Hakikat Pınarı: Peygamber, Kur’an ve İnsanlığın Ebedi Yolculuğu

Hakikat Pınarı: Peygamber, Kur’an ve İnsanlığın Ebedi Yolculuğu

Kâinat, zerrelerinden kürelerine kadar her bir detayıyla, sonsuz bir sanat eseri ve kudretin tecelligâhıdır. Bu eşsiz tabloyu okuyabilen her gönül, varoluşun derin sırlarına vakıf olur. İnsanlık tarihi boyunca gönderilen peygamberler, ilahi mesajları taşıyan kutsal kitaplar ve özellikle de son elçi Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm ile Kur’an-ı Azimüşşan, bu sır perdesini aralayan en büyük rehberlerdir.

Nübüvvet Mührü ve Şeriatın Evrenselliği

Bediüzzaman Said Nursi’nin İşarat-ül İ’caz’da belirttiği gibi, Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, sadece bir resûl değil, aynı zamanda “Ekmelü’r-Rusüldür” (Resûllerin en mükemmeli) ve “Hâtemü’l-Enbiyadır” (Peygamberlerin Sonuncusu). O’nun risaleti âmm (evrensel) olup, şeriatı diğer şeriatların güzelliklerini cem’etmiş ve onları nâsih (neshedici) kılmıştır. Bu, İslam’ın evrenselliğini ve kıyamete kadar baki kalacağını gösteren bir hakikattir. Peygamber Efendimiz (sav), insanlığa hem dünyevi hem de uhrevi saadet yolunu açan müstesna bir rehberdir.

Kur’an: Kalplere Gıda, Akıllara Nur

Kur’an-ı Kerim, milyondan ziyade insanın dilleriyle okunan, ruhlara inkişaf ve terakki, akıllara istikamet ve nur veren eşsiz bir kitaptır. O, kalpleri tasfiye eden, nefisleri tezkiye eden bir hidayet kaynağıdır. Bediüzzaman’ın ifadesiyle, “Kur’an heyet-i mecmuasıyla kalblere kut (gıda) ve kuvvet olup, tekrarı usanç değil, halâvet ve lezzet verdiği gibi, Kur’an’ın âyetlerinde de öyle bir kısım vardır ki, o kuvvetin ruhu hükmünde olup tekerrür ettikçe daha ziyade parlar, hak ve hakikat nurlarını saçar.” (İşarat-ül İ’caz – 30) Bu, Kur’an’ın mucizevi yönlerinden biridir; her okunduğunda yeni manalar açması, gönüllere ferahlık ve akıllara berraklık vermesi.

Kâinattaki Hikmet ve Adalet Tezahürleri

Evren, her zerresinde ilahi bir nizam ve intizam sergiler. Risale-i Nur – Mektubat’ın 256. sayfasında dile getirildiği üzere: “Ziyade dikkat ettikçe o tanzim ve tevzin altında bir hikmet ve adalet görünüyor. Her harekette bir hikmet ve maslahat gözetiliyor, bir hak, bir fayda takip ediliyor.”
Bir çiçeğin narin yapısından, bir kelebeğin kanat desenine, bir kuşun rengarenk tüylerine kadar her şeyde sonsuz bir sanatkârın mührü vardır. Bu varlıklar, tesadüfün eseri değil, bilakis sonsuz ilim, irade ve kudretin tecellileridir. Onlar, yaratıcılarının hikmetini ve adaletini her an fısıldar gibidir.

Suyun Mucizesi ve Allah’ın Kudreti

Mülk Suresi’nin 30. ayeti, Allah’ın kudretini ve insanın acziyetini düşündürücü bir soruyla ortaya koyar: “Bir de şunu sor: ‘Suyunuz çekiliverse size yerden kaynayan suyu kim getirebilir?'” Bu ayet, hayatın temel kaynağı olan suyun dahi ilahi bir lütuf olduğunu ve onun yokluğunda insanın ne kadar çaresiz kalacağını gösterir. Yerden fışkıran sular, bulutlardan inen yağmurlar, hepsi Allah’ın sonsuz kudretinin ve merhametinin delilleridir.

Ahiret Günü ve Adaletin Tezahürü

Bakara Suresi’nin 281. ayeti, insanı ahiret bilincine davet eder: “Öyle bir günden sakının ki, o gün hepiniz Allah’a döndürülüp götürüleceksiniz. Sonra herkese kazandığı amellerin karşılığı verilecek ve onlara asla haksızlık yapılmayacaktır.” Bu ayet, dünya hayatının bir imtihan olduğunu ve her amelin karşılığının mutlaka görüleceğini hatırlatır. Adalet-i İlahi, zerre miskal dahi olsa hiçbir amelin karşılıksız kalmayacağını, kimseye haksızlık yapılmayacağını garanti eder.

Toplumsal Yaşamda Yardımlaşma ve Zekatın Rolü

İnsanlığın toplumsal hayatının intizamı ve asayişi için zekat köprüsü hayati bir öneme sahiptir. İşarat-ül İ’caz’ın 45. sayfasında, müslümanların birbirine yardımlarının ancak zekat köprüsü üzerinden yapılabileceği belirtilir. “Âlem-i beşerde hayat-ı içtimaiyenin hayatı, muavenetten doğar. İnsanların terakkiyatına engel olan isyanlardan, ihtilallerden meydana gelen felaketlerin tiryakı, ilâcı muavenettir.” Zekat, sadece bir ibadet değil, aynı zamanda toplumsal dayanışmayı, refahı ve huzuru sağlayan temel bir mekanizmadır.

Kader ve Güzel Sözlerin Gücü

Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin veciz ifadesiyle, “Dünyada olabilecek her bir olay için misal aleminde sayısız ihtimal uyur. Siz ağzınızdan çıkardığınız sözlerle o ihtimalleri uyandırırsınız. Güzel kelimeler söyleyin ki güzel ihtimaller uyansın. İnsanın kaderine müdahalesi buradadır.” Bu, kaderin pasif bir teslimiyet değil, aktif bir iradeyle şekillendirilebileceği gerçeğini vurgular. Güzel düşünceler, güzel sözler ve güzel ameller, hayata olumlu ihtimalleri çağırmanın anahtarıdır.

Dua ve Tevhid Bilinci

Mesnevî-i Nuriye’den (sh: 86) öğrendiğimiz gibi, dualar, Tevhid ve İbadetin Esrarına birer numunedir. Dua eden kimse, kalbinde dolanan arzu ve isteklerini Cenab-ı Hakk’ın işittiğine ve Kadir olduğuna itikat etmelidir. Bu itikat, Allah’ın her şeyi bildiğini ve her şeye kadir olduğunu iktiza eder. Dua, insanın acziyetini idrak etmesi ve sonsuz kudret sahibi olan Rabbine sığınmasıdır.

Takva ve Halkın Rızası

Risale-i Nur Külliyatı’ndan alınan bir prensip olarak, “Eğer takva ve amel-i salihle Hâlıkını razı ettiysen, halkın rızasını tahsile lüzum yoktur; o kâfidir.”
Bu ifade, riyanın ve gösterişin aksine, samimiyetin ve Allah rızasının esas alınması gerektiğini ifade eder. Aslolan, Allah’ın rızasını kazanmaktır; halkın rızası ise ancak O’nun rızası doğrultusunda kazanılırsa değerlidir.

Sonuç:

Peygamber Efendimiz’in (sav) evrensel risaleti, Kur’an’ın kalplere ve akıllara hayat veren mucizevi tesiri, kâinattaki ilahi nizam ve adaletin tezahürleri, suyun varoluşundaki hikmet, ahiret inancının önemi, zekatın toplumsal işlevi, sözlerin kader üzerindeki etkisi ve duanın tevhid bilincindeki yeri, insanın bu dünyadaki yolculuğunda tutunması gereken temel hakikatlerdir. Bu hakikatleri idrak eden bir birey, sadece kendi varoluşuna değil, tüm kâinata hikmet nazarıyla bakarak hem dünyevi hem de uhrevi saadete ulaşabilir.

Makale Özeti:

Bu makale, Hazret-i Muhammed’in (sav) peygamberlik vasıfları ve şeriatının evrenselliği ile başlayarak, Kur’an’ın kalplere gıda ve akıllara nur veren mucizevi etkilerini anlatmaktadır. Kâinattaki her şeyde görülen ilahi hikmet ve adalete dikkat çekilmiş, suyun varlığındaki ilahi kudret Mülk Suresi’nden örnekle açıklanmıştır. Ahiret gününün adalet tecellisi ve zekatın toplumsal yardımlaşmadaki rolü üzerinde durulmuştur. Mevlana’nın sözleriyle kader ve güzel kelimelerin gücü ifade edilmiş, duanın tevhid bilincindeki önemi açıklanmıştır. Son olarak, takva ve salih amellerle Allah rızasının hedeflenmesi gerektiği belirtilerek, tüm bu unsurların bir bütün olarak insanın hakikat yolculuğundaki rehberliği ortaya konmuştur.

 




Hidayet İkliminde İnsan: Zamanın İki Mezarı Arasında Bir Namaz ve Nur Risalesi

Hidayet İkliminde İnsan: Zamanın İki Mezarı Arasında Bir Namaz ve Nur Risalesi

İnsanoğlu, varoluş sahnesinde bir misafir, zaman nehrinde akıp giden bir damla misali, mazi ve istikbal denilen iki büyük mezar arasında bir ömür sürer. Bu kısa ve fani yolculukta, onu ebedi saadete taşıyacak en büyük sermaye, hidayet ve imandır.
Kalbin ve ruhun cenneti olan hidayet, Allah’ın bir lütfudur ve bu lütfa nail olmanın yolları, ilahi kelamda ve peygamberi öğretilerde gizlidir.

Hidayet: Ruhun Cenneti ve Vicdani Bir Lezzet

“Hidayet haddizatında büyük bir nimettir ve vicdanî bir lezzettir, belki ruhun cennetidir. Hidayet, Allah’tandır.”

Bediüzzaman Said Nursi’nin bu sözleri, hidayetin kuru bir bilgi değil, ruhun derinliklerinde hissedilen, vicdanı tatmin eden eşsiz bir huzur kaynağı olduğunu anlatır. Hidayet, Allah’ın izni olmadan ulaşılamaz bir makamdır; çünkü O’dur kalplere nurunu indiren, doğru yolu gösteren. Bu nur, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın tebliğ ettiği zaruriyat-ı diniyeyi tafsilen ve zaruriyatın gayrisini icmalen tasdik etmekten hasıl olan bir nurdur. (İşarât-ül İ’câz – 41) İman, bu nurun kalpte tecelli etmesidir.

**********

Zamanın İki Mezarı Arasında İnsanın Vazifesi
“Bak zaman-ı mâzi, Senin gibi geçmiş olanlara Geniş bir kabir olduğu gibi, istikbâl zamanı da geniş bir Mezâristan olacaktır. Bugün sen iki Mezar arasındasın.. Artık sen bilirsin.” Risale-i Nur’dan alınan bu düşündürücü ifade, insanın faniliğini ve zamanın hızla akıp gidişini acı bir gerçeklikle yüzümüze çarpar. Geçmiş, bir mezar; gelecek, bir mezaristan… Ve bizler, bu ikisi arasında, şu an denilen daracık zaman diliminde yaşıyoruz. Bu bilinçle, her anımızın değerini bilmek, onu en hayırlı şekilde değerlendirmek, ebedi hayat için bir azık toplamak elzemdir.

********

Namazda “Ettahiyyâtü Lillâh”ın Derin Manası ve Şükrün Geniş Ufku
Namaz, bir kulun Rabbiyle en derin irtibat kurduğu andır. Özellikle “Ettahiyyâtü Lillâh” duası, bu irtibatın zirvelerinden birini temsil eder.
Bediüzzaman Said Nursi’nin Sözler adlı eserinde (s. 361) açıklandığı gibi, aciz bir kul namazında “Ettahiyyâtü lillâh” derken, aslında bütün mahlukatın hayatlarıyla takdim ettikleri hediye-i ubudiyetlerini kendi hesabına, umumunu Allah’a takdim etmektedir.
“Eğer elimden gelseydi, onlar kadar tahiyyeler sana takdim edecektim. Hem sen onlara, hem daha fazlasına lâyıksın.”
Bu niyet ve itikat, pek geniş bir şükr-ü küllîdir. Zira insan, kendi acziyetini idrak ederek, tüm varlığın ibadetini kendi namına sunmakla, külli bir şükrün kapısını aralar.

*********

Risale-i Nur: Toplumsal Hastalıklara Şifa

Çağımızın en büyük manevi rehberlerinden olan Risale-i Nur Külliyatı, sadece bireysel hidayet için değil, aynı zamanda toplumsal barış ve huzur için de bir reçete sunar. Sözler’in 765. sayfasında belirtildiği üzere, “Risale-i Nur nifak ve şikakı, tefrikayı, fitne ve fesadı kaldırıp; kardeşliği, uhuvvet-i diniyeyi, tesanüdü ve teavünü yerleştirir.”
Bu, Risale-i Nur mesleğinin temel esasıdır. Gurur, kibir, hodfuruşluk ve zillet gibi kötü ahlâkı yok ederek, tevazu, mahviyet, izzet ve vakar gibi güzel ahlâklara sahip kılar. Kısacası, Risale-i Nur, kalpleri arındırarak toplumu ıslah etme gayesi taşır.

