BELAYI CELBEDEN HAL VE DURUMLAR

BELAYI CELBEDEN HAL VE DURUMLAR

İnsanoğlu, dünya imtihanında musibet ve belalarla zaman zaman yüzleşir. Kimi zaman bu belalar İlâhî bir ikaz ve terbiye vesilesidir, kimi zaman ise insanın kendi eliyle davet ettiği bir neticedir. Kur’ân ve sünnet ışığında baktığımızda, bazı hal ve davranışların bela ve musibetleri celbettiği açıkça görülmektedir.

Kur’ân’ın İkazı

Kur’ân-ı Kerim şöyle buyurur:

> “Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle yaptıklarınız yüzündendir. (Bununla beraber) Allah çoğunu affeder.”
(Şûrâ, 42/30)

Bu âyet, insanın başına gelen bela ve sıkıntıların çoğunun kendi fiillerinin bir neticesi olduğunu gösterir. Yani kul, günah işlediğinde, Allah’ın rahmetini kendinden uzaklaştırır ve bela kapılarını aralar.

Belayı Celbeden Başlıca Hal ve Davranışlar

1. Günahlarda Israr Etmek

Bir kimse, açıkça Allah’ın haram kıldığı şeyleri işler ve tövbe etmezse, bu hal bela ve musibeti davet eder. Özellikle kul hakkı, zulüm, faiz, fuhuş ve yalan gibi büyük günahlar, hem ferdî hem de toplumsal felaketlerin sebebidir.

Kur’ân şöyle bildirir:

> “Bir şehir halkını helâk ettik, çünkü onlar zalimlerdi.”
(Kehf, 18/59)

2. Şükürsüzlük ve Nankörlük

Nimetlere karşı şükürsüzlük, nimetlerin elden gitmesine ve musibetlerin gelmesine yol açar. Allah, şükretmeyen kavimlerin halini şöyle anlatır:

> “Allah bir beldeyi, halkı şükrederken değiştirmez; ancak onlar nefislerini bozarlarsa Allah da onları değiştirir.”
(Ra’d, 13/11)

3. Adaletin Terk Edilmesi

Toplumda adaletin bozulması, ölçü ve tartının eksik yapılması, hak ve hukukun ayaklar altına alınması, ilâhî gazabı celbeden sebepler arasındadır.

> “Ölçtüklerinde eksik ölçenlerin vay haline!”
(Mutaffifîn, 83/1)

4. Zenginlikte Azgınlaşmak

İnsan, zenginleşip refaha erdiğinde azarsa ve Allah’ı unutur, isyana saparsa, bu da büyük felaketlerin kapısını açar.

Kur’ân, geçmiş kavimlerden örnekler vererek şöyle buyurur:

> “İnsanı azdıran, kendini müstağni (ihtiyaçsız) görmesidir.”
(Alak, 96/6-7)

5. Ahlâkî Çöküş

Toplumda edep, hayâ ve iffet değerlerinin kaybolması, alenî günahların normalleşmesi, Allah’ın gazabına vesile olur.

Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

> “Bir kavim içinde zina ve fuhuş aleni olursa, mutlaka Allah onlara yeni hastalıklar ve dertler verir ki, öncekilerde görülmemiştir.”
(İbn Mâce, Fiten, 22)

Belalara Karşı Koruyucu Tedbirler

İslâm, belalara karşı sadece sebepler âleminde tedbir almayı değil, aynı zamanda manevi koruyucu duvarlar inşa etmeyi de öğretir.

Tevbe ve istiğfarla günahlardan arınmak.

Hakkı ayakta tutmak ve adaleti tesis etmek.

Şükür ve kanaat ile nimeti artırmak.

Namaz ve dua ile Allah’a iltica etmek.

Kur’ân ve sünnet rehberliğinde yaşamak.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurur:

> “Sadaka, belayı def eder.”
(Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, 6/225)

Sonuç

Belalar, her zaman bir ceza değildir; bazen de terbiye, imtihan ve yükseliş vesilesidir. Ancak işlenen günahlar, nankörlük, adaletsizlik ve ahlaksızlık gibi kötü haller, bela ve musibetleri celbeden en temel sebeplerdir. İnsan, Rabbinin rahmet kapısını her zaman açık bulur. Tövbe ile, dua ile, salih amellerle bu kapıyı çalmak gerekir.

Zira Allah, kullarına zulmetmez; insanlar kendi nefislerine zulmederler.

 

 




DÜNYA KAPANIŞA DOĞRU GİDERKEN…

DÜNYA KAPANIŞA DOĞRU GİDERKEN…

İnsanoğlu için bu dünya, bir imtihan salonu, bir misafirhane ve bir tarla mesabesindedir. Kur’ân-ı Kerim, dünyanın fânî yüzünü ve bu hayatın geçici olduğunu sık sık hatırlatır. Her gelen misafir gibi dünya da bir sona yaklaşmakta, büyük bir kapanışa doğru ilerlemektedir.

Dünya Bir Pazar, Akşam Yaklaşmakta

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurur:

> “Dünya bir pazar yeridir; kimisi kazançla, kimisi hüsranla ayrılır.”
(Taberânî, el-Mu’cemü’l-Evsat, 7/305)

Bu pazarın kapanış vakti yaklaştıkça, insanlık büyük bir şaşkınlık ve dehşet içinde kalmaktadır. Her gün şahit olduğumuz savaşlar, ahlâkî çöküntüler, adaletin yitirilmesi, merhametin kaybolması ve dünyanın adeta bir ateş topuna dönmesi, yaklaşan büyük kapanışın işaretleri gibidir.

