KURAN-I KERİM’DE CEHENNEMDEKİLERİN PİŞMANLIKLARI NASIL ANLATILMAKTADIR?

KURAN-I KERİM’DE CEHENNEMDEKİLERİN PİŞMANLIKLARI NASIL ANLATILMAKTADIR?

Kur’ân-ı Kerîm, cehennemliklerin pişmanlıklarını, ahiretteki çaresizliklerini ve dünyadaki gafletlerinden kaynaklanan vicdan azabını çok etkileyici ve düşündürücü bir şekilde tasvir eder. Bu ayetlerde, insanların dünyada iken uyarılara kulak tıkadıkları, ölüm gelip çattığında gerçeği anladıkları, ancak artık geri dönüş imkânı olmadığı açıkça vurgulanır.

Aşağıda Kur’an-ı Kerîm’de cehennemliklerin pişmanlıklarını anlatan ayetleri ve bunların hikmetli yönlerini özetliyoruz:

1. “Keşke!” Nidası: Geri Dönme İsteği

“Rabbim! Beni (dünyaya) geri gönder! Ta ki geride bıraktığım şeylerde salih amel işleyeyim!”
(Mü’minûn, 99-100)

Hikmet:

Ölen kişi, gerçeği görünce hemen dünyaya dönmek ister.

Ancak bu istek nafiledir; çünkü ölümle imtihan kapısı kapanmıştır.

“Keşke” kelimesi pişmanlığın en acı ifadesidir.

2. Cehennemdeki Konuşmalar ve Sitemler

“Ey Rabbimiz! Bizi buradan çıkar, yaptıklarımızdan başka şeyler yapalım! (Bize bir şans daha ver!)”
(Cevap gelir:) ‘Biz size düşünmesi gereken kadar bir ömür vermedik mi? Size uyarıcı da geldi. Artık tadın azabı!’”
(Fâtır, 37)

Hikmet:

Cehennem ehli, ikinci bir fırsat ister ama reddedilir.

Onlara, dünya hayatında süre ve uyarıcılar verildiği hatırlatılır.

Bu diyaloglar, dünya hayatının ne kadar büyük bir nimet olduğunu gösterir.

3. Şeytana Aldanmanın Pişmanlığı

“Şeytanın bizi saptırmasından başka suçumuz yoktu.”
(İbrahim, 22)

“(Şeytan der ki:) Sizi ben zorlamadım, sadece davet ettim. Siz kabul ettiniz. O halde beni değil, kendinizi suçlayın!”
(İbrahim, 22)

Hikmet:

Cehennem ehli suçu başkalarına atar, ama bu onları kurtarmaz.

Şeytan, sorumluluğu reddeder ve haklı olarak insanın kendi iradesini kullanmadığını söyler.

Bu ayet, öz sorumluluğun önemini vurgular.

4. Dünyada Alay Ettikleri Gerçeklerle Yüzleşme

“Dünyada iken, ‘Biz bu uyarılara kulak verseydik ya da aklımızı kullansaydık, şimdi bu cehennemlikler arasında olmazdık’ derler.”
(Mülk, 10)

Hikmet:

Kulak verip aklını kullanmayanlar, cehennemde en derin pişmanlığı yaşarlar.

Bu ifade, Kur’an’ın insanlara sürekli öğüt vermesinin hikmetini gösterir.

5. Azaptan Kurtulmak İçin Her Şeyi Vermeye Hazır Olurlar

“Azabı görünce, onun hafifletilmesi için dünyadaki bütün mal ve servetlerini fidye olarak vermek isterler.”
(Zümer, 47)

Hikmet:

Ahirette hiçbir malın faydası yoktur.

Dünya nimetleriyle azabı hafifletmek mümkün değildir.

6. Liderlerine ve Öncülerine Duyulan Nefret

“Rabbimiz! Bizi saptıran bu liderlere azabını iki kat ver!”
(A’râf, 38)

Hikmet:

Dünyada körü körüne takip ettikleri kişilere öfke duyarlar.

Bu, sürü psikolojisinin ne kadar tehlikeli olduğunu anlatır.

7. Düşünme Fırsatının Boşa Harcanması

“Andolsun ki onların her birine düşünebilecekleri kadar bir ömür verdik.”
(Fâtır, 37)

Hikmet:

Herkesin düşünmeye, uyarılara kulak vermeye zamanı olmuştur.

Ancak bu süreyi değerlendirmeyenler, pişmanlıkla karşılaşırlar.

Sonuç:

Kur’an’a göre cehennem ehlinin pişmanlığı:

Geç kalmış bir farkındalık ve

Geri dönüşü olmayan bir haykırış ile tanımlanır.