********

Adalet-i İlahi ve Amellerin Karşılığı
Cenab-ı Hak, kemal-i kereminden, merhametinden ve adaletinden dolayı, dünya hayatında dahi iyilikler içinde muaccel bir mükafatı ve fenalıklar içinde muaccel bir mücazatı dercetmiştir. “Hasenatın içinde, âhiretin sevabını andıracak manevî lezzetler, seyyiatın içinde, âhiretin azabını ihsas edecek manevî cezalar dercetmiş.”
Bu hakikat, Risale-i Nur Külliyatı’ndan alınan önemli bir düsturdur. İyilik yapan, dünyada dahi manevi bir lezzetle ödüllendirilirken, kötülük yapanın kalbine bir sıkıntı, bir azap düşer. Bu, ahiretteki büyük mükafat ve mücazatın küçük bir numunesidir.

İman ve Küfür Arasındaki Fark

Muzır kafirler ve kafirlerin yolunda giden sefihler, Lem’alar’ın 121. sayfasında Cenab-ı Hakk’ın hayvanatından bir nevi habîsler olarak nitelendirilmiştir. Bu sert ifade, küfür ve sapkınlığın insan fıtratına aykırılığını ve manevi hastalıklar getirdiğini anlatır. Hidayet yolundan sapmak, insanı gerçek insaniyetinden uzaklaştırır ve onu manen alçaltır.

Sonuç:
İnsan, zamanın dar boğazında, iki büyük mezarın arasında, hidayet nuruyla aydınlanan bir yolcudur. Bu yolculukta, Allah’ın lütfu olan hidayete sarılmak, imanı kalpte kökleştirmek, namazın ve şükrün derin manalarını kavramak elzemdir.
Risale-i Nur gibi eserler, bireysel ve toplumsal manevi hastalıklara şifa sunarken, ilahi adaletin tecellileri her an bizi ibret almaya davet eder. Bu bilinçle yaşayan bir kul, fani dünyadan ebedi cennetlere uzanan bir köprü kurar.

Makale Özeti:

Bu makale, hidayetin bir lütuf ve ruhun cenneti olduğunu anlatarak başlamakta, imanın peygamberin tebliğ ettiği hakikatlerin tasdikiyle oluşan bir nur olduğunu belirtmektedir. Zamanın geçiciliği ve insanın mazi ile istikbal arasındaki konumu ele alınarak, namazdaki “Ettahiyyâtü Lillâh” duasının külli şükrü ifade eden derin manası açıklanmıştır.
Risale-i Nur’un toplumsal nifakı giderip kardeşliği tesis etme ve kötü ahlâkları güzelleştirme misyonu üzerinde durulmuştur. İlahi adaletin dünyada dahi iyilik ve kötülüğün manevi karşılıklarını dercettiği ifade edilmiş, kafirliğin insanı manen nasıl alçalttığına değinilmiştir.
Makale, tüm bu unsurların bir araya gelerek insanın hakikat ve hidayet yolculuğunda nasıl rehberlik ettiğini özetlemektedir.

 




Kalp Penceresinden İhlas Işığına: İnsan, İman ve Hakikat Yolculuğu

Kalp Penceresinden İhlas Işığına: İnsan, İman ve Hakikat Yolculuğu

Varlık sahası, tefekkür eden bir akıl için ucu bucağı olmayan bir dershane, idrak eden bir kalp için ise sırlarla dolu bir kitaptır. Her bir zerresi, Cenâb-ı Hakk’ın varlığını, birliğini ve sonsuz kudretini fısıldar. İnsanın bu muazzam evrende nefsine tutsak olmadan, kalbinin ebediyete açılan penceresinden hakikati görebilmesi, ancak iman ve ihlasla mümkündür.

Kalbin Ebediyete Açılan Penceresi ve Dünya Hayatının Perişanlığı
“Kalp, ebedü’l-âbâda müteveccih açılmış bir penceredir. Bu fani dünyaya razı değildir.”
Mesnevî-i Nuriye’den süzülen bu derin mana, insanın ruhunda ebediyete duyulan bitmek bilmez bir özlemin bulunduğunu ortaya koyar. Fani dünya, kalbin derinliklerindeki bu sonsuzluk arayışını tatmin edemez. İnsan, yaratılışındaki bu ilahi fıtrat gereği, bir sahibe, bir mâlike muhtaçtır.

Bediüzzaman Said Nursi’nin ifadesiyle, “İşte bu âvâre nev-i beşer içinde, bu perişan fani dünyada; insan, sahibini tanımazsa, Mâlikini bulmazsa ne kadar bîçare sergerdan olduğunu herkes anlar.”
Sahipsiz sanılan bir dünyanın getirdiği vahşet ve perişanlık, Rabbini tanıyan bir kalp için bir tenezzühgâha, bir ticaretgâha dönüşür. Zira o zaman insan, O’nun rahmetine sığınır, kudretine istinad eder ve her şeyi O’nun rızası için yapar.

İmanın Nuru ve İhlasın Zerresi

İman, yalnızca kuru bir tasdik değil, “Cenab-ı Hakk’ın istediği kulunun kalbine, cüz-i ihtiyarının sarfından sonra ilka ettiği bir nurdur.” (İşarât-ül İ’câz – 42)
Bu nur, insanın iradesiyle kazanılan bir lütuftur ve kalbi aydınlatarak ona doğru yolu gösterir. Ancak bu nurun parlaması, ihlasla mümkündür. Lem’alar’ın 133. sayfasında belirtildiği gibi:
“Her şeyde bir ihlas var. Hattâ muhabbetin de ihlas ile bir zerresi, batmanlarla resmî ve ücretli muhabbete tereccuh eder.”
İhlas, bir işi veya ibadeti sadece Allah rızası için yapmaktır. Bir zerresi bile, resmi ve gösterişli nice amellere bedeldir.

Hz. Ali’nin (ra) bir kafirle yaşadığı ibretli hadise, ihlasın bu eşsiz kıymetini gözler önüne serer. Kılıcını çekmişken, kafirin yüzüne tükürmesiyle nefsine pay karıştığını fark edip onu bırakması ve kafirin bu saf ve halis dine hayran kalması, ihlasın kalplere nasıl nüfuz ettiğinin en güzel örneklerindendir.

**********

Şeytanın Desiseleri ve Kur’an ile Sünnetin Rehberliği

İnsan, şeytanın desiselerine karşı savunmasız kalabilir. Hayat-ı diniyenin, hayat-ı şahsiyenin ve hayat-ı içtimaiyenin selameti, sıhhat-i fikir ve istikamet-i nazar ve selamet-i kalp için Bediüzzaman, Kur’an-ı Kerim’in muhkematının ve Sünnet-i Seniyye’nin terazileriyle amelleri ve hatıratları tartmayı öğütler.

“Ve Kur’ân’ı ve Sünnet-i Seniyye’yi daima rehber yap. Ve Eûzü billâhi mine’ş-şeytânirracîm de, Cenâb-ı Hakka ilticada bulun.” (Lem’alar, sh: 89)
Bu, her türlü vesvese ve şer düşüncesine karşı en büyük sığınaktır.

**********

Kainatın Şükür Dilimi ve İlahi Sanat

Bu muazzam kainat, her köşesiyle bir şükür tablosudur.
Risale-i Nur – Lem’alar’ın 59. sayfasında ifade edildiği üzere:
“Bu kâinatı bu derece in’amat ile dolduran Zat-ı Kerîm-i Zülcemal, zîşuurlardan o nimetlere karşı şükür istemesi, zarurî ve bedihîdir.”

İncir ağacının kendi çamurunu yiyerek meyvelerine “halis süt” misali tat vermesi (Risale-i Nur – Haşir – 40), sonsuz rahmet, kerem ve şefkat sahibi bir Zat’ın eseridir.

Kör olmayana gösterilen bu mucizeler, şükrün ve hamdin en temel gerekliliğini ortaya koyar.

*********

Hâlık-ı Semavat ve Arz’dan Başka Kurtarıcı Yoktur
“Acaba Hâlık-ı Semavat ve Arz’dan başka hangi sebeb var ki, en ince ve en gizli hatırat-ı kalbimizi bilecek ve bizim için istikbali, âhiretin icadıyla ışıklandıracak ve dünyanın yüzbin boğucu emvacından kurtaracak?” (Lem’alar – 6)
Bu soru, insanı derinden düşündürmeli ve tek hakiki sığınak olan Yaratıcı’ya yöneltmelidir. Zât-ı Vâcibü’l-Vücud’dan başka hiçbir şey, hiçbir cihette O’nun izni ve iradesi olmadan yardım edemez ve kurtarıcı olamaz.

Muzır kafirler ve onların yolunda giden sefihler, Cenab-ı Hakk’ın hayvanatından bir nevi habîslerdir (Lem’alar 121). Bu ifade, iman ve küfür arasındaki derin farkı ve yanlış yolun sapkınlığını gösterir.

Sonuç:
İnsanın bu fani dünyadaki asıl amacı, kalbinin ebediyete açılan penceresinden hakikati görüp, Rabbini tanımak ve O’na ihlasla bağlanmaktır. Şeytanın desiselerine karşı Kur’an ve Sünnetle korunmak, nimetlere şükretmek ve her anımızı O’nun rızası doğrultusunda yaşamak, bizleri perişanlıktan kurtarıp, dünyayı bir tenezzühgâha, ahireti ise ebedi saadet yurduna çevirecektir. İhlas, her şeyin özü ve kurtuluşun anahtarıdır.

Makale Özeti:
Bu makale, insanın kalbindeki ebediyet arayışından başlayarak, dünya hayatının geçiciliğini ve sahibini tanımanın önemini ele almaktadır.
İmanın kalbe ilka edilen bir nur olduğunu ve ihlasın amellerdeki kıymetini Hz. Ali’nin (ra) ibretlik kıssasıyla örneklendirmektedir.

Şeytanın vesveselerine karşı Kur’an ve Sünnetin rehberliğinin altı çizilerek, tüm nimetlerin Allah’tan geldiği ve şükrün zaruriyeti anlatılmaktadır.
Makale, Hâlık-ı Semavat ve Arz’dan başka hiçbir kurtarıcının olmadığını belirterek, imanın ve ihlasın insanı hem dünyevi perişanlıktan hem de uhrevi azaptan kurtaracağını ifade etmiştir.

 




Kalpten Gönüle Hikmet Damlaları: İnsanın Dünya ve Ahiret Yolculuğu

Kalpten Gönüle Hikmet Damlaları: İnsanın Dünya ve Ahiret Yolculuğu

Hayat, karmaşık bir bilmece, dipsiz bir kuyu ve aynı zamanda ilahi bir lütuftur. Her nefes, her an, her karşılaşma, insanın bu varlık sahnesindeki rolünü, amacını ve nihayetinde varacağı menzili fısıldar gibidir. Önümüze düşen her fotoğraf karesi, okuduğumuz her hikmetli söz, Kur’an’ın her ayeti ve Hadis-i Şerifler, bu kutlu yolculukta bize rehberlik eden işaretler hükmündedir.

*********

Dünya: Bir Gönül İmtihanı ve Hakikatin Perdesi
“Cenâb-ı Hak bir abdini severse dünyayı ona küstürür, çirkin gösterir.”
Bu derin ifade, bir Mektubat hakikati olarak bize dünyanın geçiciliğini ve aldatıcılığını hatırlatır. Allah sevgisiyle dolan bir kalp için dünya, cazibesini yitirir; zira gönül, hakiki sevgiliyi bulmuştur. Dünya nimetleri, birer imtihan aracı olmaktan öteye geçmez.

Maddi musibetlerin, merak vasıtasıyla kalbe kök salması ve manevi musibetlere dönüşmesi, Risale-i Nur’da Lemalar’ın 12. Mektubu’nda dile getirildiği gibi, dünya sevgisinin esaretini gösterir. Oysa tevekkül ve rıza ile karşılanan her musibet, kökü kesilmiş ağaç gibi kurur, hafifler. Dünya, bir bahçe değil, bir köprüdür; varılacak son durak değil, bir geçittir.

********

Nefsin Terbiyesi ve Zamanın Kıymeti
“Dün gitti. Yarın meçhul. Bugün senin elinde…”
Sözler adlı eserin hikmetli satırları, insanı nefsinin esaretinden kurtulmaya ve anın kıymetini bilmeye davet eder. Hakiki ömür, bulunduğumuz gündür. Bir saati dahi olsa mescide veya seccadeye atılan bir tohum misali, geleceğe gerçek bir yatırım olur. Bu, sadece namaz kılmak değil, her anımızı bilinçli yaşama, Allah’ı anma ve faydalı işlerle değerlendirme çağrısıdır.
Çünkü Münafikûn Suresi’nin 9. ayetinde buyrulduğu gibi: “Mallarınız ve evlatlarınız sizi, Allah’ı zikretmekten alıkoymasın. Her kim bunu yaparsa, işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.” Zamanın, mal ve evlat gibi kıymetli varlıklarımızın dahi önüne geçerek bizi Allah’tan uzaklaştırmasına izin vermemeliyiz.

Namaz ve Abdestin Nuraniyeti
Mü’minûn Suresi’nin 9. ayeti, namazların vaktinde ve devamlı kılınmasının önemini anlatır.

