın kâinatın küçültülmüş bir modeli olduğunu ve ilahi isimlerin tecellilerini taşıdığını, ömrün ebedi hayat için bir sermaye olduğunu ve nihayetinde hikmet ve ilimle hareket etmenin önemini anlatmaktadır. Bu kavramlar bir bütün olarak ele alındığında, hayatın amacının, bilinçli ve sorumlu bir şekilde yaşanması gereken, ebedi bir geleceğe hazırlık olduğu sonucuna varılmaktadır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




HAKKA SÛRESİ

HAKKA SÛRESİ

1) el-Hâkka(tu)

(A) “Gerçekleşmesi kesin olan (hak) vaka.” Murâdif: Vâkıa 1; Kâria 1; Gâşiye 1.
(B) Nihai evre/son durum fikri; kozmolojide evrenin sonluluğu senaryoları. RNK: Onuncu Söz (Haşir).

2) Mel-Hâkka(tu)

(A) “Hâkka nedir bilir misin?” Te’kid. Murâdif: Kâria 2–3.
(B) Epistemik sarsma: dikkat uyandırma. RNK: Âyetü’l-Kübrâ giriş.

3) Ve mâ edrâke mel-Hâkka(tu)

(A) Gerçekleşecek olan kıyametin ne olduğunu sen ne bileceksin?

“Sana ne bildirdi?” Gaybî büyüklük. Murâdif: İnfitâr 17–18.
(B) Bilgi sınırlarımızın itirafı. RNK: Otuz Birinci Söz (rububiyetin heybeti).

4) Kezzebet semûdu ve ‘âdun bil-qâria (ti)

(A) Semûd ve Âd, o çarpıcı felâketi yalanladılar. Murâdif: Hûd 50–68; A‘râf 65–79.
(B) Tarihî ibret yasası. RNK: On Birinci Söz (amel-karşılık).

5) Fe-emmâ śemûdu feuhlikû bi-ttâġiye(ti)
Derken Semud, helak edildi taşkınlığıyla.

6) Ve emmâ ‘âdun fe uhlikû bi rîhin sarserin ‘âtiyeh

(A) Âd kavmi ise, uğultulu, kasıp kavuran bir fırtına ile mahvedildiler.

Âd: azgın, uğultulu rüzgârla helâk. Murâdif: Kamer 18–21.
(B) Aşırı şiddetli fırtınaların yıkıcılığı (iklim hadiseleri). RNK: Âyetü’l-Kübrâ (tabiat hadiseleri).

7) Sehharahâ aleyhim seb‘e leyalin ve semâniyete eyyâm husumen

(A) Allah onu, ardarda yedi gece, sekiz gün onların üzerine musallat etti. Öyle ki (eğer orada olsaydın), o kavmi, içi boş hurma kütükleri gibi oracıkta yere serilmiş halde görürdün.

7 gece 8 gün sürüp kök söktüren kasırga. Murâdif: Hâkka 7; Fussilet 16.
(B) Uzayan ekstrem hava olayı. RNK: Lem’alar (hikmet-musibet).

7) Fe terâl-qavme fîhâ sar‘â ke ennehum a‘câzu nahlin hâviyeh

(A) Allah onu, ardarda yedi gece, sekiz gün onların üzerine musallat etti. Öyle ki (eğer orada olsaydın), o kavmi, içi boş hurma kütükleri gibi oracıkta yere serilmiş halde görürdün.
Kökü kesik hurma kütükleri gibi serilmişler. Murâdif: Kamer 20.
(B) Görsel benzetmeyle hafızaya kazıma. RNK: Mesnevî-i Nuriye (temsil dili).

8) Fe hel terâ lehum min bâqiyeh

(A) “Ardından kalan var mı?” İbret. Murâdif: Zâriyât 44–45.
(B) Toplumların sürdürülebilirliği/çöküşü. RNK: On Dördüncü Lem’a (şükür-nankörlük).

9) Ve câe fir’avnu ve men kablehu
vel mu’tefikatu bil hatıeh.
(A) Firavun ve öncekiler, mü’tefikat (altı üstüne gelenler) günah işledi. Murâdif: Zâriyât 40; Fecr 10–14.
(B) Zorbalığın tarihî döngüsü. RNK: Yirmi Beşinci Söz (mülk-hüküm).

10) Fe ‘asav resûle rabbihim fe ehazehum ahzeten rabiyeh.

(A) Böylece Rablerinin peygamberlerine karşı geldiler, O da onları pek şiddetli bir şekilde yakalayıverdi.
Peygambere isyan → yakalayı verme. Murâdif: Nahl 113; İsrâ 16.
(B) Ahlâkî bozulma → toplumsal bedel. RNK: İktisat Risalesi (nimet hukuku).

11) İnnâ lemmâ tâğa’l-mâu hamelnâkum fil-câriyeh

(A) Su taşınca (Tufan), sizi gemide taşıdık. Murâdif: Şuarâ 119; Hûd 40.
(B) Sel/taşkın afeti; Nuhî hatıra. RNK: Âyetü’l-Kübrâ (tarihî ibretler).

12) Li nec‘alehâ lekum tezkireh ve teıyeha uzunun vaıyeh.

(A) Onu sizin için bir ibret ve öğüt yapalım ve belleyici kulaklar onu bellesin diye.
İbret ve kulaklara yerleşen öğüt. Murâdif: Kamer 17.
(B) Kolektif hafıza. RNK: Onuncu Söz (ibret).

13) Fe izâ nufihe fis-sûri nefhatün vâhideh

(A) Sûr’a tek üfleme. Murâdif: Zümer 68; Yâsîn 53.
(B) Kozmik faz değişimi—ani küresel hadiseler. RNK: Onuncu Söz (haşir mekanizması).

14) Ve hummilet il-ardu vel-cibâlu fedükketa dekketen vâhideh

(A) Yer ve dağlar tek darbe ile un ufak. Murâdif: Vâkıa 5–6; Tekvîr 3.
(B) Jeodinamik dengelerin çöküşü metaforu. RNK: Âyetü’l-Kübrâ (arz sahnesi).