Onlar dünyada akıl, vicdan ve vahiy nimetini değerlendirmedikleri için, sonsuz azapla karşı karşıya kalırlar.

Bu pişmanlıklar, bugünün insanına güçlü bir uyarı niteliğindedir:
“Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?” (Yâsîn, 62)

 

 




KUR’ÂN-I KERİM’DE VE HADİS-İ ŞERİFLERDE CENNETLİKLERİN ALLAH’I GÖRMESİ (RÜ’YETULLAH)

KUR’ÂN-I KERİM’DE VE HADİS-İ ŞERİFLERDE CENNETLİKLERİN ALLAH’I GÖRMESİ (RÜ’YETULLAH)

Allah Teâlâ’yı görmek, yani “Rü’yetullah”, İslam inancına göre cennet nimetlerinin en yücesidir. Cennetliklerin Allah’ı görmeleri, hem Kur’ân-ı Kerîm’de işaretlerle, hem de sahih hadislerle açıkça ifade edilmiştir. Bu, Rabbimizin kullarına vereceği en büyük mükâfattır; tarif edilemez bir ruhanî haz ve sonsuz mutluluk kaynağıdır.

Aşağıda bu büyük hakikati ayet ve hadislerle açıklıyoruz:

I. KUR’ÂN-I KERİM’DE ALLAH’I GÖRME İŞARETLERİ

1. “O gün birtakım yüzler vardır ki, Rablerine bakıcıdırlar.”
(Kıyâme, 22-23)

Bu ayet, Allah’ın görüleceğine açıkça delildir.

“Nazıra” kelimesi, “görmek için bakmak” anlamındadır.

Müfessirler, bu ayeti “Cennetlikler Rablerine bakacaklardır” şeklinde tefsir etmiştir.

2. “Onlar için Rableri katında diledikleri her şey vardır. Bu ise Allah katından büyük bir lütuftur.”
(Şûrâ, 22)

En büyük nimet, Allah’ın zatını görmek ve rızasını kazanmaktır.

3. “Hayır! Onlar o gün Rablerinden elbette perdelenmiş olacaklardır.”
(Mutaffifîn, 15)

Bu ayet, kafirlerin Allah’ı göremeyeceğini bildirir.

Bir gruba perde varsa, diğer gruba açıktır. Bu da müminlerin göreceğine işarettir.

II. HADİS-İ ŞERİFLERDE RÜ’YETULLAH

1. En Büyük Nimet: Allah’ı Görmek

“Cennet ehli cennete girdiklerinde, Allah Teâlâ onlara ‘Size daha fazlasını vereyim mi?’ buyurur. Onlar, ‘Yüzümüzü ak etmedin mi? Bizi cehennemden kurtarmadın mı?’ derler. Allah, hicabı kaldırır ve O’na bakmaktan daha sevimli bir şey onlara verilmez.”
(Müslim, Îman, 297; Tirmizî, Cennet, 16)

Cennetliklerin en büyük saadeti Allah’ı görmektir.

Cennet nimetleri içinde bu, tarifsiz bir lezzet olarak tanımlanır.

2. Allah’ı Görmek Güneşe Benzetilir

“Siz bu ayı nasıl görüyorsanız, Rabbinizi de öyle göreceksiniz. Görmekte bir sıkıntı yaşamazsınız.”
(Buhârî, Tevhîd, 24; Müslim, Mesâcid, 211)

Ay ve güneşi çıplak gözle net görmemiz gibi, cennetlikler de Rablerini net şekilde görecektir.

3. Cuma Günleri Rü’yetullah

“Cennetlikler, her cuma Rablerini ziyaret ederler. Onlara tecelli eder ve Rableriyle konuşurlar.”
(Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/342)

Bu rivayet, Allah ile görüşmenin sürekliliğini ve artan lezzetini ifade eder.

III. RİSALE-İ NUR’DA RÜ’YETULLAH

Rü’yetullahın mümkün olduğu, Musa aleyhisselam’ın Cenâb-ı Hak’tan bu talepte bulunmasından (A’râf, 143) çıkarılır ve bunun ahirette vuku bulacağı ifade edilir.

SONUÇ:

Kur’an açıkça Allah’ı görmenin cennetliklere mahsus bir nimet olduğunu ifade eder.

Sahih hadisler, bu görüşün mahiyetini ve lezzetini anlatır.

Bu müjde, müminler için dünyadaki en büyük motivasyon kaynağıdır.

