İBNİ ABİDİN KITABI HAKKINDA .

İBNİ ABİDİN KITABI HAKKINDA .

İbn Âbidîn Kitabı (Reddü’l-Muhtâr) Hakkında Geniş Bilgi

1. İbn Âbidîn Kimdir?

İbn Âbidîn, tam adıyla Muhammed Emin bin Ömer bin Abdülaziz İbn Âbidîn (1784-1836), Osmanlı döneminin önde gelen Hanefi fıkıh âlimlerinden biridir. Şam’da doğmuş ve orada yaşamıştır. Hanefi mezhebinin en önemli fakihlerinden biri olarak kabul edilir.

2. Reddü’l-Muhtâr (İbn Âbidîn) Nedir?

Reddü’l-Muhtâr alâ’d-Dürrü’l-Muhtâr, Hanefi fıkhının en kapsamlı eserlerinden biridir. İbn Âbidîn’in şerh ve açıklamalarını içeren bu eser, Hanefi mezhebindeki fetvaların en önemli kaynaklarından biri olarak kabul edilir.

Eser, “Dürrü’l-Muhtâr” adlı temel Hanefi fıkıh kitabının şerhidir. Dürrü’l-Muhtâr, Allâme Haskefî (ö. 1677) tarafından yazılmıştır. Ancak bazı konular açıklamaya muhtaç olduğu için İbn Âbidîn bu eseri açıklayarak genişletmiş ve fetvalarla desteklemiştir.

3. Kitabın Muhtevası ve Kapsamı

Reddü’l-Muhtâr, Hanefi mezhebine dair ibadet, muamelat, aile hukuku, ceza hukuku ve diğer fıkhi konuları detaylandırır. Kitap, beş ciltten oluşur ve konuları şunlardır:

1. Tahâret (Temizlik) ve Namaz
2. Oruç, Zekât ve Hac
3. Ticaret, Borç, Akitler ve Muamelat
4. Aile Hukuku, Nikâh, Talak
5. Ceza Hukuku, Miras ve Vasiyet

Kitap, Hanefi mezhebinin klasik kaynaklarını tarayarak, ihtilaflı konulara da değinir. Ayrıca Osmanlı dönemindeki resmi fetvalara da yer verir.

4. Reddü’l-Muhtâr’ın Önemi

Hanefi mezhebinin en güvenilir eserlerinden biri olarak kabul edilir.

Osmanlı Devleti’nde fetva kaynağı olarak kullanılmıştır.

Günümüzde de Hanefi fıkhı üzerine çalışan âlimler tarafından temel referans olarak görülmektedir.

Hanefi mezhebinin sadece geçmiş görüşlerini aktarmakla kalmayıp, yaşanan dönemin şartlarına uygun fetvalar sunmasıyla dikkat çeker.

5. Reddü’l-Muhtâr’ın Kaynakları

İbn Âbidîn, bu eserini yazarken Hanefi mezhebinin en önemli kaynaklarını taramıştır. Başlıca kaynaklar şunlardır:

Hidaye (Burhaneddin el-Merginani)

Bedâyiʿu’s-Sanâyiʿ (el-Kâsânî)

el-Mebsût (Serahsî)

el-Muhtâr ve Dürrü’l-Muhtâr (Haskefî)

6. Günümüzdeki Etkisi ve Kullanımı

Bugün İslam dünyasında Hanefi mezhebine mensup fakihler, müftüler ve akademisyenler tarafından en çok başvurulan eserlerden biridir. Modern fıkıh çalışmaları ve fetva kitaplarında da Reddü’l-Muhtâr’dan sıkça alıntılar yapılır. Hanefi mezhebine göre fetva veren birçok müftü bu eseri temel alarak görüşlerini şekillendirir.

Sonuç

Reddü’l-Muhtâr, Hanefi mezhebinde fıkıh ve fetva alanında en güvenilir eserlerden biri olarak kabul edilir. Osmanlı’dan günümüze kadar birçok fıkıh âlimi ve müftü tarafından rehber olarak kullanılmıştır. Hanefi fıkhını öğrenmek isteyenler için en kapsamlı kaynaklardan biri olmaya devam etmektedir.

 

 




DAMAD MEHMET EFENDİNİN FIKIH ESERİ HAKKINDA .

DAMAD MEHMET EFENDİNİN FIKIH ESERİ HAKKINDA .

Damad Mehmed Efendi ve Fıkıh Eseri Hakkında Geniş Bilgi

1. Damad Mehmed Efendi Kimdir?

Damad Mehmed Efendi (ö. 1702), Osmanlı Devleti’nde şeyhülislamlık yapmış önemli bir Hanefi fıkıh âlimidir. Klasik fıkıh kaynaklarına dayalı olarak Osmanlı hukuk sistemine katkılarda bulunmuş, özellikle fetvaları ve şerhleri ile tanınmıştır. “Damad” lakabı, Osmanlı padişahı IV. Mehmed’in damadı olmasından gelmektedir.

2. Damad Mehmed Efendi’nin Fıkıh Alanındaki Çalışmaları

Damad Mehmed Efendi, Hanefi mezhebinin temel eserlerine şerhler ve açıklamalar yazmış bir fakih olup, eserleri Osmanlı hukuk sisteminde uzun süre fetva kaynağı olarak kullanılmıştır.

a) En Önemli Fıkıh Eseri

Damad Mehmed Efendi’nin en önemli fıkıh eseri, Hanefi fıkhına dair yazdığı ve dönemin en güvenilir kaynaklarından biri kabul edilen şerhidir.

Haskefî’nin “Dürrü’l-Muhtâr” adlı eserine bir şerh yazmıştır.

Bu şerh, Osmanlı fıkıh geleneğinde önemli bir kaynak olarak kabul edilmiştir.

Daha sonra İbn Âbidîn, “Reddü’l-Muhtâr” adlı eseriyle bu şerhi daha da genişletmiş ve Hanefi mezhebinin en kapsamlı fıkıh kaynaklarından biri haline getirmiştir.

b) Fetvaları ve Hukuki Etkisi

Damad Mehmed Efendi’nin fetvaları, Osmanlı hukuk sisteminde şer’i mahkemelerde ve resmi fetva mercilerinde büyük bir etki oluşturmuştur. Hanefi mezhebinde ihtilaflı meseleleri açıklığa kavuşturmuş, Osmanlı Devleti’nin resmi fetva sistemine katkıda bulunmuştur.

3. Damad Mehmed Efendi’nin Fıkıh Eserinin Önemi

Osmanlı’da fetva verme geleneğinde önemli bir yere sahiptir.

Hanefi mezhebinin klasik eserlerine dayanarak yazılmıştır.

İbn Âbidîn gibi sonraki büyük âlimlerin eserlerine kaynaklık etmiştir.

Osmanlı hukuk sisteminde mahkemelerde başvurulan temel kaynaklardan biri olmuştur.

4. Sonuç

Damad Mehmed Efendi’nin fıkıh alanındaki en önemli katkısı, Haskefî’nin Dürrü’l-Muhtâr’ına yazdığı şerh olup, bu eser daha sonra İbn Âbidîn’in Reddü’l-Muhtâr’ı ile genişletilerek Hanefi mezhebinin en kapsamlı kaynaklarından biri haline gelmiştir.

@@@@@@

DÜRRÜL MUHTAR ADLI ESERE YAZDIĞI ŞERH HAKKINDA.

Damad Mehmed Efendi’nin Dürrü’l-Muhtâr adlı esere yazdığı şerh hakkında geniş bilgi sunalım.

1. Damad Mehmed Efendi ve Hanefi Fıkhındaki Yeri

Damad Mehmed Efendi (ö. 1702), Osmanlı Devleti’nde şeyhülislamlık yapmış önemli bir Hanefi fakihidir. Osmanlı hukuk sisteminde Hanefi mezhebine dair önemli şerhler ve fetvalar yazmıştır. Özellikle Haskefî’nin Dürrü’l-Muhtâr adlı eserine yazdığı şerh, Hanefi mezhebindeki en önemli fıkıh kaynaklarından biri haline gelmiştir.

2. Dürrü’l-Muhtâr ve Şerhi

a) Dürrü’l-Muhtâr Nedir?

Müellifi: Allâme Haskefî (Ö. 1677)

Muhtevası: Hanefi mezhebine ait ibadet, muamelat, ceza hukuku, aile hukuku ve diğer fıkhi konuları ele alan özet niteliğinde bir fıkıh kitabıdır.

Özelliği: Hanefi mezhebindeki fetvaları derleyerek fetva kaynağı olarak kullanılmıştır.

Dürrü’l-Muhtâr’ın en önemli eksikliklerinden biri, bazı konuların fazla kısa geçilmesi ve yeterince açıklama vermemesidir. Bu nedenle Damad Mehmed Efendi ve daha sonra İbn Âbidîn bu esere şerh yazmıştır.

b) Damad Mehmed Efendi’nin Dürrü’l-Muhtâr Şerhi

Damad Mehmed Efendi, Dürrü’l-Muhtâr’ı daha anlaşılır hale getirmek ve eksik görülen noktaları açıklamak için bir şerh yazmıştır.

Bu şerh, Hanefi mezhebinin temel fıkıh meselelerini daha detaylı ve delillerle açıklayan bir eser olmuştur.

Osmanlı’da fetva kaynağı olarak uzun yıllar kullanılmıştır.

İbn Âbidîn, Damad Mehmed Efendi’nin şerhini daha da genişleterek “Reddü’l-Muhtâr” adlı eseri yazmıştır.

3. Damad Mehmed Efendi’nin Şerhinin Önemi

Osmanlı’da en çok başvurulan fıkıh eserlerinden biri olmuştur.

Hanefi fıkhındaki ihtilaflı konulara açıklık getirmiştir.

İbn Âbidîn gibi sonraki büyük âlimlerin eserlerine kaynaklık etmiştir.

Şer’î mahkemelerde ve fetva kurumlarında temel başvuru kitabı olarak kabul edilmiştir.

4. Damad Mehmed Efendi’nin Şerhi ile İbn Âbidîn’in “Reddü’l-Muhtâr”ı Arasındaki Fark.

| Özellik | Damad Mehmed Efendi’nin Şerhi | İbn Âbidîn’in Reddü’l-Muhtar’ı |
|—|—|—|
| Yazılma Amacı | Dürrü’l-Muhtâr’ı açıklamak ve detaylandırmak | Dürrü’l-Muhtâr ve Damad Efendi’nin şerhini genişletmek |
| İçerik | Klasik Hanefi fıkhının temel meselelerini açıklar | Daha fazla delil, yorum ve Osmanlı dönemi fetvalarını içerir |
| Önemi | Osmanlı’da fetva kaynağı olarak kullanılmıştır | Günümüzde Hanefi mezhebinin en önemli fıkıh kaynağıdır |

5. Sonuç

Damad Mehmed Efendi’nin Dürrü’l-Muhtâr’a yazdığı şerh, Osmanlı fıkıh geleneğinde büyük bir öneme sahiptir. Bu eser, Hanefi mezhebindeki birçok meselenin Osmanlı dönemindeki uygulamalarla yorumlanmasına yardımcı olmuştur.

