İDEALİST GENÇLİK: AKLI MÜSBET FEN İLİMLERİYLE, KALBİ İSTİKAMETLİ DİN İLİMLERİYLE MÜCEHHEZ OLAN GENÇLİKTİR

İDEALİST GENÇLİK: AKLI MÜSBET FEN İLİMLERİYLE, KALBİ İSTİKAMETLİ DİN İLİMLERİYLE MÜCEHHEZ OLAN GENÇLİKTİR

İdealist Gençlik: Aklı Pozitif Bilimlerle, Kalbi İstikametli Din İlimleriyle Mücehhez Olan Gençliktir

İdealist gençlik, toplumların ve medeniyetlerin geleceğini şekillendiren, insanlık tarihinin en önemli dönemlerini yaşayan, hayalleri büyük, kalbi ve aklı birbirini tamamlayan bir neslin ifadesidir. Bu nesil, sadece bireysel başarıyı değil, toplumsal sorumlulukları da gözeterek ilerlemeyi hedefler. Ancak, idealist bir gençliğin temelinde, iki temel yapı taşı vardır: akıl ve kalp. Akıl, pozitivist bilimlerle, kalp ise istikametli din ilimleriyle beslenir. Bu dengeli yapı, gençliği sadece fiziksel dünyaya değil, aynı zamanda manevi dünyaya da yönlendiren bir rehber görevi görür.

Aklın Gücü: Pozitif Bilimler

Aklın en yüksek kapasiteyle çalışabilmesi, bilim ve tekniği doğru anlamaktan geçer. Pozitif bilimler, tabiat kanunlarını, insanın kâinattaki yerini anlamamıza yardımcı olur. Aklın en saf halinin ortaya çıkabilmesi için, fizik, kimya, biyoloji gibi bilim dallarındaki derinlemesine bilgiye sahip olmak, insanın dünyayı ve çevresindeki değişimleri kavrayabilmesini sağlar. İdealist bir gençlik, bu bilimleri sadece bir araç olarak görmez; bunları, insanlığa hizmet etmek için birer “ilahi işaret” olarak kabul eder. Her bir bilimsel buluş, yaratılışın mükemmelliğini ve düzenini görmek için bir fırsat olarak değerlendirilir.

Pozitif bilimlerin ışığında büyüyen bir gençlik, her şeyin bir sebebe ve hikmete dayandığını fark eder. Bu farkındalık, ona sorumluluk duygusu ve çevreye karşı daha duyarlı olmayı öğretir. Ancak bilimsel bilgilere sahip olmak, yalnızca bireysel başarı için değil, toplumun da iyiliği için kullanılmalıdır. Aksi takdirde, bilimin sunduğu her şey bencilce tüketilebilir, insanların daha fazla haz almasına ve dünyaya zarar vermesine yol açabilir. İdealist bir gençlik, bu tuzaktan korunarak, bilimsel bilgiyi doğru ve faydalı bir şekilde kullanmayı öğrenir.

Kalbin Rehberliği: İstikametli Din İlimleri

Aklın yanında kalbin de bir yol gösterici olması gerekir. Ancak kalp, sadece bir duygu merkezi değil, aynı zamanda bir vicdan, ahlak ve ruhsal denetleyicidir. İdealist gençlik, kalbini istikametli din ilimleriyle besler. Bu ilimler, insanın nefsini terbiye etmeyi, hayata doğru bir perspektiften bakmayı ve daha yüksek bir ahlaki seviyeye ulaşmayı amaçlar. Din, sadece ritüel ve ibadetlerle değil, insanın hayata dair sorularına da derin anlamlar ve hikmetler sunar. Din ilimleri, insanın içindeki kötülükleri arındırarak, onu toplum için faydalı ve doğru bir birey haline getirir.

Gençler, kalbini dini bilgilerle donattığında, hayatta karşılaştıkları zorluklara sabırla yaklaşmayı öğrenirler. İdealist bir genç, dinin sadece bir bilgi değil, bir yaşam tarzı olduğunu kabul eder. Kur’an’ın ve Hadislerin ışığında, insanın sadece dünyevi değil, uhrevi anlamda da huzura kavuşabileceğine inanır. İstikametli bir kalp, insanın aklıyla uyum içinde çalışır ve her işi, yüksek bir amaca hizmet eder. Din, insanın manevi huzurunu sağlarken, çevresindeki insanlarla da daha sağlıklı bağlantı ve bağlılıklar kurmasına yardımcı olur.

İdealist Gençliğin Toplumsal Yansımaları

Pozitif bilimlerle aklı mücehhez, din ilimleriyle kalbi beslenen bir gençlik, sadece bireysel anlamda değil, toplumsal düzeyde de önemli bir rol oynar. Bu gençlik, doğru bilgiye dayalı kararlar verir, toplumu ilgilendiren problemlere duyarlı olur ve toplumsal adaletin sağlanmasına katkı sunar. Ayrıca, kültürel, dini ve manevi değerleri koruyarak, toplumun temel yapı taşlarını sağlamlaştırır.

İdealist gençlik, her türlü baskı ve zorluğa rağmen, doğruluktan sapmaz ve kendi içindeki dengeyi koruyarak ilerler. Aklın rehberliğinde, toplumsal bilimlerle de ilgilenir, insan hakları, adalet ve eşitlik gibi kavramları savunur. Kalbinin derinliklerinden gelen ahlaki değerlerle, bireysel çıkarların ötesine geçerek, toplumun daha iyi bir hale gelmesine katkı sağlar.

Sonuç: İdealist Gençlik ve Gelecek

İdealist bir gençlik, toplumu ve insanlığı sadece mevcut haline bakarak yargılamaz. Onun bakış açısı, toplumun potansiyelini görür ve bu potansiyeli açığa çıkarmak için hem akıl hem de kalp yoluyla çalışmalar yapar. Akıl, bilimin ışığında yenilikçi çözümler geliştirmesine imkan tanırken; kalp, bu çözümleri insanlığın hizmetine sunarken manevi değerleri göz önünde bulundurur. Böylece, idealist gençlik, hem dünya hayatında hem de ahiret hayatında başarılı olmanın yolunu bulur.

Bu gençlik, sadece kendi zamanının değil, tüm insanlığın geleceğine dair umut taşır. Zorluklarla karşılaştığında bile istikametini kaybetmez, çünkü onun temelinde doğru bilgi, yüksek ahlak ve güçlü bir inanç vardır. Gelecek, böyle bir neslin ellerinde şekillenecektir.

 

 




KURAN-I KERİM’DE PEYGAMBERLERİN İMTİHANLÂRI NASIL OLMUŞTUR?

KURAN-I KERİM’DE PEYGAMBERLERİN İMTİHANLÂRI NASIL OLMUŞTUR?

Kur’ân-ı Kerîm’de Peygamberlerin İmtihanları

Peygamberler, Allah’ın seçkin kulları olarak en yüksek mertebeye sahip kişilerdir. Ancak bu yüksek mertebeye ulaşabilmek ve insanlığa örnek olabilmek için Allah tarafından sıkça imtihan edilmişlerdir. Kur’an-ı Kerim’de peygamberlerin imtihanları, onların sabırlarını, ahlaklarını, imanlarını ve Allah’a olan teslimiyetlerini ortaya koymak amacıyla detaylı bir şekilde anlatılmaktadır.

Aşağıda, Kur’an-ı Kerîm’de peygamberlerin imtihanlarına dair örnekler ve bu imtihanların hikmetleri yer almaktadır.

1. Hz. ÂDEM (A.S.): Yasaklanan Ağaçtan Yemek

“Ve biz, Ademoğluna: ‘Sen ve eşin cennette kalın, ondan bol bol yiyin; fakat şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.’ dedik. Fakat şeytan onlara, ikisinin de ayıbını gösterdi ve dedi ki: ‘Rabbiniz size bu ağacı yalnızca, melek olursunuz veya ebedi kalırsınız diye yasakladı.’” (A’râf, 19-20)

İmtihan: Allah, Âdem ve eşini cennette bulundurmuş, ancak onlara bir ağacın meyvesini yememelerini emretmiştir. Şeytan, onlara yasaklanmış meyveyi yemeleri için vesvese vermiştir.

Hikmet: Âdem, şeytana uymuş ve yemiştir. Ancak sonra pişman olmuş, Allah’a tövbe etmiştir. Bu olay, insanın yanlış yapma ve tövbe etme sürecini simgeler.

2. Hz. İBRAHİM (A.S.): Ateşe Atılmak ve Oğlu İsmail’i Kurban Etmek

“Ve (İbrahim) dedi ki: ‘Ey Rabbim! Benim için bu putları bir fitne yapma.’” (İbrâhîm, 34)
“Ve (İsmail’i) kurban etmek için… Allah’a teslim oldukları vakit…” (Saffat, 102-103)

İmtihan 1: Hz. İbrahim, putları kırarak putperest kavmini reddetmiş, bu nedenle ateşe atılmakla tehdit edilmiştir.

İmtihan 2: Allah, İbrahim’i oğlunu kurban etmeye çağırarak onun tam teslimiyetini sınamıştır.

Hikmet: Hz. İbrahim, ateşe atıldığında Allah tarafından korundu ve oğlu İsmail’i kurban etmek üzereyken Allah tarafından kurtarıldı. Bu, inanç, sadakat ve teslimiyetin örneğidir.

3. Hz. MUSA (A.S.): Firavun’a Karşı Durmak ve Kavminin İsyanı

“Firavun, ‘Ben sizin en yüce rabbinizim’ demişti. Allah, onu denemek için … Musa’yı gönderdi.” (Naziat, 24)
“Ve Musa’nın kavmi ona, ‘Bizi rahat bırak! Sabırlı olalım.’ dediler.” (A’raf, 128)

İmtihan 1: Hz. Musa, Firavun’a karşı Allah’ın elçisi olarak mucizelerle mücadele etmiştir. Firavun onu sürekli reddetmiş ve azapla tehdit etmiştir.

İmtihan 2: Hz. Musa’nın kavmi, Firavun’un zulmünden kurtulmalarının ardından sürekli olarak isyan etmiş ve onu zor durumda bırakmıştır.