Rü’yetullah, sadece cennette mümkün olacak; orada hiçbir göz, onu görmeye engel olmayacaktır.

Cennet, Allah’ın cemalini görmekle asıl anlamını bulacaktır.

 

 




KUR’ÂN-I KERÎM’DE AYETLERLE İLGİLİ HUSUSLAR VE TANIMLAR

KUR’ÂN-I KERÎM’DE AYETLERLE İLGİLİ HUSUSLAR VE TANIMLAR

1. Ayet Nedir?

Ayet, sözlükte “alamet, işaret, delil, mucize” anlamlarına gelir.

Terim olarak: Kur’an’ın surelerini oluşturan, başı ve sonu belli olan ilahî ifadelerdir.

Her bir ayet, mana ve hikmet yüklü bir mesaj taşır.

2. Kur’ân’da Kaç Ayet Vardır?

Toplam ayet sayısı: Yaklaşık 6.236 (besmelesiz sayımda).

Besmelelerle birlikte: 6.349 ayet olduğu da söylenir.

Ayet sayısı, kıraat farklılıkları ve bazı teknik detaylara göre küçük değişiklikler gösterebilir.

3. Ayetlerin Türleri

a. Kevnî Ayetler (Kâinattaki Ayetler)

Doğada, insanda, hayvanlarda, yıldızlarda Allah’ın delilleri olarak görülen ayetlerdir.

“Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında… düşünen bir toplum için ayetler vardır.” (Âl-i İmrân, 190)

b. Kitabî Ayetler (Kur’ân Ayetleri)

Lafız ve mana yönünden Allah’ın kelamı olan, mushaflarda yazılı ilahî sözlerdir.

Kur’an’da hem kevnî hem kitabî ayetlere “ayet” denir.

4. Muhkem ve Müteşabih Ayetler

a. Muhkem Ayetler:

Anlamı açık, hüküm bildiren ve yoruma kapalı ayetlerdir.

“Kitabın anası (temel ayetleri) muhkem olanlardır…” (Âl-i İmrân, 7)

b. Müteşabih Ayetler:

Anlamı açık olmayan, yoruma ve tevile açık ayetlerdir.

Mecaz, sembol veya gaybî hakikatler içerebilir.

Hikmeti: Akılları çalıştırmak ve imtihan etmektir.

5. Kur’an’daki Ayetlerin Özellikleri

Arapça olarak indirilmiştir. (Yûsuf, 2)

Mana yönünden mucizedir.

İncelikli bir belağat (ifade gücü) taşır.

Tahrif edilmemiştir. (Hicr, 9)

Okunması ibadettir.

6. Ayetlerin Hikmetleri

İlahi rehberlik sağlar.

Tevhid, nübüvvet, haşir ve adaleti öğretir.

İnsanı düşünmeye ve akletmeye teşvik eder.

Kalpleri tedavi eder, şifa ve rahmettir. (İsrâ, 82)

Her çağda taze ve canlı mesajlar verir.

Ayetler yalnız lafız olarak değil, hayat rehberi, hikmet kaynağı ve imanı güçlendiren nuranî bir delildir.

7. Kur’ân Ayetlerinin İndirilişi

23 yıl boyunca parça parça indirilmiştir.

Gerekli olaylar, sorular ve sosyal gelişmelerle bağlantılı olarak nazil olmuştur.

İndirilişine göre sıralama: Nüzul sırası

Mushaf’taki sıralama: Tertip sırası

8. Kur’ân Ayetlerini Anlamanın Yolları

Tefsir: Ayetleri ilmî bir metotla açıklamak.

Meâl: Ayetin sade çevirisi.

Tedebbür: Derin düşünerek anlamaya çalışmak.

Tedebbür ve Tefakkuh: Kalple, akılla, ilimle derinlikli bakmak.

9. Kur’an Ayetleri Neden Farklı Farklı Konulara Sahip?

İnsan hayatının tüm alanlarına hitap eder.

Farklı zihin seviyelerine ve sosyal durumlara yöneliktir.

Ayetler hem birbirini tamamlar, hem de farklı tecellileri gösterir.

Sonuç olarak:

Kur’ân-ı Kerîm’deki ayetler, sadece ilahi emir ve yasaklardan ibaret değildir. Her biri bir kainat gibi derin, bir nur gibi aydınlatıcı ve bir hakikat gibi yaşayan mesajlardır. Ayetlere iman etmek, onları anlamaya çalışmak ve yaşamak müminin en büyük sorumluluklarındandır.




