İnayet Eli: Şefkatin Ardındaki Sonsuz İlim

İnayet Eli: Şefkatin Ardındaki Sonsuz İlim

“Bütün zihayat, zişuur aleminde, her neve ve her ferde, hususi ve ona münasip ve umuma şamil inayetler, şefkatler, himayetler, bedahet derecesinde ihatalı bir ilme delalet ve o inayetlere mazhar olanları ve ihtiyaçlarını bilen bir Alim-i İnayetkarın vücub-u vücuduna hadsiz şehadetler eder,” (Şualar)

Kâinat, sahipsiz bir boşluk değil; her canlı, başıboş bir varlık değil. Her zîhayat, her şuur sahibi mahlûk, hem kendi varlığı hem de hayatının her anındaki destek ve korumayla bir Rahmân’ın elinden çıktığını haykırır. Bediüzzaman’ın ifadesiyle; her nevin ve ferdin hususi bir inayet, şefkat, himaye altında bulunması, arkasında her şeyi kuşatan bir ilmi ve her şeyi bilen bir İnayetkâr’ı gösterir.

Bir anne kuşun yavrusuna olan şefkati, bir arının çiçekten tam da ihtiyacı olan özleri alabilmesi, bir kedinin yavrusunu saklaması, balığın binlerce yumurtasına karşı gösterilen hikmetli koruma; hepsi tesadüfle açıklanamayacak derecede muntazam ve gayelidir. Çünkü şefkat, rastgele doğamaz. Bilmek gerekir ki şefkat edilsin. Görmek gerekir ki korunma sağlansın. İşitmek gerekir ki ihtiyaç giderilsin. Bu ise şuursuz tabiatın değil, her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten bir Alîm-i Rahîmin eseridir.

Bütün bu şefkat, inayet ve koruma halleri; kör, sağır, şuursuz sebeplerle değil, doğrudan doğruya her şeye hakkıyla ilmiyle ve kudretiyle muhatap olan bir Zat’ın varlığını isbat eder. Çünkü bilinmeden bir şey korunmaz; tanınmadan bir şey sevilmez; görülmeden bir şey himaye edilmez. İşte, her canlının hayatındaki bu nazik, hikmetli, ölçülü yardımlar; gören, bilen, tanıyan bir Rabbin varlığını apaçık ilan eder.

Bu yüzden, bir karıncanın yiyeceğini bulması, bir kuşun göç yolunu şaşırmaması, bir annenin yavrusuna karşı merhameti, aslında gökleri yaran bir dua gibidir. Bu varlıklar, hâl lisanlarıyla “Biz sahipsiz değiliz” derler. Ve bu hal, her an yeniden yazılan bir tevhid senedidir.

Özet:

Bu makale, her canlıda görülen özel şefkat, inayet ve himayenin, her şeyi kuşatan bir ilmin ve bilinçli bir İlahî kasdın delili olduğunu ortaya koyar. Her canlının ihtiyaçlarına tam zamanında ulaşması, onun Rabb’inin varlığını ve her şeyi bilen bir Zat’ın inayetini gösterir. Şefkat ve koruma ancak bilmekle mümkündür; bu da Vacibü’l-Vücud olan Allah’ın şahitliğidir.




Bir Tohumun Lisanında Tevhid: On Beş Dil ile Konuşan Kudret

Bir Tohumun Lisanında Tevhid: On Beş Dil ile Konuşan Kudret

“Evet, mesela nutfeler, yumurtalar, tohumlar, çekirdekler, herbiri birden ilimden gelen bir ince nizam ve o nizam, maharetten gelen tam bir mizan içinde; o mizan, yeni bir tanzim, o ise taze bir ölçü ve tevzin içinde; o dahi bir temyiz ve terbiye ve müteşabih emsalinden kasti farika alametleri içinde; o da sanatlı bir tezyin ve süslenmek içinde; bu dahi hakimane, layık, mükemmel cihazat ve tasvir içinde; bu ise kerimane, rızık isteyenlerin zevklerini memnun etmek için, o mahlukların ve meyvelerin etleri ve yenilen kısımlan ihtilaf içinde; bu ise alimane, mucizane, ayrı ayrı nakışlar, zinetler içinde; bu da ayn ayrı güzel, hoş kokular ve lezzetli tatlar içinde; ki kemal-i intizam içinde, birbirinden mütemayiz, ayn iken, kesret ve sürat ve vüsat-i mutlaka içinde, sehivsiz, hatasız, bütün onlann suretlerinin inkişafları ve her mevsimde o harika halin devamı içinde, bütün o mübareklerin herbiri ve beraber, bu mezkur on beş dil ile ustalarının harika maharetini ve mu’cizâtlı ilmini göze gösterip Allamü’l-Guyub, Vacibü’l-Vücud Sanilerini güneş gibi bildiriyorlar.
İşte bu pek geniş ve parlak şehadetleri ve Sanini tebrikleri içindir ki, Mirac Gecesinde bütün mahlukat hesabına konuşan zat-ı Muhammediye (a.s.m.) El Mübarekât kelimesini selam yerinde demiş.
“(Şualar)