Hikmet: İman ve sabır temalarını işleyen bu imtihan, insanın zorluklarla başa çıkma ve Allah’a güvenme erdemini vurgular.

4. Hz. YUSUF (A.S.): Kardeşlerinin İhaneti ve Zindanda Geçen Yıllar

“(Yusuf) dedi ki: ‘Ey Rabbim! Zindana düşmek, bunların davetinden daha iyidir. Eğer bana onların hilelerini göstermezsen, onlara meylederim ve cahillerden olurum.’” (Yusuf, 33)

İmtihan: Hz. Yusuf, kardeşleri tarafından kuyuya atılmış ve sonra köle olarak satılmıştır. Zindanda yıllarca haksız yere tutuklu kalmıştır.

Hikmet: Hz. Yusuf’un sabır ve tevekkülü, Allah’ın yüce planına güvenmesini öğretir. Nihayetinde, o, Allah’ın izniyle zindandan kurtulmuş ve aileyle birleşmiştir.

5. Hz. MUHAMMED (S.A.V.): Zorluklar, İnkâr ve Göç (Hicret)

“O, sizi zahmet ve sıkıntıya sokarak, dininizi değiştirmeye zorlayan kimseler gibi değil, sabırla Rablerine yönelenler gibi olun.” (Ahzâb, 67)
“Ve o, bana, ‘Ben bir insan değilim ki, Rabbinin emirlerine karşı başkaldırayım!’ dedi.” (Tahrim, 9)

İmtihan: Hz. Muhammed (sav), kavmi tarafından reddedilmiş, zulme uğramış, güvenilirliğini ve peygamberliğini sorgulamışlardır. Medine’ye hicret etmek zorunda kalmış, açlık, yoksulluk ve zorluklar yaşamıştır.

Hikmet: Hz. Muhammed’in sabrı, metaneti ve Allah’a güveni, iman yolundaki mücadelenin bir simgesidir. Onun yaşadığı zorluklar, müminlere sabır ve kararlılıkla zorlukların üstesinden gelebilme dersini verir.

6. Hz. NUH (A.S.): Kavminin İnkarı ve Uzun Süre Dayanması

“Ve (Nuh) dedi ki: ‘Ey Rabbim! Kavmim bana karşı sadece inkârda bulunmakla kaldı, arkamdan gelenlerin sayısı da arttı.’” (Nuh, 5)

İmtihan: Hz. Nuh, kavminin 950 yıl boyunca inkârına ve alaylarına karşı sabretmiş, Allah’ın emirlerine sıkı sıkıya bağlı kalmıştır.

Hikmet: Uzun süre sabreden ve Allah’a sadık kalan Nuh, bu sabrın sonucunda Allah tarafından kurtarılmıştır. Sabır ve dayanma gücü bu imtihanla pekiştirilmiştir.

SONUÇ

Peygamberler, Allah’ın elçileri olarak insanlara en güzel örnekleri sunmuşlardır. Ancak her biri çeşitli zorluklarla imtihan edilmiştir. Bu imtihanlar, onların sabırlarını, ahlaklarını, inançlarını ve teslimiyetlerini ölçmek içindi. Her bir peygamberin imtihanı, bize önemli dersler ve hikmetler sunar:

1. Sabır ve tevekkül,
2. Allah’a güven ve teslimiyet,
3. Hakkın ve adaletin savunulması,
4. İnsanın zorluklar karşısında dik durması.

Peygamberlerin hayatlarından çıkarılacak en önemli ders, iman ve teslimiyetin her türlü zorluktan daha değerli olduğudur. Bu, bizlere hem dünya hem de ahiret için kılavuzluk yapmaktadır.

 

 




KUR’ÂN-I KERÎM’İN HABER VERDİĞİ ESFEL-İ SÂFİLÎN HÂLİ: İŞTE İSRAİL

KUR’ÂN-I KERÎM’İN HABER VERDİĞİ ESFEL-İ SÂFİLÎN HÂLİ: İŞTE İSRAİL

Kur’ân-ı Kerîm, insanı “ahsen-i takvîm” üzere yarattığını beyan ederken (Tîn Sûresi, 95/4), aynı zamanda bu kıymetli varlığın, eğer inanç, adalet ve ahlâk ilkelerinden saparsa, “esfel-i sâfilîn”e yuvarlanacağını da ihtar eder (Tîn, 95/5). Bu, insanın maddî veya teknolojik üstünlüğü değil; hak ve hakikatten uzaklaşmasıyla yaşadığı bir ruhi ve ahlâki çöküştür.

Bugün bu ilâhî hakikatin en belirgin tezahürü, İsrail’in haliyle gözler önüne serilmektedir. Dün, Allah’ın seçtiği kavim olarak anılan Benî İsrail, zamanla bu nimetin kıymetini bilemeyip, peygamberleri öldürerek, emanete hıyanet ederek ve yeryüzünde fesat çıkararak ilâhî gazaba uğramıştı. Kur’ân bu durumu şöyle ifade eder:

> “İsrailoğullarından sağlam söz almıştık. Onlara peygamberler gönderdik. Ne zaman bir peygamber nefislerinin hoşlanmadığı bir şeyi getirse bir kısmını yalanladılar, bir kısmını da öldürdüler.” (Mâide, 5/70)

İsrail: Ahsen-i Takvîm’den Esfel-i Sâfilîn’e

Bugün İsrail, zulmün sistemleşmiş hâline dönüşmüştür. Bebekleri, kadınları, yaşlıları hedef alan; kutsal mekânlara saygı göstermeyen ve masumların gözyaşını hiç çekinmeden akıtan bir rejim… Bu, sadece bir devlet politikası değil; bir zihniyetin tezahürüdür. Tıpkı Kur’ân’da bildirildiği gibi:

> “Yeryüzünde bozgunculuk yapar, ırkçılığı esas alır, emanete riayet etmezler.” (Bakara, 2/100-101 meâlinde)

İsrail’in hali, Kur’ân’da tasvir edilen bir başka gerçekliği de gözler önüne serer: Kalplerin mühürlenmesi, basiretlerin körelmesi.

> “Sonra bunun ardından kalpleriniz katılaştı. Artık onlar taş gibi, hatta taştan da daha katıdır.” (Bakara, 2/74)

Bugün Gazze’de yaşananlar, sadece bir coğrafyada cereyan eden çatışma değil; esfel-i sâfilîne düşmüş bir topluluğun zulümle varlığını sürdürme çabasıdır. Bu hâl, teknolojik üstünlük, medya manipülasyonu ve siyasi güçle örtülemeyecek kadar çirkindir ve karanlıktır.

İbretlik Neticeler ve Hikmetli Dersler

1. Zulümle abad olunmaz. Tarih şahittir ki hiçbir zalim, zulmüyle baki kalmamıştır. Kur’ân, Firavun’u, Nemrud’u ve Karun’u anlatırken sadece geçmişi değil, bugünü de tarif eder.

2. Mazlumun duası arş-ı alâyı titreten bir silâhtır. Şu an nice mazlum, ellerini semaya kaldırmakta ve bu zalimlerin akıbetini Allah’a havale etmektedir.

3. Hakikat er geç tecellî eder. Zulmün, iftiranın ve yalanın saltanatı kısa sürer. Kur’ân’ın diliyle:

> “Zulmedenler nasıl bir inkılâba uğrayacaklarını yakında bileceklerdir.” (Şuarâ, 26/227)

Sonuç: Kur’ân Aynasında İsrail’in Hâli

Bugün İsrail, Kur’ân’ın “esfel-i sâfilîn” olarak tarif ettiği aşağıların aşağısına düşen bir hâl içindedir. İnsanlık değerlerinden uzak, vicdanla, merhametle ve adaletle bağı kalmamış bir sistem… Kur’ân’ın uyarıları, sadece o dönemin Yahudilerine değil; tüm zamanların haksızlık edenlerine, zalimlerine, insanlığı unutanlarına yöneliktir.

Ve biz Müslümanlar için de bir uyarıdır: Eğer biz de adaletten, merhametten, hakikatten saparsak; aynı çukura düşebiliriz. Kur’ân bu yönüyle sadece başkalarını değil, bizi de muhatap alır.

 

 




PARMAK UÇLARINDAKİ SIRLAR

PARMAK UÇLARINDAKİ SIRLAR
Her parmak izi, Allah’ın bir imzasıdır.

“Evet bizim, onun parmak uçlarını bile düzenlemeye gücümüz yeter.” Kıyamet Suresi. 4.

Kıyamet Suresi’nin 4. ayeti olan “Evet, bizim onun parmak uçlarını bile düzenlemeye gücümüz yeter.” ifadesi, hem bilimsel hem hikmetli hem de ibret verici yönleriyle derin anlamlar taşıyor.

Parmak Uçlarına Yazılan Kudret: Kıyamet Suresi’nin Bilimsel ve Hikmetli Derinliği

Kur’ân-ı Kerîm’deki her ayet, zahiri manasının ötesinde derin hikmetler, ibretler ve çağlar üstü mesajlar taşır. Kıyamet Suresi’nin 4. ayetinde Cenab-ı Hak şöyle buyurur:

> “Evet, bizim onun parmak uçlarını bile düzenlemeye gücümüz yeter.” (Kıyamet, 75/4)

Bu kısa ama sarsıcı ayet, hem insanın yaratılış mucizesine hem de Allah’ın kudretinin kapsamına dikkat çeker. Özellikle “parmak uçları” ifadesi, çağlar boyunca insanlar tarafından belki basit bir detay olarak görülürken, modern bilimle birlikte bu detayın ne kadar eşsiz ve önemli olduğu ortaya çıkmıştır.

Bilimsel Yönü: Parmak İzi Mucizesi

19. yüzyılda keşfedilen bir gerçek şudur: Her insanın parmak izi farklıdır. Bu farklılık, tek yumurta ikizlerinde bile aynıdır. İnsanlık tarihi boyunca yaşamış ve yaşayacak milyarlarca insanın parmak izlerinin birbirinden tamamen farklı olması, Allah’ın yaratmasındaki benzersizliği gösterir.

