Kâinatın Birliği ve İnsanlığın Umudu: Gafletten İrfana Bir Seyahat

Kâinatın Birliği ve İnsanlığın Umudu: Gafletten İrfana Bir Seyahat

Kâinat, içinde yaşadığımız bu muazzam varlık âlemi, her zerresiyle bir sanat eseri, her anıyla bir mucize. Bu eşsiz düzenin arka planında yatan yüce kudretin idraki, insanı derin bir tefekküre sevk eder.
Risale-i Nur’da belirtildiği gibi, “Sultan-ı Kâinat birdir, her şey’in anahtarı O’nun yanında, her şey’in dizgini O’nun elindedir; her şey O’nun emriyle halledilir. O’nu bulsan, her matlubunu buldun; hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtuldun.”
Bu sözler, varoluşun merkezine Allah’ı koymanın, tüm korku ve endişelerden arınmanın yegâne yolu olduğunu en çarpıcı şekilde ortaya koyar.
Zira Lem’alar’da da ifade edildiği üzere,
“Acaba Hâlık-ı Semavat ve Arz’dan başka hangi sebep var ki, en ince ve en gizli hatırat-ı kalbimizi bilecek ve bizim için istikbali, ahiretin icadıyla ışıklandıracak ve dünyanın yüzbin boğucu emvacından kurtaracak? Hâşâ, Zât-ı Vâcib’ül-Vücud’dan başka hiçbir şey, hiçbir cihette onun izni ve iradesi olmadan imdad edemez ve halaskâr olamaz.”
İnsan, ancak her şeyin dizgini elinde olan mutlak kudrete sığındığında, gerçek anlamda huzura kavuşur.
Hayatın kendisi de bu ilahi kudretin bir tecellisidir. Risale-i Nur – Sözler’de geçtiği gibi:
“Hayatın bir kelime-i mektubedir. Kalem-i kudretle yazılmış hikmet-nüma bir sözdür. Görünüp ve işitilip esma-i hüsnaya delâlet eder.”
Kelebeğin narin kanatlarından gülün eşsiz kokusuna, her bir canlı ve cansız varlık, Allah’ın güzel isimlerinin birer yansıması, O’nun kudretinin birer şahididir. Bu tefekkür, kalpleri açar, idraki berraklaştırır ve varoluşa karşı hayranlık uyandırır.
Bu idrakle dolu bir bakış açısıyla, Bediüzzaman Said Nursi, içinde bulunduğu zorlu şartlara rağmen İslam âleminin geleceğine dair sarsılmaz bir inanç beslemiştir. Tarihçe-i Hayat, Risale-i Nur’da şöyle der:
“Ben kendi elemlerime tahammül ettim fakat ehl-i İslâm’ın eleminden gelen teellümat beni ezdi. Âlem-i İslâm’a indirilen darbelerin, en evvel kalbime indiğini hissediyorum. Onun için bu kadar ezildim. Fakat bir ışık görüyorum ki o elemlerimi unutturacak inşâallah.”
Bu sözler, bir İslam âliminin ümmetine duyduğu derin sevgiyi ve onların acılarını kendi canında hissetme şefkatini gözler önüne serer. Ancak bu üzüntü, yeis ve karamsarlığa kapılmaz; bilakis, geleceğe dair bir umut ışığı taşır.
Nitekim bu umut, Emirdâğ Lâhikası’nda daha net bir şekilde ifade edilir:
“Ben dünyaya işittirecek bir derecede kanaat-i kat’iyem derim: İstikbal yalnız ve yalnız İslâmiyet’in olacak ve hâkim, hakaik-i Kur’aniye ve imaniye olacak. Öyle ise şimdiki kader-i ilâhî ve kısmetimize razı olmalıyız ki bize parlak istikbal, ecnebilere müşevveş bir mazi düşmüş.”
Bu tarihi ve ibretli sözler, Bediüzzaman’ın sadece kişisel bir beklentisi değil, aynı zamanda Kur’an’ın ve imanın evrensel hakikatlerine dayanan sarsılmaz bir öngörüsüdür.
İslamiyet’in gelecekteki hakimiyetine olan inanç, bugünkü zorluklara rağmen sabrı ve tevekkülü öğütler.
Bu, özellikle Osmanlı’nın çöküş döneminde, İslam dünyasının yaşadığı sıkıntılara rağmen bir diriliş müjdesidir.
Ancak bu parlak istikbale ulaşmak için geçmişten ders çıkarmak elzemdir.
Filistin’de yaşanan Nablus Savaşı gibi tarihi hadiseler, bizlere önemli ibretler sunar.
Kayıtlarda az bahsedildiği belirtilen ve 70.000 Osmanlı askerinin tek kurşun atmadan İngilizlere teslim olduğu iddiası, eğer doğruysa, büyük bir hıyanet ve gaflet örneğidir.
“BİR KOMUTANIN GÖREVİ SAVAŞMAKTIR, ONA GÜVENİP GÖREVLENDİRENLERE İHANET EDİP HABERSİZ KAÇMAK DEĞİL! ÇANAKKALE’DE ÖLMEYİ EMREDEN, FİLİSTİN’DE NEDEN CEPHEDEN KAÇAR VE SONRA İNGİLİZLERLE ANLAŞMA YOLUNA GİTMEK İSTER?” şeklinde dile getirilen sorgulama, sorumluluktan kaçanların ve ihanet edenlerin tarihin vicdanında nasıl yargılanacağını gösterir.
Bu tür olaylar, sadece askeri bir yenilgi değil, aynı zamanda manevi ve idari bir çöküşün de göstergesi olabilir. Gelecek, ancak geçmişten ders çıkarılarak inşa edilebilir.

Tüm bu fani dünyanın gelip geçiciliğini ve ebedi hayata dönüşü ise “Ölüm” hakikati en net şekilde ifade eder.
Bediüzzaman Said Nursi’nin Sözler’deki ifadeleriyle: “Ölüm, bu âlem-i fâniden âlem-i bâkiyeye gitmektir. Ölüm, ehl-i hidayet ve ehl-i Kur’an için, öteki âleme gitmiş eski dost ve ahbablarına kavuşmağa vesiledir. Hem hakikî vatanlarına girmeye vasıtadır.”
Bu, ölümü bir son değil, bir başlangıç, bir vuslat olarak gören müminane bir bakış açısıdır. Fani dünyadan baki âleme geçiş, gerçek vatana dönüştür.
Ve bu dönüş yolculuğunda bizi çağıran, tevhidin en gür sesi olan ezandır.
Mektubat’ta yer alan ifadeyle: “Ezanın faydası, yalnız bir köy ahalisini namaza davet değil, belki kâinat sarayında mevcudata karşı umum mahlukat namına bir ilân-ı Tevhid olduğunu beyan eder.”
Ezan, sadece insanları namaza çağırmakla kalmaz, aynı zamanda tüm varlığın, tüm mevcudatın bir ağızdan Allah’ın birliğini ilan etmesidir. Bu ses, kâinatın kalbinden yükselen bir tevhid sedasıdır.
Öyleyse, bu dünyadaki varlığımız, ilahi kudretin bir tecellisi, hayatımız ise bir tefekkür ve mücadele meydanıdır. Kâinatın Sultanı’nı bilmek, hayatın anlamını kavramak, gençliğin emanetini doğru kullanmak ve geçmişin derslerinden ibret almakla mümkündür. Gelecek, Kur’an’ın ve imanın hakimiyetinde olacaksa, bize düşen, bu kutlu yolda sebat etmek ve ebedi âleme layık bir hazırlık içinde olmaktır.

Özet:
Bu makale, kâinatın birliğini ve Allah’ın mutlak kudretini anlatarak başlamış, hayatın ilahi kudretin bir eseri olduğu fikrini işlemiştir. Bediüzzaman Said Nursi’nin İslam ümmetinin acılarına duyduğu şefkat ve İslamiyet’in gelecekteki parlaklığına olan sarsılmaz inancı aktarılmıştır.

Nablus Savaşı örneği üzerinden tarihi ihanetlerin ve sorumluluktan kaçışların ibretlik yönüne değinilmiş, geçmişten ders çıkarmanın önemi anlatılmıştır.

Ölümün mümin için bir yok oluş değil, ebedi bir vatana geçiş olduğu ve ezanın sadece bir namaz çağrısı değil, evrensel bir tevhid ilanı olduğu konularına değinilmiştir.
Makale, tüm bu unsurların, insanın kâinatla olan ilişkisi ve ebedi saadete yönelik sorumlulukları açısından bir bütünlük oluşturduğunu ortaya koymaktadır.

 




Kudret ve Kibre Karşı Adaletin Çağrısı: Bir Medeniyet Uyanışı

 Kudret ve Kibre Karşı Adaletin Çağrısı: Bir Medeniyet Uyanışı

Tarihin her döneminde adalet terazisi bozulduğunda, mazlumun çığlığı semaya ulaşır. Bugün, Filistin topraklarında yankılanan bu çığlık, yalnızca bir coğrafyanın değil, insanlığın vicdanının sınandığı andır. İsrail’in saldırganlığı, sadece bölgesel bir mesele değil; küresel bir adalet ve değerler krizinin yansımasıdır.

İsrail’in şımarık ve pervasız tutumu, arkasındaki küresel güç (ABD) sayesinde bugüne kadar sürdürülebilir kılındı. Ancak her imparatorluk gibi, her kurgu gibi bu da çöküşe gebedir. Çünkü kibirle inşa edilen her yapı, çöküşünü de beraberinde doğurur.

⚖️ İSRAİL’İN ŞİDDET DÜZENİ: SİYONİZM VE KÜRESEL GÜÇ

Siyonizm bir fikirden ibaret değildir; işgalin ve yayılmacılığın meşruiyet kılıfıdır. Bu anlayış, Tanrı’yı kullanarak dünyayı şekillendirme iddiası taşır. ABD’nin desteği, yalnızca ekonomik ve askeri değildir; aynı zamanda medya, diplomasi ve kültürel alandaki himayeyi de gösterir.

Tıpkı Firavun’un sarayında büyüyen Musa gibi, bugün zalimin sofrasında yetişen birçok ses, artık o sofradan rahatsız. Çünkü gerçek, her dönemde inatla su yüzüne çıkar.

🧠 AHİRETE İNANAN BİR HALK, DÜNYALIKLA KORKUTULAMAZ

Filistinli çocuklar, elinde taşla tankların karşısına dikildiğinde; İsrail’in yüzlerce milyar dolarlık askeri teknolojisi bir çocuğun imanı karşısında aciz kalır.
Bu sadece savaş değil; ahlak ile kibir, sabır ile zulüm, hak ile güç arasındaki kadim hesaplaşmadır.

Kur’an bize bildirir:

> “Zulmedenler, sonunda nasıl bir inkılapla devrileceklerini göreceklerdir.” (Şuarâ, 227)

🔥 KÜRESEL SUSKUNLUK: DÜNYA VİCDANININ İFLASI

İsrail’in Suriye’ye saldırısı, Lübnan’a baskısı, Gazze’ye ambargosu yalnızca bir halkı değil; insanlığın tamamını hedef almaktadır. Buna karşı Batı’nın suskunluğu, sözde demokrasi ve insan hakları nutuklarının iflasıdır.
Ama bu sessizlik, mahşer günü de susmak zorunda kalacak.

Ve her gün İsrail ordusunda artan intiharlar, ruhların vicdanla çarpışmasından doğan sarsıntının dışa vurumudur. Bu tür “görünmeyen yıkımlar”, maddi güce rağmen ruhen çöküşte olunduğunun işaretidir.

🏛️ TARİHİN ŞAHİTLİĞİ: ZULÜM DEVAM ETMEZ

Tarih şunu öğretir:

Roma zulümle yıkıldı.

Emevîler israf ve kibirle çöktü.

Abbâsîler iç entrikalarla bitti.

Osmanlı, adaleti sarsıldığında tarih sahnesinden çekildi.

Bugün ABD’nin ve İsrail’in yaşadığı şey, salt maddi bir sarsıntı değil; anlam krizidir. Ne adalete, ne hakikate, ne insanlığa dair bir tezleri kalmıştır.

🌍 HEDEF TÜRKİYE Mİ?

Açık şekilde İsrail’in yöneticileri Türkiye’yi hedef alıyor. Çünkü Türkiye’nin stratejik konumu, tarihsel hafızası ve milletinin imani direnci, kurulan planlara engel.
Ancak şunu da unutmamak gerekir: Bu millet, İstanbul’u fetheden ruhu taşır. Ve bugün fetih artık sadece şehirlerin değil; zihinlerin ve kalplerin fethidir.

> “Karanlıktan beslenenler eninde sonunda kaybedecek.” (Recep Tayyip Erdoğan)

💫 KEHF’İN MESAJI, ZÜLKARNEYN’İN DUVARI

Tıpkı Kehf Suresi’nde anlatıldığı gibi, bazı yapılar yıkılmakla, bazı yapılar inşa edilmekle görevlidir. Zülkarneyn nasıl fitneye karşı duvar ördüyse, biz de iman, adalet ve sabır duvarı örmeliyiz.

