MUCİZE-KERAMET-İSTİDRAC FARKI VE HİKMETLERİ

MUCİZE-KERAMET-İSTİDRAC FARKI VE HİKMETLERİ[1]

Mucize, Keramet ve İstidrac: Hikmetleri ve İbretleri Üzerine Bir İnceleme

İslam düşüncesinde olağanüstü olaylar, genellikle üç başlık altında ele alınır: mucize, keramet ve istidrac. Bu kavramlar, Allah’ın kudreti ve hikmeti çerçevesinde farklı anlamlar taşır ve insana ibret dolu mesajlar sunar. Bu makalede, bu kavramların mahiyetini, farklarını ve insanlık için taşıdığı derin hikmetleri inceleyeceğiz.

1. Mucize: Peygamberlerin Doğruluğunu Gösteren İlahi Delil

Mucize, peygamberlerin doğruluğunu ispat etmek ve Allah’ın kudretini göstermek için Allah’ın izniyle gerçekleşen olağanüstü olaylardır. Mucize, insanların taklit edemeyeceği bir özellik taşır ve bir meydan okuma niteliğindedir.

Mucizenin Özellikleri:

Peygamberlere mahsustur ve onların hak peygamber olduğunu gösterir.

Allah’ın izniyle gerçekleşir ve insan müdahalesi söz konusu değildir.

Meydan okuyucudur, yani inkârcıları aciz bırakır.

İnsanlara bir mesaj taşır, iman etmeleri için bir delil sunar.

Örnekler:

Hz. Musa’nın asasıyla Kızıldeniz’in yarılması

Hz. İsa’nın Allah’ın izniyle ölüyü diriltmesi

Hz. Muhammed’in (sav) ayı ikiye yarması

Mucizeler, insanlara Allah’ın kudretini hatırlatarak onları tevhide davet eder. Ancak unutulmaması gereken bir nokta şudur: Mucizeler, inananların imanını artırırken, inanmayanlar için bir imtihan vesilesi olur. Nitekim Kur’an’da, mucizelere rağmen inanmayan kavimlerin helak edildiğine dair birçok örnek verilmiştir.

2. Keramet: Salih Kullara Bahşedilen İlahi İkram

Keramet, Allah’ın veli kullarına lütfettiği olağanüstü hallerdir. Bir peygamberin ümmetinden olan ve Allah’a yakınlığıyla bilinen salih kişilerde görülebilir. Ancak keramet, bir iddia veya gösteriş aracı değildir. Veliler, kerameti bir üstünlük sebebi olarak değil, Allah’ın bir ikramı ve imtihanı olarak görürler.

Kerametin Özellikleri:

Peygamber olmayan salih kullara verilir.

Kendi istekleriyle değil, Allah’ın lütfu ile gerçekleşir.

Veliler bunu bir iddia konusu yapmazlar.

Allah’a yakınlığın bir işareti olabilir, ama asıl olan takva ve ihlastır.

Örnekler:

Hz. Meryem’in, kendisine yiyecekler gelmesi (Âl-i İmrân, 3/37).

Hz. Ömer’in, minberden komutanı Sâriye’ye seslenip uyarıda bulunması.

İmam Şâfiî gibi âlimlerin ilham yoluyla ilim sahibi olmaları.

Keramet, Allah’ın veli kullarına ikramıdır; ancak müminler, kerameti amaç hâline getirmemelidir. Asıl hedef, Allah’a kullukta derinleşmek ve takva sahibi olmaktır.

3. İstidrac: Sapkınlara Verilen Geçici İmkan

İstidrac, Allah’ın inkârcılara veya fasık kişilere, onların sapkınlıklarını artırmak için verdiği olağanüstü nimet ve yeteneklerdir. Bir kişi, harikulade işler yapabiliyor diye onun Allah katında makbul olduğunu zannetmek büyük bir hatadır. İstidrac, kişinin gafletini artırarak onu azaba sürükleyen bir tuzaktır.

İstidracın Özellikleri:

Günahkâr veya inkârcılara verilir.

Kendi elleriyle elde ettikleri bir yetenek gibi görünür.

Şaşırtıcı ve insanları etkileyici olabilir, ancak hakikatte bir sapkınlık sebebidir.

Allah, onları bir süre nimet içinde bırakır, sonra ansızın yakalar.

Kur’an’da İstidrac:

Allah, Kur’an’da şöyle buyurur:

> “Onlar, kendilerine verilen nimetler sebebiyle şımarıp azgınlık ettiklerinde, biz de onları farkında olmadan ansızın yakaladık.” (En’âm, 6/44)

Örnekler:

Firavun’un, mucizeleri gördüğü hâlde büyücülükle uğraşması.

Nemrut’un, gücünü ilahlık iddiasına dönüştürmesi.

İstidrac, Allah’ın bir imtihanıdır. Bir kişi, büyük başarılara ulaşsa da eğer o nimetler onu Allah’tan uzaklaştırıyorsa, bu bir ikram değil, bir tuzaktır.

İbret ve Hikmetler

1. Gerçek üstünlük Allah’a yakınlıktadır: Mucize, keramet ve istidrac arasındaki en temel fark, bunların Allah’a yakınlık veya uzaklık noktasında nasıl bir rol oynadığıdır. Mucize ve keramet Allah’ın ikramıdır, istidrac ise bir tuzaktır.

2. Dış görünüşe aldanmamak gerekir: Olağanüstü olaylar her zaman Allah’ın rızasını göstermez. Takva ve ihlas sahibi olunması önemlidir.

3. Allah, her şeyi hikmetle yapar: Kimi zaman nimetlerle, kimi zaman belalarla imtihan eder. İnsan, kendisine verilen her şeyin bir imtihan olduğunun farkında olmalıdır.

4. İstidrac bir gaflet tuzağıdır: Kişi, yaptığı harikulade işlerle böbürleniyorsa, bu onun için büyük bir tehlikedir.

Sonuç: Hangi Tarafın Yolcusuyuz?

Mucize, Allah’ın peygamberlerine verdiği en büyük delildir. Keramet, Allah dostlarına verilen ikramdır. İstidrac ise gaflet içinde olanların aldanışıdır. Mümin, mucizeleri tasdik eden, kerameti istikamette bulan ve istidraçtan sakınan bir basiret içinde olmalıdır.

Allah bizleri mucizelerle imanımızı artıranlardan, kerameti bir iman kuvveti olarak görenlerden ve istidraç tuzağından sakınanlardan eylesin. Amin.

[1] https://www.youtube.com/watch?v=AYLJiuiOKzM




DİNİ SEVDİRMEK Mİ YOKSA NEFRET ETTİRMEMEK Mİ?

DİNİ SEVDİRMEK Mİ YOKSA NEFRET ETTİRMEMEK Mİ?[1]


Veya sevdirirken nefret ettirmemek.

İslam, insanların hem dünya hem de ahiret saadetini temin eden bir dindir. Ancak bu saadetin kapısını açacak olan unsur, dinin nasıl anlatıldığı ve nasıl yaşandığıdır. Din, sadece bir inanç sistemi değil, aynı zamanda bir ahlak, bir yaşam biçimi ve bir huzur kaynağıdır. Dolayısıyla insanlara dini sevdirmek, onların kalplerine bu huzuru ve güzelliği nakşetmek büyük bir hizmettir. Peki, önemli olan dini sevdirmek midir, yoksa insanlara nefreti önlemek mi?

DİNİ SEVDİRMENİN GÜZELLİĞİ

Cenab-ı Hak, İslam’ı insanlara bir rahmet olarak göndermiştir:
“Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya, 107)

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), dini tebliğ ederken insanların kalplerini fetheden bir üslup kullanmıştır. O, kimseyi zorlamamış, İslam’ı güzellikleriyle anlatmış, insanların önce kalplerine hitap etmiştir. İnsanları dinden soğutan veya onlara nefret ettiren hiçbir tavır sergilememiştir.

Bir gün, Mescid-i Nebevi’ye bir bedevi gelip mescidin bir köşesine küçük abdestini bozmuştu. Sahabeler hemen öfkeyle onu azarlamak istediler. Ancak Peygamberimiz (s.a.v.), onların müdahale etmesine engel oldu ve sakince şöyle buyurdu:
“Bırakın, işini bitirsin. Sonra üzerine bir kova su dökün, mesele hallolur.”

Bu tavır, dinin sertlikle değil, şefkat ve anlayışla anlatılması gerektiğinin en güzel örneklerinden biridir. Eğer Efendimiz (s.a.v.), bedeviyi azarlayıp dışlamış olsaydı, belki de o kişi İslam’dan tamamen soğuyacaktı. Ama O, sabır ve merhametle yaklaşarak hem kalbini kazandı hem de İslam’ın hoşgörüsünü gösterdi.

İNSANLARI DİNDEN NEFRET ETTİRMEMEK

Dini anlatırken en büyük tehlikelerden biri, insanları nefret ettirecek bir üslup kullanmaktır. Çünkü yanlış üslup, doğru bir mesajı bile etkisiz hale getirebilir. Bu konuda Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurur:
“Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret ettirmeyin.” (Buhari, İlim, 11)

Günümüzde bazı kimseler dini anlatırken sert, katı ve ürkütücü bir dil kullanabiliyor. Sürekli cehennemden, azaptan, yasaklardan bahsederek insanları korkutuyorlar. Oysa bir çiçeği büyütmek için onu sürekli sulamak, güneş almasını sağlamak gerekir. Eğer çiçeğin toprağını kurutur, ona zarar verecek şekilde davranırsak, solmasına sebep oluruz. Aynı şekilde insanlara dini anlatırken de onların kalplerini beslemeli, onlara ümit aşılamalıyız.

Özellikle çocuklara ve gençlere dini sevdirmek çok önemlidir. Eğer din, sadece bir yasaklar bütünü gibi sunulursa, gençler bundan uzaklaşabilir. Oysa din, bir aşk ve muhabbet meselesidir. Kalplere sevgiyle girer, zorlamayla değil.

ÖLÇÜ: ORTA YOL

Dini anlatmada iki aşırılıktan kaçınmak gerekir:

1. Aşırı katı ve korkutucu olmak: Sürekli yasaklar, günahlar ve azaplarla insanları baskı altına almak, dinin aslında bir rahmet dini olduğu gerçeğini gölgeleyebilir.

2. Aşırı gevşek olmak: Dinin emir ve yasaklarını tamamen yok sayarak sadece “her şey serbest” gibi göstermek de tehlikelidir. Çünkü İslam, belirli kuralları olan bir nizam dinidir.

Bu noktada en güzel yol, Peygamberimizin (s.a.v.) sünnetidir. O, insanlara ne zorlaştırarak ne de gevşek davranarak yaklaşmıştır. Onların seviyelerine inerek, anlayışla ve şefkatle dini anlatmıştır.

SONUÇ

Dini sevdirmek ve insanları ondan nefret ettirmemek, birbirinin ayrılmaz parçalarıdır. Sevdirerek anlatmak, nefret ettirmenin önüne geçer. Dini güzel yaşamak ve güzel anlatmak, en etkili tebliğ metodudur. Çünkü insanlar dinin emirlerinden çok, o dini yaşayan insanların hal ve hareketlerinden etkilenirler.

Unutmayalım ki, İslam bir kolaylık ve rahmet dinidir. Bizler de bu rahmeti başkalarına sunarken, Efendimizin (s.a.v.) yolunu takip etmeli, sevdirerek anlatmalı ve asla nefret ettirmemeliyiz.

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=_FhmV8Rwvf4




TÜRKİYE’DE MASONLARIN GİZLİ İŞLERİ . HİLELİ SINAVLAR VE KADROLAR.

TÜRKİYE’DE MASONLARIN GİZLİ İŞLERİ . HİLELİ SINAVLAR VE KADROLAR.


TÜRKİYE’DE MASONLARIN GİZLİ İŞLERİ, HİLELİ SINAVLAR VE KADROLAR: TARİHİ VE GÜNÜMÜZE UZANAN BİR TEHLİKE

Tarih boyunca gizli örgütler, çeşitli ülkelerde önemli mevkilere sızarak kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirme yapmışlardır. Masonluk da bu yapılanmalar arasında en çok tartışılanlardan biri olmuştur. Osmanlı’dan günümüze, Türkiye’de de masonik faaliyetlerin devlet yönetimi, eğitim ve bürokrasi üzerinde etkili olduğu iddia edilmektedir. Bu makalede, masonların geçmişte ve günümüzde nasıl gizli işler çevirdiği, hileli sınavlarla nasıl kadrolaştıkları ve bunun toplum üzerindeki etkilerini ele alacağız.

OSMANLI’DAN CUMHURİYET’E MASONİK TESİR

Osmanlı Devleti’nde masonluk, özellikle Tanzimat dönemi ile birlikte Batılılaşma hareketleriyle yaygınlaşmaya başladı. Bazı yüksek rütbeli devlet adamlarının mason locasına üye olmasıyla birlikte, dış destekli politikalar devlet yönetiminde etkili olmaya başladı. Sultan II. Abdülhamid, masonların devlete sızmasını bir tehdit olarak gördü ve bu nedenle mason localarını kapatma yoluna gitti. Ancak, İttihat ve Terakki Cemiyeti içindeki bazı masonların etkin olması, Osmanlı’nın son döneminde önemli kararların perde arkasında alındığını gösteriyordu.

Cumhuriyet’in ilanından sonra, mason locaları tekrar güç kazanmaya başladı. Özellikle 1948’de masonluk üzerindeki yasakların kaldırılması, örgütün devlet içindeki etkisini artırdı. Ekonomi, bürokrasi ve akademi dünyasında birçok önemli ismin mason locasına üye olduğu bilinmektedir.

HİLELİ SINAVLAR VE KADROLAŞMA

Masonların en büyük faaliyetlerinden biri de kritik mevkileri kendi üyeleriyle doldurmaktır. Bunun en bariz yollarından biri hileli sınavlar ve liyakat sisteminin dışına çıkan atamalardır.

Özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, Türkiye’de kamu kurumlarına girişte çeşitli sınavlar uygulanmaya başlandı. Ancak, zaman zaman bu sınavların önceden belirli grupların eline geçtiği, masonların ve onlarla bağlantılı yapıların kendi adamlarını devlet içine yerleştirdiği iddiaları gündeme gelmiştir.

Son yıllarda bazı sınavlarda soruların çalınması, belirli gruplara önceden verilmesi ve kayırmacılık skandalları, bu durumun somut örnekleri olmuştur. Bu tarz hilelerin temel amacı, kritik noktaları kontrol altında tutarak ülke yönetimini yönlendirmektir.

Bürokratik kadrolar, akademisyenlik, yargı ve emniyet gibi kritik noktalara yerleşen masonik yapılar, zaman içinde kendi çıkarları doğrultusunda kararlar alarak ülkenin gidişatını şekillendirebilir.