Günümüzde parmak izi, kimlik tespiti ve adli bilimlerde birinci derecede güvenilir bir yöntemdir. Parmak izleri anne karnında, daha bebek doğmadan önce oluşur ve ömür boyu değişmez. Bu, Allah’ın insanı ne kadar ince detaylarla yarattığını ve bu detayların bile O’nun ilminde ve kudretinde nasıl özel bir yer tuttuğunu gösterir.

Kur’an’ın indirildiği 7. yüzyılda kimsenin haberdar olmadığı bu bilgi, ancak asırlar sonra modern bilimle keşfedilmiştir. Bu durum, Kur’ân’ın Allah kelâmı olduğunun ve onda hiçbir bilginin rastgele yer almadığının açık bir delilidir.

Hikmet Yönü: İnsan Kimliğinin İlahi Mührü

Parmak ucu, insan kimliğinin dışa vurduğu yerlerden biridir. Her bir insan, “ben buyum” diyebileceği bir mühürle yaratılmıştır. Bu mühür, insanın Allah katında ne kadar kıymetli olduğunu da gösterir.

İnsanın kimliği, sadece fiziksel bir varlık olmanın ötesindedir. Parmak izindeki eşsizlik, ruhsal ve ahlaki bir eşsizlikle de birleşmelidir. Allah her kulunu farklı yaratmış, ona özel bir yol, özel bir sınav ve özel bir kader vermiştir. Parmak uçlarımızdaki farklılıklar, aslında kader çizgilerimizin de farklı olduğunu bize hatırlatır.

İbret Yönü: Ahirette Dirilişin Delili

Ayette parmak uçlarına vurgu yapılması, diriliş inancı açısından da düşündürücüdür. Çünkü müşrikler, öldükten sonra bedenin çürüyüp yok olacağını ve yeniden dirilmenin imkânsız olduğunu savunuyordu. Allah ise bu ayetle cevap veriyor:

> “Öldükten sonra sizi, parmak uçlarınıza kadar aynı şekilde yeniden yaratmaya kadiriz.”

Bu ifade, ahiret inancına dair inkârları çürüten bir beyan olduğu gibi, Allah’ın ilmi ve kudretinin zerre kadar eksilmeyeceğini de ilan eder. Parmak uçları kadar detay bir kısmı bile yeniden yaratabilecek bir kudret, elbette insanı tamamen yeniden diriltmeye muktedirdir.

Düşündürücü Sonuçlar

Her parmak izi, Allah’ın bir imzasıdır.

Bilimsel ilerleme, Kur’ân’ın hakikatlerini doğrulamaya devam etmektedir.

İnsan, sıradan değil; ilahi kudretle dokunulmuş eşsiz bir varlıktır.

Ölüm son değildir; Allah, insanı en küçük ayrıntısına kadar dirilteceğini vadetmektedir.

Son Söz:

Parmak uçlarımızda bile tecelli eden bu ilahi kudret, bizlere hem kendi varlığımızın değerini hem de Allah’ın sonsuz ilmini hatırlatmalı. Her bakışta, her dokunuşta, her izde O’nun sanatını görmek; insana hem bir sorumluluk hem de bir huzur kazandırır. Çünkü biz, yoktan var edilmiş ve en ince detayına kadar düşünülmüş bir sanat eseriyiz.

 




CENNETLİKLERİN CENNETTE ULAŞACAKLARI NİMETLER VE ÖZELLİKLERİ NELERDİR?

CENNETLİKLERİN CENNETTE ULAŞACAKLARI NİMETLER VE ÖZELLİKLERİ NELERDİR?

Cennetliklerin cennette ulaşacakları nimetler ve sahip olacakları özellikler, Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde oldukça detaylı şekilde anlatılmıştır. Bu nimetler sadece maddî değil, aynı zamanda ruhî, deruni ve ebedî huzuru kapsayan üstün derecedeki ikramlardır. İşte başlıca nimetler ve özellikler:

1. Sonsuz Hayat ve Ölümün Kaldırılması

Cennette ölüm yoktur. İnsanlar orada ebedî kalacaklardır.

> “Orada ilk ölümden başka ölüm tatmazlar.” (Duhân, 56)
“Cennetlikler orada ebedî kalacaklardır.” (Hud, 108)

2. Acı, Sıkıntı, Üzüntü Yok

Cennette ne yorgunluk, ne keder, ne hastalık, ne de elem vardır. Kalplerde en ufak bir kin bile kalmayacaktır.

> “Göğüslerindeki kinleri çıkarırız. Onlar kardeşler olarak koltuklar üzerinde karşılıklı otururlar.” (Hicr, 47)

3. Her Türlü Maddî Nimet

Cennette sayısız yiyecek, içecek, elbise ve saraylar vardır:

Ballar, sütler, şaraplar (sarhoşluk vermeyen), ırmaklar

Altın ve gümüş kadehler

İnciden yapılmış çadırlar

Atlas ve ipekten elbiseler

Cennetin kuşlarının etleri

> “Orada diledikleri her şey onlarındır. Katımızda daha fazlası da vardır.” (Kaf, 35)

4. Gençlik ve Güzellik

Cennet ehli hep genç, güzel ve kusursuz bir halde olacak:

33 yaşında olacaklar (hadis)

Ne tüy biter, ne yaşlanırlar

Yüzlerinde nur, kalplerinde huzur

5. Eşler ve Sevdiklerimizle Birlik

Cennet ehli, sevdikleriyle, eşleriyle, aile fertleriyle beraber olur. Salih ameller sebebiyle çocuklar, anne-babalar bir araya getirilecektir:

> “İman edenlerin, zürriyetlerinden imanla kendilerine uyanları, biz onların soylarını da kendilerine kattık.” (Tur, 21)

6. Huriler ve Göz Aydınlığı

Huriler, göz kamaştırıcı güzellikte, tertemiz ve sadık eşlerdir:

> “Orada, bakışlarını yalnız onlara yöneltmiş eşler vardır. Onlardan önce onlara ne bir insan ne de bir cin dokunmuştur.” (Rahman, 56)

7. Cennette İstediğini Anında Elde Etmek

Cennette kul bir şeyi sadece arzu ettiğinde hemen önüne getirilir. Emek, bekleme, zorluk yoktur.

> “Canlarının çektiği ve gözlerinin hoşlandığı her şey oradadır.” (Zuhruf, 71)

8. Allah’ın Rızası ve Rüyetullah (Allah’ı Görmek)

Cennet nimetlerinin en büyüğü, Allah’ın rızası ve cemâlini görmektir.

> “Rablerinden razı olmuş, Rableri de onlardan razı olmuştur.” (Beyyine, 8)
Peygamber (s.a.v.): “Cennet ehli Rabbine bakacaktır, tıpkı dolunay gecesinde ayı seyreder gibi…” (Buhârî, Müslim)

9. Sonsuz Zenginlik ve Hürriyet

Cennet ehli artık hiçbir şekilde muhtaç değildir. Kulluk devam eder ama meşakkat yoktur. Her biri birer melik (kral) gibi yaşar.

> “Altlarından ırmaklar akan cennetler onlarındır, orada ebedî kalacaklardır.” (Bakara, 25)

10. Selam ve Hoş Karşılama

Melekler ve Allah tarafından “selam”la karşılanırlar. Bu, hoşnutluğun ve güvenin ifadesidir.

> “Rablerinden bir söz olarak: Selâm size!” (Yâsîn, 58)

Cennetliklerin Özellikleri Kimlerdir?

Allah’a ve Resûlü’ne iman edenler

Salih amel işleyenler

Sabredenler

Takva sahipleri

Tevbe edenler

Namaz kılan, zekât veren, oruç tutan ve ahlaklı yaşayanlar

Sonuç:

Cennet, sadece mükâfat değil, aynı zamanda ilahi lütfun ve merhametin bir tecellisidir. Oraya ulaşmak, sadece amel değil, aynı zamanda Allah’ın rahmetiyle mümkündür. O nedenle Kur’ân’ın deyimiyle dua eden mümin şöyle niyaz eder:

> “Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi cehennem azabından koru.” (Bakara, 201)




HADISLERDE AHİRZAMANDA MEKKE VE MEDİNE’DE OLACAK OLAN BAZI OLAYLAR İLE İLGİLİ İLGİNÇ OLAN HADİSLER.

HADISLERDE AHİRZAMANDA MEKKE VE MEDİNE’DE OLACAK OLAN BAZI OLAYLAR İLE İLGİLİ İLGİNÇ OLAN HADİSLER.

“Hadislerde Ahir Zamanda Mekke ve Medine’de Vuku Bulacak Olaylar” :

Hadislerde Ahir Zamanda Mekke ve Medine’de Vuku Bulacak Olaylar

Giriş

İslam geleneğinde Mekke ve Medine, dinî merkez olmalarının ötesinde ahir zamanda meydana gelecek büyük olayların da sahnesi olarak değerlendirilmiştir. Resûlullah Efendimiz (s.a.v.), kıyametin alametleri arasında Mekke ve Medine’de gerçekleşecek birtakım olağanüstü hâdiselere işaret etmiş, bu şehirlerin akıbetine dair ümmetini uyarmıştır. Bu makalede, hadis-i şeriflerde bildirilen ve ahir zaman bağlamında dikkat çeken bazı olaylar ele alınacaktır.

1. Medine’nin Terk Edilmesi ve Harabeye Dönüşmesi

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurur:

> “İnsanlar Medine’yi terk ederler. Medine o hâle gelir ki, oraya gelen vahşi hayvanlar ve kuşlar dışında kimse kalmaz. Sonra Medine’nin en hayırlı iki çobanı oraya gelir ve vadide koyunlarını otlatırken Medine’ye girerler. Onlar orada ölümüne kadar yaşarlar.”
(Müsned, 3/84; Sahih Müslim, 2899)

Bu hadis, Medine’nin ilerleyen dönemlerde insanlar tarafından terk edileceğini ve neredeyse tamamen harabe hâline geleceğini bildirir. Bir zamanlar İslam’ın kalbi olan bu mübarek beldenin böyle bir akıbete uğraması, ahir zamandaki manevi ve toplumsal çözülmenin derinliğini gösterir.