Bugün mücadelenin kodları değişti:
Top tüfek değil; medya, algı, ekonomi, sosyal düzen silah oldu.
Ama yine de hak galip gelecek. Çünkü:

> “Zulüm ile abad olanın, sonu berbattır.” – (Sözü Hz. Ali’ye nispet edilir)

📝 ÖZET

İsrail’in saldırganlığı, ABD desteğiyle sürdürülen küresel bir şiddet ve sömürü düzenidir.

Filistin meselesi, insanlık vicdanının turnusoludur.

İsrail’in artan intihar oranları, askeri başarısızlık değil; ruhsal çöküşün kanıtıdır.

Türkiye, bölgenin hem jeopolitik hem medeniyet temsilcisi olarak hedef alınmaktadır.

Kur’an’daki kıssalar (Zülkarneyn, Kehf) bugüne ders verir: Her kibir, kendi sonunu hazırlar.

Siyonist zihniyet, güçle değil adaletle durdurulabilir.

İslam coğrafyası; Kürt’üyle, Arab’ıyla, Türk’üyle kenetlenmeli ve “yeni bir medeniyet sayfası” açmalıdır.

*************

EY ABD ENİĞİNİ BAĞLA

İsrail ABD’den destek,güç ve teşvik almasa, sağa sola deli saçması ve kuduz olmuş gibi saldıramaz.
İsrail sabrı zorluyor.
İstanbulun fethi hadisinin verdiği haber ve müjde ne ise, Ğarkad ağacı meselesi yani yahudilerle Müslümanlar savaşmadıkça kıyamet kopmaz,hadisi ve vukuuda o kadar gerçektir.
Dünya İsrail,Siyonist ve yahudilere karşı tam bir nefret ile doludur.
Ve onu destekleyen ABD’ye de karşı da nefret duymaktadır.
Belliki abd yok oluş ve yıkılışını İsrail’in yıkılışına bağlamıştır.

Açıkça hedefin Türkiye olduğunu bizzat israilin en üst kademesi açıkça dile getirmektedir.

Devletin en üst kademesinden yapılan sert mesajlar işin vahametini göstermektedir.

*”Bahçeli’den İsrail’e Suveyda tepkisi: İsrail pişman edilmelidir!”

*Cumhurbaşkanı Erdoğan; “KİRLİ SENARYOLARI YIRTIP ATACAĞIZ
Dün vardık, bugün varız, inşallah kıyamete kadar da var olacağız. Bugün bir kez daha söylüyorum Karanlıktan beslenenler kandan ve kaostan beslenenler eninde sonunda kaybedecek. Kazanan kardeşlik olacak insanlık olacak. Kürdüyle, Türküyle, Arabıyla merkezinde istikrarın adaletin özgürlüğün ve işbirliğinin olduğu yeni bir sayfa açacağız. Bu coğrafyanın ebedi sakinleri olarak sırt sırta verecek kurulan tuzaklara düşmeyecek bölgemize yönelik kirli senaryoları yırtıp atacağız.”

*”Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, New York’taki Kıbrıs toplantısında, İsrail’in Suriye’ye yönelik saldırılarına tepki göstererek, ‘İsrail istikrarsızlık oluşturan politikalardan vazgeçmeli’ dedi. Fidan, uluslararası camianın İsrail’e dur demesi gerektiğini vurgulayarak, bölgede oluşturulan yeni iş birliği ve Suriye’nin toprak bütünlüğü konusuna dikkat çekti. Ayrıca, Dürzilerin İsrail tarafından provoke edilmesini kabul edilemeyeceğini belirtti.”

www.tesbitler.com

 




Kehf Suresi: Hikmet, Sırlar ve Günümüze Yansımalar

Kehf Suresi: Hikmet, Sırlar ve Günümüze Yansımalar

  1. Giriş

Kehf Suresi, Kur’an-ı Kerîm’in 18. sûresidir (Mekke dönemi). Adını, genç müminlerin sığındığı mağaradan (Kehf) alır. Yüce Rabbimiz, bu sure ile inananların sabır, tevazu, takva ve imanın sınandığını örneklerle gösterir  .

  1. Kehf’teki Dört Hikâye ve Sırlar
  2. a) Ashâbu’l-Kehf / Mağara Ashabı (ayet 9–26)

Zulümden kaçan genç müminlerin Allah rızasıyla mağaraya sığınarak yüzlerce yıl uyuması (309 sene), iman timsali olarak sunulur. Rabbimiz zamanın kontrolünün O’nda olduğunu gösterir. Rüya mı gerçek mi sorusu, tasavvufî tefekkürlere ilham olur  .

  1. b) Çift Bahçeli Zengin Adam (ayet 32–44)

Dünyalık kibir ve lüks içinde yaşayan inişli çıkışlı zengin adam, hep güvendiği dünya malına tepkisel olarak yönlendirilir. Bu kıssa, ardımızdaki yalan dünya yanılmalarının güzel bir örneğidir  .

  1. c) Musa ve Hızır (Hıd’r) (ayet 60–82)

Elif-lâfızlı hikmete açılan kapıdır. Musa’ya, insan aklıyla kavranamayan İlahi hikmetleri öğretilir: örneğin batırılan tekne, ölen çocuk, onarılan duvar… Bu olaylar sabır talep eder ve “insan aklı yetmez” mesajı verir  .

  1. d) Zülkarneyn (ayet 83–98)

Gücü ve hükmetme yeteneği olan bu şahsiyet, zulme karşı Gaz ve Mâcûc (Yecüc & Mecüc) tehdidine karşı medeniyeti savunur. Gücün adaletle kullanılması gerektiğini öğretir  .

  1. Ahir Zaman, Fitneler ve Teknoloji

Kehf, özellikle Dâccâl fitnesi açısından okunur. Cuma gecesi bu sûrenin okunmasıyla Müslümanlar fitneler karşısında korunmuş olur  . Günümüzde teknolojik yanılmalar, yapay zeka ve sosyal medya “sivil deccâl” olarak yorumlanabilir—Musa-Hızır kıssasındaki aklın sınırları gibi, teknolojinin de sınırları vardır, onu İlah üzerinde konumlandırmak kibirdir.

  1. Hadisler, Fazilet ve Rivayetler

**“Kim Cuma gecesi Kehf’i okursa, o kişiye iki Cuma arasında bir nur iner.”** – Sahih rivayet  .

**“Kim Kehf’in ilk 10 âyetini ezberlerse Dâccâl fitnesinden korunur.”** – Sahih hadis  .
Bu hadisler, surenin hem manevi korunma hem de sığınma niteliğini ifade eder.

  1. Hikmet ve İlmi Sırlar
  2. a) Zamanın Ölçüsü

Ashâb-ı Kehf’in “300 + 9 yıl” ifadesi, hem güneş takvimiyle hem ay takvimiyle uyum sayılır; bu da Kur’an’ın incelikli zaman bilgisine işarettir  .

  1. b) Atom ve Enerji Paradigması

“Kehf” kelimesiyle gelen zaman söylemi teknolojik sırra da işaret olabilir: Evreni anlamada, fen ve felsefede Kur’an’ın bilimsel referansları hatırlatılır (ör. nükleer potansiyel)  .

  1. Edebi ve Tarihi Bağlam

Kehf, Me’mûn, Emevî-halifesi II. Merwân gibi halifelerin dönemlerinde özellikle okunmuş; Bizans ve Sasani haritalarına nüfuz eden “Zülkarneyn” hikâyesi, Kehf’in tarihî kaynakla kurduğu derin bağı gösterir  .

  1. Aklî ve Mantıki Değerlendirme

İmanî tefekkür: Kehf, insan aklını teselli eder; “Nerede hata yapabilirim?” sorusunu akıldışılığa fetvâ vererek düşünce sınırını genişletir.

Adalet perspektifi: Zülkarneyn’in duvar inşası, yöneticiliğinde adaletin ve kamusal hediye kullanımının hikmetli örneğidir.

Bilgi ve bilgelik: Musa-Hızır kıssası, bilginin tek başına yeterli olmadığını; “hüküm-saklama”, hadise karşı metin yorumlama yeteneği gerektiğini öğretir.

  1. Mesajlar ve Modern Uyarılar

Kehf, bugünün dünyasında şu alanlarda uyarıcıdır:

Teknolojik gelişmelerde insan onuru ve sorumluluğu göz önünde tutulmalıdır.

Ekonomik zenginlikler ve sosyal medya güçleri “iki bahçeli zengin” gibi ömürlük olamaz; alçakgönüllülük şarttır.

Allah’ın ilminden habersiz teknolojik atılımlar “Musa-Hızır kıssası” benzeri körlüğe yol açabilir.

Bu surenin Çağdaş Resulî mesajı: Zamanın, bilimin, gücün limitleri belli; bunlara tevazu ile yönelmeliyiz.

📝 Özet

Kehf Suresi: İman, sabır, dünya-manevi ölçüler, bilgelik öğretiyor.

Dört kıssa: Mağara Ashabı, zengin bahçe örneği, Musa–Hızır, Zülkarneyn.

Hadisler: Deccâl fitnesinden korunma, Cuma nuru, 10 âyet koruması.

Sırlar: Takvim uyumu (300+9), ilahi zaman hâkimiyeti, Kur’an’ın ilahi-tarihî referansları.

Teknoloji ilişkisi: Aklın sınırları, sorumluluk, bilimsel vesayete karşı uyanma.

Tarihî bağ: Me’mûn dönemi anlam yüklemeleri, Zülkarneyn meselesi.

Hikmet: Bilgelik ile bilginin farkı; gücün adaletle kullanılması gerektiği.

 




Sonsuzluk Yolculuğunda Aşkın ve Hakikatin Rehberliği

Sonsuzluk Yolculuğunda Aşkın ve Hakikatin Rehberliği

Kâinatın varoluşunun temelinde yatan sır, muhabbetle örülmüştür. “Muhabbet, şu kâinatın bir sebeb-i vücududur. Hem şu kâinatın rabıtasıdır. Hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır.” der Risale-i Nur.
Bu derin ifade, sadece kozmik bir düzeni değil, aynı zamanda varoluşun ta kendisinin ilahi bir aşkla yaratıldığını ve bu aşkın her şeyi bir arada tutan yegane bağ olduğunu işaret eder. İnsan ise, bu engin kâinatın en cem’i meyvesi, en kıymetli neticesidir. Kalbine bahşedilen kâinatı istila edecek kadar geniş bir muhabbet hissi, aslında insanın yaratılış gayesinin ve ilahi tecellilerin bir yansımasıdır. Bu muhabbet, bilimin en derin araştırmalarından, teknolojinin en ileri uygulamalarına kadar her alanda, insanı sürekli daha ileriye, daha mükemmele sevk eden bir ilham kaynağıdır.
Ancak bu dünyada, fani olanın cazibesi, bizleri gerçek ve ebedi olanın peşinden alıkoyabilir.

Hazreti Ebubekir (r.a.)’ın boş ceviz hikayesi, bu acı gerçeği ne kadar da çarpıcı bir şekilde gözler önüne seriyor: Uğruna didindiğimiz, kavga ettiğimiz dünyanın aslında içi boş bir cevizden ibaret olabileceği ibreti.
“Meşâgil-i dünyeviye dediğin, çoğu sana ait olmayan ve fuzuli bir surette karıştığın ve karıştırdığın malayani meşgalelerdir. En elzemini bırakıp güya binler sene ömrün var gibi en lüzumsuz malumat ile vakit geçiriyorsun.”
Bu cümleler, dijital çağın getirdiği bilgi bombardımanı ve dikkat dağınıklığı çağında daha da anlam kazanır. Teknolojinin nimetleri, eğer doğru kullanılmazsa, bizi asıl amacımızdan, kendimizi okumaktan ve sonsuzluğa hazırlıktan alıkoyabilir.

Oysa “Ecel gizli olduğundan, her bir günde ölmek ihtimali var.” Bu hakikat, bize her anın kıymetini, her nefesin bir emanet olduğunu hatırlatır. Fani bir dünyanın geçici lezzetlerine kapılmak yerine, ebedi hayat için çalışmak elzemdir.

“Kabrin arkası için çalışınız; hakikî saadet ve lezzet ondadır.” Zira “Evet, madem ezelî, ebedî bir ALLAH var; elbette Saltanat-ı Ulûhiyetinin sermedî bir medârı olan ÂHİRET vardır.”
Ahiret inancı, sadece bir ölüm sonrası yaşam beklentisi değil, aynı zamanda bu dünyadaki her eylemin bir karşılığı olduğunu, adaletin nihai tecelligahı olduğunu gösteren bir ilahi nizamın temel direğidir.

