RÛHUM SANA ÂŞIK

RÛHUM SANA ÂŞIK

Rûhum sana âşık, sana hayrandır Efendim,
Bir ben değil, âlem sana kurbandır Efendim.

Ecrâm ü felek, Levh u kalem, mest-i nigâhım,
Dîdârına âşık Ulu Yezdân dır Efendim.

Mahşerde nebîler bile senden medet ister,
Rahmet, diyen âlemlere, Rahman dır Efendim.

Tâ Arşa çıkar her gece âşıkların âhı,
Medheyleyen ahlâkını Kur an dır Efendim.

Aşkınla buhurdan gibi tütmekte bu kalbim,
Sensiz bana cennet bile hicrândır Efendim.

Doğ kalbime bir lahzacık ey Nûr-i dilârâ
Nûrun ki gönül derdime dermândır Efendim.

Ulvî de senin bağrı yanık âşık-ı zârın
Feryâdı bütün âteş-i sûzândır Efendim.

Kıtmîriniz ey Şâh-ı rüsûl, kovma kapından,
Âsîlere lûtfun yüce fermândır Efendim.

**********

“Rûhum Sana Âşık”: Aşkın En Yüce Menzili

> “Rûhum sana âşık, sana hayrandır Efendim”

Bir insanın kalbinden dökülen en kıymetli söz, en derin his, en büyük bağlılık; Allah Resûlü’ne (s.a.v.) karşı duyduğu aşktır. Çünkü o aşk sıradan bir sevgi değil; varlığın anlamını kavramış bir yüreğin, hakikatin sahibine yönelişidir. Ve bu yöneliş, hem insanın özünü hem de ebedî akıbetini belirler.

“Rûhum Sana Âşık” isimli bu naat, sırf duygusal bir ezgi değil; imanla yoğrulmuş, irfanla yanmış, aşk ile taşmış bir kalbin tercümanıdır. O kalp, yalnızca sevmiyor; bütün varlığıyla bağlanıyor, yanıyor, yalvarıyor ve niyaz ediyor. Çünkü Efendimiz (s.a.v.), sadece bir peygamber değil, aynı zamanda aşkın da mihrâkıdır.

Aşkın Kaynağı: O’nu Yaratan Allah’tır

> “Dîdârına âşık Ulu Yezdân dır Efendim”

Bu mısra, aşkın kaynağının sadece kul olmadığını, bizzat Cenab-ı Hakk’ın Resûl’ünü sevmeyi yaratılışın merkezine yerleştirdiğini bildirir. O’nun yüce zatını sevmek, Yaratıcı’nın mahlûkata verdiği bir özelliktir. Göklerdeki yıldızlar, yerdeki taşlar, melekler, peygamberler ve mahlûkat; her biri kendi hâlince Resûlullah’a muhabbetle bağlıdır.

İnsan bu muhabbeti taşımazsa eksiktir. Çünkü:

Peygamber sevgisi, imanın kemalidir.

O’nu sevmek, Allah’ı sevmekle bütünleşir.

O’na itaat, Allah’a itaattir. (Nisâ, 80)

O Olmadan Cennet Bile Hicrandır

> “Sensiz bana cennet bile hicrândır Efendim”

Bu mısra, gerçek aşkın cennet arzusunu bile gölgede bırakacak derecede kuvvetli olduğunu anlatır. Çünkü âşık için mühim olan nimet değil, nimetlerin sultanı ile beraber olmaktır.

Peygamberimiz olmadan bir cennet tasavvuru, aşk ehli için eksik ve tatsızdır. Bu mısra bize şunu öğretir:

Cennet, O’nunla güzeldir.

Vuslat, sadece mekânda değil, muhabbettedir.

Gerçek saadet, O’nun civarında olmaktır.

Âsîlere de Umut Var: Kapıdan Kovma Ya Resûlallah!