2. Kâbe’nin Yıkılması

Resûlullah (s.a.v.)’in şu hadisi oldukça dikkat çekicidir:

> “Sanki ben Habeşistanlı siyah tenli, eğri bacaklı bir adamın Kâbe’yi taş taş yıktığını görüyorum.”
(Buhârî, Hac 47; Müslim, Fiten 2909)

Kâbe, Müslümanların kıblesi ve en kutsal mabedidir. Bu hadiste, bir gün Kâbe’nin yıkılacağı ve bunu gerçekleştiren kişinin Habeşistanlı biri olacağı haber verilir. Âlimler, bu olayın kıyamete çok yakın bir zamanda, dini sembollerin ortadan kaldırıldığı bir devirde vuku bulacağını ifade ederler.

3. Deccal’in Medine’ye Giremeyecek Olması

Deccal fitnesi, ahir zamanın en büyük belalarından biri olarak tasvir edilir. Ancak Resûlullah (s.a.v.), Medine’nin bu fitneden korunacağını şöyle haber verir:

> “Deccal Medine’nin etrafındaki dağ geçitlerine ulaşacak, fakat oraya giremeyecektir. Medine o gün yedi kapılı olacak, her kapıda iki melek bulunacaktır.”
(Buhârî, Fiten 26; Müslim, Fiten 2943)

Bu, Medine’nin Allah katında özel bir koruma altında olduğunu ve Deccal gibi büyük bir şer unsurunun oraya adım atamayacağını gösterir.

4. İman’ın Medine’ye Çekilmesi

Peygamberimiz (s.a.v.), imanın Medine’de yoğunlaşacağı bir dönemin geleceğini şu sözleriyle bildirir:

> “İman, tıpkı yılanın deliğine çekildiği gibi Medine’ye çekilecektir.”
(Buhârî, Fiten 7; Müslim, İman 147)

Bu ifade, ahir zamanda hakiki imanın Medine gibi maneviyatı yüksek merkezlerde toplanacağını, diğer yerlerde ise zayıflayacağını gösterir. Bu da, iman ehli için Medine’nin bir sığınak hâline geleceği anlamına gelir.

Sonuç

Hadislerde geçen bu haberler, ahir zamanın hem fiziki hem manevi anlamda büyük sarsıntılarla geçeceğini göstermektedir. Mekke ve Medine gibi mübarek şehirlerde dahi olağanüstü olayların yaşanacağı bildirilmiştir. Ancak bu hadisler, ümmete bir korku değil; uyanıklık ve istikamet kazandırma amacı taşır. Bu gibi rivayetleri doğru anlayıp, ahir zamanda imanla kalabilmek için gayret göstermek en mühim husustur.

 




KURAN-I KERİM’DE BOŞANMA İLE İLGİLİ AYETLER VE HİKMETLERİ .

KURAN-I KERİM’DE BOŞANMA İLE İLGİLİ AYETLER VE HİKMETLERİ .

Kur’an-ı Kerîm, hayatın her alanında olduğu gibi aile hayatı ve onun bozulması durumunda yaşanacak süreci de hikmetli ve adaletli ölçülerle düzenler. Boşanma (talâk), Kur’an’da meşru ama sevilmeyen bir çıkış yolu olarak yer alır. İşte boşanmayla ilgili ayetler ve bu ayetlerdeki hikmetli yönler:

1. Talâk Suresi: Boşanmanın Usul ve Ahlakı

“Ey Peygamber! Kadınları boşadığınız zaman onları iddetleri içinde boşayın…”
(Talâk, 65/1)

Hikmet:

Boşanma, öfkeli bir anda veya rastgele yapılmamalı; kadının iddet dönemine (temiz döneme) denk getirilmelidir.

Bu süre, yeniden düşünmeye, pişman olup barışmaya ve evliliği kurtarmaya imkân verir.

2. İddet Süresi ve Hikmeti

“Kadınlar, üç hayız süresi (iddet) beklerler…”
(Bakara, 228)

Hikmet:

Hamilelik durumu varsa tespit edilir.

Kadın psikolojik olarak toparlanır.

Erkek kararını tekrar gözden geçirme fırsatı bulur.

3. Boşamada Güzellik:

“Onları ya güzelce tutun ya da güzelce salın.”
(Bakara, 229)

Hikmet:

İslam, eşler arasında onurlu bir ayrılığı tavsiye eder.

Hakaret, şiddet, küçük düşürme yoktur.

Ciddi bir geçimsizlik varsa da ayrılık onur kırıcı değil, ahlaki bir şekilde olmalıdır.

4. Nafaka ve Hakkaniyet:

“Boşanmış kadınlara uygun bir şekilde geçimlik verilmesi, takva sahiplerinin hakkıdır.”
(Bakara, 241)

Hikmet:

Kadın mağdur edilmez.

Maddi desteğin sürmesi, İslam’ın adalet anlayışını gösterir.

Boşanma kadını ortada bırakmak değil, korunmaya devam etmek demektir.

5. Çocuklar ve Velayet Meselesi:

“Anneler, çocuklarını iki tam yıl emzirirler… Babası onların yiyecek ve giyeceğini örfe uygun şekilde sağlamakla yükümlüdür.”
(Bakara, 233)

Hikmet:

Çocuklar zarar görmesin diye sorumluluk devam eder.

Nafaka ve bakım yükümlülüğü babadadır.

Anneye, emzirme ve bakma sürecinde destek olunur.

6. Barışma ve Nikahın Geri Dönüşü:

“Kocaları, bu süre içinde barışmak isterlerse onları geri almaya daha çok hak sahibidirler.”
(Bakara, 228)

Hikmet:

Talâk sürecinde geri dönme hakkı tanınır.

Duygusal pişmanlıklar için çıkış kapısı açık tutulur.

Nikah, sadece bir sözleşme değil; merhamet ve anlayışla yürütülmesi gereken bir bağdır.

7. Üç Talak Sınırı:

“Boşanma iki defadır… Sonra ya iyilikle tutmak ya da güzellikle salıvermektir…”
(Bakara, 229-230)

Hikmet:

Üç kez boşama hakkı tanınır, sonra dönüş hakkı kalkar.

Bu, evlilikle oynanmasının önüne geçer.

Gereksiz boşanmalar ve oyun haline gelen ilişkiler engellenir.

Boşanmanın Genel Hikmetleri:

1. Evlenme hürriyetine paralel olarak ayrılma hürriyeti de tanınmıştır. Zorla devam eden bir evlilik zulümdür.

2. Boşanma, adaletsizlik değil bir rahmettir. Uyuşmazlık hâlinde taraflar hayatlarını ayrı sürdürme hakkına sahiptir.

3. Sosyal düzen ve aile hukuku dengelenmiştir. Kadının, erkeğin ve çocukların hakları korunur.

4. Boşanma, kin ve intikama değil; hak ve sorumluluğa dayanmalıdır. Kur’an’ın yaklaşımı budur.

Sonuç:

Kur’an-ı Kerim boşanmayı tavsiye etmez ama gerektiğinde merhametli, adaletli ve dengeli yollarla yürütülmesini ister. Aileyi koruma ilkesi esas olsa da, zorla devam eden bir birlikteliğin kimseye fayda getirmeyeceğini bilir. Bu nedenle boşanma bir facia değil, bir imtihan, bir hikmet ve bazen de yeni bir başlangıçtır.

 




KURAN-I KERİM’DEKİ CİHAD İLE İLGİLİ AYETLER VE ALİMLER BİRLİĞİNİN İSRAİLE KARŞI YAPTIĞI CİHADA ÇAĞRISININ GEREKLİLİĞİ .

KURAN-I KERİM’DEKİ CİHAD İLE İLGİLİ AYETLER VE ALİMLER BİRLİĞİNİN İSRAİLE KARŞI YAPTIĞI CİHADA ÇAĞRISININ GEREKLİLİĞİ .

ZAMANIN EMRİ: CİHAD VE DİRİLİŞ
“Size ne oldu ki Allah yolunda ve ‘Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan şu şehirden çıkar’ diyen erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?” (Nisâ, 75)

Kur’ân-ı Kerim, adaletin tesisini, zulmün ortadan kaldırılmasını ve Allah’ın yeryüzündeki nizamının hâkim olmasını emrederken, bunun en yüksek şuurunu cihad kavramıyla verir. Cihad, sadece kılıçla yapılan bir savaş değil, hak ile bâtıl arasındaki ilâhî mücadelede her türlü çaba ve fedakârlığın adıdır. Kalemle, sözle, bedenle, mal ile, gerekirse canla yapılan bir seferdir bu.
Bugün bunun gerekliliğinin tezahürü gibi.

CİHADIN MANASI: HAKKI AYAKTA TUTMAK

Kur’ân’da cihadın pek çok yönü vardır. Bazen nefse karşıdır:

“Onlarla büyük bir cihad ile cihad et.” (Furkan, 52)

Bazen zalimlere karşıdır:

“Allah, kendi yolunda, sanki birbirine kenetlenmiş bir duvar gibi saf bağlayarak savaşanları sever.” (Saff, 4)

Ve bazen de mazlumların feryadına karşılık verme çağrısıdır:

“Allah yolunda savaşın ve bilin ki Allah, hakkıyla işiten ve bilendir.” (Bakara, 244)

Bu ayetler, sadece tarihî olaylara değil, çağlara hitap eder. Çünkü zulüm tarih boyunca değişse de zalim değişmemiştir. Bugün Gazze’de, Kudüs’te ve tüm işgal altındaki İslam beldelerinde aynı feryat yükselmektedir: “Bizi kurtarın ey Müslümanlar!”

ÂLİMLER BİRLİĞİNİN ÇAĞRISI: VAZİFENİN İLANI

Uluslararası Âlimler Birliği’nin ve dünyanın dört bir yanındaki İslâm âlimlerinin İsrail zulmüne karşı yaptığı cihad çağrısı, sadece silahlı bir savaş çağrısı değil; ümmetin uyanışı, gafletten silkinişi, izzetini yeniden kuşanması içindir. Zira cihad, önce kalpte başlar. Zulme rıza, en büyük zillettir. Bugün cihad, sadece cephede değil, medya dilinde, fikrî sahada, yardım faaliyetlerinde, boykotta, duada, şuurda yapılması gereken bir borçtur.

