YÜZ YILLIK REJİMİN BİTİRDİKLERİ, YİTİRDİKLERİ VE KİŞİSİZLEŞTİRDİKLERİ

YÜZ YILLIK REJİMİN BİTİRDİKLERİ, YİTİRDİKLERİ VE KİŞİSİZLEŞTİRDİKLERİ

Dehşetli Bir Dönemin İçinden Geçerken…

Bir asır önceydi…
Toprak parçalanmış, hilafet susturulmuş, milletin sesi kısılmıştı.
Yeni bir rejim geldi; sözde “ilerleme” adına…
Ama geride çok şey bıraktı, çok şeyi kaybettirdi, çok kimliği yok etti.

Bugün baktığımızda görüyoruz:
Büyük bir bencilleşme, derin bir kişisizleşme, korkunç bir manasızlaşma çağına geldik.
Peki ne oldu bize?
Neleri bitirdik, neleri yitirdik?

BİR: BİTİRİLENLER – KÖKLERİNDEN KOPARILAN BİR MİLLET

Bu rejim; sadece rejim değildi.
Bir kültür darbesi, bir kimlik dönüşümü, bir medeniyet kopuşuydu.

Ezan susturuldu, Kur’an yasaklandı, Arapça harf “tarihten silinmek” istendi.

Bin yıllık medeniyet mirası çöplüğe atıldı.

Alimler ya asıldı, ya sürgüne gönderildi, ya susturuldu.

Bu milletin vicdanı kırıldı, hafızası silindi, medeniyeti gömüldü.
Ve yerine, Batı’nın elbisesi giydirildi.
Ruhu aç, bedeni şık bir toplum…
Sloganla doyan, ilansız susan, ama içten içe boşalan bir toplum…

İKİ: YİTİRİLENLER – MANALARIN VE DEĞERLERİN SESSİZ CENAZESİ

Bir asırdır; ahlak kayboldu, aile yıkıldı, mahremiyet eridi.
Hayatın içindeki ilahi anlam unutuldu.

Namus “eski moda”,

İffet “baskı unsuru”,

Hayâ “geri kalmışlık” oldu.

Mabed anlamını kaybetti.
Mezarlık korku yeri oldu.
Ölümden söz etmek, “moral bozucu” sayıldı.
Oysa ecdat, mezar taşında bile dua okutuyordu.

Bugün gençlik idealsiz, toplum temsilsiz, hayat gayesiz.
Ve belki en acısı; inancın bile paraya alet edildiği bir dönemdeyiz.

ÜÇ: KİŞİSİZLEŞTİRİLENLER – ŞAHSİYETLERİN GÖLGESİNDEKİ YALNIZLIK

Yüz yıl boyunca “tek tip” insan istendi.
Düşünmeyen, sorgulamayan, sevmeyen, bağ kurmayan…
Yani bir robot kadar programlı, bir hayvan kadar serbest…
Ama bir insan kadar yalnız.

Köyde cemaat vardı, şehirde kalabalık oldu.
Sohbet vardı, şimdi yalnızlık var.
Selam vardı, şimdi “görmemek” var.
Toplum, bireycilik uğruna parçalandı.
Her birey “özgür” ama kimse maalesef yalnız kendine özel bir niteliği olan, kopya olmayan, orijinal, taklit olmayan değil artık.

SONUÇ: BİR NESLİ DEĞİL, BİR MEDENİYETİ YİTİRDİK

Yüz yıl boyunca;

Hem aklımızı batının bilgisine,

Hem kalbimizi modernizmin bitişine ve tukenişine,

Hem geleceğimizi ideolojilere kurban verdik.

Ve şimdi, geçmişi olmayan bir millet gibi köksüz,
Değeri olmayan bir toplum gibi sessiz,
Kimliği olmayan bir nesil gibi kişisiz yaşıyoruz.

KISSADAN HİSSE: DİRİLİŞ, YENİDEN İNŞAYLA BAŞLAR

Yıkım büyükse, inşa daha büyük olmalı.
Önce kimlik, sonra kişilik, sonra aidiyet…
Bu topraklar tekrar yeşerecekse;
Kur’an’la, imanla, tefekkürle ve tevazu ile yeşerecek.