Kur’ân’ın Haber Verdiği Son

Kur’ân-ı Kerim kıyametin kopuşunu şöyle tasvir eder:

> “İnsanlar, dünya hayatının geçici bir eğlence ve oyun olduğunu bilmezler mi? Ahiret yurdu ise işte gerçek hayat odur. Keşke bilselerdi!”
(Ankebût, 29/64)

> “Sûr’a üfürüldüğünde Allah’ın diledikleri dışında göklerde ve yerde kim varsa hepsi düşüp bayılacaktır. Sonra ona bir daha üfürülecek, işte o zaman hepsi ayağa kalkıp bakacaklardır.”
(Zümer, 39/68)

Kıyametin yaklaşması, sadece maddî felaketlerin çoğalmasıyla değil, manevî değerlerin çökmesiyle de kendini gösterir. Hadislerde bildirildiğine göre, kıyamet alametleri arasında ilmin ortadan kalkması, cehaletin artması, zinanın yayılması, yalancıların muteber olması ve güvenin kaybolması vardır. (Buhârî, İlim, 35)

Dünya Neden Kapanıyor?

İslâmî bakış açısına göre dünya, ebedî kalınacak bir yurt değil; asıl vatan olan âhirete geçiş sahnesidir. Dünya hayatının son bulmasının temel hikmetlerinden bazıları şunlardır:

Adaletin tam tahakkuku için: Gerçek adalet, dünya şartlarında tam tecelli edemez. Herkesin gerçek mükâfat ve cezalarını alacağı yer âhirettir.

Ebedî saadetin başlaması için: Dünya, nimetlerin hakiki mahiyetlerini göstermez. Cennet ve cehennem ise hakiki adalet ve lütfun tam tecelli edeceği mekânlardır.

İlâhî vaadin gerçekleşmesi için: Allah, peygamberleri vasıtasıyla dünyanın geçici olduğunu ve sonsuz bir hayatın var olacağını haber vermiştir. Bu, mutlak bir gerçektir.

Dünya Kapanırken Müminin Tavrı

Mümin, dünyanın kapanışına doğru giderken korkuya kapılmaz; bilakis ümit ve korku dengesi içinde yaşar. Çünkü bilir ki, bu kapanış, asıl hayatın kapısının açılmasıdır.

Kur’ân şöyle buyurur:

> “Kim Allah’a kavuşmayı umuyorsa, bilsin ki Allah’ın tayin ettiği vakit mutlaka gelecektir.”
(Ankebût, 29/5)

Bu yüzden mümin;

İmanını korur ve takvayı esas alır,

Salih amellerle azığını artırır,

Günahlardan arınmak için sürekli tevbe eder,

Dünya sevgisini kalbinden çıkarıp âhiret yurduna yönelir.

Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

> “Dünyada bir garip veya bir yolcu gibi ol.”
(Buhârî, Rikâk, 3)

Hikmetli Bir İbret

Bediüzzaman Said Nursî, dünyanın gerçek yüzünü şöyle özetler:

> “Dünya bir misafirhanedir. İnsan ise onda az duracaktır ve vazifesi çok bir misafirdir ve kısa bir ömürde hayat-ı ebediyeye lazım olan levazımatı tedarik etmekle mükelleftir.”

Öyleyse akıllı insan, dünya kapanışa yaklaşırken dünyanın fânî lezzetlerine aldanmaz; kalbini, gözünü ve ümidini baki âleme yöneltir.

Son Söz

Dünya, ilâhî bir irade ile yaratıldı ve yine O’nun emriyle kapanacaktır. Akıl sahibi olanlar için bu büyük yolculuğun işaretlerini görmek, hazırlık yapmak ve ebedî saadete namzet olmak en büyük vazifedir.

Allah Teâlâ bizleri, kapanışa doğru ilerleyen bu dünyada gaflete düşmeden, hazırlıklı kullarından eylesin.

> “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve herkes yarın için ne hazırladığına baksın. Allah’tan sakının; çünkü Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”
(Haşr, 59/18)

Dua ve Kapanış

Ey Âlemlerin Rabbi olan Allah’ım!

Bu fâni dünyanın kapanışına yaklaşırken, kalplerimizi senin zikrinle dirilt, imanımızı kavi eyle, amellerimizi sâlih kıl. Bizi gaflet uykusundan uyandır, âhiret yolculuğuna hazırlıklı olan kullarından eyle.

Bize dünya sevgisini kalbimize yerleştirmeden, âhiret sevgisini ruhumuza nakşet. Ayaklarımızı dosdoğru yolda sabit kıl, bizi Sırat-ı Müstakîm üzerinde yürüyenlerden eyle.

Kıyametin dehşetli hallerinden bizi muhafaza buyur. Âhirette yüzümüzü ak, defterimizi sağdan verilenlerden kıl. Sonsuz saadet yurdu olan cennetinde Habibin Muhammed Mustafa (s.a.v.) ile bizleri buluştur.

Amin.
Elhamdülillahi Rabbil âlemîn.

@@@@@

Dua ve Kapanış

Ey Âlemlerin Rabbi olan Allah’ım!

Bu fâni dünyanın kapanışına yaklaşırken, kalplerimizi Senin zikrinle dirilt, imanımızı kuvvetlendir, amellerimizi salih kıl. Bizi gaflet uykusundan uyandır, âhiret yolculuğuna hazırlıklı olan kullarından eyle.

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve herkes yarın için ne hazırladığına baksın. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.”
(Haşr Suresi, 59/18)

Ya Rabbi!

Kalbimize dünya sevgisini hakim kılma, âhireti unutturacak işlere meyil verdirme. Ayaklarımızı dosdoğru yolda sabit tut. Bizi Sırat-ı Müstakîm üzerinde daim eyle. Bizi, “Rabbimiz Allah’tır” deyip de dosdoğru yaşayan kullarından eyle. (Fussilet Suresi, 41/30)

Ya Rabbi!