Peygamber Efendimiz (sav) de Kıyamet gününde ümmetinin iki alametinden bahseder: secdeden dolayı alınlarındaki parlaklık ve abdestten dolayı kollarındaki parlaklık. Bu, sadece bir dış alamet değil, ibadetin ruhumuza ve bedenimize kattığı nuraniyeti ve ahiretteki tecellisini gösterir. Namaz, Rabbimizle kurduğumuz en güçlü bağ, miracımızdır. Abdest ise maddi ve manevi temizliğin sembolüdür. Bu ibadetler, bizi günahlardan arındırır, kalbimize huzur ve güven verir.

********

Rahmet Peygamberi ve Allah’ın Kudreti
Tevbe Suresi’nin 128. ayeti, Allah’ın bizlere gönderdiği Peygamber’in (sav) ne denli şefkatli ve merhametli olduğunu anlatır: “And olsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız O’na çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.” Bu ayet, ümmetine karşı sonsuz bir muhabbet besleyen Efendimiz’in (sav) şahsında ilahi rahmetin tecellisini gösterir.

Feth Suresi’nin 4. ayeti ise, inananların imanlarını kat kat artırmaları için kalplerine huzur ve güven indirildiğini belirtir ve ekler: “Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”
Bu ayet, Allah’ın sonsuz kudretini, ilmini ve hikmetini gözler önüne serer. Her zerresinde bir mucize, her olayda bir hikmet barındıran kainat, O’nun varlığının ve birliğinin delilidir.

***********

Nimetlerin Hakiki Sahibi ve İnsanlığın Sorumluluğu
“Binaenaleyh o nimetleri yolda bulmuş gibi sahibsiz, hesabsız olduğunu zannetmesin. Ancak Mün’im-i Hakikî’nin kasdıyla gelir, insan da ihtiyarıyla alır.” Bediüzzaman Said Nursi’nin Mesnevî-i Nuriye’sinden alınan bu ifade, nimetlerin rastgele değil, Hakiki Mün’im (Gerçek Nimet Veren) olan Allah’ın kasdıyla geldiğini hatırlatır. Meyvelerle dolu bir tabağın estetik ve lezzeti, arkasındaki sonsuz ilim, kudret ve rahmeti gösterir. Her lokma, her nefes, her göz kırpışı, O’nun ikramıdır.
Ancak bu nimetlere şükürsüzlük ve sorumsuzlukla yaklaşmak, münafıklığın en belirgin özelliklerindendir.

Nisa Suresi’nin 145. ayeti, münafıkların cehennemin en alt katında olduğunu ve onlara asla bir yardımcı bulunamayacağını bildirir. Bu, Allah’ın nimetlerine nankörlük edenlerin, O’nun rahmetinden uzak kalacaklarının bir uyarısıdır.

Son olarak, Bediüzzaman Said Nursi’nin Tarihçe-i Hayat adlı eserindeki “Bu kadar masumlara zarar vermek ve ezmek yeter. Gayretullaha dokunur, kıtlık ve salgın hastalık gibi belalara vesile olur.” sözü, insanlığın birbirine karşı sorumluluğunu ve zulmün evrensel sonuçlarını hatırlatır. Masumlara yapılan her eziyet, ilahi gazabı celp edebilir ve toplumsal felaketlere yol açabilir. Bu, sadece bireysel değil, toplumsal bir sorumluluktur.
Adalet, merhamet ve insan haklarına riayet, sadece vicdani bir görev değil, aynı zamanda felaketlerden korunmanın da bir yoludur.

Sonuç:
Hayat bir imtihandır. Bu imtihanı başarıyla geçebilmek için dünyanın geçici yüzünü idrak etmek, zamanı iyi değerlendirmek, ibadetlerimize sarılmak, Allah’ın kudretini ve rahmetini kavramak, nimetlere şükretmek ve tüm insanlığa karşı merhametli olmak elzemdir. Her bir ayet, her bir hadis, her bir hikmetli söz, bize bu yolculukta ışık tutar. Kalplerimizi bu ışıkla aydınlatarak, hem dünya saadetine hem de ahiret kurtuluşuna erişebiliriz.

Makale Özeti:
Bu makale, insanın dünya ve ahiret yolculuğunu ele almaktadır. Makalede, dünyanın geçiciliği ve bir imtihan yeri oluşu anlatilmakta, maddi ve manevi musibetlere karşı tevekkülün önemi belirtilmektedir.

Zamanın kıymeti, nefsin terbiyesi ve Allah’ı zikretmenin önemi üzerinde durulmuştur. Namaz ve abdestin ruhani ve bedeni faydaları ile ahiretteki tezahürleri açıklanmıştır.
Makale, Hz. Peygamber’in (sav) ümmetine olan şefkatini ve Allah’ın sonsuz kudretini, ilmini ve hikmetini Kur’an ayetleriyle desteklemiştir.
Son olarak, nimetlerin asıl sahibinin Allah olduğu ve masumlara yapılan zulmün toplumsal felaketlere yol açabileceği hatırlatılarak, adalet ve merhametin evrensel önemi anlatılmıştır.
Makale, tüm bu unsurların bir bütün olarak bireyin hem dünyevi hem de uhrevi saadetine nasıl katkı sağlayabileceği sonucuna varmaktadır.

 




CENNET UCUZ DEĞİL CEHENNEM DAHİ LÜZUMSUZ DEĞİL… YAŞASIN ZALİMLER İÇİN CEHENNEM……

CENNET UCUZ DEĞİL CEHENNEM DAHİ LÜZUMSUZ DEĞİL… YAŞASIN ZALİMLER İÇİN CEHENNEM……
Değerli dostlarım şimdi içim yanarak orman yangınları haberlerini izliyorum.. uzmanlar kesin tespitlerle diyorlar. %90 sebebi insanmış… kimileri zevk içinde piknic yapıyor. Sigarayı arabadan veya yaya rast gele atıyır, camlarıı şişeleri rast gele atıyor. Anız yakıyor, ot temizliğini yakarak yapıyor vs. Tabi ki kasıt varsa CEHENNEM de yansınlar.. Bu yangınlarda Milli servet yandığı gibi nice görevliler uykusuz aç çalışıyor. Orman içinde nice canlı da ağaçla beraber yanıyor. Her mevcudat kendi lisanı haliyle ALLAH I ZİKREDİYOR. yangına sebep olan bu zikire de engel oluyor 86 milyonun ve emek verenlerin hakkı geçiyor. Öte yandan bütün mevcudat insana hizmet ediyor oksijen yağış rejimi temiz hava güzel manzara yeşilin hakim olduğu rengarenk manzara. Bütün bu menfaatler insana sunulmuşken insan kilıklı cani bütün bu güzelliklere ESMAYI İLAHİYENİN TEZAHİR VE YANSIMASINA ENGEL OLUYOR.Böyleleri esfeli safilin değil mi.
NİCE sorumsuzluk vurdum duymazlık kasıt bencillik ego, nice mahlukatın hukukunu ziyan ediyor.onlar zevk sefa bencillik peşindeyken nice insan makina heder oluyor.. Eeee oluklar çift birinden nur akar birinden kir. Cennet adam istediği gibi CEHENNEM dahi adam ister.
YAŞASIN ZALİMLER İÇİN CEHENNEM
HASBÜNALLAHİ VE NİMEL VEKİL
RABBİMİZ DEVLET MİLLETİMİZİ İNSANLIĞA VE MİLLETİMİZE HİZMET EDENLERİ MUHAFAZA VE MUVAFFAK EYLESİN….
Mustafa Güneş 23 TEMMUZ 2025..




Kalbin Dönüşümleri ve Sâbit Kalma Duası: “Yâ Mukallibel Kulûb, Sebbit Kalbî Alâ Dînik

Kalbin Dönüşümleri ve Sâbit Kalma Duası: “Yâ Mukallibel Kulûb, Sebbit Kalbî Alâ Dînik!”

Giriş: En Değişken Olan Kalbin Duası

İnsan denen varlık, sabit gibi görünen bir bedenin içinde, dalgalanan bir ruh, değişen bir his, çalkantılı bir kalp taşır. İşte bu kalp, en oynak, en dönüşlü cevherdir. Bu sebeple Efendimiz (s.a.v.) en çok şu duayı yapardı:

> “Yâ mukallibel kulûb, sebbit kalbî alâ dînik.”
“Ey kalpleri çevirip döndüren Allah’ım! Kalbimi dinin üzere sabit kıl.”
(Tirmizî, Daavât 90)

Bu dua, hem kalbin mahiyetini, hem de dinde sebat etmenin önemini ortaya koyar. Peki kalp nedir? Hangi hâllere girer çıkar? Neden sabit kalmaz? Ve sabit kılınması ne demektir?

  1. Kalp Nedir? Neden “Mukallib” Olan Allah’a Bağlıdır?

Arapçada kalp (قلب) kelimesi kök itibarıyla “dönmek, tersyüz olmak, çevrilmek” anlamına gelir. Aynı kökten gelen “tagallub”, çalkalanma, değişme demektir.

Kalp denilince sadece biyolojik organ değil, duygu, bilinç, idrak, irade, ahlâk ve inanç merkezi kastedilir.

Kur’an’da “kalp”; iman eden, inkar eden, mühürlenen, yumuşayan, kasvetli olan, huşu duyan, azan, yönelen bir merkez olarak tasvir edilir.

Allah’ın “el-Mukallib” sıfatı, kalpleri çeviren, yönlendiren, hâlden hâle geçiren anlamındadır. Çünkü kalp kendi başına istikrarlı duramaz; ya nefsin, ya şeytanın, ya da Rahmân’ın etkisi altındadır.

  1. Kalbin Hangi Hâlleri Vardır?

Kalp, maddî ve manevî etkilerle çeşitli hâllere girer. Bu hâller geçici olabilir ama sonuçları kalıcıdır.

  1. a) İman – Küfür Hâli

Kalp ya imanla nurlanır ya da küfürle kararır.

Bazen kalpte iman olsa da şüphe bulutları gezer. Bu, kalbin sarsıldığı andır.

  1. b) İhlas – Riyâ Hâli

Allah rızası için yapılan bir amele riya sızabilir.

Kalp sürekli niyetini kontrol etmeli, rızayı gözetmelidir.

  1. c) Tevekkül – Kaygı Hâli

Kalp bazen teslim olur, bazen korku ve panik içinde bocalar.

  1. d) Huşû – Gaflet Hâli

Namazda, zikirde, sohbette kalp bazen uçar, bazen donar.

Bazen bir ayet kalbi yakar, bazen gaflet onu mühürler.

  1. e) Merhamet – Kin Hâli

Kalp sevgiyle dolabilir, ama bir anda kinle karanlıklaşabilir.

  1. f) Sükûnet – Vesvese Hâli

Zikirle huzur bulan bir kalp, boşlukta vesveseye mahkum olabilir.

İşte bu hâller arasında sürekli dolaşan kalp, “Mukallibel kulûb” ismine muhataptır.

  1. Kalbin Sabit Olmama Hali ve Sonuçları

Kalp sabit kalmadığında:

İnanç sarsılır: Şüphe ve tereddüt çoğalır.

Ameller sekteye uğrar: İbadet alışkanlığı zayıflar.

Duygular körelir: Merhamet, haya, sabır yerini öfke ve nefrete bırakır.

Ahlak çökebilir: Tevazu yerini kibire, adalet yerini zulme terk eder.

İnsan kendine yabancılaşır: Fıtrat bulanır, nefis galip gelir.

Bu değişkenlik, kişinin hem kendi iç dünyasında, hem de toplum içinde istikrarsızlık ve bunalım doğurur.

  1. Kalbin Hâlleri ile Sabit Hâl Arasındaki Farklar

Değişken Kalp Sabit Kalp

Rüzgârla savrulur, İlahi emirle yön bulur
Duygulara esir, Aklın ve vahyin rehberliğinde hareket eder
İbadette dalgalanma, İbadette sebat ve süreklilik
Şüphe ve vesvese hâkimdir, İman ve teslimiyet galiptir
Riyâya açıktır, İhlas ile mühürlüdür
Nefse hizmet eder, Nefsini terbiye eder

Bu yüzden dua sadece bir korunma değil, aynı zamanda bir ruh terbiyesidir. Kalbin sabitliği, istikametin özü, imanın kemalidir.

  1. Dinde Sabit Kalmak Ne Demektir?

“Sebbit kalbî alâ dînik” ifadesi, sadece bir inanç beyanı değil, bir istikrar duasıdır.

Fırtınada sarsılmayan bir iman,

Zor zamanda bile taviz vermeyen bir ahlâk,

Kalabalıklar içinde bile bozulmayan bir duruş,

Zamanın tuzaklarına düşmeyen bir zihin,

İşte dinde sabit kalmak budur. Dönemsel inançlar, moda ahlâklar değil; kıyamete kadar sarsılmayacak bir hakikate sadakattir.

  1. Tarihî ve İbretli Misaller

Hz. Ebû Bekir: Herkes sarsıldığında “O söylediyse doğrudur” diyerek sabit bir kalbin temsilidir.

Ashab-ı Kehf: Zamanın inkârına rağmen dinde sebat gösterip mağaraya sığınan gençlerdir.

Yusuf (a.s.): Züleyha’nın tuzağında sarsılmayıp iffetle sabit kalan bir kalptir.

Bedîüzzaman: Zamanın desiselerine rağmen davasında sabit, fikirlerinde net bir gönül adamıdır.

  1. İlmi ve Bilimsel Bakış: Kalbin Değişkenliği Bilimsel midir?

Modern nörobilim ve psikolojiye göre:

İnsan duyguları saniyeler içinde değişebilir.

Kalp ritmi, hormon dengesi, bilinçaltı tetiklemelerle dalgalanabilir.