KUR’ÂN-I KERÎM’DE İYİLİK VE KÖTÜLÜKLE İLGİLİ AYETLER VE HİKMETLERİ

KUR’ÂN-I KERÎM’DE İYİLİK VE KÖTÜLÜKLE İLGİLİ AYETLER VE HİKMETLERİ

1. İYİLİĞİN ÖNEMİ VE VASFI

“İyilik, yüzlerinizi doğuya ya da batıya çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara ve peygamberlere iman eden, malını Allah sevgisiyle… veren, namazı kılan, zekâtı veren… sabreden kimselerin iyiliğidir…”
(Bakara, 177)

İyilik sadece dışsal ibadetler değil; iman, infak, ahlak ve sabırla iç içedir.

2. EN GÜZEL KARŞILIKLA MUAMELE

“İyilikle kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel şekilde sav. O zaman aranda düşmanlık olan kişi sanki sıcak bir dost oluverir.”
(Fussilet, 34)

Hakiki iyilik, düşmana bile güzel muameleyle dönüş sağlar.

Kalpleri yumuşatmanın yolu, güzellikle karşılık vermektir.

3. ALLAH İYİLİK EDENLERİ SEVER

“Allah iyilik yapanları sever.”
(Bakara, 195)
“Kim iyilik yaparsa kendi lehine, kim kötülük yaparsa kendi aleyhinedir.”
(Fussilet, 46)

İyilik hem Allah’ın rızasına, hem de kişinin kendisine faydalıdır.

Herkes kendi ameliyle karşılaşacaktır.

4. İYİLİĞİN MÜKÂFATI

“Kim zerre kadar hayır yaparsa onu görür. Kim de zerre kadar şer yaparsa onu görür.”
(Zilzâl, 7-8)

En küçük bir iyilik bile boşa gitmez.

Allah’ın adaleti zerre hesabı yapacak kadar incedir.

5. İYİLİĞE DAVET VE YAYGINLAŞTIRMA

“Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten sakındırırsınız…”
(Âl-i İmrân, 110)

Müminin görevi sadece kendisiyle sınırlı kalmak değil, iyiliği yaymak ve kötülüğü engellemektir.

KÖTÜLÜĞÜN TANIMI VE SONUÇLARI

6. KÖTÜLÜĞÜN KARŞILIĞI

“Kötülüğün cezası, ona denk bir kötülüktür. Fakat kim affeder ve düzeltirse, onun mükâfatı Allah’a aittir.”
(Şûrâ, 40)

Adalet hakkı kadar cezayı kabul eder, fakat af ve ıslah daha yüce bir fazilettir.

7. KÖTÜLÜK KENDİNE DÖNER

“Kim kötülük yaparsa, cezasını görür.”
(Nisâ, 123)
“Kendilerine zulmedenler, kendilerine kötülük etmiş olurlar.”
(Bakara, 57)

İnsan kötülük yaptığında aslında kendine zarar verir.

8. KÖTÜLÜĞÜN PSİKOLOJİK ETKİSİ

“Hayır, bilakis onların kazandıkları kalplerini paslandırmıştır.”
(Mutaffifîn, 14)

Günahlar, kalpte manevî kir ve perde oluşturur.

Kötülüğe devam edenlerin kalpleri kararır.

İYİLİK VE KÖTÜLÜĞÜN AYRIMI VE İRADE

“De ki: Şüphesiz Rabbim, açık ve gizli kötülükleri, günahı, haksız yere saldırmayı haram kılmıştır. Allah’a ortak koşmanızı da… Ve bilmediğiniz şeyi söylemenizi.”
(A’râf, 33)

Açık-gizli, söz-fiil her türlü kötülük yasaklanmıştır.

İnsan, aklı ve vicdanıyla iyiliği kötülükten ayırt etmekle sorumludur.

SONUÇ

Kur’an’da iyilik:

Allah’a yakınlaştıran,
Kalpleri ıslah eden,
Toplumu güzelleştiren,
Sonsuz mükâfat kazandıran bir eylemdir.

Kötülük ise:

Nefse hoş gelen ama kalbi karartan,
Topluma zarar veren,
Ahirette pişmanlık doğuran bir yoldur.

Kur’ân, insanı iyiliğe çağırır, kötülükten sakındırır ve tercih hakkını ona bırakır. Bu ise imtihanın özüdür.