Daha sonra İbn Âbidîn, Damad Mehmed Efendi’nin şerhini genişleterek “Reddü’l-Muhtâr” adlı eseri yazmış ve bu eser günümüzde Hanefi mezhebinin en kapsamlı fıkıh kaynağı haline gelmiştir.

 

 




SOKAKLAR YILLARDIR BARUT FIÇISI GİBİ MANEVİYATTAN UZAK KİŞİLER TARAFINDAN DOLDURULAN ÖFKE ATEŞİYLE YANDIRILMAYA ÇALIŞILMAKTADIR

SOKAKLAR YILLARDIR BARUT FIÇISI GİBİ MANEVİYATTAN UZAK KİŞİLER TARAFINDAN DOLDURULAN ÖFKE ATEŞİYLE YANDIRILMAYA ÇALIŞILMAKTADIR

Sokaklar: Barut Fıçısı Gibi Yanan Bir Ateş

İnsanlık tarihi boyunca sokaklar, bir toplumun aynası olmuştur. Bir milletin maneviyatı, ahlaki değerleri ve huzuru en çok sokaklarına yansır. Eğer bir toplum manevi değerlerden uzaklaşırsa, sokakları da kaosun, öfkenin ve şiddetin merkezi haline gelir. Günümüzde sokakların barut fıçısı gibi olması, geçmişten ders almayan insanlığın hatalarının bir tekrarından ibarettir. Terör, yolsuzluk ve ahlaki çöküntü, sokakları adeta birer savaş alanına çevirmektedir.

Tarihten Dersler: Terör ve Yolsuzluğun Sokakları Ateşe Vermesi

Tarih boyunca nice toplumlar, iç kargaşa, yolsuzluk ve terör nedeniyle çöküşe sürüklenmiştir. Bu noktada en ibretlik örneklerden biri Fransız Devrimi’dir. Devrim öncesinde Fransa’da yöneticilerin yolsuzlukları, halkın ağır vergilerle ezilmesi ve manevi değerlerin yok edilmesi büyük bir öfke biriktirmişti. Sonuç olarak, sokaklar isyanlarla doldu, terör olayları patlak verdi ve ihtilal sonrası toplum daha da büyük bir kaosa sürüklendi. Giyotinler kuruldu, halkın öfkesi önüne geleni ezdi ama ne huzur geldi ne de gerçek adalet sağlandı.

Yakın tarihimizde de Ortadoğu’daki Arap Baharı benzer bir sürecin sonucudur. Halkın yolsuzluğa ve adaletsizliğe olan öfkesi, isyanları ateşledi. Ancak bu ayaklanmalar, terör örgütlerinin devreye girmesiyle halkın daha büyük acılar yaşamasına sebep oldu. Kaos ortamı, toplumsal barışı tamamen yok etti ve sokakları kan gölüne çevirdi.

Türkiye’de Sokakları Ateşe Vermeye Çalışanlar

Türkiye de tarih boyunca sokaklarını terörün, kaosun ve yolsuzluğun pençesinden kurtarmak için mücadele vermiştir. 1970’ler ve 1980’lerde sağ-sol çatışmaları, 1990’larda PKK terörünün şehirleri hedef alması, 2013’te Gezi olayları gibi hadiseler, sokakları yangın yerine çevirmeye çalışan girişimlerdi. Bu olaylar incelendiğinde ortak bir yön göze çarpıyor: Halkın manevi değerlerden koparılması, gençlerin öfke ile doldurulması ve adalet duygusunun zedelenmesi.

Bu kaos planlarının en büyük destekleyicileri ise yolsuzluk bataklığına saplanmış güç odaklarıdır. Tarihte de günümüzde de, yolsuzluğa bulaşan yöneticiler veya gruplar, dikkatleri kendi suçlarından uzaklaştırmak için halkı birbirine düşürmeyi seçmiştir. Bu yüzden sokaklar kışkırtılmış gençlerle, öfke dolu kalabalıklarla doldurulmakta, terör olayları bir propaganda aracı olarak kullanılmaktadır.

Çözüm: Maneviyatı ve Adaleti Yeniden İnşa Etmek

Bir toplumun sokakları barut fıçısı gibi olmaya başladıysa, bu o toplumun manevi ve ahlaki değerlerden uzaklaştığının göstergesidir. Geçmişte büyük milletleri ayakta tutan en önemli unsurlar, adalet, ahlak, maneviyat ve birlik ruhuydu.

Eğitim ve Ahlak: Gençlerin öfke ile doldurulması yerine, ahlaki ve manevi eğitimle donatılması gerekir. Sokakların huzurlu olması için bireylerin kalplerinin huzurla dolması şarttır.

Adaletin Tesisi: Yolsuzluk ve adaletsizlik ortadan kalkmadıkça, halkın öfkesi söndürülmez. Adil bir yönetim, kaosu engellemenin en önemli yoludur.

Toplumsal Birlik: Bölünmüş, kutuplaştırılmış bir toplum her zaman dış güçlerin ve terör gruplarının hedefi olmuştur. İnsanları ayrıştıran değil, birleştiren değerler öne çıkarılmalıdır.

Sonuç olarak, sokakları yakan ateşi söndürmenin yolu, insanların kalbindeki manevi boşluğu doldurmaktan geçer. Tarihten ibret almak ve geçmiş hataları tekrarlamamak için adalet ve ahlakı yeniden inşa etmeliyiz. Yoksa, barut fıçısına dönen sokaklar, eninde sonunda hepimizi ateşin içine çekecektir.

 

 




HADDİNİ AŞAN BM İFADESİ

HADDİNİ AŞAN BM İFADESİ

“BM İnsan Hakları Konseyi, İmamoğlu’yla birlikte en az 92 kişinin gözaltına alınmasından ve bazılarının tutuklanmasından büyük endişe duyduklarını belirterek, gözaltına alınan gazeteci ve protestocuların serbest bırakılmasını talep etti.” İsrailin zulmünü durduramayan BM, o kadar insan ölüp hala kan akmaya devam ederken,bizim iç işlerimize karışarak haddini ve hududunu aşıp hadsizce bizdeki yolsuzluk ve terörü örtmeye çalışıyor.

Haddini Aşan BM ve Çifte Standartlar

Dünya siyasetinde çifte standart, artık şaşırmadığımız bir gerçek. Güçlülerin çıkarlarını koruyan, mazlumları ise sadece kınayan uluslararası kuruluşlar, adaletin değil, güç dengelerinin temsilcileri haline gelmiş durumda. Bunun en bariz örneklerinden biri de Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Konseyi’nin Türkiye’ye yönelik açıklamalarıdır.

BM’nin Çifte Standardı ve İsrail Zulmü

BM, Filistin’de yaşanan soykırımı, binlerce masum çocuğun, kadının ve yaşlının katledilmesini, hastanelerin bombalanmasını ve açlıktan ölümleri yalnızca “endişeyle” izleyen bir yapı olarak biliniyor. İsrail’in Gazze’de yürüttüğü açık insanlık suçlarına karşı hiçbir yaptırım kararı alamayan bu örgüt, Türkiye’deki hukuki süreçlere müdahale etme cüretini gösteriyor.

İsrail’in 1948’den beri devam eden işgalini, milyonlarca insanı yerinden etmesini, BM kararlarını hiçe saymasını engelleyemeyen bu yapı, Türkiye’de yapılan bir operasyonu bahane ederek demokrasi ve insan hakları nutukları atıyor. Bu, tam anlamıyla iki yüzlülüktür.

Türkiye’nin İç İşlerine Müdahale Girişimi

BM İnsan Hakları Konseyi, son açıklamalarında, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’yla birlikte gözaltına alınan bazı isimlerin serbest bırakılmasını talep etmiştir. Bu, açıkça Türkiye’nin iç işlerine müdahale etmek anlamına gelir.

Türkiye’de yürütülen yolsuzluk, terör bağlantıları ve suç örgütlerine yönelik operasyonlar, tamamen bağımsız yargının yürüttüğü hukuki süreçlerdir. Ancak BM, sanki Türkiye’de devlet ve yönetim yokmuş, hukuk işlemiyormuş gibi bir algı oluşturmaya çalışıyor. Aynı BM, Avrupa’da ve ABD’de gerçekleşen siyasi operasyonlara tek kelime etmezken, Türkiye’yi hedef alıyor.

Bu açıklama sadece hadsizlik değil, Türkiye’deki yolsuzlukları ve terörle bağlantılı kişi ve grupları aklamaya yönelik bir çabadır.

Asıl Endişe: Türkiye’nin Bağımsız Tavrı

BM ve benzeri yapılar, Türkiye’nin bağımsız duruşundan, kendi politikasını belirlemesinden ve Batı’nın çizdiği sınırlara bağlı kalmamasından rahatsızdır.

Türkiye’nin Filistin davasına verdiği güçlü destek,

Terörle mücadelede kararlı tavrı,

Yerli ve milli savunma sanayisini geliştirmesi,

Enerji bağımsızlığına yönelik attığı adımlar gibi gelişmeler, Batı için bir tehdittir. Bu yüzden, iç siyaseti karıştıracak hamlelerle Türkiye’yi baskı altına almaya çalışıyorlar.

Sonuç: Kendi Değerlerimize Sahip Çıkmalıyız

BM gibi kurumların açıklamalarına itibar edilmemeli ve Türkiye kendi bağımsız politikalarını kararlılıkla sürdürmelidir. Eğer birileri gerçekten insan haklarını savunmak istiyorsa, önce Filistin’deki zulmü durdurmalı, Myanmar’daki soykırımı engellemeli, Suriye’de milyonlarca insanın yerinden edilmesine karşı çıkmalıdır.

Türkiye, adaletin ve bağımsızlığın tarafında durmaya devam etmeli, uluslararası çifte standartlara boyun eğmemelidir.

 

 




DESİSE VE NEFSİ BESLEYEN GÜNAHLAR

DESİSE VE NEFSİ BESLEYEN GÜNAHLAR[1]

DESİSE

Desise kelimesi, Arapça asıllı olup Türkçede “hile, tuzak, aldatmaca, entrika, sinsi plan” gibi anlamlara gelmektedir. Daha çok olumsuz bir anlamda kullanılır ve bir kimsenin başkasına zarar vermek amacıyla kurduğu gizli planları ifade eder.

Desise’nin Kullanım Alanları

1. Günlük Dil: Kötü niyetli gizli planlar için kullanılır.

2. Edebiyat: Özellikle Osmanlı dönemi edebi metinlerinde hile ve entrika anlamında geçer.

3. İslami Literatür: İslam tarihi ve dini metinlerde, münafıkların, şeytanın ve düşmanların hileleri anlamında kullanılmıştır.