15) Fe yevme izin veka‘at il-vâqıa

(A) O gün “olması kesin olan” vuku bulur. Murâdif: Vâkıa 1.
(B) Kaçınılmaz nihai an. RNK: Onuncu Söz.

16) Ve’nşakkat is-semâu fe hiye yevme izin vahiyeh

(A) Gök de yarılır ve artık o gün o, çökmeye yüz tutar.
Göğün yarılması. Murâdif: İnşikâk 1; İnfitar 1.
(B) Kozmik düzenin dağılması. RNK: Âyetü’l-Kübrâ (semâvât).

17) Vel-meleku alâ ercâihâ…

(A) Melekler kenarlarda; Arş’ı sekiz taşır. Murâdif: Zümer 75; Mü’min 7.
(B) Küllî nizamın idare sembolizmi. RNK: Otuz İkinci Söz (melekler).

18) Yevme izin tu‘radûne lâ tehfâ minkum hâfiyeh

(A) Arz, hiçbir şey gizli kalmaz. Murâdif: Tâhâ 7; Hâkka 25’e bağ.
(B) Kayıt prensibi—iz bırakma. RNK: On Birinci Söz (amel defteri).

19) Fe emmâ men ûtiye kitâbehû bi yemînihî feyekûlu hâumu-kraû kitâbiyeh

(A) İşte o vakit, kitabı kendisine sağından verilen kimse der ki: “Gelin, kitabımı okuyun!”
Kitabı sağdan verilenin sevinci. Murâdif: İnşikâk 7–9.
(B) “Pozitif bilanço” psikolojisi. RNK: Yirmi Üçüncü Söz (mükâfat).

20) İnnî zanentu ennî mulâkin hisâbiyeh

Zaten ben biliyordum ki kıyamet günü kavuşacağım hesabıma.

21) Fe huve fî ‘îşetin râdıye (tin)

(A) Gönül hoşluğu içinde yaşam. Murâdif: Gâşiye 8–9.
(B) Esenlik (well-being)in manevi temeli. RNK: Yirmi Dördüncü Söz (şükür-lezzet).

22) Fî cennetin ‘âliye (tin)

(A) Yüce cennet. Murâdif: Hâkka 22; Muhammed 15.
(B) Hiyerarşik mükâfat. RNK: On Dokuzuncu Mektup.

23) Kutûfuhâ dâniye(tun)

(A) Meyveleri yakın. Murâdif: İnsân 14; Rahman 54.
(B) Erişilebilir nimetin psikolojisi. RNK: İktisat Risalesi (nimet şuuru).

24) Kulû veşrabû henî-en bimâ esleftum fî-l-eyyâmi-lḣâliye(ti)

(A) Geçmiş amellerinizin karşılığı olarak afiyetle yeyin/için. Murâdif: Tur 19.
(B) Emek-ödül ilkesi. RNK: On Birinci Söz.

25) Ve emmâ men ûtiye kitâbehu bişimâlihi feyekûlu yâ leytenî lem ûte kitâbiyeh

(A) Kitabı kendisine sol tarafından verilen ise şöyle der: “Keşke kitabım bana verilmeseydi.”
Kitabı solundan/ardından verilenin feryadı. Murâdif: İnşikâk 10–12.
(B) Suç-ceza bilişsel çöküşü. RNK: Yirmi Altıncı Söz (nefsin hilesi).

25) feyekûlu yâ leytenî lem ûte kitâbiyeh

(A) “Keşke kitabım verilmeseydi!” Pişmanlık. Murâdif: Kehf 49.
(B) Geriye dönük pişmanlık (counterfactual). RNK: Yirmi Altıncı Mektup (muhasebe).

26) Ve lem edri mâ hisâbiyeh

(A) “Hesabımı bilmeseydim.”
(B) Yüzleşmeden kaçış. RNK: Lem’alar (nefsin mazereti).

27) Yâ leytehâ kâneti-lkâdiye(tu)

(A) “Keşke ölüm her şeyi bitirseydi!” Murâdif: Câsiye 24.
(B) Nihilizm arzusunun iflası. RNK: Onuncu Söz.

28) Mâ aġnâ ‘annî mâliyeh

(A) “Malım fayda vermedi.” Murâdif: Şuarâ 88–89.
(B) Servetin bağlama bağlı değeri. RNK: İktisat Risalesi.

29) Heleke ‘annî sultâniyeh

(A) “Nüfuzum yok oldu.” Murâdif: Mü’min 16.
(B) Sosyal sermayenin çöküşü. RNK: Yirmi Beşinci Lem’a (tevekkül).

30) Ḣużûhu feġullûh(u)

(A) “Yakalayın, zincire vurun.” Murâdif: Mü’min 71–72.
(B) Cezanın kişiye özgü icrası. RNK: On Birinci Söz.

31) Sümme’l-cehîme sallûhu

(A) Cehîme atın. Murâdif: Gâşiye 4.
(B) Karşılığın caydırıcılığı. RNK: Lem’alar (ucub-gurur).

32) Śumme fî silsiletin żer’uhâ seb’ûne żirâ’an feslukûh(u)

(A) “Sonra uzunluğu yetmiş arşın olan zincire vurun onu.”
Murâdif: Mü’min 71.
(B) Vurgu: ağır yaptırım metaforu. RNK: Şuâlar (dehşet tabloları ibreti).

33) İnnehû kâne lâ yu’minu billâhi’l-azîm

(A) Büyük Allah’a iman etmiyordu. Murâdif: Mutaffifîn 36.
(B) İnanç-ahlâk bağı. RNK: Otuz Üçüncü Söz.

34) Ve lâ yahuddu ‘alâ ta‘âmi’l-miskîn

(A) Yoksulu doyurmaya teşvik etmezdi. Murâdif: Mâûn 1–3.
(B) Sosyal adalet: paylaşım etiği. RNK: İktisat Risalesi.