İmam Gazali der ki:
“Bir beldede bir mazluma zulmedilse ve tüm İslam âlemi suskun kalsa, hepsi mesul olur.”

Bugün Gazze’deki çocukların gözleri, ümmetin gözünü arıyor. İsrail’in bombaları, sadece binaları değil, suskun vicdanları da hedef alıyor.

CİHAD BİR SAVUNMA VE ŞAHSİYET İLMİDİR

Kur’an’da cihad, saldırı değil; savunma hakkı, din ve hayat hakkını koruma iradesidir:

“Kendilerine zulmedildikten sonra savaşanlara, savaş izni verildi. Şüphesiz Allah onların yardımına kadirdir.” (Hac, 39)

İsrail’in işgali, yüz yılı aşkın bir süredir devam eden bir terördür. Her geçen gün Filistin halkının hakları çiğneniyor. Bu manzara karşısında cihad çağrısı, zulme karşı meşru bir duruştur.

ZİHNÎ VE RUHÎ CİHAD: ÜMMETİN UYANMASI

Müslümanlar olarak önce zihnimizi ve ruhumuzu cihada hazırlamalıyız. Tembellik, korkaklık, dünya sevgisi ve ölümden nefret, ümmetin kalbine yerleştiğinde zillet kaçınılmaz olur. Nitekim Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur:

“Siz dünya sevgisine kapıldığınızda ve ölümü hoş görmediğinizde, Allah düşmanlarınızı üzerinize musallat eder ve sizden izzeti alır.” (Ebû Dâvûd)

Bugün Gazze’ye yardım, sadece bir bölgeye değil, ümmetin şerefine yardım etmektir. Çünkü Kudüs, sadece bir şehir değil; bir inanç ve istikamet meselesidir.

SONUÇ: CİHAD BİR YÜK DEĞİL, BİR ŞEREFTİR

Unutulmamalıdır ki, cihad bir yük değil, bir izzeti muhafaza seferidir. Mazlumların duası, Allah katında çok değerlidir. Ancak biz o duaların cevabı olabilir miyiz?

“Ey iman edenler! Size ne oldu ki, ‘Allah yolunda savaşa çıkın’ denildiğinde yeryüzüne çöküp kaldınız? Yoksa dünya hayatını ahirete tercih mi ettiniz?” (Tevbe, 38)

Bugün, susmak, teslim olmak, uzaktan seyretmek, vicdanı öldürmektir. Bugün, ümmet için cihadı doğru anlamak ve yaşamak zamanıdır. Gazze’nin, Kudüs’ün ve ümmetin zaferi, önce kalpteki cihadın başarısıyla başlayacaktır.

 




İSLAM ÜMMETİNİN KAYBOLAN İZZETİ

İSLAM ÜMMETİNİN KAYBOLAN İZZETİ

“İzzet bütünüyle Allah’a, Peygamber’ine ve müminlere aittir.” (Münâfikûn, 8)

Bir zamanlar yeryüzünün dört bir yanına adaletle hükmeden, mazluma umut, zalime korku olan bir ümmet vardı. Kudüs’ten Endülüs’e, Semerkand’dan İstanbul’a kadar uzanan bir izzet sancağı dalgalanıyordu. İlimde, hikmette, ahlakta ve adalette zirveydi. Çünkü bu ümmet Allah’a dayanıyor, Resûlullah’ın izinde yürüyor, ahiret merkezli yaşıyordu.

Ancak zamanla o izzet sancağı düştü. Ümmet, izzeti Allah’ta değil, Batı’nın modernizmine, Doğu’nun ideolojilerine, nefsin hevâsına bağlamaya başladı. Neticede, izzeti kaybetti; zillet boynuna bir pranga gibi vuruldu.

İZZET NEDİR VE NEREDEN GELİR?

İzzet, başı dik durmak değil, başı doğru yere eğebilmektir. İzzet, gücü olanın değil, hakkı olanın şerefidir. Ve Kur’an bu hakikati ilan eder:

“Sakın gevşemeyin, üzülmeyin! Eğer (gerçekten) mümin iseniz, en üstün olan sizsiniz.” (Âl-i İmrân, 139)

Yani izzet, imanla gelir; teslimiyetle büyür. Dünya ne kadar değişirse değişsin, Allah’ın vaadi şaşmaz: “Allah, kendisine yardım edene elbette yardım eder.” (Hac, 40)

Ama ya ümmet Allah’a yardım etmeyi unuttuysa?

KAYIP İZZETİN SEBEPLERİ

1. Dünya Sevgisi ve Ölüm Korkusu:
Peygamberimiz (sav), ümmetin zilletini şöyle haber verir:
“Siz çok olacaksınız fakat selin önündeki çerçöp gibi olacaksınız. Çünkü kalplerinize ‘vehen’ girecek.”
Sahabe sordu: “Ey Allah’ın Resulü, ‘vehen’ nedir?”
“Dünya sevgisi ve ölümden hoşlanmama.” (Ebû Dâvûd)

İşte bu “vehen”, ümmetin ruhunu kemiren bir kurt gibi izzeti çürütmüştür.

2. Birlik Yerine Parçalanma:
Ümmet bir vücut gibiyken, bugün ayrı ayrı menfaatlerin, mezhep kavgalarının, ırkî çıkarların esiri olmuş bir kalabalık hâline geldi. Kur’an ne diyordu?
“Hep birlikte Allah’ın ipine sarılın, ayrılmayın!” (Âl-i İmrân, 103)

İzzet, tevhidde saklıdır; ayrılıkta değil.

3. Zulme Sessizlik, Mazluma Duyarsızlık:
Gazze yanarken, Arakan ağlarken, Doğu Türkistan’da secde yasakken, ümmet sustu. Hakkı söyleyen diller azaldı, cihad ruhu unutturuldu. Oysa Kur’an soruyor:
“Size ne oldu ki Allah yolunda ve ‘Rabbimiz! Bizi zalim kavmin elinden kurtar’ diyen mazlumlar uğruna savaşmıyorsunuz?” (Nisâ, 75)

İzzet, hakkın yanında durmakla korunur; susmakla değil.

ÇIKIŞ NEREDE?

İzzeti geri kazanmak istiyorsak, üç temel adım şarttır:

Allah’a Dönüş:
İzzeti kaybettiğimiz yer, Allah’ı unuttuğumuz andır. Dönüş de oradan başlamalıdır.
“Kim Allah’a yönelirse, Allah ona bir çıkış yolu açar.” (Talâk, 2)

Sünnete Sarılmak:
Resûlullah’ın hayatı, ümmetin pusulasıdır. O’nun ahlâkı, adaleti, cesareti, sabrı yeniden dirilmeden ümmet dirilemez.

Birlik Ruhunu Canlandırmak:
Mezhep değil İslam kardeşliği, coğrafya değil ümmet şuuru, dil değil tevhid temelli bir birlik kurulmalı.
“Müminler ancak kardeştir.” (Hucurât, 10)

SON SÖZ: YA İZZET, YA ZİLLET

Tarih bize şunu gösterdi: Ümmet izzeti Allah’ta aradığında yücelmiş, dünya onun önünde eğildi. Ama izzeti dünyada, makamda, güçte aradığında zelil olmuş, düşman başına efendi kesilmiş.

Şimdi yeniden o kadim izzete yürümek zamanı. Ama bu yürüyüş, ne siyasetle ne sadece nutukla olur. Bu yürüyüş, secdede baş eğen, cihadda can veren, kalbini Kur’an’la dirilten bir ümmetle mümkündür.

Unutma:
“İzzet, yalnızca Allah’a aittir.” (Yunus, 65)

 




KURAN-I KERİM’DE EVLİLİK İLE İLGİLİ AYETLER VE HİKMETLERİ .

KURAN-I KERİM’DE EVLİLİK İLE İLGİLİ AYETLER VE HİKMETLERİ .

Kur’an-ı Kerîm evliliği, insan hayatının en temel yapı taşlarından biri olarak görür ve bu müesseseyi rahmet, sevgi ve huzur üzerine kurar. Evlilikle ilgili ayetlerde yalnızca hukukî bir bağ değil, ruhsal, sosyal ve ahlaki bir bütünlük öne çıkar. Aşağıda Kur’an’da evlilikle ilgili bazı önemli ayetleri ve bunların hikmet yönleri:

1. Evlilik, Allah’ın Ayetlerinden Biridir

“Kendileriyle huzura kavuşasınız diye sizin için kendi cinsinizden eşler yaratıp aranıza sevgi ve merhamet koyması da O’nun ayetlerindendir.”
(Rum, 21)

Hikmet:

Evlilik sadece cinsî değil, ruhsal bir tamamlayıcılıktır.

Sevgi ve merhamet; evliliğin iki temel direğidir.

İnsan, yalnız kalmasın ve ruhen huzur bulsun diye eşiyle desteklenir.

2. Nikah Emri ve Temiz Hayat

“Aranızdaki bekârları, kölelerinizden ve cariyelerinizden evlenmeye uygun olanları evlendirin…”
(Nur, 32)

Hikmet:

Toplumsal iffetin ve huzurun korunması için evlilik teşvik edilir.

Evlilik, gayrimeşru ilişkilerin önüne geçer.

Bekâr kalmak, İslam’da teşvik edilen bir hal değildir (zorunlu bir sebep olmadıkça).

3. Nikahın Şartı: Rızalık ve Karşılıklı Razı Olma

“Kadınlara mehirlerini gönül hoşluğu ile verin…”
(Nisâ, 4)

Hikmet:

Evlilikte zorlama ve baskı yoktur.

Mehir, kadına verilen bir değerdir; onu satın alma değil, saygı göstergesidir.

Gönül rızasıyla kurulmuş bir nikah, sağlam bir temel oluşturur.