Desise’nin Kuran-ı Kerim’deki Karşılıkları

Kuran-ı Kerim’de desise anlamına gelen çeşitli kelimeler yer almaktadır:

1. “Mekr” (مَكْرٌ) – Hile, Aldatma

“Mekr” kelimesi, özellikle kötü niyetli insanların hilelerini ifade etmek için kullanılır. Ancak bazen Allah’ın kafirlere karşı yaptığı karşılık verme anlamında da geçer:

“Onlar hile yapıyorlar, Allah da onların hilesine karşılık veriyor. Allah, hile yapanların cezasını en iyi verendir.” (Enfal, 8/30)

Burada, müşriklerin İslam’ı yok etmek için yaptıkları desiselerin, Allah tarafından boşa çıkarıldığı vurgulanmaktadır.

2. “Keyd” (كَيْدٌ) – Tuzak, Hile

Keyd kelimesi genellikle düşmanların ve şeytanın gizli oyunlarını ifade eder. Kuran’da şeytanın insanlara karşı kurduğu tuzaklar için şu ifade kullanılmıştır:

“Şüphesiz ki şeytanın tuzağı (keydu’ş-şeytan) zayıftır.” (Nisa, 4/76)

Bu ayette, şeytanın desiseleri ne kadar kuvvetli görünse de, iman edenler için aslında zayıf olduğu belirtilmektedir.

3. “Gurur” (غُرُورٌ) – Aldatma, Kandırma

Gurur kelimesi, insanları dünyaya meylettirerek ahireti unutturma anlamında bir desise aracı olarak kullanılır:

“Dünya hayatı ancak bir aldatmacadır.” (Hadid, 57/20)

Dünya hayatının geçici ve yanıltıcı olduğu vurgulanarak, bu aldanışa kapılmamak gerektiği ifade edilir.

Hadis-i Şeriflerde Desise ile İlgili Kullanımlar

1. Hile ve Entrikanın Kötülenmesi

Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

“Bizi aldatan bizden değildir.” (Müslim, İman 164)

Bu hadis, aldatmanın ve hilenin İslam’da kesinlikle yasak olduğunu ve mümin ahlakıyla bağdaşmadığını açıkça belirtmektedir.

2. Şeytanın Desiseleri

Hadislerde, şeytanın insanları kandırmak için kurduğu tuzaklara dikkat çekilir:

“Şeytan insana önce küçük günahları güzel gösterir, sonra büyük günahları süsleyerek ona sunar.” (Tirmizi, Zühd 4)

Bu hadis, şeytanın insanı aşamalı olarak nasıl aldattığını ve desise kurduğunu açıkça anlatmaktadır.

Sonuç

Desise, genellikle kötü niyetli plan ve hile anlamında kullanılan bir kelimedir. Kuran-ı Kerim’de “mekr”, “keyd” ve “gurur” gibi kelimeler bu anlamı karşılamakta ve münafıkların, kafirlerin ve şeytanın desiselerine karşı dikkatli olunması gerektiği vurgulanmaktadır. Hadis-i şeriflerde ise hilekarlık şiddetle yasaklanmış, dürüstlüğün müminin temel vasfı olduğu belirtilmiştir.

@@@@@

وَقَدْ خَابَ مَنْ دَسّٰيهَاۜ
Şems. 10. Ayetin izahı üzerine:

Nefsi Temizleyen Kurtulur, Onu Kirleten Ziyana Uğrar.

Allah Teâlâ, Şems Suresi 9-10. ayetlerinde insanın manevi yükselişini ve çöküşünü şöyle bildirmektedir:

“Onu (nefsini) temizleyen kurtuluşa ermiştir. Onu kirleten ise hüsrana uğramıştır.” (Şems, 91/9-10)

Bu ayet, insanın iç dünyasında yaşadığı nefis terbiyesi mücadelesini ve bu mücadelenin nihai sonucunu vurgular. Ayette geçen دَسّٰيهَا (dessâhâ) kelimesi, “onu (nefsi) kirleten, alçaltan, günahlarla karartan” anlamına gelir. Klasik ve çağdaş tefsirlerde bu ayet nefsin tezkiyesi (arınması) ve tersi olan nefsi kirletme bağlamında genişçe ele alınmıştır.

1. Ayetin Tefsiri ve Açıklamaları

a) Nefsi Temizlemek: Tezkiyetün-Nefs

İslam âlimleri, “Onu (nefsini) temizleyen kurtuluşa ermiştir.” ayetini “Tezkiyetün-nefs” kavramıyla açıklarlar. Tezkiye, nefsi günahlardan, kötü ahlaktan, gafletten ve haramlardan arındırmak demektir.

İbn Kesîr bu ayeti şöyle yorumlamaktadır:

> “Nefsini tezkiye eden kişi, iman ve salih amellerle onu arındıran kimsedir. Bu kimse hem dünyada hem de ahirette kurtuluşa erer.”

Elmalılı Hamdi Yazır da benzer bir şekilde şu yorumu yapar:

> “Nefsini temizleyerek onu günahlardan ve kötülüklerden koruyarak Allah’ın rızasına uygun hâle getiren kişi felaha, yani ebedî saadete ulaşır.”

Demek ki nefsin temizlenmesi, iman, salih amel, zikir, sabır, ihlas ve ihsan ile mümkündür.

b) Nefsi Kirletmek: “Dessâhâ”

“Onu (nefsini) kirleten hüsrana uğramıştır.” ifadesinde geçen دَسّٰيهَا (dessâhâ) kelimesi, “onu karartan, günaha boğan, alçaltan” anlamına gelir.

Râzi bu ayeti şöyle açıklar:

> “Nefsini şehvetlere, günahlara ve dünya sevgisine teslim eden kişi, onu kirletmiş ve alçaltmıştır. Böyle bir insan, dünyada da ahirette de ziyana uğrayacaktır.”

Nefsi kirletmek, onu günahlarla karartmak, haramlara bulaştırmak, gaflete düşürmek ve şeytana uymak anlamına gelir.

Bu açıdan, nefsi kirleten şeyler arasında kibir, haset, riya, dünya sevgisi, israf, şehvet düşkünlüğü ve gaflet gibi kötü huylar sayılır.

2. Nefsin Temizliği ve Kirliliği Üzerine Hikmetli Düşünceler

a) Nefis, Ya Yükselir Ya da Alçalır

Bu ayet, insanın nefsiyle iki temel yolu olduğunu gösterir:

1. Nefsini temizleyerek yüceltenler: Bunlar takva sahipleri, salih kullar ve Allah’a yönelenlerdir.

2. Nefsini kirleterek hüsrana uğrayanlar: Bunlar dünya hırsına kapılan, haramlara dalan, günahları süsleyenlerdir.

İmam Gazâlî, İhyâ-u Ulûmiddîn adlı eserinde der ki:

> “Nefsini tezkiye etmeyen, onu kendi başına bırakan kimse, bir tarlayı ekmeyen çiftçiye benzer. O tarla, zamanla dikenler ve zararlı otlarla dolar.”

Bu söz, nefis terbiyesi olmayan insanın nasıl yozlaştığını açıkça anlatmaktadır.

b) Şeytan ve Nefsin Desiseleri

Bediüzzaman Said Nursî, nefsin kirlenmesinde en büyük sebebin şeytanın vesveseleri ve dünyanın aldatıcı süsleri olduğunu belirtir:

> “Nefis kendini beğenir, kusurunu görmez. Hatta fâsık olsa da kendini temiz görür. Fıskı içinde bir nevi istikamet vehmeder.” (Sözler, 26. Söz)

Bu ifade, nefsin en büyük aldatmacalarından birinin kişinin kendi hatalarını görmemesi olduğunu gösterir. Nefsini temizlemek isteyen kişi, öncelikle onun hastalıklarını teşhis etmeli ve kendisini sürekli muhasebeye çekmelidir.

3. Nefsi Temizlemenin Yolları

a) Tövbe ve İstiğfar

Nefsi temizlemenin en temel yolu tövbe etmektir. Peygamber Efendimiz (s.a.v), sık sık istiğfar ederdi ve bizlere de şu şekilde dua etmeyi öğretmiştir:

> “Allah’ım! Nefsime takvâ nasip et ve onu arındır. Sen onu arındıranların en hayırlısısın.” (Müslim, Zikir 72)

Bu dua, nefsin ancak Allah’ın yardımıyla temizlenebileceğini gösterir.

b) Zikir ve Salih Amellerle Kalbi Aydınlatmak

Kalp, nefsin aynasıdır. Eğer nefis günahlarla kirlenirse, kalp de karanlıklaşır. Zikir, nefsi arındıran en güçlü ilaçtır:

> “Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Ra’d, 13/28)

Zikir, nefsi Allah’a yaklaştırır, dünya sevgisini azaltır ve günahlardan korur.

c) Kötü Arkadaşlardan ve Ortamlardan Uzak Durmak

Nefsin temizlenmesi için çevrenin de temiz olması gerekir. Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurur:

> “Kişi dostunun dini üzeredir. O hâlde kiminle dostluk kurduğunuza dikkat edin!” (Tirmizî, Zühd 45)

Bu hadis, kötü insanların nefsi nasıl kirletebileceğini ve güzel dostların onu nasıl arındırabileceğini gösterir.

Sonuç: Kurtuluşun Yolu Nefsini Temizlemektir

Şems Suresi 10. ayeti bize insanın iç dünyasındaki en büyük mücadelenin nefisle olduğunu göstermektedir. Nefsini arındıran, Allah’a yönelen ve kötü huylardan sakınan kişi kurtuluşa erer.

Ancak nefsini dünya sevgisi, günahlar, kibir ve şehvetle kirleten kişi, hüsrana uğrar. Çünkü bu kişi, nefsinin esiri olmuş ve Rabbini unutmuştur.

Bu yüzden tövbe, zikir, ibadet, salih ameller ve güzel ahlak ile nefis sürekli terbiye edilmelidir. Aksi takdirde, insan desiselerle aldanır ve ziyan edenlerden olur.

Allah bizleri nefislerini temizleyenlerden ve kurtuluşa erenlerden eylesin. Amin!

@@@@@@@

Bediüzzaman Risale-i Nur Külliyatı’nda Desise ve Dessas konusunda ne gibi tesbitlerde bulunmuştur?
Özellikle nefsin desiselerinden nasıl bahsetmektedir?

Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı’nda “desise” ve “dessas” kavramlarını, özellikle şeytanın ve nefsin insanı hak yoldan saptırmak için kullandığı hileler ve aldatmacalar bağlamında ele alır. Bu kavramlar, insanın imanını zayıflatmak, ihlasını bozmak ve manevi ilerleyişini engellemek için kullanılan tuzakları ifade eder. Bediüzzaman, bu tuzakların fark edilmesi ve bunlara karşı korunulması gerektiğini vurgulayarak, Kur’an-ı Kerim’in rehberliğinde akıl, kalp ve ruhun korunması için yol gösterir. Özellikle nefsin desiseleri, insanın kendi içindeki en büyük mücadele alanlarından biri olarak değerlendirilir ve bu konuda derin tesbitlerde bulunulur.