Karşılaştığımız her türlü sıkıntı, zorluk ve imtihan da aslında bu sonsuzluk yolculuğunun bir parçasıdır.
“Madem hakikat budur. Biz küçücük sıkıntılarımızı ‘kinin’ gibi bir acı ilaç bilip sabır ve şükretmeliyiz, ‘Yâhu bu da geçer’ demeliyiz.” Bu bakış açısı, musibetlere karşı isyan etmek yerine, onları bir terbiye ve arınma vesilesi olarak görmeyi öğretir. Tıpkı ilaçların acılığı gibi, bazen hayatın acı tecrübeleri de ruhumuzu olgunlaştırır ve bizi hakikate daha da yaklaştırır.

Bu dünyada doğru yolu bulmak ve tevfik (ilahi yardım) elde etmek için ise “Kur’an’ı dinle ve hükmüne muti’ ol ve ona yapış ve ahkâmıyla amel et.”
Bu, sadece bir dini emir değil, aynı zamanda hayatın karmaşık denklemlerini çözen, insanı huzura ve saadete ulaştıran ilahi bir programdır.
Kur’an, kâinatın büyük kitabının bir tefsiri, insana kendi iç dünyasını ve dış âlemi okuma rehberidir.

Mevlânâ Hazretleri’nin buyurduğu gibi, “Kitaplardan önce kendimizi okumaya çalışalım.” Kendini bilmek, fıtratındaki ilahi sırrı keşfetmek, Kur’an’ın rehberliğinde mümkündür. Zira insanın kendi fıtratı da, Allah’ın kainata yerleştirdiği “kavanin-i âdetullah”tan, yani ilahi yasalardan biridir. Bu yasalara uyum sağlamak, hem bireysel hem de toplumsal alanda başarı ve huzurun anahtarıdır.

Sonuç olarak, hayat, muhabbetle örülmüş, fani ile baki arasında bir köprüdür. İnsan, bu köprüde ilerlerken, boş dünya meşgalelerine takılıp kalmak yerine, her an gelebilecek ecel bilinciyle ahiretine yatırım yapmalı, Kur’an’ın hikmetli yol göstericiliğinde kendini tanımalı ve ilahi kanunlara uygun hareket etmelidir. Gerçek saadet ve lezzet, bu bilinçli yaşamda, sonsuzluk hedefine odaklanmakta gizlidir.

Özet:
Makale, kâinatın muhabbetle var olduğunu ve insanın kâinatın özü olarak bu muhabbeti kalbinde taşıdığını belirtir. Dünyevi boş meşgalelere dalmanın ve fani olanın peşinden koşmanın boş ceviz misali ibretlik bir yanılgı olduğunu ifade eder.
Ecelin her an gelebileceği hakikatiyle, asıl çalışılması gerekenin ahiret hayatı ve kabrin arkası olduğu ifade edilir. Karşılaşılan sıkıntıların sabır ve şükürle aşılması gereken birer imtihan olduğu anlatılır.
Makale, doğru yolun ve ilahi yardımın Kur’an’a tabi olmakla ve ilahi kanunlara uygun hareket etmekle mümkün olacağını, insanın asıl görevinin ise “kitaplardan önce kendini okumak” olduğunu hatırlatarak sona erer.

 




Rahmetin Kanatları Altında: Gurbetten Vatan-ı Asliye Dönüş

Rahmetin Kanatları Altında: Gurbetten Vatan-ı Asliye Dönüş

İnsanoğlu, varoluşundan itibaren bir arayış içindedir. Kimi zaman maddi dünyada, kimi zaman manevi derinliklerde huzur ve aidiyet arar. Ancak gerçek aidiyet, mutlak hakikatin ve sonsuz kudretin sahibi olan yaratıcıyla kurulan bağda saklıdır.
“Mâdem Rahîm bir Hâlık’ımız var; bizim için gurbet olamaz. Mâdem O var; bizim için her şey var.”
Bu derin cümle, varoluşsal yalnızlığın ve yabancılığın ancak Yüce Yaratıcı’ya yönelmekle aşılabileceğini ifade eder. Bilimsel çalışmalarımızda ulaştığımız her keşif, teknolojinin sunduğu her imkân, aslında bu Rahîm Hâlık’ın eserlerinin birer tecellisidir. Bir programcının yazdığı kod nasıl ki bir yazılımın işleyişini belirlerse, kâinatın programı da ilahi iradeyle mükemmel bir düzen içinde işler. Bu ilahi düzenin farkına varmak, insana evrenin içinde yalnız bir nokta değil, aksine en değerli varlık olduğu hissini verir.
Tarihin sayfaları, insanlığın bu ilahi bağdan uzaklaştığında düştüğü hezimetlerle doludur. İnsanın kendini Allah’a hakiki kul addetmeyip, başkalarını, hatta kendi nefsinin arzularını rab edinmesi, ona musibetleri musallat eder.
Zira “Allaha hakikî Abd olan, başkalara Abd olamaz. Birbirinizi – Allahtan başka – kendinize Rab yapmayınız!..”
Bu ilke, sadece bireysel özgürlüğün değil, toplumsal düzenin de temelini oluşturur. Tarih boyunca, zalim iktidarların, şahısların veya ideolojilerin peşinden giderek hüsrana uğramış toplumlar, bu ilahi uyarıya kulak vermemenin bedelini ödemişlerdir. Bilimin ve teknolojinin kötüye kullanılması, bencillik ve hırs uğruna yapılan programlamalar da aslında bu “başkalarına rab edinme” hastalığının modern tezahürleridir.
Peki, bu varoluşlu yolculukta neye tutunacağız? İnsanlığın dermanı nedir?
Bir doktora sorulan “En etkili ilaç nedir?” sorusuna verilen “İlgi ve sevgidir.
Ya işe yaramazsa? O zaman dozunu artırın” cevabı, sadece bireysel ruh sağlığı için değil, toplumsal şifa için de bir reçetedir. Kâinatın yaratılış sebebi olan muhabbetin, insanlığın da yegane kurtuluş reçetesi olduğunu gösterir. Zira ilahi ilgi ve sevgiye layık olmanın yolu, kulların birbirine ve tüm mahlukata karşı merhametli ve ilgili davranmasından geçer. Bu, aynı zamanda İslam’ın temel düsturlarından biridir.

***********

Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin ifade ettiği gibi, “İnşâallah yine Arablar ye’si bırakıp İslâmiyet’in kahraman ordusu olan Türklerle hakikî bir tesanüd, ittifak ile el ele verip Kur’an’ın bayrağını dünyanın her tarafında ilân edeceklerdir.”
Bu, sadece tarihi bir temenni değil, aynı zamanda İslam ümmetinin yeniden dirilişi için bir yol haritasıdır. Geçmişte Endülüs’ten Osmanlı’ya kadar bilimde, sanatta ve yönetimde zirvelere ulaşan İslam medeniyeti, bu birliğin ve tefsir ışığında Kur’an’ın evrensel mesajını tüm dünyaya ulaştırmanın önemini isbatlanmıştır.
Türklerin ve Arapların tarihsel olarak omuz omuza vererek gerçekleştirdiği büyük medeniyet atılımları, bu ilahi programın somut birer göstergesidir. Geleceğin teknolojisi ve programlaması da bu ittifakla, insanlığın yararına kullanılmalı, bilgi ve hikmet tüm dünyaya yayılmalıdır.

Bu büyük yürüyüşte, insan da kâinatın bir fihristi, yani özeti gibidir.
“Evet nasılki Fatiha Kur’ana, insan kâinata fihristedir; namaz da hasenata fihristedir.”
Fatiha Suresi nasıl ki Kur’an’ın bütün mesajlarını özünde barındırıyorsa, insan da tüm kâinatın küçültülmüş bir modeli, ilahi isimlerin bir aynasıdır.
Namaz ise, tüm güzel amellerin, iyiliklerin ve ibadetlerin bir özeti, bir programı mahiyetindedir. Namaz, insanı Yaradan’la doğrudan bir ilişkiye sokar, ruhunu arındırır ve ona bu dünyadaki “gurbet” hissini unutturarak gerçek vatanına, yani Rabbi’ne yakınlaştırır.

Sonuç olarak, her şeyin mutlak sahibi olan Rahîm Hâlık’a aidiyet bilinci, bizi gurbet hissinden kurtarır ve her şeyin mümkün olduğu inancını aşılar. Başkalarını rab edinme tehlikesinden sakınarak, ilgi ve sevgiyle yaralarımızı sarabiliriz.
Tarihten ders çıkararak, İslam’ın kahraman ordusu olan Türkler ve diğer Müslüman milletler el ele vererek Kur’an’ın evrensel mesajını yeniden yüceltebiliriz. Ve en önemlisi, kendimizi kâinatın bir özeti olarak bilip, namaz ile tüm hasenatı cem ederek, bu dünya gurbetinden ebedi saadete doğru emin adımlarla ilerleyebiliriz.

Özet:
Makale, Rahîm bir Yaratıcı’nın varlığıyla insanın gurbet hissinin ortadan kalktığını ve her şeye sahip olunduğunu anlatır. İnsanın, Allah’a kul olmak yerine başkalarını kendine rab edinmesinin musibetlere yol açtığını belirtir.
En etkili ilacın “ilgi ve sevgi” olduğu fikriyle, bu değerlerin toplumsal şifa için önemini ele alır.
Tarihi bir perspektifle, Türklerin ve Arapların İslamiyet’in bayrağını yeniden yükseltme potansiyelini Bedîüzzaman Said Nursî’nin sözleriyle aktarır.
Son olarak, insanın kâinatın bir özeti, namazın ise tüm iyiliklerin fihristi olduğunu ifade ederek, bu bilinçle hareket etmenin kişiyi dünya gurbetinden kurtarıp gerçek saadete ulaştıracağını anlatır.

 




Her Şeyin Dili: Kâinatın Sonsuz Kudret ve Hikmet Aynası

Her Şeyin Dili: Kâinatın Sonsuz Kudret ve Hikmet Aynası

İnsanlık var olduğu günden bu yana kâinatın sırlarını çözmeye, onun engin manalarını idrak etmeye çalışmıştır. Kimi zaman bilimin merceğiyle atom altı parçacıkların derinliklerine inmiş, kimi zaman yıldızların ve galaksilerin sonsuzluğunda kaybolmuşuzdur. Ancak bu arayışta, her bir zerrede tecelli eden ilahi sanatı ve hikmeti göz ardı etmek, en büyük yanılgı olacaktır.

Bediüzzaman’ın beyan ettiği gibi, “Sizin okuduğunuz fenlerden her fen, kendi lisan-ı mahsusasıyla mütemadiyen Allah’tan bahsedip Hâlık’ı tanıttırırlar.”
Bu söz, bilimin sadece maddeyi değil, aynı zamanda manayı da keşfetme aracı olduğunu, her bir bilim dalının kendi özgün diliyle Yaradan’ı anlattığını bize fısıldar.

Fizik, evrenin enerji ve madde arasındaki ilişkiyi E=mc^2 formülüyle açıklarken, biyoloji DNA’nın sarmal yapısında hayatın mucizevi kodlarını barındırır. Jeoloji, dağların katmanlarında milyarlarca yıllık bir tarihi fısıldar. Tüm bunlar, sadece cansız ve kör doğa kanunları değil, adeta bir ressamın tablosundaki fırça darbeleri gibi, Sonsuz Kudret ve İradenin delilleridir. Teknoloji ve programlama da aslında bu kâinat programının birer küçük taklitleri gibidir; her bir algoritma, ilahi düzendeki kusursuz işleyişin bir yansımasıdır.

Ancak insanlık tarihi boyunca, bu hikmet perdesini aralamakta zorlandığımız zamanlar da olmuştur. Günahlar ve zulümlerle kalbimiz karardığında, kâinattan bize sunulan rahmet kapıları da kapanır gibi olur.
“Hattâ deniz dibindeki balıklar dahi günahkâr ve zalimlerden şekva ediyorlar ki; onların yüzünden yağmur kesilir, hatta bizim de nafakamız azalır” hadisi, insan fiillerinin sadece kendi üzerinde değil, tüm ekosistem üzerinde ne denli derin etkiler bıraktığını ibretli bir şekilde ortaya koyar.
Bu, çevresel felaketlerden sosyal huzursuzluklara kadar pek çok sorunun temelinde, ilahi düzene aykırı hareket etmenin yattığına dair düşündürücü bir uyarıdır.

Fakat tüm bu zorluklara rağmen ümitvar olmak, müminin şiarıdır. “Evet Ümidvar olunuz, şu istikbal inkılabı içinde en yüksek gür sadâ, İslâm’ın sadâsı olacaktır!” müjdesi, sadece bir inanç beyanı değil, aynı zamanda tarihsel bir hakikatin de yansımasıdır.
İslam medeniyeti, bilim ve sanatın altın çağını yaşarken, bu topraklara iman ziyafeti altında gerçek medeniyetin, fen ve sanat çiçeklerinin açmasına vesile olmuştur. Bu, geçmişten alınan bir dersle geleceği inşa etme sorumluluğumuzu hatırlatır.