4. Evliliğin Temelinde Takva Vardır

“İffetli yaşamak isteyen kadın ve erkekleri evlendirin… Allah onları lütfuyla zenginleştirir.”
(Nur, 32)

Hikmet:

Evlenmek, fakirliği değil; Allah’ın rızasını ve bereketini getirir.

Maddî zorluk bahanesiyle evlilikten kaçınmak, ayetin ruhuna aykırıdır.

Takva ehli kişilerin evlenmesi, toplumun ahlaki temellerini güçlendirir.

5. Eşler Arasında Karşılıklı Haklar

“Kadınların, kocaları üzerinde hakları olduğu gibi; kocaların da kadınlar üzerinde hakları vardır.”
(Bakara, 228)

Hikmet:

Evlilikte tek taraflı sorumluluk yoktur; denge esastır.

Sevgi ve anlayış kadar, adalet ve sorumluluk da olmalıdır.

Evlilik bir ortaklıktır; haklar ve görevler paylaşılır.

6. Evlilikte Barışmak ve Uyuşmak Esastır

“Eğer kadınla erkeğin birbirlerinden ayrılacaklarından korkarsanız, bir hakem erkeğin ailesinden, bir hakem de kadının ailesinden gönderin…”
(Nisâ, 35)

Hikmet:

Aileler araya girerek boşanmayı değil, barışmayı sağlamaya çalışmalıdır.

Evliliği yıkmak kolay, onarmak zordur; İslam barışı önceler.

7. Bozulmuş Evlikte Adil Çözüm

“Kadın ile kocası arasında ayrılık olursa, Allah her birini genişliği içinde zengin eder.”
(Nisâ, 130)

Hikmet:

Her evlilik sürecek diye bir kaide yoktur.

Ancak bitiş bile nezaketle, adaletle ve Allah’ın rahmetine güvenerek olmalıdır.

Ayrılık da hayra vesile olabilir.

8. Eş Seçimi: Dindarlık Ölçü Olsun

“Mü’min bir cariye, hoşunuza giden müşrik bir kadından daha hayırlıdır.”
(Bakara, 221)

Hikmet:

Güzellik, zenginlik gibi geçici değerler değil; iman ve ahlak esas alınmalıdır.

Eş, insanı cennete götüren yolda yoldaş olmalıdır.

9. Evlilikte Cinsellik Meşrudur ve Güzeldir

“Onlar sizin örtülerinizdir, siz de onların örtülerisiniz.”
(Bakara, 187)

Hikmet:

Eşler arasında mahremiyet ve güven vardır.

Cinsellik bir ibadet bilinciyle yaşanır; utanılacak değil, korunacak bir alandır.

Sonuç:

Kur’an-ı Kerim evliliği sadece dünyevî bir bağ olarak değil, ilahi bir düzen, ahlaki bir birliktelik ve toplumu inşa eden temel taş olarak görür. Nikah, Allah adına yapılan bir sözleşmedir ve bu bağ, merhametle, sevgiyle ve takvayla yürütülmelidir. Eşler birbirine yük değil, huzur ve destek olmalıdır.




KURAN-I KERİM’DE CENNET VE CEHENNEMDE EŞLİLİK VE EŞLERIN DURUMU NEDİR VE NASIL OLACAKTIR ?

KURAN-I KERİM’DE CENNET VE CEHENNEMDE EŞLİLİK VE EŞLERIN DURUMU NEDİR VE NASIL OLACAKTIR ?

Kur’ân-ı Kerîm, ahiret hayatını anlatırken cennet ve cehennemdeki eşlilik konusuna da çeşitli ayetlerde yer verir. Bu eşlilik hem dünya hayatında imanla yaşamış eşlerin ahirette bir araya gelmesi, hem de cennette yeni lütuf olarak verilecek eşler şeklinde detaylandırılır. Aynı şekilde cehennem ehlinin eşleriyle durumu da ibret verici şekilde zikredilir.

1. CENNETTE EŞLİLİK: HUZUR VE NİMET

“Onlar ve eşleri gölgelerde koltuklara yaslanmışlardır.”
(Yâsîn, 56)

Hikmet:

Cennette eşler birlikte olacak, üzüntü, dargınlık, ayrılık gibi duygular olmayacaktır.

Koltuklara yaslanmak; rahat, sıcak ve sürekli bir mutluluğu simgeler.

2. DÜNYADAKİ MÜ’MİN EŞLERİN CENNETTE BULUŞMASI

“İman edenlerin ve soylarından gelen nesillerinin imanla kendilerine uyanları da kendilerine kattık.”
(Tûr, 21)

Hikmet:

Mümin bir aile fertleri, dereceleri farklı bile olsa cennette buluşturulacaktır.

Allah, rahmetiyle onları birleştirir; sevgi bağı devam eder.

Bu, aile saadetinin ebedileşmesidir.

3. HÛRİLER ve CENNETTE VERİLEN EŞLER

“Cennetteki takva sahipleri için eşler vardır; tertemiz ve kendileriyle ebedi kalacaklarıdır.”
(Bakara, 25)

“Huriler de vardır; gözlerini yalnız kocalarına dikmiş, inci gibi saklanmışlardır.”
(Sâffât, 48; Rahmân, 56)

Hikmet:

Hûriler, Allah’ın özel olarak yarattığı cennet nimetidir; mükafat olarak verilir.

Bu eşler dünyadaki kadınların karşıtı değil; cennet nimetinin parçasıdır.

Ebedîlik ve arınmışlık ön plandadır; kıskançlık, sıkıntı gibi dünyevî duygular yoktur.

4. CENNET KADINLARININ DURUMU

Kur’an’da doğrudan kadınların cennetteki durumuna dair ayet azdır, ancak hadislerle tamamlanır.

“Onlar orada eşleriyle birlikte nimetlere gark olurlar.”
(Zuhrûf, 70-71)

Hikmet:

Cennet kadınları da nimetlerden eşit şekilde istifade eder.

İmanla ölen bir kadın, isterse dünyadaki eşiyle ya da Allah’ın cennette vereceği eşle birlikte olabilir.

Gönül razılığı esastır.

5. CENNETTE KISKANÇLIK, GEÇMİŞE ÜZÜNTÜ YOKTUR

“Onların göğüslerinde kinden ne varsa söküp attık; kardeşler olarak karşılıklı koltuklarda otururlar.”
(Hicr, 47)

Hikmet:

Kıskançlık, kin, dargınlık gibi dünyevî duygular kalmaz.

Her şey Allah’ın razı olduğu şekilde yeniden tanzim edilir.

6. CEHENNEMDEKİ EŞLER VE İBRET

“Onlar ve sapıttıkları eşleri cehennemin ateşinde cezalandırılacaktır.”
(Sâffât, 22-23)

“Şüphesiz ki siz ve Allah’tan başka taptığınız şeyler cehennemin odunusunuz.”
(Enbiyâ, 98)

Hikmet:

Sapkın eşler, birbirlerini kötülüğe sürüklemişlerse, birlikte cezalandırılırlar.

Cehennemde eşlik, azap arkadaşlığıdır; huzur değil, pişmanlık söz konusudur.

Bu da dünyadaki eş seçiminin ve yönelişlerin önemini vurgular.

7. EŞ SEÇİMİNİN EBEDÎ SONUÇLARI

“Kötü kadınlar, kötü erkeklere; kötü erkekler, kötü kadınlara… İyi kadınlar, iyi erkeklere; iyi erkekler, iyi kadınlara layıktır.”
(Nur, 26)

Hikmet:

Bu dünya bir eş seçim yurdudur; ahiret onun yansımasıdır.

İyi ile iyi; kötü ile kötü birlikte olur. Evlilik sadece dünya için değil, ebediyet içindir.

SONUÇ:

Kur’an’da cennet ve cehennemdeki eşlik meselesi:

İman, takva ve salih amellerle şekillenir.

Cennette eşler; ebedi huzur, sevgi ve mutluluk içinde beraber olur.

Cehennemde ise eşlik; azabın, pişmanlığın ve ayrılığın bir parçasıdır.

Bu dünya, ebedi eşliğin temelinin atıldığı yerdir.

 




CEHENNEMDE CEHENNEMDEKİLERİN AZAPLARI VE HİKMETLERİ

CEHENNEMDE CEHENNEMDEKİLERİN AZAPLARI VE HİKMETLERİ

Cehennem, Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadis-i şeriflerde en korkunç şekilde tasvir edilen, Allah’ın emirlerine başkaldıranların, inkârcıların ve büyük günahlara dalanların karşılaşacağı ilâhî adalet ve cezalandırma yurdudur. Ancak cehennem yalnızca bir intikam yeri değil, aynı zamanda ibret, adalet, terbiye ve ilâhî hikmetin bir yansımasıdır.

Aşağıda cehennem azapları ve bunların hikmetleri başlıklar hâlinde açıklanmıştır:

I. CEHENNEM AZAPLARI KUR’ÂN’DA NASIL ANLATILIR?

1. Yanan Deriler ve Yeniden Yaratılış

“Derileri yandıkça, azabı tatmaya devam etsinler diye, onların derilerini başka derilerle değiştiririz.”
(Nisâ, 56)

Sürekli bir azap döngüsüdür. Acının kesilmemesi, azabın şiddetini gösterir.

2. Kaynar Su ve Zift Gibi Maddeler

“İçmek için kaynar su verilir; bu su bağırsaklarını lime lime eder.”
(Muhammed, 15)

“Üzerlerine zift gibi siyah bir duman örtülmüştür.”
(İbrahim, 50)

3. Demir Kamçılar ve Zincirler

“Ellerine kelepçeler, ayaklarına zincirler vurulmuştur.”
(İnsân, 4)

Bedensel azap yanında, aşağılanma ve acizlik duygusu da verilir.

4. Yakarış ve Cevapsızlık

“Rabbimiz! Bizi buradan çıkar!”…
(Allah der ki:) ‘Size düşünmek için zaman verilmedi mi? Artık azabı tadın.’”
(Fâtır, 37)

Pişmanlık vardır ama artık iş işten geçmiştir.