Niyet ve karar merkezleri, çevresel faktörlerle yön değiştirebilir.

İşte bu bilimsel gerçekler, Efendimizin duasını daha da anlamlı kılar:
“Kalbim böyle oynakken, sabit kıl ancak Sen kılarsın Ya Rabbi.”

Sonuç: Sabit Kalmak İçin Duaya Sarılmak

Zaman değişir, insanlar değişir, dünya değişir. Ama bir şey sabit kalmalı: İnanç, ahlâk ve kalp.
Bu dua, sadece Efendimizin değil, ümmetin en derin temennisidir.

Sabit kalmak, sadece “durmak” değil, yönünü bozmadan yürümeye devam etmektir.
Ve bu yolculukta, rüzgârın yönünü değiştiren değil, yönünü sabit tutan kalpler kurtuluşa erer.

Özet:

Kalp, hem biyolojik hem de manevî anlamda değişken bir cevherdir.

“Yâ Mukallibel Kulûb” duası, bu değişkenliğe karşı istikrar arayışıdır.

Kalbin hâlleri; iman-küfür, ihlas-riya, tevekkül-vesvese gibi geniş yelpazede seyreder.

Sabit kalmak, hakikate bağlılık, istikamet, ihlas ve dirayet demektir.

Dinde sabit kalmak; çağlara rağmen Allah’a, ahlâka ve hakikate sadık kalmaktır.

Efendimiz (s.a.v.) bile bu duayı sıklıkla ettiyse, bizim daha çok etmeye ihtiyacımız vardır.

 




Kapıların Ardı ve Duanın Manası

Kapıların Ardı ve Duanın Manası

“Allahümme yâ müfettihal ebvâb. İftah lenâ hayral bâb.” ,
“Ey Kapıları Açan Rabbim! Bize Hayır Kapısını Aç”: el-Fettâh İsmi Etrafında Bir Tefekkür

Her insan bir kapının önünde bekler. Kimi rızık kapısını, kimi rahmet kapısını, kimi ilham, kimi şifa, kimi huzur, kimi tevbeye açılan kapıyı gözler. Her kapının anahtarı, her kilidin çözümü Allah’tadır. Bu nedenle müminin dudaklarından şu dua dökülür:

> “Allahümme yâ müfettihal ebvâb. İftah lenâ hayral bâb.”
“Ey kapıları açan Allah’ım! Bize hayır kapısını aç!”

Bu dua, sadece fizikî veya dünyevî kapıları değil, kalp, kader ve kâinat kapılarını da kasteder. Şimdi bu dua ve onun arka planında tecelli eden el-Fettâh ismini daha derinden inceleyelim.

  1. “el-Fettâh” İsmi Ne Demektir?

el-Fettâh (ٱلْفَتَّاحُ): “Açan, hükmeden, açıklığa kavuşturan, feth eden” demektir. Kur’ân-ı Kerîm’de geçer:

> “De ki: Rabbimiz aramızı birleştirir, sonra da aramızda hak ile hükmeder. Fettah, Alim O’dur.” (Sebe’ 26)

Burada “Fettâh”, sadece kapıları açan değil, hakikati açığa çıkaran, adaletle hükmeden, darlığı genişleten, kilidi çözen, engelleri kaldıran anlamlarını da taşır.

  1. Dua ile Ne İsteriz? Hangi Kapılar Kastedilir?

Bu dua çok yönlüdür. Her bir mümin kendi hâline göre farklı kapılar talep eder:

  1. a) Rızık Kapıları:

İktisadî darlık, işsizlik, geçim sıkıntısı içinde olan biri bu dua ile helâlinden rızık kapısı ister.

  1. b) Şifa Kapısı:

Hasta veya derman arayan biri için bu dua, şifa ve afiyet kapısını aralar.

  1. c) Hidayet ve Tevbe Kapısı:

Günahından pişman olan bir kul, tevbe kapısını, gaflet içinde olan ise uyanış kapısını ister.

  1. d) İlim, Hikmet ve Basiret Kapısı:

Öğrenmek, anlamak, idrak etmek isteyen biri için ilim, irfan ve hikmet kapıları açılır.

  1. e) Kalp Kapısı:

Kalbi katılaşmış, ruhu daralmış olan biri için bu dua kalbin yumuşaması ve nurlanması için okunur.

  1. f) Fetih ve Zafer Kapıları:

Toplumsal ve tarihî açıdan bu dua, hakkın galebesi, mazlumun fethi, milletin selameti için okunur.

  1. Fettâh İsminin Tecellisi: Açılımların Boyutları

Allah’ın el-Fettâh ismi sadece bireysel değil, kâinat çapında bir tecellidir.

  1. a) Şahsî Tecelliler:

Kalbi katılaşan birinin yeniden duygulanması,

Gönlüne sekinet inen bir mü’minin huzur bulması,

Anlamayan birinin idrak kapısının açılması,

Duaya karşılık kapalı olan yolların açılması…

Hepsi Fettâh isminin şahsî tecellisidir.

  1. b) Kâinat çapında Tecelliler:

Güneşin her sabah karanlıkları açması,

Tohumun toprağı delip fidan oluşu,

Geceyi gündüze çevirmek,

Kışın ardından baharın gelmesi…

Hepsi kâinatın diliyle “Fettâh” isminin ilanıdır.

  1. c) Tarihî Tecelliler:

Mekke’nin Fethi, Hz. Peygamber’in “Fetih Sûresi”yle müjdelenmiştir.

İstanbul’un Fethi, çağ kapatıp çağ açan bir tecellidir.

Her zulüm sonrası gelen adalet,

Her gaflet dönemi sonrası gelen uyanış…

Bunlar da ümmet çapında “hayrul bâb”ın açılmasıdır.

  1. İlim, Aklî ve Bilimsel Bakış: Açılımlar Bilimsel midir?

Modern bilim de “açılma” kavramını kullanır:

DNA’nın şifrelerinin çözülmesi, bir açılımdır.

Uzayın derinliklerinin teleskoplarla gözlemlenmesi, kapalı olanın açılmasıdır.

Beynin nörolojik kilitlerinin çözülmesi, aklî bir fetihtir.

Bir matematik probleminin çözülmesi, ilim kapısının açılmasıdır.

İşte her ilim adamı, her bilim insanı farkında olmadan “Ya Fettâh” demektedir; çünkü kapalıyı açan, gizliyi ortaya çıkaran hep O’dur.

  1. Edebî ve Hikmetli Anlamlar: Kapı ve Anahtar İmajı

Kapı mecazen hayatın geçitleridir. Anahtar ise ya akıldır, ya sabırdır, ya da duadır.

> Her şeyin anahtarı Bismillah’tır; kapısı duadır.
“Anahtarı elinde olmayan bir saraya girmek isteyen kör olur.”

Bu açıdan, el-Fettâh’a sunulan anahtardır. Dua etmek demek, ‘kapıyı sen aç, ben çaresizim’ demektir.

  1. Günümüzde Bu Dua Ne Anlama Gelir?

Bugün bireyler, aileler, milletler ve ümmet olarak kapalı birçok kapının önünde bekliyoruz:

Kalpler kapalı,

Ruhlar yorgun,

Milletler bölünmüş,

Ümmet parçalanmış…

Bu dua, kapalı her kapının anahtarıdır. Bir toplum yeniden toparlanmak, bir birey yeniden dirilmek istiyorsa, önce bu duayı yaşamalıdır.

Sonuç: Kapıların Sahibine Dönmek

“Allahümme yâ müfettihal ebvâb” demek, hem ümidi diri tutmak, hem teslimiyeti artırmak, hem de tevekkül ile yola çıkmaktır. Duanın kabul edilmesi, kapının açılması kadar, anahtarı çeviren elin farkına varılmasıdır.

Allah’ın Fettâh ismi, hayatın her alanında tecelli eder. Önemli olan bu tecellileri fark etmek, kapalı kalan nefsin, zihnin, kalbin kilitlerini O’nun izniyle açmaktır.

Özet:

“Ya Müfettihal Ebvâb” duası, hayır kapılarının Allah tarafından açılmasını isteyen kapsamlı bir duadır.

“el-Fettâh” ismi, açan, çözen, hükmeden anlamlarını taşır.

Dua ile rızık, şifa, hidayet, ilim, kalp ferahlığı gibi pek çok manevî ve maddî kapı istenir.

Bu ismin tecellisi hem bireysel hem toplumsal hem de kâinat düzeyinde gözlemlenir.

Bilim, sanat, düşünce ve ahlâk da Fettâh isminin açılımlarıyla gelişir.

Bu dua, kapanan yolların, kilitlenen gönüllerin açılması, mazlumun galibiyeti, ümmetin yeniden dirilişi için bir yakarıştır.

 




Hâlleri Değiştiren Allah’a Dua: “Hâlimizi En Güzel Hâle Çevir”

Hâlleri Değiştiren Allah’a Dua: “Hâlimizi En Güzel Hâle Çevir”

“Allahümme yâ muhavvilel havli vel-ahvâl
havvil hâlenâ ilâ ahsenil hâl!”

(Ey, kuvvetleri ve hâlleri değiştiren Allahım!
Bize hâllerin en iyisini ve en güzelini ihsân eyle!)

Giriş: Değişimin Kapısını Çalan Dua

İnsan, sabit bir varlık değildir. Ruhuyla, bedeniyle, düşüncesiyle, şartlarıyla ve çevresiyle sürekli bir değişim içerisindedir. Bu değişim bazen dış şartların tesiriyle, bazen deruni farkındalıklarla, bazen de ilâhî müdahalelerle olur. İşte bu değişim karşısında insanın iradesini aşan hâller, onu en güçlü kapıya yöneltir:

> “Allahümme yâ muhavvilel havli vel-ahvâl, havvil hâlenâ ilâ ahsenil hâl!”

Bu dua, yalnızca bir yılbaşı duası değil, aynı zamanda değişimin, dönüşümün, tevekkülün ve ilâhî murakabenin kelimelere dökülmüş şeklidir. Peki bu dua ne anlatır, neyi ister, hangi hâlleri dile getirir?

  1. Duadaki “Havl” ve “Ahvâl” Ne Anlama Geliyor?

Havl (حول): Sözlükte “güç, kuvvet, çevrilme, yön değiştirme” anlamlarına gelir. Allah’ın kudretini, kulların ise sınırlı gücünü ifade eder. “La havle ve la kuvvete illa billah” ifadesindeki gibi, burada insanın kendi başına bir kuvvet ve hâl değiştirme kudretine sahip olmadığını ifade eder.

Ahvâl (أحوال): “Hâl” kelimesinin çoğuludur. Hâl, insanın ruhi, zihni, sosyal, ekonomik veya fizikî durumu anlamına gelir. Sevinçten hüzne, sıhhatten hastalığa, zenginlikten fakirliğe, gafletten uyanıklığa kadar tüm geçici ve değişken durumları kapsar.

Yani bu dua, hem iradî gücümüzün zayıflığını hem de maruz kaldığımız geçici hâllerin çokluğunu teslim eden bir farkındalıkla başlar.

  1. İnsan Ne Gibi “Havl ve Ahvâl”lere Maruz Kalır?

İnsan ömrü boyunca şu havl ve ahvallerin içinde yaşar:

Fizikî Hâller: Sağlık – hastalık, gençlik – yaşlılık, güç – zaaf.

Ruhî Hâller: Ferahlık – sıkıntı, tevekkül – kaygı, ümit – ye’s.

Ahlakî Hâller: Cömertlik – cimrilik, sabır – öfke, tevazu – kibir.

Toplumsal Hâller: Refah – kriz, savaş – barış, adalet – zulüm.

İtikadî Hâller: Gaflet – uyanıklık, inançsızlık – iman, şirk – tevhid.

Mânevî Hâller: Vecd – kuruluk, aşk – sükûnet, yakîn – şüphe.

Her birimiz hayat yolculuğunda, bu hâllerin birinden diğerine geçer dururuz. Gün olur zengin oluruz ama huzursuz kalırız. Gün gelir her şeye sahibizdir ama içimiz bomboştur. Gün olur bir kelimeyle dirilir, bir bakışla yıkılırız. İşte bu dalgalanma içinde duanın anlamı daha da derinleşir.

  1. Bu Dua ile Neyi İstemekteyiz?

Bu dua bir hâl niyazıdır.

Allah’tan sadece hâl değişikliği istemeyiz, aynı zamanda en güzel hâli isteriz: “ilâ ahsenil hâl”

Bizi maddî ve manevî olarak:

Gafletten uyanıklığa,

Nefisten ruhaniyete,

Kötülükten iyiliğe,

Darlıktan bolluğa,

Sıkıntıdan ferahlığa,

Günahlardan mağfirete geçirmesini dileriz.

Yani bu dua ile sadece şartların değişmesi değil, iç dünyamızın da güzelleşmesi istenir. Bir tezkiye (arınma) duasıdır aynı zamanda.

4. Hikmetli ve Tarihî Bir Perspektif: Hâllerin Dönüşümü Tarihe Nasıl Yansır?

Tarihte nice milletler ve bireyler vardır ki, bir anda hâlleri değişmiştir:

Hz. Ömer (r.a.): Peygamber’i öldürmeye giderken imanla dönen bir kalbin örneği.

Sultan Abdülhamid Han: Zorlu siyasi havl ve ahvaller içinde dahi manevî hâlini koruyan bir halife.

Yusuf (a.s.): Kuyudan saraya, kölelikten iktidara, zindandan makama… Hâl üstüne hâl.