### Desise ve Dessas Kavramları Üzerine Genel Tesbitler
Bediüzzaman, “desise”yi hile, aldatma ve tuzak anlamında kullanır; “dessas” ise bu hileleri ustalıkla planlayan ve uygulayan varlık ya da özellik olarak karşımıza çıkar. Şeytan ve nefis, bu bağlamda en önde gelen dessaslar olarak tanımlanır. Külliyat’ta, özellikle *Mektubat* ve *Lem’alar* gibi eserlerde, şeytanın ve nefsin desiselerine karşı insanı uyaran bölümler bulunur. Bediüzzaman’a göre, bu desiseler genellikle insanın zayıf damarlarından (enaniyet, korku, tembellik, dünya sevgisi gibi) istifade edilerek devreye sokulur. Şeytanın dışsal bir düşman, nefsin ise içteki bir dessas olduğu belirtilir; nefis, insanı kendi arzuları ve hevesleriyle kandırarak şeytanla iş birliği yapar.

*Mektubat*’ın Yirmi Dokuzuncu Mektup’unda, “Altıncı Risale olan Altıncı Kısım”da şeytanın altı desisesi detaylı bir şekilde ele alınır. Bu bölümde, şeytanın insanı aldatmak için kullandığı yöntemler sıralanır ve her birinin nasıl bir tuzak olduğu açıklanır. Bediüzzaman, bu desiselerin Kur’an talebelerini ve iman hizmetinde bulunanları hedef aldığını ifade eder. Şeytanın ve nefsin ortak amacı, insanı Allah’a kulluktan uzaklaştırmak ve dünya hayatına bağlamaktır.

### Nefsin Desiselerine Dair Özel Tesbitler
Nefsin desiseleri, Bediüzzaman’ın eserlerinde sıkça vurgulanan bir konudur. Nefis, insanın kendi bünyesinde taşıdığı bir düşman olarak görülür ve şeytanla iş birliği yaparak insanı aldatır. Bediüzzaman, nefsin bu hilelerini özellikle insanın enaniyet (benlik), tembellik, heva ve heves gibi zayıf yönlerinden yararlanarak ortaya koyduğunu belirtir. Nefsin desiselerine dair bazı önemli tesbitler şunlardır:

1. **Enaniyet (Benlik) Üzerinden Aldatma**: Nefis, insana kendini beğendirme ve üstün görme hissi vererek onu aldatır. Bediüzzaman, *Mektubat*’ta, enaniyetin “insanda en tehlikeli damar” olduğunu söyler. Nefis, bu damarı okşayarak insanı hakikatlerden uzaklaştırır, ona “Sen her şeyi bilirsin, başkalarına ihtiyacın yok” gibi yanlış bir kanaat telkin eder. Bu, kişinin tevazudan uzaklaşmasına ve kendini beğenmişliğe kapılmasına yol açar.

2. **Dünya Sevgisi ve Heveslerin Peşinden Koşma**: Nefis, insana geçici dünya lezzetlerini cazip göstererek onu ebedi hakikatlerden uzak tutar. *Sözler*’de, nefsin insanı “hevesat-ı nefsaniye” (nefsin arzuları) ile oyaladığı belirtilir. Bediüzzaman, bu desisenin insanı ahiret hazırlığından alıkoyduğunu ve malayani (boş) işlerle vakit kaybettirdiğini ifade eder.

3. **Tembellik ve Rahat Düşkünlüğü**: Nefis, insanı ibadet ve hizmetten uzaklaştırmak için tembellik damarını kullanır. *Lem’alar*’da, nefsin “Bugün dinlen, yarın yaparsın” gibi telkinlerle insanı ertelemeye sevk ettiği anlatılır. Bu, kişinin manevi vazifelerini ihmal etmesine ve zamanını boşa harcamasına neden olur.

4. **Korku ve Vesvese Yoluyla Zayıflatma**: Nefis, şeytanla iş birliği yaparak insana korkular ve vesveseler telkin eder. Örneğin, *Şualar*’da, nefsin insana “Ya başarısız olursan, ya zarar görürsen” gibi düşünceler aşıladığı belirtilir. Bu desise, kişinin cesaretini kırarak harekete geçmesini engeller.

5. **Riya ve Gösteriş Tuzağı**: Nefis, ibadet ve hizmetleri bile riyaya bulaştırarak ihlası bozar. Bediüzzaman, *İhlas Risalesi*’nde (21. Lem’a), nefsin insana “Başkaları seni görsün, takdir etsin” düşüncesi vererek amellerin samimiyetini zedelediğini söyler. Bu, kişinin Allah rızasından ziyade insan beğenisine yönelmesine yol açar.

### Nefsin Desiselerine Karşı Çözüm Yolları
Bediüzzaman, nefsin bu hilelerine karşı Kur’an’dan ve Peygamber Efendimizin (a.s.m.) sünnetinden ilhamla çözüm yolları sunar:
– **İhlas ve Samimiyet**: Nefsin riya tuzağına karşı, her işi sadece Allah rızası için yapmak gereklidir. İhlas, nefsin desiselerini etkisiz hale getiren en güçlü silahtır.
– **Tefekkür ve Ölüm Zikri**: Nefsin dünya sevgisine karşı, ölümü ve fani hayatın geçiciliğini sıkça hatırlamak önerilir. *Sözler*’de, “Lezzetleri tahrip eden ölümü çok zikrediniz” denilerek bu yöntem vurgulanır.
– **İstidatların Allah’a Yöneltilmesi**: Nefsin enaniyetini kırmak için, insanın sahip olduğu kabiliyetleri kendi malı gibi görmemesi, bunları Allah’ın bir emaneti olarak bilmesi gerektiği belirtilir.
– **Dua ve İstiğfar**: Nefsin vesveselerine karşı dua ve istiğfar, kalbi temizleyen ve insanı koruyan bir kalkan olarak sunulur.

### Sonuç
Bediüzzaman, Risale-i Nur Külliyatı’nda nefsin desiselerini, insanın içindeki en sinsi ve tehlikeli düşman olarak tanımlar. Nefis, şeytanla iş birliği yaparak insanı zayıf yönlerinden vurur ve onu Allah yolundan alıkoymaya çalışır. Ancak, bu desiselere karşı Kur’an’ın nuruyla donanmış bir akıl ve kalp, nefsin hilelerini boşa çıkarabilir. Bediüzzaman’ın tesbitleri, insanın kendini tanıması, zayıf noktalarını fark etmesi ve manevi bir mücadeleyle bu tuzaklardan kurtulması için rehber niteliğindedir. Bu yaklaşım, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde iman ve ihlasın korunmasına katkı sağlar.

@@@@@@

Desise:
https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/arama/Desise
Dessas:
https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/arama/Dessas

 

************ 

 

NEFSİ BESLEYEN GÜNAHLAR

Kuran-ı Kerim ve Hadis-i Şerifler Işığında Bir Değerlendirme

İnsan, dünya hayatında hem maddi hem de manevi yönleri olan bir varlıktır. Manevi yönünü temsil eden ruh, Allah’a yönelmeyi isterken; nefis ise genellikle hevâ ve hevesine uymaya meyillidir. Nefis, eğer terbiye edilmezse insanı günahlara sürükler ve manevi çöküşe neden olur. Kuran-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde nefsin nasıl terbiye edilmesi gerektiği vurgulanmış, onu besleyen günahlardan sakınmanın önemi bildirilmiştir.

1. Nefsi Besleyen Başlıca Günahlar

a) Kibirlilik ve Gurur

Kibir, insanın kendisini başkalarından üstün görmesi, Allah’a boyun eğmekten uzaklaşmasıdır. Kuran’da şeytanın Adem’e secde etmeyi reddetmesi kibir yüzünden olmuştur:

“Ben ondan daha üstünüm. Beni ateşten, onu çamurdan yarattın.” (Sad, 38/76)

Kibirli insanlar, hakkı kabul etmekten kaçınır ve kendilerini geliştirmezler. Peygamber Efendimiz (s.a.v) de kibir hakkında şöyle buyurmuştur:

“Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse cennete giremeyecektir.” (Müslim, İman 147)

b) Şehvet ve Zinaya Yaklaşmak

İslam, insanın cinsel isteklerini meşru yollarla tatmin etmesini istemiş, ancak şehvetin aşırılığına ve zinaya karşı ciddi uyarılarda bulunmuştur:

“Zinaya yaklaşmayın! Çünkü o, bir hayasızlıktır ve çok kötü bir yoldur.” (İsra, 17/32)

Peygamberimiz (s.a.v) de şöyle buyurur:

“Gözün zinası bakmaktır, dilin zinası konuşmaktır, nefsin zinası arzulamaktır, elin zinası tutmaktır, ayakların zinası ise zinaya gitmektir.” (Buhari, Rikak 22)

Şehvetin kontrolsüzlüğü insanı maddi ve manevi felaketlere sürükleyebilir.

c) İsraf ve Lüks Tutkusu

Nefis, daima daha fazlasını ister. Harcamada aşırılık, gösterişe düşkünlük, israf, insanı Allah’tan uzaklaştıran durumlardandır:

“Yiyin, için fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.” (A’raf, 7/31)

Lüks tutkusu, insanda dünya sevgisini artırarak ahireti unutturabilir.

d) Gıybet ve Kötü Söz Söylemek

Gıybet, İslam’da büyük günahlar arasında sayılmıştır. Kuran’da şöyle buyurulur:

“Birbirinizin gizli hallerini araştırmayın. Birbirinizi arkanızdan çekiştirmeyin. Hanginiz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır?” (Hucurat, 49/12)

Peygamber Efendimiz (s.a.v) de şöyle buyurmuştur:

“Müslüman, elinden ve dilinden diğer Müslümanların emin olduğu kimsedir.” (Buhari, İman 4)

Dilin kontrol edilmemesi, nefsin en çok beslendiği günahlardan biridir.

2. Nefsi Terbiye Etmenin Yolları

Tefekkür ve Ölümü Hatırlamak: Nefsi frenlemek için ölümün kaçınılmaz olduğunu unutmamak gerekir.

Oruç ve İbadet: Oruç, nefsin arzularını kontrol altına almayı sağlar.

Zikir ve Dua: Allah’ı sürekli anmak, nefsi terbiye eden en güçlü araçlardandır.

Salih İnsanlarla Beraber Olmak: Kötü arkadaş nefsi azdırırken, iyi insanlar nefsi güzelleştirir.

Sonuç

Nefsini besleyen günahlardan kaçınmak, insanı huzura ve manevi olgunluğa ulaştırır. Kuran ve hadisler doğrultusunda nefsimizi kontrol altına almak, hem dünyada hem de ahirette huzur bulmamızı sağlar. Çünkü gerçek saadet, nefsin isteklerine değil, Allah’ın rızasına uymakta saklıdır.