GÜNÜMÜZDEKİ YANSIMALAR

Günümüzde, Türkiye’de devletin milli ve manevi kimliğini koruma mücadelesi içinde olduğu açıktır. Ancak küresel sistemle bağlantılı gizli yapılanmalar hâlâ etkilerini sürdürmektedir.

Sınav skandalları hâlâ zaman zaman gündeme gelmektedir.

Devletin önemli kademelerinde liyakatsiz atamalar toplumda güvensizlik oluşturmaktadır.

Masonik ve benzeri yapılanmalar, medya ve akademi üzerinden algı operasyonları yaparak kamuoyunu yönlendirmeye çalışmaktadır.

Bu durum, tarihte olduğu gibi bugün de devletin ve milletin bağımsızlığına karşı bir tehdit oluşturmaktadır.

SONUÇ: ÇÖZÜM NEDİR?

Masonik yapıların ve benzeri organizasyonların etkisini kırmanın yolu, şeffaflık, adalet ve liyakat sistemini güçlendirmektir.

Sınav sistemlerinin daha güvenilir hale getirilmesi

Devlet kadrolarında liyakat ilkesinin esas alınması

Milletin bilinçlenmesi ve bu tür yapılanmalara karşı uyanık olması

Bu gibi adımlarla, Osmanlı’dan beri süregelen bu tehlike bertaraf edilebilir. Tarih, bize göstermiştir ki, milletin iradesi güçlü olduğunda hiçbir gizli örgüt başarılı olamaz.

Bugün de mesele, milletin kendi iradesine sahip çıkması ve hain planlara karşı uyanık olmasıdır.




DOST GÖRÜNÜMLÜ GÜVENSİZ DÜŞMAN

DOST GÖRÜNÜMLÜ GÜVENSİZ DÜŞMAN

(Menfaat ve makam düşkünü olan kisiye gıyabi hitab; Senin gibi münafık bir dostum olacağına on düşmanım olsun)

DOST GÖRÜNÜMLÜ GÜVENSİZ DÜŞMAN

Hayatta insanı en çok yaralayan şey, düşmanın saldırısı değil, dost bildiğinin ihanetidir. Düşmanın hasmane tutumu bellidir; ona göre tedbir alınır, mesafe korunur. Ancak dost kılığına bürünmüş bir münafık, sinsice yaklaşır, güven duygusunu istismar eder ve en savunmasız anında hançerini saplar. İşte bu yüzden, sadık bir dostun yerine, sahte dostlukların zararlarından korunmak daha büyük bir kazançtır.

GERÇEK DOST VE SAHTE DOST

Dostluk, menfaatin değil, samimiyetin üzerine kurulduğunda kıymetlidir. Menfaatperest insanlar, dost gibi görünerek çıkarları doğrultusunda hareket ederler. Makam, mevki, güç ve para gibi dünyevi nimetler söz konusu olduğunda, maskeleri düşer ve asıl yüzleri ortaya çıkar.

Hz. Ali (r.a.) şöyle buyurmuştur:
“Sana dost görünen herkes gerçek dostun değildir. Nice dost vardır ki, aslında düşmandan daha zararlıdır.”

Bu söz, insanın dost seçiminde ne denli dikkatli olması gerektiğini gösterir. Zira menfaat üzerine kurulu dostluk, bir rüzgârın yön değiştirmesiyle bozulur. Güç kimdeyse, bu kişiler oraya yönelir; dün seni överken, bugün seni yermeye başlarlar.

İHANETİN AĞIRLIĞI

Bir insan düşmanından gelen darbeye hazırlıklıdır. Ancak dost bildiği birinden gelen ihanet, en derin yarayı açar. Kur’an-ı Kerim’de münafıkların fitnelerinden bahsedilir ve onların, kâfirlerden bile daha tehlikeli olduğu vurgulanır:

“Onlar ki, dilleriyle iman ettik derler, fakat kalpleriyle inanmamışlardır. Onlardan sakının!” (Tevbe, 56)

Menfaat için dost görünen, ancak fırsatını bulduğunda ihanet eden kişi, dost kisvesi altında en büyük düşman kesilir. Bugün yanınızda olan ama yarın çıkarı için sizi terk eden bir dost, düşmandan daha tehlikelidir. Çünkü düşmanın planını tahmin edebilirsiniz, ancak dost kılığındaki hainin ne zaman vuracağını bilemezsiniz.

“SENİN GİBİ MÜNAFIK BİR DOSTUM OLACAĞINA ON DÜŞMANIM OLSUN”

Sadakatten yoksun bir dostun varlığı, insanın ruhunu yıpratır. Onun yerine açık düşmanların olması, en azından kiminle mücadele edileceğini bilmek açısından daha iyidir. İslam tarihinde de bu tür sadakatsiz dostlar büyük fitnelere sebep olmuşlardır.

Resulullah (s.a.v.), Uhud Savaşı’nda münafıkların ihanetine uğramıştır. Abdullah bin Übey bin Selûl ve adamları, savaşın en kritik anında Müslümanları yalnız bırakarak geri çekilmişlerdir. Bu hareket, doğrudan düşmanın saldırısından daha büyük bir zarar vermiştir. İşte, münafık dostun en büyük tehlikesi budur: Seni en ihtiyaç duyduğun anda yalnız bırakması.

SONUÇ

Gerçek dost, zor zamanlarda belli olur. Makam, mevki ve menfaat uğruna dost görünüp ihanet eden kişiler, düşmandan daha fazla zarar verirler. Onun için sadakatsiz bir dostun varlığındansa, düşmanların açık düşmanlığı daha iyidir.

Unutmayalım ki, dostluk güven üzerine inşa edilir. Güvenin olmadığı bir dostluk, bir yılanın koynunda beslenmesine benzer. O yılan, en savunmasız anında sokmak için bekler. İşte bu yüzden, ihanet eden bir dosttansa, düşmanın açıkça karşıda olması daha iyidir.

 

 




AZAP MI İNDİR YOKSA RAHMET Mİ?

AZAP MI İNDİR YOKSA RAHMET Mİ?[1]

Evet, Enfâl Suresi 32. ayeti şu şekildedir:

وَإِذْ قَالُوا۟ ٱللَّهُمَّ إِن كَانَ هَٰذَا هُوَ ٱلْحَقَّ مِنْ عِندِكَ فَأَمْطِرْ عَلَيْنَا حِجَارَةًۭ مِّنَ ٱلسَّمَآءِ أَوِ ٱئْتِنَا بِعَذَابٍ أَلِيمٍۢ

Meali:
“Ve bir zaman, ‘Ey Allah’ım! Eğer bu (Kur’an) senin katından gelen hakikat ise, üzerimize gökten taş yağdır veya bize elem dolu bir azap ver’ demişlerdi.”

Bu ayette, Mekke müşriklerinin Hz. Muhammed (s.a.v.)’e ve Kur’an’a karşı kibirli ve meydan okuyan tavırları anlatılmaktadır. Onlar, eğer Kur’an gerçekten Allah’tan geliyorsa, bunun yerine doğruyu kabul etmek yerine, kendilerine bir azap gönderilmesini dilemişlerdi. Ancak Allah, bir sonraki ayette (Enfâl 33) onları hemen helak etmediğini, çünkü Hz. Peygamber’in onların içinde bulunduğunu ve müminlerin de Allah’tan bağışlanma dilediklerini belirtmiştir.

@@@@@@@

Enfâl Suresi 32. Ayetin Derinlemesine Anlamı.

Bu ayette Mekke müşriklerinin kibirli, inatçı ve alaycı tutumları gözler önüne serilmektedir. Onlar, hakikati arayan samimi bir kalple değil, inat ve meydan okuma duygusuyla şöyle demişlerdi:

“Eğer bu Kur’an gerçekten senin katından gelen bir hakikat ise, üzerimize gökten taş yağdır veya bize çok acı bir azap ver!”

1. Ayetin Psikolojik ve Sosyolojik Boyutu

Bu ifadede içten bir arayış yoktur. Aksine:

Kibir ve inat vardır: Gerçeği kabullenmek yerine, imkânsız bir bedel ödemeyi göze alacak kadar körleşmiş bir akıl durumu söz konusudur.

Hakikate karşı direniş vardır: Kur’an onların menfaatlerine dokunduğu için onu reddetmek adına uç bir tepki göstermektedirler.

Meydan okuma psikolojisi vardır: Gerçekten hakikati arayan biri, “Bize azap indir” demez, aksine “Bizi doğru yola ilet” diye dua eder.

Bu tür bir tepki, tarihte Allah’ın peygamberlerini inkâr eden kavimlerin ortak özelliklerinden biridir. Örneğin, Nuh, Lut, Şuayb ve Salih kavimleri de peygamberlerine meydan okumuş ve “Bize vaat ettiğin azabı getir!” demişlerdi. Ancak sonuç hep helak olmuştur.

2. Ayetin Tevhid ve Kader Açısından Yorumu

Müşrikler, Allah’a inanıyorlardı ama “hakikatin kaynağı olarak O’nu kabul etmiyorlardı.”

Onlar, “Biz Allah’a inanıyoruz ama bu Kur’an O’nun katından olamaz” diyerek çelişkili bir inanç içindeydiler.

Hakikati reddeden bir toplum, azabı kendisi davet eder. Ancak Allah merhameti gereği onlara hemen ceza vermemiştir.

3. Günümüze Mesajı

Bu ayet, günümüz insanına da önemli mesajlar verir:

1. Hakikati aramak yerine ona meydan okumak, insanı felakete sürükler.

2. Kibir ve inat, insanın gözünü köreltir ve en bariz gerçeği bile inkâr etmesine yol açar.

3. Gerçeğe ulaşmak isteyen, onu inkâr etmek için bahane üretmek yerine, samimi bir kalple araştırmalı ve dua etmelidir.

Müşriklerin bu duası, aslında hakikati kabullenmek istemeyen her çağdaki insanın durumuna benzer. Bugün de pek çok insan, iman hakikatlerine karşı delil aramak yerine, onları inkâr etmek için bahaneler üretmektedir.

@@@@@@

Enfâl Suresi 32. Ayetin Benzer Ayetlerle İlgisi

Kur’an’da Mekke müşriklerinin veya geçmiş kavimlerin hakikate karşı takındıkları meydan okuma, inkâr ve azap isteme tavırları birçok ayette ele alınmıştır. Enfâl 32 de bu açıdan değerlendirilmelidir. Şimdi, bu ayeti destekleyen ve açıklayan diğer ayetlere bakalım.

1. Azap İsteyenlerin Ortak Tavrı

Enfâl 32’de olduğu gibi, geçmiş kavimlerden de peygamberlerine meydan okuyarak azap talep edenler olmuştur.

Şuara Suresi 187

وَقَالُوا۟ يَٰشُعَيْبُ أَصَلَوٰتُكَ تَأْمُرُكَ أَن نَّتْرُكَ مَا يَعْبُدُ ءَابَآؤُنَآ أَوْ أَن نَّفْعَلَ فِىٓ أَمْوَٰلِنَا مَا نَشَٰٓؤُا۟ إِنَّكَ لَأَنتَ ٱلْحَلِيمُ ٱلرَّشِيدُ ١٨٦ فَأَسْقِطْ عَلَيْنَا كِسَفًۭا مِّنَ ٱلسَّمَآءِ إِن كُنتَ مِنَ ٱلصَّٰدِقِينَ ١٨٧

Meali:
“Ey Şuayb! Atalarımızın taptıklarını bırakmamızı ve mallarımız konusunda istediğimiz gibi davranmamamızı mı emrediyorsun? Eğer doğru söyleyenlerdensen üzerimize gökten bir parça düşür!” (Şuara 186-187)

Bu ayette Şuayb (a.s.)’ın kavmi, onun getirdiği vahyi reddediyor ve kendilerine azap gelmesini istiyor. Aynı kibirli ve inatçı tavır Enfâl 32’de müşriklerde de görülüyor.

2. Önceki Kavimlerin Helak Sebepleri

Müşriklerin azap istemeleri, Allah’ın geçmiş kavimlere verdiği cezaları hatırlatmaktadır.

Hud Suresi 82

فَلَمَّا جَآءَ أَمْرُنَا جَعَلْنَا عَٰلِيَهَا سَافِلَهَا وَأَمْطَرْنَا عَلَيْهَا حِجَارَةًۭ مِّن سِجِّيلٍۢ مَّنضُودٍۢ

Meali:
“Emrimiz gelince oranın altını üstüne getirdik ve üzerlerine istif edilmiş taşlardan yağdırdık.” (Hud 82)

Bu ayet, Lut kavminin helakini anlatır. Lut kavmi de azap istemişti ve gerçekten taş yağmuruna tutulmuşlardı. Enfâl 32’de müşriklerin gökten taş yağmasını istemeleri, aslında Lut kavminin helak edilme şekline bir gönderme gibidir.

Benzer bir şekilde:

Fussilet 13: “Eğer yüz çevirirlerse, de ki: ‘Ben sizi Ad ve Semud’un yıldırımı gibi bir azap ile uyarıyorum.'”

Zariyat 32-33: “Dediler ki: Biz suçlu bir kavme gönderildik, üzerlerine çamurdan taşlar yağdıracağız.”

3. Allah’ın Azabı Geciktirme Hikmeti

Müşriklerin azap istemelerine rağmen, Allah hemen onları helak etmemiştir. Bunun sebebi bir sonraki ayette açıklanır.

Enfâl Suresi 33

وَمَا كَانَ ٱللَّهُ لِيُعَذِّبَهُمْ وَأَنتَ فِيهِمْ وَمَا كَانَ ٱللَّهُ مُعَذِّبَهُمْ وَهُمْ يَسْتَغْفِرُونَ

Meali:
“Sen onların içinde bulunduğun sürece Allah onlara azap edecek değildir. Ve onlar bağışlanma diledikleri sürece de Allah onlara azap edici değildir.”

Burada iki önemli nokta vardır:

1. Peygamber’in varlığı bir rahmettir: Allah, Rasulullah (s.a.v.) Mekke’de olduğu sürece müşrikleri helak etmemiştir.

2. Bağışlanma (istiğfar) azabı geciktirir: Eğer insanlar tövbe edip Allah’tan af dileselerdi, azap üzerlerine gelmeyecekti.

Bu ayet, azap isteyen müşriklerin, aslında farkında olmadan Allah’ın rahmetiyle cezadan korunduklarını gösterir.

SONUÇ: Enfâl 32’nin Diğer Ayetlerle Bağlantısı

1. Geçmiş kavimlerin inkarcıları gibi, Mekke müşrikleri de peygamberlerine meydan okumuş ve azap istemiştir (Şuara 187, Hud 82).

2. Allah, Lut ve diğer kavimleri gerçekten taş yağdırarak helak etmiştir. Müşriklerin talebi de Lut kavminin helakine benzemektedir (Hud 82, Zariyat 32-33).

3. Ancak Allah, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in varlığı ve müminlerin istiğfarı sebebiyle azabı geciktirmiştir (Enfâl 33).