35) Fe leyse lehu’l-yevme hâhunâ hamîm

(A) Bugün burada samimi dost yok. Murâdif: Şuarâ 101.
(B) Enstrümantal ilişkilerin çöküşü. RNK: Uhuvvet Risalesi (hakiki kardeşlik).

36) Ve lâ ta‘âmûn illâ min gislin

(A) Sadece irin/kanlı artık. Murâdif: Duhân 43–46.
(B) Kötülüğün tadına dönüş metaforu. RNK: Yirmi Dördüncü Söz.

37) Lâ ye’kuluhû illâ’l-hâtiûn

(A) Onu ancak günahkârlar yer. Murâdif: Sâffât 62–68.
(B) “Amelinin mahsulü” ilkesi. RNK: On Birinci Söz.

38) Felâ uqsimu bimâ tubsırûn

(A) Andolsun gördüklerinize,
Murâdif: Zuhruf 84.
(B) Duyu verisi → şehadet. RNK: Âyetü’l-Kübrâ (gözlem).

39) Ve mâ lâ tubsırûn

(A) Görmediklerinize de. Murâdif: Bakara 3 (gayb).
(B) Görünmeyenin rasyonel kabulü (indüksiyon/ilke). RNK: Mesnevî-i Nuriye.

40) İnnehû le kavlu resûlin kerîm

(A) Bu, şerefli bir elçinin sözüdür (Cebrâil’le tilavet). Murâdif: Tekvîr 19–21.
(B) Vahyin aracı-kaynak ayrımı. RNK: Yirminci Mektup (vahiy).

41) Vemâ huve bikavli şâ’ir(in)(c) kalîlen mâ tu/minûn(e)

(A) Şair sözü değil—az inanırsınız. Murâdif: Yâsîn 69.
(B) Estetik retorikten ayrı ilahî hitap. RNK: Yirmi Beşinci Söz (i’câz).

42) Velâ bikavli kâhin(in)(c) kalîlen mâ teżekkerûn(e)

(A) Kâhin sözü değil—az düşünürsünüz. Murâdif: Tûr 29; Hâkka 43’e geçit.
(B) Kehanet-vahiy farkı. RNK: Yirmi Beşinci Söz.

43) Tenzîlün min rabbi’l-âlemîn

(A) Âlemlerin Rabbinden indirilmiştir. Murâdif: Secde 2.
(B) İlâhî menşe. RNK: Âyetü’l-Kübrâ.

44) Velev tekavvele ‘aleynâ ba’da-l-ekâvîl(i)

(A) (Eğer (Peygamber) bize atfen bazı sözler uydurmuş olsaydı, Murâdif: Şûrâ 24.
(B) Vahyin güvenlik maddesi. RNK: Yirmi Beşinci Söz.

45) Le ahaznâ minhu bi’l-yemîn

(A) Sağından yakalardık.
(B) Yaptırım yetkisi. RNK: Mektubat (nübüvvetin emniyeti).

46) Śumme lekata’nâ minhu-lvetîn(e)

(A) Can damarını koparırdık.
(B) En ağır menfaat çatışması dahi engellenir. RNK: Yirmi Beşinci Söz.

47) Femâ minkum min ehadin ‘anhu hâcizîn

(A) Hiç kimse engelleyemezdi.
(B) Vahyin bağımsızlığı. RNK: Âyetü’l-Kübrâ.

48) Ve innehû le tezkiretun lil-muttaqîn

(A) Bu, muttakîler için öğüttür. Murâdif: Zâriyât 55.
(B) Seçici dikkat—hidayetle açılan anlam. RNK: Lem’alar (ihlâs).

49) Ve-innâ lena’lemu enne minkum mukeżżibîn(e)

Ve şüphe yok ki biz, elbette biliriz, sizden, yalanlayanlar vardır.

50) Ve-innehu lehasratun ‘alâ-lkâfirîn(e)

Ve şüphe yok ki Kur’an, kafirlere adeta bir hasrettir.

51) Ve innehû le-hakku’l-yakîn

(A) O, hakku’l-yakîndir. Murâdif: Tekâsür 5–7 (ilm/ayn/hakk).
(B) Bilgi mertebeleri teorisi. RNK: Onuncu Söz (yakîn tabakaları).

52) Fe sebbih bismi rabbik el-azîm

(A) Büyük Rabbinin ismini tesbih et. Murâdif: Vâkıa 96; A‘lâ 1.
(B) Zihin-kalp hizalaması (zikir/şükür). RNK: Cevşenü’l-Kebîr meali ve şerhleri yerine Sözler – Otuz Üçüncü Söz (Esma).

Kısa Genel Netice

Kıyametin hak oluşu (1–3) → tarihî inkâr-helak örnekleri (4–12) → kıyamet sahneleri (13–18) → amel defteri ve iki akıbet (19–37) → vahyin kaynağı ve güvenliği (38–47) → öğüt ve tesbihle kapanış (48–52).

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




HAKKA SÛRESİ

HAKKA SÛRESİ

1) el-Hâkka(tu)

(A) “Gerçekleşmesi kesin olan (hak) vaka.” Murâdif: Vâkıa 1; Kâria 1; Gâşiye 1.
(B) Nihai evre/son durum fikri; kozmolojide evrenin sonluluğu senaryoları. RNK: Onuncu Söz (Haşir).

2) Mel-Hâkka(tu)

(A) “Hâkka nedir bilir misin?” Te’kid. Murâdif: Kâria 2–3.
(B) Epistemik sarsma: dikkat uyandırma. RNK: Âyetü’l-Kübrâ giriş.

3) Ve mâ edrâke mel-Hâkka(tu)

(A) Gerçekleşecek olan kıyametin ne olduğunu sen ne bileceksin?

“Sana ne bildirdi?” Gaybî büyüklük. Murâdif: İnfitâr 17–18.
(B) Bilgi sınırlarımızın itirafı. RNK: Otuz Birinci Söz (rububiyetin heybeti).