Her bahar bir diriliş, her tohum bir sır, her meyve bir kelamdır. İnsan gözü, çoğu zaman alışkanlık perdesiyle bakar ve gördüğü şeylerdeki mucizeyi fark edemez. Oysa toprak altındaki bir çekirdekte, göze görünmeyen bir hücrede, kudretin kalemiyle yazılmış sayısız delil ve işaret saklıdır.

Bediüzzaman Hazretleri’nin ifadesiyle; bir nutfe, bir yumurta, bir çekirdek öyle bir nizam, mizan, tanzim, tezyin, terbiye ve tasvir sürecinden geçer ki, her bir safha, arkasındaki sonsuz ilmi, şuur sahibi bir zatın kastını ve rahmetle yoğrulmuş bir sanatı gösterir. Her mahlûk, adeta on beş ayrı dille Allah’ın varlığını ve birliğini ilan eder. Ve her bir lisan, sadece ilimle değil, aynı zamanda hikmet, rahmet, inayet ve ihsan ile örülmüştür.

Topraktan çıkan bir nar tanesi; içindeki çekirdek sayısı, zarif dizilimi, dış kabuğu, içindeki suyu, lezzeti, kokusu ve besleyici yapısıyla bir laboratuvar hüviyetindedir. Bütün bunlar birbirinden bağımsız değil, tek bir Kudretin iradesiyle birlikte işler. Üstelik bu işler, sehivsiz, hatasız, büyük bir hız ve genişlikte, aynı anda milyarlarca defa gerçekleşir. Bu, kâinatta rastgeleliğe, tesadüfe yer bırakmaz.

Bu muazzam şehadet sebebiyledir ki, Mirac gecesinde, bütün mahlukat adına konuşan Peygamber Efendimiz (a.s.m.), “Et-Tahiyyatü lillâhi” diyerek; bütün varlıkların tesbihatını, selamını, secdesini Allah’a takdim etmiştir. Çünkü tohumdan meyveye, çekirdekten ağaca kadar her şey, kendi lisanınca “Allah var, birdir ve her şeye kadirdir” demektedir.

Zira tohumlar susmaz, çekirdekler susturulamaz. Onlar her mevsimde yeniden dile gelir.

Özet:

Bu makale, Risale-i Nur’dan alınan bir pasajdan hareketle, tohumlar, çekirdekler ve mahlukatın yaratılışındaki hikmet ve kudreti ele alıyor. Her mahlûkun ilim, hikmet, sanat ve rahmetle yaratıldığı ve bu yaratılışla Allah’ın birliğine on beş ayrı dille şahitlik ettiği vurgulanıyor. Sonuçta, kainattaki her varlığın sessizce ama açıkça Allah’a birer tahiyyat sunduğu anlatılıyor.

 

 




Bir Şeyi Yaratan Her Şeyi Yaratandır: Birliğin Derin Sırrı

Bir Şeyi Yaratan Her Şeyi Yaratandır: Birliğin Derin Sırrı

Gözü yaratan kim ise, gözün gördüğünü de yaratan O’dur.
Kulağı yaratan kim ise, kulağın işittiği sesleri de yaratan O’dur.
Dili yaratan kim ise, dilin kullandığı sesleri ve tatları da yaratan O’dur.
Böylece bir şeyin her şeyle ve her şeyin de bir şeyle bağlantısı vardır.
O halde bir şeyi yaratan kim ise,her şeyi yaratan da O’dur.

İnsan, gözünü açtığı andan itibaren bir bütünle yüz yüzedir: Gördüğü manzaralar, işittiği sesler, tattığı lezzetler, hissettiği duygular… Her biri ayrı ayrı mucizeyken, aralarındaki uyum daha büyük bir hakikati fısıldar: Birlik ve tevhit.

