KIYAMETE KADAR SİLİNMEYECEK BİR ZİLLET: GAZZE’NİN KANLI ŞAFAĞINDA

KIYAMETE KADAR SİLİNMEYECEK BİR ZİLLET: GAZZE’NİN KANLI ŞAFAĞINDA

Her sabah güneş yeniden doğar, ama Gazze’de sabahlar aydınlık değil; karanlığın devamıdır. Güneşin ışığıyla birlikte uyanan çocuklar, artık ne kahvaltı eder, ne de okula gider. Onların sabahı, bombaların gürültüsü, yıkılmış evlerin enkazı, annesiz kalmış bebeklerin sessiz ağlayışıyla başlar.

Gazze’de yaşananlar, sadece bir savaş değil; bir vahşet, bir soykırım, bir insanlık felaketidir. Ve bu zulmün öznesi İsrail, hedefi ise artık ne sadece direnişçidir ne de bir siyasi yapı. Hedef bir halkın topyekûn yok edilmesidir. Kadın, çocuk, yaşlı, hasta… Hepsi birer “hedef” haline getirilmiş, bir millet açlıkla, korkuyla, kuşatmayla sindirilmek istenmiştir.

Ama asıl dehşetli olan bu vahşetin bizzat gözler önünde işlenmesi ve dünyanın suskunluğudur.

Zulme Ortak Sessizlik

Bugün dünyanın dört bir yanındaki “uygar” devletler, Gazze’deki bu insanlık suçuna karşı sağır, dilsiz ve kördür. ABD, eliyle verdiği silahlarla kanı akıtırken; Avrupa, diplomasi kılıfı altında katliamı meşrulaştırır. Dünya medeniyeti dediğimiz şey, Filistinli bir çocuğun açlıktan öldüğü haberine gözünü kapatırken, aynı anda bir kedinin ağaçtan kurtarılmasıyla gününü süsler.

İslam Dünyasının Sessiz Zilleti

Ve en acı verici olan ise İslam dünyasının hâlâ bir şey yapamaması, yapmaması ve bu zulmü sadece kınamayla geçiştirmesidir. Oysa bu ümmet, bir zamanlar Kudüs’ün gölgesinde adaletin güneşini doğurmuştu. Bugünse parçalanmış, dağılmış, çıkarların esiri olmuş bir haldedir.

İsrail’in silahı kadar, İslam dünyasının bu acziyeti de öldürüyor çocukları…
Ve bu mahcubiyet, bu zillet, kıyamete kadar ümmetin alnına kara bir leke olarak kazınacaktır.

Gazze: Vicdanın Aynası

Gazze sadece bir coğrafya değildir; vicdanın aynası, imanın imtihanıdır. Orada dökülen kan, insanlığın damarından akan adaletin kuruduğunu gösteriyor. Her ölen çocukla birlikte bir insanlık değerimiz gömülüyor, her yıkılan evle birlikte bir ümmetin onuru çöküyor.

Ve bizler susarak, sadece katliamın değil, bu büyük günahın ortağı oluyoruz.

Yedi Okyanus Temizleyemez

Bu zulüm, sadece bir savaş suçu değil; bir leke, bir pisliktir. Ve bu leke, ne diplomasiyle ne açıklamayla ne de zamanla temizlenebilir. Üzerinden yedi okyanus aksa, Gazze’de öldürülen bir çocuğun feryadı temizlemez bu günahı.

Bu zillet, unutulmayacak.
Çünkü göklerin hafızası, yere dökülen kanı unutmuyor.
Ve Allah’ın adaleti, elbet konuşacak…

ÖZET:

Bu makalede Gazze’de işlenen vahşet, İsrail’in halkı hedef alan zulmü, İslam dünyasının acziyeti ve Batı’nın suskunluğu ele alınmıştır. Filistinli masumların açlıkla, bombalarla yok edilmesi insanlık için kara bir lekedir. Bu zillet, özellikle İslam ümmetinin duyarsızlığıyla daha da derinleşmiştir. Kıyamete kadar silinmeyecek bu utanç; ne siyasi açıklamalarla ne de zamanla temizlenebilir. Bu bir insanlık imtihanıdır ve sessiz kalan herkes, bu büyük vebalin ortağıdır.