Bu ayetler, kibirli inkârın insanı nasıl felakete sürüklediğini ve Allah’ın azabı geciktirme hikmetini gösterir. Aynı zamanda istiğfarın ve Peygamber’in varlığının, bir toplumu nasıl koruduğunu anlatır.

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=ApieQmbPVa4




VEFA: AHDE VEFA VE MİSAK BİLİNCİ

VEFA: AHDE VEFA VE MİSAK BİLİNCİ[1]


İslam ahlakının temel değerlerinden biri olan vefa, sözünde durma, bağlı kalma, sadakat gösterme ve verilen sözü yerine getirme anlamına gelir. Vefa, sadece bireyler arasındaki ilişkilerde değil, insanın Allah’a, kendine ve topluma karşı taşıdığı sorumlulukları yerine getirmesinde de önemli bir ahlaki prensiptir. Kur’an-ı Kerim’de ve hadislerde vefaya büyük bir vurgu yapılmış, vefasızlık ise hem dünyevi hem de uhrevi sonuçları itibariyle ciddi bir uyarıyla ele alınmıştır.

VEFA VE KUR’AN-I KERİM

Kur’an-ı Kerim’de vefa, birçok ayette övgüyle anılmış ve müminlerin en önemli özelliklerinden biri olarak zikredilmiştir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Verdiğiniz sözü yerine getirin. Çünkü verilen söz (ahd) sorumluluk gerektirir.” (İsra, 17/34)

Bu ayet, insanın verdiği her sözün bir sorumluluk doğurduğunu ve Allah katında bunun hesabının sorulacağını açıkça belirtir. Mümin, verdiği sözü unutmaz, yerine getirir ve sadık kalır.

Yine bir başka ayette Yüce Rabbimiz şöyle buyurur:

“O kimseler ki, Allah’a verdikleri sözü yerine getirirler ve ahitlerini bozmazlar.” (Ra’d, 13/20)

Bu ayetten de anlaşılacağı üzere, vefa sadece insanlar arasındaki bir sadakat meselesi değil, aynı zamanda Allah’a verilen sözlerin tutulmasını da kapsayan bir ahlaki sorumluluktur.

AHDE VEFA: SÖZÜNDE DURMANIN ÖNEMİ

Ahde vefa, verilen sözlerin, yapılan anlaşmaların ve üstlenilen sorumlulukların yerine getirilmesini ifade eder. Hz. Peygamber (s.a.v.), Müslümanın en belirgin özelliklerinden birinin ahde vefa olduğunu bildirmiş ve şu hadisiyle bunu vurgulamıştır:

“Münafıklık alameti üçtür: Konuştuğunda yalan söyler, söz verdiğinde sözünde durmaz, kendisine güvenildiğinde hıyanet eder.” (Buhari, İman, 24)

Bu hadis, ahde vefasızlığın münafıklık alametlerinden biri olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Mümin, ahlaki ve dini sorumluluklarının bilincinde olan kişidir ve verdiği sözden caymaz.

Hz. Peygamber (s.a.v.), müşriklerle bile yaptığı anlaşmalara uymuş ve en zor şartlar altında dahi ahde vefayı korumuştur. Hudeybiye Antlaşması’nda Müslümanlar aleyhine görünen maddelere bile sadık kalmış, ancak karşı taraf bu sadakati ihlal ettiğinde antlaşmayı feshetmiştir. Bu durum, vefanın İslam’daki yüksek değerini gösteren en önemli örneklerden biridir.

MİSAK: İNSANIN ALLAH’A VERDİĞİ SÖZ

İslam’da vefa kavramının en büyük boyutlarından biri, insanın Allah’a verdiği sözü tutmasıdır. Kur’an-ı Kerim, insanların dünya hayatına gelmeden önce Allah’a bir misak verdiğini bildirmektedir:

“Hani Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendilerine şahit tutarak: ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ demişti. Onlar da: ‘Evet, (buna) şahit olduk.’ demişlerdi.” (A’raf, 7/172)

Bu ayet, insanın Allah’a kulluk etmek üzere yaratıldığını ve bu doğrultuda bir söz verdiğini hatırlatmaktadır. Ancak dünya hayatının meşgalesi içinde birçok insan bu misakı unutur ve Rabbine karşı olan vefasını kaybeder. Oysa gerçek vefa, Allah’a verilen sözde durarak, O’nun emir ve yasaklarına riayet etmektir.

Kur’an, insanların ahitlerine sadık kalmasını ve verdikleri sözleri yerine getirmesini bir iman göstergesi olarak sunar:

“Onlar ki, Allah’ın ahdini yerine getirirler ve verdikleri sözü bozmazlar.” (Bakara, 2/177)

Bu ayet, vefanın sadece dünyevi ilişkilerle sınırlı olmadığını, Allah ile kul arasındaki bağda da en önemli unsurlardan biri olduğunu gösterir.

VEFASIZLIĞIN SONUÇLARI

Kur’an-ı Kerim, vefasızlığı büyük bir ahlaki zafiyet olarak değerlendirmiş ve ahdini bozanları kınamıştır:

“Ahidlerini bozanlar, Allah’ın emrini hiçe sayanlar ve yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlar… İşte lanet onlara mahsustur ve yurdun en kötüsü onlar içindir.” (Rad, 13/25)

Bu ayetten de anlaşılacağı üzere, ahde vefasızlık, sadece bireysel bir hata değil, aynı zamanda toplumsal huzuru bozan, Allah’ın emirlerine karşı bir başkaldırıdır. Vefasızlık, güvenin kaybolmasına, dostlukların bozulmasına ve toplumun çökmesine neden olur.

VEFA VE SADAKATİN ÖDÜLÜ

Allah’a ve insanlara karşı vefalı olanlar, hem dünyada hem de ahirette mükâfatlandırılacaktır. Kur’an’da şöyle buyrulmaktadır:

“Allah, sözünü yerine getirenleri, sadakatleri sebebiyle mükâfatlandıracaktır.” (Ahzâb, 33/23)

Bu ayet, vefanın sadece bir erdem olmadığını, aynı zamanda Allah katında büyük bir karşılık göreceğini göstermektedir. Sadık olanlar, Allah’ın rahmetine ve cennetine layık görülürken, vefasızlık edenler ise hem dünyada hem de ahirette hüsrana uğrayacaktır.

SONUÇ: VEFA, İNSANIN EN BÜYÜK İMTİHANI

Vefa, müminin en büyük imtihanlarından biridir. İnsan, Rabbi’ne, ailesine, dostlarına, toplumuna ve hatta düşmanına karşı bile ahlaki bir duruş sergilemekle yükümlüdür. Ahde vefa, hem bireysel hem de toplumsal huzurun anahtarıdır.

Mümin, her zaman sözünün eri olmalı, Allah’a ve insanlara verdiği sözleri tutmalı ve sadakati hayatının merkezine koymalıdır. Çünkü vefanın olmadığı yerde güven olmaz, güvenin olmadığı yerde ise huzur ve adalet kaybolur.

Allah bizleri, ahdine vefa gösteren, sadakatle yaşayan ve misakına bağlı kalan kullarından eylesin. “Sadıklarla beraber olun” (Tevbe, 9/119) emrine uyanlardan kılsın. Amin.

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=d4i-sbL9J7Q




KANALİZASYON PATLADI. KOKUSU ÇIKAN FAALİYETLERİN KENDİSİ DE ÇIKMAYA BAŞLADI.

KANALİZASYON PATLADI. KOKUSU ÇIKAN FAALİYETLERİN KENDİSİ DE ÇIKMAYA BAŞLADI. ALLAH DAHA DÜNYADAYKEN İSTİDRAC İLE YÜKSELTİP YÜZÜNCÜ KATTAN ÖYLECE ÇÖKERTİR. İYİ Kİ AHİRET VE HESAP VAR.

KANALİZASYON PATLADI: GİZLİ KALAN KOKULAR ORTAYA ÇIKIYOR

Gün gelir, bastırılmış pislikler, üstü örtülen kirli oyunlar, halktan saklanan haksızlıklar bir bir açığa çıkar. Çünkü hakikat, er ya da geç ortaya çıkmak zorundadır. Bir kanalizasyon ne kadar uzun süre kapatılmaya çalışılsa da basınç arttıkça sonunda patlar ve içindekileri dışarı saçar. İşte insanlık tarihi boyunca, birçok kişi ve topluluk, menfaat için bâtılı örtmeye, adaletsizliklerini saklamaya çalışmış; ancak hesap gününü dünyada da görmüşlerdir.

İSTİDRAC: ALLAH’IN GÖRÜNMEYEN TUZAĞI
YÜKSELTİLENLERİN HIZLA ÇÖKÜŞÜ

Allah (c.c.), zalimleri ve günahkârları hemen cezalandırmayabilir. Onlara mühlet verir, imtihan eder, bazen dünyada nimetlerle ödüllendirirmiş gibi gösterir. Oysa bu bir istidraçtır. Yani, günaha batmış kişinin daha da dibe çökmesi için bir mühlet tanınmasıdır. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur:

“Onlar için mühlet veriyoruz. Çünkü bizim tuzağımız (cezamız) sağlamdır.” (Kalem, 45)

Tarih boyunca, güç sarhoşluğu yaşayan, zulme ve haksızlığa dalan pek çok kişi ve toplum, ilahi istidraç ile yükseltilmiş; ancak zirvedeyken aniden yere çakılmıştır. Nemrut, Firavun, Karun, Ebrehe gibi nice zalimler, servetleriyle, ordularıyla, iktidarlarıyla yeryüzünde kibirle yürüdüler. Ancak ne oldu? En tepede sandıkları anda, bir sineğin, bir denizin, bir yer çöküşünün, küçücük bir felaketin içinde yok olup gittiler.

KİRLİ SİSTEMLERİN ÇÖKÜŞÜ

Kendi menfaatleri uğruna adaleti rafa kaldıranlar, güçlerini sürdürebilmek için ahlaksız yöntemlere başvuranlar, çürük temeller üzerine kurdukları sistemlerin ebediyen devam edeceğini sanırlar. Ancak adaletin bir doğası vardır:

Gerçek er ya da geç ortaya çıkar.

Baskıyla bastırılan haksızlıklar bir gün infilak eder.

Halkın gözünden kaçırılan yanlışlıklar, sonunda apaçık görülür.

Zulümle abat olanın akıbeti berbat olur. Tarih boyunca, halkına zulmeden, servetini haksız yollarla büyüten, insanları aldatan nice yönetici ve lider, yükseltilmiş gibi görünürken aslında bir felakete doğru ilerliyordu.

KARUN: SERVETİNİN KÜLFETİYLE GÖMÜLEN ADAM

Karun, Hz. Musa zamanında yaşamış, büyük bir servete sahipti. Öyle ki hazinelerinin anahtarlarını taşımak için birçok kişi gerekiyordu. Ancak o, servetini Allah yolunda harcamak yerine kibirlenerek, böbürlenerek halkı ezmek için kullandı. İnsanlar onu uyardığında şöyle diyordu:

“Bu serveti ben kendi bilgim ve zekâm sayesinde kazandım!” (Kasas, 78)

Ama ne oldu? Bir gün servetiyle, saraylarıyla, hazineleriyle birlikte yerin dibine gömüldü. İşte istidraç budur: Zirveye çıktığını sanarken, en derin çukura yuvarlanmak.

İYİ Kİ AHİRET VE HESAP VAR!

Dünya bir imtihan yeridir. Burada herkes yaptığının karşılığını hemen görmeyebilir. Zalimler bir süre daha hüküm sürebilir, ahlaksızlar bir müddet daha refah içinde yaşayabilir. Ancak her şeyin bir sonu vardır. Ve en büyük hesap, ahirette görülecektir.

Kur’an’da şöyle buyurulur:
“O gün Allah, onların yaptıklarını bir bir önlerine koyacak, onlar da her şeyin yazılmış olduğunu göreceklerdir.” (Kehf, 49)

Bu dünya bir mahkeme-i kübraya hazırlık yeridir. Eğer burada adalet tam tecelli etmiyor gibi görünüyorsa, bu sadece imtihanın bir parçasıdır. Çünkü ahirette en küçük bir iyilik de, en küçük bir kötülük de karşılıksız kalmayacaktır.

SONUÇ

Hakikat gizlenemez, adalet ertelenemez, zulüm sürdürülemez. Kanalizasyon patladığında, içindekiler nasıl dışarı saçılıyorsa, toplumları ve insanları kandıranlar da eninde sonunda gerçek yüzlerini ortaya koyar.

Ve Allah, onların yükselttiği gökdelenleri, bir anda yerle bir eder. Çünkü adalet, bazen geç tecelli etse de, mutlaka tecelli eder. İyi ki ahiret var, iyi ki hesap günü var!

 




GAZZE’DE BARIŞ İSTENİYORSA SAVAŞA HAZIR OLUNMALI.

GAZZE’DE BARIŞ İSTENİYORSA SAVAŞA HAZIR OLUNMALI.