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=12ovkx-XB5g




OLUMLU DUYGULARI BESLEYEN OLUMSUZ DUYGULAR

OLUMLU DUYGULARI BESLEYEN OLUMSUZ DUYGULAR[1]

Tıpkı gübre gibi.
Tohumun iç yapısına etki etmekten ziyade,dış yapının gelişimine hizmet etmektedir.

Hayat, zıtlıkların hareket ettiği bir sahnedir. Gündüz geceyi, sevinç hüznü, kazanç kaybı tamamlar. Bu zıtlıklar, birbiriyle çatışan düşmanlar değil, aksine birbirini anlamlı kılan dostlardır. Özellikle duygular dünyasında, olumsuz gibi görünen hisler, çoğu zaman olumlu duyguların tohumlarını taşır. Önemli olan, bu tohumları fark etmek ve onları bilinçli bir şekilde yeşertmektir.

### 1. Hüzün ve Şükran: Kaybın Öğrettiği Değer
Hüzün, çoğu zaman istenmeyen bir misafir gibi kapımızı çalar. Bir sevdiğimizin kaybı, bir hayalin yıkılması ya da bir hedefe ulaşamamak… Ancak hüzün, sadece bir boşluk oluşturmaz; aynı zamanda o boşluğun içini dolduracak bir farkındalık sunar. Kaybettiğimiz bir şeyin değerini, ancak onu kaybettiğimizde anlarız. Bu, şükran duygusunun en güçlü öğretmenlerinden biridir.

Mesela, bir hikâyeyi hatırlayalım: Osmanlı döneminde bir derviş, her gün şükretmek için bir taş toplar ve bir torbaya koyarmış. Yıllar geçtikçe torba dolmuş, ama bir gün torbayı kaybedivermiş. Derviş, torbasını kaybettiği için önce derin bir hüzne kapılmış. Ancak sonra fark etmiş ki, torbadaki taşlar aslında sadece birer semboldü; asıl şükran, onun kalbinde birikmişti. Hüzün, ona sahip olduğu nimetleri yeniden hatırlatmış ve şükran duygusunu daha da derinleştirmiş.

Hikmet: Hüzün, sahip olduklarımızın kıymetini bilmemizi sağlar. Eğer her zaman mutlu olsaydık, elimizdekilerin değerini fark edemez, şükran duygusunu bu kadar derinden hissedemezdik.

### 2. Korku ve Cesaret: Karanlığın Işığı
Korku, insan ruhunun en kadim duygularından biridir. Tehlike anında hayatta kalmamızı sağlar, ama aynı zamanda bizi hareketsiz bırakabilir. Ancak korkunun bir de öteki yüzü vardır: Cesaret. Cesaret, korkunun yokluğu değil, korkuya rağmen harekete geçmektir.

Bir düşünelim: Bir dağcı, zirveye tırmanırken uçurumun kenarında korku hisseder. Bu korku, onun daha dikkatli olmasını, adımlarını daha bilinçli atmasını sağlar. Eğer korku olmasaydı, dağcı belki de dikkatsizce hareket eder ve düşerdi. İşte korku, cesaretin zeminini hazırlar. Zirveye ulaştığında hissettiği zafer duygusu, korkunun varlığı sayesinde daha anlamlı hale gelir.

İbret: Korku, cesaretin ham maddesidir. Eğer korkularımızla yüzleşmezsek, cesaretin ne olduğunu asla bilemeyiz. Olumsuz bir duygu gibi görünen korku, aslında bizi daha güçlü ve kararlı bir insan olmaya iter.

### 3. Öfke ve Adalet: Haksızlığa Karşı Bir Kalkış
Öfke, genellikle yıkıcı bir duygu olarak görülür. Kontrol edilmediğinde ilişkileri zedeler, kalpleri kırar. Ancak öfke, aynı zamanda bir enerji kaynağıdır ve doğru yönlendirildiğinde adalet duygusunu besler. Tarih boyunca, haksızlıklara karşı mücadele eden pek çok insan, öfkelerini bir motivasyon kaynağı olarak kullanmıştır.

Bir örnek düşünelim: Bir köylü, ailesinin geçimini sağlayan tarlasını haksız yere bir zorbaya kaptırmış. İlk tepkisi öfke olmuş, ama bu öfkeyi bir intikam ateşine dönüştürmek yerine, hakkını aramak için bir yola dönüştürmüş. Öfkesi, ona pes etmek yerine mücadele etme gücü vermiş. Sonunda, adalet yerini bulmuş ve köylü, sadece kendi tarlasını değil, köydeki diğer mazlumların da haklarını savunmuş.

Düşündürücü Nokta: Öfke, bir uyarı işaretidir. Bize bir şeylerin yanlış gittiğini söyler. Eğer bu enerjiyi yapıcı bir şekilde kullanırsak, öfke adaletin, hakkaniyetin ve değişimin tohumu olabilir.

### 4. Pişmanlık ve Bilgelik: Hataların Mirası
Pişmanlık, belki de en ağır duygulardan biridir. Geçmişte yaptığımız bir hata, söylemediğimiz bir söz ya da kaçırdığımız bir fırsat… Pişmanlık, ruhumuzu kemiren bir duygu gibi hissedilebilir. Ancak aynı zamanda, pişmanlık bize bilgelik kazandırır. Hatalarımız, en büyük öğretmenlerimizdir.

Bir hikâye ile düşünelim: Bir tüccar, gençliğinde bir dostuna haksızlık etmiş ve bu dostunu kaybetmiş. Yıllar boyunca bu pişmanlık onu rahatsız etmiş. Ancak bir gün, bu pişmanlık onu harekete geçirmiş. Tüccar, dostunu bulmuş, ondan özür dilemiş ve ilişkilerini yeniden inşa etmiş. Dahası, bu deneyim ona başkalarına karşı daha adil ve merhametli olmayı öğretmiş. Pişmanlık, onun ruhunu temizlemiş ve bilgeliğini artırmış.

Hikmet: Pişmanlık, geçmişin yükü değil, geleceğin rehberidir. Bize beraberinde bilgelik getirir.

### Sonuç: Zıtlıkların Faaliyetleri
Hayat, bir madalyonun iki yüzü gibidir. Olumlu ve olumsuz duygular, birbirinden bağımsız varlıklar değil, birbirini tamamlayan bütünlerdir. Hüzün olmadan şükran, korku olmadan cesaret, öfke olmadan adalet, pişmanlık olmadan bilgelik tam anlamıyla var olamaz. Önemli olan, olumsuz duyguları birer düşman olarak görmek yerine, onları birer öğretmen olarak kabul etmektir.

Unutmayalım ki, bir bahçede çiçeklerin büyümesi için sadece güneş ve su yetmez; toprağın karanlığı, soğuk geceler ve hatta fırtınalar da gereklidir. İnsan ruhu da böyledir. Olumsuz duygular, ruhumuzun toprağını işler, olumlu duyguların çiçek açması için zemin hazırlar.

Düşündürücü bir soruyla bitirelim: Eğer hayatınızda hiç olumsuz bir duygu olmasaydı, olumlu duyguların değerini gerçekten anlayabilir miydiniz? Belki de asıl hikmet, bu zıtlıkların faaliyetinde saklıdır.

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=RCjDjIiPBYQ




ALLAH KURAN-I KERİM’DE HANGİ VARLIKLARLA VE NE ÜZERİNE KONUŞMUŞTUR?

ALLAH KURAN-I KERİM’DE HANGİ VARLIKLARLA VE NE ÜZERİNE KONUŞMUŞTUR?[1]

Kur’ân-ı Kerîm’de Allah Teâlâ’nın çeşitli varlıklarla doğrudan veya dolaylı olarak konuştuğu, bu diyalogların ise insanlara rehberlik etmek, hikmet ve mesajlar sunmak amacıyla aktarıldığı görülür. Bu konuşmalar, varlık türlerine ve konulara göre şu şekilde özetlenebilir:

### **1. İnsanlarla Konuşmalar**
Allah’ın insanlarla iletişimi genellikle **peygamberler** aracılığıyla gerçekleşmiştir. Bazı örnekler:

– **Hz. Âdem ile Konuşma**
Allah, Hz. Âdem’i yarattıktan sonra ona isimleri öğretmiş ve meleklere karşı onu temize çıkarmıştır:
*“Âdem’e bütün isimleri öğretti.”* (Bakara, 2:31)
Tefsirlerde, bu konuşmanın insana verilen bilgi ve şerefin bir işareti olduğu vurgulanır (İbn Kesîr, Taberî).

– **Hz. Mûsâ ile Konuşma**
Allah, Hz. Mûsâ’ya Tûr Dağı’nda doğrudan hitap etmiştir:
*“Mûsâ tayin ettiğimiz vakitte (Tûr’a) gelip Rabbi de onunla konuşunca…”* (A‘râf, 7:143)
Bu konuşma, Kur’ân’da Allah’ın bir insanla en açık diyaloğu olarak nitelenir (Kurtubî, Râzî).

– **Hz. Muhammed (s.a.v.) ile Konuşma**
Vahiy yoluyla gerçekleşen bu iletişim, Kur’ân’ın tamamını kapsar:
*“(Ey Muhammed!) Şüphesiz ki bu Kur’ân, sana Rabbinin izniyle bir öğüt, bir hidayet ve müminler için bir müjdedir.”* (A‘râf, 7:203)

– **Diğer Peygamberler**
Nûh, İbrâhîm, Dâvûd, Îsâ gibi peygamberlerle de Allah’ın konuştuğu ayetlerde belirtilir (örneğin; Meryem, 19:52; Nisâ, 4:163).

### **2. Meleklerle Konuşmalar**
Allah, meleklerle hem insanların yaratılışı hem de kozmik düzenle ilgili emirlerini paylaşmak için konuşur:

– **Meleklerin Hz. Âdem’e Secdesi**
*“Meleklere, ‘Âdem’e secde edin!’ dedik. Hepsi secde ettiler; yalnız İblis hariç…”* (Bakara, 2:34)
Tefsirlerde bu diyalog, insanın meleklerden üstün kılındığını gösterir (Taberî).

– **Kıyamet Sahneleri**
*“O gün Rûh (Cebrâil) ve melekler saf saf dizilir; Rahman’ın izin verdiği dışında hiç kimse konuşamaz.”* (Nebe’, 78:38)

– **Vahiy Meleği Cebrâil**
Allah, vahyi Cebrâil aracılığıyla peygamberlere iletmiştir:
*“Şüphesiz o (Kur’ân), değerli bir elçinin (Cebrâil’in) getirdiği sözdür.”* (Tekvîr, 81:19-21)

### **3. Cinlerle Konuşma**
Allah, cinlere de hitap etmiş ve onlara sorumluluk yüklemiştir:

– **Cin Sûresi**
*“De ki: Bana cinlerden bir topluluğun Kur’ân’ı dinlediği ve şöyle dedikleri vahyolundu: ‘Biz hayranlık uyandıran bir Kur’ân dinledik.’”* (Cin, 72:1)
Tefsirlerde, cinlerin de insanlar gibi Allah’a ibadetle yükümlü olduğu belirtilir (İbn Kesîr).