Yüz yıl, bir son değil.
Belki de bir uyanışın eşiği.
Ama önce biz uyanmalıyız.
Sadece rejimi değil;
İçimizdeki ölü ruhları,
Korkak bakışları,
Satılmış fikirleri de değiştirmeliyiz.

@@@@@@@@




ÖNCE KİMLİK, SONRA KİŞİLİK, SONRA AİDİYET

ÖNCE KİMLİK, SONRA KİŞİLİK, SONRA AİDİYET

Bir Milletin Sessiz Erozyonu ve İnsanın Yavaş Yavaş Yitirdiği Hakikati

Kimlik…
İnsanı insan yapan ilk halka.
Kime ait olduğunu, neye inandığını, ne uğruna yaşadığını söyleyen iç mühür.

Kimlik silikleşirse,
Kişilik savrulur.
Aidiyet yok olursa,
İnsan, rüzgârın önündeki yaprak olur…
Kökü olmayan her fidan, fırtınada devrilmeye mahkûmdur.

KİMLİK: BİR MİLLETİN YÜZÜ, BİR BİREYİN MANASI

Kimlik; sadece nüfus kâğıdındaki bilgiler değildir.
O; bir değerler bütünüdür.

İnandığın din,

Sahip çıktığın tarih,

Mensubu olduğun medeniyet,

Konuştuğun dil,

Taşıdığın ahlak…

Bir milletin kimliği;
onun geçmişiyle bağını, gelecekle istikametini kurar.
Kimliğini kaybeden bir millet,
yalnız geçmişini değil, istikbalini de yitirir.

KİŞİLİK: KİMLİĞİN RUHTA TEZAHÜRÜ

Kimlik; içteki cevherdir.
Kişilik; onun dışa yansıyan şeklidir.
Kimlik sağlam değilse, kişilik ya sahte olur, ya silik.

Bugün kimlik bunalımı yaşayan bir gençlik,
başkalarının yaşam tarzlarını benimseyip kendi benliğini inkâr eder hale geldi.

Giyinişi Batı’ya,

Düşünüşü medya’ya,

Hayali paraya bağlı…

Bu da kişilikte bir çürüme doğurdu.
Vicdanı bastıran menfaat,
Hayayı ezen ekran,
Hakikati örten ideoloji…

AİDİYET: SAHİP OLMAK DEĞİL, AİT OLABİLMEK

Aidiyet, insanın yuvaya dönüşüdür.
Nereye ait olduğunu bilen kişi;
ne yalnız kalır, ne savrulur.

Aidiyetin olmadığı yerde sürü psikolojisi başlar.
Çünkü insan ya hakka dayanır ya kalabalığa…
Ve bugün kalabalıklara sığınan ama kendine bile yabancılaşan bir toplum haline geldik.

Dinini bilmeyen ama başka felsefeleri savunan,

Kendi tarihini küçümseyen ama başka milletlere özenen,

Kendi kültürünü tanımadan “modernliği” putlaştıran nesiller…

Aidiyet boşluğu, kimlik boşluğunu büyütür,
Kimlik boşluğu, kişilik buhranına yol açar.

KISSADAN HİSSE: İNSAN KENDİNE AİT OLMAZSA, HİÇBİR YERE AİT OLAMAZ

Bugün en büyük kaybımız; teknoloji değil, ekonomi değil…
Kendimiziz.
Kendimize dair her şey:

Vicdan,

Değer,

Ahlak,

İnanç,

Ve onurlu bir kimlik…

Bir zamanlar her çocuğa, daha doğmadan önce kimlik verilirdi:
“Sen bu ümmetin evladısın, senin kalbinde Allah’ın nuru var…”
Şimdi çocuk, kim olduğunu öğrenmeden önce hangi marka ayakkabıyı giyeceğini öğreniyor.

SON SÖZ: KENDİNE DÖNME VAKTİ

Yeniden kimliğimizi kuşanmalı,
Kişiliğimizi imanla yoğurmalı,
Aidiyetimizi Kur’an’la sağlamlaştırmalıyız.

Kimliğini kaybetmiş bir milletin,
ekonomisi olsa ne olur, teknolojisi artsa neye yarar?
Ruhsuz beden gibi, kalpsiz medeniyet gibi olur.