Gazze’de Barış İsteniyorsa Savaşa Hazır Olunmalı.
“Si vis pacem, para bellum” der Romalılar:
Barış istiyorsan, savaşa hazırlan. Bu kadim söz, tarihin kanla yazılmış sayfalarından süzülerek günümüze ulaşmış bir hakikati fısıldar. Gazze, bu hakikatin en acımasız sahnelerinden birine ev sahipliği yapar; burada barış hayali, savaşın gölgesinde bir serap gibi titrer. Yüzyıllardır çatışmaların, umutların ve yıkımların kesişme noktası olan bu topraklar, insanlığın en karmaşık sorularından birini sorar: Barış, gerçekten mümkün müdür?Gazze’nin tarihi, bir barış masalı değil, bir direniş ve işgal destanıdır. Antik çağlarda Filistîler’in yurdu olan bu bölge, Romalılardan Bizans’a, Emevilerden Haçlılara kadar sayısız medeniyetin ayak izlerini taşır. Osmanlı döneminde bir süre sükûnet bulsa da, 20. yüzyılın başlarında İngiliz manda yönetimiyle başlayan modern çatışma dönemi, Gazze’yi bir barut fıçısına çevirdi. 1948’de İsrail’in kuruluşu ve ardından gelen Nakba, yani “Büyük Felaket”, yüz binlerce Filistinliyi evlerinden kopararak Gazze’yi bir sığınak ve aynı zamanda bir hapishane haline getirdi. O günden beri bu dar şerit, savaşın ve ablukanın pençesinde nefes almaya çalışır.Tarih, bize şunu öğretir: Gazze’de barış, asla masada kazanılmadı. 1967’deki Altı Gün Savaşı, 2008’deki Dökme Kurşun Operasyonu, 2014’teki Koruyucu Hat Operasyonu ve daha niceleri… Her çatışma, barış umudunu bir sonraki savaşa erteledi. İnsanlar öldü, evler yıkıldı, çocuklar yetim kaldı; ama ne hikmetse, her defasında “barış görüşmeleri” yeniden başladı. Bu döngü, bir tragedyadan çok bir kara mizah gibi: Aynı sahne, farklı oyuncularla tekrar tekrar oynanıyor.Peki, neden barış bu kadar uzak? Çünkü Gazze’deki mücadele, sadece toprakla ilgili değil; kimlik, onur ve varoluşla ilgili. Filistinliler için Gazze, son kale; İsrail içinse bir güvenlik meselesi. İki taraf da haklı olduğuna o kadar emin ki, uzlaşma bir zayıflık gibi görünüyor. Barış isteyenler, masaya elleri temiz oturmayı hayal eder; oysa Gazze’de eller hep kanlıdır. Bu, romantik bir barış hikâyesinden çok, Thukidides’in Peloponez Savaşları’nda dediği gibi, “Güçlü olanın yaptığını, zayıf olanın çektiğini” anlatan bir gerçekliktir.Düşündürücü olan şu: Barış için savaşmak zorunda kalmak, insanlığın en büyük çelişkisi değil midir? Gazze’de çocuklar roket sesleriyle uyanırken, anneler ekmek kuyruklarında beklerken, babalar ise bir sonraki patlamayı göze alarak balık avına çıkarken, barıştan söz etmek neredeyse alaycı bir lüks gibi. Yine de, bu umutsuzluk içinde bile, Gazzeliler yaşamaya devam ediyor. Dirençleri, insan ruhunun ne kadar dayanıklı olabileceğini gösteriyor.Eğer Gazze’de barış isteniyorsa, önce savaşın doğasını anlamak gerek. Savaş, sadece silahlarla değil, zihinlerde de kazanılır. Kin, intikam ve korku, bu topraklarda nesilden nesile aktarılan miraslar olmuş. Barış, bu mirası kırmakla başlar; ama bu, ne yazık ki, bir tarafın zaferiyle değil, iki tarafın da yenilgiyi kabul etmesiyle mümkün. Tarih, bize böyle bir fedakârlığın nadiren gerçekleştiğini söylüyor.Sonuç olarak, Gazze bir aynadır; insanlığın en karanlık ve en aydınlık yanlarını yansıtır. Barış istiyorsak, savaşa hazır olmalıyız; çünkü Gazze’de barış, ancak savaşın tüm tarafları yorulduğunda, silahlar sustuğunda ve insanlar birbirlerinin gözlerindeki acıyı gördüğünde gelebilir. O zamana kadar, bu topraklar bize hem ibret hem de umut vermeye devam edecek. Soru şu: Biz, bu dersi ne zaman öğreneceğiz?

@@@@@@

İşte bunun sebebi:

*”Beyaz Saray, İsrail’in bugün Gazze’ye düzenlediği saldırılar konusunda ABD’ye danıştığını açıkladı. Leavitt, “Kıyamet kopacak.” ifadesini kullanarak, Trump’ın İsrail’e destek olmaktan korkmadığını belirtti.”


https://m.haber7.com/dunya/haber/3514367-son-dakika-haberi-abdden-skandal-gazze-aciklamasi-bize-danistilar-kiyamet-kopacak

https://video.haber7.com/video-galeri/313966-israilin-saldirilarina-maruz-kalan-cocuklarin-goruntuleri-yurekleri-dagladi

https://m.haber7.com/dunya/haber/3514382-israilden-kustah-aciklama-savunma-bakani-katz-saldirilarin-baslama-sebebi-olarak

https://video.haber7.com/video-galeri/313948-gazzeden-korkunc-goruntuler-savas-ucaklari-masumlari-boyle-vurdu

https://m.haber7.com/dunya/haber/3514365-son-dakika-israil-ateskesi-bozdu-gazzede-katliam-kahreden-haberler-geliyor

https://m.haber7.com/dunya/haber/3514366-iraktan-son-dakika-israil-aciklamasi-saldiri-hazirligi

https://m.haber7.com/dunya/haber/3514363-son-dakika-pentagondan-irana-olasi-harekat-sinyali-tum-secenekler-masada

https://video.haber7.com/video-galeri/313963-onlarca-naasin-arasinda-cocugunu-bulmaya-calisan-gazzeli-baba

https://www.yenisafak.com/dunya/israilin-gazze-seridine-son-5-saatte-duzenledigi-saldirilarda-hayatini-kaybeden-ve-kaybolanlarin-sayisinin-322yi-asti-4685459

 

 




Kuran-ı Kerim’deki Emir ve Yasakların Hikmetleri Üzerine Bir İnceleme

Kuran-ı Kerim’deki Emir ve Yasakların Hikmetleri Üzerine Bir İnceleme

Giriş:

İslam’ın temel kaynağı olan Kuran-ı Kerim, Müslümanların yaşamlarını şekillendiren kapsamlı bir rehberdir . Bu ilahi kitap, inanç esaslarından ibadetlere, ahlaki prensiplerden sosyal düzenlemelere kadar pek çok konuda yol gösterici hükümler ihtiva etmektedir. Kuran’da yer alan emirler (Evamir) ve yasaklar (Nevahi), Müslümanların bireysel ve toplumsal hayatlarını düzenlemenin yanı sıra, onların manevi gelişimlerine de katkıda bulunur .
Kuran’daki hükümlerin sadece birer kural olmanın ötesinde, insanlığın dünya ve ahiret saadeti için derin anlamlar ve amaçlar ifade eder.

Kuran-ı Kerim’deki Hükümlerin Temel İlkeleri:

Kuran-ı Kerim’deki emir ve yasakların temelinde yatan birtakım değişmez ilkeler bulunmaktadır. Bu ilkelerin anlaşılması, ilahi hükümlerin hikmet boyutunu kavramak için elzemdir.
* İlahi Kaynak ve Emirler: Kuran-ı Kerim, Müslümanlar tarafından doğrudan Allah’ın (Celle Celaluhu) kelamı olarak kabul edilir ve bu nedenle ihtiva ettiği tüm emir ve yasaklar mutlak bir ilahi güce sahiptir . Bu hükümler, insanlığa doğru yolu göstermek ve onları yaratılış amaçlarına uygun bir yaşama yönlendirmek için vahyedilmiştir . İlahi kaynaklı olmaları, bu hükümlerin insan aklının ve deneyiminin ötesinde bir doğruluk ve mükemmellik taşıdığı anlamına gelir .
* Hikmet Kavramı: İslam teolojisinde hikmet (Hikmah), yalnızca entelektüel bir kapasite değil, aynı zamanda Allah’ın (Celle Celaluhu) mükemmel ilmini, anlayışını ve her şeyi doğru ve etkili bir şekilde yapma yeteneğini ifade eden temel bir sıfattır . Kuran-ı Kerim’deki tüm hükümlerin bu ilahi hikmetle yoğrulmuştur. Her bir emir ve yasağın, insanlığın hem bu dünyada hem de ahiretteki nihai iyiliği ve faydası için derin bir amacı vardır . Bu hikmeti anlamaya çalışmak, imanı derinleştirir ve ilahi rehberliğe daha istekli bir şekilde itaat etmeyi teşvik eder .
* Şeriatın Temel Amaçları: İslam hukukunun (Şeriat) temel gayeleri, İslam alimleri tarafından genellikle beş ana başlık altında özetlenir. Bunlar; dinin (iman ve ibadet esaslarının), nefsin (canın ve sağlığın), aklın (düşünme yeteneğinin ve ilmin), neslin (aile yapısının ve insan türünün devamlılığının), ve malın (meşru mülkiyetin ve ekonomik düzenin) korunmasıdır . Kuran-ı Kerim’deki emir ve yasaklar, bu yüksek ve kapsamlı amaçların bireylerin ve toplumun hayatında hayata geçirilmesinin pratik araçları olarak işlev görür .
Emirlerin Hikmetleri
Kuran-ı Kerim’de yer alan emirler, Müslümanların inanç, ahlak, sosyal ilişkiler ve ekonomik faaliyetler gibi çeşitli alanlarda nasıl davranmaları gerektiğini belirler. Bu emirlerin her birinin ardında yatan derin hikmetler bulunmaktadır.
* İman ve İbadet Emirlerinin Hikmetleri: Kuran’ın temel emirlerinden biri, yalnızca Allah’a (Celle Celaluhu) ibadet etmek (Tevhid) ve O’na hiçbir ortağı koşmamaktır . Namaz (Salat), oruç (Sawm), zekat (Zekat) ve hac gibi ibadetler, İslam’ın temel emirlerindendir . Bu ibadetlerin hikmeti, bireyin Allah ile doğrudan bir bağ kurmasını sağlamak, ruhu arındırmak, nefsi terbiye etmek ve Müslümanlar arasında güçlü bir topluluk bilinci oluşturmaktır .
* Ahlaki Davranış Emirlerinin Hikmetleri:
* Doğruluğun ve Dürüstlüğün Önemi: Kuran-ı Kerim, Müslümanlara sözlerinde ve fiillerinde doğru olmalarını emreder . Özellikle ticari ilişkilerde dürüstlüğün korunması büyük önem taşır . Yalan (Kizb) ise şiddetle yasaklanmış ve münafıklığın alametlerinden sayılmıştır . Doğruluk, bireysel ve toplumsal düzeyde güvenin ve sağlıklı ilişkilerin temelini oluşturur .
* Adalet ve Hakkaniyetin Anlamı: Kuran, Müslümanlara her türlü ilişkilerinde adaletli (Adl) ve hakkaniyetli (Ihsan) davranmalarını emreder . Adalet, kişinin kendi aleyhine veya yakınlarının aleyhine bile olsa gözetilmesi gereken bir ilkedir . Ölçü ve tartıda adaletli davranmak da özellikle emredilmiştir . Adalet, istikrarlı ve dengeli bir toplumun temelidir .
* Merhamet, Şefkat ve Affediciliğin Fazileti: Kuran, Allah’ın (Celle Celaluhu) rahmetini sıkça vurgular ve inananları da merhametli ve şefkatli olmaya teşvik eder . Özellikle anlaşmazlık ve yanlış davranışlar karşısında affedicilik (Afv) erdemli bir davranış olarak sunulur . Merhamet ve şefkat, topluluk içinde empatiyi, anlayışı ve güçlü bağları teşvik eder .
* Emanet ve Sorumlulukları Yerine Getirme Emri: Kuran, emanetlerin (Amanah) ehil olanlara verilmesini ve her türlü sorumluluğun (Mas’uliyyah) titizlikle yerine getirilmesini emreder . Bu, verilen sözlerin tutulmasını ve görevlerin sadakatle yerine getirilmesini kapsar . Yönetim pozisyonları da emanet olarak kabul edilir ve adaletle yönetilmelidir . Emanetleri korumak, toplumsal düzenin sağlanması için hayati öneme sahiptir .
* Ana Babaya Saygının ve Aile Bağlarının Önemi: Kuran, ana babaya iyilik etmeyi (Birr al-Valideyn) ve onlara saygılı davranmayı kesin bir şekilde emreder . Aynı şekilde, akrabalık bağlarını (Silat al-Rahim) sürdürmek de bireysel ve toplumsal refah için büyük önem taşır . Güçlü aile bağları, sağlıklı bir toplumun temelini oluşturur .
* İyilik Yapmaya ve Başkalarına Yardım Etmeye Teşvik: Kuran, inananları iyilik yapmaya (Birr) ve ihtiyaç sahiplerine yardım etmeye teşvik eder . Sadaka (Sadaqah) ve cömertlik (Kerem) İslam’da çok değerlidir . İyilik yapmak ve başkalarına yardım etmek, toplumsal dayanışmayı güçlendirir ve ihtiyaç sahiplerinin desteklenmesine katkıda bulunur .
* Sosyal İlişkilerle İlgili Emirlerin Hikmetleri:
* Adil Sosyal Yapıların Kurulması: Kuran, adil sosyal yapıların ve yönetim sistemlerinin kurulması için temel ilkeler sunar . Bu, adil hukuk sistemlerini ve tarafsız yargıyı içerir . Adil sosyal yapılar, hakların korunmasını ve anlaşmazlıkların çözülmesini sağlar .
* Toplum İçinde Uyum ve İşbirliğinin Teşvik Edilmesi: Kuran, inananların kardeşliğini vurgular ve anlaşmazlıkları barışçıl yollarla çözmelerini emreder . İyilikte yardımlaşma ve karşılıklı destek teşvik edilir . Uyum ve işbirliği, topluluk içinde birlik ve beraberliği güçlendirir .
* Evlilik ve Aile Hayatına İlişkin İlkeler: Kuran, evlilik, boşanma ve ailevi sorumluluklar konusunda kapsamlı ilkeler sunar. Bu ilkeler, istikrarlı, sevgi dolu ve destekleyici aile birimlerinin oluşturulmasını amaçlar, çünkü aileler sağlıklı bir toplumun temelini oluşturur.
* Adil Ekonomik İşlemlerin İlkeleri: Kuran, ticareti meşru bir kazanç yolu olarak kabul eder, ancak hırsızlık, faiz (riba) ve kumar gibi haksız kazanç yollarını kesinlikle yasaklar . İş ilişkilerinde dürüstlük ve adalet emredilir . Adil ekonomik ilkeler, servetin adil bir şekilde dağıtılmasını ve ekonomik istikrarın sağlanmasını hedefler .
Yasakların Hikmetleri
Kuran-ı Kerim’de yer alan yasaklar, bireyleri ve toplumu zararlı davranışlardan korumayı amaçlar. Bu yasakların her birinin ardında derin hikmetler yatmaktadır.
* Bireyi Korumayı Amaçlayan Yasaklar:
* Haksız Yere Cana Kıymanın Yasaklanması: Kuran, masum bir canı haksız yere öldürmeyi kesinlikle yasaklar ve insan hayatının kutsallığını vurgular . Bu yasak, temel insan hakkı olan yaşam hakkını korur.
* İntiharın Yasaklanması: Kuran, intiharı yasaklar ve hayatın Allah’ın (Celle Celaluhu) kutsal bir emaneti olduğunu vurgular . Bu yasak, insan hayatının değerini ve zor zamanlarda Allah’a (Celle Celaluhu) sığınma gerekliliğini hatırlatır.
* Zararlı Maddelerin Tüketiminin Yasaklanması: Kuran, aklı ve bedeni zarara uğratan alkol ve uyuşturucu gibi maddelerin tüketilmesini yasaklar. Bu yasak, aklın korunması ve fiziksel sağlığın muhafaza edilmesi hikmetine dayanır .
* Zina ve Fuhşun Yasaklanması: Kuran, zina ve fuhşu kesin bir şekilde yasaklar. Bu yasak, neslin korunması, aile düzeninin sağlanması ve toplumsal ahlakın muhafazası hikmetini taşır .
* Hırsızlık ve Haram Kazancın Yasaklanması: Kuran, hırsızlığı ve her türlü haksız kazancı yasaklar. Bu yasak, mülkiyet haklarını korumayı, ekonomik adaleti sağlamayı ve toplumsal güveni tesis etmeyi amaçlar .
* Yalan Söylemenin ve Aldatmanın Yasaklanması: Kuran, yalan söylemeyi ve aldatmayı kesinlikle yasaklar. Bu yasak, güvenin, dürüstlüğün ve sağlıklı iletişimin korunması hikmetine dayanır .
* Aşırı Harcama ve İsrafın Yasaklanması: Kuran, aşırı harcamayı ve israfı yasaklar. Bu yasak, ölçülülüğü teşvik etmeyi, kaynakların sorumlu bir şekilde yönetilmesini sağlamayı ve ihtiyaç sahiplerine karşı duyarlılığı artırmayı amaçlar .
* Toplumu Korumayı Amaçlayan Yasaklar:
* Adaletsizlik ve Zulmün Yasaklanması: Kuran, her türlü adaletsizliği (Zulm) ve zulmü yasaklar. Bu yasak, adil bir toplumun tesis edilmesini amaçlar .
* Fesat ve Ayrılık Çıkarmanın Yasaklanması: Kuran, toplum içinde fesat ve ayrılık (Fitne) çıkarılmasını yasaklar. Bu yasak, barışı, istikrarı ve toplumsal uyumu korumayı amaçlar .
* Ayrımcılık ve Önyargının Yasaklanması: Kuran, insanlar arasında ayrımcılık yapılmasını ve önyargılı davranılmasını yasaklar ve afaleti teşvik eder .
* Sözünde Durmamanın ve Emanete Hıyanetin Yasaklanması: Kuran, verilen sözlerin tutulmasını ve emanetlere hıyanet edilmemesini emreder . Bu yasak, toplumsal istikrarı ve karşılıklı güveni sağlamayı amaçlar.
Emir ve Yasakların Birlikteliği
Kuran-ı Kerim’deki emirler ve yasaklar, birbirleriyle sıkı bir şekilde bağlantılıdır ve birbirini tamamlar niteliktedir. Bir emre itaat etmek çoğu zaman ilgili yasaklardan kaçınmayı gerektirirken, bir yasağa uymak da daha geniş bir emre itaat etme anlamına gelebilir . Bu birliktelik, İslam talimlerinin bütünlüğünü ve bireyin hem kişisel hem de toplumsal refahını hedeflediğini gösterir .
Sonuç
Kuran-ı Kerim’deki emir ve yasaklar, insanlığın dünya ve ahiret saadeti için derin hikmetler taşımaktadır . Bu ilahi hükümler, bireylerin manevi gelişimini (Takva), ahlaki fazileylerini, sosyal uyumunu (Mu’amelat) ve nihai kurtuluşunu (Felah) hedeflemektedir . Bunları anlamak ve uygulamak, bireysel ve toplumsal düzeyde gerçek refaha ulaşmanın anahtarıdır .