4) Kezzebet semûdu ve ‘âdun bil-qâria (ti)

(A) Semûd ve Âd, o çarpıcı felâketi yalanladılar. Murâdif: Hûd 50–68; A‘râf 65–79.
(B) Tarihî ibret yasası. RNK: On Birinci Söz (amel-karşılık).

5) Fe-emmâ śemûdu feuhlikû bi-ttâġiye(ti)
Derken Semud, helak edildi taşkınlığıyla.

6) Ve emmâ ‘âdun fe uhlikû bi rîhin sarserin ‘âtiyeh

(A) Âd kavmi ise, uğultulu, kasıp kavuran bir fırtına ile mahvedildiler.

Âd: azgın, uğultulu rüzgârla helâk. Murâdif: Kamer 18–21.
(B) Aşırı şiddetli fırtınaların yıkıcılığı (iklim hadiseleri). RNK: Âyetü’l-Kübrâ (tabiat hadiseleri).

7) Sehharahâ aleyhim seb‘e leyalin ve semâniyete eyyâm husumen

(A) Allah onu, ardarda yedi gece, sekiz gün onların üzerine musallat etti. Öyle ki (eğer orada olsaydın), o kavmi, içi boş hurma kütükleri gibi oracıkta yere serilmiş halde görürdün.

7 gece 8 gün sürüp kök söktüren kasırga. Murâdif: Hâkka 7; Fussilet 16.
(B) Uzayan ekstrem hava olayı. RNK: Lem’alar (hikmet-musibet).

7) Fe terâl-qavme fîhâ sar‘â ke ennehum a‘câzu nahlin hâviyeh

(A) Allah onu, ardarda yedi gece, sekiz gün onların üzerine musallat etti. Öyle ki (eğer orada olsaydın), o kavmi, içi boş hurma kütükleri gibi oracıkta yere serilmiş halde görürdün.
Kökü kesik hurma kütükleri gibi serilmişler. Murâdif: Kamer 20.
(B) Görsel benzetmeyle hafızaya kazıma. RNK: Mesnevî-i Nuriye (temsil dili).

8) Fe hel terâ lehum min bâqiyeh

(A) “Ardından kalan var mı?” İbret. Murâdif: Zâriyât 44–45.
(B) Toplumların sürdürülebilirliği/çöküşü. RNK: On Dördüncü Lem’a (şükür-nankörlük).

9) Ve câe fir’avnu ve men kablehu
vel mu’tefikatu bil hatıeh.
(A) Firavun ve öncekiler, mü’tefikat (altı üstüne gelenler) günah işledi. Murâdif: Zâriyât 40; Fecr 10–14.
(B) Zorbalığın tarihî döngüsü. RNK: Yirmi Beşinci Söz (mülk-hüküm).

10) Fe ‘asav resûle rabbihim fe ehazehum ahzeten rabiyeh.

(A) Böylece Rablerinin peygamberlerine karşı geldiler, O da onları pek şiddetli bir şekilde yakalayıverdi.
Peygambere isyan → yakalayı verme. Murâdif: Nahl 113; İsrâ 16.
(B) Ahlâkî bozulma → toplumsal bedel. RNK: İktisat Risalesi (nimet hukuku).

11) İnnâ lemmâ tâğa’l-mâu hamelnâkum fil-câriyeh

(A) Su taşınca (Tufan), sizi gemide taşıdık. Murâdif: Şuarâ 119; Hûd 40.
(B) Sel/taşkın afeti; Nuhî hatıra. RNK: Âyetü’l-Kübrâ (tarihî ibretler).

12) Li nec‘alehâ lekum tezkireh ve teıyeha uzunun vaıyeh.

(A) Onu sizin için bir ibret ve öğüt yapalım ve belleyici kulaklar onu bellesin diye.
İbret ve kulaklara yerleşen öğüt. Murâdif: Kamer 17.
(B) Kolektif hafıza. RNK: Onuncu Söz (ibret).

13) Fe izâ nufihe fis-sûri nefhatün vâhideh

(A) Sûr’a tek üfleme. Murâdif: Zümer 68; Yâsîn 53.
(B) Kozmik faz değişimi—ani küresel hadiseler. RNK: Onuncu Söz (haşir mekanizması).

14) Ve hummilet il-ardu vel-cibâlu fedükketa dekketen vâhideh

(A) Yer ve dağlar tek darbe ile un ufak. Murâdif: Vâkıa 5–6; Tekvîr 3.
(B) Jeodinamik dengelerin çöküşü metaforu. RNK: Âyetü’l-Kübrâ (arz sahnesi).

15) Fe yevme izin veka‘at il-vâqıa

(A) O gün “olması kesin olan” vuku bulur. Murâdif: Vâkıa 1.
(B) Kaçınılmaz nihai an. RNK: Onuncu Söz.

16) Ve’nşakkat is-semâu fe hiye yevme izin vahiyeh

(A) Gök de yarılır ve artık o gün o, çökmeye yüz tutar.
Göğün yarılması. Murâdif: İnşikâk 1; İnfitar 1.
(B) Kozmik düzenin dağılması. RNK: Âyetü’l-Kübrâ (semâvât).

17) Vel-meleku alâ ercâihâ…

(A) Melekler kenarlarda; Arş’ı sekiz taşır. Murâdif: Zümer 75; Mü’min 7.
(B) Küllî nizamın idare sembolizmi. RNK: Otuz İkinci Söz (melekler).

18) Yevme izin tu‘radûne lâ tehfâ minkum hâfiyeh

(A) Arz, hiçbir şey gizli kalmaz. Murâdif: Tâhâ 7; Hâkka 25’e bağ.
(B) Kayıt prensibi—iz bırakma. RNK: On Birinci Söz (amel defteri).

19) Fe emmâ men ûtiye kitâbehû bi yemînihî feyekûlu hâumu-kraû kitâbiyeh

(A) İşte o vakit, kitabı kendisine sağından verilen kimse der ki: “Gelin, kitabımı okuyun!”
Kitabı sağdan verilenin sevinci. Murâdif: İnşikâk 7–9.
(B) “Pozitif bilanço” psikolojisi. RNK: Yirmi Üçüncü Söz (mükâfat).