*********

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin Risale-i Nur Külliyatı, bu derin manaları çağımıza taşıyan eşsiz bir tefsirdir. Hastalıkları bile “AH” yerine “OH” demeye çağırması, ilahi rahmetin her musibette gizli olduğunu anlamamızı sağlar. Her bir hastalığın, sabır ve şükürle aşıldığında bir arınma vesilesi olabileceğini anlatır. Aksi takdirde;
Zira “Hâlık-ı Rahîm en sevdiği ibadına hastalıkları vermezdi.” Bu bakış açısı, insana karşılaştığı zorluklar karşısında dayanma gücü ve derin bir teslimiyet bahşeder.

Sonuç olarak, “Sultan-ı kâinat birdir, her şeyin anahtarı onun yanında, her şeyin dizgini onun elindedir; her şey onun emriyle halledilir. Onu bulsan her matlubunu buldun; hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtuldun.”
Bu ifade, tüm arayışlarımızın nihai hedefinin Yüce Yaradan’ı tanımak ve ona teslim olmak olduğunu açıkça ortaya koyar. Zira gerçek huzur, sonsuzluğun kapısını aralamak, “Ebedî ömrün önündedir” bilinciyle bu fani ömrü Salih amellerle inşa etmektir.

Kâinatın her bir zerresi, göklerin ve yerin tüm kitapları ve peygamberler, O’nun uluhiyetini ve vahdaniyetini ilan eder. Unutmayalım ki, bu dünyada yaptığımız her şeyin karşılığını göreceğiz. Allah kullarına zulmetmez, adildir ve iman edip Salih amel işleyenlerin mükafatlarını tastamam verecektir.

Özet:
Bu makale, kâinatın her bir varlığının ve bilimin her bir dalının kendi özel diliyle Allah’ı ve O’nun sonsuz kudretini anlattığını anlatır. Fizikten biyolojiye, jeolojiden teknolojiye kadar her şeyin ilahi sanatın birer delili olduğu belirtilir. İnsan fiillerinin, özellikle günahların, kâinatın düzeni üzerindeki olumsuz etkileri hadisler ışığında ele alınır. Ancak tüm zorluklara rağmen ümitvar olmanın ve İslam’ın bilimle olan güçlü bağının önemi anlatılır.

Risale-i Nur’dan yapılan alıntılarla hastalıkların manevi boyutu ve ilahi rahmetin tecellisi açıklanır.

Makale, insanın nihai hedefinin Yaradan’ı tanımak ve O’na teslim olmak olduğunu, çünkü gerçek huzur ve ebedi kurtuluşun bu yolda bulunacağını ifade eder.
Son olarak, ilahi adaletin tecellisine ve Salih amellerin mükafatlandırılacağına dikkat çekilir.

 




AİLEDE YANGIN VAR

AİLEDE YANGIN VAR

📊 Türkiye’de Boşanma Oranı (Kaba Boşanma Hızı)

2024 yılı itibarîyle, boşanan çift sayısı 187.343 olup, kaba boşanma hızı binde 2,19 (yani %0,219) olarak gerçekleşmiştir  .

Ayrıca TÜİK nüfus verilerine göre, yetişkin nüfus içerisindeki boşanmış bireylerin oranı yaklaşık %5’e yükselmiş durumdadır  .

📍 En Yüksek Boşanma Oranına Sahip İller

Kaba Boşanma Hızı Açısından (2024 verisi, binde oranlar):

  1. Antalya – binde 3,29
    2. İzmir – binde 3,09
    3. Karaman – binde 3,04
    Öte yandan Hakkari en düşük oranla binde 0,45, onu binde 0,55 ile Şırnak, ve binde 0,60 ile Siirt ve Muş izlemektedir  .

Yetişkin Nüfus İçindeki Boşanmışlık Oranı Açısından (%):

İzmir – %8,09
Muğla – %8,04
Antalya – %7,42
Bu oranların üzerinde (yani %5’in üstünde) toplam 22 il bulunmaktayken, örneğin İzmir ve Muğla bu listede öne çıkmaktadır  .
(20 Küsür sene öncede boşanma istatistiklerine baktığımda İzmir boşanmada birinci sıradaydı. )

🧮 Özet Tablo

Ölçüt : Türkiye Genel Oran En Yüksek İller

**Kaba Boşanma Hızı (2024)** Binde 2,19 (%0,219) Antalya (3,29), İzmir (3,09), Karaman (3,04)
Yetişkin Nüfus İçindeki Boşanmışlık Oranı Yaklaşık %5 İzmir (%8,09), Muğla (%8,04), Antalya (%7,42)

🔍 Ek Bilgiler

Boşanma sayısı, 2023’e kıyasla yaklaşık %8 artarak 187.343’e yükselmiştir  .

Boşanmaların %33,7’si, evliliğin ilk 5 yıllık döneminde gerçekleşmektedir; %21,3’ü ise evliliğin 6–10 yılı içinde  .

Çocukların velayeti: 2024’te boşanmalarda etkilen çocukların %74,4’ü anneye verilirken, %25,6’sı babaya verilmiştir  .

Özetle:

Türkiye’de 2024 yılı boşanma oranı, binde 2,19 (yaklaşık %0,22).

Yetişkin nüfus içinde boşanmış birey oranı yaklaşık %5.

En yüksek boşanma hızına sahip iller Antalya, İzmir ve Karaman.

İller arasında yetişkin nüfusta boşanmış oranının en yüksek olduğu şehirler İzmir (%8,09), Muğla (%8,04), Antalya (%7,42).

********

Türkiye’de boşanmalara yol açan başlıca nedenler, TÜİK verileri, aile danışmanlık merkezlerinin raporları ve sosyolojik araştırmalara dayalı olarak aşağıdaki şekilde sıralanabilir:

Türkiye’de Boşanmaların Başlıca Sebepleri (Maddeler Hâlinde)

  1. Ekonomik Sorunlar

İşsizlik, maddi yetersizlik, borçluluk, gelir dengesizliği

Geçim sıkıntısı nedeniyle artan stres ve tartışmalar

  1. Sadakatsizlik (Aldatma)

Evlilik dışı ilişkiler veya güvenin sarsılması

Sosyal medyanın aldatmaya zemin hazırlaması

  1. Şiddet ve İstismar

Fiziksel, psikolojik, ekonomik veya cinsel şiddet

Kadınların artan bilinç düzeyiyle şiddete karşı sıfır tolerans tutumu

  1. İletişim Eksikliği

Duygusal uzaklık, konuşamama, empati kuramama

Tartışmaların sağlıksız biçimde ilerlemesi

  1. Aile Baskısı ve Müdahalesi (Kayınvalide-Kayınpeder Etkisi)

Özellikle geniş aile yapılarında ebeveyn müdahalesi

Evliliğe dışardan yapılan olumsuz etkiler

  1. Evliliğe Hazır Olmadan Evlenme

Genç yaşta veya baskı altında yapılan evlilikler

Kişisel gelişim tamamlanmadan kurulan bağlar

  1. Uyuşmazlık ve Karakter Farklılıkları

Hayata bakış açısı, değerler, beklentiler arasında büyük farklar

“Uymadık” ya da “anlaşamıyoruz” ifadeleriyle açıklanan boşanmalar

  1. Cinsel Uyum Sorunları

Cinsel tatminsizlik, beklentilerin uyuşmaması

Bu durumun konuşulamaması veya bastırılması

  1. Bağımlılıklar

Alkol, madde, kumar veya teknoloji bağımlılığı

Aile içi sorumlulukların ihmal edilmesi

  1. Çocuk Sahibi Olma Konusundaki Uyuşmazlık

Çocuk istememe, çok çocuk isteme, çocuk eğitimi konusunda ayrılıklar

  1. Eğitim ve Kültür Farklılıkları

Sosyo-kültürel seviyedeki farkların çatışmalara dönüşmesi

  1. İhanet Dışında Duygusal İhmal (Sevgisizlik)

Eşlerin birbirine yeterince zaman ayırmaması, ilgisizlik

Romantik bağın zamanla kaybolması

  1. Mental Sağlık Problemleri

Depresyon, anksiyete gibi ruhsal rahatsızlıkların tedavisiz kalması

Eşin bu durumlara sabır gösterememesi veya fark edememesi

🔍 Not:

TÜİK verilerinde “şiddetli geçimsizlik” çoğu boşanmanın yasal gerekçesi olarak yer alır. Ancak bu başlık, yukarıdaki birçok nedenin (şiddet, iletişimsizlik, sadakatsizlik vb.) genel adı olarak kullanılır.

 




AİLEDE YANGIN VAR

AİLEDE YANGIN VAR

📊 Türkiye’de Boşanma Oranı (Kaba Boşanma Hızı)

2024 yılı itibarîyle, boşanan çift sayısı 187.343 olup, kaba boşanma hızı binde 2,19 (yani %0,219) olarak gerçekleşmiştir  .

Ayrıca TÜİK nüfus verilerine göre, yetişkin nüfus içerisindeki boşanmış bireylerin oranı yaklaşık %5’e yükselmiş durumdadır  .

📍 En Yüksek Boşanma Oranına Sahip İller

Kaba Boşanma Hızı Açısından (2024 verisi, binde oranlar):

  1. Antalya – binde 3,29
    2. İzmir – binde 3,09
    3. Karaman – binde 3,04
    Öte yandan Hakkari en düşük oranla binde 0,45, onu binde 0,55 ile Şırnak, ve binde 0,60 ile Siirt ve Muş izlemektedir  .

Yetişkin Nüfus İçindeki Boşanmışlık Oranı Açısından (%):

İzmir – %8,09
Muğla – %8,04
Antalya – %7,42
Bu oranların üzerinde (yani %5’in üstünde) toplam 22 il bulunmaktayken, örneğin İzmir ve Muğla bu listede öne çıkmaktadır  .
(20 Küsür sene öncede boşanma istatistiklerine baktığımda İzmir boşanmada birinci sıradaydı. )

🧮 Özet Tablo

Ölçüt : Türkiye Genel Oran En Yüksek İller

**Kaba Boşanma Hızı (2024)** Binde 2,19 (%0,219) Antalya (3,29), İzmir (3,09), Karaman (3,04)
Yetişkin Nüfus İçindeki Boşanmışlık Oranı Yaklaşık %5 İzmir (%8,09), Muğla (%8,04), Antalya (%7,42)

🔍 Ek Bilgiler

Boşanma sayısı, 2023’e kıyasla yaklaşık %8 artarak 187.343’e yükselmiştir  .

Boşanmaların %33,7’si, evliliğin ilk 5 yıllık döneminde gerçekleşmektedir; %21,3’ü ise evliliğin 6–10 yılı içinde  .

Çocukların velayeti: 2024’te boşanmalarda etkilen çocukların %74,4’ü anneye verilirken, %25,6’sı babaya verilmiştir  .

Özetle:

Türkiye’de 2024 yılı boşanma oranı, binde 2,19 (yaklaşık %0,22).

Yetişkin nüfus içinde boşanmış birey oranı yaklaşık %5.

En yüksek boşanma hızına sahip iller Antalya, İzmir ve Karaman.

İller arasında yetişkin nüfusta boşanmış oranının en yüksek olduğu şehirler İzmir (%8,09), Muğla (%8,04), Antalya (%7,42).

********

Türkiye’de boşanmalara yol açan başlıca nedenler, TÜİK verileri, aile danışmanlık merkezlerinin raporları ve sosyolojik araştırmalara dayalı olarak aşağıdaki şekilde sıralanabilir:

Türkiye’de Boşanmaların Başlıca Sebepleri (Maddeler Hâlinde)

  1. Ekonomik Sorunlar

İşsizlik, maddi yetersizlik, borçluluk, gelir dengesizliği

Geçim sıkıntısı nedeniyle artan stres ve tartışmalar

  1. Sadakatsizlik (Aldatma)

Evlilik dışı ilişkiler veya güvenin sarsılması

Sosyal medyanın aldatmaya zemin hazırlaması

  1. Şiddet ve İstismar

Fiziksel, psikolojik, ekonomik veya cinsel şiddet

Kadınların artan bilinç düzeyiyle şiddete karşı sıfır tolerans tutumu

  1. İletişim Eksikliği

Duygusal uzaklık, konuşamama, empati kuramama

Tartışmaların sağlıksız biçimde ilerlemesi

  1. Aile Baskısı ve Müdahalesi (Kayınvalide-Kayınpeder Etkisi)

Özellikle geniş aile yapılarında ebeveyn müdahalesi

Evliliğe dışardan yapılan olumsuz etkiler

  1. Evliliğe Hazır Olmadan Evlenme

Genç yaşta veya baskı altında yapılan evlilikler

Kişisel gelişim tamamlanmadan kurulan bağlar

  1. Uyuşmazlık ve Karakter Farklılıkları

Hayata bakış açısı, değerler, beklentiler arasında büyük farklar

“Uymadık” ya da “anlaşamıyoruz” ifadeleriyle açıklanan boşanmalar

  1. Cinsel Uyum Sorunları

Cinsel tatminsizlik, beklentilerin uyuşmaması

Bu durumun konuşulamaması veya bastırılması

  1. Bağımlılıklar

Alkol, madde, kumar veya teknoloji bağımlılığı

Aile içi sorumlulukların ihmal edilmesi

  1. Çocuk Sahibi Olma Konusundaki Uyuşmazlık

Çocuk istememe, çok çocuk isteme, çocuk eğitimi konusunda ayrılıklar

  1. Eğitim ve Kültür Farklılıkları

Sosyo-kültürel seviyedeki farkların çatışmalara dönüşmesi

  1. İhanet Dışında Duygusal İhmal (Sevgisizlik)

Eşlerin birbirine yeterince zaman ayırmaması, ilgisizlik

Romantik bağın zamanla kaybolması

  1. Mental Sağlık Problemleri

Depresyon, anksiyete gibi ruhsal rahatsızlıkların tedavisiz kalması

Eşin bu durumlara sabır gösterememesi veya fark edememesi

🔍 Not:

TÜİK verilerinde “şiddetli geçimsizlik” çoğu boşanmanın yasal gerekçesi olarak yer alır. Ancak bu başlık, yukarıdaki birçok nedenin (şiddet, iletişimsizlik, sadakatsizlik vb.) genel adı olarak kullanılır.