 

 




Kur’an-ı Kerim’de Kıyamet Alametleri.

Kur’an-ı Kerim’de Kıyamet Alametleri.


Giriş
İslam inancının temel esaslarından biri olan ahiret inancı, dünya hayatının bir sonu ve ardından ebedi bir yaşamın başlayacağına işaret eder. Bu inancın başlangıç noktası ise, Kur’an-ı Kerim’de farklı isimlerle anılan ve kainatın düzeninin bozulmasıyla başlayacak olan Kıyamet’tir. Kıyamet’in ne zaman kopacağı Allah’ın ilmindedir, ancak Kur’an ve sünnet, bu büyük olayın yaklaşmakta olduğunu gösteren bir dizi alametten bahseder . Bu alametlerin Kur’an-ı Kerim perspektifinden bilimsel ve teolojik açılardan araştırılması, ilgili ayetlerin derinlemesine incelenerek, farklı yorumların değerlendirilmesi ve Kur’ani temellerin ortaya konulması açısından büyük önem taşır. Zira Kur’an’daki Kıyamet tasvirleri ve alametleri, müminlerin dünya hayatına bakışını şekillendirmekte, onları ahirete hazırlıklı olmaya teşvik etmekte ve ilahi adaletin tecelli edeceği o güne dair bir anlayış sunmaktadır.
Bu raporun kapsamı, Kur’an-ı Kerim’de doğrudan veya dolaylı olarak bahsedilen tüm Kıyamet alametlerinin incelenmesini ihtiva eder. İslami gelenekte yaygın olan küçük ve büyük alametler ayrımının Kur’an ile ilişkisi de ele alınacaktır. Bu açıdan, Kur’an ayetlerinin tefsirleri, hadis literatürü ve güvenilir İslami kaynaklar temel alınarak analitik ve karşılaştırmalı bir yaklaşım benimsenecektir. Amaç, Kur’an’ın Kıyamet alametlerine dair sunduğu perspektifi bütün bir şekilde ortaya koymak ve bu alametlerin müminler için taşıdığı anlam ve önemi derinlemesine incelemektir.

Kur’an’da Kıyamet Kavramı ve Terminolojisi.
Kur’an-ı Kerim, Kıyamet olayı için çeşitli isimler ve tanımlamalar kullanır. Bu isimler, Kıyamet’in farklı yönlerini ve önemini vurgular. Bu isimlerden biri olan Kıyamet (القيامة), diriliş günü anlamına gelir ve bu kelime, Kur’an’ın 75. suresine de adını vermiştir . Kıyamet Suresi, baştan sona diriliş temasını işler ve bu olayın kesinliğini anlatır. Bir diğer yaygın kullanılan terim ise Saat (الساعة)’tir. Saat, vakti belirlenmiş an, kıyametin kopacağı zaman anlamına gelir . Kur’an’da birçok ayette geçen bu ifade, kıyametin ansızın geleceğini ve zamanının yalnızca Allah tarafından bilindiğini belirtir . En’am Suresi’nin 31. ve 40. ayetleri, A’raf Suresi’nin 34. ve 187. ayetleri ile Muhammed Suresi’nin 18. ayeti bu kullanıma örnek teşkil eder . “Saat” kelimesinin Kur’an’da 43 ayette geçtiği ve çoğunlukla kıyametin kopacağı anı ifade ettiği belirtilir . Taha Suresi’nin 15. ayetinde ise, kıyametin mutlaka geleceği ve herkesin ameline göre karşılık göreceği ifade edilir . Bu ayetin farklı meallerinde, kıyametin vaktinin neredeyse gizlendiği, ancak herkesin yaptığının karşılığını bulması için geleceği vurgulanır .
Kıyamet için kullanılan diğer bazı terimler şunlardır: Hesap Günü (يوم الحساب) , amellerin hesap görüleceği günü ifade ederken, Din Günü (يوم الدين) ceza ve mükafat gününü anlatır. Karar Günü (يوم الفصل) , hak ile batılın ayrılacağı günü simgelerken, Toplanma Günü (يوم الجمع) tüm insanların bir araya getirileceği o büyük mahşeri ifade eder. Kur’an’da ayrıca Kıyamet’in dehşetini ve büyüklüğünü ifade eden Büyük Felaket (القارعة) ve kaçınılmazlığını vurgulayan Olan Olmuştur (الواقعة) gibi isimler de kullanılır. Nebe’ Suresi’nde geçen Büyük Haber (النبأ العظيم) ise, Kıyamet’in insanlık için taşıdığı muazzam öneme işaret eder.
Bu farklı isimler ve tanımlamalar, Kur’an’ın Kıyamet kavramına ne kadar merkezi bir yer verdiğini ve bu olayın farklı boyutlarını vurguladığını gösterir. Örneğin, Muhammed Suresi’nin 18. ayetinde, kafirlerin kıyametin ansızın başlarına kopmasını bekleyip beklemedikleri sorulur ve onun alametlerinin şimdiden ortaya çıktığı ifade edilir . Bu ayet, Kıyamet’in yakınlığına ve alametlerinin belirmeye başladığına dikkat çeker. Kamer Suresi’nin 1. ayetinde ise, kıyametin yaklaştığı ve ayın yarıldığı bildirilir . Ayın yarılması ifadesi, bazı tefsirlerde Hz. Muhammed’in bir mucizesi olarak yorumlanırken, bazıları da bunun kıyamet öncesinde gerçekleşecek bir alamet olduğuna işaret eder . Zuhruf Suresi’nin 61. ayeti de önemli bir alamete işaret eder: Hz. İsa’nın kıyamet için bir bilgi olduğu belirtilir . Bu ayet, İslam geleneğinde Hz. İsa’nın ahir zamanda yeryüzüne tekrar inişinin kıyamet alametlerinden biri olarak kabul edilmesinin temel dayanaklarından biridir .

Kıyamet Alametlerinin Sınıflandırılması
İslam alimleri, hadis literatürüne dayanarak Kıyamet alametlerini genellikle küçük ve büyük alametler olarak sınıflandırırlar . Bu sınıflandırma, olayların zaman sırasını ve önem derecesini anlamaya yardımcı olur. Küçük alametler, Kıyamet’in yaklaşmakta olduğunu gösteren, genellikle daha yaygın ve uzun bir süreçte ortaya çıkan olaylardır . Büyük alametler ise, Kıyamet’in kopmasına yakın bir zamanda, daha belirgin ve etkileyici bir şekilde meydana gelecek olan olaylardır . Kur’an-ı Kerim’de bu sınıflandırma doğrudan yapılmamasına rağmen, bazı ayetlerde bahsedilen işaretlerin önemine dair tesbitler mümkündür. Büyük alametler genellikle Kur’an’da daha çarpıcı bir şekilde ele alınır ve kıyametin yakınlığına daha güçlü bir şekilde işaret eder.

Küçük Kıyamet Alametleri

Kur’an-ı Kerim’de doğrudan küçük Kıyamet alametleri şeklinde bir liste bulunmamakla birlikte, bazı ayetlerin tefsirleri ve İslami düşünce, bu kategoriye giren bir dizi işarete işaret eder. Bu alametlerden biri, ilimsizliğin ve dini bilginin azalmasıdır. Hadislerde sıklıkla vurgulanan bu durum , insanların dini bilgilerden uzaklaşması ve cehaletin yaygınlaşması olarak yorumlanır. Bu, manevi değerlerin zayıflamasına ve toplumsal düzenin bozulmasına yol açabilecek bir durum olarak görülür. Bir diğer küçük alamet ise fitnelerin ve karışıklıkların artmasıdır . Çeşitli denemeler, anlaşmazlıklar ve ahlaki çöküşler, ahir zamanın belirgin özelliklerinden biri olarak kabul edilir. Bu fiten, inananlar için birer sınav niteliği taşır ve büyük olayların habercisi olabilir. Zamanın kısalması da küçük alametler arasında sayılır . Zamanın normal akışının değişmesi veya insanların zamanı daha hızlı geçiyormuş gibi hissetmesi, dünyanın sonuna yaklaşıldığının bir işareti olarak yorumlanır. Malın çoğalması ve insanların mala düşkünlüğü de hadislerde belirtilen küçük alametlerdendir . Maddi refahın artması, insanların ahireti unutmasına ve dünya hayatına aşırı derecede bağlanmasına neden olabilir. Emanete riayetsizliğin yaygınlaşması da ahlaki değerlerdeki erozyonu gösteren bir işarettir.
Kur’an’da doğrudan bahsedilmese de, depremlerin artması da bazı yorumlara göre küçük alametler arasında yer alır . Zilzal Suresi’nde kıyametin büyük sarsıntısı anlatılırken, bu surenin öncesinde daha sık ve şiddetli depremlerin yaşanabileceği düşünülür. Ayrıca, Sebe’ Suresi’nin 14. ayetinde anlatılan cinlerin Süleyman’ın ölümünü fark etmemesi kıssası , gelecekteki olayların, Kıyamet’in zamanı da dahil olmak üzere, beklenmedik ve gizli olabileceğine dair bir İşaret olarak yorumlanabilir.

Büyük Kıyamet Alametleri.

Büyük Kıyamet alametleri, Kur’an ayetleri ve tefsirleri ışığında daha belirgin bir şekilde ele alınır ve Kıyamet’in kopmasına yakın bir zamanda meydana gelecek olan önemli olaylardır. Bu alametlerden biri Duhan (Duman)’dır. Duhan Suresi’nin 10 ve 11. ayetlerinde gökyüzünden apaçık bir dumanın geleceği ve insanları bürüyeceği, bunun acı bir azap olduğu bildirilir . Bu dumanın ne zaman ve nasıl ortaya çıkacağı konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. Bazı tefsirler bunun geçmişte Mekke’de yaşanan bir kıtlık ve sıkıntı dönemiyle ilgili olduğunu söylerken , çoğu görüş bunun Kıyamet öncesinde tüm insanlığı etkileyecek büyük bir alamet olduğu yönündedir .
Bir diğer büyük alamet ise Dâbbetü’l-Arz (Yeryüzü Canlısı)’dır. Neml Suresi’nin 82. ayetinde, Kıyamet yaklaştığında yerden bir canlının çıkarılacağı ve insanlara Allah’ın ayetlerine inanmadıklarını söyleyeceği belirtilir . Bu canlının niteliği ve görevi hakkında çeşitli rivayetler bulunsa da, ayet açıkça bu olayın Kıyamet’in büyük alametlerinden biri olduğunu gösterir.
Hz. İsa’nın Nüzulü (The Descent of Jesus) de Kur’an’da işaret edilen önemli bir büyük alamettir. Zuhruf Suresi’nin 61. ayetinde Hz. İsa’nın kıyamet için bir bilgi olduğu ifade edilir . Ayrıca, Nisâ Suresi’nin 159. ayeti ve Âl-i İmran Suresi’nin 55. ayeti gibi ayetler de Hz. İsa’nın tekrar yeryüzüne döneceğine dair yorumlara temel oluşturur. İslam düşüncesine göre Hz. İsa, Deccal’i öldürecek ve adaleti tesis edecektir.
Ye’cüc ve Me’cüc de Kur’an’da bahsedilen büyük alametlerdendir. Kehf Suresi’nin 94-98. ayetlerinde Zülkarneyn’in inşa ettiği seddin arkasında hapsedilen bu toplulukların , Enbiyâ Suresi’nin 96 ve 97. ayetlerinde ise seddin açılmasıyla her tepeden yığın yığın akın edecekleri bildirilir . Bu olay, yeryüzünde büyük bir kargaşaya ve yıkıma yol açacaktır.
Güneşin Batıdan Doğması, Kur’an’da dolaylı olarak işaret edilen ve hadislerde açıkça belirtilen bir başka büyük alamettir . En’âm Suresi’nin 158. ayetinde, Rabbinin bazı alametleri geldiği gün, daha önce iman etmemiş veya imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye o günkü imanının fayda vermeyeceği ifade edilir . Bu ayet, güneşin batıdan doğması gibi olağanüstü bir olayın ardından imanın geçerliliğini yitireceğine dair yorumlara yol açmıştır .
Ay’ın Yarılması, Kamer Suresi’nin 1. ayetinde bahsedilen ve farklı yorumlara konu olan bir alamettir . Bazı alimler bunun Hz. Muhammed’in peygamberliği döneminde gerçekleşmiş bir mucize olduğunu söylerken , bazıları da bunun Kıyamet’e yakın bir zamanda gerçekleşecek bir alamet olduğuna inanır .
Hadislerde belirtilen diğer bazı büyük alametler arasında ise depremlerin artması (Zilzal Suresi’nde bahsedilen büyük sarsıntıya işaret olabilir) , yerin batması ve Yemen’den bir ateşin çıkması sayılabilir.