### **4. Tabiat ve Canlı-Cansız Varlıklarla Konuşma**
Allah’ın tabiata yönelik emirleri, onun her şeye hâkim olduğunu gösterir:

– **Gökler ve Yer**
*“Sonra duman hâlinde olan göğe yöneldi ve ona ve yere: ‘İsteyerek veya istemeyerek gelin!’ dedi. İkisi de: ‘İsteyerek geldik’ dediler.”* (Fussılet, 41:11)
Bu ayet, kâinatın Allah’ın emrine boyun eğdiğini ifade eder (Kurtubî).

– **Hz. Mûsâ’nın Asası**
*“Asanı at!” (Mûsâ attıktan sonra) ‘Onu al, korkma! Biz onu eski hâline çevireceğiz.’”* (Tâ-Hâ, 20:19-21)
Tefsirlerde, cansız varlıkların Allah’ın emriyle hareket ettiği vurgulanır (Râzî).

– **Karınca ve Hz. Süleyman**
*“Nihayet karınca vadisine geldiklerinde bir karınca: ‘Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin; Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin!’ dedi.”* (Neml, 27:18)
Bu ayet, Allah’ın canlılara ilham yoluyla konuşma yeteneği verdiğine işaret eder.

### **5. Şeytan (İblis) ile Konuşma**
İblis, Allah’ın emrine karşı çıktığında onunla doğrudan diyalog kurulmuştur:

– **İblis’in Kibri**
*“Allah: ‘Sana emrettiğim hâlde secde etmene ne engel oldu?’ dedi. (İblis): ‘Ben ondan üstünüm; çünkü beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın’ dedi.”* (A‘râf, 7:12)
Tefsirlerde bu diyalog, kibirin insanı nasıl helâke sürüklediğini gösterir (İbn Kesîr).

### **Konuşmanın Konuları**
Allah’ın konuşmaları genellikle şu temalar etrafında şekillenir:
1. **Tevhid ve İbadet**: İnsan ve cinlerin yaratılış amacı (Zâriyât, 51:56).
2. **Emir ve Yasaklar**: Namaz, zekât, adalet gibi hükümler (Bakara, 2:43).
3. **Kıssalar ve İbretler**: Geçmiş kavimlerin hikâyeleri (Yûsuf, 12:111).
4. **Ahiret ve Hesap**: Kıyamet sahneleri ve mizan (Zilzâl, 99:7-8).
5. **Tabiatın Düzeni**: Güneş, ay ve yıldızların Allah’a boyun eğmesi (Yâsîn, 36:38-40).

### **Tefsirlerdeki Yorumlar**
– **Taberî**: Allah’ın konuşması, kelâm sıfatının tecellisidir; bu, O’nun yüceliğini gösterir.
– **Râzî**: Cansız varlıklarla konuşma, Allah’ın her şeye kadir olduğunun delilidir.
– **İbn Âşûr**: Allah’ın cinlerle konuşması, onların da şer‘î hükümlere muhatap olduğunu ispatlar.

### **Sonuç**
Kur’ân’da Allah’ın konuşması, **yaratılmış her varlıkla ilişkisinin bir tezahürüdür**. Bu diyaloglar, insana verilen değeri, kâinatın Allah’a boyun eğdiğini ve her şeyin O’nun kontrolünde olduğunu vurgular. Tefsirler, bu konuşmaların insanı hidayete ve tefekküre davet ettiğini ifade eder.

@@@@@@@@

Kur’an-ı Kerim, insanlara doğru yolu göstermek amacıyla çeşitli varlıklarla ve pek çok konu üzerine konuşmuştur. Bu varlıklar, insanlardan melekler, cinler, hayvanlar, doğa unsurları, hatta bazen bitkiler ve yıldızlar gibi doğanın öğeleri de yer alır. Allah’ın bu varlıklarla olan konuşmaları genellikle ahlaki, toplumsal, dini ve metafiziksel mesajlar içerir.

İşte bazı varlıklarla ilgili Kur’an’daki konuşmalar:

1. İnsanlar: Allah, en fazla insanlarla konuşur. İnsanları doğru yola iletmek için peygamberler göndermiş, onları yaratılış gayelerini hatırlatmış, hayatlarının her aşamasında doğruyu ve yanlışı öğretmiştir. Örneğin, Bakara suresi 2. ayet ve Al-i İmran suresi 3. ayet gibi ayetlerde Allah, insanlara öğütler verir.

Bakara, 2:21-22: “Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri Allah’a kulluk etmeniz için yaratan Rabbinize ibadet edin. O, yerin ve göğün yaratıcısıdır. O’na inanırsanız, O’ndan korkarsınız.”

2. Melekler: Melekler, Allah’ın emirlerini yerine getiren varlıklardır. Allah, meleklerle bazen özel olarak, bazen ise onları insanlara vahiy gönderen aracılar olarak kullanmıştır. Mesela Fetih suresi 48:4’te meleklerin, Allah’ın yardımını ve zaferini simgeleyen figürler olarak yer aldığı ifade edilmiştir.

3. Cinler: Cinler de Allah’ın yarattığı ve insanlar gibi sorumlu tutulan varlıklardır. Allah, cinlerle de konuşmuş ve onları da iradeleriyle doğru yola yönlendirmeye çalışmıştır. Cin suresi tamamıyla cinler ve onların İslam’la tanışması hakkında bilgi verir. Cin, 72:1-2 ayetinde Allah, cinlere öğüt verir ve onlara peygamberlerin insanlara olduğu gibi, onlara da mesajlar gönderdiğini bildirir.

Cin, 72:1-2: “De ki: ‘Bana vahyolunan şunu işittim: Bir grup cin, Kur’an’ı dinlediler ve dediler ki: “Gerçekten biz doğru bir Kur’an işittik.”

4. Hayvanlar: Kur’an, hayvanları da birer Allah’ın yarattığı varlıklar olarak kabul eder ve onların bile Allah’a ibadet ettiklerini belirtir. Mesela Nur suresi 24:41’de dağlar, kuşlar ve diğer canlıların Allah’ı tesbih ettikleri ifade edilmiştir.

Nur, 24:41: “Görmedin mi ki göklerde ve yerde bulunan her şey, kuşlar kanat çırparak (O’nu) tesbih eder? Her biri namazını ve tesbihini bilir.”

5. Doğa ve Doğa Olayları: Kur’an-ı Kerim’de yer alan birçok ayet, doğa unsurlarını Allah’ın kudretini gösteren birer işaret olarak sunar. Gökler, yer, denizler, rüzgarlar, dağlar ve meyveler gibi varlıklar, Allah’ın kudretine tanıklık eder. Rum suresi 30:48 ve Mülk suresi 67:15 gibi ayetlerde doğadaki düzenin Allah’ın varlığını ve gücünü gösterdiği vurgulanmıştır.

Rum, 30:48: “Allah, gökleri ve yeri yaratandır. O, her şeyin üzerine egemendir. O’nun emriyle rüzgarları da gönderen O’dur.”

6. Yıldızlar ve Gök Cisimleri: Kur’an’da Allah, yıldızları ve diğer gök cisimlerini insanlara birer işaret olarak yaratmıştır. Mülk suresi 67:5’te yıldızların ve göklerin yaratılışı, Allah’ın kudretini gösteren deliller olarak ifade edilmiştir.

Mülk, 67:5: “Biz gökyüzünü kandil ve yıldızlarla süsledik. Bunlar, şeytanlara karşı bir silah olarak kullanılır.”

Bu örnekler, Allah’ın sadece insanlarla değil, tüm varlıklarla, onların yaratılış gayelerini ve varlıklarını anlamaya yönlendirici bir şekilde konuştuğunu gösterir. Tefsirlerde bu varlıklarla ilgili yapılan açıklamalarda, Allah’ın her varlıkta bir anlam ve hikmet barındırdığı, her birinin insanlara öğretecek bir ders sunduğu vurgulanır.

Allah, bu varlıklarla insanlara doğru yolu göstermek, onları imana çağırmak ve yarattığı evrenin düzenini anlamalarına yardımcı olmak için konuşmuş, onlarla ilgili mesajlar vermiştir.

@@@@@@@

[1] https://www.youtube.com/watch?v=fdPDVnMoH88




İNSANİYET AĞACININ EN MÜKEMMEL MEYVESİ HZ. MUHAMMED (SAV)

İNSANİYET AĞACININ EN MÜKEMMEL MEYVESİ HZ. MUHAMMED (SAV)[1]

KÂİNATIN MEBDE’ VE MÜNTEHASI


**İnsaniyet Ağacının Mükemmel Meyvesi: Hz. Muhammed (sav) ve Kâinatın Mebde’ ile Müntehası**

Kâinat, ilâhî bir hikmetle dokunmuş muazzam bir kitap; insan ise bu kitabın en şerefli âyetidir. İnsanlık tarihi, bir ağacın köklerinden dallarına uzanan kadim bir yolculuğa benzer. Bu ağacın kökleri Âdem (as) ile başlar, dalları peygamberlerle şekillenir ve nihayetinde en olgun, en nurlu meyvesi olarak Hz. Muhammed (sav) ile kemale erer. Kur’ân-ı Kerim, bu hakikati “**Andolsun, içinizden size âyetlerimizi okuyan, sizi arındıran, size Kitab’ı ve hikmeti öğreten ve bilmediğiniz şeyleri size bildiren bir peygamber gönderdik**” (Bakara, 2:151) ayetiyle taçlandırır. Peki, insanlığın bu “mükemmel meyve”si nasıl hem kâinatın başlangıcı (mebde) hem de sonu (munteha) olabilir?

### **1. İnsaniyet Ağacı ve Tohumun Sırrı**
Kur’ân’da insanın yaratılışı, topraktan başlayıp ruh üflenmesiyle devam eden bir süreçle anlatılır (Hicr, 15:28-29). İnsanlık ağacının ilk tohumu Âdem (as), ilâhî bir lutuf olarak “halife” sıfatıyla ekilmiştir. Ancak bu ağacın asıl gayesi, yalnızca bir varlık türünün devamı değil, insan-ı kâmil mertebesine ulaşmaktır. İşte bu mertebe, “**Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik**” (Enbiyâ, 21:107) hitabına mazhar olan Hz. Muhammed’de (sav) tecelli etmiştir.

İnsanlık ağacı, her peygamberle yeni bir filiz verdi. Nuh (as) tufanda bir çınar gibi direndi; İbrahim (as) tevhidin köklerini sağlamlaştırdı; Musa (as) hakikatin ışığını yaktı; İsa (as) merhamet tomurcuklarını açtırdı. Ancak bu ağaç, ancak “**Hâtemü’l-Enbiyâ**” (Ahzâb, 33:40) ile tamamlandı. Zira O (sav), geçmiş tüm hikmetleri toplayan, insan fıtratını en saf haliyle temsil eden bir meyveydi.