II. HADİSLERDE CEHENNEMİN TASVİRİ

1. Cehennem Ateşinin Şiddeti

“Dünya ateşi, cehennem ateşinin yetmişte biridir.”
(Buhârî, Bed’ü’l-Halk 10)

Dünya ateşine dayanmak bile zorken, cehennemin azabı çok daha şiddetlidir.

2. Cehennemin Konuşması

“Cehennem, ‘Daha yok mu?’ diyecek.”
(Kaf, 30)

Cehennemin canlı gibi tasvir edilmesi, azabın dehşetini artırmak içindir.

III. AZABIN HİKMETLERİ NELERDİR?

1. İlâhî Adaletin Tecellisi

Allah’ın adaleti, herkese hak ettiğini verir.

Hakkı çiğneyenler, zulmedenler, inkâr edenler karşılığını görür.

2. İntikam Değil, Hikmetli Cezalandırma

Cehennem, zulmün cezalandırıldığı bir yerdir.

Dünya hayatında kötülük yapanların yaptıkları yanlarına kalmaz.

3. Uyarı ve Korkutma Aracı

Kur’an’ın cehennemi tasvir etmesi, insanları kötülükten sakındırmak içindir.

Bu yönüyle eğitici ve arındırıcı bir görevi vardır.

4. Nimetlerin Kıymetini Bildirme

Cehennemin varlığı, cennetin ve Allah’ın rahmetinin ne kadar kıymetli olduğunu hissettirir.

5. Vicdanların Tesellisi

Dünyada mazlum olanların yüreğine su serpen bir hakikattir: “Zalimler cezasız kalmayacak.”

SONUÇ:

Cehennem, yalnızca azap yeri değil, aynı zamanda:

İlâhî adaletin bir tecellisi,

Nimetlerin farkına varma vasıtası,

Vicdanların huzuru,

İnsanlığı kötülükten sakındıran caydırıcı bir hakikat olarak yer alır.

Bu gerçek, insanı ahlâkî bir duruşa, imanla yaşama ve Allah’a yönelmeye davet eder.

 




DÜNYADA HUKUK ALANINDA İNSANLARIN İSLAM HUKUKU VE ŞERİATIYLA YÖNETİLMESİ MÜMKÜN MÜ?

DÜNYADA HUKUK ALANINDA İNSANLARIN İSLAM HUKUKU VE ŞERİATIYLA YÖNETİLMESİ MÜMKÜN MÜ?

İMKÂNI NEDİR VE NASIL OLUR?**

Tarihte nice büyük medeniyetler yükselmiş, kanun koymuş, adalet iddiasıyla halkları yönetmiştir. Ancak birçoğu ya zulme kaymış ya da adaletin terazisini yitirmiştir. Oysa İslam, hukuk anlayışını sadece beşerî akılla değil, ilahi hikmetle ve fıtrata uygunluk ilkesiyle şekillendirmiştir. Bugün insanlık adalet arayışındadır. Peki, bu çağda, dünya ölçeğinde insanların İslam hukuku ile yönetilmesi mümkün müdür? Bu nasıl olur?

İslam Hukuku: Sadece Ceza Değil, Bir Medeniyet Tasavvurudur

İslam hukuku denince genellikle akla ceza hukuku gelir: Hırsızın eli kesilir mi? Zina nasıl cezalandırılır? Oysa bu, meselenin çok dar bir pencereden görülmesidir.

İslam hukuku (Fıkıh ve Şeriat); ibadetler, aile düzeni, ticaret hukuku, kamu yönetimi, çevre, savaş ve barış hukuku gibi geniş bir alanı kapsar. Bu sistemin amacı sadece suçları cezalandırmak değil, ahlâkı tesis etmek, toplumu fesattan korumak ve adaleti kökleştirmektir.

Modern Hukuk Sistemlerinin Krizi: İnsan Aklı Merkezli Adaletin Sınırları

Bugün dünyada uygulanan pozitif hukuk sistemleri, beşerî akla ve toplumsal sözleşmelere dayanır. Ancak bu sistemler:

Zengini kayıran,

Güçlü lobilerin lehine kararlar çıkaran,

Ahlâkî temelden uzaklaşan,

Aileyi, fıtratı ve toplumun temelini zedeleyen hükümler üretmeye başlamıştır.

Uluslararası hukuk, adalet üretmekten çok, çoğu zaman güçlünün meşruiyet aracı olmuştur.

İnsanlık, adaleti beşerin heva ve hevesine teslim etmekten bıkmıştır. İşte bu noktada İslam hukuku, çağlar üstü ilkeleriyle yeniden tartışma alanına girmektedir.

İslam Hukukunun Küresel Uygulanabilirliği Mümkün mü?

Bu soruya üç açıdan yaklaşmak gerekir:

1. Fıtrat Temelli Olması Nedeniyle Evrensel Potansiyele Sahiptir

İslam hukuku, insanın yaratılışına (fıtratına) uygun olarak şekillenmiştir. İyilik, adalet, sadakat, hak ve sorumluluk gibi değerler her çağda insanın özlemidir. Bu yönüyle İslam hukuku “yerel değil, evrenseldir.”

2. Uygulama Biçimi Esnek, Prensipleri Sabittir

İslam’da değişmeyen esaslar (usûl) ve değişebilen hükümler (fürû) ayrımı vardır. Bu, her toplumun kendi kültürüne göre yorum geliştirmesine imkân tanır. Yani İslam hukuku katı değil, hikmetli ve adapte olabilir bir sistemdir.

3. Aşamalı Geçiş Zorunludur

İslam hukuku bir anda, tepeden inme şekilde uygulanamaz. Bunun için:

Toplumsal eğitim,

Ahlâkî zemin,

Ekonomik adaletin sağlanması,

Kamu idaresinde liyakat ve adaletin tesisi gibi sosyal altyapılar hazırlanmalıdır. Aksi hâlde şeriat, ruhu taşımayan bir şekle dönüşür.

İbretli Bir Misal: Endülüs ve Osmanlı

Endülüs Emevileri döneminde İslam hukuku, Avrupa’nın en parlak medeniyetini ortaya çıkarmış; hukuk, ilim ve sanat iç içe geçmiştir. Yine Osmanlı’da Şeyhülislam fetvaları, sultanın bile üzerinde bir hukuk otoritesi kabul edilmiştir. Bu, hukukun ilahî değerler üzerine kurulu olduğunun bir göstergesidir.

Bugün Nasıl Olur? Adım Adım Bir Model

1. Eğitimle Başlar: Hukukun temelinde insan vardır. Ahlâkî ve İslamî değerlerle yetişmiş hukukçular gerekir.

2. Hikmetle Anlatılmalı: İslam hukuku sadece cezalar üzerinden değil; insana kazandırdığı huzur ve adaletle sunulmalıdır.

3. Alternatif Model Sunulmalı: “Batının çöküşüne karşı doğunun dirilişi” mottosuyla, örnek model projeler (aile hukuku, ekonomi, kamu ahlâkı vs.) oluşturulabilir.

4. İslami Yapay Zekâ Sistemleri: İnsanların İslam hukukuna dair sorularına cevap veren, yönlendirme yapan dijital hukuk danışmanları geliştirilebilir.

5. Uygulama Alanı Genişletilmeli: Müslüman ülkelerde önce bireysel ve sivil hayatta; sonra ticaret ve aile gibi alanlarda İslam hukuku uygulamaya geçirilerek doğal bir dönüşüm sağlanabilir.

Sonuç:

İslam şeriatı bir tehdit değil, insanlığın özlediği adaletin ta kendisidir. Onu tanımayan korkar, bilen huzur bulur. Bugün modern dünyada insanlar fıtratlarına yabancılaştıkça, adalet özlemi derinleştikçe, İslam hukukunun hikmeti parlayan bir nur gibi görünmeye başlar.

Hidayet gibi hukuk da kalpten başlar. Kalbi adalete, rahmete ve hikmete açılmış bir insanlık, İslam hukukunu sadece bir sistem değil, bir kurtuluş yolu olarak görebilir.

 

 




KURAN-I KERİM’DE VE HADİS-İ ŞERİFLERDE ANLATILAN OLUMLU İNSANLAR VE ÖZELLİKLERİ NELERDİR?

KURAN-I KERİM’DE VE HADİS-İ ŞERİFLERDE ANLATILAN OLUMLU İNSANLAR VE ÖZELLİKLERİ NELERDİR?

İnsan, yeryüzünün halifesi olarak yaratılmış, kalbi ilahi nurla aydınlanabilecek bir kıymetle donatılmıştır. Ancak bu değeri ortaya koymak, sadece yaratılmakla değil, yaşanılan hayatla mümkündür. Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şerifler, insanın olgunluk yollarını, faziletli hâllerini, yüksek karakterini bize gösteren eşsiz rehberlerdir.

Bu mukaddes kaynaklarda olumlu insan örnekleri, yalnızca anlatılmakla kalmaz; insanlığa bir model, bir “ideal şahsiyet tipi” olarak sunulur. İşte bu yazı, Kur’an ve sünnetin çizdiği olumlu insan portresini, ibretli ve hikmetli yönleriyle birlikte mukayeseli olarak ortaya koymaktadır.

1. Kur’an’da Anlatılan Olumlu İnsanlar ve Özellikleri

Kur’an-ı Kerim, birçok ayette doğrudan iyi insanları över, onların ahlâkî niteliklerini sıralar ve “kim en güzel davranışta bulunacak” sorusuna cevap arar.

A) Müttakî (Takvâ Sahibi) İnsan:

“Allah, takvâ sahiplerini sever.” (Âl-i İmrân, 76)

Takvâ, Allah’tan gereği gibi korkmak ve daima O’nun rızasını gözetmektir. Takvâ sahibi insanlar, Kur’an’da övgüyle anılanların başında gelir. Bunlar:

Günahlardan sakınır,
Salih ameller işler,
Kul hakkından çekinir,
Sözünde sadıktır.

B) Sabreden İnsan:

“Sabredenleri müjdele!” (Bakara, 155)

Sabır, musibet anında kendini tutmak değil, aynı zamanda hayatın her anında istikamet üzere olmaktır. Kur’an, sabredenleri “Allah’ın sevgili kulları” olarak zikreder.