Kıyamet Alametlerinin Hikmeti ve Amacı.

Kıyamet alametlerinin Kur’an ve sünnette bahsedilmesinin pek çok hikmeti ve amacı vardır . Bu alametler, öncelikle insanları yaklaşan o büyük gün hakkında uyarmak ve onlara hatırlatmada bulunmak için bildirilmiştir . Kıyamet’in ne zaman kopacağını yalnızca Allah bilir, ancak bu alametler, o günün yakın olduğunu göstererek insanları gafletten uyandırmayı hedefler. Bu alametler aynı zamanda birer imtihan vesilesidir . İnsanlar bu alametleri gördüklerinde nasıl bir tavır sergileyecekler, imanlarını tazeleyecekler mi yoksa umursamaz mı davranacaklar? Bu, onların ahiretteki durumlarını etkileyecek önemli bir sınavdır.
Kıyamet alametleri, inananların ümit ve heyecanlarını artırmak için de bildirilmiştir . Bu alametlerin gerçekleştiğini görmek, müminlerin ahiret inancını güçlendirir ve onları salih ameller işlemeye daha çok teşvik eder. Aynı zamanda, inkar edenlerin korku ve endişelerini de artırır . Bu alametler, onların yalanladıkları o büyük günün kaçınılmaz olduğunu gösterir.

Sonuç olarak, Kıyamet alametlerinin bildirilmesinin temel amacı, insanları dünya hayatının geçiciliği konusunda uyarmak, ahirete hazırlıklı olmaya teşvik etmek ve Allah’a yönelmelerini sağlamaktır. Bu alametler, salih ameller işlemenin, Allah’a tevbe etmenin ve dünya hayatının imtihan olduğunu idrak etmenin önemini vurgular.

Sonuç
Kur’an-ı Kerim, Kıyamet ve alametleri konusunda müminlere kapsamlı bir perspektif sunar. Kıyamet’in kesinliği, farklı isimlerle anılması ve hem küçük hem de büyük alametlerin varlığına dair işaretler, Kur’an’ın temel tesbitlerindendir. Bu alametler, insanlık için önemli dersler ve hatırlatmalar ihtivaeder. Dünya hayatının bir imtihan olduğu ve ahiretteki ebedi hayata hazırlanmanın gerekliliği, bu alametler üzerine düşünerek ve Kur’an ve sünnet rehberliğinde bilinçli bir şekilde yaşayarak mümkün olur. Bu nedenle, müminlerin bu alametler üzerinde tefekkür etmeleri, salih ameller işlemeye özen göstermeleri ve Allah’a yönelerek ahiret için hazırlık yapmaları büyük önem taşır.




KURAN-I KERİM’DE TEKİL DEĞİL ÇOĞUL OLARAK GEÇEN KELİMELER.

KURAN-I KERİM’DE TEKİL DEĞİL ÇOĞUL OLARAK GEÇEN KELİMELER.


Kur’an-ı Kerim’de bazı kelimeler tekil yerine çoğul olarak geçmektedir. Bu kullanım, bazen anlamı genişletmek, bazen de bir topluluğa veya çoğul bir anlama vurgu yapmak içindir. İşte Kur’an’da çoğul olarak geçen bazı kelimeler:

1. İnsanlar ve Topluluklarla İlgili Kelimeler

İnsanlar → En-nâs (الناس)

Müminler → Mu’minûn (المؤمنون) veya Mu’minîn (المؤمنين)

Kafirler → Küffâr (كفار) veya Kâfirûn (الكافرون)

Münafıklar → Münâfikûn (المنافقون)

Zalimler → Zâlimûn (الظالمون)

Salihler → Sâlihûn (الصالحون)

Peygamberler → Enbiyâ (الأنبياء)

Melekler → Melâike (الملائكة)

2. Varlık ve Nesne İsimleri

Gökler → Semâvât (السماوات)

Yıldızlar → Nücûm (النجوم)

Dağlar → Cibâl (الجبال)

Denizler → Bihâr (البحار)

Ağaçlar → Eşcâr (الأشجار)

Evler → Büyût (البيوت)

Kitaplar → Kütüb (الكتب)

3. Kavramlarla İlgili Çoğul Kullanımlar

Günler → Eyyâm (الأيام)

Saatler → Sâ’ât (الساعات)

Rahmetler → Rahamat (الرحمات)

Nimetler → Ni’âm (النعم)

Azaplar → A’zâb (العذاب)

4. Duygular ve Soyut Kavramlar

Sevaplar → Hasenât (الحسنات)

Günahlar → Zünûb (الذنوب) veya Sayyiât (السيئات)

Dualar → Ed’iyye (الأدعية)

İmtihanlar → Fitân (الفتن)

Bu kelimeler Kur’an’da çoğul olarak geçerken, bazen tekil halleri de kullanılmaktadır. Çoğul kullanım, genellikle kapsamı genişletmek veya kavramın evrenselliğini vurgulamak amacıyla tercih edilir.

@@@@@@@@

Kur’an-ı Kerim’de birçok kelime tekil değil **çoğul** formunda geçer. Bu durum, Arap dilinin edebî üslubundan ve vurgulanmak istenen anlamın kapsayıcılığından kaynaklanır. İşte çoğul olarak kullanılan bazı önemli kelime ve kavram örnekleri:

### 1. **اَلْمُؤْمِنُونَ (el-Mü’minûn) / اَلْكَافِرُونَ (el-Kâfirûn)**
– **Anlam:** İnananlar / İnkârcılar
– **Açıklama:** Genellikle grupları vurgulamak için çoğul kullanılır.
– **Örnek Ayet:**
– “Mü’minler gerçekten kurtuluşa ermiştir.” (Mü’minûn Suresi, 23:1)
– “De ki: Ey inkârcılar!” (Kâfirûn Suresi, 109:1)

### 2. **اَلْأَنْبِيَاءُ (el-Enbiyâ)**
– **Anlam:** Peygamberler
– **Açıklama:** Peygamberlerin evrensel mesajını ortaklaşa vurgular.
– **Örnek Ayet:**
– “Andolsun, Nûh’u ve İbrâhim’i elçi gönderdik. Peygamberliği ve kitapları onların soyuna verdik.” (Hadîd Suresi, 57:26)

### 3. **الْعَالَمِينَ (el-Âlemîn)**
– **Anlam:** Tüm âlemler / Yaratılmışlar
– **Açıklama:** Allah’ın evrensel hâkimiyetini ifade eder.
– **Örnek Ayet:**
– “Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun.” (Fâtiha Suresi, 1:2)

### 4. **الْمَلاَئِكَةُ (el-Melâike)**
– **Anlam:** Melekler
– **Açıklama:** Meleklerden bahsederken çoğul kullanılır.
– **Örnek Ayet:**
– “Melekler ve Rûh (Cebrail), o gecede Rablerinin izniyle her iş için inerler.” (Kadr Suresi, 97:4)

### 5. **الصَّالِحَاتُ (es-Sâlihât)**
– **Anlam:** Salih (iyi) ameller
– **Açıklama:** İbadet ve davranışların toplu etkisi vurgulanır.
– **Örnek Ayet:**
– “Kim salih ameller işlerse, kendi lehinedir.” (Fussilet Suresi, 41:46)

### 6. **الْجِنُّ (el-Cinn)**
– **Anlam:** Cinler
– **Açıklama:** Cin topluluklarından bahsederken çoğul kullanılır.
– **Örnek Ayet:**
– “Cinlerden bir grup: ‘Biz hârika bir Kur’an dinledik’ dedi.” (Cin Suresi, 72:1)

### 7. **الشَّيَاطِينُ (eş-Şeyâtîn)**
– **Anlam:** Şeytanlar
– **Açıklama:** Kötülüğün organize gücüne dikkat çeker.
– **Örnek Ayet:**
– “Şeytanlar onlara vaatlerde bulunur.” (İsrâ Suresi, 17:64)

### 8. **الْكُفَّارُ (el-Küffâr)**
– **Anlam:** Kâfirler
– **Açıklama:** İnkâr edenlerin toplumsal varlığına işaret eder.
– **Örnek Ayet:**
– “Kâfirler için hazırlanmış ateşten sakının.” (Âl-i İmrân Suresi, 3:131)

### 9. **الْفُقَرَاءُ (el-Fukarâ)**
– **Anlam:** Yoksullar
– **Açıklama:** Sosyal sorumluluğu hatırlatmak için çoğul kullanılır.
– **Örnek Ayet:**
– “Mallarınızı yoksullar için harcayın.” (Bakara Suresi, 2:254)

### 10. **الْحُجُجُ (el-Hucec)**
– **Anlam:** Deliller / İsbatlar
– **Açıklama:** Allah’ın varlığını gösteren çoklu işaretler.
– **Örnek Ayet:**
– “Size delillerini gösterdi.” (Âl-i İmrân Suresi, 3:103)

### 11. **الْحَدُودُ (el-Hudûd)**
– **Anlam:** Sınırlar / Hukuki kurallar
– **Açıklama:** İlahî yasaların geniş kapsamı.
– **Örnek Ayet:**
– “Allah’ın koyduğu sınırları aşmayın.” (Bakara Suresi, 2:229)

### 📌 **Önemli Not:**
Arapçada çoğul formlar bazen sayısal çokluk değil, **şan ve yücelik** (تَعْظِيم) veya **çeşitlilik** ifade etmek için kullanılır. Örneğin “نَحْنُ (Nahnü = Biz)” zamiri, Allah’ın azametini vurgulamak için kullanılır, sayısal çoğul değildir.

Bu örnekler, Kur’an’ın di açısından zenginliğini ve mesajını aktarmadaki derinliğini gösterir.

@@@@@@

Kur’an-ı Kerim’de tekil değil de çoğul olarak geçen kelimeler, Arapça dilbilgisi kuralları ve Kur’an’ın üslubuyla yakından ilişkilidir. Arapça’da çoğul kullanım, bazen sadece birden fazla varlığı ifade etmek için değil, aynı zamanda bir kavramın genişliğini, önemini veya kapsayıcılığını vurgulamak için de kullanılır. Kur’an’da bu tür kelimeler, genellikle insanlara, varlıklara veya soyut kavramlara işaret ederken dikkat çeker.Örnek olarak, Kur’an’da sıkça çoğul formda geçen bazı kelimeleri ve anlamlarını inceleyebiliriz:

“Âyât” (آيات) – Tekil hali “âye” (ayet, işaret, delil) iken, Kur’an’da genellikle çoğul hali “âyât” olarak geçer. Örneğin, doğadaki işaretler ve mucizeler için “Allah’ın âyâtı” ifadesi kullanılır (Bakara 2:164). Bu, Allah’ın varlığına dair delillerin çokluğunu ve çeşitliliğini vurgular.

“Nâs” (ناس) – “İnsanlar” anlamına gelir ve tekil “insan” (إنسان) kelimesinin çoğuludur. Kur’an’da “Ey insanlar!” hitabıyla sıkça kullanılır (örneğin, Nisa 4:1). Bu çoğul kullanım, mesajın tüm insanlığa yönelik olduğunu gösterir.

“Semâvât” (سماوات) – “Gökler” anlamına gelir ve tekil hali “semâ” (gök) olmasına rağmen, Kur’an’da çoğunlukla çoğul olarak “semâvât” şeklinde geçer (Fussilet 41:12). Bu, evrenin katmanlı yapısını veya göklerin genişliğini ifade eder.”Arâdî” (أراضي) veya “Ard” (أرض) – “Yerler” veya “topraklar” anlamında çoğul olarak kullanılabilir. Tekil “ard” (yer) olmasına rağmen, bazı ayetlerde yeryüzünün farklı bölgelerine işaret etmek için çoğul formu tercih edilir (örneğin, Zümer 39:10).

“Kavm” (قوم) – “Kavimler” veya “topluluklar” anlamında çoğul olarak sıkça geçer. Tekil hali “kaum” (bir topluluk) olmasına rağmen, Kur’an geçmiş milletlerden bahsederken genellikle çoğul formuyla “kavimler” şeklinde anar (Hud 11:50).Bu çoğul kullanımlar, Kur’an’ın edebi üslubunun bir parçasıdır ve genellikle bir kavramın evrenselliğini, çokluğunu veya çeşitliliğini vurgulamak için tercih edilir. Eğer belirli bir kelimeye odaklanmak isterseniz, lütfen belirtin; o kelimenin Kur’an’daki kullanımını daha detaylı inceleyebilirim!
(Not: 3 farklı CHATGPT. den araştırılarak alınmıştır. )
@@@@@@@

KURAN-I KERİM’DE CENNET VE CEHENNEM KELİMESİ HANGİ ŞEKİLLERDE GELMEKTEDİR ?

Kur’an-ı Kerim’de “cennet” ve “cehennem” kelimeleri, hem tekil hem de çoğul formda, farklı bağlamlarda ve çeşitli ifadelerle kullanılmaktadır. Bu kelimeler, ahiret hayatındaki ödül ve ceza mekanlarını tasvir etmek için önemli bir yer tutar. Arapça dilbilgisi kurallarına uygun olarak, bu kelimelerin kullanım şekilleri ve ek aldıkları formlar, anlamı zenginleştiren nüanslar içerir. Şimdi her birini ayrı ayrı ele alalım:

### **1. Cennet (جَنَّة)**
“Cennet” kelimesi, Kur’an’da genellikle ödül yeri olarak müminler için hazırlanmış bahçeleri ve nimetleri ifade eder. Tekil ve çoğul formda geçer, ayrıca çeşitli sıfatlarla birlikte kullanılır.

– **Tekil Form: “Cennet” (جَنَّة)**
Tekil hali, genellikle belirli bir cenneti veya cennet kavramını ifade eder. Örnekler:
– **”Cennete girin”** (وَادْخُلُوا الْجَنَّةَ) – (Bakara 2:214): Burada “el-Cennet” (belirli bir cennet) şeklinde geçer ve müminlere hitaben cennete girmeleri emredilir.
– **”Rabbinizden bir mağfiret ve genişliği gökler ve yer kadar olan bir cennet”** (وَجَنَّةٌ عَرْضُهَا السَّمَاوَاتُ وَالْأَرْضُ) – (Âl-i İmrân 3:133): Tekil formda, cennetin büyüklüğünü vurgular.