Bedîüzzaman Said Nursî: Zehirlenmelerle, sürgünlerle geçen ömrünü sabır ve şükürle yaşayan, manevî hâlini bozmayan bir mütefekkir.

Hepsi bir “havl” değişimine, ama en önemlisi “ahsenil hâl” duasına muhtaçtı. Ve kimisi dua ettiğinde, meleklerin duasıyla destek gördü.

  1. İlmî ve Akli Boyutu: Değişim Kaçınılmazdır

Modern psikoloji, insanın kişilik ve ruh hâllerinin sürekli değiştiğini belirtir. Bilimsel olarak insan zihni, travma, mutluluk, çevre etkisi, hormonlar gibi onlarca etkenle farklı hâllere geçebilir.

Felsefi olarak da “tek değişmeyen şey değişimin kendisidir” sözüyle, hâl değişiminin kaçınılmazlığı ifade edilir.

İnsan, bu değişime ya bilinçsizce sürüklenir ya da dua ile bilinçli bir dönüşüm talep eder.

  1. Bu Duanın Önemi: Teslimiyet ve Terakki

Bu dua, kulun aczini itirafı, Rabb’inin kudretine teslimiyeti ve aynı zamanda en güzele yönelme arzusudur.

Terbiye edicidir: Kişiyi ahsen bir niyete, ahlaka ve hedefe yöneltir.

Feraset kazandırır: Hâllerin geçici, Allah’ın baki olduğunu öğretir.

Tevekkül telkin eder: Değişimi Allah’tan istemek, kalpte sabrı ve sükûneti artırır.

Sonuç: Hâlimizi Güzelleştiren Duanın Yolculuğu

Bu dua bir zaman duası değil, bir hayat duasıdır. Gün, yıl, ömür değiştikçe, her yeni hâl için tekrarlanması gereken bir niyazdır. Bize düşen, hâllerin değişiminde Allah’ın kudretini görmek, ahvâlin değişmesinde hikmeti aramak ve her durumda en güzel hâli istemektir.

Özet:

“Havl”, güç ve yön değiştirme; “ahvâl”, insanın iç ve dış her türlü hâlidir.

Bu dua ile sadece şartların değişmesi değil, en güzel hâle ulaşma arzusu ifade edilir.

İnsan, fizikî, ruhî, ahlâkî, sosyal ve mânevî olarak sürekli değişim yaşar.

Bu dua, tarihî şahsiyetlerde ve modern ilimlerde değişimin hikmetini ve kaçınılmazlığını gösterir.

En büyük güce, El-Muhavvil olan Allah’a yönelerek hâlimizin güzelleşmesini dilemek, müminin şiarıdır.

 




İhanetin Anatomisi: Uyanışa Giden Yol

İhanetin Anatomisi: Uyanışa Giden Yol

Tarih boyunca milletlerin karşılaştığı en büyük tehlikeler dış saldırılardan çok, içerden gelen ihanetler olmuştur.
Truva’nın düşüşünden Osmanlı’nın çöküşüne, her dönemde içerideki sızıntı dışardaki ordudan daha tehlikeli olmuştur.
Günümüz Türkiye’sinde de benzer bir gerçeklik ile karşı karşıyayız. FETÖ yapılanması, yalnızca bir dini cemaat değil; devletin tüm sinir uçlarına sızmış, ekonomik, siyasi ve sosyal dokuyu bozmaya yönelik organize bir yapılanmadır.

🧠 İhanet Düşüncesinin Zihinsel Arka Planı

FETÖ gibi yapılar, “dava” adı altında mensuplarına sadakati akıldan ve vicdandan üstün tutar. Bu yüzden bir birey, yanlış yaptığını bilse de “hizmet” adıyla bunu kutsallaştırır. Oysa Allah’ın buyruğu açıktır:

> “Allah hainleri sevmez.” (Enfal Suresi, 58)

Bu tür kişiler, devletin denetiminden kaçmak, cezai yaptırımları etkisiz kılmak ve kendi ideolojilerini yaymak adına ahlaki ve hukuki tüm sınırları ihlal ederler. Bir iş insanının “ceza yesem de fiyat artırıp enflasyonu körüklerim” diyebilecek kadar halkı karşısına alması, yalnızca bir suç değil, aynı zamanda sosyolojik bir travmadır. Bu söz, uçaktan bomba atan zihniyetle aynıdır. Farkı yoktur; biri fiili, diğeri iktisadi bir bombadır.

🧬 Ekonomik Sabotaj ve İhanetin Yeni Yüzü

Günümüzde ihanet yalnızca silahla olmuyor. Enflasyonu körüklemek, halkı yoksullaştırmak, devletin ekonomik düzenini bozmak, dış politikayı etkisiz hale getirmek gibi sinsice planlanan adımlar, “sivil” görünümlü savaş yöntemleridir. Bu, topyekûn bir ekonomik işgal girişimidir.

Bu kişiler, piyasaları istismar ederek hem devlete hem halka şantaj yapma eğilimindedir. Bu davranış biçimi, yalnızca para kazanma arzusu değil, aynı zamanda bir psikolojik savaştır.

📚 Tarihten Ders: Selçuklu’dan Günümüze

Tarihte Batınilik, Haşhaşiler gibi yapıların temel stratejisi “gizli sızma, iktidara yakınlaşma ve sonrasında içeriden çökertme” olmuştur. Selçuklu veziri Nizamülmülk, “Siyasetnâme” adlı eserinde bu tür yapıların nasıl devletleri içerden felç ettiğini anlatır.

FETÖ de benzer bir yapıdır. Eğitim, ticaret ve medya görünümüyle meşruiyet kazanıp devletin beyin damarlarına sızmış, karar mekanizmalarını felç etmiş ve 15 Temmuz’da silahlı bir kalkışmayla gerçek yüzünü göstermiştir.

⚖️ Adaletin Temizleyici Gücü

Ancak bu karanlık yapıyla mücadele ederken devletin ve toplumun adalet terazisini sarsmaması gerekir. Haksız yere itham edilen bir birey, en az gerçek bir suçlu kadar toplumda güvensizlik oluşturur. Kurunun yanında yaş yanmamalıdır.

Mevlana’nın sözü bu noktada önemlidir:

> “Adalet, bir şeyi yerli yerine koymaktır; zulümse, bir şeyi yerinden etmektir.”

Dolayısıyla hem suçlular cezalandırılmalı hem de suçsuzlar korunmalıdır. Bu, devletin hem ahlaki hem de anayasal görevidir.

🕊️ Kurtuluşun Şartı: Tövbe, İtiraf ve Yüzleşme

PKK bile zaman zaman silah bırakmayı tartışırken, FETÖ mensupları hâlâ inkâr, inat ve örgütsel sadakatle yollarına devam etmektedir. Oysa gerçek bir arınma, ancak tövbe ve yüzleşmeyle mümkündür.

Şu hakikati unutmamalıyız:

> “Hesaba çekilmeden önce nefsinizi hesaba çekin.”

Bu çağrı, FETÖ içinde hâlâ vicdanı uyanabilecek herkese yapılmış bir çağrıdır:
“Artık maskeler düştü. Mazeret bitti. Hakikat belgelerle, ifadelerle, eylemlerle sabit oldu.”

🔚 Sonuç: Artık Uyanma Zamanıdır

Bugün geldiğimiz noktada hiçbir şey gizli değil. Ne yapılan yardımlar, ne kurulan gaybubet evleri, ne de piyasaya yapılan ekonomik sabotajlar… Artık herkesin bir karar vermesi gerekiyor:
Ya hakikatin yanında, ya da ihanetin gölgesinde kalacaksınız.

> “Hainlerden taraf olma!” (Nisâ Suresi, 105)

Bu ayet sadece bir uyarı değil, bir duruş çağrısıdır. Çünkü milletler ancak içlerindeki ihanet odaklarını bertaraf ettikçe özgürleşir.

📝 Makale Özeti

FETÖ, yalnızca askeri değil, ekonomik sabotajla da ülkeye zarar veren organize bir yapıdır.

Bir iş insanının “enflasyonu artırırım” şeklindeki ifadesi, sivil görünümlü bir terör faaliyetidir.

Tarihteki benzer gizli yapılar gibi, FETÖ de içeriden çökertme stratejisi güder.

Mücadele adaletli olmalı, kurunun yanında yaş yanmamalıdır.

PKK bile silah bırakmayı tartışırken, FETÖ mensupları hâlâ inkârcıdır.

Millet olarak artık uyanmalı, net bir duruş sergilemeli ve bu ihanet yapılarını bütünüyle reddetmeliyiz.

 




Hayatın Sırrı: İmtihan, İstikamet ve Sonsuzluk Yolculuğu

Hayatın Sırrı: İmtihan, İstikamet ve Sonsuzluk Yolculuğu

İnsan, kâinat sahnesinde akıl ve irade sahibi olarak var edilmiş, sayısız nimetlerle donatılmış bir varlıktır. Bu varoluşun en temel gerçeklerinden biri ise hayatın baştan sona bir imtihan oluşudur. Her kulun imtihanı farklıdır; kimi hastalıkla, kimi inancıyla, kimi eşiyle, kimi dostuyla, kimi çocuğuyla, kimi fakirliği, kimi de zenginliğiyle sınanır.
Bu çeşitlilik, ilahi adaletin ve hikmetin bir göstergesidir. Zira aynı derecede zorluklar herkes için geçerli değildir; her ruhun kaldırabileceği yük farklıdır. Bilimsel olarak da bireysel farklılıklar, genetik yatkınlıklar ve çevresel faktörler, her bireyin zorluklara karşı direncini ve tepkilerini farklı kılar. Bu durum, imtihanın kişiye özel tasarlanmış bir “eğitim programı” gibi anlaşılmasını sağlar.

Bu imtihanın temel gayesi ise insanın kendini bilmesi, Rabbini tanıması ve istikametten ayrılmamasıdır.
Hud Suresi’nin 112. ayeti bu hususta temel bir prensip koyar: “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” İstikamet üzere yaşamak, sadece ibadetleri yerine getirmekle sınırlı değildir; aynı zamanda ahlaklı olmak, dürüst olmak, emanete riayet etmek ve her halükarda adaletten sapmamak anlamına gelir.
Mantıki olarak, bir sistemin sağlıklı işlemesi için kurallara harfiyen uyulması gerektiği gibi, insan hayatının da huzur ve başarıyla devam etmesi için ilahi emirlere dosdoğru riayet şarttır.
Bu doğruluk, dahili bir dönüşümle mümkündür. Hadis-i Şerif’te kibir, hırs ve hasetten sakınılması emredilir.
“Kibirden sakınınız. Hiç şüphe yok ki kibir, şeytanı Adem a.s.’a secde etmemeye sevk etmiştir. Hırstan da sakınınız. Zira hırs, Adem a.s.’ı malum ağaçtan yemeğe sevk etmiştir. Hasedden de sakınınız. Zira Adem a.s.’ın iki oğlundan biri, kardeşini ancak hased sebebiyle öldürmüştür. İşte bunlar, her hatanın aslıdır.”
Bu hadis, insanlık tarihindeki en temel günahların kökünü akli bir çıkarımla ortaya koyar. Kibir, mantık dışı bir üstünlük yanılgısı; hırs, doyumsuzluğun getirdiği yıkım; haset ise başkasının iyiliğine tahammülsüzlüğün zehridir. Bu üç temel kötü huy, bireyi ve toplumu felakete sürükleyen, tarih boyunca nice acı olaylara sebep olan illetlerdir.

Peygamber Efendimiz (sav)’in duası, bu zorlu imtihan yolculuğunda kulun acziyetini ve Allah’a sığınışını en güzel şekilde ifade eder:
“Allah’ım! Âcizlikten, tembellikten, cimrilikten, ihtiyarlayıp ele avuca düşmekten ve kabir azabından sana sığınırım.”
Bu dua, sadece kişisel zaaflardan değil, aynı zamanda hayatın getirebileceği ağır yüklerden ve ahiret azabından Allah’a iltica etmenin bir örneğidir. Bilimsel olarak bakıldığında dahi, yaşlılıkta düşkünlük ve acizlik, insan doğasının bir gerçeğidir ve bu durum karşısında manevi bir destek arayışı, fıtri bir ihtiyaçtır.
Hayatın anlamını idrak etmede ve imtihanları başarıyla atlatmada namazın ve Kur’an’ın önemi büyüktür.
Ankebût Suresi’nin 45. ayeti bunu açıkça belirtir: “Kitaptan sana vahyedilenleri oku, namazı özenle kıl. Kuşkusuz namaz hayâsızlıktan ve kötülükten meneder. Allah’ı anmak her şeyden önemlidir. Allah yaptıklarınızı bilir.”
Namaz, kul ile Rabbi arasındaki doğrudan bağdır. O, sadece bedeni bir hareket değil, aynı zamanda ruhi bir arınma, bir meditasyon ve Allah ile sürekli bir irtibat halidir. Akli ve mantıki olarak düşünüldüğünde, düzenli ve bilinçli yapılan bir eylemin, bireyin ruhi ve psikolojik sağlığı üzerinde olumlu etkiler yaratması kaçınılmazdır. Namazın kötülüklerden alıkoyucu özelliği, bireyin ahlaki gelişimini ve toplumsal uyumu destekler.