### **2. Mebde’ ve Münteha: Varlığın Başlangıcı ve Sonundaki Peygamber**
Allah (cc), bir kudsî hadiste “**Ben gizli bir hazine idim; bilinmek istedim, mahlûkatı yarattım**” buyurur. Bu ifade, kâinatın yaratılış hikmetini “bilinme” arzusuna bağlar. Peki, bu arzunun tecellisi kimdir? Kur’ân, Resûlullah’ın (sav) nübüvvetini anlatırken “**Sen olmasaydın, kâinatı yaratmazdım**” (Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ) sırrına işaret eder. Bu, O’nun (sav) varlık ağacının hem tohumu hem meyvesi oluşunun hikmetidir.

Bir ayette “**Andolsun, size içinizden öyle bir peygamber geldi ki, sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatli ve merhametlidir**” (Tevbe, 9:128) denilir. Bu şefkat, yaratılışın başlangıcındaki rahmetin bir yansımasıdır. O (sav), kâinatın mebde’inde Allah’ın rahmet nişanesi, müntehasında ise insanlığın kurtuluş rehberidir.

### **3. Kur’ân’ın Diliyle Hikmet Tomurcuğu: Şahsiyet-i Muhammediyye**
Kur’ân, Resûlullah’ı (sav) “**en güzel örnek**” (Ahzâb, 33:21) olarak tanımlar. O’nun (sav) hayatı, insanın yaratılış gayesine işaret eder

@@@@@@@

İnsaniyet Ağacının En Mükemmel Meyvesi: Hz. Muhammed (sav) Kâinatın Mebde’ ve Müntehası

İnsaniyetin en yüce örneği, insanlık tarihinin en mükemmel şahsiyeti, Rahmet Peygamberi Hz. Muhammed (sav)dir. O, yalnızca bir peygamber değil, aynı zamanda bir örnek, bir önder, bir öğretmendir. Kâinatın yaratılışının başlangıcından (mebde) sonuna kadar (münteha) tüm insanlık için en mükemmel rehber olarak gönderilmiştir. Bu gerçeği Kuran-ı Kerim’de, “Ve seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya, 107) ayetiyle açıkça vurgulamaktadır. Hz. Muhammed (sav), insanlığın her türlü sorusuna, derdine, yalnızlığına ve arayışına cevap verecek en doğru ve en derin kaynak olmuştur.

Kâinatın Mebde’i ve Hz. Muhammed (sav)

Kâinatın mebdei, her şeyin başlangıcıdır. Allah’ın kudretiyle yaratılan her şeyin bir amacı ve gayesi vardır. İslam’a göre, kâinatın yaratılışı, insanın en güzel şekilde yaratılması ve sonrasında Hz. Muhammed (sav) ile tamamlanmıştır. Peygamber Efendimiz (sav) kendisini “Ben, Adem’in yaradılışından önce olan bir nurum.” (Hadis-i Şerif) diye tanımlamıştır. Bu da gösteriyor ki, yaratılışın ilk anından itibaren, insanlık tarihinin en yüksek noktasına kadar, tüm varlıklar Hz. Muhammed (sav)’in nuruyla şekillenmiştir.

Kuran’da, “Gerçekten o, elçilerin sonuncusudur.” (Ahzab, 40) ayeti, peygamberliğin son noktasını ve insanlık için en yüksek noktanın Hz. Muhammed (sav) olduğunu ifade etmektedir. O, Allah’ın son elçisi olarak, insanlığın doğru yolu bulması için gönderilmiş, Kuran-ı Kerim ve sünnetiyle, insanlığa her dönemde rehberlik yapacak bir kaynak bırakmıştır. Hz. Muhammed (sav), bir ağaç gibi, insanlığın en güzel meyvesi olmuştur. Her bir davranışı, her bir sözünün anlamı ve her bir hareketi, insanlığa birer öğüt, birer hikmet sunmaktadır.

Kâinatın Müntehası ve Hz. Muhammed (sav)

Kâinatın müntehası, yani sonu, her şeyin nihayete erdiği noktadır. Kâinatın bu nihai noktası, insanlığın en mükemmel şekliyle buluştuğu andır. Hz. Muhammed (sav), bu noktada insanlık için hem bir örnek hem de bir dönüm noktasıdır. İslam’da, insanın varoluş amacının, Allah’a kulluk etmek olduğu ifade edilmiştir. Bu kulluk, yalnızca ibadetlerle sınırlı değildir; aynı zamanda insanın her anında, her davranışında, her ilişkide Allah’ın rızasını gözetmesi gereken bir sorumluluktur.

Hz. Muhammed (sav), hayatı boyunca bu kulluğun en mükemmel örneğini sergilemiş, Allah’ın emirlerine en sadık şekilde uymuştur. O’nun hayatı, bir insanın nasıl en güzel bir şekilde yaşayabileceğinin, nasıl en yüksek ahlaki değerlere sahip olabileceğinin en açık örneğidir. O, sadece bir peygamber değil, aynı zamanda insanın ulaşabileceği en yüksek ahlaki zirveye ulaşmış bir insandır.

Kuran’daki Hikmetler ve Hz. Muhammed (sav)

Kuran-ı Kerim, Hz. Muhammed (sav)’in hayatını ve öğretilerini sürekli olarak referans alır. O, Kuran’ı en güzel şekilde yaşamış ve insanlığa bu şekilde öğretmiştir. Kuran’daki birçok ayet, Hz. Muhammed (sav)’in hayatındaki örneklikleri vurgular ve insanlara nasıl bir hayat sürmeleri gerektiği konusunda yol gösterir. “Andolsun, Allah’ın elçisinde, Allah’ı ve ahiret gününü uman ve Allah’ı çok anan kimseler için güzel bir örnek vardır.” (Ahzab, 21) ayeti, Hz. Muhammed (sav)’in örnekliğini bizlere sunar.

Hz. Muhammed (sav) her yönüyle bir hikmet kaynağıdır. O, insanların arasında adaleti sağlar, merhametini gösterir, sabırla karşılık verir, ve her durumda Allah’ın rızasını gözetir. Onun hayatı, adaletin, merhametin, sabrın ve tevekkülün en yüksek derecelerini yansıtır. İslam’ı, sadece ibadetlerle değil, günlük yaşamın her alanında uygulanabilir bir sistem olarak ortaya koymuştur.

Sonuç: İnsaniyetin En Yüce Meyvesi

Hz. Muhammed (sav), insanlığın kâinatın başlangıcından sonuna kadar en yüksek örneğidir. O, sadece bir peygamber değil, tüm insanlığın örnek alması gereken bir rehberdir. Kâinatın yaratılışından itibaren, insanlığın varoluş amacı olan kulluk görevini en mükemmel şekilde yerine getirmiştir. Onun hayatı, Kuran’ın hayatla buluştuğu en saf ve en derin örneğidir.

Onun örnekliği, sadece kendi zamanına değil, her döneme hitap etmektedir. Hz. Muhammed (sav), insanlığa sadece dini hükümleri değil, insanın nasıl bir ahlaki ve manevi olgunluğa ulaşması gerektiğini de öğretmiştir. O’nun hayatını örnek alarak, bizler de insanlık ağacının en mükemmel meyvesi olma yolunda ilerleyebiliriz.

Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi hepimizin üzerine olsun.

@@@@@@

**İnsaniyet Ağacının Mükemmel Meyvesi: Hz. Muhammed (sav) ve Kâinatın Varoluş Sırrı**

Kâinat, ilâhî bir sanatın tecellisi; insan ise bu sanatın en mükemmel eseridir. İnsanlık tarihi, kökleri vahye dayanan bir ağaç gibi büyümüş, her peygamber bir dal olarak hakikatin ışığını taşımış ve nihayetinde bu ağaç, “**âlemlere rahmet**” (Enbiyâ, 21:107) olan Hz. Muhammed (sav) ile kemâlini bulmuştur. Peki, bir insan nasıl olur da kâinatın hem başlangıcının (mebde’) hem de sonunun (münteha) sırrını temsil eder? Bu soru, insanın yaratılış hikmetini ve ilâhî hikmetin tezahürünü anlamak için bir anahtardır.

### **1. Kâinatın Yaratılış Hikmeti ve “Levlâke” Sırrı**
Allah (cc), bir kudsî hadiste “**Sen olmasaydın, kâinatı yaratmazdım**” buyurur. Bu ifade, Hz. Muhammed’in (sav) varlığının, yaratılışın özünde saklı bir gaye olduğunu gösterir. Tıpkı bir çekirdeğin içinde ağacın tüm planının gizlenmesi gibi, O’nun (sav) nuru da ezelî ilimde kâinatın varoluş sebebiydi. Kur’ân, bu hakikati şöyle tasvir eder:
**“O, gizlilikleri bilendir. Hiçbir şeyi kendi ilminden (yaratmadan önce) açığa çıkarmaz. Ancak dilediği peygamber bunun dışındadır…”** (Cin, 72:26-27).
Peygamberler, ilâhî sırra vakıf olan elçilerdir. Ancak Hz. Muhammed (sav), bu silsilenin son halkası ve en parlak meyvesi olarak, kâinatın başlangıcına ve sonuna ışık tutar.

### **2. Mebde’den Münteha’ya: İnsan-ı Kâmil’in Seyri**
Kur’ân, insanın yaratılışını iki boyutuyla ele alır: *Topraktan* gelen beden ve *ruh* ile verilen ulviyet. Hz. Âdem (as), bu ikili yapının ilk temsilcisiydi. Fakat insan-ı kâmil olan Hz. Muhammed (sav), bu ikisini en dengeli şekilde taşıyarak “**en güzel örnek**” (Ahzâb, 33:21) oldu. O’nun (sav) miracı, bu dengeyi sembolize eder: Bedenîyle yeryüzüne bağlı, ruhuyla Sidretü’l-Münteha’ya yükselen bir peygamber…
**“Kulunu geceleyin Mescid-i Haram’dan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah’ın şanı ne yücedir…”** (İsrâ, 17:1).
Bu yolculuk, insanın maddî sınırları aşarak ilâhî hakikate ulaşma potansiyelini gösterir.

### **3. Kâinatın Dili: Peygamber’in Ahlâkı ve Tevhid Mesajı**
Hz. Muhammed’in (sav) ahlâkı, Kur’ân’ın canlı bir tefsiridir. **“Şüphesiz sen, yüce bir ahlâk üzeresin”** (Kalem, 68:4) ayeti, O’nun (sav) karakterinin ilâhî kaynaklı olduğunu vurgular. Bir ağaç nasıl kökleriyle beslenirse, O’nun (sav) ahlâkı da vahiy ile beslenmiştir. Örneğin, Hudeybiye Antlaşması’nda gösterdiği sabır, Uhud’da yaralıyken ettiği af duası, Mekke’nin fethindeki merhamet, insanlığa “**rahmet peygamberi**” olma vasfını kanıtlar.