 




Peygamberin İnsan Yetiştiriciliği: İstidatları Yeşerten Rahmet Eli

Peygamberin İnsan Yetiştiriciliği: İstidatları Yeşerten Rahmet Eli

Her insanın içinde bir çekirdek saklıdır. Kiminde bu çekirdek bir çınar olmaya, kiminde bir gül bahçesine dönüşmeye muktedirdir. Fakat bu potansiyel, ancak bir dokunuşla, bir şefkatle, bir yönlendirmeyle uyanır. İşte bu noktada Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v), sadece vahiy getiren bir elçi değil; insan ruhunun en derin tabakalarına inerek oradaki istidatları uyandıran, kabiliyetleri geliştiren ve kişiyi kendi kemaline ulaştıran eşsiz bir mürşid-i kâmil, bir “rahmet peygamberi” olarak karşımıza çıkar.

Fıtratın Gönül Toprağına Su Veren Nebî

Peygamberimiz’in en belirgin yönlerinden biri, insanların içinde var olan ama kendi kendine keşfedemedikleri cevherleri ortaya çıkarmasıdır. Onun eğitimi, doğrudan doğruya kalbe dokunan bir eğitimdir. O, insanı olduğu gibi değil, olabileceği gibi gören bir terbiye ustasıdır.

Tıpkı susuz kalan bir toprak parçasının, yağan rahmetle bir anda çiçeklerle bezendiği gibi; Peygamberimizin manevi terbiyesiyle insanlar:

Korkakken cesur,

Cahilken bilge,

Zalimken adil,

Savrulmuşken düzenli,

Yalancı iken sadık hâle gelmiştir.

Örnekler Üzerinden Bir Tefekkür

Hz. Ebû Bekir: Sadakati içinde vardı, ama İslam ile zirveye çıktı. “Sıddîk” unvanını aldı, çünkü Peygamber onu sıdk yoluna yönlendirdi.

Hz. Ömer: Sert mizacının ardında adalet istidadı gizliydi. Peygamber o cevheri keşfetti. Sonunda “Faruk” oldu, hak ile batılı ayıran bir mihenk taşı.

Hz. Bilâl: Köleydi, hor görülürdü. Oysa içinde hürriyet ve sadakat tohumu vardı. Peygamber bu tohumu suladı. O da ezanın gür sesi oldu.

Hz. Halid b. Velid: Müşrik saflarında savaşırken dahi bir kumandan zekâsına sahipti. Peygamber bu istidadı yönlendirdi, onu “Allah’ın kılıcı” yaptı.

Bu örnekler, Peygamber’in ne kadar keskin bir feraset ve mânevî rehberlik kudretine sahip olduğunu gösterir.

Bunu tüm sahabelere teşmil edebilirsiniz.

Manevi Eğitim Modeli: Bir Nebevî Pedagoji

Modern psikoloji ve eğitim bilimleri de her insanın içinde bir yetenek haritası taşıdığını kabul eder. Ancak bu potansiyel, genellikle zahiri sebeplere ya da rastgele çevresel etkilere bağlı olarak gelişir. Oysa Peygamberimiz’in yaklaşımı:

Niyet merkezlidir: Herkesi, yaratılış gayesi doğrultusunda eğitir.

Bireysel farkları tanır: Sahabeler arasında kişiye özel yöntem uygular.

Önce kalbi fetheder: Zorlamaz, sevdirerek yönlendirir.

Sürekli gelişime açık bırakır: Sınırlamaz, istikamete yön verir.

İnsan psikolojisine bu kadar uygun bir eğitim modeli, çağlar üstü bir metodolojiyi de beraberinde getirir.

Tohumu Yeşerten Dokunuş: Ahlak ve Merhamet

Peygamberimizin başarısının ardındaki temel sır, ahlak ve merhamettir. O, insanı bir nesne değil; bir emanet, bir mücevher gibi görür. Onu kırmak değil, işlemek ister. Zira derdi insanı sadece  adam etmek değil, insanı “insan-ı kâmil” etmektir.

Bu yönüyle o, bir bahçıvan gibidir: Tohumu tanır, toprağın yapısını bilir, hangi ağacın ne zaman meyve vereceğini sezerek kavrar ve ona göreİslamın suyuyla sular. Sonra sabırla sulamaya devam eder. Gölge yapar, budar, destek verir. Ve sonunda ortaya öyle bir bahçe çıkar ki, asırlarca hem meyve verir hem de gölge olur.

Tarihî ve İbretli Bir Perspektif

Peygamberimizin vefat ettiği gün, ardında dev bir ordu, organize bir devlet, hukuk sistemi, sosyal adalet anlayışı ve binlerce yetişmiş insan bırakmıştı. Hiçbir dünyevî araç-gereç kullanmadan, sadece sevgi, ahlak, sabır ve hikmetle gerçekleştirdiği bu inkılap; tarihte eşi benzeri olmayan bir “insan inşası”dır.

Tarihin gördüğü en güçlü liderler bile ardında harabeler veya kaos bırakırken; o, insan bırakmıştır. Birer yıldız gibi parlayan sahabeler, onun en büyük eserleridir.

Bilimsel ve Akli Boyut

Nörobilim ve eğitim teorileri, insan beyninin dış uyarıcılarla geliştiğini, fakat gerçek öğrenmenin anlamla bütünleştiğinde kalıcı olduğunu söyler. Peygamberimiz’in talimleri; yalnızca bilgi değil, anlam da ihtiva ettiği için kalplerde kök salmıştır.

Modern “potansiyel keşfi” programları, bugün milyarlarca dolarlık endüstrilere dönüşmüştür. Oysa Allah Rasûlü, bin dört yüz yıl önce bu işin en mükemmel örneklerini bir hurma kütüğüne yaslanarak gerçekleştirmiştir.

Edebi Bir Yorumla

O, kurumuş dallara su yürütendi. Tohumun yüzyıllardır uyuduğu gönülleri şefkatle uyandıran bir sabah esintisiydi. Sert kayalarda dahi bir gül açtırdı. Herkesi olduğu hâliyle değil, Allah katındaki en güzel hâliyle gördü. Ve bu yüzden onun terbiye ettiği insanlar, sadece iyi değil; en iyi oldular.

Sonuç

Peygamber Efendimiz (s.a.v), insan potansiyelini harekete geçirme noktasında eşsiz bir örnektir. O, kabiliyetleri keşfetmiş, istidatları uyandırmış ve insanı kendi hakikatine kavuşturmuştur. Her biri ayrı karakterde binlerce insanı aynı rahmet potasında eritmiş, bir ümmet oluşturmuştur. Onun metodu hem ilahîdir hem de fıtrîdir. Onun bıraktığı miras, sadece bir din değil; bir insanlık modelidir.

Özet

Bu makalede, Peygamber Efendimiz’in en belirgin yönü olan insanlardaki potansiyeli keşfetme ve harekete geçirme özelliği ele alındı. Hz. Peygamber; sevgi, şefkat, ahlak ve rehberlik yoluyla insanların içindeki cevherleri ortaya çıkarmış, istidatlarını en güzel şekilde geliştirmiştir. Onun eğitimi, modern pedagojik yaklaşımlarla da örtüşen, ama onları aşan bir derinliğe sahiptir. Vahyin nuru, onun eliyle sadece karanlıkları değil, içimizdeki saklı güzellikleri de aydınlatmıştır.

 




Peygamberin İnsan Yetiştiriciliği: İstidatları Yeşerten Rahmet Eli

Peygamberin İnsan Yetiştiriciliği: İstidatları Yeşerten Rahmet Eli

Her insanın içinde bir çekirdek saklıdır. Kiminde bu çekirdek bir çınar olmaya, kiminde bir gül bahçesine dönüşmeye muktedirdir. Fakat bu potansiyel, ancak bir dokunuşla, bir şefkatle, bir yönlendirmeyle uyanır. İşte bu noktada Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v), sadece vahiy getiren bir elçi değil; insan ruhunun en derin tabakalarına inerek oradaki istidatları uyandıran, kabiliyetleri geliştiren ve kişiyi kendi kemaline ulaştıran eşsiz bir mürşid-i kâmil, bir “rahmet peygamberi” olarak karşımıza çıkar.

Fıtratın Gönül Toprağına Su Veren Nebî

Peygamberimiz’in en belirgin yönlerinden biri, insanların içinde var olan ama kendi kendine keşfedemedikleri cevherleri ortaya çıkarmasıdır. Onun eğitimi, doğrudan doğruya kalbe dokunan bir eğitimdir. O, insanı olduğu gibi değil, olabileceği gibi gören bir terbiye ustasıdır.

Tıpkı susuz kalan bir toprak parçasının, yağan rahmetle bir anda çiçeklerle bezendiği gibi; Peygamberimizin manevi terbiyesiyle insanlar:

Korkakken cesur,

Cahilken bilge,

Zalimken adil,

Savrulmuşken düzenli,

Yalancı iken sadık hâle gelmiştir.

Örnekler Üzerinden Bir Tefekkür

Hz. Ebû Bekir: Sadakati içinde vardı, ama İslam ile zirveye çıktı. “Sıddîk” unvanını aldı, çünkü Peygamber onu sıdk yoluna yönlendirdi.

Hz. Ömer: Sert mizacının ardında adalet istidadı gizliydi. Peygamber o cevheri keşfetti. Sonunda “Faruk” oldu, hak ile batılı ayıran bir mihenk taşı.

Hz. Bilâl: Köleydi, hor görülürdü. Oysa içinde hürriyet ve sadakat tohumu vardı. Peygamber bu tohumu suladı. O da ezanın gür sesi oldu.

Hz. Halid b. Velid: Müşrik saflarında savaşırken dahi bir kumandan zekâsına sahipti. Peygamber bu istidadı yönlendirdi, onu “Allah’ın kılıcı” yaptı.

Bu örnekler, Peygamber’in ne kadar keskin bir feraset ve mânevî rehberlik kudretine sahip olduğunu gösterir.

Bunu tüm sahabelere teşmil edebilirsiniz.

Manevi Eğitim Modeli: Bir Nebevî Pedagoji

Modern psikoloji ve eğitim bilimleri de her insanın içinde bir yetenek haritası taşıdığını kabul eder. Ancak bu potansiyel, genellikle zahiri sebeplere ya da rastgele çevresel etkilere bağlı olarak gelişir. Oysa Peygamberimiz’in yaklaşımı:

Niyet merkezlidir: Herkesi, yaratılış gayesi doğrultusunda eğitir.

Bireysel farkları tanır: Sahabeler arasında kişiye özel yöntem uygular.

Önce kalbi fetheder: Zorlamaz, sevdirerek yönlendirir.

Sürekli gelişime açık bırakır: Sınırlamaz, istikamete yön verir.

İnsan psikolojisine bu kadar uygun bir eğitim modeli, çağlar üstü bir metodolojiyi de beraberinde getirir.

Tohumu Yeşerten Dokunuş: Ahlak ve Merhamet

Peygamberimizin başarısının ardındaki temel sır, ahlak ve merhamettir. O, insanı bir nesne değil; bir emanet, bir mücevher gibi görür. Onu kırmak değil, işlemek ister. Zira derdi insanı sadece  adam etmek değil, insanı “insan-ı kâmil” etmektir.

Bu yönüyle o, bir bahçıvan gibidir: Tohumu tanır, toprağın yapısını bilir, hangi ağacın ne zaman meyve vereceğini sezerek kavrar ve ona göreİslamın suyuyla sular. Sonra sabırla sulamaya devam eder. Gölge yapar, budar, destek verir. Ve sonunda ortaya öyle bir bahçe çıkar ki, asırlarca hem meyve verir hem de gölge olur.

Tarihî ve İbretli Bir Perspektif

Peygamberimizin vefat ettiği gün, ardında dev bir ordu, organize bir devlet, hukuk sistemi, sosyal adalet anlayışı ve binlerce yetişmiş insan bırakmıştı. Hiçbir dünyevî araç-gereç kullanmadan, sadece sevgi, ahlak, sabır ve hikmetle gerçekleştirdiği bu inkılap; tarihte eşi benzeri olmayan bir “insan inşası”dır.