 

 




Şikayet Makamına Giden Çocuklar: Bekliyor musunuz?

Şikayet Makamına Giden Çocuklar: Bekliyor musunuz?

Gazze…
Tozun, dumanın, kanın ve gözyaşının birbirine karıştığı mazlum bir belde.
Ve o beldede, on binlerce çocuk…
Yaralı oyuncakları, yıkılmış duvarları, aç karınları ve donuk bakışlarıyla,
Birer birer toprağa düşen yıldızlar gibi
sessizce şehadet makamına yürüdüler.

Ama onlar sadece şehit olmadılar.
Onlar birer şikayetçi oldular.
Başta İsrail olmak üzere,
suskun kalan ümmetten,
duyarsız insanlıktan,
vicdanını tüketmiş küresel düzenden,
sorgusuz sualsiz boyun eğen sistemden davacı oldular.

Dediler ki:

> “Bizi füzelerle vuranları zaten tanıyorsunuz.
Ama o füzenin karşısında bir kalkan olamayan sizleri de tanıyacağız.”

“Bizi göz göre göre açlığa mahkum edenlere ‘medenî’ deyip,
yüz çevirenler siz değil miydiniz?”

“Dualarınızla bile gelmeye çekindiğiniz savaş meydanında,
bizim cesetlerimiz yere düştü;
ama siz kalbinizi bile kaldıramadınız.”

“Bizi taşla, kaşla, gözle değil;
sessizliğinizle öldürdünüz.”

Ve sonra döndüler, göğe yükseldiler.
Meleklerin omuzlarında, şehadet çiçekleriyle…
Ama giderken bir şey sordular:

“Bekleyin mi?”
“Bekleyelim mi?”
“Neyi bekleyelim?”

Yeni bir saldırı mı?
Yeni bir soykırım mı?
Daha kaç çocuğun ölmesi gerekiyor vicdanların uyanması için?

Oysa bekleyecek bir şey kalmadı.
Vicdan beklemez.
İman beklemez.
Hakikat beklemez.
Mazlumun ahı göklere yükselmişse, orada bekleyiş değil, hesap vardır.

Bekleyenler Değil, Uyandıranlar Kurtarır

Müslümanlar artık bekleyemez.
Zira susmak, zulmü kabul etmektir.
Ertelemek, zalimi cesaretlendirmektir.
Sadece İsrail değil,
onun arkasındaki suskun güçler,
dilsiz Şark, sağır Batı ve
dirilmemiş İslam dünyası da bu suçun gölgesindedir.

Bir çocuk ağlıyorsa, bütün dünya susmalıdır.
Ama burada, dünya sadece sustu;
vicdanını da gömdü.
Gazze, hepimize ayna tuttu.
Mazlumlar, mahşer günü sadece zalimleri değil,
suskunları da teşhis edecek.

ÖZET:

Bu makale, Gazze’de şehit edilen on binlerce çocuğun manevi şikayetini dile getirerek; sadece zalim İsrail’i değil, sessiz kalan Müslümanları ve insanlığı da sorgulamaktadır. Artık “bekleyelim mi?” sorusunun geçerli bir cevabı kalmamıştır. Çünkü zulmün bu kadar açık olduğu bir çağda, sessizlik ortaklıktır. Makale, ümmetin artık uyanması, duyarsızlıktan kurtulması ve sadece izleyen değil, ayağa kalkan bir şahitliğe yönelmesi gerektiğini vurgular.

 

 




BEN SİZİN BİLMEDİĞİNİZİ BİLİRİM”: HALİFELİKTEN FESADA

BEN SİZİN BİLMEDİĞİNİZİ BİLİRİM”: HALİFELİKTEN FESADA

“Hani, Rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti. Onlar, “Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamdederek daima seni tesbih ve takdis ediyoruz.” demişler. Allah da, “Ben sizin bilmediğinizi bilirim” demişti.” (Bakara. 30)

Meleklerin korktukları başlarına geldi.
İşte fesad çıkarıp kan döken İsrail, abd,Rusya, Ukrayna,Avrupa ülkeleri

********

“Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım…”
Bu ilahi kelâm, insanın yeryüzündeki yüce misyonunu haber verirken, meleklerin sarsıcı bir sorusuna da vesile olmuştur:
“Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın?”