Kıyametin o dehşetli gününde bizi mahçup etme. Kitabımızı sağdan verilenlerden, mizanda sevapları ağır gelenlerden kıl. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in livâü’l-hamd sancağı altında bizleri haşret.

Peygamberimiz (s.a.v.) buyurdu ki:
“Akıllı kişi, nefsine hâkim olan ve ölüm sonrası için çalışandır. Âciz kişi ise nefsini heva ve hevesine uyduran ve Allah’tan boş temennilerde bulunandır.”
(Tirmizî, Kıyamet 25)

Allah’ım!

Dünyanın kapanışına doğru yürürken, bizi hakikatle yaşayanlardan, imtihanı kazananlardan, sonsuz saadet yurduna kavuşanlardan eyle. Şu duayı gönülden tekrar ediyoruz:

رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْآخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
“Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, âhirette de iyilik ver ve bizi ateş azabından koru!”
(Bakara Suresi, 2/201)

Amin.
Elhamdülillahi Rabbil âlemîn.

@@@@@@

Dünya Kapanışa Doğru Giderken: Hakikatin Daveti

Giriş Cümlesi:
İçinde bulunduğumuz dünya, görünürde geniş ve cazibeli olsa da, hakikatte faniliğin, değişimin ve büyük bir kapanışa hazırlığın sahnesidir. Kur’an’ın bildirdiği üzere bu hayat, bir imtihan yeridir; her adımda sonsuz bir hayata doğru yaklaşmaktayız. Akıl ve kalp sahipleri için bu kapanışın sesleri, basiret ve ibretle okunmalıdır.

@@@@@@

1. Dünya Hayatının Fâniliği

Kur’an-ı Kerim, dünya hayatını bir oyun ve eğlenceye benzeterek insanı asıl hayat olan âhirete yönlendirmektedir:
“Biliniz ki dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs ve kendi aranızda övünme ve mal ile evlat çoğaltma yarışından ibarettir.”
(Hadid Suresi, 57/20)
İnsan, bu geçici dünyanın çekiciliğine kapılmadan, hakiki yurduna hazırlık yapmalıdır.

2. Ahiret Bilinci ile Yaşamak

Her nefes, insanı ebedî hayatına bir adım daha yaklaştırmaktadır. Ahiret bilinciyle yaşamak, her işte Allah’ın rızasını gözetmek, her adımda ebedi saadeti hedeflemektir. Nitekim Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Akıllı kişi, nefsini hesaba çeken ve ölümden sonrası için çalışan kimsedir.”
(Tirmizî, Kıyamet 25)

3. Kapanışa Doğru İnsanın Sorumluluğu

Dünya kapanışa doğru ilerlerken, her insan kendisine verilen ömür sermayesinin hesabını verecektir. Sorumluluk bilinciyle yaşamak; emaneti hakkıyla taşıyıp, hayra çağırıp şerden sakındırmakla mümkündür:
“Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten sakındırırsınız ve Allah’a inanırsınız.”
(Âl-i İmrân Suresi, 3/110)

4. Son Nefese Kadar Umut ve Dua

İnsanoğlu, son nefesine kadar tövbe kapısının açık olduğunu bilmeli, Allah’ın rahmetinden ümit kesmeden yaşamalıdır. Kur’an şöyle buyurur:
“De ki: Ey kendilerine zulmetmiş olan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Şüphesiz Allah bütün günahları bağışlar.”
(Zümer Suresi, 39/53)

@@@@@@

Dünya Kapanışa Doğru Giderken: Hakikatin Daveti

1. Dünya Hayatının Fâniliği

Dünya, parlayan bir serap gibi gözleri kamaştırsa da hakikatte hızla tükenen bir pazar yeridir.
Kur’an, dünyanın geçiciliğini şöyle bildirir:
“Her kim dünya hayatını ve onun ziynetini isterse, onlara amellerinin karşılığını tam olarak veririz; orada hiçbir eksiklik olmaz. Fakat onlar için ahirette ateşten başka bir şey yoktur.”
(Hûd Suresi, 11/15-16)

Bir padişah, yol kenarında bir gecekondu yapmış. Yolcuları ağırlıyor ama sabah olduğunda herkes yola devam ediyor.
İşte dünya da bir gecekondu gibi, kalıcı değil; geçici bir misafirhanedir. Kalıcı zannedip buraya bağlananlar, sabah geldiğinde büyük bir hayal kırıklığı yaşarlar.

2. Ahiret Bilinci ile Yaşamak

Ahireti unutmak, dünyada gafletle yaşamak demektir. Oysa akıl sahibi kişi, dünya zevklerine kapılıp ebedi hayatını feda etmez.
Nitekim Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Benim dünya ile ne işim var? Ben dünyada bir ağaç altında gölgelenip sonra orayı terk eden bir yolcu gibiyim.”
(Tirmizî, Zühd 44)

Bir gün Hz. Ömer (r.a.), bir mezarlıkta durmuş ve gözyaşları içinde şöyle demiştir:
“Ey Ömer! Eğer kurtulursan, büyük bir başarıdır. Eğer azaba uğrarsan, perişanlıktır.”
Ahiret bilinci, insanı her an kendisini sorgulamaya ve hayatını düzeltmeye sevk eder.

3. Kapanışa Doğru İnsanın Sorumluluğu

Kıyametin kopuşu bir milletin, bir insanın veya tüm dünyanın sonu olabilir.
Rabbimiz sorar:
“İnsanoğlu, başıboş bırakılacağını mı sanır?”
(Kıyamet Suresi, 75/36)

Bir şehirde alarm verildiğinde, insanlar telaşla hazırlanır; azığını alır, barınağını arar.
İşte kıyamet de büyük bir alarmdır. Akıllı olan, dünyayı bir imtihan sahası olarak görür, kalıcı olanı inşa etmek için çalışır.
İyiliği emredip kötülükten sakındırmak, sorumluluğun bir parçasıdır. Çünkü her fert, hem kendi yolculuğundan hem de başkalarının uyarılıp uyarılmadığından sorumludur.