– **Çoğul Form: “Cennât” (جَنَّات)**
Çoğul hali “cennât”, cennetlerin çokluğunu, çeşitliliğini veya farklı derecelerini ifade eder. Genellikle “bahçeler” anlamında kullanılır ve nimetlerin bolluğuna işaret eder:
– **”Altlarından ırmaklar akan cennetler”** (جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ) – (Bakara 2:25, Tevbe 9:72 ve çok sayıda ayet): Bu ifade, cennetlerin çoğulluğunu ve içindeki nimetleri betimler.
– **”Adn cennetleri”** (جَنَّاتِ عَدْنٍ) – (Ra’d 13:23): “Adn” sıfatıyla birlikte çoğul olarak geçer ve kalıcı, özel cennetlere işaret eder.

– **Ek Formlar ve Sıfatlar:**
Cennet, sıfatlarla zenginleştirilerek farklı şekillerde anılır:
– “Cennâtü’n-naîm” (نَعِيمٍ جَنَّاتُ) – “Nimet cennetleri” (Yunus 10:9).
– “Cennâtü’l-firdevs” (فِرْدَوْسٍ جَنَّاتُ) – “Firdevs cennetleri” (Kehf 18:107): En yüksek derecede cenneti ifade eder.

### **2. Cehennem (جَهَنَّم)**
“Cehennem” kelimesi, Kur’an’da azap yeri olarak sıkça zikredilir. Genellikle tekil formda geçer ve özel bir isim gibi kullanılır. Çoğul formu çok nadir görülür, çünkü cehennem tek bir yer olarak tasvir edilir, ancak derinlikleri veya kapıları gibi çoğul ifadelerle detaylandırılır.

– **Tekil Form: “Cehennem” (جَهَنَّم)**
Cehennem, Kur’an’da özel bir isim gibi tekil olarak sıkça anılır:
– **”Onu cehenneme süreceğiz”** (وَلَنُصْلِيَنَّهُ جَهَنَّمَ) – (Meryem 19:86): Cehennemin azap yeri olduğu vurgulanır.
– **”Cehennem bir gözetleme yeridir”** (إِنَّ جَهَنَّمَ كَانَتْ مِرْصَادًا) – (Nebe 78:21): Tekil formda, cehennemin bir tuzak gibi hazır beklediği belirtilir.

– **Çoğul veya İlgili İfadeler:**
Cehennem kelimesi doğrudan çoğul olarak (“cehennemler” anlamında) pek geçmez, ancak cehennemin katmanları veya kapıları çoğul ifadelerle anılır:
– **”Onun yedi kapısı vardır”** (لَهَا سَبْعَةُ أَبْوَابٍ) – (Hicr 15:44): Cehennemin yedi kapıya sahip olduğu belirtilir, bu da onun farklı bölümleri veya dereceleri olduğunu ima eder.
– Cehennemin başka isimleri de tekil olarak geçer: “Saîr” (سَعِيرٍ) (Şura 42:7), “Hâviye” (حَاوِيَةٍ) (Karia 101:9), “Cehîm” (جَحِيمٍ) (Saffat 37:97) gibi. Bunlar çoğul değil, tekil formdadır ve cehennemin farklı yönlerini tasvir eder.

– **Ek Formlar:**
Cehennem, genellikle korkutucu ve uyarıcı bir üslupla anılır:
– **”Alevli cehennem”** (لَظَىٰ جَهَنَّمَ) – (Mearic 70:15): Cehennemin yakıcı niteliği vurgulanır.

### **Genel Değerlendirme:**
– **Cennet:** Hem tekil (“cennet”) hem de çoğul (“cennât”) formda sıkça geçer. Çoğul kullanımı, cennetlerin çokluğunu, çeşitliliğini ve nimetlerin bolluğunu ifade eder. Sıfatlarla (Adn, Firdevs, Naîm) zenginleştirilir.
– **Cehennem:** Genellikle tekil (“cehennem”) olarak kullanılır ve özel bir isim gibi işlev görür. Çoğul formu doğrudan nadirdir, ancak kapıları veya katmanları gibi çoğul ifadelerle detaylandırılır.

 

 




BAŞTA ABD VE BATININ GELİR KAYNAĞI SÖMÜRGECİLİKLERİDİR

BAŞTA ABD VE BATININ GELİR KAYNAĞI SÖMÜRGECİLİKLERİDİR


Batı’nın ve ABD’nin Gelir Kaynağı: Sömürgecilik ve Küresel Tahakküm

Tarih boyunca medeniyetler, refahlarını sürdürebilmek için çeşitli ekonomik modeller geliştirmiştir. Ancak Batı dünyasının ve özellikle ABD’nin ekonomik gücünün temel kaynağı, büyük oranda sömürgecilik ve küresel tahakküm politikalarına dayanır. Batı’nın sömürgecilik anlayışı, sadece askeri işgallerle sınırlı kalmamış; kültürel, ekonomik ve siyasi mekanizmalarla da dünya üzerindeki hâkimiyetini sürdürmüştür. Günümüzde ise bu sömürgecilik, farklı formlarda devam etmektedir.

Sömürgeciliğin Tarihçesi: Avrupa’nın Yükselişi

Avrupa’nın sömürgecilik süreci, 15. yüzyılda Büyük Keşifler ile başlamış ve hızla küresel bir hâkimiyete dönüşmüştür. İspanya, Portekiz, İngiltere, Fransa ve Hollanda gibi ülkeler, Afrika, Asya ve Amerika kıtalarını sömürgeleştirerek yeraltı ve yerüstü kaynaklarını sömürmüşlerdir. Bu süreç, milyonlarca yerlinin öldürülmesi, köleleştirilmesi ve kültürel kimliklerinin yok edilmesiyle sonuçlanmıştır.

İngiltere’nin Hindistan’ı sömürmesi, Belçika’nın Kongo’daki insanlık dışı uygulamaları ve Fransa’nın Cezayir’de gerçekleştirdiği zulümler, Batı’nın refah seviyesinin temelinde kan, gözyaşı ve sömürü olduğunu açıkça göstermektedir.

ABD’nin Sömürgecilik Modeli: Askeri ve Ekonomik Hegemonya

ABD, Avrupa’daki sömürge imparatorluklarının çöküşüyle birlikte, modern sömürgeciliğin baş aktörü hâline gelmiştir. ABD’nin sömürge politikası, doğrudan işgal yerine “ekonomik, siyasi ve askeri bağımlılık” oluşturarak yürütülmüştür.

Doların Hâkimiyeti: ABD, küresel ekonomide doların rezerv para olmasını sağlayarak birçok ülkeyi finansal olarak kendisine bağımlı hâle getirmiştir. Uluslararası ticarette dolar kullanımı, ABD’ye karşı ekonomik bir bağımsızlık elde etmeyi zorlaştırmaktadır.

Çok Uluslu Şirketler: ABD merkezli küresel şirketler, az gelişmiş ülkelerin kaynaklarını sömürerek kendi ekonomilerini beslemektedir. Örneğin, Afrika’daki madenlerin büyük bir kısmı Batılı şirketler tarafından işletilmektedir.

Askeri Müdahaleler: ABD, doğrudan veya dolaylı askeri müdahalelerle dünyadaki stratejik noktaları kontrol etmektedir. Irak ve Afganistan savaşları, ABD’nin petrol kaynakları üzerindeki hâkimiyetini pekiştirmek için yapılan müdahalelerdir.

Medya ve Kültürel Etki: Hollywood, sosyal medya ve küresel haber ajansları aracılığıyla ABD, dünya çapında bir kültürel hegemonya kurmuş, kendi yaşam tarzını ve politik sistemini “ideal” olarak empoze etmiştir.

Modern Sömürgecilik: Yeni Dünya Düzeni

Günümüzde sömürgecilik, doğrudan askeri işgal yerine ekonomik ve siyasi baskılar yoluyla devam etmektedir. IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası finans kuruluşları, gelişmekte olan ülkeleri borçlandırarak onların ekonomik bağımsızlıklarını ellerinden almaktadır.

Bunun en açık örneklerinden biri Afrika’dır. Zengin yeraltı kaynaklarına sahip olan Afrika kıtası, Batılı ülkelerin borçlandırma politikaları ve sömürge mirası sebebiyle hâlâ yoksulluk içinde yaşamaktadır. Kıtadaki tarım alanları ve doğal kaynaklar, Batılı şirketler tarafından kontrol edilmekte, yerel halk ise düşük ücretlerle çalıştırılmaktadır.

Sonuç: Gerçek Bağımsızlık Mümkün mü?

Batı’nın ve ABD’nin refahı, büyük oranda diğer toplumların yoksulluğu üzerine inşa edilmiştir. Ancak günümüzde Asya’nın yükselişi, Rusya’nın Batı’ya karşı geliştirdiği alternatif ekonomik sistemler ve İslam dünyasının bilinçlenmesi, bu küresel tahakküme karşı yeni bir denge oluşturma potansiyeline sahiptir.

Gerçek bağımsızlık, ekonomik ve kültürel sömürgeleşmeye karşı bilinçli bir duruşla mümkündür. Yerli üretimi desteklemek, Batı’nın finansal sistemine olan bağımlılığı azaltmak ve kültürel değerleri korumak, yeni bir dünya düzeninin inşası için atılması gereken adımlardır.

Bugün Müslümanlar ve tüm ezilen milletler, geçmişte maruz kaldıkları sömürgeciliği unutmadan, gelecekte güçlü bir medeniyet inşa etmek için birlik olmalıdır. Çünkü tarih, sömürgeciliğin sadece bir güç oyunu olmadığını, aynı zamanda insanlığın vicdanını da esir aldığını göstermektedir.




MAHVEDİLEN NESİLLER VE ASIMIN NESLİ

MAHVEDİLEN NESİLLER VE ASIMIN NESLİ[1]

 

Tih çölünde bildircin eti ve kudret helvasi yemekten bikip,soğan ve sarımsakları isteyen yahudilerin şikayetleri, sebep ve yorumu


Bu olay, Bakara Suresi 61. ayette anlatılır ve İsrailoğulları’nın nankörlükleri ve dünyevi arzularına düşkünlükleri açısından önemli bir örnektir.

Olayın Geçtiği Ayet:

> “Ey Musa! Biz tek çeşit yemeğe katlanamayız. Rabbine dua et de bize yerin bitirdiği sebzelerden; bakla, salatalık, sarımsak, mercimek ve soğan çıkarsın!” dediler. Musa dedi ki: “Siz daha hayırlı olanı daha aşağı olana mı değişmek istiyorsunuz? Öyleyse Mısır’a gidin, orada dilediğiniz şeyleri bulabilirsiniz!” Onların üzerine alçaklık ve zillet damgası vuruldu ve Allah’ın gazabına uğradılar. Bu, Allah’ın ayetlerini inkâr etmeleri ve peygamberleri haksız yere öldürmeleri yüzündendi…” (Bakara 2/61)

Olayın Sebebi ve Yorumu

1. Tih Çölü’nde Allah’ın İkramları

İsrailoğulları, Tih Çölü’nde bıldırcın eti ve kudret helvası gibi özel yiyeceklerle rızıklandırılmışlardı.

Bıldırcın eti: Allah’ın onlara lütfettiği, zahmetsizce ulaşabilecekleri lezzetli bir et türüydü.

Kudret helvası (Menn): Bazı müfessirler bunun tatlı bir madde olduğunu, bazısı ise bir tür besleyici bitki özü olduğunu söyler.

Ancak İsrailoğulları, bu nimetleri küçümseyerek sebze, soğan, mercimek gibi sıradan yiyecekler istemeye başladılar.

2. Şikâyetin Nedeni

Nimetlere karşı nankörlük: Allah’ın özel olarak sunduğu gıdaları beğenmeyip, dünyevi ve sıradan yiyeceklere yöneldiler.

Mısır’daki esareti özleme: Özgürlüklerine kavuştukları hâlde, eski hayatlarına ve alışkanlıklarına dönmek istediler.

İman zayıflığı ve dünyevî arzular: İsrailoğulları sürekli mucizeler görmek istemiş, ama kalplerinde tam bir teslimiyet oluşmamıştır.

3. Hz. Musa’nın Cevabı ve Anlamı

Hz. Musa, bu isteğe sert bir şekilde tepki göstermiştir:

“Siz daha hayırlı olanı, daha aşağı olana mı değişmek istiyorsunuz?”

Yani, ilahi bir lütuf olan yiyecekleri, sıradan şeylerle değiştirmek mi istiyorsunuz?

“Öyleyse Mısır’a gidin, orada bulursunuz!”

Bu ifade, onların eski esareti ve dünyevî yaşamı arzulamalarını eleştiren bir sözdür.

Tefsirlerdeki Yorumlar

İbn Kesir: İsrailoğulları, ilahi lütfu küçümseyerek nefsanî arzularına yöneldikleri için azap görmüşlerdir.

Taberi: Bu istek, dünyevî alışkanlıkların, insanın ahiret nimetlerine karşı duyarsızlaşmasına sebep olduğunu gösterir.

Fahreddin Razi: Bu olay, insanların kolay nimetleri küçümseme ve zorluklara rağmen geçmiş alışkanlıklarına özlem duyma eğilimini vurgular.

Elmalılı Hamdi Yazır: Bu olay, hakikati göremeyen, şükretmeyen insanların, maddî nimetlere takılıp kalmasının bir örneğidir.

Sonuç ve İbretler

1. İlahi nimetlere karşı şükretmek gerekir.

2. İnsan bazen alışkanlıklarını terk edemez ve bu durum ona zarar verebilir.

3. Allah’ın verdiği üstün nimetleri değersiz görüp, sıradan olanı istemek doğru değildir.

4. Şükürsüzlük ve dünyevî arzular, bir toplumu helake sürükleyebilir.

Bu olay, sadece İsrailoğulları için değil, tüm insanlık için bir ders niteliğindedir.

*************   

Osman Yüksel Serdengeçti 10.11.83 de vefat etti.

Şair,Hatip,gazeteci,yazar.
Hakim kendisine,sende Allah demişsin, sözüne Allah Allah,

Eseri,bir nesli nasıl mahvettiler.
Aynı kalıntı ve dokuntuleri devam etmektedir.

Bunu şunun için söyledim.
Hz.musanin Tih çölünde Yahudiler tarafından, “Sen ve Rabbin gidin, savaşın”, sözünün sebep ve yorumu.

Bu söz, Maide Suresi 24. ayette geçer ve İsrailoğulları’nın Hz. Musa’ya olan itaatsizliğini gösteren olaylardan biridir.

