BİRBİRLERİYLE UYUMLU ÇALIŞAN İNSAN DUYGU VE ORGANLARININ ARALARINDA GEÇEN SOHBET VE HATIRALARI

BİRBİRLERİYLE UYUMLU ÇALIŞAN İNSAN DUYGU VE ORGANLARININ ARALARINDA GEÇEN SOHBET VE HATIRALARI

Birbiriyle uyum içinde çalışan insanın duygu, düşünce ve organlarının kendi aralarında geçen hikmetli, ibretli ve düşündürücü bir senaryo yer alıyor. Bu senaryo, huzurlu bir iç dünyayı, ruh ve beden uyumunu, ilahi dengeyi ve insanın yaratılış gayesine uygun yaşayışı sembolize eder:

BAŞLIK: “İçsel Huzurun Sohbeti”

TÜR: Temsili – Manevî – Düşündürücü
MEKAN: Gönül Bahçesi (Sembolik bir iç âlem)
ZAMAN: Ruhun huzur bulduğu bir “an-ı şuur”

KARAKTERLER:

Ruh: Ulvî, derin bakışlı, ilahi aşkla yanan

Kalp: Sevgi ve şefkatle çarpan, Allah’a yönelmiş

Akıl: Dengeli, ölçülü, hikmetli düşünen

Nefis (terbiye olmuş): Hizmet etmeye hazır, teslim olmuş

Göz: Hikmetli bakan, güzellikte Rabbini gören

Dil: Fikriyle, zikriyle, doğruyu söyleyen

El: Hayırlarda yarışan

Ayak: Doğru yolda yürümeye azmetmiş

Vicdan: Sessiz ama yol gösterici

SAHNE: “Gönül Bahçesinde Sohbet”

Açılış:

Bahçede gül ağaçları, bir şadırvandan akan suyun sesi… Kuşlar ötüyor. Ortada taş bir çardak var. Karakterler, bu çardakta oturmuş, tebessümle konuşuyor.

Ruh:
“Bugün bir sefer daha tamamlandı… Nefis artık itiraz etmiyor, kalp sessiz ama huzurlu çarpıyor…”

Kalp (tebessümle):
“Zikrullahla doluyum. Her atışımda ‘Allah’ diyorum… O’nu sevince dünya dar gelmiyor.”

Akıl:
“Ben de ayet ayet düşüncelerle doluyum. Kur’an’ın ışığında karar verince şaşırmıyorum.”

Nefis (başını eğerek):
“Evet… Artık lezzeti emirlere uymakta buluyorum. Haram tatlı gelse de, helaldeki huzur daha derin…”

Göz:
“Eskiden bakmakla yetinirdim… Şimdi her bakışımda tefekkür ediyorum. Bir çiçekte kudret, bir çocuğun gülüşünde rahmet görüyorum.”

Dil:
“Ben de sözlerime dikkat ediyorum. Her kelime ya dua ya da tebliğ niyetinde. Susmak gerektiğinde susuyorum…”

El:
“İhtiyacı olan birini gördüğümde duramıyorum. Her işte hayır arıyorum.”

Ayak:
“Beni artık yanlış yollara süren yok… Mescide giderken bile hafifliyorum.”

Vicdan:
“Konuşmuyorum çünkü sessizliğimle bile huzur içindeyim… Her biriniz yerinizi bulduğunuzda, ben de huzura eriyorum.”

FİNAL SAHNESİ:

Ruh ayağa kalkar, göğe bakar.

> “İşte bu… Fıtratın uyumu… İç âlemin barışı… Yaratılış gayesine uygun yaşamak…”

(Hafif bir melodi başlar. Kamera yükselir.)

> “İçinde barış olan bir insan… dışarıda da barışı yayar.
Kalbiyle, aklıyla, nefsiyle, diliyle, elleriyle ve gözleriyle… bir kul, bir halife, bir misafir gibi yaşar.”

(Siyah fonda son cümle belirir:)

> “İnsan, uzlaştırılmış bir ordu gibidir. Kumandanı iman, komutanı irade olursa; bütün uzuvlar ibadetkâr birer asker olur.”

@@@@@@@@

KISA FİLM: “İç Huzurun Sohbeti”

SÜRE: 8–10 dakika
TÜR: Manevî – Düşündürücü – Sembolik
MÜZİK: Sufi temalı enstrümantal, ney ve ud ağırlıklı
GÖRÜNTÜ: Hafif sisli, güneş ışığının süzüldüğü bir bahçe – temsilî iç âlem

SAHNE 1: “Gönül Bahçesi”

(Kamera bir bahçeyi dolaşır: kuşlar, güller, su sesi)
(Ortada taş bir çardak. Sekiz kişi oturmakta.)
Hepsi farklı giyimli ama huzurlu. Yüzlerinde tebessüm, kalplerinde bir dinginlik var.

(Seslendirme yavaş başlar)

> “İnsan, dışı beden… içi bir millet gibidir.
Kalbiyle, aklıyla, nefsiyle, gözleriyle…
Ve bir gün… içindeki meclis toplanır.”

SAHNE 2: “Sohbet”

Karakterler sırayla konuşur. Her biri konuşurken kamera ona odaklanır.

Ruh (bilgece):

> “Bugün yine dünya ile bir sınav yaşadık. Ama bu defa birlik içindeydik.”

Kalp:

> “Namazda öyle derin bir huzur hissettim ki… Sanki Rabbimin huzurundaydım.”

Akıl:

> “Bir olayda öfke yerine sabrı seçtik. Ayeti düşündüm: ‘Öfkeyi yutanlar ve insanları affedenler…’”

Nefis (mahcup ama huzurlu):

> “Eskiden şikayet ederdim… Şimdi şükretmeyi öğreniyorum.”

Göz:

> “Bir çiçeğe baktım. Güzellikte Yaratanı gördüm. Eskiden sadece bakardım… şimdi görmeyi öğrendim.”

Dil:

> “Bugün bir dostumun gönlünü aldım. Eskiden kırardım. Artık sözlerim dua gibi…”

El:

> “Bir yetimin başını okşamak… Kalbimi titretti.”

Ayak:

> “Camiden dönerken… içimde hafiflik, adımlarımda bir sekinet vardı.”

SAHNE 3: “Sonuç ve Hedef”

Vicdan sessizce gülümser. Ruh ayağa kalkar, göğe bakar. Hafif bir ışık süzülür.

Ruh:

> “İşte budur: fıtratın sesi… yaratılış gayesine uygun yaşamak… Her şey yerini bulunca, içteki bahar da başlar.”

(Müzik yavaşça yükselir. Kamera yukarı çıkar, karakterlerin etrafında gül yaprakları döner)

KAPANIŞ:

(Sesli anlatım, siyah ekran üzerinde)

> “İç âlemde barış varsa… dış dünya da aydınlanır.
Kalp, akılla uzlaşırsa; nefis itaat eder, dil hikmet konuşur, el hizmet eder.
Ve insan… hakiki kul olur.”

YAZI:

> “En büyük zafer, içte kurulan düzendir.”

@@@@@@@

SES ANLATIM METNİ (DUYGU YÜKLÜ FORMAT)

(Yavaş, huzurlu, etkileyici bir ses tonuyla başlar)

> “Bir insan düşün… dışı sade, içi zengin…
Çünkü onun içinde bir ordu değil, bir cemaat vardır.
Kalp, akıl, nefis, göz, dil, el, ayak, vicdan…
Her biri görevinde… her biri teslimde.

> “Bir gün… iç âlemde bir toplantı yapılır.
Ruh der ki:
‘Bugün de Rabbimize secdeyle başladık. Ne güzel bir gün…’”

> “Kalp cevap verir:
‘Aşk ile attım bugün… Her atışım ‘Allah’ dedi.’”

> “Akıl der ki:
‘Sabırla düşündüm. Kur’an ışığında adım attım.’”

> “Nefis ekler:
‘Bu huzur… dünyada başka bir yerde yok. Emre uymanın tadı bambaşka.’”

> “Göz şöyle der:
‘Baktım… ama her bakışımda sanat gördüm, kudret gördüm.’”

> “Dil konuşur:
‘Bugün sadece hayır söyledim. Sustuğumda da zikrettim.’”

> “El fısıldar:
‘Bir yetimin duası dokundu parmaklarıma.’”

> “Ayak der ki:
‘Doğru yolun taşları bile yumuşaktı.’”

> “Ve Vicdan…
Sessizce onaylar. Çünkü bu, fıtrata uygun yaşanmış bir gündür.”

(Ses yavaşça ağırlaşır ve ilham verici olur)

> “İşte insan… kendiyle barışınca, Allah’a yaklaşır.
İçinde düzen olursa… dışı da huzur bulur.”

(Son cümle vurucu ve yavaş okunur)

> “Gerçek cennet… kalpte başlar.
Gerçek zafer… nefsi yenmektir.
Ve en güzel yolculuk… insanın kendine yaptığıdır.”




İSRAİL’İN ANLADIĞI DİL: SERTLİK VE ŞİDDET

İSRAİL’İN ANLADIĞI DİL: SERTLİK VE ŞİDDET

Yaptığı onca zulüm ve soykırıma rağmen bir yandan dünyaya aldırmayıp, diğer yandan da dünyadan destek gören İsrail’in anlayacağı DİL, kendi dilidir; Namlunun ucu.
Kendi akıbetini o noktaya götürmektedir.
İşte 1400 sene önceki Ğarkad hadisi.