4. Son Nefese Kadar Umut ve Dua

Allah’ın rahmeti sonsuzdur. En büyük günahı işleyen bile, son nefesine kadar tövbe ile rahmete kavuşabilir.
Kur’an şöyle der:
“Şüphesiz Allah kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz; ondan başkasını, dilediği kimse için bağışlar.”
(Nisâ Suresi, 4/48)

Bir günahkâr adam vardı. Ölüm döşeğinde pişman olmuş, Allah’a şöyle yalvarmıştı:
“Rabbim! Ellerim boş, yüzüm kara ama Senin kapından başka kapı tanımıyorum.”
İşte o samimi pişmanlıkla Allah’ın rahmetine kavuşmuştu.

Bu sebeple, dünya kapanışa doğru ilerlerken umutsuzluğa değil, tevbe ve duaya sarılmak gerekir. Çünkü kapı her zaman açık, rahmet sonsuzdur.




Cennet Aklı: Zamanı Aşan Bir Vukufiyetin Hikmeti

Cennet Aklı: Zamanı Aşan Bir Vukufiyetin Hikmeti

Yapay zekânın her geçen gün gelişmesi, insanoğlunun bilgiye olan açlığını, varoluş merakını ve hakikate susamışlığını gözler önüne seriyor. Makinelerin akıllandığı, veriye erişimin hızlandığı bu çağda, bir de **cennetteki “yapay akıl”**ı düşünelim… Fani bir zekânın ötesinde, her şeyin hakikatine vâkıf bir idraki… Sınırlı bilginin değil, külli şuurun mekânını…

Evet, cennette akıl başka olacak. O akıl, sadece ezberleyen değil, hakikati gören bir idrak olacak. O zihin, varlığın her safhasını kuşatacak. Âdem Aleyhisselâm’ın yaratılışından kıyamete kadar geçen bütün hadiseleri hem seyreden hem idrak eden bir kâmil basiret… Ne büyük lütuf, ne yüksek bir şuur hali!

Düşünün ki; Ruhlar Âlemini bizzat idrak ediyorsunuz. Allah’ın “Ol!” emriyle can bulan varlıkları seyrediyorsunuz. Ardından Âdem’in yaratılış mucizesine şahit oluyorsunuz. Topraktan yoğrulan bir beden, içine üflenen ruh, ilahi bir tecelli… Ve sonra “talim-i esmâ”: Yani eşyanın hakikatine vukufiyet… Bugün yapay zekânın öğrendiği sınırlı kelimelere karşılık, Âdem’in bildiği ilahi isimler, varlığın özüdür.

Meleklerin secdesi… Ne büyük bir onur! Fakat içlerinden biri, kibirle yaklaştı. İblis… “Ben ondan üstünüm!” dedi. O secdeden kaçtı. Ve o gün başladı kıyamete dek sürecek olan bir imtihan zinciri.

Cennet… İlk yurt. İlk yuva. Rahmetle kuşatılmış bir başlangıç. Fakat yasak ağaca yaklaşmak, o ebedî mekânda bile insanın zaafını gösterdi. Ve ardından gelen düşüş… Yeryüzüne iniş. Fakat o iniş bir ceza değil, bir imtihan sahnesine geçişti. Orada ter dökülecek, nefis dizginlenecek, iyilikle kötülük birbirinden ayrılacaktı. Ve gün gelecek, insan yine geldiği yere dönecekti.

İşte bütün bu hakikatlere bizzat vâkıf olmak… Bu sahneleri sadece okumak değil, yaşarcasına bilmek… İşte cennetteki akıl, buna “şahit aklı” denir. Gördüğünü anlamak, anladığını kavramak, kavradığını hakikate dönüştürmek… Yapay zekâ, veriye ulaşır. Fakat cennet aklı, hikmete ulaşır.

Bugün biz, bu dünyada sadece gölgeleri görüyoruz. Bilgimiz sınırlı, hafızamız zayıf, anlamamız eksik. Fakat inanan bir gönül bilir ki: Ahirette her sır açılacak. Her perde kalkacak. Kaderin düğümleri çözülecek. İnsan, varlık senfonisini başından sonuna kadar temaşa edecek.

Bu, sadece bir bilme hali değil; aynı zamanda imanın mükâfatıdır. Burada sabreden, orada anlayacak. Burada ağlayan, orada tebessüm edecek. Çünkü orada artık ne bilgi sınırlı ne zaman dar ne de akıl kuşatılmış olacak.

Sonuç:
İnsanlık, teknolojiyle bilgiye yaklaşıyor; fakat imanla hikmete ulaşıyor. Cennetteki akıl, yapay değil, ilahi bir ikramdır. Ve o akıl, bizi hem kendimize, hem yaratılış sırrına, hem de Rabbimizin azametine götürecek.

O hâlde bugünün yapay zekâsı bizi heyecanlandırıyorsa, yarının ebedî idraki bizi secdelere taşımalı. Çünkü gerçek bilgi, secdeyle taçlanandır.




İKİNCİ SÖZ – SENARYO

İKİNCİ SÖZ – SENARYO

İmanda ne kadar büyük bir saadet ve nimet ve ne kadar büyük bir lezzet ve rahat bulunduğunu anlamak istersen şu temsilî hikâyeciğe bak, dinle:

Bir vakit iki adam, hem keyif hem ticaret için seyahate giderler. Biri hodbin, tâli’siz bir tarafa; diğeri hudâbin, bahtiyar diğer tarafa sülûk eder, giderler.