Olayın Geçtiği Ayetler:

Maide 20-26. Ayetler:
Hz. Musa, İsrailoğulları’na Allah’ın kendilerine vaad ettiği kutsal topraklara (Filistin) girmelerini emrettiğinde, onlar korkuya kapılarak şöyle derler:

> “(İsrailoğulları) dediler ki: ‘Ey Musa! Orada zorba bir kavim var. Onlar oradan çıkmadıkça biz asla oraya girmeyeceğiz. Eğer oradan çıkarlarsa, biz de gireriz.’” (Maide 22)

> “(Ancak) Allah’tan korkan ve O’na gönülden bağlı olan iki kişi şöyle dedi: ‘Onların üzerine kapıdan girin! Oraya girerseniz mutlaka galip gelirsiniz. Eğer inanıyorsanız, yalnızca Allah’a güvenin.’” (Maide 23)

Fakat İsrailoğulları korkularına yenik düşerek şu cevabı verirler:

> “Ey Musa! Biz, onlar orada bulundukça asla oraya girmeyeceğiz. Sen ve Rabbin gidin, savaşın. Biz burada oturacağız!” (Maide 24)

Bu söz, onların Allah’ın emrine karşı gelmeleri ve korkaklık göstermeleri nedeniyle Tih Çölü’nde 40 yıl boyunca cezalandırılmalarına sebep olmuştur.

Sebep ve Yorumu

1. Korku ve Güvensizlik:

İsrailoğulları, Firavun’un zulmünden kurtulmalarına rağmen, Allah’a tam güvenmemişler ve savaşmaktan korkmuşlardır.

Filistin’de bulunan Amalika kavminin güçlü ve savaşçı olduğunu düşündükleri için mücadeleden kaçınmışlardır.

2. İtaatsizlik ve Nankörlük:

Allah’ın birçok mucizesini görmelerine rağmen, Hz. Musa’ya isyan etmişlerdir.

Allah’ın vaadine güvenmek yerine, liderlerine karşı gelmişlerdir.

3. Tih Çölü’nde 40 Yıl Cezalandırılmaları:

Bu itaatsizlik nedeniyle Allah, İsrailoğulları’nın 40 yıl boyunca Tih Çölü’nde dolaşarak cezalandırılmasına hükmetmiştir (Maide 26).

Bu süre içinde Musa’nın nesli ölmüş, yeni nesil yetişmiş ve ancak onların çocukları Hz. Yuşa önderliğinde Kenan diyarına girebilmiştir.

Tefsirlerdeki Yorumlar

İbn Kesir: İsrailoğulları’nın zayıf imanlarından ve dünya sevgisinden dolayı Allah’ın emrine uymadığını belirtir.

Taberi: “Siz gidin, savaşın!” sözü, İsrailoğulları’nın Allah’a olan güvensizliklerinin ve Hz. Musa’ya karşı itaatsizliklerinin açık bir göstergesidir.

Elmalılı Hamdi Yazır: İsrailoğulları, sürekli olarak mucizeler istemelerine rağmen, bu mucizeler gerçekleştiğinde bile Allah’a tam teslim olmamışlardır.

Fahreddin Razi: Bu olay, iman ve tevekkülün önemini gösterir. Allah’ın emrine uymayan bir topluluğun, cezalandırılmadan kurtulamayacağına vurgu yapar.

Sonuç

Bu olay, Allah’a güvenmenin ve emirlere uymanın önemini vurgulayan büyük bir ibret dersidir. İsrailoğulları, Allah’ın yardım edeceğini bilseler de kendi sorumluluklarını yerine getirmekten kaçınmışlardır. Bu yüzden cezalandırılmış ve vaat edilen topraklara ancak yeni nesil girebilmiştir.

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=9eao8PnmERQ




DENGE ŞAHSİYET HZ MUHAMMED

DENGE ŞAHSİYET HZ MUHAMMED[1]

DENGE ŞAHSİYET HZ. MUHAMMED: KENDİ ZAMANINDAKINDEN KIYAMETE KADAR HERKESİN KENDİSİNİ ONDA BULACAĞI YÜKSEK ŞAHSİYET


Denge Şahsiyet Hz. Muhammed: Kendi Zamanındaki ve Kıyamete Kadar Herkesin Kendini Onda Bulacağı Yüksek Şahsiyet

İnsanlık tarihi boyunca pek çok büyük şahsiyet, toplumlarına izler bırakmış, fikirleri ve davranışları ile dünyayı şekillendirmiştir. Ancak hiçbiri, Hz. Muhammed (s.a.v.) kadar her dönemde, her kültürde ve her coğrafyada bir ilham kaynağı olmayı başaramamıştır. O, sadece kendi zamanının değil, kıyamete kadar her insanın kendini bulabileceği, derinlikli ve yüksek bir şahsiyetin temsilcisidir.

Hz. Muhammed’in İdeal Dengeyi Kurma Sanatı

Hz. Muhammed (s.a.v.), hayatını sadece bir dinin tebliğiyle değil, insanlara ahlaki, sosyal ve ekonomik düzenin nasıl olması gerektiğini göstererek de inşa etmiştir. O, insanın ruhunu en derin şekilde anlamış, ona hem dünya hem de ahiret hayatında huzur ve denge sunmuştur. Peygamberimizin hayatındaki denge, sadece bireysel değil, toplumsal bir dengeyi de ihtiva eder. O, aynı zamanda Allah’a karşı kulluk, aileye karşı sevgi ve saygı, toplumda adalet ve merhamet gibi değerlerin nasıl harmanlanacağına dair eşsiz bir örnektir. Onun hayatı, bireyin deruni dengesini nasıl kuracağına dair bir rehberdir.

Hikmetli Bir Ders: İslam’ın Ahlakına Uymak

Hz. Muhammed’in (s.a.v.) öğrettiklerinin hikmetini anlamak, insanın kendi iç yolculuğunda dengeyi bulmasını sağlar. O, sadece ibadetlerin değil, aynı zamanda günlük yaşantının da İslam’a uygun şekilde sürdürülmesi gerektiğini belirtmiştir. Onun hadislerinde, her türlü davranışın İslam ahlakı çerçevesinde şekillendirilmesi gerektiği sıkça dile getirilmiştir. İşte bu denge, bir insanın hem kendi ruhuna, hem de çevresindeki insanlara zarar vermeden hayatını sürdürmesini sağlayacak bir olgunluktur.

İbretli Bir Bakış: Zorluklarla Savaşan Bir Şahsiyet

Hz. Muhammed (s.a.v.) zorluklarla, yokluklarla, tehlikelerle karşılaşmıştır. Ancak her zaman dengeyi koruyarak bu zorlukların üstesinden gelmiştir. Müşrikler ona eziyet ederken, ona karşı gösterdiği sabır ve metinlik, dünyadaki en yüksek insani erdemlerden birini teşkil eder. O, bazen savaş meydanlarında kahramanlık göstermiş, bazen de evinde en nazik ve sabırlı bir eş olmuştur. O, bir savaşçı olduğu kadar bir merhamet peygamberiydi. Bu dengeyi hayatında nasıl sağladığını görmek, bize sadece içinde bulunduğumuz anı değil, geleceğimizi de şekillendirme gücü verir.

Herkesin Kendini Onda Bulacağı Yüksek Şahsiyet

Hz. Muhammed’in (s.a.v.) hayatı, sadece bir dönemin değil, insanlığın her zaman diliminde kendini bulacağı bir rehberdir. Her insana, hangi dönemde olursa olsun, bir şeyler öğretecek kadar evrensel bir mesaj taşır. Modern dünyada insanlar, her geçen gün hızla değişen bir hayatla yüzleşiyorlar. Hızlı tempolu iş hayatı, aile ilişkilerindeki zorluklar ve kişisel problemler, birçok insanı derin bir boşluğa itiyor. Bu noktada Hz. Muhammed’in (s.a.v.) şahsiyeti, bizlere rehberlik edebilir. O, yaşamının her anında insanın hem maddi hem manevi huzurunu gözetmiş, dünyanın geçici cazibelerinin ötesinde kalıcı olanı ön plana çıkarmıştır. İslam’ın öğrettikleri, bireylerin dünya ve ahiret dengesini kurmalarını sağlar.

Bugün ve Yarın İçin Bir İlham Kaynağı

Hz. Muhammed’in (s.a.v.) hayatı, yalnızca tarihi bir figürün ötesindedir. Onun insanlığa sunduğu örnek, her dönemde ve her toplumda geçerliliğini koruyacak bir değere sahiptir. Bugün dünyada birçok kişi, farklı düşünce ve inançlara sahip olabilir. Ancak Hz. Muhammed’in (s.a.v.) öğrettikleri, insanı insan yapan değerleri hatırlatmak için her zaman geçerlidir. Sevgi, adalet, sabır, merhamet ve hoşgörü gibi değerler, hiçbir zaman eskiyemez. Her insanın hayatında dengeyi bulacağı bir yer vardır; belki o yer, Peygamberimizin hayatındaki öğrettiklerinde gizlidir.

Sonuç olarak, Hz. Muhammed (s.a.v.) sadece bir peygamber değil, insanlığa rehberlik eden, örnek alınması gereken bir şahsiyet olarak her zaman iz bırakan bir önderdir. O, kendi zamanının insanlarına olduğu gibi, kıyamete kadar herkese yol gösterecek yüksek bir şahsiyetin temsilcisidir. Onun hayatı, bizlere sadece ibadetleri değil, doğru yaşamayı, adaletli ve dengeli bir insan olmayı da öğretmektedir. Herkes, kendi ruhsal yolculuğunda onu örnek alarak dengeyi bulabilir ve gerçek huzu

[1] https://www.youtube.com/watch?v=RhhZk72kcys




KURAN-I KERİM’DE AHLAK,AHLAKI KAZANMA VE KAYBETME,AHLAKÎ ESASLAR.

KURAN-I KERİM’DE AHLAK,AHLAKI KAZANMA VE KAYBETME,AHLAKÎ ESASLAR.[1]


Kur’an-ı Kerim’de Ahlak: Kazanma, Kaybetme ve Ahlaki Esaslar

Ahlak, insanın yaratılışında var olan, ancak eğitilmesi, korunması ve geliştirilmesi gereken ilahi bir emanettir. Kur’an-ı Kerim, ahlakı yalnızca bireysel bir meziyet olarak değil, insanın dünya ve ahiret mutluluğunu belirleyen temel bir unsur olarak ele alır. Yüce Allah, insanı “en güzel şekilde” yarattığını (Tin, 95/4) bildirerek, ona doğru yolu göstermiştir. Ancak insan, bu ahlaki duruşunu muhafaza edebileceği gibi, onu kaybetme tehlikesiyle de karşı karşıyadır.

Kur’an’da Ahlakın Önemi

Kur’an, ahlakın en üstün örneğini Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’de göstermektedir. Yüce Allah, O’nun hakkında “Ve şüphesiz sen, büyük bir ahlak üzeresin” (Kalem, 68/4) buyurarak, insanlığa en güzel ahlaki modeli sunmuştur. Kur’an’ın tüm emir ve yasakları, bireyin ve toplumun ahlaki kemale ulaşması için bir rehber niteliğindedir.

Kur’an-ı Kerim’de ahlaki değerler, insanın hem kendisiyle hem de çevresiyle olan ilişkilerinde belirleyici bir rol oynar. Adalet, dürüstlük, sabır, tevazu, merhamet, vefa gibi kavramlar, Kur’an’ın ahlaki esaslarını oluşturan temel unsurlardır. “Allah adaleti, iyiliği ve akrabaya yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalığı ve azgınlığı yasaklar.” (Nahl, 16/90) ayeti, bu esasların özünü özetlemektedir.

Ahlakı Kazanma ve Geliştirme

Ahlak, sonradan öğrenilen bir meziyet olduğu gibi, insanın fıtratında var olan iyiliğin açığa çıkmasıyla da şekillenir. Kur’an-ı Kerim, ahlaki olgunlaşmayı sağlayan temel prensipleri şu şekilde belirtir:

1. İman ve Takva

Ahlakın temeli, sağlam bir iman ve Allah korkusuna (takva) dayanır. “Muhakkak ki Allah, takva sahipleriyle beraberdir.” (Bakara, 2/194). Takva, insanı günahlardan ve kötü ahlaktan uzaklaştıran en büyük kalkandır.

2. Kur’an ve Sünnete Uymak

İnsan, ahlaki gelişimini Kur’an ve Peygamber Efendimiz’in sünnetine uyarak tamamlar. Kur’an, “Resûlullah’ta sizin için güzel bir örnek vardır” (Ahzâb, 33/21) buyurarak, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in ahlakını rehber edinmemizi öğütler.

3. Salih Ameller İşlemek

Kur’an’da, güzel ahlak ile salih amel arasında sıkı bir bağ kurulur. “Kim iyi bir iş yaparsa, kendi lehinedir; kim de kötülük yaparsa kendi aleyhinedir.” (Fussilet, 41/46). Ahlak, yalnızca sözle değil, davranışlarla da ortaya konulmalıdır.

4. Nefisle Mücadele

İnsanın en büyük imtihanlarından biri, nefsin kötü arzularına karşı mücadele etmektir. Kur’an, “Nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir” (Şems, 91/9) buyurarak, ahlaki arınmanın önemini vurgular.

Ahlakı Kaybetmenin Sebepleri

Kur’an-ı Kerim, insanın fıtratındaki güzel ahlakı kaybetmesine neden olan bazı faktörleri de belirtir:

1. Şeytanın Vesvesesi

Şeytan, insana sürekli kötülüğü telkin eder. “Şeytan, onlara yaptıkları işleri güzel gösterdi ve onları yoldan alıkoydu.” (Neml, 27/24). Ahlakın zayıflaması, insanın şeytani vesveselere kapılmasıyla başlar.

2. Nefsin Heva ve Heveslerine Uymak

Kur’an, “Hevasını ilah edineni gördün mü?” (Casiye, 45/23) buyurarak, nefsin isteklerine körü körüne uyanların ahlaki yozlaşmaya uğrayacağını bildirir.

3. Adaletsizlik ve Zulüm

Zulüm, toplumları çökerten en büyük ahlaki zaaflardan biridir. “Allah, zalimleri sevmez.” (Âl-i İmran, 3/57). Adaletten sapmak, bireyin hem kendisine hem de topluma zarar vermesine yol açar.

4. Dünya Sevgisine Kapılmak

Kur’an, dünyanın geçici olduğunu hatırlatarak, “Dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlenceden ibarettir” (Ankebut, 29/64) buyurur. Dünya malına aşırı düşkünlük, insanı ahlaki zaaflara sürükleyebilir.

Sonuç: Ahlaki Kurtuluşun Yolu

Kur’an’a göre ahlaki kurtuluşun yolu, Allah’a yönelmek, nefsi terbiye etmek ve İslam’ın belirlediği ahlaki prensiplere sımsıkı sarılmaktır. Kur’an, insanı ahlaken olgunlaştıran bir rehberdir. “Şüphesiz bu Kur’an en doğruya iletir ve salih amel işleyen müminlere büyük bir mükâfat olduğunu müjdeler.” (İsra, 17/9).

Ahlak, kaybedildiğinde bireyi ve toplumu uçuruma sürükler, kazanıldığında ise dünya ve ahiret saadetinin kapılarını açar. O halde, bizler de Kur’an’ın ahlaki esaslarını hayatımıza rehber edinmeli ve güzel ahlakı kuşanarak, Rabbimizin rızasını kazanmaya çalışmalıyız.

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=pLJBcMszNCM&t=3s