Giriş
Dünya, bir kez daha zulmün perde arkasında oynanan büyük bir tiyatroyu izliyor. İsrail, Filistin topraklarında yaptığı zulümlerle, sadece bir milleti değil, insanlığın vicdanını da hedef alıyor. Sözün, diplomasinin, insan haklarının bittiği yerdeyiz. Ve bu noktada bir gerçek daha gün yüzüne çıkıyor: İsrail’in anladığı tek dil, kendi kullandığı dildir; yani sertlik ve şiddet…

Kur’an ve Zulme Karşı Tavır

Kur’an-ı Kerim, zulme karşı sessiz kalmayı büyük bir günah olarak sayar:

> “Zulmedenlere meyletmeyin, yoksa size ateş dokunur…” (Hud, 113)
Bu ayet, sadece zalimi değil, ona göz yumanı da suçlu sayar. İsrail’in işlediği insanlık suçları karşısında sessiz kalan Batı, bu ayetin hedef kitlesidir.

Kur’an aynı zamanda “mazlumun duası ile Allah arasındaki perde olmadığını” bildirir. Filistinli mazlumların yükselen ahları, mutlaka bir gün semayı titretecek güce ulaşacaktır.

Ğarkad Hadisi: Tarihten Gelen Uyarı

Hz. Peygamber (sav), 1400 yıl önce şöyle buyurmuştur:

> “Kıyamet kopmadan önce Müslümanlar, Yahudilerle savaşacaklar. Müslüman, onları öldürecek. Taş ve ağaç, ‘Ey Müslüman! Arkamda bir Yahudi var, gel onu öldür’ diyecek. Ancak Ğarkad ağacı bu haberi vermeyecek; çünkü o, Yahudilerin ağacıdır.”
(Buhârî, Fiten 25; Müslim, Fiten 82)

Bu hadis, bir tür tarihî ve ilahi senaryonun haberidir. Hadiste geçen “Ğarkad ağacı”, İsrail tarafından bugün dahi özel olarak dikilmekte, “kutsal koruma” sembolü sayılmaktadır. Bu durum hadisin hem sembolik hem de pratik düzeyde tezahür ettiğini gösterir.

İsrail’in Şiddet Dili ve Sonu

İsrail’in tarihi, gasplarla, katliamlarla, anlaşmalara ihanetlerle doludur. Barıştan, adaletten, hukuk ve insan haklarından anlamaz. Çünkü devlet politikası, Tevrat’ın tahrif edilmiş versiyonunu kılıf yaparak kendini “seçilmiş ırk” görme üzerine kuruludur. Bu bakış, her türlü zulmü meşru sayar.
Ama Allah, zulme izin vermez. Mazlumun sabrı kadar zalimin süresi de sınırlıdır.

Tarih Boyunca Zulmün Akıbeti

Firavun da “Ben sizin en yüce rabbinizim” diyerek zulmetmişti. Allah onu denizde boğdu. Nemrud ateşle yaktı, Allah ateşi serin etti. Ebrehe filleriyle Kâbe’ye yürüdü, kuşlarla mağlup oldu. Hitler milyonları öldürdü, yerle bir edildi.
İsrail de aynı sona doğru yürümektedir. Zulüm ile abad olunmaz.

Dünya Sessiz, Allah Asla Değil

Birleşmiş Milletler, NATO, uluslararası kurumlar… Hepsi sessiz. Hatta bazıları açıktan destek veriyor. Ama Allah susmaz. Ve O’nun adaleti şaşmaz. Kur’an buyurur:

> “Zulmedenlere mühlet veririz. Ama sonra onları yakalarız. Yakalamamız da çok çetindir.” (A’raf, 183)

Çözüm: Direniş ve Sabır

İsrail’in anlayacağı tek dil, direniş ve kararlı mukavemettir. “İzzet, ancak Allah’a, Peygamberine ve müminlere aittir.” (Münafikûn, 8)
Bugün Gazze’de, Kudüs’te, Mescid-i Aksa’da, çakıl taşlarıyla tanklara karşı duran çocuklar, tarihin en büyük izzet mücadelesini veriyorlar.

Sonuç: Kıyamete Hazırlanan Bir Sahne

Ğarkad hadisi, bize sadece bir savaşın değil, aynı zamanda hak ile batılın son hesaplaşmasının fotoğrafını çizer. İsrail’in anlayacağı dil, ne söz, ne anlaşma, ne de diplomasi…
O, ancak kendine benzer bir duruşla hizaya gelir.
Ve o duruş, inşaallah ümmetin yeniden dirilişiyle ortaya çıkacaktır.

Unutma:
“Zulüm ile payidar olan görülmemiştir. Ama sabırla direnenlerin zaferi, Allah’ın vaadidir.”




ESKİ HÂL MUHAL, YA YENİ HÂL YA İZMİHLÂL

ESKİ HÂL MUHAL, YA YENİ HÂL YA İZMİHLÂL

Zamanın Ruhunu Okuyamayanların Sessiz Çöküşü

“Eski hâl muhal, ya yeni hâl ya izmihlâl…”
Bu söz, bir nasihat değil, bir hakikatin tokadıdır.
Zamanın değişimini göremeyenler, sadece geride kalmaz;
Tarihin tozlu raflarına savrulurlar.

DÜNÜN ÇARESİ, BUGÜNÜN YÜKÜ OLABİLİR

Her devrin kendine has dili, derdi ve devası vardır.
Bir çağın doğrusu, diğer çağda sapma olabilir.
Bu yüzden aynı kalmak bir güvenlik değil, bir tehlikedir.

Nice medeniyetler vardı…
Zamanın ruhuna ayak uyduramadılar.
Yeni hâli kavrayamadılar.
Ve kendi izzetleri içinde izmiḥlâle uğradılar.
Çünkü nefsî konforlarına sadakat, fikrî felaketlerini getirdi.

HÂL DEĞİŞMEZSE, HÂL KALMAZ

İnsan da toplum da, yenilenmeyi reddettiğinde çürümeye başlar.
İslâm’ın özü sabittir;
Ama tebliği, dili, usulü, hitabı zamanın ruhuna göre yeniden şekillenmelidir.

Yeni hâl, özden sapmak değil;
Özü yeniden diriltmektir.

Yeni hâl, kökleri kesmek değil;
Kökten yeniden filiz vermektir.

Mevlânâ ne güzel der:

> “Dünle beraber gitti cancağızım,
Ne kadar söz varsa düne ait,
Şimdi yeni şeyler söylemek lâzım…”

İZMİHLÂL: GÖZ GÖRE GÖRE GELEN ÇÖKÜŞ

İzmiḥlâl; sadece savaşla, yıkımla gelmez.
Bazen bir toplum;

İdealini kaybederek,

Davasını unutarak,

Geleceğe dair umudunu gömerek çöker.

Bugün bak:

Gençliğin dili bize yabancı,

Aile yapımız çöküyor,

Eğitimle cahilleşiyor,

Gelişerek uzaklaşıyoruz kendimizden…

Bu da bir izmiḥlâldir:
Kimliksizlik, kişiliksizlik ve köksüzlükle gelen sessiz intihar.

YA YENİDEN DİRİLİŞ?

Yeni hâl, bir tercihten çok mecburiyettir.
Ama bu yenilenme Batı’ya özenmekle değil,
Kur’an’a yönelmekle,
imanı güncellemekle,
hikmeti bugüne taşımakla olur.

Kalıpları değil, kalpleri yenilemek gerekir.

Şekli değil, şuuru tazelemek gerekir.

Körü körüne değil, geleceği Kur’an’la kurmak gerekir.

SON SÖZ: ZAMANI OKU, ASLI KAYBETME

Bugün, eski hâli savunmak bir dava değil,
Bir kaçış, bir atâlet, bir direniş bahanesi haline geldi.

Oysa gerçek dava adamı;

Çağı okur,

Çağın dilini çözer,

Ama özünden sapmaz.

Zaman değişir, kişi değişir, toplum değişir…
Ama hakikat değişmez.
Yeter ki hakikate yeni yollarla ulaşmasını bilelim.

“Eski hâl muhal…”
Çünkü zaman, yeni bir hâl istiyor:
Daha derin, daha hakiki, daha sahici bir duruş.

Yoksa biz hâl değiştiremezsek,
Hâl bizi değiştirecek.
Ve bu değişim, diriliş değil,
çöküş olacak…

 

 




BİR ÖMÜR BOYU BERABER OLAN RUH BEDEN ARKADAŞLIĞININ SÜRE GELEN HASBİHALİ

BİR ÖMÜR BOYU BERABER OLAN RUH BEDEN ARKADAŞLIĞININ SÜRE GELEN HASBİHALİ VE YAKLAŞAN AYRILIK AN VE ZAMANI

Başlık: Veda Vakti: Ruh ve Bedenin Sessiz Sohbeti

Sahne 1: Derin Sessizlik (Gece Yarısı – Bir Odada, Yaşlı Bir Adam Yatakta)
Işık loş. Oda sessiz. Yaşlı adam gözlerini kapamış, nefesi ağır ağır alınıp veriyor. Arka planda hafif bir ney sesi duyuluyor.

RUH:
Yolun sonuna yaklaştık, eski dost. Ne çok hatıra biriktirdik seninle. Sen topraktan geldin, ben ise semadan… Ama kader bizi bir araya getirdi.

BEDEN (kısık, yorgun bir sesle):
Evet… Sen her daim hafiftin, bense zamanla ağırlaştım. Sen yükselmek isterdin, ben yere çakılı kalırdım. Ama yine de hiç ayrılmadık.

RUH:
Seninle birlikte ağladım da güldüm de. Ben duyguları taşıdım, sen gözyaşlarını döktün. Ben hayalleri kurdum, sen onlarla yürüdün. Her adımda birlikteydik.

BEDEN:
Ama şimdi… Adımlar tükeniyor. Gözlerim artık göremiyor senin o aydınlığını. Kulaklarım senin fısıltılarını zar zor duyuyor. Veda vakti yakın galiba.