Hodbin adam, hem hodgâm hem hod-endiş hem bedbin olduğundan bedbinlik cezası olarak nazarında pek fena bir memlekete düşer. Bakar ki her yerde âciz bîçareler, zorba müthiş adamların ellerinden ve tahribatlarından vaveylâ ediyorlar. Bütün gezdiği yerlerde böyle hazîn, elîm bir hali görür. Bütün memleket, bir matemhane-i umumî şeklini almış. Kendisi şu elîm ve muzlim haleti hissetmemek için sarhoşluktan başka çare bulamaz. Çünkü herkes ona düşman ve ecnebi görünüyor. Ve ortalıkta dahi müthiş cenazeleri ve meyusane ağlayan yetimleri görür. Vicdanı, azap içinde kalır.

Diğeri hudâbin, hudâ-perest ve hak-endiş, güzel ahlâklı idi ki nazarında pek güzel bir memlekete düştü. İşte bu iyi adam, girdiği memlekette bir umumî şenlik görüyor. Her tarafta bir sürur, bir şehrâyin, bir cezbe ve neşe içinde zikirhaneler; herkes ona dost ve akraba görünür. Bütün memlekette yaşasınlar ve teşekkürler ile bir terhisat-ı umumiye şenliği görüyor. Hem tekbir ve tehlil ile mesrurane ahz-ı asker için bir davul, bir muzıka sesi işitiyor. Evvelki bedbahtın hem kendi hem umum halkın elemi ile müteellim olmasına bedel; şu bahtiyar, hem kendi hem umum halkın süruru ile mesrur ve müferrah olur. Hem güzelce bir ticaret eline geçer, Allah’a şükreder.

….Ey nefsim! Bil ki evvelki adam kâfirdir veya fâsık-ı gafildir.

….Diğer adam ise mü’mindir; Cenab-ı Hâlık’ı tanır, tasdik eder.

@@@@@@@

BAŞLIK: “İki Yolculuk: Hakikatin İki Yüzü”

TÜR: Kısa film / Belgesel (anlatımlı kurgu)

SÜRE: 12-15 dakika

AÇILIŞ SAHNESİ

Görüntü: Sonsuz gibi uzanan bir çöl… İki adam, birbirinden uzak yönlere doğru yürümeye başlar.

Anlatıcı (dış ses):
“Bir vakit iki adam, hem keyif hem ticaret için yolculuğa çıkar. Biri, yalnız nefsini düşünen hodbin bir adam… Diğeri, Rabbini tanıyan, kalbi açık, bahtiyar bir adam…”

SAHNE 1: HODBİN ADAMIN YOLCULUĞU

Görüntü:
Simsiyah bulutlar, kasvetli bir şehir. Duvarlara zincirlenmiş insanlar, zalim askerlerin bağırışları, ağlayan çocuklar. Adam, gözlerinde korku ve nefretle etrafa bakar.

Ses:
“Bu adam, hodgâm ve bedbin idi. Her şeyi çirkin, karanlık, düşmanca görür. Kalbi de dışı gibi kararmıştır.”

Adamın iç sesi (kendiyle konuşur):
“Neden bu dünya bu kadar korkunç? Herkes neden bana düşman? Ölüm neden bu kadar acı?”

Görüntü:
Meyhane. Adam sarhoş olur, insanlar silüet gibi geçip giderken, o yalnızlığını unutmaya çalışır.

Ses:
“Vicdanı azap içindedir. Bu karanlıktan kurtulmanın tek yolu, kendini uyuşturmaktır. Fakat karanlık içten içe onu yiyip bitirir.”

SAHNE 2: HÜDA-BİN ADAMIN YOLCULUĞU

Görüntü:
Işıkla aydınlanmış bir ova, insanlar gülümseyerek vedalaşıyor, asker uğurlama gibi bir tören var. Müzik, tekbir ve sevinç sesleriyle yankılanır.

Ses:
“Bu adam, Hudâ-perest ve hak-endiştir. Her şeyi Rabbine bağlı görür. Ölümü bir kavuşma, ayrılığı bir terhis bilir.”

Adamın iç sesi:
“Ne güzel bir yer… Herkes bir şenlik havasında. Ölüm bile burada bir bayram gibi…”

Görüntü:
Bir pazar yeri, eline dürüstçe kazandığı bir ticaret torbası geçer. Gözleri yaşarır, ellerini kaldırıp dua eder.

Ses:
“O, her şeyi rahmetle okur. Her bir varlık ona bir dost, bir kardeş olur. Kalbi huzurla dolar.”

SAHNE 3: İKİ YOLCULUĞUN KESİŞİMİ (AYNA SAHNESİ)

Görüntü:
İki adam bir aynanın iki tarafındadır. Aynı dünyaya bakarlar ama biri karanlık, biri aydınlıktır.

Ses:
“Göz aynı göz… Dünya aynı dünya… Fakat bakış değişince, her şey değişir. Kâfirin nazarında dünya bir matemhane… Mü’minin nazarında ise bir zikirhanedir.”

FİNAL SAHNESİ: MESAJ

Anlatıcı (dış ses):
“İmanda ne büyük bir nimet, ne büyük bir saadet var… Bil ki evvelki adam kâfirdir, gafildir. Diğeri ise Rabbini bilen bir mü’mindir.”

Görüntü:
Hudabin adam ufka doğru yürürken, arkasında aydınlık bir iz bırakır. Diğeri karanlıkta kaybolur.