> “Kıtmîriniz ey Şâh-ı rusûl, kovma kapından / Âsîlere lûtfun yüce fermândır Efendim”

Naatın en umut yüklü kısmı burasıdır. Çünkü burada yalnızca aşk değil, aynı zamanda bir günahkârın affa olan umudu dile gelir. Kul günahkâr olabilir, ama ümitvar olmakla vazifelidir. Çünkü Allah Resûlü:

Merhamet peygamberidir,

Günahkârlara rahmettir,

Tevbeye kapıyı açık tutandır.

O hâlde ne kadar günah işlenirse işlensin, Resûlullah’ın kapısı her daim açıktır. Bir kıtmîr bile olsak, onun kapısında durmak, affın anahtarıdır.

Her Gece Arşa Yükselen Aşkın Âhı

> “Tâ Arşa çıkar her gece âşıkların âhı”

Bu mısra, aşkın sadece kalpte kalmadığını, göğe kadar ulaştığını haber verir. Gerçekten de Allah Resûlü’nün âşıkları, geceleri gözyaşıyla dua eder, vuslat için niyaz ederler. Onların duaları ve feryatları, yalnızca lisanla değil; kalbin yanışıyla Arş’a doğru yükselir.

İşte bu, aşkın en yüksek hâlidir:

Gökyüzünü sarsan dua,

Geceleri titreten zikir,

Kalbi hararetle yakan niyaz.

Ve o âhlar, cevapsız bırakılmaz. Çünkü Allah, Resûlü’nü sevenin duasını reddetmez.

Özet

“Rûhum Sana Âşık” naatı, Allah Resûlü’ne (s.a.v.) duyulan en derin, en samimi, en aşk dolu muhabbeti dile getiren eşsiz bir feryattır. Bu feryat, ruhun teslimiyetidir, gönlün vuslat arzusudur. Mısralarda hem ümitle dolu bir aşk, hem yakıcı bir hicran, hem de affa sığınan bir kulun yakarışı vardır. Cennet bile onun sevgisinden mahrumsa hicrandır. Günahkârlar bile onun kapısında affa erişebilir. Gerçekten seven, geceleri âh çeker, kalbiyle niyaz eder ve o niyaz Arş’a kadar ulaşır.
Çünkü o aşk, sadece bir his değil; bir imanın ve bir ebediyetin özüdür.

 




Gönül Hun Oldu Şevkinden

Gönül Hun Oldu Şevkinden
Naat-ı şerifi sözleri

Gönül hun oldu şevkinden boyandım Ya Rasulallah
Nasıl bilmem bu nirana dayandım Ya Rasulallah
Ezel bezminde bir dinmez figandım Ya Rasulallah
Cemalinle ferahnak et ki yandım Ya Rasulallah.

Yanan kalbe devasın sen, bulunmaz bir şifasın sen
Muazzam bir sehasın sen, dilersen rehnümasın sen
Habib-i Kibriyasın sen, Muhammed Mustafa-sın sen
Cemalinle ferahnak et ki yandım Ya Rasulallah.

Gül açmaz çağlayan akmaz, İlahi nurun olmazsa
Söner alem, nefes kalmaz, felek manzurun olmazsa
Firak ağlar, visal ağlar, ezel mesturun olmazsa
Cemalinle ferahnak et ki yandım Ya Rasulallah.

Erir canlar o gül buy-i revan bahşın hevasından
Güneş titrer, yanar didarının bak ihtirasından
Perişan bir niyaz inler hayatın müntehasından
Cemalinle ferahnak et ki yandım Ya Rasulallah.

Susuz kalsam, yanan çöllerde can versem elem duymam
Yanardağlar yanar bağrımda, ummanlardan nem duymam
Alevler yağsa göklerden ve ben messeylesem duymam
Cemalinle ferahnak et ki yandım Ya Rasulallah.

Ne devlettir yumup aşkınla göz, rahında can vermek
Nasip olmaz mı sultanım haremgahında can vermek
Sönerken gözlerim asan olur âhında can vermek
Cemalinle ferahnak et ki yandım Ya Rasulallah.