20) İnnî zanentu ennî mulâkin hisâbiyeh

Zaten ben biliyordum ki kıyamet günü kavuşacağım hesabıma.

21) Fe huve fî ‘îşetin râdıye (tin)

(A) Gönül hoşluğu içinde yaşam. Murâdif: Gâşiye 8–9.
(B) Esenlik (well-being)in manevi temeli. RNK: Yirmi Dördüncü Söz (şükür-lezzet).

22) Fî cennetin ‘âliye (tin)

(A) Yüce cennet. Murâdif: Hâkka 22; Muhammed 15.
(B) Hiyerarşik mükâfat. RNK: On Dokuzuncu Mektup.

23) Kutûfuhâ dâniye(tun)

(A) Meyveleri yakın. Murâdif: İnsân 14; Rahman 54.
(B) Erişilebilir nimetin psikolojisi. RNK: İktisat Risalesi (nimet şuuru).

24) Kulû veşrabû henî-en bimâ esleftum fî-l-eyyâmi-lḣâliye(ti)

(A) Geçmiş amellerinizin karşılığı olarak afiyetle yeyin/için. Murâdif: Tur 19.
(B) Emek-ödül ilkesi. RNK: On Birinci Söz.

25) Ve emmâ men ûtiye kitâbehu bişimâlihi feyekûlu yâ leytenî lem ûte kitâbiyeh

(A) Kitabı kendisine sol tarafından verilen ise şöyle der: “Keşke kitabım bana verilmeseydi.”
Kitabı solundan/ardından verilenin feryadı. Murâdif: İnşikâk 10–12.
(B) Suç-ceza bilişsel çöküşü. RNK: Yirmi Altıncı Söz (nefsin hilesi).

25) feyekûlu yâ leytenî lem ûte kitâbiyeh

(A) “Keşke kitabım verilmeseydi!” Pişmanlık. Murâdif: Kehf 49.
(B) Geriye dönük pişmanlık (counterfactual). RNK: Yirmi Altıncı Mektup (muhasebe).

26) Ve lem edri mâ hisâbiyeh

(A) “Hesabımı bilmeseydim.”
(B) Yüzleşmeden kaçış. RNK: Lem’alar (nefsin mazereti).

27) Yâ leytehâ kâneti-lkâdiye(tu)

(A) “Keşke ölüm her şeyi bitirseydi!” Murâdif: Câsiye 24.
(B) Nihilizm arzusunun iflası. RNK: Onuncu Söz.

28) Mâ aġnâ ‘annî mâliyeh

(A) “Malım fayda vermedi.” Murâdif: Şuarâ 88–89.
(B) Servetin bağlama bağlı değeri. RNK: İktisat Risalesi.

29) Heleke ‘annî sultâniyeh

(A) “Nüfuzum yok oldu.” Murâdif: Mü’min 16.
(B) Sosyal sermayenin çöküşü. RNK: Yirmi Beşinci Lem’a (tevekkül).

30) Ḣużûhu feġullûh(u)

(A) “Yakalayın, zincire vurun.” Murâdif: Mü’min 71–72.
(B) Cezanın kişiye özgü icrası. RNK: On Birinci Söz.

31) Sümme’l-cehîme sallûhu

(A) Cehîme atın. Murâdif: Gâşiye 4.
(B) Karşılığın caydırıcılığı. RNK: Lem’alar (ucub-gurur).

32) Śumme fî silsiletin żer’uhâ seb’ûne żirâ’an feslukûh(u)

(A) “Sonra uzunluğu yetmiş arşın olan zincire vurun onu.”
Murâdif: Mü’min 71.
(B) Vurgu: ağır yaptırım metaforu. RNK: Şuâlar (dehşet tabloları ibreti).

33) İnnehû kâne lâ yu’minu billâhi’l-azîm

(A) Büyük Allah’a iman etmiyordu. Murâdif: Mutaffifîn 36.
(B) İnanç-ahlâk bağı. RNK: Otuz Üçüncü Söz.

34) Ve lâ yahuddu ‘alâ ta‘âmi’l-miskîn

(A) Yoksulu doyurmaya teşvik etmezdi. Murâdif: Mâûn 1–3.
(B) Sosyal adalet: paylaşım etiği. RNK: İktisat Risalesi.

35) Fe leyse lehu’l-yevme hâhunâ hamîm

(A) Bugün burada samimi dost yok. Murâdif: Şuarâ 101.
(B) Enstrümantal ilişkilerin çöküşü. RNK: Uhuvvet Risalesi (hakiki kardeşlik).

36) Ve lâ ta‘âmûn illâ min gislin

(A) Sadece irin/kanlı artık. Murâdif: Duhân 43–46.
(B) Kötülüğün tadına dönüş metaforu. RNK: Yirmi Dördüncü Söz.

37) Lâ ye’kuluhû illâ’l-hâtiûn

(A) Onu ancak günahkârlar yer. Murâdif: Sâffât 62–68.
(B) “Amelinin mahsulü” ilkesi. RNK: On Birinci Söz.

38) Felâ uqsimu bimâ tubsırûn

(A) Andolsun gördüklerinize,
Murâdif: Zuhruf 84.
(B) Duyu verisi → şehadet. RNK: Âyetü’l-Kübrâ (gözlem).

39) Ve mâ lâ tubsırûn

(A) Görmediklerinize de. Murâdif: Bakara 3 (gayb).
(B) Görünmeyenin rasyonel kabulü (indüksiyon/ilke). RNK: Mesnevî-i Nuriye.

40) İnnehû le kavlu resûlin kerîm

(A) Bu, şerefli bir elçinin sözüdür (Cebrâil’le tilavet). Murâdif: Tekvîr 19–21.
(B) Vahyin aracı-kaynak ayrımı. RNK: Yirminci Mektup (vahiy).