Hayatın daraldığı, göğüslerin sıkıştığı anlarda ise “Elem neşrah leke sadrak” ayeti ve anlamı olan “Rabbim daralan göğsümüze ferahlık ver” duası, adeta bir can simidi gibidir. Bu, sadece bir temenni değil, aynı zamanda manevi bir rahatlama ve psikolojik bir destek kaynağıdır. Bilimsel olarak da, olumlu düşünce ve inanç sistemlerinin stresle başa çıkmada ve ruh sağlığını korumada önemli bir rol oynadığı kabul edilmektedir.

Bu dünya hayatının bir imtihan olduğunu ve asıl hayatın ölümden sonra başlayacağını “İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar” hadis-i şerifi hatırlatır.
Bu söz, dünya hayatının bir rüya âlemi gibi geçici ve aldatıcı olduğunu, gerçek uyanışın ise ölümle birlikte ahirette gerçekleşeceğini ifade eder.
Tarihi ve felsefi olarak birçok düşünür, bu dünyanın bir illüzyon olup olmadığını sorgulamış, ancak İslam, bu “rüya”dan uyanışın ve asıl gerçeğin ahiret olduğunu net bir şekilde ortaya koymuştur.
Allah yolunda şehit olanlar için Âl-i İmran Suresi’nin 169-170. ayetleri, bu hakikatin en canlı delilidir: “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma! Bilakis onlar diridirler; Allah’ın, lütuf ve kereminden kendilerine verdikleriyle sevinçli bir halde Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehid kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar.”
Bu ayet, şehitlik mertebesinin yüceliğini ve ahiret hayatının gerçekliğini perçinler. Onlar, dünyevi ölçülerle ölü sayılsa da, ilahi katında diridirler ve tarifsiz nimetlere mazhardırlar. Bu, canını din uğruna feda edenler için en büyük motivasyon ve teselli kaynağıdır.

Son olarak, bireyin topluma karşı sorumlulukları ve ilahi emirlere itaati Haşr Suresi’nin 7. ayetinde özetlenir: “Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz, Allah’ın azabı çetindir.” Bu ayet, Peygamber’in sünnetinin ve rehberliğinin önemini anlatirken, Allah’ın emirlerine uymamanın ciddi sonuçları olacağını hatırlatır. İnsan aklı, bir liderin talimatlarına uymanın düzeni ve başarıyı getirdiğini kolayca kavrar. İlahi bir rehberin talimatları ise hem dünya hem de ahiret saadeti için vazgeçilmezdir.

Nihayetinde, Yasin Suresi’nin 57. ayetinin müjdesiyle sona eren bu yolculukta, cennetteki sınırsız nimetlere işaret edilir: “Orada meyveler ve her istedikleri onlarınındır.” Bu, dosdoğru yaşayan, imtihanlarını başarıyla geçen ve ilahi emirlere tabi olanlar için vaat edilen ebedi huzur ve mutluluğun bir resmidir. İnsan fıtratı gereği mükâfat arayışında olduğu için, ahiretteki bu nimet vaadi, dünya hayatındaki zorluklara katlanma ve istikamet üzere yaşama motivasyonunu pekiştirir.

Özet:
Bu makale, hayatın bir imtihan süreci olduğunu ve her kulun farklı şekillerde sınandığını belirterek başlar.
Makale, istikamet üzere yaşamanın önemi ve kibir, hırs, haset gibi temel kötü huylardan sakınmanın gerekliliğini anlatır. Peygamber Efendimiz (sav)’in acizlikten ve kabir azabından Allah’a sığınma duası ile insanın fıtri zayıflığına dikkat çekilir. Namazın kötülüklerden alıkoyucu gücü ve Allah’ı anmanın önemi vurgulanırken, zor zamanlarda “Elem neşrah leke sadrak” ayetinin manevi ferahlatıcı etkisi dile getirilir. Ölümün bir uyanış ve ahiret hayatının gerçekliği, özellikle şehitlerin diriliği üzerinden ele alınır.
Son olarak, Peygamber’in rehberliğine uymanın ve Allah’ın azabından sakınmanın gerekliliği ile cennetin vaat edilen sınırsız nimetleri aktarılarak, hayatın bir bütün olarak imtihan, istikamet ve sonsuzluk yolculuğu olduğu anlatılır.
Makale, dini metinleri bilimsel, akli ve mantıki çıkarımlarla destekleyerek konuyu bütünsel bir bakış açısıyla ele almıştır.

 




Ümmetin İmtihanı ve Dirilişin Yolu: Geçmişten Bugüne Bir Tefekkür

Ümmetin İmtihanı ve Dirilişin Yolu: Geçmişten Bugüne Bir Tefekkür

İslam Ümmeti, tarih boyunca sayısız imtihanlardan geçmiş, bazen zirvelere ulaşmış, bazen de derin çukurlara yuvarlanmıştır. Bu inişli çıkışlı seyirde, ilahi kelam ve Peygamber’in (sav) rehberliği, daima yol gösterici olmuştur. Ancak ne zaman ki bu rehberlikten uzaklaşılmış, gaflet perdesi gözleri bürümüş, işte o zaman ümmet büyük acılar yaşamıştır.

Gafletin Ağır Bedeli ve Uyanış Vakti
İmam Gazali’nin “İnsanoğlu o kadar dünyevileşir ki, mezar kazan bile öleceğine inanmaz” sözü, çağımızın en büyük hastalığını teşhis eder. Dünya hırsı, materyalizm ve ahiret bilincinin zayıflaması, insanı kendi ölümünden bile gafil kılar. Bu durum, sadece bireysel bir felaket değil, aynı zamanda toplumsal bir çöküşün de habercisidir. Zira ölümü unutan bir toplum, fani menfaatler uğruna her türlü zulmü yapmaktan çekinmez, adalet ve merhamet duygularını yitirir.

Hadis-i Şerif’te buyurulduğu gibi: “İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar.” Bu söz, dünya hayatının bir rüya, bir illüzyon olduğunu ve gerçek uyanışın ölümle birlikte gerçekleşeceğini hatırlatır.

Tarihi İbretler ve Sorumsuz Liderlik
Tarih, gafletin ve sorumsuzluğun acı örnekleriyle doludur. “Filistin’de 70 bin Osmanlı Askeri tek kurşun atmadan İngilizlere teslim oldu ve kayıtlarda bu askerlerden hiç bahsedilmedi bilin bakalım 7. Kolordunun başında kim vardı?

BİR KOMUTANIN GÖREVİ SAVAŞMAKTIR, ONA GÜVENİP GÖREVLENDİRENLERE İHANET EDİP HABERSİZ KAÇMAK DEĞİL! ÇANAKKALE’DE ÖLMEYİ EMREDEN, FİLİSTİN’DE NEDEN CEPHEDEN KAÇAR VE SONRA İNGİLİZLERLE ANLAŞMA YOLUNA GİTMEK İSTER?” gibi iddialar, tarihsel kayıtların derinlemesine incelenmesi gereken, ancak eğer doğruysa, büyük bir ihanet ve ders niteliği taşıyan vakalardır.
Bu tür olaylar, sadece askeri değil, aynı zamanda siyasi ve manevi liderlerin ümmetin emanetine nasıl sahip çıkması gerektiğini gösteren acı bir hatırlatmadır. Liderlerin basiretsizliği, kişisel çıkarları uğruna halkı yüzüstü bırakması, ümmetin karşılaştığı en büyük felaketlerden biri olmuştur.

Bugün Gazze’de yaşananlar, “Ey Ümmetin Liderleri, Siz Gazze’nin Çocuklarını Yüzüstü Bıraktınız” feryadıyla yankılanmakta, “BÜYÜK BİR ÜMMET, AÇLIKTAN KIVRANAN GAZZE HALKINA YİYECEK VE İLAÇ ULAŞTIRAMIYOR MU?” sorusu vicdanları kanatmaktadır.
Bu durum, sadece yöneticilerin değil, aynı zamanda tüm ümmetin içine düştüğü acziyetin ve pasifliğin bir göstergesidir. Akli ve mantıki olarak, milyarlarca Müslümanın var olduğu bir dünyada, küçük bir coğrafyada dahi bu denli zulme seyirci kalınması, ciddi bir sorgulamayı gerektirir.

İlahi Adalet ve Uyarının Önemi
Âl-i İmran Suresi’nin 178. ayetinde buyurulduğu gibi: “O kâfirler, kendilerine mühlet vermemizin kendileri hakkında hayır olduğunu sanmasınlar. Onlara mühlet vermemiz, günahlarının artması içindir. Onları zelil ve perişan eden bir azap vardır.”
Bu ayet, ilahi adaletin tecellisini ve zalimlere verilen mühletin bir imtihan olduğunu hatırlatır. Kötülük yapanların hemen cezalandırılmaması, bazen onların günahlarını artırması ve daha büyük bir azaba sürüklenmesi içindir. Bu, aynı zamanda iman edenler için bir teselli ve sabır kaynağıdır.
“De ki: Ey Kâfirler YENİLECEKSİNİZ! VE CEHENNEME SÜRÜLECEKSİNİZ!” gibi ifadeler, Kur’an’ın bu ilahi vaadini ve zalimlerin nihai akıbetini hatırlatır.

Diriliş İçin Yol Haritası: İman, İstikamet ve Faaliyet

Ancak bu karamsar tablo karşısında ümitsizliğe düşmek, müminin vasfı değildir. Bediüzzaman Said Nursi, “Ben kendi elemlerime tahammül ettim fakat ehl-i İslâm’ın eleminden gelen teellümat beni ezdi. Âlem-i İslâm’a indirilen darbelerin, en evvel kalbime indiğini hissediyorum. Onun için bu kadar ezildim. Fakat bir ışık görüyorum ki o elemlerimi unutturacak inşâallah” diyerek, ümmetin acılarını kendi canında hissetme şefkatini ve geleceğe dair sarsılmaz inancını ortaya koymuştur. Bu inanç, “İstikbal yalnız ve yalnız İslâmiyet’in olacak ve hâkim, hakaik-i Kur’aniye ve imaniye olacak” sözleriyle perçinlenir. Bu, sadece bir temenni değil, Kur’an’ın evrensel ve bilimsel hakikatlerine dayanan bir öngörüdür.
Bu parlak geleceğe ulaşmanın yolu ise Rabbimizin ve Peygamberimizin emirlerine sımsıkı sarılmaktan geçer.
Haşr Suresi’nin 7. ayeti: “Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz, Allah’ın azabı çetindir.”
Bu, bireysel ve toplumsal hayatın tüm alanlarında sünneti seniyyeye uymanın zorunluluğunu anlatır.

Ayrıca, Feth Suresi’nin 28. ayeti, İslam’ın evrensel üstünlüğünü bildirir: “Resulünü, bütün dinlere üstün kılmak üzere hidayet ve hak din ile gönderen O’dur. Buna şahit olarak Allah yeter.”
Bu ayet, İslam’ın sadece bir inanç sistemi değil, aynı zamanda insanlığa en doğru yaşam modelini sunan bir “hakikat dini” olduğunu açıkça beyan eder. Bu bilimsel ve akli üstünlük, İslam’ın her çağda ve her koşulda insanlığın problemlerine çözüm sunabilmesinden kaynaklanır.

Peki, bu yolda bize düşen nedir? Gençlik, geleceğin teminatıdır. “Eğer terbiye-i İslâmiye ile o gençlik nimetine karşı bir şükür olarak iffet ve namusluluk ve taatte sarfetseniz, o gençlik manen bâki kalacak ve ebedî bir gençlik kazanmasına sebep olacak.”

Bu sözler, gençliğin geçici heveslere kurban edilmemesi, aksine İslam ahlakıyla yoğrularak ebedi bir sermayeye dönüştürülmesi gerektiğini gösterir. Bu, bireysel ve toplumsal kalkınmanın temelidir.

Tüm bu mücadelelerin sonunda, iman edip salih ameller işleyenlere Nisa Suresi’nin 122. ayeti büyük bir müjde verir: “İman edip salih ameller işleyenleri Altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları Cennetlere yerleştireceğiz.” Bu, ilahi lütfun ve adaletin en yüce tecellisidir. Dünya hayatındaki her meşakkat, her sabır, her infak ve her ibadet, ahiretteki sınırsız nimetlere giden yolda birer adımdır.

Sonuç olarak, Türk Milletinin ve İslam Ümmetinin “Dün vardık, bugün varız, kıyamete kadar da var olacağız” ruhu, bu sarsılmaz imanın ve mücadele azminin bir yansımasıdır. Tehditleri önceden gören “abdal” olmak, tehlike geldiğinde uyanan “aptal” olmaktan ve tehlike gelip çatmışken bile gafil kalan “ahmak” olmaktan yeğdir.
Her şeyin nihayetinde güzel olacağı inancı – “Evet, her şey ya hakikaten güzeldir, ya bizzat güzeldir, veya neticeleri itibarıyla güzeldir” – müminlere zorluklar karşısında dayanma gücü verir.

Özet:
Bu makale, İmam Gazali’nin dünyevileşme eleştirisi ve hadis-i şerifin dünya hayatının bir rüya olduğu benzetmesiyle, ümmetin gafletine dikkat çekerek başlar. Nablus Savaşı’ndaki iddialar ve Gazze’deki mevcut durum üzerinden liderlik zaafiyeti ve ümmetin pasifliği eleştirel bir dille sorgulanır, ilahi adaletin gecikmesinin günahları artırabileceği ayetlerle açıklanır.