 

 




İDEALİST GENÇLİK: AKLI MÜSBET FEN İLİMLERİYLE, KALBİ İSTİKAMETLİ DİN İLİMLERİYLE MÜCEHHEZ OLAN GENÇLİKTİR

İDEALİST GENÇLİK: AKLI MÜSBET FEN İLİMLERİYLE, KALBİ İSTİKAMETLİ DİN İLİMLERİYLE MÜCEHHEZ OLAN GENÇLİKTİR

İdealist Gençlik: Aklı Pozitif Bilimlerle, Kalbi İstikametli Din İlimleriyle Mücehhez Olan Gençliktir

İdealist gençlik, toplumların ve medeniyetlerin geleceğini şekillendiren, insanlık tarihinin en önemli dönemlerini yaşayan, hayalleri büyük, kalbi ve aklı birbirini tamamlayan bir neslin ifadesidir. Bu nesil, sadece bireysel başarıyı değil, toplumsal sorumlulukları da gözeterek ilerlemeyi hedefler. Ancak, idealist bir gençliğin temelinde, iki temel yapı taşı vardır: akıl ve kalp. Akıl, pozitivist bilimlerle, kalp ise istikametli din ilimleriyle beslenir. Bu dengeli yapı, gençliği sadece fiziksel dünyaya değil, aynı zamanda manevi dünyaya da yönlendiren bir rehber görevi görür.

Aklın Gücü: Pozitif Bilimler

Aklın en yüksek kapasiteyle çalışabilmesi, bilim ve tekniği doğru anlamaktan geçer. Pozitif bilimler, tabiat kanunlarını, insanın kâinattaki yerini anlamamıza yardımcı olur. Aklın en saf halinin ortaya çıkabilmesi için, fizik, kimya, biyoloji gibi bilim dallarındaki derinlemesine bilgiye sahip olmak, insanın dünyayı ve çevresindeki değişimleri kavrayabilmesini sağlar. İdealist bir gençlik, bu bilimleri sadece bir araç olarak görmez; bunları, insanlığa hizmet etmek için birer “ilahi işaret” olarak kabul eder. Her bir bilimsel buluş, yaratılışın mükemmelliğini ve düzenini görmek için bir fırsat olarak değerlendirilir.

Pozitif bilimlerin ışığında büyüyen bir gençlik, her şeyin bir sebebe ve hikmete dayandığını fark eder. Bu farkındalık, ona sorumluluk duygusu ve çevreye karşı daha duyarlı olmayı öğretir. Ancak bilimsel bilgilere sahip olmak, yalnızca bireysel başarı için değil, toplumun da iyiliği için kullanılmalıdır. Aksi takdirde, bilimin sunduğu her şey bencilce tüketilebilir, insanların daha fazla haz almasına ve dünyaya zarar vermesine yol açabilir. İdealist bir gençlik, bu tuzaktan korunarak, bilimsel bilgiyi doğru ve faydalı bir şekilde kullanmayı öğrenir.

Kalbin Rehberliği: İstikametli Din İlimleri

Aklın yanında kalbin de bir yol gösterici olması gerekir. Ancak kalp, sadece bir duygu merkezi değil, aynı zamanda bir vicdan, ahlak ve ruhsal denetleyicidir. İdealist gençlik, kalbini istikametli din ilimleriyle besler. Bu ilimler, insanın nefsini terbiye etmeyi, hayata doğru bir perspektiften bakmayı ve daha yüksek bir ahlaki seviyeye ulaşmayı amaçlar. Din, sadece ritüel ve ibadetlerle değil, insanın hayata dair sorularına da derin anlamlar ve hikmetler sunar. Din ilimleri, insanın içindeki kötülükleri arındırarak, onu toplum için faydalı ve doğru bir birey haline getirir.

Gençler, kalbini dini bilgilerle donattığında, hayatta karşılaştıkları zorluklara sabırla yaklaşmayı öğrenirler. İdealist bir genç, dinin sadece bir bilgi değil, bir yaşam tarzı olduğunu kabul eder. Kur’an’ın ve Hadislerin ışığında, insanın sadece dünyevi değil, uhrevi anlamda da huzura kavuşabileceğine inanır. İstikametli bir kalp, insanın aklıyla uyum içinde çalışır ve her işi, yüksek bir amaca hizmet eder. Din, insanın manevi huzurunu sağlarken, çevresindeki insanlarla da daha sağlıklı bağlantı ve bağlılıklar kurmasına yardımcı olur.

İdealist Gençliğin Toplumsal Yansımaları

Pozitif bilimlerle aklı mücehhez, din ilimleriyle kalbi beslenen bir gençlik, sadece bireysel anlamda değil, toplumsal düzeyde de önemli bir rol oynar. Bu gençlik, doğru bilgiye dayalı kararlar verir, toplumu ilgilendiren problemlere duyarlı olur ve toplumsal adaletin sağlanmasına katkı sunar. Ayrıca, kültürel, dini ve manevi değerleri koruyarak, toplumun temel yapı taşlarını sağlamlaştırır.