1. Göz ile Görülen Arasındaki İnce Bağ

Göz, sadece bir organ değil; ışığı, rengi, şekli ve hareketi hissedebilen bir mucizedir. Ancak göz tek başına hiçbir anlam ifade etmez. Eğer dış âlemde renkler, ışıklar ve şekiller yaratılmamış olsaydı, göz görse bile görecek bir şey bulamazdı.

O hâlde gözü yaratan kim ise, gözün gördüğü âlemi de O yaratmıştır.

2. Kulak ile Ses Arasındaki Ahenk

Kulak, sadece bir et parçası değildir; frekansları ayırt eden, müziği, sözleri, uyarıları işiten eşsiz bir sistemdir. Ancak seslerin yaratılmadığı bir âlemde kulak, sadece suskunluğa mahkûm olurdu.

Demek ki kulağı yaratan, işitilecek sesi de yaratmak zorundadır. Ve O tek Zat, ikisini birlikte düzenlemiştir.

3. Dil ile Tatlar ve Konuşma Arasındaki Kudret Zinciri

Dil, hem konuşmaya hem de tat almaya yarar. Tatlar yaratılmasa, dilden tat gitmiş olurdu. Kelimeler yaratılmasa, dilin konuşması manasız kalırdı. Yani tat ile dil, ses ile konuşma arasında gizli bir rabıta vardır.

Dili yaratan, hem konuşmayı hem de lezzeti yaratandır.

4. Varlıklar Arası Mükemmel Uyum ve İlişki

İşte bu noktada çok önemli bir hakikat doğar: Bir şeyi hakkıyla yaratan, onunla ilişkili olan her şeyi de yaratmak zorundadır. Çünkü o şey, kendiliğinden var olamaz. Kendisiyle tam uyum içinde olan bir başka şeyle bağ kurar. O bağ, kör tesadüflerin işi olamaz. Göz ile ışık, kulak ile ses, mide ile gıda, ciğer ile hava, arı ile çiçek, toprak ile yağmur… Her biri, karşılıklı ihtiyaçla var edilir. Bu da gösterir ki:

Bir şeyi yaratan kim ise, her şeyi yaratandır.

5. Şirkten Tevhide Giden Yol

Eğer bir şeyi Allah yaratıp başka bir şeyi başkasına bıraksaydı, kainatta bu mükemmel denge kurulamazdı. Oysa her şey, diğer şeyle uyum içindedir. Bu da gösteriyor ki, evrenin her köşesinde hükmeden bir tek irade, bir tek kudret, bir tek ilim vardır. O da Allah’tır.

Kur’an’da şöyle buyrulur:

> “Allah, her şeyi yaratandır. O, her şey üzerine vekildir.”
(Zümer, 62)

> “Sizin ilahınız bir tek ilahtır. O’ndan başka ilah yoktur. O, Rahman’dır, Rahîm’dir.”
(Bakara, 163)

6. Hikmetle Bakan Gözler İçin İbret

Bir parmağın hareketi bile tüm bedenle ilgilidir. Bir damla su, bir fidanı yeşertir; o fidan, meyve verir; meyve, bir canlının rızkı olur. Hayat bir ağ gibidir. Her düğüm, diğer düğümlere bağlıdır. Ve bu ağın tamamı, tek bir Zat’ın ilminde, kudretinde ve hikmetindedir.

ÖZET

Göz ile görüntü, kulak ile ses, dil ile tat ve kelime arasındaki uyum, kainatta ilahi bir düzenin varlığına delildir. Bu uyum, bize şu gerçeği gösterir: Bir şeyi yaratan kimse, onunla ilgili olan her şeyi de yaratmak zorundadır. Çünkü bu parçalar birbirine bağımlı ve anlamlıdır. Öyleyse bir şeyi yaratan Zat, bütün kainatı da yaratandır. Bu hakikat, bizi tevhid nuruna götürür ve imanımızı sağlamlaştırır.