O yüzden:
Önce kimlik, sonra kişilik, sonra aidiyet…
Ve sonunda, yitirilmiş insanın yeniden dirilişi…

 

 




ANNE BABANIN TERBİYE ETMEDİĞİNİ ZAMAN TERBİYE EDER

ANNE BABANIN TERBİYE ETMEDİĞİNİ ZAMAN TERBİYE EDER
Hayatın Sert Öğretmeniyle Yüzleşmeden Önce…

Toplumun temel direği olan aile, evlat için ilk okul, ilk mekteptir. Bu okulun öğretmeni anne ve babadır; müfredatı ise sevgi, disiplin, edep ve ahlaktır. Ne var ki bazı anne babalar, ya gafletlerinden ya da ihmal ve gevşekliklerinden dolayı evlatlarına gereken terbiyeyi veremezler. O zaman devreye hayat girer, zaman girer… Fakat onun öğreticiliği merhametli değildir. Çünkü bu atasözünün özünde derin bir uyarı, büyük bir ibret yatar:
“Anne babanın terbiye etmediğini zaman terbiye eder.”

Çocukken verilmesi gereken dersler, eğer verilmezse, hayat büyüdüğünde onu çok daha sert şekilde verir. Anne baba, çocuğunu zamanında doğruyla tanıştırmazsa, onu yanlışla tanışmaktan alıkoyamaz. Küçükken öğretilmeyen sabır, büyüdüğünde hayal kırıklıklarıyla öğretilir. Ahlak verilmezse, hırsızlıkla, yalancılıkla ve yalnızlıkla yüzleşerek öğrenilir. Sevgi verilmezse, sevilmeyerek öğrenilir. Saygı öğretilmezse, hor görülerek öğrenilir.

Oysa çocuk, her hareketiyle şekil almaya hazır bir hamur gibidir. Bu şekli verenler anne babadır. Eğer şekil verilmezse, hayatın tokadıyla yoğrulmaya mecbur kalır. Ne yazık ki hayatın tokadı, ne zamanını sorar, ne yaşını… Terbiye edilmeyen bir evlat; ya başkalarının hayatını zorlaştırır ya da kendi hayatını cehenneme çevirir.

Zamanın terbiyesi gecikmiştir ama keskindir. Suçla, başarısızlıkla, yalnızlıkla, dışlanmışlıkla gelir. Toplumun kuralları, hayatın gerçekleri, sert duvar gibi çarpar yüzüne. İşte o zaman annesinin yumuşak sesi, babasının uyarısı gelir aklına. Ama çoğu zaman çok geçtir.

Bu atasözü bir ceza değil, bir uyarıdır. Anne babalara bir ikaz, gençlere bir hatırlatmadır. “Sen öğretmezsen hayat öğretir; ama senin gibi merhametle değil” demektir. Çocuklara edep öğretilmezse ekranlar, sokaklar, yanlış arkadaşlar öğretir. Ve onlar öğretirken değerleri değil, hevesleri esas alırlar.

Ne Yapmalı?
Anne baba, sevgiyi verirken sınırı da çizmeli. Merhameti gösterirken disiplini de ihmal etmemeli. “Aman çocuğum üzülmesin” diyerek büyüyen evlat, hayatın acımasızlığına dayanamaz. Unutulmamalıdır ki: Sevgiyle yoğrulmuş bir terbiye, ömür boyu korunur. Ama boş bırakılmış bir fıtrat, zamanın hoyrat ellerinde ezilir.

Son Söz:
Zaman, her şeyi öğretir ama çoğu zaman çok pahalıya… O yüzden önce aile öğretmeli, anne babanın diliyle, haliyle ve duasıyla… Çünkü zamanın terbiyesi, ya pişmanlıkla ya gözyaşıyla gelir. Ve o noktada “Keşke…” demek, hiçbir şeyi geri getirmez.