Ekranda yazı:
“Hayat bir yolculuktur. Nasıl baktığın, neye inandığın, nereye vardığını belirler…”
“İman, her şeyin anahtarıdır.”
– Bediüzzaman Said Nursî

@@@@@@@

BAŞLIK: “İki Yolculuk: Hakikatin İki Yüzü”

TÜR: Kısa film / Belgesel (anlatımlı kurgu)

SÜRE: 12-15 dakika

AÇILIŞ SAHNESİ

Görüntü: Sonsuz gibi uzanan bir çöl… İki adam, birbirinden uzak yönlere doğru yürümeye başlar.

Anlatıcı (dış ses):
“Bir vakit iki adam, hem keyif hem ticaret için yolculuğa çıkar. Biri, yalnız nefsini düşünen hodbin bir adam… Diğeri, Rabbini tanıyan, kalbi açık, bahtiyar bir adam…”

SAHNE 1: HODBİN ADAMIN YOLCULUĞU

Görüntü:
Simsiyah bulutlar, kasvetli bir şehir. Duvarlara zincirlenmiş insanlar, zalim askerlerin bağırışları, ağlayan çocuklar. Adam, gözlerinde korku ve nefretle etrafa bakar.

Ses:
“Bu adam, hodgâm ve bedbin idi. Her şeyi çirkin, karanlık, düşmanca görür. Kalbi de dışı gibi kararmıştır.”

Adamın iç sesi (kendiyle konuşur):
“Neden bu dünya bu kadar korkunç? Herkes neden bana düşman? Ölüm neden bu kadar acı?”

Görüntü:
Meyhane. Adam sarhoş olur, insanlar silüet gibi geçip giderken, o yalnızlığını unutmaya çalışır.

Ses:
“Vicdanı azap içindedir. Bu karanlıktan kurtulmanın tek yolu, kendini uyuşturmaktır. Fakat karanlık içten içe onu yiyip bitirir.”

SAHNE 2: HÜDA-BİN ADAMIN YOLCULUĞU

Görüntü:
Işıkla aydınlanmış bir ova, insanlar gülümseyerek vedalaşıyor, asker uğurlama gibi bir tören var. Müzik, tekbir ve sevinç sesleriyle yankılanır.

Ses:
“Bu adam, Hudâ-perest ve hak-endiştir. Her şeyi Rabbine bağlı görür. Ölümü bir kavuşma, ayrılığı bir terhis bilir.”

Adamın iç sesi:
“Ne güzel bir yer… Herkes bir şenlik havasında. Ölüm bile burada bir bayram gibi…”

Görüntü:
Bir pazar yeri, eline dürüstçe kazandığı bir ticaret torbası geçer. Gözleri yaşarır, ellerini kaldırıp dua eder.

Ses:
“O, her şeyi rahmetle okur. Her bir varlık ona bir dost, bir kardeş olur. Kalbi huzurla dolar.”

SAHNE 3: İKİ YOLCULUĞUN KESİŞİMİ (AYNA SAHNESİ)

Görüntü:
İki adam bir aynanın iki tarafındadır. Aynı dünyaya bakarlar ama biri karanlık, biri aydınlıktır.

Ses:
“Göz aynı göz… Dünya aynı dünya… Fakat bakış değişince, her şey değişir. Kâfirin nazarında dünya bir matemhane… Mü’minin nazarında ise bir zikirhanedir.”

FİNAL SAHNESİ: MESAJ

Anlatıcı (dış ses):
“İmanda ne büyük bir nimet, ne büyük bir saadet var… Bil ki evvelki adam kâfirdir, gafildir. Diğeri ise Rabbini bilen bir mü’mindir.”

Görüntü:
Hudabin adam ufka doğru yürürken, arkasında aydınlık bir iz bırakır. Diğeri karanlıkta kaybolur.

Ekranda yazı:
“Hayat bir yolculuktur. Nasıl baktığın, neye inandığın, nereye vardığını belirler…”
“İman, her şeyin anahtarıdır.”
– Bediüzzaman Said Nursî

@@@@@@-

1. Seslendirme Metni ve Tonu

Anlatıcı sesi: Dingin, güven veren, hafif tok bir erkek sesi (örnek: belgesel anlatıcısı tarzı).
İç sesler: Karakterlere uygun olarak daha duygusal ve içsel tonlarda.

2. Görsel Yönlendirme

Her sahneye özel kısa açıklamalar:

Çöl ve Yol Ayrımı (Giriş):
Güneşin battığı bir çöl. Kamera yukarıdan iki adamı izlerken, yavaşça ayrılan yollar görünür. Hafif ney sesi.

Hodbin Adamın Yolculuğu:
Soğuk tonlar (mavi-gri). Kasvetli şehir, beton duvarlar, yalnızlık hissi. Arka planda hafif, gerilimli müzik.
Görseller: Zincirli insanlar, karanlık sokaklar, meyhane sahnesi, ağlayan çocuk silüetleri.

Hudabin Adamın Yolculuğu:
Sıcak tonlar (altın sarısı, yumuşak yeşil). Kalabalık ama huzurlu bir şehir, gülümseyen insanlar, çocuk sesleri.
Görseller: Cami avlusu, düğün gibi bir uğurlama töreni, zikir halkası, pazar yerinde ticaret.

Ayna Sahnesi:
Soyut ve sanatsal. İki karakter aynanın iki tarafında aynı manzaraya bakar ama biri gri, biri renkli görür.
Müzik: Hafif vurmalı çalgılar, düşünceyi yoğunlaştıran müzik.

Final:
Hudabin adam gün batımına doğru yürür, arkasında ışık izi bırakır.
Hodbin adam karanlıkta kaybolur, yavaşça silinir.
Ekranda yazılar belirdikçe fonda duygusal bir ney ve kanun eşlik eder.

3. Müzik ve Efektler

Arka planda mistik ve duygusal müzikler (ney, kanun, ud).