 

 




Suda Saklı Hayat ve Kozmik Ayrılış: Enbiyâ 30’un Hikmeti

Suda Saklı Hayat ve Kozmik Ayrılış: Enbiyâ 30’un Hikmeti”

Kur’an-ı Kerim’in Enbiyâ Sûresi 30. ayeti, hem yaratılış mucizesine hem de ilahi kudretin hikmetine dair derin işaretler taşır:

“İnkâr edenler görmediler mi ki göklerle yer bitişikken Biz onları ayırdık? Ve her canlı şeyi sudan yarattık. Hâlâ mı inanmazlar?”
(Enbiyâ, 30)

Bu ayet, hem kozmolojik gerçeklere hem de biyolojik hakikatlere işaret eder. Modern bilimle tefsir edildiğinde Kur’an’ın mucizevî yönü daha belirginleşir; ancak bu ayetin asıl amacı iman ve tefekkürdür. Şimdi ayeti üç temel boyutta ele alalım:

1. “Göklerle yer bitişik iken” ifadesi ve Kozmik Gerçeklik

Ayette geçen “ratkan” kelimesi, Arapça’da “birbirine yapışık”, “sıkı bir bütün” anlamına gelir. Burada gökler ve yerin başlangıçta birleşik olduğu, sonra “fefeteknâhumâ” yani “ayrıldıkları” bildirilir.

Bu ifade, günümüz kozmolojisinde Big Bang (Büyük Patlama) olarak adlandırılan teoriyle dikkat çekici bir paralellik arz eder. Bilim insanları, evrenin başlangıçta tek bir yoğun nokta hâlinde olduğunu ve büyük bir patlamayla genişlediğini söylemektedir. Bu da Kur’an’da yaklaşık 1400 yıl önce haber verilen bu “kozmik ayrılma” ile örtüşmektedir.

2. “Her canlı şeyi sudan yarattık” ifadesi ve Biyolojik Hakikat

Ayetin ikinci kısmı, “ve ce‘alnâ mine-l mâ’i külle şey’in hayy” yani “Her canlı şeyi sudan yarattık” ifadesidir.

Bu cümle, hayatın kaynağı olan suya işaret eder. Bütün canlı organizmaların temel yapı taşı olan hücrelerin büyük kısmı sudan oluşur. Canlıların yaşaması, üremesi ve faaliyet göstermesi suya bağlıdır. Bugün uzay araştırmalarında dahi “hayat belirtisi” aranırken ilk bakılan şey su varlığıdır.

Kur’an’ın bu biyolojik gerçeği, bilimden çok önce haber vermesi onun ilahî menşeini bir kez daha isbatlar niteliktedir.

3. Kur’an’daki Diğer Muradif (Benzer) Ayetler

Kur’an’da yaratılış ve suyun hayat vericiliğine dair başka birçok ayet vardır. Bazıları şunlardır:

“Allah her canlıyı sudan yarattı…” (Nûr, 45)

“Biz gökten su indirdik ve onunla her çeşit bitki çıkardık…” (Lokman, 10)

“O sudan bir beşer yarattı…” (Furkan, 54)

Bu ayetler birlikte değerlendirildiğinde, suyun hem fiziksel hem de ruhî dirilişe vesile bir nimet olduğu görülür.

4. İnançsızlara Çağrı ve Tefekkür Daveti

Ayetin sonunda gelen “Hâlâ mı inanmazlar?” sorusu, sadece bilgi vermek değil, vicdanlara ve akıllara dokunmak isteyen bir çağrıdır. Bilimsel gerçeklerin arkasında gizli olan ilahi düzen ve hikmet, ancak tefekkürle ve kalp gözüyle anlaşılabilir.

Kur’an, sadece mucizevi bilgi vermek için değil, imanı derinleştirmek ve düşünmeyi teşvik etmek için bu gerçekleri dile getirir.

5. Hikmetli Sonuçlar ve Düşündürücü İbretler

Evrenin yaratılışı başıboş değildir; bir Kudret Eli dokunmuştur.

Su, sadece biyolojik değil, manevî dirilişin de simgesidir.

Her ayrılış (gök ve yer gibi) yeni bir düzenin başlangıcıdır; kaos değil, nizamdır.

İnsan, sudan yaratıldığı gibi, yine “rahmetin yağmuru” ile dirilecektir.

ÖZET

Enbiyâ Sûresi 30. ayeti, evrenin yaratılışına ve hayatın sudan var edilişine dair hem bilimsel gerçekleri hem de imanî hakikatleri dile getirir. “Göklerle yerin bitişik olması”, evrenin ilk hâlini; “su ile hayatın yaratılması” ise canlılığın temelini ifade eder. Kur’an, bu ayetle inkâr edenleri düşünmeye, inananları ise şükre ve tefekküre davet eder. Ayetin sonunda gelen “Hâlâ mı inanmazlar?” sorusu, çağlar ötesinden bugüne seslenen bir ilahi hatırlatmadır.