Meleklerin bu tesbiti, sadece bir endişe değil, insanın ileride sapabileceği tehlikeli yola dair bir işaretti. Ve ne yazık ki, insanlık tarihinin büyük bir kısmı bu korkunun gerçekleşmesinden ibarettir.

Bugün modern çağın zirvesinde, ileri teknolojiyle donatılmış toplumların elinde kanlı bir geçmişin değil, kanlı bir günümüzün yaşandığına tanıklık ediyoruz.

Halifelik Makamından Fesada Düşen İnsan

İnsan, halife olarak yaratıldı. Yani yeryüzünü ıslah etmek, adaletle hükmetmek, merhameti yaymak, hakkı ayakta tutmakla vazifelendirildi. Fakat bu emaneti yüklenenlerin çoğu, nefsin esaretine girerek halifeliği hegemonyaya, emaneti sömürüye, adaleti zulme çevirdi.

İsrail, Gazze’de çoluk çocuk demeden katlederken;
ABD, dünyanın dört bir yanında çıkar için savaş çıkarırken;
Rusya, Ukrayna’yı kan gölüne çevirirken;
Avrupa, menfaat için her zulme göz yumar ve hatta ortak olurken;
Ukrayna, başka bir zulmün ya da çıkarın piyonu haline gelirken;
insanoğlunun yeryüzünde neye dönüştüğünü meleklerin endişesiyle daha net anlıyoruz.

Melekler Haklı mıydı? Allah’ın Cevabı Ne Demekti?

Melekler, insanın potansiyel kötülüğüne dikkat çekmişti. Ama Allah, onların bilmedikleri bir hakikate işaret etmişti:
“Ben sizin bilmediğinizi bilirim.”

O bilinmeyen, peygamberler, veliler, şehitler, sadıklar, adil yöneticiler, hakkı savunan garipler, merhametiyle dünyayı yaşanır kılan güzel kullar idi.

İnsan, en büyük fesadın da faili olabilir, en yüksek faziletin de taşıyıcısı olabilir.
Bu ikisi arasındaki fark, insanın Allah’la olan bağında gizlidir.

Bugünün Dünyasında Halifelik Nerede?

Bugün insanlık büyük bir hesap gününe doğru sürükleniyor. Gazze’de dökülen kan, Sudan’da açlıktan ölen çocuklar, Yemen’de susturulan feryatlar, İslam coğrafyasının dört bir yanındaki gözyaşları; halifeliği unutan bir insanlığın, kan dökücü tabiatına yenildiğini gösteriyor.

İnsanlık, teknolojiyle değil, merhametle yücelir.
Savaşlarla değil, adaletle hükmeder.
Sömürüyle değil, emanet bilinciyle halifeliğini isbatlar.

Ama bugün ne yazık ki, meleklerin korktuğu o insanlık karşımızda duruyor:
Silahıyla, hırsıyla, vahşetiyle, açgözlülüğüyle…
Ve bu hâl, kıyametin sessiz habercisidir.

ÖZET:

Makale, Bakara Suresi 30. ayeti bağlamında, insanın halifelik makamından saparak fesada ve kan dökücülüğe sürüklenmesini işler. Meleklerin endişesi günümüzde başta İsrail, ABD, Rusya, Avrupa gibi devletlerin işlediği zulümlerle adeta vücut bulmuştur. Oysa Allah, insanın taşıyabileceği yüce faziletleri bildiğini beyan etmişti. Bugün bu fazilet unutulmuş, yerine güç tutkusu, çıkar savaşları ve adaletsizlik geçmiştir. Bu hâl, insanlığın hem vicdanen hem de ahlaken bir çöküş içinde olduğunu göstermekte ve meleklerin o tarihi endişesini teyit etmektedir.