41) Vemâ huve bikavli şâ’ir(in)(c) kalîlen mâ tu/minûn(e)

(A) Şair sözü değil—az inanırsınız. Murâdif: Yâsîn 69.
(B) Estetik retorikten ayrı ilahî hitap. RNK: Yirmi Beşinci Söz (i’câz).

42) Velâ bikavli kâhin(in)(c) kalîlen mâ teżekkerûn(e)

(A) Kâhin sözü değil—az düşünürsünüz. Murâdif: Tûr 29; Hâkka 43’e geçit.
(B) Kehanet-vahiy farkı. RNK: Yirmi Beşinci Söz.

43) Tenzîlün min rabbi’l-âlemîn

(A) Âlemlerin Rabbinden indirilmiştir. Murâdif: Secde 2.
(B) İlâhî menşe. RNK: Âyetü’l-Kübrâ.

44) Velev tekavvele ‘aleynâ ba’da-l-ekâvîl(i)

(A) (Eğer (Peygamber) bize atfen bazı sözler uydurmuş olsaydı, Murâdif: Şûrâ 24.
(B) Vahyin güvenlik maddesi. RNK: Yirmi Beşinci Söz.

45) Le ahaznâ minhu bi’l-yemîn

(A) Sağından yakalardık.
(B) Yaptırım yetkisi. RNK: Mektubat (nübüvvetin emniyeti).

46) Śumme lekata’nâ minhu-lvetîn(e)

(A) Can damarını koparırdık.
(B) En ağır menfaat çatışması dahi engellenir. RNK: Yirmi Beşinci Söz.

47) Femâ minkum min ehadin ‘anhu hâcizîn

(A) Hiç kimse engelleyemezdi.
(B) Vahyin bağımsızlığı. RNK: Âyetü’l-Kübrâ.

48) Ve innehû le tezkiretun lil-muttaqîn

(A) Bu, muttakîler için öğüttür. Murâdif: Zâriyât 55.
(B) Seçici dikkat—hidayetle açılan anlam. RNK: Lem’alar (ihlâs).

49) Ve-innâ lena’lemu enne minkum mukeżżibîn(e)

Ve şüphe yok ki biz, elbette biliriz, sizden, yalanlayanlar vardır.

50) Ve-innehu lehasratun ‘alâ-lkâfirîn(e)

Ve şüphe yok ki Kur’an, kafirlere adeta bir hasrettir.

51) Ve innehû le-hakku’l-yakîn

(A) O, hakku’l-yakîndir. Murâdif: Tekâsür 5–7 (ilm/ayn/hakk).
(B) Bilgi mertebeleri teorisi. RNK: Onuncu Söz (yakîn tabakaları).

52) Fe sebbih bismi rabbik el-azîm

(A) Büyük Rabbinin ismini tesbih et. Murâdif: Vâkıa 96; A‘lâ 1.
(B) Zihin-kalp hizalaması (zikir/şükür). RNK: Cevşenü’l-Kebîr meali ve şerhleri yerine Sözler – Otuz Üçüncü Söz (Esma).

Kısa Genel Netice

Kıyametin hak oluşu (1–3) → tarihî inkâr-helak örnekleri (4–12) → kıyamet sahneleri (13–18) → amel defteri ve iki akıbet (19–37) → vahyin kaynağı ve güvenliği (38–47) → öğüt ve tesbihle kapanış (48–52).

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




İmar, İhya ve İnşa: Maddî ve Manevî Dirilişin Yolu

İmar, İhya ve İnşa: Maddî ve Manevî Dirilişin Yolu

Yılların maddi ve manevi yıkımını ayağa kaldırmak için topluca imar,ihya ve inşa faaliyetlerine girişilmeli ve ayağa kaldırılmalıdır. Bir yandan bu faaliyeti gönülden başlatırken,diğer yandan gözden kaçırdıklarımızı göz önüne almalı.
Ahlaki imar;inşa ve İhya faaliyeti bu her iki faaliyeti de kapsamaktadır.
Yıllardır tahrip edilen maddi ve manevi değerlerimiz birer birer ayağa kaldırılmalı.
Önce yıktıklarımızı imar ve tamir.
Sonra öldürdüklerimize hayat vermeli.
Öncelikle Dinde ve Dilde bu tamir gerçekleştirilmelidir.
Biri ahireti diğeri dünyayı temsil eder.
Sonra çöken  ve çökmüş eser ve değerlerimizi yükseltmeliyiz
Harcına maneviyatı eklemeyi unutmadan.
Bunu yaparken de tahrip edenlerin döküntü ve bakiyelerini süpürüp temizlemeyi de unutmamalı.
Yani önce şerler defedilmeli, sonra da hayırlar celbedilip önleri açılmalıdır.

********

İnsanoğlu, yalnızca taş ve toprakla değil; ahlak ve imanla, fikir ve irade ile de hayatını kurar. Tarih boyunca milletlerin yükselişi ve çöküşü, sadece sarayların, köprülerin, kalelerin inşasıyla değil; gönüllerin, fikirlerin ve faziletlerin ihyasıyla gerçekleşmiştir. Bir millet, eğer maneviyatı yıkılmış, ahlakı çökmüş, inancı sarsılmışsa; en yüksek binaları dahi dikse, gerçekte yıkıntılar arasında yaşamaktadır.

Bugün bize düşen vazife, yalnızca taş üstüne taş koymak değil; ruh üstüne ruh, fikir üstüne fikir, ahlak üstüne ahlak koyarak yeniden bir diriliş hareketine girişmektir.

  1. Maddî ve Manevî Tahribatın Telafisi

Yılların ihmali, zulmü ve gafleti, hem şehirlerimizi hem de gönüllerimizi tahrip etti. Tıpkı harap olmuş bir mescidin yeniden ihyası gibi, kalplerimizi de imar etmek zorundayız. Kur’ân-ı Kerîm bu hakikati bize şöyle bildirir:

> “Onlar yeryüzünü ıslah edildikten sonra fesada uğratmazlar.” (A’râf, 56)

Manevî fesadın en açık göstergesi ahlakî çöküntüdür. Toplumsal yozlaşmayı gidermenin yolu ise yeniden imar ve ihyadır. Önce yıkıntılar kaldırılmalı, sonra yeni bir hayat filizlendirilmelidir.