 

 




Âkıbet Ne Getirir? Kur’an’da Sonu Düşünmenin Hikmeti

Âkıbet Ne Getirir? Kur’an’da Sonu Düşünmenin Hikmeti

Zenginlik, şöhret, güç… Peki sonu ne olacak? Kur’an, geçmişin akıbetini anlatırken bugüne ışık tutuyor. İşte düşündüren ayetler ve ibretler…

YAZI GİRİŞ PARAGRAFI (Google Keşfet uyumlu akıcı dil):

Hayat, başladığı gibi bitmiyor; nasıl bittiği aslında her şeyin özeti oluyor. Kur’an-ı Kerîm, “akıbet” kelimesiyle bize sadece sonucu değil, o sonuca giden yolu da gösteriyor. Nice kavimler geldi geçti; kimisi azgınlıkla, kimisi imanla… Her biri geride bir ders bıraktı. Bu yazıda Kur’an’da geçen akıbet ayetlerini, muradlarını ve düşündüren hikmetleri ele alacağız.

BÖLÜM BAŞLIKLARI (SEO ve okuma kolaylığı için):

1. Akıbet Nedir? Kur’an’daki Anlamları

2. Kavimlerin Sonu: Tarihten Bugüne Uyarı

3. İyilerin ve Kötülerin Akıbeti: Ayetlerle Ders

4. Bugün Bize Ne Diyor? Akıbet Bilinciyle Yaşamak

5. Kapanış: Gerçek Başlangıç, Sonla Başlar

SONUÇ PARAGRAFI (Harekete geçirici):

Bugün attığın her adım, aslında yarının akıbetini şekillendiriyor. Geçici süslerden sıyrılıp kalıcı hakikate yönelmek isteyen herkes için Kur’an bir nur, akıbet ise pusuladır. Peki, sen kendi sonunu nasıl görmek istersin?

GÖRSEL TASLAK ÖNERİSİ

Başlık Görseli Fikri:

Arka plan: Harabe olmuş antik bir şehir (örn. Lut kavminin kalıntıları gibi)

Ön plan: Sol tarafta bir yol, yolun sonunda ışık (akıbeti simgeler)

Üstte başlık metni: “Âkıbet Ne Getirir?”
(Yazı sade, net, büyük puntolu, sağ alt köşede olabilir.)

@@@@@@@@

KURAN-I KERİM’DE AKİBET VE MURADİFLERİ İLE İLGİLİ AYETLER VE HİKMETLERİ

Elbette, işte “Kur’ân-ı Kerîm’de Âkıbet ve Murâdîfleri ile İlgili Ayetler ve Hikmetleri” konulu hikmetli, ibretli ve düşündürücü bir makale:

KUR’ÂN-I KERÎM’DE ÂKIBET VE MURADİFLERİ: AYETLER VE HİKMETLER

Giriş

Kur’ân-ı Kerîm, sadece geçmişin haberlerini anlatan bir kitap değildir; her bir ayetiyle bugünün insanına seslenen, geleceğe yön veren, her asra hitap eden ezelî ve ebedî bir kelâmdır. Bu bağlamda “âkıbet” kavramı, Kur’an’ın üzerinde hassasiyetle durduğu derin manalar içeren bir mefhumdur. Âkıbet; işin sonu, neticesi, son durak ve hakiki sonuç demektir. Bu kavramın Kur’ân’daki kullanımı, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde sonuca odaklanmayı, akıbeti düşünerek yaşamayı emreder.

Kur’ân’da Âkıbet Kavramı ve Murâdîfleri

Kur’ân’da “âkıbet” kelimesi doğrudan ve dolaylı olarak birçok yerde geçmektedir. Bununla birlikte aynı mânâya gelen veya yakın anlam taşıyan kelimeler de vardır:

Netîce (sonuç)

Sü’ul-âkıbet (kötü son)

Ukbâ (ahiret ve sonrası)

Meâb (dönüş yeri)

Mesîr (dönülecek yer)

Mâ’îl (varılacak yön)

Fevz (kurtuluş)

Bu kavramların hepsi, hayatın geçiciliğini, yapılan her şeyin mutlaka bir karşılığı olacağını ve insanın gerçek saadetinin ya da felâketinin sonunda belli olacağını bildirir.