İdealist gençlik, her türlü baskı ve zorluğa rağmen, doğruluktan sapmaz ve kendi içindeki dengeyi koruyarak ilerler. Aklın rehberliğinde, toplumsal bilimlerle de ilgilenir, insan hakları, adalet ve eşitlik gibi kavramları savunur. Kalbinin derinliklerinden gelen ahlaki değerlerle, bireysel çıkarların ötesine geçerek, toplumun daha iyi bir hale gelmesine katkı sağlar.

Sonuç: İdealist Gençlik ve Gelecek

İdealist bir gençlik, toplumu ve insanlığı sadece mevcut haline bakarak yargılamaz. Onun bakış açısı, toplumun potansiyelini görür ve bu potansiyeli açığa çıkarmak için hem akıl hem de kalp yoluyla çalışmalar yapar. Akıl, bilimin ışığında yenilikçi çözümler geliştirmesine imkan tanırken; kalp, bu çözümleri insanlığın hizmetine sunarken manevi değerleri göz önünde bulundurur. Böylece, idealist gençlik, hem dünya hayatında hem de ahiret hayatında başarılı olmanın yolunu bulur.

Bu gençlik, sadece kendi zamanının değil, tüm insanlığın geleceğine dair umut taşır. Zorluklarla karşılaştığında bile istikametini kaybetmez, çünkü onun temelinde doğru bilgi, yüksek ahlak ve güçlü bir inanç vardır. Gelecek, böyle bir neslin ellerinde şekillenecektir.

 

 




KURAN-I KERİM’DE PEYGAMBERLERİN İMTİHANLÂRI NASIL OLMUŞTUR?

KURAN-I KERİM’DE PEYGAMBERLERİN İMTİHANLÂRI NASIL OLMUŞTUR?

Kur’ân-ı Kerîm’de Peygamberlerin İmtihanları

Peygamberler, Allah’ın seçkin kulları olarak en yüksek mertebeye sahip kişilerdir. Ancak bu yüksek mertebeye ulaşabilmek ve insanlığa örnek olabilmek için Allah tarafından sıkça imtihan edilmişlerdir. Kur’an-ı Kerim’de peygamberlerin imtihanları, onların sabırlarını, ahlaklarını, imanlarını ve Allah’a olan teslimiyetlerini ortaya koymak amacıyla detaylı bir şekilde anlatılmaktadır.

Aşağıda, Kur’an-ı Kerîm’de peygamberlerin imtihanlarına dair örnekler ve bu imtihanların hikmetleri yer almaktadır.

1. Hz. ÂDEM (A.S.): Yasaklanan Ağaçtan Yemek

“Ve biz, Ademoğluna: ‘Sen ve eşin cennette kalın, ondan bol bol yiyin; fakat şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.’ dedik. Fakat şeytan onlara, ikisinin de ayıbını gösterdi ve dedi ki: ‘Rabbiniz size bu ağacı yalnızca, melek olursunuz veya ebedi kalırsınız diye yasakladı.’” (A’râf, 19-20)

İmtihan: Allah, Âdem ve eşini cennette bulundurmuş, ancak onlara bir ağacın meyvesini yememelerini emretmiştir. Şeytan, onlara yasaklanmış meyveyi yemeleri için vesvese vermiştir.

Hikmet: Âdem, şeytana uymuş ve yemiştir. Ancak sonra pişman olmuş, Allah’a tövbe etmiştir. Bu olay, insanın yanlış yapma ve tövbe etme sürecini simgeler.

2. Hz. İBRAHİM (A.S.): Ateşe Atılmak ve Oğlu İsmail’i Kurban Etmek

“Ve (İbrahim) dedi ki: ‘Ey Rabbim! Benim için bu putları bir fitne yapma.’” (İbrâhîm, 34)
“Ve (İsmail’i) kurban etmek için… Allah’a teslim oldukları vakit…” (Saffat, 102-103)

İmtihan 1: Hz. İbrahim, putları kırarak putperest kavmini reddetmiş, bu nedenle ateşe atılmakla tehdit edilmiştir.

İmtihan 2: Allah, İbrahim’i oğlunu kurban etmeye çağırarak onun tam teslimiyetini sınamıştır.

Hikmet: Hz. İbrahim, ateşe atıldığında Allah tarafından korundu ve oğlu İsmail’i kurban etmek üzereyken Allah tarafından kurtarıldı. Bu, inanç, sadakat ve teslimiyetin örneğidir.