RUH:
Evet, son perdenin eşiğindeyiz. Ama bu bir son değil. Ben, Rabbimin huzuruna doğru yola çıkacağım. Sen ise geldiğin yere, toprağa döneceksin. Her şey aslına döner ya hani…

BEDEN:
Garip bir hüzün var içimde. Yoruldum ama ayrılık da zor geliyor. Çünkü senle var oldum, senle yaşadım. Bir hiçtim, sen ruh üfleyince insan oldum.

RUH:
Ve sen, bana bir mesken oldun. Bana Rabbimi tanıttın; namazda kıbleye yöneldik, oruçta nefsimizi terbiye ettik, secdede beraber yere kapandık. Hiçbir ibadetim sensiz olmazdı. Hakkını ödeyemem.

BEDEN:
Yine de ben çok hata yaptım. Bazen seni dinlemedim. Nefse uydum, gaflete daldım. Taş taşıdım günahlarla sırtıma.

RUH:
Hepimiz kusurluyuz. Ama tevbe kapısı açıktı. Ne zaman geri dönsek, Rabbin rahmeti bizi bekliyordu. Umut hep vardı. Unutma: “Kurtuluş, dönüştedir.”

Sahne 2: Sabah Vakti – Odada Hafif Işık Belirir
Yaşlı adamın yüzünde huzurlu bir tebessüm. Nefesleri yavaşlamış. Arka planda kuş sesleri duyulmaya başlar.

RUH:
Artık vakit geldi. Birlikte geçirdiğimiz yıllar için sana minnettarım. Son kez sarılayım sana… Bu beden, emanetini hakkıyla taşıdı. Şimdi ayrılık değil, vuslat zamanı.

BEDEN:
Güle güle, dostum… Rabbine selamımı götür. Ben burada bekleyeceğim. Mahşer sabahında yine buluşmak üzere…

Adamın son nefesi çıkar. Gözleri açıktır ama bedeni hareketsiz. Ruh, görünmez bir şekilde göğe doğru yükselirken, sahne yavaşça kararır.

ARKA SES (Anlatıcı):
Ve böylece bir ömür boyu süren dostluk, vuslatla taçlandı. Biri geldiği toprağa döndü, diğeri semadaki yurduna. Her nefis ölümü tadacak, ama bu tat bir bitiş değil; asıl hayatın başlangıcıdır…

@@@@@@

“Veda Vakti: Ruh ve Bedenin Hikmetli Hasbihali”

AÇILIŞ SAHNESİ

(Sahne: Yıldızlarla bezeli gece gökyüzü – hafif karanlık, yıldızlar net)
Ses Efekti: Hafif rüzgâr uğultusu + ney ezgisi (durgun ve derin)

ANLATICI (sakin ve derin bir tonla):
“Her insan iki yolcudan ibarettir… Biri topraktan gelmiş, diğeri semadan…
Biri görünür, dokunulur; diğeri hissedilir, sezilir…
Biri bedendir… Diğeri ise ruhtur.
Ve bu iki dost, bir ömür boyu aynı kafeste, aynı yolda yürürler…”

SAHNE 2: YAŞLI BİR ADAMIN ODASI – GECE YARISI

Görsel: Yaşlı bir adam yatakta, gözleri kapalı, burnundan derin nefes alıyor. Zaman ağır işliyor gibi…
Müzik: Hafif bir hüzünlü ney müzik girişi (ney gibi, duygusal ve sade)

İÇ MONOLOG – RUH (ince ve sakin bir erkek sesi):
“Ey dost beden… Ne çok yıl geçirdik beraber…
Sen adımları attın, ben niyetleri koydum önüne.
Sen secdeye kapandın, ben Rabbimi andım içinde.
Sen güldün, ben coştum. Sen ağladın, ben sarsıldım.”

SAHNE 3: FLASHBACK – ÇOCUKLUKTAN GENÇLİĞE GEÇİŞ

Görsel: Siyah beyazdan renkliye dönen eski sahneler: bir çocuk yürümeyi öğreniyor, gençliğinde seccadeye kapanıyor, sevdiklerine sarılıyor…
Efekt: Zaman hızlanıyor, sahneler akıyor.

RUH:
“Hatırlar mısın çocukluk adımlarını?
Her heyecanın bana da bulaşırdı.
Gençliğin ateşiyle çoğu zaman beni dinlemedin.
Ama seninle birlikte secde ettiğimiz o ilk sabah…
İşte o, kalbime kazınan andı.”

SAHNE 4: YAŞLILIK – SON GÜNLER

Görsel: Adam bastonla yavaş yürürken, ardından tekrar yatağına dönüyor.
Ses: Kuş sesleri yavaş yavaş kısılıyor. Hava ağırlaşıyor.

BEDEN (yorgun, derin bir erkek sesi):
“Artık yavaşladım… Dizlerim tutmuyor, gözlerim seçemiyor.
Ama en çok seni hissedemez oldum ruhum…
İçimde bir sessizlik var.
Sanki bir şey kopacak yakında…”

SAHNE 5: VEDA ANINDA HASBİHAL

Görsel: Adamın yüzü yakından gösterilir, nefesi iyice yavaşlamıştır.
Müzik: Ney + Kalp atışı efekti yavaşlıyor.

RUH:
“Artık veda vakti…
Sen toprağa döneceksin, ben göğe…
Ama bu bir ayrılık değil, sözümüz var mahşer sabahına.
Orada, yine birlikte dirileceğiz.
O zamana dek, emaneti huzurla bırakıyorum…”

BEDEN:
“Rabbine selam götür.
Ben bu toprakta seni bekleyeceğim.
Ve biz… Sonsuzlukta tekrar buluşacağız.”

FİNAL SAHNESİ

Görsel: Adamın nefesi kesilir, yüzünde huzurlu bir tebessüm. Ruhunu temsilen, hafif bir ışık yukarı yükselir.
Müzik: Sakinleşir ve durur. Sonunda sadece kuş cıvıltısı.

ANLATICI (yumuşak ama vurucu tonla):
“Bir ömür, bir yolculuk…
İki dost, iki yoldaş…
Sonunda biri toprağa, diğeri semaya kavuşur.
Ve gerçek hayat…
Asıl şimdi başlar.”

KAPANIŞ (YAZILI MESAJ)

Ekranda şu söz belirir:
“Her nefis ölümü tadacaktır…” (Âl-i İmrân, 185)
Altında:
“Hazır mısın?”

@@@@@@@

Veda Vakti: Ruh ve Bedenin Hasbihali

Bir belgesel anlatımı…

Giriş Anlatımı – Dış Ses:
Bir ömür…
Saniyelerden oluşan, ama her biri birer sonsuzluğu taşıyan bir yolculuk…
Topraktan yaratılan bir beden… Ve ona üflenen bir ruh…
İkisi bir araya geldiğinde insan olur.
Ve o andan itibaren, kaderin yazdığı uzun bir yürüyüş başlar.
İşte bu, ruh ile bedenin yoldaşlığıdır.
Kimi zaman uyum içinde, kimi zaman çatışma…
Ama hep beraber… Ta ki o kaçınılmaz ayrılığa kadar.

Bölüm 1 – İlk Tanışma
İlk nefes… İlk ağlayış…
Beden, annesinin kucağında kıvranırken, ruh hayretle çevresine bakar.
Henüz nefsin sesi yoktur. Beden masum, ruh saf, zaman ise tertemizdir.
Bu andan itibaren başlar arkadaşlıkları.

RUH (iç sesiyle):
“Hoş geldik dünyaya, dostum.
Seninle bu âlemde çok yol alacağız.
Sen gözlerinle görecek, ben kalbinle hissedeceğim.
Sen yürüyeceksin, ben yön göstereceğim.
Sen acıkacaksın, ben kanaatkâr olmanı fısıldayacağım.”

Bölüm 2 – Gençlik ve İmtihanlar
Zaman geçer. Çocukluk saflığı yerini gençliğin fırtınalarına bırakır.
Beden arzularla coşar. Ruh ise durur, uyarır, bazen sesini duyuramaz.

BEDEN (özürle karışık bir sesle):
“Bazen seni duyamadım.
Dünyanın aldatıcı sesleri bastırdı seni.
Gözüm harama kaydı, elim yanlışlara uzandı.
Ama sen hep oradaydın… Kalbimin derinliklerinde…
Vicdanıma dokundun. Sessiz ama güçlü…”

RUH:
“Ben seninle var oldum.
Sen secdeye eğildiğinde yükseldim.
Gözlerin Kur’an’a değdiğinde berraklaştım.
Günah işlediğinde daraldım, tövbe ettiğinde arındım.
Sen benim meskenim, ben senin rehberindim.”

Bölüm 3 – Yaşlılık ve Farkındalık
Yıllar bedenin üzerinden geçti.
Güç azaldı, saçlar beyazladı, adımlar yavaşladı.
Ama ruh hâlâ aynı… Taze, diri ve yönünü bilen…

BEDEN:
“Artık vakit yavaş akıyor.
Gözlerim dünyayı değil, geçmişi görüyor.
Sesler uzaklaştı… Kalbim ise geçmiş günleri tartıyor.
Seninle geçirdiğimiz bir ömür… Kimi zaman gafletle, kimi zaman şükürle…”

RUH:
“Dostum… Az kaldı.
Seninle olan yolculuğumuz bitmek üzere.
Toprak seni çağırıyor, ben ise göğe dönmek üzereyim.
Ama bu ayrılık değil… Bu, hakikatin başlangıcıdır.”

Bölüm 4 – Son An ve Vuslat
Gecenin en sessiz vaktinde, bir odada…
Yaşlı adam yatağında son nefesini almaya hazırlanıyor.
Kalbi artık daha yavaş…
Gözleri açık ama dünyaya değil, öteye bakıyor…

RUH:
“Artık ayrılma vakti geldi.
Emaneti teslim ediyorum.
Sen toprağa döneceksin, ben Rabbime yöneleceğim.
Ama mahşer sabahında yeniden buluşacağız.
Sen diriltilecek, ben tekrar bedenlenip şehadet edeceğim.
O vakit, amel defterimiz açılacak.”