Âkıbet Üzerine Ayetler

Kur’ân-ı Kerîm, geçmiş kavimlerin kıssaları üzerinden bugüne dersler sunar. Bu kıssaların ana gayelerinden biri, “akıbeti düşünmeyi” telkin etmektir:

> “Sonunda, kötülük edenlerin âkıbeti, en kötü akıbet oldu; çünkü Allah’ın ayetlerini yalanladılar ve onlarla alay ettiler.”
(Rum Suresi, 10)

> “İşte bu, Allah’a karşı gelmekten sakınanlara vaad olunan cennettir. Irmaklar altından akar. Orada ebedî kalacaklardır. İşte bu, (salihlerin) akıbetidir.”
(Ra’d Suresi, 35)

> “Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğuna baksınlar? Onlar bunlardan daha kuvvetli idiler…”
(Rum Suresi, 9)

Kur’an, sadece sonucun ne olacağını değil, o sonuca götüren süreci de ortaya koyar. Bu, insana irade ve sorumluluk yükleyen bir bakış açısıdır.

Hikmetler ve İbretler

1. Zâhirden Gafil Olma, Âkıbete Bak!

Dünya hayatı bir imtihan sahnesidir. Nice kavimler zenginlik, güç ve saltanat içinde yaşadılar. Ama sonunda yok olup gittiler. Kur’ân, bu örneklerle bize şunu haykırır: “Olaylara dış görünüşüyle değil, neticesiyle bak!”

2. Kötülüğün Akıbeti Hüsrandır

Zulmedenlerin, nankörlük edenlerin, küfre sapanların âkıbeti hep hüsran olmuştur. Bu ilahi bir sünnettir: “Zalimler asla felah bulmaz.” (En’am, 135)

3. İyiliğin Akıbeti Selamettir
Allah’a yönelen, sabreden, sebat eden kulların akıbeti kurtuluştur. Bu da şunu gösterir: “Asıl kazanç, dünyada değil, sonunda belli olur.”

4. Âkıbeti Düşünmek Hayatı Düzene Koyar

İnsan, sonunu düşünerek yaşarsa, davranışlarını ona göre düzene sokar. Anlık heveslerle değil, ebedî hayata yatırım yaparak yaşar. Bu da insanı olgunlaştırır, karakterini sağlamlaştırır.

5. Toplumsal Âkıbet: Kavimlerin Yıkılışı

Kur’an, sadece bireylerin değil, toplumların da bir “akıbeti” olduğunu öğretir. Ad, Semûd, Lut kavmi gibi toplumların helakı, ahlâksızlığın, zulmün ve inkârın nasıl bir son doğurduğunu gösterir. Bu, her toplum için bir uyarıdır: “Siz de aynı yolda yürürseniz, aynı akıbete uğrarsınız.”

Sonuç: Âkıbet Bilinciyle Yaşamak

Kur’ân’ın müminlerden istediği hayat tarzı, âkıbet merkezli bir bakıştır. Sadece bugünü değil, yarını ve ötesini düşünerek yaşamak, her amelinde “Ben bununla Allah’ın huzuruna çıktığımda neyle karşılaşacağım?” sorusunu sormaktır.

> “Ve son (akıbet) takvâ sahiplerinindir.” (A’râf, 128)

Bu ayet, hem bireysel hem de ümmet çapında bir ümit mesajıdır. Şartlar ne kadar zor olursa olsun, inananlar sabır ve sadakatle hareket ederlerse, sonunda zafer onların olacaktır.

@@@@@@#

“Âkıbeti görmeyen ve bir dirhem hazır lezzeti, ileride bir batman lezzetlere tercih eden hissiyât-ı insâniye akıl ve fikre galebe ettiğinden; ehl-i sefâheti sefâhetinden kurtarmanın yegâne çâresi, aynı lezzetinde elemini gösterip hissini mağlûb etmektir. “

@Akibet endişlik

@@@@@@@

Elbette, işte “Âkıbet Endişesi Üzerine Hikmetli, İbretli ve Düşündürücü Bir Makale”:

ÂKIBET ENDİŞESİ: SONU DÜŞÜNEREK YAŞAMANIN HİKMETİ

Hayat, herkes için bir yolculuktur. Bu yolculuğun başı doğum, sonu ise ölüm gibi görünse de, hakikatte her şeyin aslı ve ebedî olan yönü ölümle başlar. Asıl mesele ise bu yolculuğun nasıl bittiği, yani akıbetin ne olduğudur. İşte bu yüzden Kur’an ve hikmet ehli, hayatı akıbet endişesiyle değerlendirmeyi öğütler.

Akıbet Endişesi Nedir?