Tarihin gördüğü en güçlü liderler bile ardında harabeler veya kaos bırakırken; o, insan bırakmıştır. Birer yıldız gibi parlayan sahabeler, onun en büyük eserleridir.

Bilimsel ve Akli Boyut

Nörobilim ve eğitim teorileri, insan beyninin dış uyarıcılarla geliştiğini, fakat gerçek öğrenmenin anlamla bütünleştiğinde kalıcı olduğunu söyler. Peygamberimiz’in talimleri; yalnızca bilgi değil, anlam da ihtiva ettiği için kalplerde kök salmıştır.

Modern “potansiyel keşfi” programları, bugün milyarlarca dolarlık endüstrilere dönüşmüştür. Oysa Allah Rasûlü, bin dört yüz yıl önce bu işin en mükemmel örneklerini bir hurma kütüğüne yaslanarak gerçekleştirmiştir.

Edebi Bir Yorumla

O, kurumuş dallara su yürütendi. Tohumun yüzyıllardır uyuduğu gönülleri şefkatle uyandıran bir sabah esintisiydi. Sert kayalarda dahi bir gül açtırdı. Herkesi olduğu hâliyle değil, Allah katındaki en güzel hâliyle gördü. Ve bu yüzden onun terbiye ettiği insanlar, sadece iyi değil; en iyi oldular.

Sonuç

Peygamber Efendimiz (s.a.v), insan potansiyelini harekete geçirme noktasında eşsiz bir örnektir. O, kabiliyetleri keşfetmiş, istidatları uyandırmış ve insanı kendi hakikatine kavuşturmuştur. Her biri ayrı karakterde binlerce insanı aynı rahmet potasında eritmiş, bir ümmet oluşturmuştur. Onun metodu hem ilahîdir hem de fıtrîdir. Onun bıraktığı miras, sadece bir din değil; bir insanlık modelidir.

Özet

Bu makalede, Peygamber Efendimiz’in en belirgin yönü olan insanlardaki potansiyeli keşfetme ve harekete geçirme özelliği ele alındı. Hz. Peygamber; sevgi, şefkat, ahlak ve rehberlik yoluyla insanların içindeki cevherleri ortaya çıkarmış, istidatlarını en güzel şekilde geliştirmiştir. Onun eğitimi, modern pedagojik yaklaşımlarla da örtüşen, ama onları aşan bir derinliğe sahiptir. Vahyin nuru, onun eliyle sadece karanlıkları değil, içimizdeki saklı güzellikleri de aydınlatmıştır.

 




Hz. Ömer ve Ebû Cehil: İki Kutup, Bir Tercih

Hz. Ömer ve Ebû Cehil: İki Kutup, Bir Tercih

Rasûlullah (a.s.m) şöyle buyurdu:

“Allah’ım, şu iki adamdan -Ebû Cehil ve Ömer b. Hattâb’tan- sana en sevimli olanı ile İslam’ı güçlendir.”

Rasûlullah (a.s.m.) sözünü şöyle sürdürdü:

“O iki kişiden Allah’a sevimli olanı Ömer’di.” (Tirmizî, Menâkıb, 18; bk. Müsned 2/25;; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1/327; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, 2/215)

İslam tarihinde öyle şahsiyetler vardır ki, onların varlığı bir dönüm noktası, bir kader çizgisi olmuştur. Bu şahsiyetlerden biri de Hz. Ömer b. Hattâb’tır. Onun Müslüman oluşu, bir şahsın iman etmesinden çok daha öte bir anlam taşır: O gün İslam’ın izzeti, sokaklara taşmış; zayıflar kuvvet bulmuş, inananlar başlarını dik tutmuştur.
O halde sormak gerekir: Neden Ömer? Rasûlullah’ın duasına mazhar olan bu şahıs, Allah’a neden sevimli gelmiştir?

Rasûlullah (a.s.m), Allah’tan, Ebû Cehil ya da Hz. Ömer’den biriyle İslam’ı aziz kılmasını dilemiştir. Bu dua, aslında zahiren benzer, hakikatte zıt iki karakterin mukayesesidir. Her ikisi de Kureyş’in ileri gelenlerindendi. Her ikisi de güçlü, karizmatik, etkiliydi. Ancak biri küfrün cebbarı; diğeri ise henüz iman etmemiş olsa da fıtratın safiyetini taşıyan bir cevherdi.

Hz. Ömer’in Fıtrî Kudreti ve Duru Aklı

Hz. Ömer’in iman etmeden önce bile taşıdığı bazı meziyetler, onun Allah’a sevimli gelen yönlerini anlamada ipuçları sunar:

Adalet duygusu: Cahiliye döneminde bile hak ve adaleti gözetmeye çalışır, zulme tahammül etmezdi.

Aklın selameti: Hz. Ömer düşünce ve muhakeme sahibi, olaylara akıl süzgecinden bakan bir şahıstı. Müşrikliğin mantıksızlığına itirazları zamanla onu tefekküre sevk etmişti.

Cesaret ve dirayet: Mekke’nin sert tabiatlı yapısı içinde yıldız gibi parlayan Ömer, irade ve karar adamıydı. Bu yönü, daha sonra İslam’ın yönetim sisteminde eşsiz bir denge unsuru oldu.

Zihnî berraklık: Gerçeği kabule hazır, istikameti bozulmamış bir zihne sahipti. Bu özellik, hakikati görmesinde önemli rol oynadı.

Allah’a Sevimli Gelen Özellik: Safiyet, İhlâs ve Potansiyel

Cenâb-ı Hak, kalpleri bilir. Zâhirde kabalık, şiddet veya muhalefet görülebilir; ancak bâtında saf bir cevher gizli olabilir. Hz. Ömer’in gönlü, şirkten ve taşlaşmış inkârdan tamamen nasipsiz değildi. Onun karakteri:

Kuvvetli ama kibirsiz

Kararlı ama inatçı değil

Zorlu ama adil

Asabiyetli ama samimi

bir çizgideydi. Ebû Cehil ise aynı kuvvete sahip olsa da bu kudreti şirk, istikbar ve zulüm yönünde kullanıyordu. Allah’ın nazarı kalpleredir. Bu sebeple, Hz. Ömer’in taşıdığı potansiyel, Allah’a sevimli gelmişti.

İslam’ın İzzet Bayrağı: Ömer’le Yükselen Kudret

Hz. Ömer’in Müslüman oluşu, sadece bir ferdin iman etmesi değildir; bu olay İslam’ın toplumsal ve siyasal görünürlüğünde bir kırılma noktasıdır. Daha önce gizli yürütülen ibadetler artık açıktan yapılmaya başlanmış; Kâbe’nin etrafında saf tutulmuş, müşriklerin kalbine korku düşmüştür.

Onunla birlikte İslam:

Korku döneminden cesaret dönemine,

Sükûnetten aksiyona,

Gizlilikten tebliğe geçmiştir.

Bilimsel ve Akli Boyut: Karakter Yapısının Etkisi

Modern psikoloji, insanın karakter yapısının dini yönelişinde etkili olduğunu gösterir. Hz. Ömer’in karakteri:

Dışa dönük (extraverted)

Yüksek kararlılık (conscientiousness)

Düşük nevrotiklik (emotional stability) ile tanımlanabilir. Bu yapı, hakikate yönelmede daha sağlam adımlar atmasını sağlamış; önyargılarından ziyade derin düşünceyle hareket etmesine imkân tanımıştır.

Tarihî ve İbretli Boyut

Hz. Ömer’in halifeliği döneminde devletin yapısı güçlenmiş, adalet müessesesi kurumlaşmış, fetihlerle İslam dünyası genişlemiştir. O, Müslümanların sadece bir ferdi değil; İslam’ın devletleşmiş vicdanıdır. Onun bu yönü, Allah katında ne denli sevimli olduğunun delillerindendir.

Edebi Bir Yorumla

Kalbinde hakka karşı samimi bir arayış olan kişi, ne kadar uzak görünse de Rabbin rahmet nazarından uzakta değildir. Hz. Ömer’in kalbi, küfrün zırhı içinde atan bir hakikat kandiliydi. Ve o kandil, bir dua ile parladı.

Sonuç

Hz. Ömer’in Allah’a sevimli gelmesinin ardında yatan hikmet, onun kalbinin hakikate açık, vicdanının diri, aklının berrak ve karakterinin sağlam oluşudur. Şeklen İslam’a düşman olsa da, özünde zulmü sevmeyen, adaleti arayan bu cevher, Allah’ın nazarında kıymet bulmuş ve İslam’ın izzet elçisi kılınmıştır.

Özet

Hz. Ömer’in Allah’a sevimli gelen yönü, onun fıtratının saf, karakterinin adil, aklının berrak ve vicdanının hakikate meyilli oluşudur. O, güçlü bir liderlik potansiyelini şirk uğruna harcamayan, aksine gerçeğe yönelince onu zirveye taşıyan bir şahsiyettir. Rasûlullah’ın duasına mazhar olması, onun iç dünyasında saklı olan bu hakikat cevherinin bir yansımasıdır. Onun Müslüman oluşu, sadece bireysel bir dönüşüm değil; İslam tarihinin en büyük izzetlerinden biridir.

 




Yaratılışın Perde Arkası ve İnsan Olmanın Anlamı

Yaratılışın Perde Arkası ve İnsan Olmanın Anlamı

İnsanlık varoluşundan bu yana, kendini, evreni ve Yaradan’ı anlama arayışında olmuştur. Kimi zaman bilimle, kimi zaman felsefeyle, kimi zaman da inançla bu derin sorulara cevap aramıştır.

O, yarattıklarını yaratılmadan önce de, yarattıktan sonra da bütün halleriyle bilir. Yarattıkları ise ancak O’nun izin verdiği ve öğrettiği kadar bilebilirler…
Bu Allah’ın ilminin sonsuzluğunu ve her şeyi kuşattığını anlatırken, insanın bilgisinin sınırlı olduğunu ve ancak O’nun izniyle bir şeyler öğrenebileceğini hatırlatır.

Tarih boyunca nice ilim adamı, nice filozof bu gerçeği farklı yollarla idrak etmiştir.
İbn-i Sina’dan Biruni’ye, Gazali’den İbn-i Haldun’a kadar pek çok mütefekkir, evrenin işleyişindeki nizamı ve kudreti araştırırken, nihayetinde bu nizamın ardındaki sonsuz ilmi ve iradeyi teslim etmişlerdir.
Bilimsel çalışmalarımız ve teknolojik gelişmelerimiz ne kadar ilerlerse ilerlesin, her yeni keşif, bize kainatın daha nice sırlarını açarak, O’nun ilminin derinliğini bir kez daha gösterir.

*********

Risale-i Nur Külliyatı’ndan süzülen hikmet damlaları ise, bu sınırlı ömrün nasıl değerlendirilmesi gerektiği hususunda bizlere kılavuzluk eder: “Şu kısa, fâni ömrünü fâni şeylere sarf etme ki, fâni olmasın. Bâki şeylere sarf et ki, bâki kalsın.”
Bu söz, insana zamanın ve hayatın kıymetini hatırlatır. Geçici hevesler, dünyanın aldatıcı cazibeleri peşinde koşmak yerine, ölümsüz olana, ahirete yönelik ameller işlemeye davet eder. Geçmiş medeniyetlerin yükseliş ve çöküşleri, tarihin en büyük ibretlerinden biridir. Nice milletler, fani olana sarılıp bâki olanı ihmal ettiğinde, bir zamanlar hükmettikleri topraklar üzerinde sadece harabeler bırakarak yok olmuşlardır.

Yine Kastamonu Lahikası’ndan, Risale-i Nur’dan bir başka önemli mesaj: “İnsan hatadan hâlî olamaz fakat tövbe kapısı açıktır.” Bu söz, insanın yapısındaki acziyeti ve hata yapma potansiyelini kabul ederken, aynı zamanda umut kapılarını ardına kadar açar. Ne kadar günahkâr olursak olalım, tövbe ve istiğfar ile yeniden arınma ve Allah’a yönelme fırsatımız her zaman vardır.
İslam tarihinde, büyük günahlar işledikten sonra samimi bir tövbeyle Hakk’a dönen ve Allah’ın affına mazhar olan nice şahsiyetler bu gerçeğin canlı örnekleridir.
Mesnevî-i Nuriye’de gelen o müthiş ifade: “Bu latif, nazik masnuatı o kuru ağaçlardan ihraç eden KUDRETE hiçbir şey ağır gelmez.” Güllerin dikenli dallardan çıkışı, narın kuru topraktan filizlenişi, incirin ağacın bağrında olgunlaşması… Her biri, Kudret-i İlahiye’nin sonsuzluğunu ve sınırsızlığını haykırır. Bilim, bu harika yaratılışın mekanizmalarını çözmeye çalışsa da, bu mekanizmaları var eden ve işleyişini sağlayan Yüce Kudret karşısında hayranlığını gizleyemez. Her bir meyve, her bir çiçek, her bir canlı, O’nun mucizevi sanatının birer eseridir.
Furkan Suresi’nin 59. ayeti ise yaratılışın ihtişamını özetler: “‘Gökleri, yeri ve bu ikisi arasında bulunanları altı günde yaratan, sonra arşa istiva eden O’dur…’
Bu ayet, kainatın bir plan dahilinde, belli bir düzen içinde yaratıldığını ve her şeyin O’nun tasarrufunda olduğunu anlatır. Göklerdeki yıldızların ahengi, gezegenlerin kusursuz dönüşü, mevsimlerin dönüşü… Tüm bunlar, tesadüflerle açıklanamayacak kadar muazzam bir tasarımın ürünüdür.