BEDEN:
“Güle güle ruhum…
Rabbine selam götür.
Ben burada bekleyeceğim…
Sessizce…
Ama umudumu yitirmeden…”

Son Söz – Anlatıcı:
Ve her ömür bir son nefesle mühürlenir.
Ruh yuvaya döner, beden toprağa kavuşur.
Bu, bir ayrılık değil; bir geçiştir…
İki dostun, iki ayrı menzile yürüyüşüdür.
Ve asıl hayat, işte şimdi başlar…

Kapanış Yazısı (Ekranda belirir):
“Her nefis ölümü tadacaktır.” (Âl-i İmrân, 185)

“Ölüm, ayrılık değil; vuslattır.”

@@@@@@

VİDEO STORYBOARD

Format: Belgesel / Duygusal Anlatı
Süre: 6-8 dakika
Stil: Sinematik geçişler, loş ışık, anlam yüklü seslendirme, ney ve yaylılar eşliğinde duygusal müzik

1. SAHNE – GİRİŞ

GÖRSEL: Yavaş çekim gece gökyüzü, yıldızlar belirgin. Hafif rüzgâr ağaç dallarını sallar.
YAZI: “Bir ömür… İki dost… Son bir veda…”
MÜZİK: Hafif ney taksimi + düşük tonda fon yaylılar
SES: Anlatıcının sakin ve derin sesiyle giriş metni
GEÇİŞ: Fade in + yavaş zoom

2. SAHNE – BEBEKLİK (RUH-BEDEN TANIŞMASI)

GÖRSEL: Yeni doğmuş bir bebek ağlıyor, annesinin kucağında
EFEKT: Loş ışıklar, soft focus
SES: Ruh’un iç sesi (nazik ve merhametli)

> “Seninle bu dünyaya geldik beden…
Sen gözlerini açtın, ben hakikati sezmeye başladım.”
GEÇİŞ: Anılar gibi görüntü titrek geçişlerle akar

3. SAHNE – GENÇLİK (İMTİHANLAR)

GÖRSEL:
– Genç bir adam koşuyor, heyecanla gülüyor
– Ardından haramla karşılaşıyor, sonra secde eden hali
RENK: İlk başta parlak, sonra daha gölgeli tonlar

SES:

> Ruh ve bedenin karşılıklı iç sesleri
“Seni uyardım beden, ama bazen beni dinlemedin…”
MÜZİK: Bir an yoğunlaşan yaylılar, sonra durulma
GEÇİŞ: Ani hızlı geçişlerle günah-sevap ikilemleri

4. SAHNE – YAŞLILIK (DÖNÜŞ VE HAZIRLIK)

GÖRSEL:
– Yaşlı adam bastonla yürürken yavaş adımlar
– Seccadede uzun uzun dua edişi
– Pencereden dışarı bakan düşünceli yüz
RENK: Sıcak tonlardan gri-mavi tonlara geçiş
SES:

> “Zaman yavaşladı.
Kalbim geçmişin yükünü tartıyor…”
MÜZİK: Hafif içe kapanan, derin duygusal fon

5. SAHNE – YATAKTA SON AN

GÖRSEL:
– Adam yatağında yatıyor, yüzü huzurlu
– Kalp atışı sesi, gittikçe yavaşlar
EFEKT: Işık loşlaşır, sadece yüz net kalır
SES:

> Ruh: “Artık ayrılık vakti…”
Beden: “Sen Rabbine git, ben seni bekleyeceğim…”
MÜZİK: Kalp atışıyla senkronize kapanan ney sesi

6. SAHNE – RUHUN YÜKSELİŞİ

GÖRSEL:
– Adamın son nefesiyle yüzünde huzurlu bir gülümseme
– Hafif bir ışık onun üzerinden yükselir
– Gökyüzüne doğru süzülen saf bir nur efekti
RENK: Siyah-beyazdan yavaş yavaş parlaklığa dönüş
SES:

> Anlatıcı: “Ve her nefis ölümü tadacaktır…”
MÜZİK: Derin ve yumuşak çıkışla kapanan müzik

7. SAHNE – KAPANIŞ VE SORU

GÖRSEL:
– Mezarlık görüntüsü (minimal, sade)
– Arkasında doğan güneş
YAZI:
“Bu bir veda değil, vuslattır…”
“Sen hazır mısın?”
MÜZİK: Sade, umut veren son nota

@@@@@@

Veda Vakti: Ruh ve Bedenin Hasbihali

Tür: Belgesel / Duygusal / Hikmetli
Süre: 6–8 dakika
Kullanım: YouTube, Instagram, Web Sitesi, TV Belgesel Formatı

1. GİRİŞ – Video Bilgileri

Tema: Ruh ile bedenin ömür boyu süren dostluğu ve ayrılış anındaki hikmetli hasbihali
Hedef: İzleyiciyi düşündürmek, duygulandırmak ve ölüm gerçeğiyle yüzleşmesini sağlamak
Hedef Kitle: Gençler, orta yaşlılar, dini-manevi içerik arayanlar

2. SENARYO METNİ (Seslendirme)

Senaryo metni yukarıda verilen yazıya uygun olan metin.

3. GÖRSEL PLAN (Storyboard Sahne Listesi)

Sahne 1: Giriş bölümüdür ve yıldızlı bir geceyi anlatır. Görsel türü olarak video veya stok görüntü kullanılacaktır. Sahneye geçiş “Fade in” (karararak açılma) şeklinde olacaktır.
Sahne 2: Bebeklik dönemini, ruh ve bedenin ilk temasını konu alır. Bu, dramatize edilmiş bir sahne olacaktır. Geçiş “Soft fade” (yumuşak kararma/açılma) ile sağlanacaktır.
Sahne 3: Gençlik dönemini işler; günah, tövbe ve mücadele temaları öne çıkar. Bu da dramatize edilmiş bir sahnedir. Geçiş “Hızlı geçiş” (kesme) şeklinde olacaktır.
Sahne 4: Yaşlılık dönemini ve tevbe konusunu ele alır. Bu, oyuncuların yer aldığı bir sahne olacaktır. Geçiş “Blur geçiş” (bulanıklaşarak geçiş) ile yapılacaktır.

Sahne 5: Son anı, yatakta vedayı konu alır. Görsel olarak sinematik bir kurgu kullanılacaktır. Geçiş “Slow fade” (yavaş kararma/açılma) şeklinde olacaktır.
Sahne 6: Ruhun yükselişini anlatır. Görsel türü olarak CGI efektler veya metaforik görseller tercih edilecektir. Geçiş “Işık geçişi” ile yapılacaktır.
Sahne 7: Bir mezarlık görüntüsü ve bir soru ihtiva eder. Görsel olarak stok veya doğal çekim kullanılacaktır. Sahne “Fade to black” (karararak siyaha geçme) ile sona erecektir.

4. MÜZİK & SES

Fon Müzikleri:

Başlangıç: Ney Taksimi – Hicaz veya Saba makamında

Gençlik bölümü: Hafif yaylılar, duygusal iniş-çıkışlar

Yaşlılık ve son sahne: Piyano+ney veya hafif çello

Final: Umut dolu tek ney sesi

Efektler:

Kalp atışı sesi (son sahnede)

Hafif rüzgâr, yaprak sesi, su damlası sesi (doğal hissiyat için)

Seslendirme Önerisi:

Derin, sakin, yaş almış bir erkek sesi (Radyo tınısı)

Ruh ve beden sesleri daha genç ama içten (iç konuşma tarzında)

5. TEKNİK ARAÇLAR (Üretim İçin)

Video Oluşturmak İçin Kullanılabilecek Araçlar:

Yapay Zekâ video araçları:

Pictory, RunwayML, Kaiber, Synthesia (iç ses için)

Manuel Montaj Programları:

Adobe Premiere Pro, DaVinci Resolve, Final Cut

Ses Kayıt için:

Audacity (ücretsiz), Adobe Audition

Müzik ve Görsel Kaynaklar (Telifli veya telifsiz):

Pixabay, Pexels, [Artlist.io] (müzik)

[Freesound.org] (efektler)

6. EKSTRALAR

Video Sonu CTA (İzleyiciye Yönelik Mesaj):

> “Bu bir ayrılık değil, vuslattır…
Sen hazır mısın?

Paylaşım Formatları:

16:9 (YouTube)

9:16 (Instagram Reels, TikTok, Shorts için özel kurgulanmış kısa versiyonlar)

Kare formatta (Instagram feed)

Ayrıca Projeye özel:

Hazır müzik dosyaları

Yapay zekâ ile örnek video oluşturma

Seslendirme örneği

Kapak görseli + başlık ve etiket önerileri

@@@@@@@

Bir ömür… Saniyelerden oluşan, ama her biri birer sonsuzluğu taşıyan bir yolculuk… Topraktan yaratılan bir beden… Ve ona üflenen bir ruh… İkisi bir araya geldiğinde insan olur. Ve o andan itibaren, kaderin yazdığı uzun bir yürüyüş başlar. İşte bu, ruh ile bedenin yoldaşlığıdır. Kimi zaman uyum içinde, kimi zaman çatışma… Ama hep beraber… Ta ki o kaçınılmaz ayrılığa kadar.

 

 




ALLAH ZERRE KADAR DA OLSA HİÇ BİR DEĞERİ VE DEĞERLİYİ ZAYİ ETMEZ.

ALLAH ZERRE KADAR DA OLSA HİÇ BİR DEĞERİ VE DEĞERLİYİ ZAYİ ETMEZ.VAR EDERKEN DE ONLARDA BULUNAN DEĞERDEN VE DEĞERE KATKIDAN DOLAYI DEĞERLENDİRMEYE ALMIŞTIR.