C) Tevazu Sahibi İnsan:

“Rahmân’ın kulları, yeryüzünde tevazu ile yürüyenlerdir.” (Furkan, 63)

Kibirlenmeyen, kimseyi küçümsemeyen ve kendi nefsini terbiye etmiş insanlar Kur’an’ın övdüğü kişilerdendir.

D) Şükreden İnsan:

“Kullarımdan şükreden ne kadar da azdır!” (Sebe’, 13)

Şükreden insan, nimetleri sahibini tanır ve nankörlük etmez. Şükür, sadece dille değil, nimetleri yerli yerinde kullanmakla olur.

E) İhsan Sahibi (Allah’ı Görüyormuş Gibi Yaşayan) İnsan:

“Allah, ihsan sahiplerini sever.” (Bakara, 195)

İhsan, her işini Allah görüyormuş gibi yapmaktır. Böyle insanlar yaptıklarını gösteriş için değil, sırf Allah için yaparlar.

2. Hadis-i Şeriflerde Anlatılan Olumlu İnsan Tipi

Peygamber Efendimiz (s.a.v), Kur’an’ın yaşayan halidir. Onun hadislerinde insanın kemale erme yolları, canlı örneklerle açıklanmıştır.

A) Hayırlı İnsan:

“İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olandır.” (Dârimî)

İslam’da iyi insan, sadece ibadetle değil; topluma faydasıyla, yararlı oluşuyla ölçülür.

B) Güzel Ahlâklı İnsan:

“Müminlerin iman bakımından en mükemmeli, ahlâkça en güzel olanıdır.” (Tirmizî)

Peygamberimiz, güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildiğini söylemiştir. Merhametli, cömert, yumuşak huylu insan, makbul insandır.

C) Kalbi Temiz İnsan:

“Müslüman, elinden ve dilinden diğer Müslümanların emin olduğu kimsedir.” (Buhârî)

İç dünyasını arındırmış, kin ve nefret taşımayan, iftira etmeyen, gıybetten uzak duran kişi, ahirette kurtuluşa erer.

D) Samimi ve İhlâslı İnsan:

“Ameller niyetlere göredir.” (Buhârî)

Allah katında geçerli olan, yapılan işin değil; niyetin temizliğidir. İhlâslı insan, gösterişten uzak, sadece Allah için yaşar.

3. Mukayeseli Bir Bakış: Kur’an ve Sünnette Aynı Yolda Buluşan Erdemler

Erdem – Kur’an’daki Yeri – Hadislerdeki Yansıması
* Takvâ: Kur’an’da müttakîlerin Allah’ın dostu olduğu belirtilir. Hadislerde ise takvânın en üstün derece olduğu ifade edilir (Tirmizî).
* Sabır: Kur’an’da (Bakara Suresi’nde) sabredenlerin müjde ile desteklendiği geçer. Hadislerde sabrın imanın yarısı olduğu belirtilir (İbn Mâce).
* Tevazu: Kur’an’da tevazunun Rahmân’ın kullarının bir vasfı olduğu ifade edilir. Hadislerde kibirden uzak olanların cennete yaklaşacağı belirtilir.
* Şükür: Kur’an’da şükrün nimetin kıymetini bilmek olduğu vurgulanır. Hadislerde ise şükredenin doyurulmuş sayılacağı ifade edilir (Müslim).

* Güzel ahlâk: Kur’an’da ihsanla birlikte anılır. Hadislerde ise mümine en çok sevap kazandıran şey olduğu belirtilir.

4. İbretli Bir Hakikat: Gölge Veren Yedi Kişi

Peygamber Efendimiz (s.a.v) kıyamet gününde Allah’ın arşının gölgesinde gölgelenecek yedi kişi arasında şunları sayar:

Adil yönetici,
Gençliğini ibadetle geçiren,
Kalbi mescidlere bağlı kişi,
Allah için birbirini sevenler,
Güzel bir kadınla baş başa kaldığında Allah’tan korkup günaha girmeyen,
Sağ elinin verdiğini sol eli bilmeyecek kadar gizli sadaka veren,
Tenhada Allah’ı anıp gözyaşı döken.
(Buhârî, Müslim)

Bu yedi insan tipi, Kur’an ve sünnetin övdüğü insan modelini özetleyen birer semboldür.

SONUÇ:

Kur’an ve hadisler, iyi insanı sadece tanımlamaz, onu inşa eder. O insan; hikmetle konuşan, şefkatle davranan, adaletle hükmeden ve Allah’a samimiyetle bağlı olandır.

Bu faziletler, her çağda ve toplumda geçerli olan evrensel ahlâk yasalarıdır. Modern dünyanın krizlerine karşı, bu olumlu insan modeli hem bir manevî reçete, hem de medeniyet inşasının temel taşıdır.

Çünkü:
“İnsanı inşa eden, toplumu imar eder.”
“Kalbi aydın olanın, yeryüzüne nu




İLMİN VE ONUNLA ORANTILI VE BAĞLANTILI OLARAK İLMİN HIZLA GELİŞMESİYLE ALLAHIN ALİM VE NUR İSİMLERİ NASIL TECELLİ VE TEZAHÜR ETMEKTEDİR ?

İLMİN VE ONUNLA ORANTILI VE BAĞLANTILI OLARAK İLMİN HIZLA GELİŞMESİYLE ALLAHIN ALİM VE NUR İSİMLERİ NASIL TECELLİ VE TEZAHÜR ETMEKTEDİR ?

İlmin Gelişimi ve Allah’ın Alîm ve Nûr İsimlerinin Tecellîsi

İlim, insana bahşedilen en büyük nimetlerden biridir. İnsan, aklı sayesinde ilimle eşyanın hakikatine ulaşır, kainat kitabını okuyabilir hale gelir. Günümüzde ilmin baş döndürücü bir hızla ilerlemesi, sadece bir teknolojik devrim değil, aynı zamanda İlâhî isimlerin, özellikle Alîm (her şeyi hakkıyla bilen) ve Nûr (her şeyin kaynağı olan mutlak aydınlık) isimlerinin daha belirgin bir şekilde tecellî etmesidir.

1. İlmin Kaynağı: Alîm ismiyle mutlak bilgi sahibi olan Allah

İnsan, bilgiyi keşfeder; yaratmaz. Varlıkta gizlenmiş olan hakikatleri bulur, açığa çıkarır. Bu ise ancak, sonsuz bir ilimle yaratılmış bir düzenin varlığıyla mümkündür. Zira bilgi, tesadüf üzerine kurulmaz; bilakis hikmetli bir tertibin eseridir. Kâinattaki hassas denge, matematiksel incelikler ve fizikî kanunlar, Allah’ın Alîm isminin yansımalarıdır. Her atomda, her hücrede ve her galakside bu ismin mühürleri okunur.

Bir yazılım, bir düzen, bir sistem varsa; bir ilim ve irade sahibini gerektirir. Bu da gösteriyor ki, ilim arttıkça insan, kendi cehâletini daha çok idrak etmekte ve sonsuz bir ilim sahibinin varlığını daha fazla hissetmektedir. Nitekim Kur’an’da şöyle buyrulur:

> “Allah’tan, kulları içinde ancak âlimler (gerçek manada) korkar.” (Fâtır, 28)

2. İlmin Aydınlatıcı Yüzü: Nûr ismiyle tecellî eden hakikat

İlim aynı zamanda bir ışıktır. Karanlıkta yürüyen insan, ancak bir ışıkla yönünü tayin edebilir. Bu ışık ise Allah’ın Nûr isminden gelen bir aydınlıktır. Zira Kur’an’da:

> “Allah, göklerin ve yerin nurudur…” (Nur, 35)

buyurularak, sadece fiziki ışığın değil, aynı zamanda manevî aydınlığın kaynağının da Allah olduğu bildirilmiştir. İlmin artmasıyla cehalet karanlığı dağılır, hurafeler çöker, hakikat belirginleşir. Ancak bu ilim, hidayetle birleşirse hakiki bir nur olur; yoksa karanlıkta parlayan ama ısıtmayan bir yıldız gibi olabilir.

3. İlmin Hızlanması: İlâhî isimlerin zamanla daha da parlaması

Bugün yapay zekâ, genetik, uzay teknolojileri, bilgi aktarımının saniyelere inmesi gibi gelişmeler; sadece insanın başarısı değildir. Bu gelişmeler, Allah’ın ilminden bir “damla”yı insanın istifadesine sunmasıyla mümkündür. Her bir yeni keşif, aslında var olanın açığa çıkarılmasıdır. İlmin hızlanması, bir yönüyle kıyamet alâmetlerinden sayılırken, diğer yönüyle Allah’ın kudret ve hikmetini gözler önüne serer.

4. Hikmetli Bir Kıssa: Karınca ve Peygamber Süleyman

Rivayet edilir ki, Hz. Süleyman (as) ordusuyla birlikte geçerken bir karınca, diğer karıncalara şöyle der:

> “Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin, yoksa Süleyman ve ordusu sizi fark etmeden ezebilir.”

Hz. Süleyman (as), Allah’ın kendisine verdiği ilimle karıncanın sözünü işitir ve tebessüm eder. Bu kısa diyalog, bize şunu gösterir: Allah, dilediği kullarına dilediği kadar ilim ve nur verir. Karıncanın sesi duyulacak kadar detaylara vakıf olmak, Alîm isminin bir yansıması; o sesi anlayıp hikmetle değerlendirmek ise Nûr isminin bir parıltısıdır.

5. Sonuç: İlmin artması, Allah’ı tanımaya vesile olmalı

İlim, sahibini kibire değil, marifete götürmelidir. Her yeni bilgi, insanın acziyetini, Rabbinin azametini göstermelidir. Çünkü “Bilenler ile bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer, 9). İlmin artışıyla birlikte, Allah’ın Alîm ve Nûr isimlerinin daha çok hissedilmesi, imanla yoğrulmuş bir basiret gerektirir.

Zira ilim, Allah’a ulaşan yolda bir nurdur; ama O’nu gözetmeden gidilen her ilim yolu, insanı ancak karanlıkta bırakır.