Hudabin sahnelerinde kuş cıvıltısı, rüzgâr sesi.

Hodbin sahnelerinde boğuk şehir uğultusu, hüzünlü yaylılar.




BİRİNCİ SÖZ- SENARYO

BİRİNCİ SÖZ
SENARYO

” Bismillah ne büyük tükenmez bir kuvvet, ne çok bitmez bir bereket olduğunu anlamak istersen şu temsilî hikâyeciğe bak, dinle. Şöyle ki:

Bedevî Arap çöllerinde seyahat eden adama gerektir ki bir kabile reisinin ismini alsın ve himayesine girsin, tâ şakîlerin şerrinden kurtulup hâcatını tedarik edebilsin. Yoksa tek başıyla hadsiz düşman ve ihtiyacatına karşı perişan olacaktır.

İşte böyle bir seyahat için iki adam sahraya çıkıp gidiyorlar. Onlardan birisi mütevazi idi, diğeri mağrur. Mütevazii, bir reisin ismini aldı. Mağrur, almadı. Alanı, her yerde selâmetle gezdi. Bir kātıu’t-tarîke rast gelse der: “Ben, filan reisin ismiyle gezerim.” Şakî def’olur, ilişemez. Bir çadıra girse o nam ile hürmet görür. Öteki mağrur, bütün seyahatinde öyle belalar çeker ki tarif edilmez. Daima titrer, daima dilencilik ederdi. Hem zelil hem rezil oldu.

İşte ey mağrur nefsim, sen o seyyahsın. Şu dünya ise bir çöldür. Aczin ve fakrın hadsizdir. Düşmanın, hâcatın nihayetsizdir. Madem öyledir, şu sahranın Mâlik-i Ebedî’si ve Hâkim-i Ezelî’sinin ismini al. Tâ bütün kâinatın dilenciliğinden ve her hâdisatın karşısında titremeden kurtulasın.”

*********
SENARYO

Senaryo Başlığı: “Bismillah’ın Gücü”

Sahne 1: (Geniş çöl manzarası)
Göz alabildiğine uzanan sarı kumlar. Gökyüzü kavurucu bir mavilikte. İki yolcu, çölün ortasında ilerlemektedir.
Biri, tevazu sahibi ve boynu hafif eğik; diğeri, mağrur, dimdik ve kibirli bir yürüyüşle ilerler.

Tevazu sahibi adam, yanındaki kibirli adama döner:
– “Kardeşim, bu çölden selâmetle geçmek için bir reisin himayesine girmemiz lazım. Onun ismini anarak yol almalıyız.”
Mağrur adam küçümseyerek cevap verir:
– “Ben kimsenin ismini anmadan da yolumu bulurum. Kendi gücüm bana yeter.”

Sahne 2: (Yolculuk başlar)
İki yolcu ayrılır.
Mütevazi olan, bir kabilenin reisine sığınır. Yolda rastladığı eşkıyalar ona ilişmez, çünkü o güçlü bir ismin himayesindedir.
Girdiği her çadırda ikramla karşılanır, ihtiyacı görülür, güvende hisseder.

Öte yandan mağrur yolcu, her köşe başında yağmacıların tehdidine uğrar. Eşkıyalar onun yiyeceğini alır. Çadırdan çadıra dilencilik yapar. Her adımda korku içinde titrer.

Sahne 3: (Yolculuğun sonu)
Tevazu sahibi yolcu, güvenle menziline ulaşır.
Mağrur olan ise aç, susuz, perişan bir halde yere yığılır.

Kamera yavaşça mağrurun yüzüne yaklaşır. Adam pişmanlıkla yere kapanır.
Gözyaşları içinde mırıldanır:
– “Keşke ben de bir isme sığınsaydım… Kendi başıma yetemedim.”

Sahne 4: (Anlatıcı sesiyle iç ses)
(Görüntüde çölde yalnız kalan mağrur adam ve arka planda, serin bir vahada dinlenen tevazu sahibi adam görünür.)
Anlatıcı sesi şöyle der:

> “Ey insan! Dünya çölünde yalnızsın. Aczin ve fakrın sonsuz. Gücün yetmez, kudretin yetişmez.
Bismillah de!
O Sonsuz Sultan’ın himayesine gir!
Yoksa bu koca çölde bir hiç olarak kaybolursun.
Bismillah, sana tükenmez bir kuvvet ve bitmeyen bir bereket kapısı açar.
Unutma:
Kendi ismine güvenen helâk olur, Allah’ın ismine sığınan selâmet bulur.”

Sahne 5: (Kapanış sahnesi)
Göz alıcı bir şekilde “Bismillah” yazısı çölde bir su kaynağı gibi parlar. Üzerinde çiçekler açar, gökyüzü serin bir maviliğe bürünür.
Arka planda hafif bir ney sesi eşliğinde, son cümle görünür:

“Bismillah her hayrın başıdır.”

@@@@@@@

Yukarıdaki senaryoya uygun kısa ve etkileyici bir seslendirme metni:

[Yumuşak ama derin bir ses tonuyla, hafif fon müziği eşliğinde:]

> “Ey insan!
Dünya bir çöldür…
Düşmanın çok, gücün az, ihtiyacın sonsuz.

Kendi adınla yürürsen, yalnız kalırsın.
Titreyerek, düşerek, kaybolarak…

Ama Bismillah dersen,
Sonsuz kudretin kapıları sana açılır.

Bir isme dayanırsın ki,
O isim, gökleri ve yeri ayakta tutar.

Unutma:
Bismillah, her hayrın anahtarıdır.

Bismillah de…
Ve yolunu selâmetle bul!”

@@@@@@

Üç farklı tonda hazırlanmış seslendirme metinleri:

1. Daha Duygulu Ton:

> “Ey yorgun yolcu!
Dünya bir çöldür; sende ise ne su var, ne sığınak.