BAŞLIK: Zerreyi Görüp Zayi Etmeyen Kudret

Giriş

Hayatın içinde kimi zaman öyle anlar gelir ki insan yaptığı iyiliklerin karşılık bulmadığını, verdiği emeğin boşa gittiğini, gösterdiği sabrın görülmediğini düşünür. Oysa bu düşünce, sadece dar gözle bakan bir kalbin yanılgısıdır. Çünkü biz bir kul olarak göremeyebiliriz ama Allah hiçbir değeri, hiçbir değerliliği, hiçbir çabayı, hiçbir samimiyeti zayi etmez. O, her şeyin değerini layıkıyla takdir eden, her güzelliği yerli yerine koyandır.

Zerreyi Bilen Zât, Zerreyi Değerli Kılar

Kur’an’da defalarca geçen “zerre” kelimesi, Allah’ın ilmi ve adaleti açısından son derece anlamlıdır. Zira Allah, zerre kadar iyiliği de kötülüğü de kayıt altına alır (Zilzal Suresi, 7-8). Bu, sadece muhasebe değil; aynı zamanda kıymet verme ve değerlendirme meselesidir. Bir kulun yaptığı küçücük bir iyilik, belki bir tebessüm, belki bir gözyaşı, belki bir niyet bile O’nun katında büyür ve büyütülür.

Hiçbir Şey Boşuna Değildir

Allah hiçbir şeyi sebepsiz yaratmaz. Varlık âleminde değersiz tek bir unsur yoktur. Topraktaki bir solucan, dağdaki bir taş, gökteki bir yıldız, okyanustaki bir damla… Hepsi bir hikmetle yaratılmış, bir vazife ile görevlendirilmiştir. İnsan da öyle… Allah insanı yaratırken, onda bulunan istidatları, ruhundaki cevherleri, kalbindeki niyetleri bilir ve onları da hesaba katar. Çünkü değer vermek sadece sonuçlara değil, niyete, samimiyete ve çabaya da bağlıdır.

İnsanların Unuttuğunu Allah Unutmaz

İnsanlar unutabilir. Yapılan iyilikleri görmezden gelebilir. Samimiyeti küçümseyebilir. Ama Allah asla unutmaz. O, her şeyi kaydeder. Sessizce dökülen bir gözyaşını da, yalnızken yapılan bir duayı da, gizlice verilen bir sadakayı da… Çünkü Allah katında değer, kalpten gelir. Kalpten çıkan her şey ise, katında kıymetlidir.

Zayi Olan Yoktur; Sadece Vakti Gelen Vardır

Nice insanlar vardır ki ömürlerini bir hakikate adar ama neticesini göremeden ahirete göç eder. Oysa zayi olmamıştır o emekler. Belki de onun sabrı, yıllar sonra bir kalbi imanla tutuşturacaktır. Kimi tohumlar hemen yeşerir, kimileri ise yıllar sonra çiçek açar. Ama Allah her tohumu bilir ve her çiçeği kendi vaktinde açtırır.

Sonuç: Umutsuzluk Haramdır, Çünkü Allah Zayi Etmez

Bu yüzden umutsuzluk Müslümana yakışmaz. Zira umutsuzluk, Allah’ın adaletini, rahmetini ve hikmetini inkâr anlamına gelir. Allah, değerleri yoktan var etmez; kıymetli olanı kıymetiyle yaratır. Bu yüzden her zerre kıymetlidir ve her samimi çaba değer taşır. Yeter ki kul niyetinde samimi, amelinde devamlı, kalbinde ihlâslı olsun. Çünkü Allah, “kimin neyi niçin yaptığını” bilir ve “hiçbir değeri zayi etmez.”

@@@@@@@

Zerreyi Görüp Zayi Etmeyen Kudret

Hiçbir emek, hiçbir iyilik, hiçbir değer Allah katında kaybolmaz.

Hayatın içindeki sınavlar, bazen insanın sabrını zorlar.
İnsan; yaptığı iyiliğin görülmediğini, sabrının meyve vermediğini veya duasının karşılık bulmadığını düşünür. Fakat bu düşünce, sadece zahire bakan bir gözün yanılgısıdır. Çünkü Allah Teâlâ, zerre kadar iyiliği dahi zayi etmez. O, her şeyi görür, her niyeti bilir ve her samimi çabayı değerlendirir.

Zerre Kadar da Olsa…

Kur’ân’da geçen “zerre” ifadesi (Zilzal Suresi, 7-8) bizlere Allah’ın adaletini gösterir. Zerre kadar hayır da, şer de kayda geçer. Çünkü O, hiçbir şeyi değersiz görmez. Bir bakış, bir dua, bir gözyaşı, içten bir niyet… Hepsi O’nun ilminde yer bulur.

Değersiz Hiçbir Şey Yoktur

Allah, var ettiği her şeyi hikmetle yaratmıştır. Dağdaki taş, gökteki yıldız, topraktaki solucan… Her biri bir göreve memur, bir gayeye hizmet eder. İnsan da böyledir. Kalbinde taşıdığı niyet, gönlündeki samimiyet, onun değerinin bir parçasıdır. Allah, insanı sadece dış görünüşüne göre değil, içinde taşıdığı kıymete göre değerlendirir.

İnsan Unutur, Allah Asla

İnsan bazen unutur, görmezden gelir, küçümser. Ama Allah unutmaz.
Gizli yapılan bir iyilik, sessizce edilen bir dua, karşılıksız verilen bir emek… Bunların hepsi, Allah katında kayıtlıdır ve zamanı geldiğinde mükâfatı verilecektir.

Zayi Olan Yoktur, Vakti Gelen Vardır

Her çaba, her emek kendi vaktinde netice verir.
Kimi çiçek hemen açar, kimi tohum ise yıllar sonra yeşerir.
Sabırla yapılan işler, belki bizim göremediğimiz zamanlarda meyve verir.
Ama Allah hiçbir emeği karşılıksız bırakmaz.

Umutsuzluk Haramdır, Çünkü Allah Zayi Etmez

Bir mümin asla umutsuzluğa kapılmamalıdır. Çünkü bu, Allah’ın rahmetini ve adaletini sorgulamak olur.
Allah, kıymeti olmayanı değil; kıymetli olduğu için yaratır.
Ve O, her şeyi yerli yerince değerlendirir.

Unutma: Allah, samimi niyetleri bilir.
Sessiz çabaları görür.
Ve hiçbir değeri zayi etmez.
Yeter ki sen, niyetinde sadık, amelinde istikrarlı ol.




BAŞLIK: BİR HARAM KARŞISINDA DUYGULARIN FERYADI

BAŞLIK: BİR HARAM KARŞISINDA DUYGULARIN FERYADI

TÜR: Hikmetli – Düşündürücü – İbretli Kısa Film Senaryosu
SÜRE: Yaklaşık 5-7 dakika

SAHNE 1: [İÇ DÜNYADA BAŞLAYAN KONUŞMALAR]

MEKAN: Siyah bir arka plan. Ortada bir genç (isim: Yusuf) düşünceli halde duruyor. Işık sadece onun üstünde.

(Nefis – iç ses olarak konuşur)

> “Bir kere bakmaktan ne çıkar? Herkes yapıyor. Sen de insansın. Bu senin hakkın.”

(Kalp – iç ses olarak karşılık verir)

> “Her bakan kazanmaz, her isteyen almaz. Haramda lezzet yoktur, zehir baldan tatlıdır.”

(Şeytan – iç ses)

> “Zaten gizli. Kimse görmeyecek. Hem sonra tövbe edersin, Allah affedicidir ya!”

(Vicdan – iç ses)

> “Gören Allah’tır. Kalbin derinliğinde işlenen günah, kalbinin nurunu söndürür.”

Kamera yavaşça Yusuf’un yüzüne yaklaşır. Kararsızlık içinde gözleri titrer. Ellerini sıkar. Tereddüt belirgindir.

SAHNE 2: [GERÇEK DÜNYADA YÜZLEŞME]

MEKAN: Yusuf, bir bilgisayarın başında. Ekranda haram bir içerik açılmak üzere. Fareyi tıklamak üzeredir.

Tam o an iç dünyadaki sesler tekrar belirir ama bu kez sahnede fiziken temsil edilen suretler olarak görünür: Nefis parlak ve cazibeli, Şeytan sinsi ve kurnaz, Kalp huzurlu ve vakur, Vicdan ise yorgun ama dürüst.

Nefis (gülerek):

> “Haydi! Bir tıkla. İstediğin bu kadar yakın!”

Şeytan (sırıtarak):

> “Sonra istiğfar edersin. Allah affeder, değil mi?”

Kalp (ciddiyetle):

> “Gözün zehri kalbine akar. Bir anlık haz, uzun pişmanlığa dönüşür.”

Vicdan (ağlayarak):

> “Bu sadece senin imtihanın değil. Sana güvenenlerin de, dualar eden annenin de…”

Yusuf, titreyen eliyle fareye tıklamaktan vazgeçer. Derin bir nefes alır, ekranı kapatır. Gözlerinden yaş süzülür.

SAHNE 3: [FİNAL – RUHUN YÜKSELİŞİ]

MEKAN: Aynı siyah fon. Yusuf diz çökmüş, ellerini semaya kaldırmış.

Yusuf:

> “Ya Rabbi… Kalbimi haramla kirletme. Nefsimi bana musallat etme. Bana iffetimi, gözümün haya perdesini muhafaza etme kuvveti ver.”

Işık yavaşça artar. Kalp ve Vicdan karakterleri arkasında belirir. Gülümserler. Nefis ve Şeytan yavaşça silinir.