Sözler’den gelen “İnsan, iman ile insanda tezahür eden san’at-ı İlâhiye ve nukuş-u esmâ-i Rabbâniye itibarıyla bir kıymet alır” cümlesi, insanın gerçek değerini ortaya koyar. İnsanı diğer varlıklardan ayıran yegâne özelliklerden biri olan iman, onu Rabbine bağlar ve ona kainattaki her şeyden daha büyük bir anlam kazandırır. İman nuruyla bakan bir kalp, her varlıkta Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellilerini görür ve bu tecelliler karşısında hayranlık duyar.

Yine Risale-i Nur Külliyatı’ndan, Sözler 474’ten bir ikaz: “Ey nefis! Eğer şu dünya hayatına müştaksan, mevt’ten kaçarsan kat’iyen bil ki: Hayat zannettiğin hâlât, yalnız bulunduğun dakikadır.” Bu söz, insanın en büyük yanılgılarından birini, yani geleceği garanti zannetme ve ölümü unutma gafletini yüzüne vurur. Hayat, nefes aldığımız bu andan ibarettir. Gelecek belirsiz, geçmiş ise geride kalmıştır. Önemli olan, içinde bulunduğumuz anı hakkıyla yaşamak ve bu anı ahiret için bir hazırlık olarak görmektir.

Son olarak Lem’alar’dan gelen “Bu kâinat ve bu küre-i arz, daim işler bir büyük fabrika ve her vakit dolar boşalır bir han, bir misafirhanedir” cümlesi, evrenin ve dünyanın dinamik yapısını gözler önüne serer. Dünya, sürekli bir dönüşüm ve değişim içindedir. Doğumlar ve ölümler, inşaatlar ve yıkımlar, gelip geçen nesiller… Her şey birbiri ardına gelip geçmektedir. Bu döngü içinde insan, sadece kısa bir süreliğine bu misafirhanede kalan bir yolcudur. Önemli olan, bu misafirlikte geride ne gibi izler bıraktığımızdır.

Bu makalede ele alınan tüm bu hakikatler, Tefsir ve Risale-i Nur’un derinliklerinden süzülerek günümüz insanına ulaşan paha biçilmez derslerdir. Bilimsel çalışmalarımız ve teknolojik ilerlemelerimiz, bu ilahi hakikatleri daha iyi anlamamıza ve kainattaki muhteşem düzeni daha yakından görmemize vesile olmalıdır. Zira, en ileri teknoloji bile, kâinatın yaratılışındaki ince sırrı ancak bir nebze aralayabilir.

Özet:
Bu makale, Risale-i Nur Külliyatı’ndan seçilen hikmetli sözler ışığında, yaratılışın derin anlamını, insanın evrendeki yerini ve fani ömrünü nasıl değerlendirmesi gerektiğini ele almaktadır. Allah’ın sonsuz ilmi ve kudreti karşısında insanın sınırlı bilgisi anlatılırken, dünya hayatının geçiciliği ve ahirete yönelik amellerin önemi üzerinde durulmuştur.
Makale, insanın hata yapma potansiyeline rağmen tövbe kapısının her zaman açık olduğunu hatırlatır ve kainattaki her bir varlıkta tecelli eden ilahi sanatın güzelliğine dikkat çeker.
Dünya, sürekli işleyen büyük bir fabrika ve geçici bir misafirhane olarak tanımlanırken, insanın gerçek değerinin iman ile kazandığı manevi yücelikle olduğu belirtilmiştir.
Tüm bu konuların, bilim ve teknoloji ile de desteklenebilecek derin bir tevhid anlayışına işaret ettiği sonucuna varılmıştır.

 




Yaratılışın Perde Arkası ve İnsan Olmanın Anlamı

Yaratılışın Perde Arkası ve İnsan Olmanın Anlamı

İnsanlık varoluşundan bu yana, kendini, evreni ve Yaradan’ı anlama arayışında olmuştur. Kimi zaman bilimle, kimi zaman felsefeyle, kimi zaman da inançla bu derin sorulara cevap aramıştır.

O, yarattıklarını yaratılmadan önce de, yarattıktan sonra da bütün halleriyle bilir. Yarattıkları ise ancak O’nun izin verdiği ve öğrettiği kadar bilebilirler…
Bu Allah’ın ilminin sonsuzluğunu ve her şeyi kuşattığını anlatırken, insanın bilgisinin sınırlı olduğunu ve ancak O’nun izniyle bir şeyler öğrenebileceğini hatırlatır.

Tarih boyunca nice ilim adamı, nice filozof bu gerçeği farklı yollarla idrak etmiştir.
İbn-i Sina’dan Biruni’ye, Gazali’den İbn-i Haldun’a kadar pek çok mütefekkir, evrenin işleyişindeki nizamı ve kudreti araştırırken, nihayetinde bu nizamın ardındaki sonsuz ilmi ve iradeyi teslim etmişlerdir.
Bilimsel çalışmalarımız ve teknolojik gelişmelerimiz ne kadar ilerlerse ilerlesin, her yeni keşif, bize kainatın daha nice sırlarını açarak, O’nun ilminin derinliğini bir kez daha gösterir.

*********

Risale-i Nur Külliyatı’ndan süzülen hikmet damlaları ise, bu sınırlı ömrün nasıl değerlendirilmesi gerektiği hususunda bizlere kılavuzluk eder: “Şu kısa, fâni ömrünü fâni şeylere sarf etme ki, fâni olmasın. Bâki şeylere sarf et ki, bâki kalsın.”
Bu söz, insana zamanın ve hayatın kıymetini hatırlatır. Geçici hevesler, dünyanın aldatıcı cazibeleri peşinde koşmak yerine, ölümsüz olana, ahirete yönelik ameller işlemeye davet eder. Geçmiş medeniyetlerin yükseliş ve çöküşleri, tarihin en büyük ibretlerinden biridir. Nice milletler, fani olana sarılıp bâki olanı ihmal ettiğinde, bir zamanlar hükmettikleri topraklar üzerinde sadece harabeler bırakarak yok olmuşlardır.

Yine Kastamonu Lahikası’ndan, Risale-i Nur’dan bir başka önemli mesaj: “İnsan hatadan hâlî olamaz fakat tövbe kapısı açıktır.” Bu söz, insanın yapısındaki acziyeti ve hata yapma potansiyelini kabul ederken, aynı zamanda umut kapılarını ardına kadar açar. Ne kadar günahkâr olursak olalım, tövbe ve istiğfar ile yeniden arınma ve Allah’a yönelme fırsatımız her zaman vardır.
İslam tarihinde, büyük günahlar işledikten sonra samimi bir tövbeyle Hakk’a dönen ve Allah’ın affına mazhar olan nice şahsiyetler bu gerçeğin canlı örnekleridir.
Mesnevî-i Nuriye’de gelen o müthiş ifade: “Bu latif, nazik masnuatı o kuru ağaçlardan ihraç eden KUDRETE hiçbir şey ağır gelmez.” Güllerin dikenli dallardan çıkışı, narın kuru topraktan filizlenişi, incirin ağacın bağrında olgunlaşması… Her biri, Kudret-i İlahiye’nin sonsuzluğunu ve sınırsızlığını haykırır. Bilim, bu harika yaratılışın mekanizmalarını çözmeye çalışsa da, bu mekanizmaları var eden ve işleyişini sağlayan Yüce Kudret karşısında hayranlığını gizleyemez. Her bir meyve, her bir çiçek, her bir canlı, O’nun mucizevi sanatının birer eseridir.
Furkan Suresi’nin 59. ayeti ise yaratılışın ihtişamını özetler: “‘Gökleri, yeri ve bu ikisi arasında bulunanları altı günde yaratan, sonra arşa istiva eden O’dur…’
Bu ayet, kainatın bir plan dahilinde, belli bir düzen içinde yaratıldığını ve her şeyin O’nun tasarrufunda olduğunu anlatır. Göklerdeki yıldızların ahengi, gezegenlerin kusursuz dönüşü, mevsimlerin dönüşü… Tüm bunlar, tesadüflerle açıklanamayacak kadar muazzam bir tasarımın ürünüdür.

Sözler’den gelen “İnsan, iman ile insanda tezahür eden san’at-ı İlâhiye ve nukuş-u esmâ-i Rabbâniye itibarıyla bir kıymet alır” cümlesi, insanın gerçek değerini ortaya koyar. İnsanı diğer varlıklardan ayıran yegâne özelliklerden biri olan iman, onu Rabbine bağlar ve ona kainattaki her şeyden daha büyük bir anlam kazandırır. İman nuruyla bakan bir kalp, her varlıkta Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellilerini görür ve bu tecelliler karşısında hayranlık duyar.

Yine Risale-i Nur Külliyatı’ndan, Sözler 474’ten bir ikaz: “Ey nefis! Eğer şu dünya hayatına müştaksan, mevt’ten kaçarsan kat’iyen bil ki: Hayat zannettiğin hâlât, yalnız bulunduğun dakikadır.” Bu söz, insanın en büyük yanılgılarından birini, yani geleceği garanti zannetme ve ölümü unutma gafletini yüzüne vurur. Hayat, nefes aldığımız bu andan ibarettir. Gelecek belirsiz, geçmiş ise geride kalmıştır. Önemli olan, içinde bulunduğumuz anı hakkıyla yaşamak ve bu anı ahiret için bir hazırlık olarak görmektir.

Son olarak Lem’alar’dan gelen “Bu kâinat ve bu küre-i arz, daim işler bir büyük fabrika ve her vakit dolar boşalır bir han, bir misafirhanedir” cümlesi, evrenin ve dünyanın dinamik yapısını gözler önüne serer. Dünya, sürekli bir dönüşüm ve değişim içindedir. Doğumlar ve ölümler, inşaatlar ve yıkımlar, gelip geçen nesiller… Her şey birbiri ardına gelip geçmektedir. Bu döngü içinde insan, sadece kısa bir süreliğine bu misafirhanede kalan bir yolcudur. Önemli olan, bu misafirlikte geride ne gibi izler bıraktığımızdır.

Bu makalede ele alınan tüm bu hakikatler, Tefsir ve Risale-i Nur’un derinliklerinden süzülerek günümüz insanına ulaşan paha biçilmez derslerdir. Bilimsel çalışmalarımız ve teknolojik ilerlemelerimiz, bu ilahi hakikatleri daha iyi anlamamıza ve kainattaki muhteşem düzeni daha yakından görmemize vesile olmalıdır. Zira, en ileri teknoloji bile, kâinatın yaratılışındaki ince sırrı ancak bir nebze aralayabilir.

Özet:
Bu makale, Risale-i Nur Külliyatı’ndan seçilen hikmetli sözler ışığında, yaratılışın derin anlamını, insanın evrendeki yerini ve fani ömrünü nasıl değerlendirmesi gerektiğini ele almaktadır. Allah’ın sonsuz ilmi ve kudreti karşısında insanın sınırlı bilgisi anlatılırken, dünya hayatının geçiciliği ve ahirete yönelik amellerin önemi üzerinde durulmuştur.
Makale, insanın hata yapma potansiyeline rağmen tövbe kapısının her zaman açık olduğunu hatırlatır ve kainattaki her bir varlıkta tecelli eden ilahi sanatın güzelliğine dikkat çeker.
Dünya, sürekli işleyen büyük bir fabrika ve geçici bir misafirhane olarak tanımlanırken, insanın gerçek değerinin iman ile kazandığı manevi yücelikle olduğu belirtilmiştir.
Tüm bu konuların, bilim ve teknoloji ile de desteklenebilecek derin bir tevhid anlayışına işaret ettiği sonucuna varılmıştır.

 




Yaratılışın Perde Arkası ve İnsan Olmanın Anlamı

Yaratılışın Perde Arkası ve İnsan Olmanın Anlamı

İnsanlık varoluşundan bu yana, kendini, evreni ve Yaradan’ı anlama arayışında olmuştur. Kimi zaman bilimle, kimi zaman felsefeyle, kimi zaman da inançla bu derin sorulara cevap aramıştır.

