İman Kalesini Terk Etmenin Bedeli: Türk Milleti ve Âlem-i İslâm’ın Kaderi
İman Kalesini Terk Etmenin Bedeli: Türk Milleti ve Âlem-i İslâm’ın Kaderi
“Bin seneden beri âlem-i İslâmiyet’i kahramanlığı ile memnun eden ve vahdet-i İslâmiyeyi muhafaza eden ve âlem-i beşeriyeti, küfr-ü mutlaktan ve dalaletten şanlı bir surette kurtulmasına büyük bir vesile olan Türk milleti ve Türkleşmiş onların din kardeşleri; eğer şimdi, eski zaman gibi kahramancasına Kur’an’a ve hakaik-i imana sahip çıkmazsanız ve sizler gibi ehl-i hamiyet, eskide yanlış bir surette ve din zararına medeniyetin propagandası yerinde doğrudan doğruya hakaik-i Kur’aniye ve imaniyeyi tervice çalışmazsanız, size kat’iyen haber veriyorum ve kat’î hüccetlerle ispat ederim ki âlem-i İslâm’ın muhabbet ve uhuvveti yerine, dehşetli bir nefret ve kahraman kardeşi ve kumandanı olan Türk milletine bir adâvet ve şimdi âlem-i İslâm’ı mahva çalışan küfr-ü mutlak altındaki anarşiliğe mağlup olup âlem-i İslâm’ın kalesi ve şanlı ordusu olan bu Türk milletinin parça parça olmasına ve şark-ı şimalîden çıkan dehşetli ejderhanın istila etmesine sebebiyet verecek.”
Emirdağ Lâhikası 1
Giriş: Mazinin Şerefi, İstikbalin Mesuliyeti
Tarihin şerefli sayfalarında yer alan Türk milleti, bin yıldır İslâm’ın bayraktarlığını yapmış, Kur’ân’a kalkan olmuş, ümmetin istinadgâhı hâline gelmiştir. Bu, sadece askeri bir zafer değil, aynı zamanda imanı, ilmi ve adaleti kuşanarak İslam’ın vakarını temsil eden bir medeniyet duruşudur.
Ancak tarihî şeref, gelecekteki mesuliyetten muafiyet sağlamaz. Said Nursî’nin şu cümlesi, bu mesuliyetin büyüklüğünü ve ihmalin vahametini ihtar eder:
> “Eğer şimdi, eski zaman gibi kahramancasına Kur’an’a ve hakaik-i imana sahip çıkmazsanız… âlem-i İslâm’ın muhabbeti yerine dehşetli bir nefret… ve Türk milletinin parça parça olmasına sebebiyet verecek.”
Bu cümle, sadece geçmişe bir özlem değil, geleceğe bir uyarı, hatta bir ikaz manifestosudur.
- Tarihî Misyon: Kal’a, Komutan, Kalkan Olmak
 
Türk milleti, İslâm tarihinde sadece savaş meydanlarında değil, medreselerde, tekkelerde, mahkemelerde ve camilerde de öncü bir ümmet unsuru olmuştur. Selçuklu ile başlayan bu misyon, Osmanlı ile zirveye çıkmış; Kur’an’ın ve Sünnet’in muhafızı hâline gelmiştir.
Moğol istilasında ezilen doğu İslâm dünyasını toparlamış,
Endülüs’te sarsılan batı İslâmını İstanbul’la yeniden ayağa kaldırmış,
- yüzyılda ümmet dağılırken, hilafeti omuzlamış.
 