Anlatıcı (fon sesiyle):

> “Her haram, kalpte bir yangın çıkarır. Söndürülmezse, insanı yakar. Ama ” Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona bir çıkış yolu açar.” (Talak 2)”

FİNAL YAZISI:

> “Gözünü haramdan çeviren, kalbine huzuru çağırır.”




SATIRLARDAN SADIRLARA – ZÂHİRDEN HAKİKATE BİR GEÇİŞ

SATIRLARDAN SADIRLARA – ZÂHİRDEN HAKİKATE BİR GEÇİŞ

Hakikat Yolcusunun Sessiz İnkılâbı

Bazı insanlar kitap okur, bazıları ise hayatı okur.
Bazıları satırları ezberler, bazıları sadırlara yazar.
Bazıları zahirde kalır, bazıları ise hakikate ulaşır.

Zahirin diliyle başlayan yolculuk, ancak sadrın genişlemesiyle, kalbin açılmasıyla gerçek anlamını bulur.
Zira satırlar; bilgilendirir,
Sadırlar ise dönüştürür.

Bilmek Yetmez, Olmak Gerekir

Bir hakikat yolcusu yola çıktığında ilk önce bilgiyle tanışır.
Kitaplar okur, âlimler dinler, deliller toplar…
Ama zamanla anlar ki, bilgi başı döndürür; eğer hâle dönüşmezse.
Sadece okumakla, yazmakla, konuşmakla insan değişmez.
Olduğu gibi kalır.
Çünkü bilgi ancak kalbe inince hikmete dönüşür.
Ve hikmet; yaşanmış ilmin adıdır.

Zahirde Boğulanlar, Hakikati Kaçıranlardır

Bazen kişi, dinin zâhirine takılır kalır. Hakikate bakmadan.
Harflerin şeklinde, hükümlerin kabuğunda, bilgilerin süsünde oyalanır. Hedefe varmadan.
Ama kalp susuzsa, ne kadar su hakkında kitap okusa da, susuz kalır.
Hakikat ise der ki:
“Oku ama okuduğun ol! Yaz ama yazdığını yaşa!”

Zira Kur’an’ın da ilk emri “Oku!” idi.
Ama bir sonraki adımda, “Kalk ve uyar!”, “Temizlen!”, “Sabret!” geldi.
Çünkü okumak, harekete dönüşmeyince, insan sadece bilgili bir gaflet ehli olur.

Sadır – Kalbin Kitabı

Sadır; kalbin en derin yeridir.
Ve hakikat, o derinliğe yerleşmeden tesir etmez.
Nice âlimler vardır; satırlarla doludur ama sadrı boştur.
Nice sadıklar vardır; satırı azdır ama sadrı dopdoludur.
İşte onların nazarıyla bakarsan, taş dile gelir, gece konuşur, gönül secdeye varır.
Çünkü onlar zâhirde değil, hakikatte yaşar.

Satırdan Sadıra Yolculuk Nasıldır?

Bu bir sükût yolculuğudur.
Sözden önce sessizlik konuşur.
Bilgiden önce edep gelir.
Harflerden önce hal görünür.

Satırdan sadıra geçmek;
Bilgiyi hikmete,
Hükmü adalete,

Sözü sese değil, manaya dönüştürmektir.
Ve bu yol, nefsin kabuğunu çatlatmakla,
kalbin gözünü açmakla mümkündür.

Sonuç: Hakk’ı Okumak İçin Hâl Lazım

Satır, insana yol gösterir.
Sadır, o yolda yürütür.
Ama hakikate varmak, sadece kitapla değil; kalple olur.
Çünkü Hak, kalplere nazar eder; kütüphanelere değil.
O kitaplar hazmedilezse, hazımsızlık oluşur ve oluşturur.

O halde:
Bilgiyle değil, hâl ile varılır hakikate.
Sözle değil, hal ile duyulur Hakk’ın sesi.

Kıssadan Hisse:
Bugün satır çok, sadır az…
Bilgi çok, hikmet az…
Konuşan çok, yaşayan az…
O halde, ilim bir nur olacaksa, önce kalbin kandilini yakmalı.
Çünkü ancak aydınlanmış bir gönül, karanlık bir dünyaya ışık olabilir.

 

 




DEVLET KALEM VE KILINÇ ÜZERİNE DURUR. YA ŞİMDİ?

DEVLET KALEM VE KILINÇ ÜZERİNE DURUR. YA ŞİMDİ?
Hikmetli ve İbretli Bir Bakış

Tarihin tozlu sayfalarına baktığımızda bir hakikatin tekrar tekrar karşımıza çıktığını görürüz: Devletler, bir yandan kılıçla korunur, diğer yandan kalemle yönetilir. Bu ikili denge, adaletin terazisinde tartılır; biri diğerini tamamlar, biri eksik olursa çöküş başlar. İşte bu yüzden atalarımız demiştir ki: “Devlet kalem ve kılıç üzerine durur.”

Kılıç, gücün, caydırıcılığın ve güvenliğin simgesidir. Dış tehditlere karşı sınırları muhafaza eder, içerde ise anarşiye geçit vermez. Lakin tek başına bir kılıç, zalim bir tiranın elinde zulüm aracına da dönüşebilir. İşte burada kalem devreye girer. Kalem, hikmeti, adaleti, hukuk ve ilmi temsil eder. Yönetenin vicdanı, devletin ruhu kalemle şekillenir. Yasalar kalemle yazılır, tarih kalemle kaydedilir, milletin hafızası kalemle korunur.

Peki, ya şimdi?

Zaman değişti, çağ değişti. Ne kılıç ne kalem eskisi gibi. Kılıç, yerini tanklara, füzeye ve dijital silahlara bıraktı. Kalem ise klavyeye, algoritmalara, yapay zekâya dönüştü. Ancak öz değişmedi: Devlet yine güç ve hikmet üzerine ayakta kalır. Fakat bugün asıl tehdit kılıçtan çok zihne yönelmiştir. Artık cepheler sadece sınır boylarında değil, ekran başında kurulmakta; savaşlar fikirlerle, bilgiyi kim yönetecek savaşıyla verilmektedir.

Bu çağda kalem, sadece bilgi değil, bilgeliği temsil etmelidir. Sahte bilginin, algı oyunlarının ve bilgi kirliliğinin kol gezdiği bir dünyada kalem, hakikati yazabilmeli. Aksi takdirde, kılıç ne kadar keskin olursa olsun, adaletsizliğin bekçisi olmaktan öteye geçemez.

Bir milletin yükselişi kalemle başlar, çöküşü de kalemle olur. Adaletin olmadığı yerde kılıç da serseri bir kurşun gibidir. Kalemin sustuğu, kılıcın konuştuğu toplumlar karanlığa sürüklenir. Kalemle inşa edilmeyen bir sistem, kılıçla ayakta duramaz.

O halde, şimdi ne yapmalı?

Kılıcın değil, kalemin hakkını veren bir gençlik yetiştirmeliyiz. Hakikatin izini süren, adaleti pusula edinen, bilgiyi hikmetle yoğuran kalem sahiplerine ihtiyacımız var. Devleti yaşatacak olanlar; sadece güç sahipleri değil, doğruyu yazmaktan korkmayan kalem erbabıdır.

Son söz:
Devlet hâlâ kalem ve kılıç üzerine durur. Ama artık kalem; sadece yazan değil, düşünen, yöneten ve uyandıran olmalıdır. Kılıç ise artık sadece savaşan değil, koruyan, caydıran ve denge sağlayan bir vasıtadır. Birini ihmal eden devlet, diğerinin gölgesinde kalır. Her ikisini de adaletle kullanan ise tarihe mühür vurur.




İLM-İ HÂL Mİ, İLM-İ KĀL Mİ?

İLM-İ HÂL Mİ, İLM-İ KĀL Mİ?
Kalıcı Olan Ne, Tesir Eden Hangisi?

İlim ikiye ayrılır:
İlm-i kāl – dilde kalan, sözde ifade edilen ilimdir.
İlm-i hâl – yaşanan, hissedilen ve hallere yansıyan ilimdir.

Bugün nice âlimler var; çok şey biliyorlar, çok konuşuyorlar. Fakat toplumun ruhunu değiştiremiyor, gönülleri diriltemiyorlar.
Çünkü sadece ilm-i kāl sahibiler.
Ama tarihe yön vermiş, gönülleri fethetmiş insanların çoğu, ilm-i hâl ile konuşanlardır. Az söyler, çok yaşarlar.

İlm-i Kālin Gölgesi, İlm-i Hâlin Güneşi

İlm-i kāl, gölge gibidir. Gerçekte vardır ama ışık yoksa işe yaramaz.
İlm-i hâl ise güneştir. Aydınlatır, ısıtır, yeşertir.
Söz, eğer hal ile desteklenmezse; tesiri rüzgâr gibi geçicidir.
Ama bir bakış, bir eda, bir sabır, bir güzel örneklik; belki de bin vaazdan daha çok etkiler.

Hazret-i Mevlâna ne der:

> “Nice söz var ki, kuru gürültü; nice sükût var ki, nice sözden daha tesirli.”

Yaşayan İlim, Yaşatan İlimdir

Bir insan sabah akşam ahlâk dersi verse, ama kendi öfkesini, kibir ve hırsını terbiye etmemişse, onun bilgisi fayda vermez.
Ama başka biri konuşmaz, fakat hâliyle sabrı, merhameti, edeple yürüyüşüyle insanlara ders verir.
İşte bu yaşayan ilimdir.
Bu ilim, kitaplarda değil, gönüllerde yazılıdır.

Peygamberler: Hâl ile Tebliğ Edenler

Efendimiz (s.a.v.) 23 yıl boyunca sadece söz söylemedi.
Hayatıyla konuştu.
Tebessümü, affediciliği, vakar ve edebi; onun en güçlü delilleriydi.
Onu görenler “Bu yalan söylemez” dediler.
Sözleri kadar, hâli de insanları İslâm’a çekti.