O, yarattıklarını yaratılmadan önce de, yarattıktan sonra da bütün halleriyle bilir. Yarattıkları ise ancak O’nun izin verdiği ve öğrettiği kadar bilebilirler…
Bu Allah’ın ilminin sonsuzluğunu ve her şeyi kuşattığını anlatırken, insanın bilgisinin sınırlı olduğunu ve ancak O’nun izniyle bir şeyler öğrenebileceğini hatırlatır.

Tarih boyunca nice ilim adamı, nice filozof bu gerçeği farklı yollarla idrak etmiştir.
İbn-i Sina’dan Biruni’ye, Gazali’den İbn-i Haldun’a kadar pek çok mütefekkir, evrenin işleyişindeki nizamı ve kudreti araştırırken, nihayetinde bu nizamın ardındaki sonsuz ilmi ve iradeyi teslim etmişlerdir.
Bilimsel çalışmalarımız ve teknolojik gelişmelerimiz ne kadar ilerlerse ilerlesin, her yeni keşif, bize kainatın daha nice sırlarını açarak, O’nun ilminin derinliğini bir kez daha gösterir.

*********

Risale-i Nur Külliyatı’ndan süzülen hikmet damlaları ise, bu sınırlı ömrün nasıl değerlendirilmesi gerektiği hususunda bizlere kılavuzluk eder: “Şu kısa, fâni ömrünü fâni şeylere sarf etme ki, fâni olmasın. Bâki şeylere sarf et ki, bâki kalsın.”
Bu söz, insana zamanın ve hayatın kıymetini hatırlatır. Geçici hevesler, dünyanın aldatıcı cazibeleri peşinde koşmak yerine, ölümsüz olana, ahirete yönelik ameller işlemeye davet eder. Geçmiş medeniyetlerin yükseliş ve çöküşleri, tarihin en büyük ibretlerinden biridir. Nice milletler, fani olana sarılıp bâki olanı ihmal ettiğinde, bir zamanlar hükmettikleri topraklar üzerinde sadece harabeler bırakarak yok olmuşlardır.

Yine Kastamonu Lahikası’ndan, Risale-i Nur’dan bir başka önemli mesaj: “İnsan hatadan hâlî olamaz fakat tövbe kapısı açıktır.” Bu söz, insanın yapısındaki acziyeti ve hata yapma potansiyelini kabul ederken, aynı zamanda umut kapılarını ardına kadar açar. Ne kadar günahkâr olursak olalım, tövbe ve istiğfar ile yeniden arınma ve Allah’a yönelme fırsatımız her zaman vardır.
İslam tarihinde, büyük günahlar işledikten sonra samimi bir tövbeyle Hakk’a dönen ve Allah’ın affına mazhar olan nice şahsiyetler bu gerçeğin canlı örnekleridir.
Mesnevî-i Nuriye’de gelen o müthiş ifade: “Bu latif, nazik masnuatı o kuru ağaçlardan ihraç eden KUDRETE hiçbir şey ağır gelmez.” Güllerin dikenli dallardan çıkışı, narın kuru topraktan filizlenişi, incirin ağacın bağrında olgunlaşması… Her biri, Kudret-i İlahiye’nin sonsuzluğunu ve sınırsızlığını haykırır. Bilim, bu harika yaratılışın mekanizmalarını çözmeye çalışsa da, bu mekanizmaları var eden ve işleyişini sağlayan Yüce Kudret karşısında hayranlığını gizleyemez. Her bir meyve, her bir çiçek, her bir canlı, O’nun mucizevi sanatının birer eseridir.
Furkan Suresi’nin 59. ayeti ise yaratılışın ihtişamını özetler: “‘Gökleri, yeri ve bu ikisi arasında bulunanları altı günde yaratan, sonra arşa istiva eden O’dur…’
Bu ayet, kainatın bir plan dahilinde, belli bir düzen içinde yaratıldığını ve her şeyin O’nun tasarrufunda olduğunu anlatır. Göklerdeki yıldızların ahengi, gezegenlerin kusursuz dönüşü, mevsimlerin dönüşü… Tüm bunlar, tesadüflerle açıklanamayacak kadar muazzam bir tasarımın ürünüdür.

Sözler’den gelen “İnsan, iman ile insanda tezahür eden san’at-ı İlâhiye ve nukuş-u esmâ-i Rabbâniye itibarıyla bir kıymet alır” cümlesi, insanın gerçek değerini ortaya koyar. İnsanı diğer varlıklardan ayıran yegâne özelliklerden biri olan iman, onu Rabbine bağlar ve ona kainattaki her şeyden daha büyük bir anlam kazandırır. İman nuruyla bakan bir kalp, her varlıkta Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellilerini görür ve bu tecelliler karşısında hayranlık duyar.

Yine Risale-i Nur Külliyatı’ndan, Sözler 474’ten bir ikaz: “Ey nefis! Eğer şu dünya hayatına müştaksan, mevt’ten kaçarsan kat’iyen bil ki: Hayat zannettiğin hâlât, yalnız bulunduğun dakikadır.” Bu söz, insanın en büyük yanılgılarından birini, yani geleceği garanti zannetme ve ölümü unutma gafletini yüzüne vurur. Hayat, nefes aldığımız bu andan ibarettir. Gelecek belirsiz, geçmiş ise geride kalmıştır. Önemli olan, içinde bulunduğumuz anı hakkıyla yaşamak ve bu anı ahiret için bir hazırlık olarak görmektir.

Son olarak Lem’alar’dan gelen “Bu kâinat ve bu küre-i arz, daim işler bir büyük fabrika ve her vakit dolar boşalır bir han, bir misafirhanedir” cümlesi, evrenin ve dünyanın dinamik yapısını gözler önüne serer. Dünya, sürekli bir dönüşüm ve değişim içindedir. Doğumlar ve ölümler, inşaatlar ve yıkımlar, gelip geçen nesiller… Her şey birbiri ardına gelip geçmektedir. Bu döngü içinde insan, sadece kısa bir süreliğine bu misafirhanede kalan bir yolcudur. Önemli olan, bu misafirlikte geride ne gibi izler bıraktığımızdır.

Bu makalede ele alınan tüm bu hakikatler, Tefsir ve Risale-i Nur’un derinliklerinden süzülerek günümüz insanına ulaşan paha biçilmez derslerdir. Bilimsel çalışmalarımız ve teknolojik ilerlemelerimiz, bu ilahi hakikatleri daha iyi anlamamıza ve kainattaki muhteşem düzeni daha yakından görmemize vesile olmalıdır. Zira, en ileri teknoloji bile, kâinatın yaratılışındaki ince sırrı ancak bir nebze aralayabilir.

Özet:
Bu makale, Risale-i Nur Külliyatı’ndan seçilen hikmetli sözler ışığında, yaratılışın derin anlamını, insanın evrendeki yerini ve fani ömrünü nasıl değerlendirmesi gerektiğini ele almaktadır. Allah’ın sonsuz ilmi ve kudreti karşısında insanın sınırlı bilgisi anlatılırken, dünya hayatının geçiciliği ve ahirete yönelik amellerin önemi üzerinde durulmuştur.
Makale, insanın hata yapma potansiyeline rağmen tövbe kapısının her zaman açık olduğunu hatırlatır ve kainattaki her bir varlıkta tecelli eden ilahi sanatın güzelliğine dikkat çeker.
Dünya, sürekli işleyen büyük bir fabrika ve geçici bir misafirhane olarak tanımlanırken, insanın gerçek değerinin iman ile kazandığı manevi yücelikle olduğu belirtilmiştir.
Tüm bu konuların, bilim ve teknoloji ile de desteklenebilecek derin bir tevhid anlayışına işaret ettiği sonucuna varılmıştır.

 




Secdenin Yüzde Bıraktığı İz: Bir Nurun Hikâyesi

Secdenin Yüzde Bıraktığı İz: Bir Nurun Hikâyesi

✍️ Mehmet Özçelik | www.tesbitler.com

س۪يمَاهُمْ ف۪ي وُجُوهِهِمْ مِنْ اَثَرِ السُّجُودِۜ
simahum fi vucuhihim min eseris sucud, ”
“Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir.”
(Fetih suresi.29)

  1. Ayetin Edebi ve Manevi Derinliği

Kur’an’da geçen “سِيمَاهُمْ فِي وُجُوهِهِمْ” ifadesi, yalnızca fiziksel bir iz değil, ruhsal bir hâlin tezahürü olan bir nur, bir iz, bir alamet anlamına gelir.
“Secde izi”, sadece alnın renginin değişmesi, cildin kalınlaşması değil; kalbin, yüz vasıtasıyla dile gelen sadeliği, huzuru ve Rabbine yönelişinin işaretidir.

Bu iz, bir nişandır. Secdeyle yoğrulmuş bir ruhun dış dünyaya taşan mührüdür. Aynı bir anne şefkatinin bakışlara sinmesi gibi, secde ehlinin alnına, gözlerine, duruşuna siner.

  1. Tarihi Şahitlikler: Yüzlerdeki Secde Nurunun İzleri

İmam-ı Azam’ın, Hasan-ı Basri’nin, Rabia-i Adeviyye’nin yüzlerindeki vakur duruluk; Ömer bin Abdülaziz’in, Bediüzzaman Said Nursî’nin simasındaki mahviyet ve vakar hep bu ayetin birer yansımasıdır.
Öyle ki, tarih boyunca hakikat yolcuları secdeyle öyle bir hâl almışlardır ki, daha konuşmadan yüzlerindeki iz, onları tarif ederdi.

İbni Mesud der ki:

> “Mümin, yüzüyle çağırır. Konuşmasa da hâliyle davet eder.”
İşte bu hâl, secdenin izidir. Simahum fî vucûhihim…

III. Bilimsel Bakış: Secde Beyne Ne Yapar?

Modern nörobilim, insan beyninin en aktif merkezlerinden birinin prefrontal korteks olduğunu tespit etmiştir.
Bu bölge; karar verme, ahlaki yargılar ve ruhî dengeyle ilgilidir.
İşte secde sırasında alnın tam da bu bölgesi yere değmektedir. Bu durum, beynin:

Sakinleşmesine,

Elektriksel boşalımına (topraklama etkisi),

Melatonin ve serotonin hormonlarının dengelenmesine,

Kalpte huzur ve beyinde berraklık oluşmasına
vesile olur.

Bilimsel olarak da secde, kişinin psikolojik ve nörolojik yapısını olumlu etkiler. Hadiste:

> “Kulun Rabbine en yakın olduğu hal secde halidir. İşte bu sebeple secdede çok dua etmeye bakın!”
buyuruluyor.

  1. Aklî ve Mantıkî Yorum: Neden Yüzde İz Bırakır?

İnsan, kalbindekini ilk olarak yüzünde taşır.
Sevgi, öfke, kibir, haya, takva… hepsi yüzde okunur.
Secde bir ruh halidir. Kulun en zayıf, en mahviyetli, en samimi ânıdır. Bu hâl tekrarlandıkça kalpte yer eder; kalpteki hal ise yüzün mimiklerine, bakışlara, hatta huzura dönüşür.

Ayrıca bir insanın uzun süreli secdeye alışması, yüzünde fiziksel bir farklılık da oluşturabilir; ama Kur’an bu ifadeyi sadece fiziki değil, manevi bir hâlin parıltısı olarak sunmaktadır.

  1. Secde İzinin Hikmeti ve İbret Tarafı

Bu iz, makamdan, mevkiden değil; secdeden gelir.
Altın saatler, caka satmalar, medya parıltıları geçicidir. Ama secdenin yüzlerde bıraktığı nur; kabrin karanlığında bile parlar.

Bu yüz, kabirde de tanınır. Mahşerde “secde eden alınlar” diye çağrılır. Nitekim Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

> “Kıyamet günü secde edenlerin alınları nur gibi parlayacaktır.”
(Müslim, İman, 182)

  1. Günümüz İçin Dersler: Hangi İzle Tanınacağız?

Bugün sosyal medya filtreleri, makyajlar, yüz tasarımları insanın özünü örten maskelere dönüştü. Ama bir mümin için yüzün hakiki süsü secdedir.
Kimse “kaç takipçin var?” diye değil; “kaç secden var?” diye soracaktır ahirette.
Dünyada bıraktığın izler geçicidir. Ama secdeden gelen iz, ebedî tanınma vesilendir.

🔻 ÖZET:

“Simahum fi vucuhihim min eseris sucud” ayeti, müminlerin yüzlerinde secdeden kaynaklanan manevi bir iz, nur ve huzur olduğunu bildirir.

Bu iz, sadece fiziki değil, aynı zamanda ruhsal bir parıltı, derin bir iç huzurun dışa yansımasıdır.

Nörolojik olarak secdenin beyin kimyasını dengelediği ve kişiyi ruhen rahatlattığı bilimsel olarak da isbatlanmıştır.

Tarihte, secde ehli insanlar yüzlerinden tanınırdı. Bugün de kalpteki ihlas ve huzur, en çok yüzde görünür.

Secde izi, insanı mahşerde tanıtan ilahi bir nişandır.

> “Dünyada hangi iz seni tanımlıyor? Parmak izinden mi, secde izinden mi tanınacaksın?”