Âkıbet endişesi; insanın hayatı sadece bugünün rahatına göre değil, yarının neticesine göre yaşamasıdır. Kişi, yaptığı her işte, söylediği her sözde, attığı her adımda “Bunun sonu ne olur?” sorusunu kendine sorar. Bu endişe, insanı korkuya değil, ölçülü bir bilinç haline, muhasebeye ve istikamete götürür.

Kur’an’da Akıbet Endişesi: Düşünenler İçin Uyarı

Kur’ân-ı Kerîm, akıbeti düşünmeyi sadece bir öğüt olarak değil, kurtuluşun anahtarı olarak gösterir:

> “Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, kendilerinden öncekilerin sonlarının nasıl olduğuna baksınlar?”
(Muhammed Suresi, 10)

Bu ayet, sadece tarih bilgisi için değil; ibret, ders ve yön tayini için bir çağrıdır. Kur’an’da anlatılan kavimlerin helakı, zalimlerin düşüşü, müttakilerin kurtuluşu, hep bir sonuç tablosu sunar. Bu tablolar, bugün yaşayan herkesin akıbeti için aynadır.

Neden Akıbet Endişesi Taşımak Gerekir?

1. Hayatın Geçiciliğini Unutma, Akıbet Kalıcılıktır

Dünya hayatı bir seraptır. İnsana ebedî gibi görünür, ama çok çabuk geçer. Akıbet ise dönüş yeri, ebedî hayatın kapısıdır. O kapıdan neyle gireceğimiz, bugünkü tercihlerimizle şekillenir.

2. Şöhret, Makam, Servet… Ama Sonu?

Nice insanlar vardır ki, zirvedeyken yok olup gitmiştir. Âkıbeti düşünmeyenler, anlık heveslere, benlik davasına ve nefsin oyunlarına aldanır. Halbuki ölümle beraber hepsi sona erer. Geriye sadece salih amel, doğruluk ve takva kalır.

3. Kurtuluşun Sırrı: Son Nefese Kadar Sabır ve Sevat
Bir insanın ömrü boyunca iyilik yapması değil, son nefesine neyle girdiği önemlidir. Bunun içindir ki Peygamber Efendimiz (s.a.v.), sıkça şu duayı yapmıştır:

> “Ey kalpleri evirip çeviren Allah’ım, kalbimi dinin üzere sabit kıl!”

Hikmetli Bir Gerçek: Dünya Bir Misafirhane, Akıbet Bir Hesap Günüdür

Bediüzzaman Said Nursî, “Dünya bir misafirhane hükmündedir” der. İnsan bu haneye imtihan için gönderilmiş, serbest bırakılmış, ama başıboş değildir. Her hareketi kaydedilir, her söz not edilir. İşte bu bilinçte olan kişi, akıbet endişesiyle hareket eder, çünkü “Nihayetinde huzura çıkılacaktır.”

Düşündüren Bir Soru: Akıbetin Hazır mı?

Kimi insanlar hayatı öyle bir ciddiyetsizlikle yaşar ki, sanki ebedî burada kalacak gibidir. Halbuki her doğan ölür. Her adım bir sona gider. Bugün hesap edenler, yarın hesaba çekilmeden önce kendilerini kurtarabilirler. Ama akıbeti unutup yaşayanlar, sonu düşünmedikleri için o sonla yıkılırlar.

Sonuç: Akıbet Endişesi Bir Korku Değil, Bir Lütuf ve Rehberdir

Bu endişe, mü’minin elinde bir manevî pusuladır. Sapmamak için, şaşırmamak için, aldanmamak için bir uyarıcıdır. Nefse karşı bir kalkan, şeytana karşı bir zırhtır.

 

 




KUR’ÂN-I KERÎM VE HADÎS-İ ŞERÎFLERDE SAĞLIK VE MURADİFLERİ ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA

KUR’ÂN-I KERÎM VE HADÎS-İ ŞERÎFLERDE SAĞLIK VE MURADİFLERİ ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA

Giriş

İslam dini, insanın hem bedensel hem ruhsal yönüne önem verir. Sağlık, bu iki yönün de dengede olmasıyla ilgilidir. Kur’ân-ı Kerîm ve Hadîs-i Şerîflerde sağlık kavramı doğrudan “sıhhat”, “şifa”, “afiyet”, “selamet”, “temizlik (taharet)” gibi kelimelerle ifade edildiği gibi, dolaylı olarak da ibadetlerin şartlarında ve yaşam tarzı tavsiyelerinde sıkça vurgulanır. Bu yazı, söz konusu muradif (eş anlamlı) kelimeler çerçevesinde sağlık konusunu Kur’an ve hadisler perspektifinden incelemektedir.