 




AHMAK DOSTUN ZARARI: DÜŞMANDAN DAHA YIKICI BİR TEHLİKE

AHMAK DOSTUN ZARARI: DÜŞMANDAN DAHA YIKICI BİR TEHLİKE

İnsanoğlunun dostluğu bir nimettir, lakin dostun akılsızlığı, gafleti ve ölçüsüzlüğü bazen düşmanın kin ve nefreti kadar zarar verir. Bediüzzaman Said Nursî’nin Muhâkemât eserinde geçen şu sarsıcı ifade bu gerçeğe işaret eder:
“Sadık-ı ahmak, adüvvü’d-dînden daha muzırdır.”

Yani dindar olduğunu zanneden ama hikmetsiz davranan, dost görünen ama akılsızca iş tutan biri; bilinçli bir düşmandan daha çok zarar verebilir.

Ahmak Dost Kimdir?

Ahmak dost, niyeti iyi olabilir ama yöntemi yanlıştır. Düşmanı vuracağım derken dostu yaralar. Dini müdafaa edeceğim derken dine zarar verir. Hakikati savunduğunu sanır ama hakikati şüpheye düşürür.

Bu kişiler, bazen dini öfkeyle anlatır, bazen ölçüsüzlükle sevdirileceğine nefret ettirir.
Bazen sertliği cesaret sanır, bazen cehaleti teslimiyet.
Ve nihayetinde, dine hizmet ettiği zannıyla, zımnî bir düşmanlık yapar.

Günümüzden Örneklerle

Sosyal medyada “din adına” yapılan ölçüsüz paylaşımlar, insanlara dini değil, dini temsil edenlerin sertliğini ve tahammülsüzlüğünü gösteriyor. Bu da birçok insanı dinden soğutuyor.

Medyada ya da kürsülerde, cehaletle fetva veren bazı kişiler, İslam’ın şefkat, adalet ve hikmet boyutunu gölgede bırakıyor. Bu da özellikle genç nesilde “din buysa biz yokuz” dedirtiyor.

Terör örgütlerinin İslam’ı istismar etmesi, ahmak dostluk değilse nedir? Zira düşmanlar İslam’a saldırmak için gerekçe ararken, bunlar onlara malzeme sunar.

Toplumda öfke diliyle “mücadele” eden bazı gruplar, haklı oldukları meseleleri bile savunulamaz hâle getiriyor. Böylece halkın desteğini kaybediyorlar; hak, haksızlıkla sunulunca etkisini yitiriyor.

Dostluğun Şartı: Akıl, Hikmet ve Merhamet

Bir dost, dostluğunu sadakatle olduğu kadar hikmetle de göstermelidir.
Esas olan akıl ve hikmettir. Zira;
“Aklı olmayanın dini de yoktur.”
Çünkü akıl, dini doğru anlamanın ve yaşamanın vasıtasıdır. Hikmetsiz bir gayret, hayırlı bir niyetle bile olsa, fitne doğurur.

Bugün ümmetin en büyük yaralarından biri, cahilce dostlukların doğurduğu bölünmeler, nefretler, itici temsiller ve yanlış savunmalardır.

Düşman zaten düşmandır, bilinir ve tedbir alınır. Ama ahmak dost, zihinleri karıştırır, safları böler, kalpleri soğutur ve içten içe çürütür.

ÖZET:

Bu makalede, Bediüzzaman’ın “Sadık-ı ahmak, adüvvü’d-dînden daha muzırdır” sözünden hareketle ahmak dostların düşmandan daha çok zarar verdiği ifade edilmiştir. Niyeti iyi ama yöntemi yanlış kişilerin, din adına öfkeyle, cehaletle, ölçüsüzlükle hareket ederek insanları dinden uzaklaştırdığı, İslam’ın merhamet ve hikmet yüzünü gölgelediği anlatılmıştır. Ahmak dostların zararları, düşmanların saldırılarından daha yıkıcı olabilir. Bu sebeple, dostluk sadakat kadar hikmet, akılla hareket ve güzel temsil de gerektirir.