Ashab-ı kiram da öyleydi. Gittikleri yerlere önce ahlâklarını, sonra kitaplarını götürdüler.

İlm-i Hâl Kalbe Nüfuz Eder

Bir çiçeğin kokusu nasıl gizlenemezse, hâl ilmi de gizlenemez.
İnsan, yaşadığına şahit olduğu bir sabrı, bir edebi unutamaz.
Ama sadece kulakla dinlediği sözler, rüzgâr gibi geçip gider.

Bugün çocuklarımız nasihat değil, örnek istiyor.
Toplum vaaz değil, hal bekliyor.
Vicdanlar, bilgiyle değil, hal ile yumuşuyor.

Sonuç: Hâl, Kalbin Lisanıdır

İlm-i kāl, baş ile konuşur.
İlm-i hâl, kalple konuşur.
Kalpten gelen kalbe gider.
Hâlden gelen hâle işler.

O yüzden demişler:

> “İlim, amel edilmedikçe baş belâsıdır.”
“Hal ehli ol, kal ehli seni takip eder.”

“İlim öğrenmek, kadın-erkek her müslümana farzdır.” [Beyheki
O da hal ilmidir.
İlm-i Hal.

Hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz(s.a.s.): “İlim öğrenmek her Müslüman erkek ve kadın üzerine farzdır. İlmi ehil olmayana veren, domuzun boynuna cevher, inci ve altın takan kimse gibidir.”

Kıssadan Hisse:
Bugün dünyayı değiştirmek istiyorsak, önce hâlimizi değiştirmeliyiz.
Sözün tesiri, hâlin güzelliğiyle mümkündür.
Çünkü hâl, hâkikatin aynasıdır. Ve hakikat, ancak hâl ile yaşanır.




ANNE KARNINDAKİ CENİNİN OLUŞUMU ANINDA GEÇİRDİĞİ SAHALAR.

ANNE KARNINDAKİ CENİNİN OLUŞUMU ANINDA GEÇİRDİĞİ SAHALAR.

“TOPRAKTAN HAYATA: Anne Karnındaki Cenin ve Yaratılışın Hikmeti”
“Ey insan! Seni yaratıp düzgün ve dengeli kılan, dilediği bir sûrette seni tertip eden Rabbine karşı seni aldatan nedir?” (İnfitâr, 6-8)

İnsanoğlunun yaratılış serüveni, toprakla başlar ama Rahmân’ın rahmet deryasında şekillenir. Anne rahmindeki yolculuk, sadece bir biyolojik oluşum değil; aynı zamanda ilahî kudretin sergilendiği en büyük ayetlerden biridir. Kur’an, bu serüveni asırlar önce detaylı bir şekilde haber verirken, modern bilim bugün bu ayetlerin ne büyük sırlar taşıdığını birer birer keşfetmektedir.

1. Topraktan Nutfeye: Başlangıç

Kur’an’da şöyle buyrulur:

“Andolsun, biz insanı çamurdan süzülmüş bir özden yarattık.” (Mü’minûn, 12)

İnsan bedenini oluşturan temel elementler —karbon, kalsiyum, demir, çinko— hepsi toprakta vardır. İlk yaratılış toprağa bağlıdır. Ama anne rahminde yeni bir yaratılış süreci başlar: Nutfe (damla) safhası.

“Sonra onu sağlam bir karar yerine (rahme) yerleştirdik.” (Mü’minûn, 13)

Rahim, sadece bir organ değil; ilahî bir eğitim ve terbiye merkezidir. Cenin, orada hikmetle şekillenir.

2. Alaka: Asılıp Tutunan Hayat

“Sonra nutfeyi alaka (asılıp tutunan embriyo) haline getirdik…” (Mü’minûn, 14)

Embriyoloji, döllenmiş yumurtanın rahim duvarına tutunarak “implantasyon” evresine geçtiğini teyit eder. Burada “alaka”, hem kan pıhtısı hem de “tutunan şey” anlamına gelir ki bu, bilimsel gerçeklerle tam bir örtüşme içindedir. Bu tutunma, hayatın rahmetle sarmalanmaya başladığı andır.

3. Mudğa: Çiğnemlik Et Parçası

“…Alakayı da mudğa (bir çiğnemlik et) haline getirdik.” (Mü’minûn, 14)

Mudğa; şekillenmeye başlayan ama henüz tam biçimlenmemiş embriyonun görünümüdür. Bu aşamada cenin, çiğnemlik et parçası gibi görünür; adeta hayata dair mühürlerin vurulduğu safhadır. Bu evrede organların temel yapıları oluşmaya başlar.

4. Kemikler ve Etin Sarılması

“Sonra mudğayı kemiklere çevirdik, ardından kemiklere et giydirdik.” (Mü’minûn, 14)

Bilimsel olarak da embriyonun önce kıkırdak ve kemik dokuları, ardından kas dokusu (et) ile sarıldığı tespit edilmiştir. Bu, ilahi sırların ne kadar hassas bir düzende işlediğini gösterir.

5. Yeni Bir Yaratılış: Ruhun Üflenmesi

“Sonra onu başka bir yaratışla insan yaptık. Yaratanların en güzeli olan Allah ne yücedir!” (Mü’minûn, 14)

İşte bu noktada maddeye ruh üflenmiş, biyolojik beden ilahî bir nefhayla diriltilmiştir. Bu safha, insanın sadece bedenden ibaret olmadığını; ruh, şuur, irade ve kalp taşıyan bir varlık olduğunu ilan eder.

Bilimin Geldiği Yer, Kur’an’ın Gösterdiği Yol

Modern embriyoloji, bu safhaların her birini mikroskobik düzeyde tespit edebilmiş; fakat anlamını hâlâ tam kavrayamamıştır. Kur’an ise bu süreci hem tanımlar, hem de “ibret alın” diye hatırlatır.

Bu yaratılış süreci, bize şunu öğretir:

Varlığımız tesadüf değil, ilahî bir tasarımdır.

İnsanın değeri, doğduğu anda değil, yaratıldığı anda başlar.

Anne rahmi, sadece biyolojik değil, aynı zamanda manevi bir terbiyenin de adıdır.

Her insan, yoktan var edilmiş bir mucizedir.

Sonuç: Bir Damla Suyduk, Rahmetle İnsan Olduk

İnsanoğlu çoğu zaman kibrine kapılır, kendi güç ve varlığını abartır. Oysa yaratılışını düşünen biri bilir ki, başlangıcı bir “nutfe”, yani hakir bir sıvıdır. Ama onu elest bezminde söz veren, rahimde şekillendiren, kalbine ruh üfleyen bir Rab vardır.

O hâlde insan kendine bakmalı, kendi yaratılışını düşünmeli, o karanlık rahimde şekillenirken kendisini gören ve kollayan Rabbi’ne karşı nankörlük etmemelidir.

Bir damla sudan başlayan bu yolculuk, ebedî âleme uzanan bir imtihandır.

@@@@@@

SENARYO: “KARANLIKTAN HAYATA – CENİNİN DİLİNDEN YARATILIŞ”

Kur’an ve bilimin ışığında, anne rahminde geçen ilk 40 haftanın deruni bir yolculuğu.

AÇILIŞ – KARANLIK BİR EKRAN, HAFİF NABIZ SESLERİ VE DERİN FON MÜZİĞİ

CENİN (İÇ SESİ) – SAKİN VE DERİN BİR TONLA:

> “Ben… Henüz adım bile konmadı. Ama ben varım… Sessizlikte atılan ilahî bir tohumun sesiyim.
Ne gözüm var şu an, ne ellerim… Ama beni bilen biri var…
O beni görüyor, duyuyor, şekillendiriyor…”

GÖRÜNTÜ: MİKROSKOBİK GÖRSELLER, SPERM VE YUMURTA BULUŞUYOR.

CENİN:

> “Yolculuğum, bir damla sudan başladı.
Nice milyonlar arasından seçildim. Bir yumurtaya tutundum.
Ama bu, sadece başlangıçtı…”

GÖRÜNTÜ: RAHİM DUVARINA TUTUNAN ZİGOT. KAN DOLAŞIMI BAŞLIYOR.

CENİN:

> “Rahmetli bir karanlığa yerleştirildim.
Tutundum… ‘Alaka’ oldum…
Asıldım hayata, sanki sonsuzluğa uzanan bir ipe…”

GÖRÜNTÜ: EMBRİYO MUDĞA EVRESİNE GEÇİYOR. ŞEKİL BELİRSİZ.

CENİN:

> “Sonra bir ‘mudğa’ oldum…
Şekilsiz, küçücük bir et parçası.
Ama her gün bir kudret beni şekillendiriyor…
Her gün başka bir sır ekleniyor bedenime…”

GÖRÜNTÜ: KEMİKLERİN OLUŞMASI, KASLARIN SARILMASI (3D EMBRİYO GÖRSELLERİ)

CENİN:

> “İlk önce kemiklerim oluştu.
Sonra etle sarıldım…
Gözlerim şekillendi ama henüz göremem.
Kalbim atıyor, ama hâlâ suskunum…
Bir ses bekliyorum… İlahi bir nefha…”

GÖRÜNTÜ: 120. GÜN. HAFİF IŞIK PATLAMASI, BİR ANDA DERİN BİR NEFES SESİ

CENİN:

> “Ve bir gün…
O’ndan bir ruh üflendi bana.
İlk defa ‘ben’ oldum…
Artık sadece bir beden değilim.
Bir kalbim, bir iradem, bir kaderim var…”

GÖRÜNTÜ: CENİN ARTIK 7. AYDADIR. ELLER, GÖZLER, KALP ATIŞI NETLEŞMİŞTİR.

CENİN:

> “Ben hâlâ annemin kalbiyle yaşıyorum…
O her ne zaman üzülse, ben ürperirim.
O gülünce ben de rahatlarım.
Ama bir gün… bu sessizlik sona erecek.”