Bediüzzaman Said Nursi’nin ümmetin geleceğine dair iyimser öngörüleri ve İslam’ın evrensel üstünlüğü anlatılır. Gençliğin İslam terbiyesiyle değerlenmesi ve salih amellerin ahiret mükafatı üzerinde durulur.
Makale, Türk milletinin tarihi duruşu ve tehlikeleri önceden görmenin önemi gibi konulara değinerek, her şeyin nihayetinde güzel olacağı inancıyla ümitvar bir sonuca ulaşır. Bu bütünlük, geçmişin ibretleriyle geleceğe yönelik bir diriliş reçetesi sunmaktadır.

 




VECİZ SÖZLER – ÖZET –

VECİZ SÖZLER – ÖZET –

“Veciz Sözler” çalışması, Risale-i Nur Külliyatı’ndan derlenmiş kavramsal ve veciz cümlelerin alfabetik olarak tasnif edilerek sunulduğu, aynı zamanda imanî, ahlakî ve fikrî birikimi yansıtan kapsamlı bir eserdir. İşte bu çalışmanın kısa bir özeti ve ana bulguları:

📌 Kısa Özet

Amaç:
Bu eser, Bediüzzaman Said Nursî’nin Risale-i Nur Külliyatı’nda yer alan veciz ifadeleri tematik olarak derlemek, okuyuculara hem kavram derinliği kazandırmak hem de Risale-i Nur’un hikmetli dilinden kısa ama derin mânâlar sunmaktır.

Metodoloji:

Kavramlar alfabetik sıralanmış (örneğin: “Abâdile-i Seb’a”, “Abdest”, “Adalet”, “Âhiret”, “Ağaç” vb.).

Her kavram altında Risale-i Nur’dan doğrudan alıntılar sunulmuş.

Kaynakça olarak Risale-i Nur’un çeşitli bölümleri (Sözler, Lem’alar, Mektubat, vs.) dipnotlarla belirtilmiş.

Hedef Kitlesi:

Risale-i Nur okurları

Dinî ilimler öğrencileri

İslamî düşünceye kavramlar üzerinden yaklaşmak isteyenler

🔍 Ana Bulgular ve Temalar

  1. Kur’anî ve Hadîsî Kavramlar Üzerine İnşa Edilmiş Bir Sistematik:

Risale-i Nur’un bütüncül bakış açısıyla inşa ettiği “ahlak, iman, marifet, haşir, kader, adalet” gibi konular kavramsal derinlik içinde işlenmiş.

Örneğin “Adalet” kavramı sadece hukuki bir anlayışla değil, kader ve ilahî hikmet açısından da değerlendirilmiş.

  1. İmanî Esasların Derinlikli Şekilde Açıklanması:

“Ahiret”, “Haşir”, “Acz”, “Fakr”, “İnsan” gibi kavramlar imanî yapının temel taşları olarak aktarılmış.

İfade tarzı veciz; fakat içerik yönünden derin tefekkürlere kapı aralıyor.

  1. Günümüz Problemlerine De İğneleme Yapan Tesbitler:

Açık saçıklık, ahir zaman fitneleri, sosyal yozlaşma gibi meseleler doğrudan Bediüzzaman’ın yorumlarıyla birlikte sunulmuş.

Tesettür, fıtrat, nefis terbiyesi gibi toplumsal meseleler ahlaki bir çerçeveyle değerlendirilmiş.

  1. Veciz Sözlerin İlmi ve Manevi Rehberlik Yönü:

Her bir alıntı bir “hikmet çekirdeği” gibi verilmiş.

Kimi zaman sadece bir cümlelik bir vecize, bir kitaplık derinlik ihtiva ediyor.

📘 Sonuç ve Katkısı

Bu çalışma:

Risale-i Nur’u kavramlar üzerinden derinlemesine anlamak isteyenlere rehberlik eder.
Risale-i Nur’da geçen ifadelerin kaynağını araştırmak ve konuya göre bulmak isteyenler için el kitabı görevi görür.
Gençler, öğreticiler, akademisyenler ve din görevlileri için hızlı ulaşılabilir bir bilgi ve tefekkür hazinesi sunar.

*********

VECİZ SÖZLER-VİDEO LİNKLERİ
http://www.tesbitler.com/2020/04/01/veciz-sozler-video-linkleri/
1-Veciz Sözler
https://youtu.be/K3I6LJaOKgE
2-Veciz Sözler
https://youtu.be/RrBLU918tG8
3-Veciz Sözler
https://youtu.be/-XYcWF-EDvA
4-Veciz Sözler
https://youtu.be/o1-TCURnJvU
5-Veciz Sözler
https://youtu.be/dRlQ_dDkjVI
6-Veciz Sözler
https://youtu.be/WqWeitKKRmw
7-Veciz Sözler
https://youtu.be/D5nEYzUYKwE
8-Veciz Sözler
https://youtu.be/h5CdrlhbV0M
9-Veciz Sözler
https://youtu.be/nL2C2SbdRHY
10-Veciz Sözler
https://youtu.be/eYIBmVgW7HE
11-Veciz Sözler
https://youtu.be/ZZ1YI3WTn3Y
12-Veciz Sözler
https://youtu.be/SMOz80YRyvA
13-Veciz Sözler
https://youtu.be/NdOxMWTJ_xg
14-Veciz Sözler
https://youtu.be/Nkwew9i3l-s
15-Veciz Sözler
https://youtu.be/bKzRSlObX2c
16-Veciz Sözler
https://youtu.be/Y0PMtWpBCrc
İyilik Et, At Denize
https://youtu.be/WxPaJgN77Nk
ANNEEEEEEE DİYECEKSİN
https://youtu.be/8O-auFnNMho

 




İnsan, Kâinat ve Hakikat Yolculuğu: Sorumluluktan Duaya, Terbiyeden Teslimiyete

İnsan, Kâinat ve Hakikat Yolculuğu: Sorumluluktan Duaya, Terbiyeden Teslimiyete

Hayat, insanoğlu için adeta bir imtihan sahnesi, bir tefekkür ve tekamül yolculuğudur. Bu yolculukta, kâinat kitabının her bir sayfası, insanı Rabbine yaklaştıran birer ayet; ilahi kelam ise bu büyük kitabın en yüce tefsiridir. Bizler, bu varlık âleminde neyin ne olduğunu, nereden gelip nereye gittiğimizi, hangi sorumluluklarla donatıldığımızı ve asıl amacımızı ancak bu ilahi rehberlikle idrak edebiliriz.
İnsanın yaratılışına dair bir sorgulama ile başlarız meseleye.

İnfitâr Suresi’nin 6. ayetinde buyurulduğu gibi: “Ey insan! Seni yaratan, şekillendirip ölçülü yapan, dilediği bir biçimde seni oluşturan cömert Rabbine karşı seni ne aldattı?”
Bu ayet, insanın varoluşundaki mucizeyi ve Rabbinin sonsuz lütfunu hatırlatırken, bizi gafletten uyandırır. İnsan, en mükemmel şekilde yaratılmış, akıl, idrak ve irade gibi nimetlerle donatılmıştır. Peki, bu nimetlere karşı nankörlük etmek, fani dünyanın aldatıcı cazibelerine kapılmak nasıl bir gaflettir?

Bu dünya hayatı, bir oyun ve eğlenceden ibaret değildir. Her an, ebedi bir geleceğin tohumları ekilir.

Bediüzzaman Said Nursi’nin Sözler adlı eserinde dile getirdiği gibi: “Ey bedbaht nefsim! Acaba ömrün ebedî midir! Hiç kat’î senedin var mı ki, gelecek seneye belki yarına kadar kalacaksın?”
Bu sözler, ömrün kısalığını ve fani oluşunu çarpıcı bir şekilde yüzümüze vurur. Geleceğin meçhul oluşu, her anı bir fırsat bilerek yaşamanın gerekliliğini ortaya koyar.
Peki, bu kısa ömürde ne yapmalıyız ki, Rabbimizin cömertliğine layık olalım ve ebedi kurtuluşa erebilelim?

Fâtır Suresi’nin 29. ayeti bu sorunun cevabını verir: “Allah’ın kitabını okuyanlar, namazı kılanlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan (Allah için) gizli ve açık sarfedenler, asla zarara uğramayacak bir kazanç umabilirler.”
Bu ayet, kurtuluş reçetesini sunar: Kur’an’ı anlamak ve yaşamak, namazı ikame etmek ve Allah yolunda infakta bulunmak.

Bediüzzaman Said Nursi’nin belirttiği gibi, “Üstad-ı hakikî Kur’an’dır. Tevhid-i kıble bu üstadla olur.”
Yani, hakiki rehberimiz Kur’an’dır ve kalplerin birleşmesi, tevhidin idraki ancak Kur’an’ın rehberliğiyle mümkündür.

İbadetlerimizin ve dualarımızın bizim için ne denli önemli olduğunu Furkan Suresi’nin 77. ayeti bizlere hatırlatır:
“(Ey Resûlüm!) De ki: Sizin duâ ve niyâzlarınız olmazsa, Rabbim size ne diye değer versin?”
Bu ayet, dua ve niyazın, kul ile Rab arasındaki bağı güçlendiren, insanın acziyetini idrak edip Allah’ın sonsuz kudretine sığınmasını sağlayan yegâne yol olduğunu gösterir.
Dua, sadece bir istek listesi sunmak değil, aynı zamanda Rabbe tam bir teslimiyet ve O’na karşı duyulan derin sevginin ifadesidir.

Bu teslimiyetin zirvesi, musibetler karşısında gösterilen rıza halidir.

Mesnevi-i Nuriye’de geçtiği üzere: “Ey musibet! Eğer onun izin ve rızasıyla geldin ise, merhaba, safa geldin! Çünkü elbette bir vakit ona döneceğiz ve onun huzuruna gideceğiz ve ona müştakız. Madem onun rububiyetine razıyız, o rububiyeti noktasında verdiği şeye rıza lâzım.”
Bu ifadeler, kaderciliğin pasif bir duruş olmadığını, bilakis ilahi takdire teslimiyetin, musibetlerde dahi hikmeti görebilmenin ve Allah’a olan tevekkülün bir nişanesi olduğunu öğretir.

Sadece bireysel ibadet ve teslimiyet değil, toplumsal hayatımızda ve nesillerin yetişmesinde de sorumluluklarımız vardır.

Çocuk terbiyesi konusunda İbni Haldun’a atfedilen şu söz derin bir hikmet barındırır:
“Çocuklarınızı terbiye etmeye çalışmayın. Çünkü zaten size benzeyeceklerdir. Kendinizi terbiye edin yeter.”
Bu söz, eğitimin ve terbiyenin ilk olarak kişinin kendi nefsi üzerinde başlaması gerektiğini anlatır. Ebeveynler, çocuklarına en iyi rol modeli olarak, kendi davranış ve ahlaklarıyla örnek olmalıdır.
Gençlik, hayatın en kıymetli dönemidir ve bu dönemde kazanılanlar, tüm bir ömre yön verir.
İman ve Küfür Muvazeneleri adlı eserde belirtildiği gibi: “Eğer terbiye-i İslâmiye ile o gençlik nimetine karşı bir şükür olarak iffet ve namusluluk ve taatte sarfetseniz, o gençlik manen bâki kalacak ve ebedî bir gençlik kazanmasına sebep olacak.”

Gençliğin enerjisi, eğer İslam terbiyesiyle, iffet ve namusla, Allah’a itaatle kullanılırsa, kişiyi sadece dünyada değil, ahirette de ebedi bir gençliğe ulaştıracaktır.

Son olarak, Ali Şir Nevai’nin veciz sözleri, hem kişisel hem de toplumsal hayatta dengeli olmanın önemini anlatıyor:
“Az konuşmak hikmeti, az yemek ise sağlığı getirir. Ağzına geleni söylemek câhilin, önüne geleni yemek hayvanın işidir.”
Bu sözler, hikmetin sükûtta, sağlığın ise ölçülü beslenmede olduğunu hatırlatırken, düşünmeden konuşmanın ve kontrolsüzce tüketmenin cahillik ve hayvansal bir sevk olduğunu ifade eder. Bu, aklını ve iradesini kullanan insan için önemli bir rehberdir.

İşte bu ayetler, hikmetli sözler ve tecrübeler ışığında, insanın dünya hayatındaki yolculuğu, bir sorumluluk ve teslimiyet destanıdır.
Kendini bilen, Rabbini bilir; Rabbini bilen ise, hayatın her anında O’na yönelir, O’ndan ister ve O’na tevekkül eder.
Nihayetinde herkesin hesaba çekileceği o büyük günde, İbrahim Suresi’nin 41. ayetindeki dua ile Rabbimizden af ve mağfiret dilemek, bu yolculuğun en güzel nişanesi olacaktır:
“Ey Rabbimiz! Herkesin hesaba çekileceği günde beni, ana-babamı ve mü’minleri bağışla!”

Özet:
Bu makale, insanın yaratılışından başlayarak, dünya hayatının geçiciliğini ve ahiret inancının önemini Kur’an ayetleri ve hikmetli sözlerle ele almıştır.
İnfitâr Suresi’nin insanın gafletini sorgulayan ayetinden hareketle, ömrün kısalığı (Bediüzzaman) ve Kur’an’ın hakiki rehberliği (Fâtır Suresi, Bediüzzaman) anlatılmıştır. Duanın kul için değeri (Furkan Suresi) ve musibetlere karşı rıza (Mesnevi-i Nuriye) ele alınmıştır. Çocuk terbiyesinde ebeveynin rol modeli olması (İbni Haldun) ve gençliğin İslam terbiyesiyle değerlendirilmesinin önemi (İman ve Küfür Muvazeneleri) üzerinde durulmuştur. Az konuşma ve az yemenin hikmeti (Ali Şir Nevai) ile insanın kendini bilmesi gerektiği anlatılarak, makale İbrahim Suresi’nin kıyamet günündeki bağışlanma duasıyla sonlandırılmıştır.
Tüm bunlar, insanın dünya hayatındaki sorumluluklarını, ibadetlerini ve nihai olarak Allah’a teslimiyetini külli bir bakış açısıyla sunmaktadır.