  1. Önce Yıktıklarımızı İmar, Öldürdüklerimize Hayat

Kur’an’da şöyle buyrulur:

> “Her kim bir canı diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur.” (Mâide, 32)

Bu ayet sadece fiziki hayatı kurtarmaya değil, aynı zamanda manevî ölülerin diriltilmesine de işaret eder.
İhya, yalnızca taş duvarların onarımı değil; inancın, vicdanın ve faziletin ayağa kaldırılmasıdır. Bir milletin ruhunu diriltmek, o milletin yeniden doğuşuna vesile olur.

  1. Çöken Eser ve Değerleri Yükseltmek

Bugün kütüphanelerimiz raflarla dolu olsa da, içi boşalan gönüllerimizi doldurmadıkça ilim ve hikmetten mahrum kalırız. Bu sebeple yükselişin esası değerlerin ihyasıdır.

Kur’an’da bu hakikat şöyle ifade edilir:

> “Allah, yeryüzünde kendilerine imkan verdiğimizde namazı kılarlar, zekâtı verirler, iyiliği emreder, kötülükten men ederler.” (Hac, 41)

Gerçek yükseliş; adalet, takva ve fazilet ile olur. İmar edilen her taşın, harcına maneviyat katılmadıkça, bina ruhsuz bir ceset gibi kalır.

  1. Tahrip Edenlerin Döküntülerini Temizlemek

Her inşa faaliyeti, bir yıkıntının temizliği ile başlar. Gönülleri işgal eden menfî fikirler, batıl inançlar, yozlaşmış alışkanlıklar temizlenmedikçe yeni bir diriliş mümkün değildir.

> “De ki: Hak geldi, batıl yok olup gitti. Zaten batıl yok olmaya mahkûmdur.” (İsrâ, 81)

Bu ilahî beyan, dirilişin yolunu gösterir: Önce şerler defedilmeli, sonra hayırlar davet edilmelidir.

  1. Tarihî ve İbretli Bir Ders

Tarih şahittir ki, Roma en muazzam sarayları diktiği halde ahlakı çökünce yıkılmıştır. Endülüs, en büyük ilim merkezlerini kurduğu halde iman ve ihlası kaybedince tarihten silinmiştir. Osmanlı, ahlakı ve adaletiyle dünyaya nizam vermiş, bunlar sarsıldığında ise gücünü yitirmiştir.

Bu ibretli tablo bize şunu öğretir: Bir millet, önce gönlünü ve ahlakını imar etmedikçe, taş üstüne taş koyması beyhude olur.

  1. İlmî, Aklî ve Mantıkî Boyut

Toplumların yükselişi sosyolojik, psikolojik ve ahlakî temellere dayanır. Eğer temel değerler korunmazsa, modern şehirler sadece “beton ormanları”na dönüşür. Bilimsel olarak da bilinmektedir ki, sosyal dayanışma, ahlakî normlar ve manevî değerler bir toplumun sürdürülebilir gelişmesinde en belirleyici faktörlerdir.

Bir bina, temeli çürükse nasıl çökerse; bir toplum da ahlakı çürükse en parlak medeniyetler içinde bile yok olmaya mahkûmdur.

Sonuç ve Özet

İmar, ihya ve inşa sadece şehirlerimizin değil; gönüllerimizin, ahlakımızın ve değerlerimizin yeniden ayağa kaldırılmasıdır.

Önce tahrip edilmiş olanı tamir etmek,

Sonra ölmüş olanı diriltmek,

Ardından çöken değerleri yükseltmek,

Ve bütün bunların harcına maneviyatı katmak,
gerçek bir dirilişin yoludur.

Kur’an’ın bize öğrettiği gibi: “Allah, bir kavmi, onlar kendilerini değiştirmedikçe değiştirmez.” (Ra’d, 11)

Öyleyse diriliş, her şeyden önce kendimizi ve değerlerimizi yeniden imar ve ihya ile mümkündür.

📌 Özet:

Maddî ve manevî imar bir bütündür; biri olmadan diğeri eksik kalır.

Önce yıkıntılar temizlenmeli, sonra yeni değerler inşa edilmelidir.

Maneviyat harca katılmadıkça binalar ruhsuz, toplumlar çürük kalır.

Tarih, ahlakî ve manevî imarın medeniyetlerin temeli olduğunu göstermektedir.

Gerçek diriliş, Kur’an’ın rehberliğinde; iman, ahlak ve faziletle mümkündür.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 




Gazze’nin Sessiz Çığlığı: Tarihin Tekerrüründe Bir İnsanlık Dersi

Gazze’nin Sessiz Çığlığı: Tarihin Tekerrüründe Bir İnsanlık Dersi

Tarihin tozlu sayfalarında, nice medeniyetler yükseldi ve düştü; nice halklar zulmün pençesinde inledi, nice direnişler küllerinden doğdu. Bugün, 2025’in Ağustos sıcağında, Gazze Şeridi’nin daracık sokaklarında yankılanan bombalar, bu eski hikâyelerin yankısı gibi kulaklarımızı sağır ediyor.

7 Ekim 2023’ten bu yana tam 679 gün – bir yıl, on ay, dokuz gün – süren bu çatışma, sadece bir savaş değil; insanlığın vicdanını sorgulayan bir ayna. Burada, açlığın hutbeyi kısalttığı, babaların ölü çocuklarıyla selfie çektiği, askerlerin intihar ettiği bir dünya var.
Bu makale, Gazze’nin trajedisini hikmetle yoğurarak, edebi bir dokunuşla, tarihi ibretlerle, akıl ve mantığın ışığında ele alacak; okuru düşündürmek için, belki de harekete geçirmek için.