GÖRÜNTÜ: DOĞUMA YAKIN BİR CENİN. KÜÇÜK ELLERİYLE RAHİM DUVARINA DOKUNUYOR.

CENİN:

> “Ben karanlıktan aydınlığa hazırlanıyorum.
Topraktan ana rahmine, rahimden dünyaya…
Ardından kabir, mahşer ve ebediyet…
Bu, sadece bir durak…”

GÖRÜNTÜ: DOĞUM ANINDAKİ IŞIK PATLAMASI. BEBEĞİN AĞLAMA SESİ.

CENİN (SON MESAJ):

> “Unutma ey insan…
Sen de böyleydin…
Karanlıktan geldin, rahmetle yoğruldun, kudretle yaratıldın…
Şimdi yaşarken kime kulluk ettiğini hatırla…
Çünkü ben artık dünyadayım…
Ve sıra sende…”

KAPANIŞ – EKRANDA ŞU AYET BELİRİR:

> “O sizi rahimlerde dilediği gibi şekillendirir. Ondan başka ilâh yoktur.”
(Âl-i İmrân, 6)

NOTLAR:

Anlatım tarzı: Tefekkürlü, manevi derinliği olan, ses tonu yavaş ve duygulu.

Görsel öneri: Embriyo gelişimini gösteren 3D animasyonlar, rahim içi tasvirler, mikroskobik görseller.

Müzik önerisi: Derin yaylılar, hafif kalp atış sesleri, mistik fonlar.




Bize Bizi ve İç Dünyamızı ve de Ebed’e Uzanan Derinliklerimizi İşitip Bilen Gerek

Bize Bizi ve İç Dünyamızı ve de Ebed’e Uzanan Derinliklerimizi İşitip Bilen Gerek

İnsan, görünen bedeniyle değil, görünmeyen derinlikleriyle insandır. Gözle görünen tarafı toprağa ait, kulağa işitilmeyen yönü semaya meyillidir. Ve bu iç dünya öyle bir âlemdir ki, nice düşünceler, duygular, haller, umutlar ve korkularla doludur. Herkesin bir dış sesi, bir de iç sesi vardır. Dış ses konuşur, iç ses susar ama duyurmak ister. İşte o iç sesi duyan bir Semi’, o derinliği anlayan bir Nazar, o mahremiyeti bilen bir Alim gerek bize.

İnsan bazen kendi iç dünyasında kaybolur. Kalabalıklar içinde yalnız, gürültüler içinde sessizdir. Çünkü onu anlayan yoktur. Çünkü onu işiten yoktur. Zira çoğu göz görür ama hakikati göremez; çoğu kulak duyar ama içten gelen sesi işitmez.

Oysa insanın asıl ihtiyacı, onu dışından çok içinden anlayan birine yönelmek, ona içini dökebilmektir. Sadece sözlerine değil, suskunluklarına da kulak verecek bir merciye… İşte bu ihtiyaç, insanı Allah’a muhtaç kılar. Zira O’dur bizim içimizi de dışımızı da bilen. O’dur sözlerimizi duyan, gözyaşlarımızı sayan, kalbimizden geçen duaları yazan.

Kur’an’ın tabiriyle, Allah “kalplerin özünü bilendir” (el-Hadîd, 6). O bilir, çünkü bizi bizden daha iyi tanır. Zira bizi yaratandır. Her damarı, her düşünceyi, her kırgınlığı, her korkuyu, her ümidi yazmıştır kaderimize. Biz kendimizi unutsak da, O unutmaz. Biz içimizi saklasak da, O görür. Biz ses veremesek de, O işitir.

Bazen bir dua olur içimizde, dilimiz söyleyemez ama yüreğimiz feryat eder. Ve işte o anda, bizi işiten, anlayan, şefkat eden bir Rab vardır. İnsan insana anlatsa da eksik kalır. İnsan insandan medet umsa da, eninde sonunda yetmez. Zira insan sınırlıdır, acizdir. Ama Allah sınırsızdır, sonsuzdur.

Bize bizi bilen gerek… Sözün ötesindeki halimizi anlayan, dışımızdaki maskeleri delip geçen bir nazar gerek… Ve en önemlisi: Bize Ebed’i bilen, bizi Ebed’e göre hazırlayan bir Rehber gerek. Çünkü içimizde sonsuzluk arzusu var. Faniye razı değiliz. Sevgilerimiz, umutlarımız ve ideallerimiz bile bu dünyaya sığmaz.

Bu yüzden, iç dünyamızın kıymetini bilen, ruhumuzu anlamlandıran, bizi ebediyete hazırlayan bir terbiyeye muhtacız. Kur’an bu terbiyeyi verir, Peygamber bu rehberliği yapar, iman bu huzuru sağlar.

Ey insan! Bütün suskunluğunla, bütün derinliğinle, bütün mahremiyetinle seni anlayan biri var: Allah! O’na yönel. O’na konuş. O’na aç kalbini. Zira seni senden iyi bilen ancak O’dur.

 

 




MÜMİNİN NİYETİ AMELİNDEN HAYIRLIDIR

MÜMİNİN NİYETİ AMELİNDEN HAYIRLIDIR

Efendimiz (s.a.v.) buyurur: “Müminin niyeti amelinden hayırlıdır.”
(Beyhakî, Şuabü’l-İmân, 5/343)

Bu kısa ama derin anlamlar yüklü hadis-i şerif, İslam ahlakının ve kulluk şuurunun özüdür. Zira niyet, amelin ruhudur. Kalbin yönelişi, gayenin temizliği, içteki samimiyet, bazen dışta görülen nice amelden daha kıymetli olabilir. Çünkü Allah Teâlâ amele değil, önce kalbe bakar. Amelin özü niyettir, niyet ise kişinin Rabbiyle olan gizli dilidir.

Niyetin Gizli Cevheri

Bir mümin, nice büyük işler yapamayabilir. İmkânı olmayabilir, gücü yetmeyebilir, zamanı sınırlı olabilir. Ancak kalbinde taşıdığı niyetle bir dağın altına girecek kadar irade ve teslimiyet vardır. O niyet, amel olmasa dahi sahibine sevap kazandırır. Çünkü niyet, kişinin iç âleminde attığı bir imzadır. Kalpteki ihlâsı, sadakati ve yönelişi gösterir.

Mesela bir mümin cihada gitmek ister, ama hastadır; gitse zarar verecektir. Fakat kalbinde “Rabbim! Ben orada olsaydım, canımla malımla mücadele ederdim” diyorsa, Allah onu oradaymış gibi yazar. Çünkü niyetiyle oradadır. İşte bu, imanın yüceliği ve rahmetin sonsuzluğudur.

Gösterişsiz İyilikler ve Samimi Kalpler

Ameller bazen gösterişli olabilir, insanlar beğensin diye yapılmış olabilir. Ancak niyet, kul ile Rabbi arasında mahrem bir alandır. Orada riya barınamaz. Bir lokmayı bir yetime vermek, eğer sırf Allah içinse; milyonlarca lira infaktan daha kıymetli olabilir. Çünkü burada niyetin berraklığı vardır, amel az da olsa samimiyet büyüktür.

Nice insanlar vardır ki, insanlar onları bilmez ama gök ehli tanır. Çünkü onların niyeti semaya kadar yükselmiştir. İhlasla yapılan niyet, görünmeyen melekler tarafından amel defterine geçirilir. Niyetle yapılan iyilik, amelle süslenmese dahi arşta yankı bulur.

Niyetin Bozulması, Amelin Değersizleşmesi

Tersinden bakıldığında ise niyetin bozuk olması, en güzel amelleri bile değersiz hâle getirir. Riya ile yapılan bir sadaka, kibirle kılınan bir namaz, gösteriş için tutulan bir oruç; kabuk gibidir. İçi boştur. Allah o amele değil, o amelin içini dolduran niyete bakar. Kalbi Allah’tan uzak bir amel, sahibini de Allah’a yaklaştırmaz.

Amelsiz Niyet, Ama Niyetsiz Amel Olmaz

Bir niyet, kişiyi ibadet sevabına ulaştırabilir. Ama bir amel, eğer içinde doğru bir niyet barındırmıyorsa; belki sadece yorgunluk bırakır. Amelsiz niyet, sahibini yüceltirken; niyetsiz amel, kişiyi gaflete sürükleyebilir. Bu yüzden niyet etmek de bir ibadettir.

Bir ilim meclisine gitmek niyetiyle yola çıkan, ama trafik yüzünden yetişemeyen kimse, o meclise oturmuş gibi ecir alır. Çünkü onun niyeti, Rabbine yönelikti. Bu, bize şunu gösterir: Müminin kalbi yöneldiği yere doğru yürür. Beden yetişemese de kalp oradadır.

Her Güne Niyetle Başlamak

İnsan her sabah, “Bugün Allah’ın rızasını kazanacağım” niyetiyle başlasa; o gün içindeki işler de, sözler de o niyetin gölgesinde şekillenir. Çünkü niyet, hayatı yönlendiren bir pusuladır. Niyeti doğru olanın yönü doğru olur. Her işinde niyetini gözden geçiren kişi, ahiretine yatırım yapar. Belki küçük bir tebessüm, güzel bir söz, bir dua niyetiyle koca bir dağ kadar sevap kazanabilir.

Sonuç olarak, “Müminin niyeti amelinden hayırlıdır” hadisi, bize kalbin önemini, niyetin kudretini ve ihlasın değerini hatırlatır. Gözle görünmeyen niyetler, bazen dünyaları değiştirecek güce sahiptir. O halde her işimize, her adımımıza, her söze bir niyetle başlayalım. Belki amel küçük olur ama niyet büyükse, Allah katında değeri dağlar kadar olabilir.