I. KUR’ÂN-I KERÎM’DE SAĞLIKLA İLGİLİ KAVRAMLAR

1. Şifa (شفاء)
“Şifa” kelimesi Kur’ân’da hem fiziksel hastalıkların hem de kalp hastalıklarının (ruhsal/manevî rahatsızlıkların) tedavisi anlamında kullanılır.

Örnek Ayetler:

“Biz Kur’an’dan, iman edenler için şifa ve rahmet olan (ayetleri) indiriyoruz.” (İsrâ, 17/82)

“İnsanlara şifa ve rahmet olarak kalbinden çıkan içecekleri (balı) yarattı.” (Nahl, 16/69)

2. Afiyet (عافية)
Her türlü bela, hastalık ve sıkıntıdan uzak olmak anlamındadır. Kur’an’da doğrudan çok sık geçmese de, dua ve hadislerde merkezi bir kavramdır.

3. Selamet (سلامة)
Kurtuluş, huzur ve esenlik anlamındadır. Sağlıkla ilişkili olarak; insanın beden ve ruh bütünlüğünü bozan durumlardan korunması anlamında kullanılır.

4. Tâhâret ve Temizlik (طهارة)
Temizlik, sağlığın korunmasında en önemli unsurlardandır. Kur’an, hem fizikî hem mânevî temizlikten bahseder.

Örnek Ayet:

“Şüphesiz Allah, çok tevbe edenleri ve temizlenenleri sever.” (Bakara, 2/222)

5. Rızık ve Helal Gıda
Sağlıkla doğrudan bağlantılı olan bir diğer konu da helal ve temiz gıdaların tüketilmesidir.

“Ey insanlar! Yeryüzünde bulunanların helâl ve temiz olanlarından yiyin…” (Bakara, 2/168)

II. HADÎS-İ ŞERÎFLERDE SAĞLIK VURGUSU

1. Sıhhatin Değeri

“İki nimet vardır ki insanların çoğu onları değerlendirmede aldanmıştır: Sıhhat ve boş vakit.” (Buhârî, Rikâk, 1)

Bu hadis, sağlığın kıymetinin genellikle elden gittikten sonra anlaşıldığını gösterir.

2. Duâlarda Sağlık Talebi

“Allahım! Bedenime, gözlerime ve kulaklarıma afiyet ver…” (Tirmizî, Deavât, 72)

“Allah’tan af ve afiyet isteyin. Zira hiç kimseye yakîn (ölüm ve iman) dışında afiyetten daha üstün bir şey verilmemiştir.” (İbn Mâce, Zühd, 24)

3. Temizlik ve Sağlık

“Temizlik imanın yarısıdır.” (Müslim, Tahâret, 1)
Bu hadis, temizliğin hem maddî hem manevî yönleriyle sağlığın temelini oluşturduğunu vurgular.

III. DEĞERLENDİRME

Kur’ân-ı Kerîm ve Hadîs-i Şerîfler, sağlığı doğrudan bir “nimet” olarak tanımlar. İslam, sağlığı koruyucu tedbirler almayı (temizlik, helal gıda, ölçülü yaşam), hastalık anında tedavi olmayı ve Allah’tan şifa dilemeyi teşvik eder. Aynı zamanda sağlık, bir ibadet aracı olarak görülür; çünkü ibadetlerin doğru şekilde yapılabilmesi için insanın sağlıklı olması önemlidir.

Sonuç

Sağlık, sadece tıbbî bir konu değil; Kur’an ve sünnet ekseninde bir ahlak, şükür ve sorumluluk alanıdır. İnsanın bedeni bir emanet olarak görülür ve onu korumak da bir ibadettir. Müslüman, bedenini hem ibadet hem hizmet için kullanır. Bu nedenle sağlıkla ilgili emir ve tavsiyeler, dinî hayatın ayrılmaz bir parçasıdır.

Bak:
https://tesbitler.com/index.php?s=SA%C4%9ELIK+