Boyun büktüm, perişanım, bu derdin sende tedbiri
Lebim kavruldu ateşten döner pâyinde tezkiri
Ne dem gönlün murad eylerse taltif eyle kıtmiri
Cemalinle ferahnak et ki yandım Ya Rasulallah (s.a.v).
Yaman Dede

*********

Yanmak Bir Aşk İse, Ferah Bulmak Ancak Cemalindedir: Naat-ı Şerifte Muhabbetin Feryadı

> “Gönül hun oldu şevkinden boyandım Ya Rasûlallah”

Bir naat bazen bir duadır, bazen bir yakarış; bazen de aşkın vecd içinde feryadıdır. “Gönül Hun Oldu Şevkinden” adlı naat-ı şerif, işte böylesine derin bir aşkın, kavuşmaya susamış bir kalbin ve vuslat hasretiyle tutuşan bir ruhun mânâ yüklü feryadıdır. Bu feryat, ne kuru bir özlem, ne de sıradan bir beşerî sevgi; ilâhî aşkın Resûlullah’ta (s.a.v.) kemale ermiş hâlidir.

Bu naatta dile gelen duygular, sadece bir şiirsel ifade değil; imanın en latif meyvesi olan “muhabbet-i Rasûlullah”ın kalpten taşmasıdır.

Gönlün Hun Olması: Aşkın En Yakıcı Hâli

> “Gönül hun oldu şevkinden boyandım Ya Rasulallah”
Gönlün kanla dolması mecazı, aşkın yakıcılığını, sabırsızlığını ve Resûlullah’a olan derin özlemi anlatır. Bu, ne mecazi bir kan, ne de maddî bir yanış; bu, imanın gözyaşıyla yoğrulmuş, hasretin ateşiyle közlenmiş bir kalbin haykırışıdır.

Seven, sevdiğine ulaşmak ister. Ama sevgili, alemlere rahmet olarak gönderilmiş, beşeriyetin en güzeli, mahlûkatın fahridir. Onun vuslatı hem şereftir hem mesuliyet. Bu yüzden mü’min şöyle yalvarır:

> “Cemalinle ferahnak et ki yandım Ya Rasûlallah”

Yanmak sevdalıyı eritir; ama vuslat, ferah verir. Kalbin tek arzusu, O’nun cemaline erişmektir.

Resûlullah: Şifa, Rehber ve Rahmet

> “Yanan kalbe devâsın sen, bulunmaz bir şifâsın sen… Dilersen rehnumâsın sen”

Bu mısralar, Resûlullah’ın ümmeti üzerindeki manevî rehberliğine ve şifâ kaynağı oluşuna dikkat çeker. Kalpleri ancak onun getirdiği nur, onun yaşadığı sünnet, onun taşıdığı rahmet iyileştirebilir. Çünkü O:

“Şifâdır”: Gafletin yarasına, günahın karasına, kalbin yarılmasına.

“Sehadır”: Cömertlik, fedakârlık ve ihsanda zirvedir.

“Rehnumadır”: Yolu gösterir, karanlıkta yön tayin eder, ahirete giden istikameti çizer.

Bugün binbir buhranla kıvranan insanlık, asıl rehberin sesini işitmemektedir. Oysa onun sünneti, karanlık çağların ışığı; onun duası, susuz gönüllerin ırmağıdır.

Onun Nuruyla Alem Vardır

> “Gül açmaz çağlayan akmaz, İlahi nurun olmazsa”

Kâinat, onun nuru için yaratılmıştır. Bu yüzden onun nuru çekilse:

Bahar bahar olmaktan çıkar.

Su akmaz, çiçek açmaz.

Hayat, manasını yitirir.