3. Hz. MUSA (A.S.): Firavun’a Karşı Durmak ve Kavminin İsyanı

“Firavun, ‘Ben sizin en yüce rabbinizim’ demişti. Allah, onu denemek için … Musa’yı gönderdi.” (Naziat, 24)
“Ve Musa’nın kavmi ona, ‘Bizi rahat bırak! Sabırlı olalım.’ dediler.” (A’raf, 128)

İmtihan 1: Hz. Musa, Firavun’a karşı Allah’ın elçisi olarak mucizelerle mücadele etmiştir. Firavun onu sürekli reddetmiş ve azapla tehdit etmiştir.

İmtihan 2: Hz. Musa’nın kavmi, Firavun’un zulmünden kurtulmalarının ardından sürekli olarak isyan etmiş ve onu zor durumda bırakmıştır.

Hikmet: İman ve sabır temalarını işleyen bu imtihan, insanın zorluklarla başa çıkma ve Allah’a güvenme erdemini vurgular.

4. Hz. YUSUF (A.S.): Kardeşlerinin İhaneti ve Zindanda Geçen Yıllar

“(Yusuf) dedi ki: ‘Ey Rabbim! Zindana düşmek, bunların davetinden daha iyidir. Eğer bana onların hilelerini göstermezsen, onlara meylederim ve cahillerden olurum.’” (Yusuf, 33)

İmtihan: Hz. Yusuf, kardeşleri tarafından kuyuya atılmış ve sonra köle olarak satılmıştır. Zindanda yıllarca haksız yere tutuklu kalmıştır.

Hikmet: Hz. Yusuf’un sabır ve tevekkülü, Allah’ın yüce planına güvenmesini öğretir. Nihayetinde, o, Allah’ın izniyle zindandan kurtulmuş ve aileyle birleşmiştir.

5. Hz. MUHAMMED (S.A.V.): Zorluklar, İnkâr ve Göç (Hicret)

“O, sizi zahmet ve sıkıntıya sokarak, dininizi değiştirmeye zorlayan kimseler gibi değil, sabırla Rablerine yönelenler gibi olun.” (Ahzâb, 67)
“Ve o, bana, ‘Ben bir insan değilim ki, Rabbinin emirlerine karşı başkaldırayım!’ dedi.” (Tahrim, 9)

İmtihan: Hz. Muhammed (sav), kavmi tarafından reddedilmiş, zulme uğramış, güvenilirliğini ve peygamberliğini sorgulamışlardır. Medine’ye hicret etmek zorunda kalmış, açlık, yoksulluk ve zorluklar yaşamıştır.

Hikmet: Hz. Muhammed’in sabrı, metaneti ve Allah’a güveni, iman yolundaki mücadelenin bir simgesidir. Onun yaşadığı zorluklar, müminlere sabır ve kararlılıkla zorlukların üstesinden gelebilme dersini verir.

6. Hz. NUH (A.S.): Kavminin İnkarı ve Uzun Süre Dayanması

“Ve (Nuh) dedi ki: ‘Ey Rabbim! Kavmim bana karşı sadece inkârda bulunmakla kaldı, arkamdan gelenlerin sayısı da arttı.’” (Nuh, 5)

İmtihan: Hz. Nuh, kavminin 950 yıl boyunca inkârına ve alaylarına karşı sabretmiş, Allah’ın emirlerine sıkı sıkıya bağlı kalmıştır.

Hikmet: Uzun süre sabreden ve Allah’a sadık kalan Nuh, bu sabrın sonucunda Allah tarafından kurtarılmıştır. Sabır ve dayanma gücü bu imtihanla pekiştirilmiştir.

SONUÇ

Peygamberler, Allah’ın elçileri olarak insanlara en güzel örnekleri sunmuşlardır. Ancak her biri çeşitli zorluklarla imtihan edilmiştir. Bu imtihanlar, onların sabırlarını, ahlaklarını, inançlarını ve teslimiyetlerini ölçmek içindi. Her bir peygamberin imtihanı, bize önemli dersler ve hikmetler sunar:

1. Sabır ve tevekkül,
2. Allah’a güven ve teslimiyet,
3. Hakkın ve adaletin savunulması,
4. İnsanın zorluklar karşısında dik durması.

Peygamberlerin hayatlarından çıkarılacak en önemli ders, iman ve teslimiyetin her türlü zorluktan daha değerli olduğudur. Bu, bizlere hem dünya hem de ahiret için kılavuzluk yapmaktadır.