Düşünün ki, bir Cuma günü, minberde yükselen bir imamın sesi, açlığın ağırlığı altında eziliyor: “Ey insanlar, ben açım, konuşacak gücüm yok; sizler de açsınız, dinleyecek gücünüz yok. Namazı kılın.” Bu, dünyanın en kısa hutbesi; ama belki de en derin vaazı. Tarihte, kuşatılmış şehirlerin hikâyeleriyle dolu bu anekdot, Ortaçağ’ın Haçlı Seferleri’ndeki Kudüs kuşatmalarını hatırlatır. O zaman da, açlık surları aşmıştı; bugün Gazze’de, İsrail’in ablukası altında, insani yardımlar çalınan kamyonlarda kayboluyor. Filistin İçişleri Bakanlığı’nın iddiasına göre, bu hırsız çeteleri İsrail himayesinde; yardım tırları soyulurken, çocuklar susuzluktan ölüyor.
Nobel ödüllü 23 ekonomistin mektubu, bu politikaları “açlığı derinleştiren” bir strateji olarak kınıyor – akıl yürütürsek, bu sadece askeri bir taktik değil, mantıken hesaplanmış bir soykırım aracı.
Tarih, Roma’nın Kartaca’yı tuzla kapladığı gibi, topyekûn yok etmeyi öğretir; ama ibret şudur: Zulüm, zalimi de yutar.

Gazze’nin sokaklarında, ölümün adı artık sadece bomba değil; açlık ve susuzluk. Üç yaşındaki Edhem Muhammed Ebu Urmana, Nusayrat’taki bir çadırda hayata tutunmaya çalışıyor; 16 yaşındaki Mahmud ile 25 yaşındaki Hanan kardeşler, bir saat arayla ablukanın kurbanı oldular.
Sağlık Bakanlığı verileri korkunç: 76 binden fazla şehit, 154 binden fazla yaralı; binaların yüzde 90’ı yıkık. Bu rakamlar, soğuk istatistikler değil; her biri bir hikâye.
Bir babanın, İsrail saldırısında öldürülen kızıyla son selfie’si, edebi bir trajedi gibi: Bir kol cansız bedene sarılırken, diğer el kamerayı tutuyor – modern çağın acısı, dijital bir gözyaşı. Tarihsel paralellikte, II. Dünya Savaşı’nın Holokost’unda da aileler son anlarını fotoğraflamıştı; ama mantık sorar: Neden Gazze’de bu döngü tekrarlanıyor? Çünkü güç dengesizliği, aklı kör eder; İsrail’in “Meşruiyet Birimi”nin gazetecileri Hamas üyesi göstererek hedef aldığı iddiaları, medyayı savaş alanı yapar. Washington DC’de, öldürülen gazeteciler için düzenlenen anma, “Kurtla kuzuyu yiyenler, çobanla ağlıyorlar” atasözünü doğrular – hipokrasinin edebi bir portresi.

Direnişin sesi ise, Kassam Tugayları’nın “hayalet gücü” keskin nişancılarında yükseliyor. Şucaiyye ve Tuffah mahallelerinde, Yasin 105 roketleriyle vurulan İsrail araçları, demir yığınlarına dönüşüyor; Kudüs Seriyyeleri’nin patlayıcıları, milyon dolarlık teçhizatı hurdaya çeviriyor. Bu, David-Golyat hikâyesinin modern versiyonu: Zayıfın zekâsı, güçlünün teknolojisini alt eder. Tarih, Vietnam’daki tünellerden Afganistan’daki pusulara kadar, işgalcilerin ağır kayıplarını kaydeder; Gazze’de de, tüneller ve enkazlar direnişçilere avantaj sağlar. İsrail askerlerinin Gazze’den döndükten sonraki intiharları – 17. vaka – akıl sağlığını yitirmenin trajik isbatı. Mantıken, bu “virüsten hızlı yayılan” bir tahribat; zulüm, failini de zehirler. Hikmet burada yatar: Savaş, kazanan bırakmaz; İsrail’in tam işgal planı, ağır kayıplarla sonuçlanacak bir kumar.

Uluslararası arenada, sesler yükseliyor ama eylemler yetersiz. 31 İslam ülkesinin dışişleri bakanları, İslam İşbirliği Teşkilatı ve Körfez İşbirliği Konseyi, İsrail’in “E1 Projesi”ni kınıyor – Doğu Kudüs’ü gasp eden, Batı Şeria’yı bölen bir plan. Danimarka Başbakanı Frederiksen’in sözleri düşündürücü: “Netanyahu bir problem haline geldi.” Yaptırımlar artmalı, diyor; ama akıl sorar: Neden daha erken değil? Dünya Müslüman Âlimler Birliği’nin Türkiye çağrısıyla düzenleyeceği basın toplantıları, siyasi temaslar, zulmü görünür kılma çabaları – bunlar, tarihi bir uyanışın tohumları. Ve denizden gelen umut: 44 ülkeden 50 gemiyle yola çıkacak filo, “karadan olmadı, denizden” diyor. Bu, 2010 Mavi Marmara’nın edebi devamı; Akdeniz’e insan seli akacak, yürekler Gazze ile atacak.

Sonuçta, Gazze’nin hikâyesi, Ortadoğu’nun “çıban başı” İsrail’in Suriye’yi bölme planlarıyla genişler – BM üzerinden Arap, Dürzi, Nusayri ve Kürt federasyonu kurma hayali. Tarih, Osmanlı’dan Sykes-Picot’a kadar böl-parçala stratejilerini ibretle anlatır; mantık uyarır: Bu, huzuru değil, kaosu getirir. Düşündürücü soru şudur: İnsanlık, bu döngüyü kıracak mı? Hikmet, adaletin er ya da geç galip geleceğini söyler; ama eylemsizlik, suç ortağı yapar. Gazze, bize ayna tutuyor: Açlığın hutbesi kısalsa da, vicdanın çığlığı sonsuz. Belki de, bu makalenin sonu değil; bir başlangıç – düşündürmek için, değiştirmek için.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com