 




İlahi Kelamın Gölgesinde Hayat ve Sonrası: Bir Tefekkür Yolculuğu

İlahi Kelamın Gölgesinde Hayat ve Sonrası: Bir Tefekkür Yolculuğu

Hayat, kâinat sahnesinde bir misafirhane, bir imtihan meydanı ve nihayetinde bir dönüş yolculuğudur. Bu yolculukta insanı aydınlatan yegâne rehber ise şüphesiz ki ilahi kelamın, yani Kur’an-ı Kerim’in ışığıdır. Her bir ayet, birer pırlanta gibi gönüllerimizi parlatırken, varoluş gayemizi, sorumluluklarımızı ve ahiret yolculuğumuzun duraklarını bize fısıldar.

Feth Suresi’nin 28. ayeti, Allah’ın Resulü’nü tüm dinlere üstün kılmak üzere hak din ile gönderdiğini ve buna Allah’ın şahit olarak yettiğini buyurur. Bu ayet, İslam’ın evrensel mesajını ve son din oluşunun hakikatini anlatır.

Tarih boyunca nice medeniyetler gelip geçmiş, nice ideolojiler yükselip batmıştır. Ancak İslam, tevhid sancağını daima dalgalandırmış, insanlığa adalet, merhamet ve huzur vaat etmiştir.

Resulullah (SAV)’in getirdiği bu nurani mesaj, kalpleri aydınlatmış, zihinleri berraklaştırmış ve insanlığa en doğru yolu göstermiştir. Bu, sadece bir inanç sisteminden öte, tüm hayatı kuşatan bir yaşam felsefesidir.
Ne var ki, bu ilahi davete kulak tıkayanlar, kendilerini bir rehavete kaptırabilirler.

Âl-i İmran Suresi’nin 178. ayetinde buyurulduğu üzere: “O kâfirler, kendilerine mühlet vermemizin kendileri hakkında hayır olduğunu sanmasınlar. Onlara mühlet vermemiz, günahlarının artması içindir. Onları zelil ve perişan eden bir azap vardır.”
Bu ayet, imtihan sırrını ve ilahi adaletin tecellisini gözler önüne serer. Dünya hayatındaki geçici rahatlık ve mühlet, bazen bir lütuf değil, gafletle günah işlemeye devam edenler için daha büyük bir azabın habercisi olabilir.

Tarih, Firavunlar’ın, Nemrutlar’ın ve daha nice zalimlerin sonunu acı ibretlerle yazmıştır. Onlara verilen mühlet, aslında onların kendi sonlarını hazırlamalarına zemin hazırlamıştır. Bu, bize, dünya hayatının bir oyun ve eğlence olmadığını, her anın bir hesap günü için biriktirilen amellerle dolu olduğunu hatırlatır.

Peki ya ahiret?
En’am Suresi’nin 27. ayeti, mahşer günündeki pişmanlığı çarpıcı bir şekilde tasvir eder:
“Onların, ateşin karşısında durdurulduklarında: ‘Keşke geri döndürülsek de Rabb’imizin ayetlerini yalanlamasak ve Mü’minlerden olsak’ dediklerini bir görsen.”
Bu ayet, nefis muhasebesinin önemini ve ahiretin bir hakikat olduğunu en güçlü şekilde ifade eder.
Dünya hayatında göz ardı edilen hakikatler, ahirette apaçık bir şekilde ortaya çıkacak ve pişmanlık fayda vermeyecektir.

Nitekim Ankebût Suresi’nin 21. ayeti de bu gerçeği pekiştirir:
“O, dilediğine azap eder, dilediğine de merhamet eder. Ancak O’na döndürüleceksiniz.”
Dönüş O’nadır.
Bu kaçınılmaz hakikat, bizi her daim uyanık olmaya ve dünyevi meşgalelerin gelip geçiciliğini idrak etmeye davet eder.

İman edip salih ameller işleyenler için ise müjde vardır.
Nisa Suresi’nin 122. ayeti, onları altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları Cennetlere yerleştirileceğini bildirir.
Bu, ilahi lütfun ve adaletin en yüce tecellisidir.
İman ve salih amel, cennet kapılarının anahtarıdır.
Namazın hayatımızdaki yeri de bu bağlamda büyük önem arz eder.

İbrahim Suresi’nin 40. ayetinde Hz. İbrahim (AS)’ın duası yankılanır:

“Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazını dosdoğru kılanlardan eyle! Ey Rabbimiz! Duamı kabul et!”
Namaz, kulun Rabbiyle arasındaki en samimi bağdır. O, ruhu arındıran, kalbi dirilten ve insanı kötülüklerden alıkoyan bir kalkandır.
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin
“Ezanın faydası, yalnız bir köy ahalisini namaza davet değil, belki kâinat sarayında mevcudata karşı umum mahlukat namına bir ilân-ı Tevhid olduğunu beyan eder” sözü, ezanın sadece bir çağrı değil, tüm varlığın Allah’ı birlemesine yönelik evrensel bir ilan olduğunu anlatır.
Ancak bu dünya hayatında doğru yolu bulmak için dikkatli olmak da elzemdir.

Hucurât Suresi’nin 6. ayeti bizleri uyarır:
“Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.”
Bu, bilgiye ve doğruluğa verilen önemin bir göstergesidir.

Toplumsal huzurun teminatı, doğru haberleşme ve yanlış bilgiden kaçınmaktır.

Ve nihayet, hayatın en büyük hakikati:
Ölüm. Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin
“Ölüm, bu âlem-i fâniden âlem-i bâkiyeye gitmektir. Ölüm, ehl-i hidayet ve ehl-i Kur’an için, öteki âleme gitmiş eski dost ve ahbablarına kavuşmağa vesiledir. Hem hakikî vatanlarına girmeye vasıtadır” sözleri, ölümü bir yok oluş olarak değil, ebedi bir hayata geçiş ve gerçek vatana dönüş olarak tanımlar. Ölüm, mümin için bir ayrılık değil, bir vuslattır; dünya hapishanesinden Cennet bahçelerine bir geçiş kapısıdır.

Âl-i İmran Suresi’nin 189. ayetinde buyurulduğu gibi:
“Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır. Allah’ın her şeye gücü yeter.”
Her şey O’nun kudret elindedir. Ölüm de hayat da O’nun iradesiyle gerçekleşir. Bu teslimiyet, mümini ölüm korkusundan azat eder ve onu ebedi saadete hazırlar.

Özet:
Bu makale, Kur’an ayetleri ve Risale-i Nur’dan alıntılarla, İslam’ın evrensel mesajını, dünya hayatının geçiciliğini, ahiret gerçekliğini ve imanın önemini ele almaktadır.

Feth Suresi’nin hak dinin üstünlüğünü ifade etmesi, Âl-i İmran ve En’am surelerinin imtihanın sırrı ve ahiret pişmanlığını anlatması, Ankebût ve Nisa surelerinin dönüşün Allah’a olduğunu ve salih amellerin mükafatını bildirmesi işlenmiştir.

Namazın önemi ve ezanın tevhid ilanı oluşu Bediüzzaman Said Nursi’nin ifadeleriyle desteklenmiş, Hucurât Suresi’nden doğru haberleşmenin gerekliliği anlatılmıştır.
Makale, ölümü bir yok oluş değil, mümin için ebedi bir vatana ve dostlara kavuşma vesilesi olarak tanımlayan Risale-i Nur bakış açısıyla son bulmaktadır.
Tüm bu hususlar, insanın varoluş açısından yolculuğunda ilahi rehberliğin ne denli hayati olduğunu düşündürmektedir.

www.tesbitler.com
YouTube @Mehmetözçelik

 




Zulüm Haritası: Gazze’den Suriye’ye, İslam Dünyasına Bir Zillet Tablosu

Zulüm Haritası: Gazze’den Suriye’ye, İslam Dünyasına Bir Zillet Tablosu

“Mazlumun ahı arşı titretir, ama biz hâlâ sükûtun çığlığıyla oyalanıyoruz…”

  1. Gazze: Tükenen Gıdalar, Tükenmeyen Direniş

18 Temmuz 2025 itibarıyla Gazze’de yaşananlar artık sadece bir savaşın değil, bir tür “biyolojik ve psikolojik soykırımın” belgeleridir. Kumla karışmış un artıklarını yerden toplamaya çalışan insanlar bir Hollywood filminden değil, bu ümmetin kalbinden bir sahnedir. Bu tablo bir utançtır: sadece zalimler için değil; aynı zamanda sessiz kalanlar için de…

Gazze’deki çocuklar çivili bombalarla delik deşik edilirken, dünyaya demokrasi ihraç ettiğini iddia eden devletler silah, mühimmat ve siyasal destek ihraç etmekle meşguldür. Artık sadece ölümler değil, vicdanlar da kazılmış birer toplu mezara dönüşmektedir.

  1. İsrail’in “Kanlı Koridor”u: Haritaya Çizilen Bir Kıyamet

Golan’dan Fırat’a uzanacak şekilde planlanan Davut Koridoru, sadece askeri değil aynı zamanda teolojik ve eskatolojik bir plandır. Bu plan, hem İsrail’in “vaadedilmiş topraklar” hayalini gerçekleştirmek hem de Türkiye’nin güney hattını kuşatmak üzere sistemli biçimde yürürlüğe sokulmuştur.

Suriye’nin güneyinde Dürziler aracılığıyla başlatılan hareketlilik, İsrail’in klasik “aparatif savaş vekilleri” taktiğinin bir devamıdır. Bu defa hedef daha geniş: Fırat’a ve Haseke’ye kadar uzanan, İran’a gözdağı veren, Türkiye’yi kıskaca alan bir senaryo.

  1. İslam Dünyası: Acziyet mi, Zillet mi?

İşte burada sorulması gereken asıl soru budur: Bu bir çaresizlik mi, yoksa zillet mi?

İslam ülkeleri, sayısal olarak çok, doğal kaynaklar açısından zengin, stratejik olarak önemli konumda. Ama bütün bunlar bir araya gelip bir ahlak, irade ve vizyon üretmiyorsa, o zaman bu sadece bir “kalabalıkların çaresizliğidir.”

Zillet; sadece kaybetmek değildir. Asıl zillet, kaybedeceğini bile bile susmak, geri çekilmek, gaflet uykusunda uyumaktır.

  1. Sürgün Planı: Coğrafyasız Bir Ümmet

İsrail’in Gazzelileri Endonezya, Libya ve Etiyopya gibi ülkelere sürme planı, yeni bir “modern Siyonist tehcir politikası”dır. Tarihte Yahudiler sürgün edilirken, bugün Siyonizm Filistinlileri yerinden etmektedir. Ve bu, bir milletin değil, bir ümmetin ortadan kaldırılması anlamına gelmektedir.

Ümmet coğrafyasızlaştırılıyor. Haritadan silinmiyor; akıldan ve kalpten silinmeye çalışılıyor. Bu da toprağın değil, şuurun işgalidir.

  1. Türkiye’ye Uzanan Gölgeler

Türkiye bu planların dışındaymış gibi davranamaz. Golan-Fırat koridoru tamamlandığında, hedefin Anadolu’nun güneyi ve doğusu olduğu aşikârdır. İsrail bu projeyi yıllardır bekliyordu. Bugün adım adım, taş taş üstüne koyarak ilerliyor.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın açıklamaları, Türkiye’nin farkında olduğunu gösteriyor. Ama farkındalık, fiili karşılık üretmediği sürece yetersizdir. Diplomasi masa başında değil, sahada şekillenir. Ve sahayı şekillendiremeyenler, masa başında şekillendirilir.

Sonuç: Vicdan, Zihin ve İrade İnkırazı

Gazze’de insanlar yerden kumlu un toplarken; İslam dünyasında lüks otel lobilerinde strateji konuşuluyor. Gazze’de çocuklar çivili mühimmatla parçalanırken; bazı başkentlerde “denge politikası” adına katliama sessiz kalınıyor.

Bu artık sadece bir Filistin meselesi değil; bu, bir insanlık, bir irade, bir imtihan meselesidir.
Bu zulüm çağında tarafsız kalanlar, zalimden yana olur.
Ve unutulmamalıdır: Allah zulmedenlere mühlet verir ama asla ihmal etmez.

Makale Özeti:

Gazze’de yaşanan dram, çağımızın en büyük insanlık suçlarından biridir.

İsrail’in Suriye’deki “Davut Koridoru” planı, hem bölgesel hem teolojik bir işgal stratejisidir.

Gazzelileri sürgün etme planı, bir halkın coğrafyasızlaştırılmasıdır.

İslam dünyasının sessizliği, bir acziyet değil, sistematik bir zillet halidir.

Türkiye bu kuşatmanın hedefindedir; diplomasi kadar sahada varlık göstermek zorundadır.

Sonuç: Bu çağ, ya direnişle şereflenilecek ya da zilletle anılacaktır.