Bediüzzaman’ın ifadesiyle:
> “Âlem-i beşeriyeti, küfr-ü mutlaktan kurtarmada şanlı bir surette vesile olmuştur.”
Bu misyon sıradan bir milletin yapabileceği bir iş değildir; bu ancak iman ve fedakârlıkla mümkündür.
- İstikameti Terk Etmenin Bedeli: Nefret, Dağılma ve İstila
 
Ne zaman ki bu milletin yöneticileri ve aydınları, Kur’an’a değil de seküler Batı’ya yöneldiler; “medeniyet” adına dinî şeair zayıflatıldı, imanî esaslar eğitimden çıkarıldı, işte o zaman:
Âlem-i İslâm’ın güveni sarsıldı,
Kardeşlik yerini kırgınlığa, uhuvvet yerini uzaklığa bıraktı,
Türk milleti, yalnızlaştı ve içeriden parçalanmanın eşiğine geldi.
Said Nursî bunu şu ifadeyle haber verir:
> “Âlem-i İslâm’ın muhabbeti yerine, dehşetli bir nefret ve Türk milletine adavet zuhur eder.”
Bu sadece iç siyasetin sonucu değildir; sünnetullahın bir yansımasıdır. İslâm’ın sancaktarlığını bırakmak, liderlik makamından düşmek demektir. Bu da ümmet nazarında itibar kaybı, başsız bir millet olma tehlikesi doğurur.
- Manevî Kalkanı Kaybeden, Maddî Düşmana Mahkûm Olur
 
Bediüzzaman, bu düşüşün yalnızca içeriden değil, dışarıdan gelecek bir istila ile neticeleneceğini de bildirir:
> “Şark-ı şimalîden çıkan dehşetli ejderhanın istila etmesine sebebiyet verecek.”
Bu mecazî ifade, Sovyet tehlikesine işaret ettiği gibi, dinsiz ideolojilerin ve totaliter sistemlerin zamanla Türkiye’yi ve İslam coğrafyasını işgal etmesi anlamına da gelir.
Bugün bu tehdit sadece komünizm değil; sekülerizm, materyalizm, tüketimcilik, aile yapısını hedef alan ideolojiler, ahlâkî çöküşlerdir. Bütün bunlar Kur’an’ın yerine başka şeyleri koymanın bedelidir.
- Umut Nerede? Yönünü Kur’an’a Çeviren Aydınlarda
 
Bediüzzaman, bu felaket tablosunu çizerken umutsuz değildir. “Eğer sizler gibi ehl-i hamiyet…” diye başlayan cümlesiyle, şuurlu bir nesle işaret eder.
Bu nesil;
Modernliği değil, Kur’an’ın hakikatlerini anlatmalı,
Batı’ya benzeme değil, ümmete önderlik şuurunu taşımalı,
Eğitim, medya ve siyaset vasıtasıyla hakikatleri tevzi etmelidir.
Said Nursî, bu aydınlara bir “iman medeniyeti kuruculuğu” görevi verir. Çünkü bu milletin tekrar izzet bulması, Kur’an’a dönmesiyle mümkündür.
- Bugün Ne Yapmalı?
 
Bu tarihi ikazın bugüne bakan yönleri çok açıktır:
Dinini bilmeyen nesiller, milleti parçalar.
Kur’an’dan kopuk siyaset, ümmetin güvenini kaybeder.
Maneviyatı olmayan toplum, iç çatışma ve dış bağımlılığa düşer.
İslâm’a hizmet edenler ise Türk milletini yine ümmetin umudu yapar.
ÖZET:
Türk milleti, bin yıldır İslâm’a hizmetiyle ümmetin güvenini kazanmış, Kur’an’ın sancağını taşımıştır.
Bu misyonun terk edilmesi, İslâm âleminin muhabbetini düşmanlığa çevirebilir.
Sekülerleşme ve Kur’an’dan uzaklaşma, milleti içte parçalayacak, dışta istilalara açık hâle getirecektir.
Umut, Kur’an’a ve iman hakikatlerine sahip çıkan hamiyetli nesillerde ve âlimlerdedir.
Milletin bekası, ancak Kur’an’a sarılmak, imanı yaymak ve İslâm kardeşliğini yeniden canlandırmakla mümkündür.