 

 




KUR’ÂN-I KERÎM’İN HABER VERDİĞİ ESFEL-İ SÂFİLÎN HÂLİ: İŞTE İSRAİL

KUR’ÂN-I KERÎM’İN HABER VERDİĞİ ESFEL-İ SÂFİLÎN HÂLİ: İŞTE İSRAİL

Kur’ân-ı Kerîm, insanı “ahsen-i takvîm” üzere yarattığını beyan ederken (Tîn Sûresi, 95/4), aynı zamanda bu kıymetli varlığın, eğer inanç, adalet ve ahlâk ilkelerinden saparsa, “esfel-i sâfilîn”e yuvarlanacağını da ihtar eder (Tîn, 95/5). Bu, insanın maddî veya teknolojik üstünlüğü değil; hak ve hakikatten uzaklaşmasıyla yaşadığı bir ruhi ve ahlâki çöküştür.

Bugün bu ilâhî hakikatin en belirgin tezahürü, İsrail’in haliyle gözler önüne serilmektedir. Dün, Allah’ın seçtiği kavim olarak anılan Benî İsrail, zamanla bu nimetin kıymetini bilemeyip, peygamberleri öldürerek, emanete hıyanet ederek ve yeryüzünde fesat çıkararak ilâhî gazaba uğramıştı. Kur’ân bu durumu şöyle ifade eder:

> “İsrailoğullarından sağlam söz almıştık. Onlara peygamberler gönderdik. Ne zaman bir peygamber nefislerinin hoşlanmadığı bir şeyi getirse bir kısmını yalanladılar, bir kısmını da öldürdüler.” (Mâide, 5/70)

İsrail: Ahsen-i Takvîm’den Esfel-i Sâfilîn’e

Bugün İsrail, zulmün sistemleşmiş hâline dönüşmüştür. Bebekleri, kadınları, yaşlıları hedef alan; kutsal mekânlara saygı göstermeyen ve masumların gözyaşını hiç çekinmeden akıtan bir rejim… Bu, sadece bir devlet politikası değil; bir zihniyetin tezahürüdür. Tıpkı Kur’ân’da bildirildiği gibi:

> “Yeryüzünde bozgunculuk yapar, ırkçılığı esas alır, emanete riayet etmezler.” (Bakara, 2/100-101 meâlinde)

İsrail’in hali, Kur’ân’da tasvir edilen bir başka gerçekliği de gözler önüne serer: Kalplerin mühürlenmesi, basiretlerin körelmesi.

> “Sonra bunun ardından kalpleriniz katılaştı. Artık onlar taş gibi, hatta taştan da daha katıdır.” (Bakara, 2/74)

Bugün Gazze’de yaşananlar, sadece bir coğrafyada cereyan eden çatışma değil; esfel-i sâfilîne düşmüş bir topluluğun zulümle varlığını sürdürme çabasıdır. Bu hâl, teknolojik üstünlük, medya manipülasyonu ve siyasi güçle örtülemeyecek kadar çirkindir ve karanlıktır.

İbretlik Neticeler ve Hikmetli Dersler

1. Zulümle abad olunmaz. Tarih şahittir ki hiçbir zalim, zulmüyle baki kalmamıştır. Kur’ân, Firavun’u, Nemrud’u ve Karun’u anlatırken sadece geçmişi değil, bugünü de tarif eder.

2. Mazlumun duası arş-ı alâyı titreten bir silâhtır. Şu an nice mazlum, ellerini semaya kaldırmakta ve bu zalimlerin akıbetini Allah’a havale etmektedir.

3. Hakikat er geç tecellî eder. Zulmün, iftiranın ve yalanın saltanatı kısa sürer. Kur’ân’ın diliyle:

> “Zulmedenler nasıl bir inkılâba uğrayacaklarını yakında bileceklerdir.” (Şuarâ, 26/227)

Sonuç: Kur’ân Aynasında İsrail’in Hâli

Bugün İsrail, Kur’ân’ın “esfel-i sâfilîn” olarak tarif ettiği aşağıların aşağısına düşen bir hâl içindedir. İnsanlık değerlerinden uzak, vicdanla, merhametle ve adaletle bağı kalmamış bir sistem… Kur’ân’ın uyarıları, sadece o dönemin Yahudilerine değil; tüm zamanların haksızlık edenlerine, zalimlerine, insanlığı unutanlarına yöneliktir.

Ve biz Müslümanlar için de bir uyarıdır: Eğer biz de adaletten, merhametten, hakikatten saparsak; aynı çukura düşebiliriz. Kur’ân bu yönüyle sadece başkalarını değil, bizi de muhatap alır.