Resûlullah (s.a.v.), yaratılışın sebebi, varoluşun ruhudur. Onun gelişiyle gece aydınlık oldu, taşlar dile geldi, kalpler secdeye yöneldi. Bugün dünya onun izinden uzaklaştıkça; gül solmakta, sular durmakta, kalpler kuruyup taşlaşmaktadır.

Aşkın Zirvesi: O’nun Uğruna Her Şeyi Göze Almak

> “Susuz kalsam, yanan çöllerde can versem elem duymam
Alevler yağsa göklerden ve ben messeylesem duymam”

Gerçek sevgi, yalnızca güzellikte değil, cefa ve belada da sadakat göstermeyi gerektirir. Bu mısralarda, Resûlullah’a olan sevgi öyle bir dereceye ulaşmıştır ki, en büyük acılar bile hafif gelir. Bu bir aşktır ki:

Yanmaktan şikâyet etmez.

Gözyaşını ganimet bilir.

Ölümü vuslat sayar.

O halde sevenin hâli budur: Canı pahasına da olsa, Resûlullah’tan vazgeçmez.

Aşkın En Yüce Arzusu: Canını O’nun Huzurunda Teslim Etmek

> “Ne devlettir yumup aşkınla göz, rahında can vermek
Nasip olmaz mı sultanım haremgâhında can vermek”

Bir mü’minin en büyük duası, hayatını Resûlullah’ın izinde yaşayıp, onun huzurunda ya da onun sevgisiyle vefat etmektir. Bu mısralarda dile gelen özlem, sadece ölüm değil; şerefli bir vuslat arzusudur.

Bu arzunun kaynağı ise hadistir:

> “Kişi sevdiğiyle beraberdir.” (Buhârî, Edeb 96)

O’nu sevmek, O’nunla haşrolunmayı doğurur. Ve bu, imandan gelen bir devlet, aşkın en kutlu meyvesidir.

Özet

“Gönül Hun Oldu Şevkinden” naatı, Resûlullah’a (s.a.v.) duyulan aşkı, özlemi ve sadakati derin mânâlarla dile getiren eşsiz bir yakarıştır. Kalbin kanla dolması, vuslat özlemiyle yanmak, Resûlullah’ın nuru olmadan hayatın sönmesi gibi imgeler, mü’minin en samimi duygularını yansıtır. Resûlullah; şifa, rehber ve rahmettir. O’nun nuru âlemin varlık sebebidir. Bu naat, sadece bir şiir değil, ümmetin yanan kalbinin haykırışıdır. En büyük devlet, onun aşkıyla yaşayıp onun izinde can verebilmektir.

Çünkü gerçek vuslat, onunla başlayan bir yoldur; ve bu yol, cennete çıkar.

 




Gubârına Cihan Fedâ: Aşkın ve İmanın En Yüce Tezahürü

Gubârına Cihan Fedâ: Aşkın ve İmanın En Yüce Tezahürü

> Gubâr-ı pâyine almam cihânı yâ Rasûlallah
Değişmem mûyine heft âsumânı yâ Rasûlallah
Duyunca makdem-i teşrîfin Âdem sulb-i pâkinden
Değişdi habbeye bağ-ı cinânı yâ Rasûlallah

Bu beyitler, yalnızca bir şiirin inceliği değil; aynı zamanda bir ümmetin, bir âşığın kalbinden fışkıran sonsuz bir sevdanın tercümesidir. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v.) duyulan muhabbetin derinliği, samimiyeti ve feda ruhu, kelimelere sığmayacak kadar ulvîdir. Fakat bu dizeler, kelimelerle ulaşılamayacak o manevî zirvelere bir köprü gibidir.

Tozuna Cihan Değmeyen Aşk

> “Gubâr-ı pâyine almam cihânı yâ Rasûlallah”
Yani: “Ey Allah’ın Resûlü! Senin mübarek ayağının tozuna karşılık bütün dünyayı bile almam.”