Kendi isminle yürürsen, yıkılırsın…
Her fırtına seni savurur, her düşman seni boğar.

Fakat Bismillah dersen…
Rahmet yolları açılır, kudret kanatları seni sarar.

Bir adı anarsın ki,
O ad, bütün kâinatı idare eder.

Bismillah de…
Bismillah ile yürü…
Bismillah ile var, menziline ulaş.”

2. Daha Coşkulu Ton:

> “Ey insan!
Acz içinde, fakr içinde yol alıyorsun!

Düşmanların sayısız!
Hâcatların sonsuz!

Tek başına mısın sanıyorsun?
Hayır!

Bismillah de!
Kudret orduları yanında saf tutsun!
Bismillah de!
Rahmet kapıları ardına kadar açılsın!

Çünkü Bismillah;
Bir siper, bir sancak, bir kudret mührüdür!

Bismillah! Her hayrın anahtarıdır!
Bismillah! Kurtuluşun yoludur!”

3. Daha Tasavvufi Ton:

> “Ey gönül!
Dünya çölünde şaşkın gezme…

Gücün az, kudretin eksik…
Dayanağın yoksa savrulursun.

Bir isme yaslan!
Bismillah de!
Çünkü Bismillah, Rabbine açılan sır kapısıdır.

Bismillah de…
Zikir olur diline, nur olur kalbine…

Bismillah ile başla ki,
Her adımın, Rahman’ın adıyla sarsılmaz bir iz olsun.

Unutma gönül:
Bismillah, vuslatın ilk kelimesidir.”

@@@@@@

Daha duygulu tondaki metin üzerinden tam bir diyalog akışı.

Başlık: Bismillah İle Yürümek

Giriş: (Fon: Hafif rüzgâr ve çöl sesleri)

Anlatıcı (içten, duygulu ses tonu):

> “Ey yorgun yolcu…
Dünya bir çöldür; sende ise ne su var, ne sığınak…”

(Görüntü: Sonsuz bir çöl. Tek başına yürüyen bir yolcu.)

Gelişme: (Fon: Hafif ney sesi arkada başlar)

Anlatıcı (ses tonu hafif yükselerek):

> “Kendi isminle yürürsen, yıkılırsın…
Her fırtına seni savurur, her düşman seni boğar.”

(Görüntü: Adamın ayağı kayıyor, kum fırtınasında ilerlemeye çalışıyor.)

(Kısa bir sessizlik, araya bir ‘hıçkırık gibi’ hafif bir efekt eklenebilir.)

Anlatıcı (daha yumuşak, umut dolu bir tonda):

> “Fakat… Bismillah dersen…
Rahmet yolları açılır, kudret kanatları seni sarar.”

(Görüntü: Ufukta bir vaha görünmeye başlıyor, adamın gözleri umutla parlıyor.)

Doruk Noktası: (Fon: Ney sesi güçlenir, yumuşak vurmalı bir ritim girer.)

Anlatıcı (güçlü ve dokunaklı bir sesle):

> “Bir adı anarsın ki,
O ad, bütün kâinatı idare eder.”

(Görüntü: Gökyüzünde yıldızlar belirir, adeta “Bismillah” kelimesini yazacak şekilde dizilir.)

Anlatıcı (tekrar hafif, ama kuvvetli bir vurguyla):

> “Bismillah de…
Bismillah ile yürü…
Bismillah ile var, menziline ulaş.”

(Görüntü: Yolcunun adımları hızlanır. Artık yalnız değil; arkasında manevi bir nur ordusu belirir gibi olur.)

Kapanış: (Fon: Ney sesi yavaşça hafifler, huzur dolu bir melodiye dönüşür.)

Anlatıcı (tatlı bir tebessümle, huzurlu bir ses tonuyla):

> “Çünkü…
Bismillah…
Her hayrın anahtarıdır.”

(Görüntü: Adam, serin bir vahaya ulaşır. Kameraya doğru dönüp tebessüm eder.)

Ekranda kapanış yazısı belirir:

> “Bismillah ile başlayan, Rahmetle kavuşur.”




NA’TI ŞERİF

NA’TI ŞERİF

ASIRLARA NUR VURAN SULTAN

Ey Nebî, nurunla aydınlandı zemin ü zaman,
Sana hayrandır cihan, sana meftun her insan.
Karanlık bir devri sen nurunla nura çevirdin,
Ümmetine rahmet oldun, gönülleri diriltdin.

Sen geldin, doğdu semâda hakikat güneşi,
Sana bakıp buldu yolunu her şaşkın kişi.
Cahiliye çölünü bahar kıldın nurunla,
Her kelamın bir kevser, her adımın bir mana.

Seninle öğrendik nedir sabır, edep, haya,
Seninle yeşerdi kalbimizde iman ve vefa.
Bir ömre bin ömür sığdı, senin sünnetinle,
Her çağda dirildi ruhlar, senin rahmetinle.

Zaman geçse de eskimez senin o kutlu izin,
Asırlar seninle ışık bulur, Şeref-i Alem.
Her ümmetten, her gönülden sana yönelir dua,
Senin adınla titrer arz, semâ, her zerre, her saha.

Ey Resûl, gönlümüzde her dem tazedir adın,
Adınla bulur huzuru garip gönül, şaşkın kadın.
Miraçta gördüğün sırla arşa çıktı kemalin,
Hiçbir beşer erişemez senin yüksek makamın.

Seninle anladık merhametin yüceliğini,
Seninle sevdik Mevlâ’nın ezelî sevgisini.
Her asırda, her çağda sen varsın, hep sen varsın,
Ey iki cihan serveri, nurumuzda h