Bu sözdeki aşk, kuru bir duygusallık değil; bir imanın ve teslimiyetin zirvesidir. Dünyanın bütün ihtişamı, serveti ve süsü, O’nun mübarek ayaklarının altında biriken toz kadar bile kıymetli değildir. Bu, müminin değer merkezinin ifadesidir:

> Dünya değil, Resûlullah’ın izidir asıl izlenecek olan.

Bugün insanlık, neyin değerli olduğunu karıştırmış, hakikati gösteren teraziyi kaybetmiştir. Birçok insan kariyer, makam, şöhret, mal uğruna her şeyi göze alırken; mümin bilir ki, Peygamberin sünnetine uygun bir adım atmak, dünyaları kazanmaktan daha evladır.

Yedi Kat Gökleri Bir Saç Telinle Değişmem

> “Değişmem mûyine heft âsumânı yâ Rasûlallah”

Bu mısra ise, dünyanın değil, yedi kat göklerin bile Resûlullah’ın bir tek saç teline denk düşmeyeceğini ilan eder. Çünkü onun bir saç teli, bir sünneti, bir tebessümü, bir bakışı; kâinatı anlamlı kılan ilâhî rahmetin yansımasıdır. Bu sözde şekle değil, ruha; dışa değil, mânâya kıymet verme vardır. O’na duyulan sevgi, Allah’a bağlılığın işaretidir. Çünkü:

> “Men yutıi’r-Resûle fekad eta’a Allah” – Kim Peygamber’e itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur.”
(Nisâ, 80)

Âdem Aleyhisselâm’ın Sevinci: Nurun Haberiyle Cennet Gölge Oldu

> “Duyunca makdem-i teşrîfin Âdem sulb-i pâkinden / Değişdi habbeye bağ-ı cinânı yâ Rasûlallah”

Burada anlatılan sahne, mecazî değil; derin bir manevî gerçeğin ifadesidir. Hz. Âdem (a.s.), kendi zürriyetinden bir gün gelecek olan Peygamber’in gelişini duyduğu anda, cennetin tamamını bir tek habbeye (tane, nimet) değişir. Yani Cennet bile o anda kıymetten düşer. Çünkü Cennet, onun getirdiği hakikatle asıl değerini kazanır. Peygamber gelmeden evvel bile âlem onunla anlam bulur, beklenen odur, sevilen odur, özlenen odur.

Bu ifade, bize şu gerçeği öğretir:

> Resûlullah (s.a.v.)’ın risâleti, varlık sebebimizdir. Onun gelişi, cenneti bile gölgede bırakacak kadar büyük bir lütuftur.

Peygamber Sevgisi: İmanın Kıvamıdır

Bu dizelerde dile gelen sevgi, bir duygusal bağlılık değil, imandan gelen bir feyizdir. Nitekim Efendimiz (s.a.v.) buyurmuştur:

> “Sizden biri beni, kendi nefsinden, malından, evladından ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe (kâmil) iman etmiş olamaz.”
(Buhârî, Îmân 8)

Yani sevgi, sadece bir gönül işi değil; imanın nişanesidir. Mümin, onun ayağının tozunu, bir sünnetini, bir sözünü dünya ve içindekilerden daha üstün görür. Çünkü onun nuru, sadece geçmişi değil; geleceği de aydınlatan bir kandildir. Bugün onun sünnetiyle yaşayan, yarın onun livâü’l-hamd sancağı altında dirilecektir.

Özet

Bu makalede, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v.) duyulan derin aşk ve sadakati ifade eden beyitler üzerine düşünce inşa edilmiştir. Onun mübarek ayağının tozuna karşılık bütün dünya değmez, bir saç teline karşılık yedi kat gökler kıymetsizdir. Çünkü o, rahmetin, nurun ve hakikatin temsilcisidir. Hz. Âdem bile onun gelişini duyduğunda cenneti gölge kabul etmiştir. Bu sevgi, imanın gereğidir. Müslüman, dünyayı değil, Resûlullah’ın izini takip eder. Zira o iz, cennete çıkan yolun ta kendisidir.