Tevhid ise bu ahlâkın temelidir. **“De ki: O Allah birdir. Allah sameddir (her şey O’na muhtaçtır, O hiçbir şeye muhtaç değildir)”** (İhlâs, 112:1-2). Bu ayet, kâinatın yaratılış hikmetini özetler: Her şey Allah’a döner. Hz. Muhammed (sav), bu hakikati hem söz hem de fiil ile insanlığa öğretti.

### **4. Modern İnsanın Buhranı ve Çözüm: Köklere Dönüş**
Günümüzde insanlık, teknolojik ilerlemeyle maddî refahı artırırken mânâ buhranı yaşıyor. Kur’ân’ın tabiriyle “**Kendilerini hârika bir şekilde yarattığımız, sonra da çamurdan bir damlaya çevirdiğimiz kimseleri gördün mü?**” (Mürselât, 77:20-21) ayeti, insanın özünü unutmasının trajedisini anlatır. İşte bu noktada Hz. Muhammed (sav), köklerle yeniden bağ kuran bir rehberdir.

O’nun (sav) sünneti, insana şu soruları sordurur:
– **Madde ile ruh dengesini nasıl kurabilirim?**
– **Tüketim çılgınlığında kaybolurken, gerçek zenginliği nerede aramalıyım?**
– **Beni yaratanın rızasını nasıl kazanırım?**

### **5. Kıyamete Kadar Sürecek Bir Miras: Kur’ân ve Sünnet**
Hz. Muhammed (sav), insaniyet ağacının meyvesi olarak bize iki miras bıraktı: *Kur’ân* ve *Sünnet*. **“Size iki şey bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarıldığınız sürece asla sapıtmazsınız: Allah’ın Kitabı ve Peygamber’in sünneti”** (Müslim). Bu miras, kâinatın mebde’ ve müntehasını anlamak için bir pusuladır.

Kıyamet, kâinatın müntehasıdır. Ancak Kur’ân, o gün bile Peygamber’in şefaatinin bir umut olacağını hatırlatır: **“Rabbin sana verecek ve sen hoşnut olacaksın”** (Duhâ, 93:5).

**Sonuç: Meyvenin Hikmetiyle Yeşermek**
Hz. Muhammed (sav), insaniyet ağacının en mükemmel meyvesi olarak, bize yalnızca geçmişin değil, geleceğin de yolunu aydınlatır. O’nun (sav) izinde yürümek, kâinatın sırrını çözmek demektir. Kur’ân’ın çağrısı hâlâ geçerli:
**“De ki: Ey insanlar! Şüphesiz ben, göklerin ve yerin hükümranı, kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan, dirilten ve öldüren Allah’ın hepiniz için gönderdiği peygamberiyim…”** (A’râf, 7:158).

Öyleyse, bu mükemmel meyvenin hikmetiyle köklerimize sarılalım; ta ki insanlık ağacı, kıyamete kadar hakikatle yeşersin…

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=NrgYMdRbAmM




GÜVENLİK TEHDİDİ

GÜVENLİK TEHDİDİ

*Analiz ve İbretli Rapor: İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Veri Skandalı İddiaları**

### **1. İddiaların Özeti ve Kapsamı**
– **Temel İddialar:**
1. İBB’nin 2020’de dönemin ABD Ankara Büyükelçisi David Satterfield ile yaptığı anlaşma kapsamında, trafik kamerası verileri ve kişisel bilgilerin yabancı şirketlere aktarıldığı.
2. İngiltere merkezli bir teknoloji şirketi aracılığıyla İBB abonelerine ait TC kimlik numaraları, adresler, finansal ve emlak bilgileri gibi hassas verilerin toplanıp satıldığı.
3. Verilerin “arka kapı” (backdoor) yöntemiyle anlık olarak yabancı şirkete sızdırıldığı.

### **2. Hukuki ve Teknik Analiz**
#### **a. Türkiye’de Veri Koruma Mevzuatı**
– **KVKK (Kişisel Verileri Koruma Kanunu):** Türkiye’de kişisel verilerin yurt dışına aktarımı, açık rıza veya kanuni istisnalar gerektirir. İBB’nin verileri yabancı şirketlere aktarırken KVKK’ya uygun hareket etmemesi, **ağır idari para cezaları ve hukuki sorumluluk** doğurabilir.
– **ABD ve İngiltere Bağlantısı:** İngiltere’nin GDPR’a tabi olması ve ABD’nin Cloud Act gibi düzenlemeleri, veri erişiminde uluslararası hukuk çatışmalarına yol açabilir.

#### **b. Teknik İhlal: “Arka Kapı” Riski**
– **Backdoor Tehdidi:** Bir sisteme izinsiz erişim sağlayan arka kapılar, siber güvenlik açığı veya kasıtlı bir veri sızıntısına işaret edebilir. Bu durum, İBB’nin siber altyapısının **zayıf denetlendiğini** gösterir.
– **Anlık Veri Aktarımı:** Gerçek zamanlı veri paylaşımı, “gizli dinleme” veya “veri casusluğu” iddialarını güçlendirebilir. Ancak teknik deliller (log kayıtları, şifreleme protokolleri) olmadan iddialar spekülatif kalır.

### **3. Siyasi ve Stratejik Boyut**
#### **a. Siyasi Motivasyonlar**
– **Uluslararası İlişkiler:** ABD ve İngiltere’nin Türkiye’deki etkinliği, veri paylaşımının “casusluk” olarak yansıtılması, **dış politika gerilimlerini** tetikleyebilir.

#### **b. Güvenlik Endişeleri**
– **Verilerin Hassasiyeti:** TC kimlik numaraları ve emlak bilgileri, kimlik hırsızlığı veya yasadışı gözetim için kullanılabilir. Bu durum, **ulusal güvenlik riski** oluşturur.
– **Yabancı Şirketlerin Rolü:** İngiliz şirketinin veri işleme süreçleri denetlenmediyse, Türkiye’nin “dijital egemenliği” sorgulanabilir.

### **4. Olası Sonuçlar ve Riskler**
– **Hukuki Yaptırımlar:** KVKK ve Ceza Kanunu kapsamında İBB yetkilileri ve şirketlere dava açılabilir.
– **Kamuoyu Güveni Erozyonu:** Vatandaşların belediyelere duyduğu güven sarsılabilir; bu, dijital hizmetlere katılımı azaltabilir.
– **Uluslararası Tepkiler:** ABD/İngiltere ile ilişkiler gerilebilir; Türkiye, “veri güvenliği zafiyeti” olan ülke imajıyla karşılaşabilir.

### **5. İbretler ve Öneriler**
#### **a. Alınacak Dersler**
1. **Veri Yönetişimi:** Kamu kurumları, özellikle yabancı ortaklıklarda veri akışını titizlikle denetlemeli.
2. **Siyasallaşma Riski:** Veri güvenliği konularının siyasi malzeme haline gelmesi, toplumsal paniğe yol açmamalı; bağımsız kurumlar soruşturmalı.
3. **Siber Altyapı:** Kritik belediye sistemleri düzenli penetrasyon testlerine tabi tutulmalı.

#### **b. Somut Adımlar**
– **Bağımsız Denetim:** İBB’nin 2020’den bu yana imzaladığı tüm veri anlaşmaları uluslararası hukuk firmaları ve KVK Kurumu tarafından incelenmeli.
– **Şeffaflık:** İBB, iddialara yönelik detaylı bir açıklama yaparak anlaşma metinlerini kamuoyuyla paylaşmalı.
– **Yasal Süreç:** Savcılık, iddia edilen arka kapıların teknik incelemesini yapmalı; varsa suç unsuru, sorumlular yargılanmalı.

### **6. Sonuç**
Bu iddialar, Türkiye’nin **veri egemenliği** ve **dijital güvenlik** politikalarının ne kadar kırılgan olduğunu ortaya koyuyor. Skandalın siyasi boyutundan bağımsız olarak, devlet kurumlarının uluslararası iş birliklerinde **veri güvenliğini önceliklendirmesi** elzem. Aksi takdirde, benzer krizler hem hukuki hem de toplumsal maliyetleri artıracaktır.

@@@@@@@@@

AK Parti’nin usulsüzlük iddialarına ilişkin yapmış olduğu itirazları karara bağlamadan İl Seçim Kurulu tarafından mazbatası verilen Ekrem İmamoğlu, ilk icraat olarak yangından mal kaçırırcasına İBB’nin kayıtlarını ve verilerini kopyalamaya çalıştı. Belediye ve bağlı kuruluşların veri tabanı kayıtlarının elektronik olarak kopyalanmasını isteyen İmamoğlu’nun bu kararına mahkemeden engel geldi. Peki İmamoğlu belediyenin serverını niye kopyalamaya çalışıyor?
İBB’deki veriler neden önemli?

https://www.takvim.com.tr/guncel/2019/04/19/ekrem-imamoglu-ibb-verilerini-neden-kopyalamak-istedi
https://www.yandex.com.tr/search/touch/?text=ekrem+imamo%C4%9Flu+ilk+baskan+secildiginde+ilk+yaptigi+is+belediyenin+gizli+bilgilerini+kopyalamaya+%C3%A7al%C4%B1%C5%9Fmak+oldu&lr=103831

@@@@@@

31 Mart seçimlerine yapılan itirazların ardından oy sayımın bitmesiyle birlikte İBB Başkanlığı mazbatasını alan Ekrem İmamoğlu, ilk iş olarak Teftiş Kurulu Başkanlığı’na verdiği talimatla belediye bünyesindeki 2 müfettiş ve belediye içinden veya dışından belirlenecek 3 uzman dahil edilerek 5 kişilik heyetle tüm İBB veri tabanı kayıtlarının elektronik olarak kopyalanmasını istedi.
https://www.yenisafak.com/gundem/ekrem-imamogludan-ibbnin-tum-veri-tabanini-kopyalama-yetkisi-3467209

@@@@@@@@

İstanbul’da büyük casusluk iddiası: İmamoğlu’nun müjde dediği projeden büyük skandal çıktı
İBB’nin 2020 yılında dönemin ABD Ankara Büyükelçisi David Satterfield ile yaptığı anlaşma ile trafik kamerası ve kişisel verileri yabancı şirketlere aktardığı iddia edildi.

BİLGİLER ARKA KAPI YÖNTEMİYLE İNGİLİZ ŞİRKETİNE GİTTİ

Ortaya çıkan skandal bununla da sınırlı kalmadı. İngiltere merkezli bir teknoloji şirketi aracılığıyla da İBB abonelerine ait tüm kişisel verilerin, adreslerin, TC kimlik numaralarının, telefon numaralarının, emlak bilgilerinin, İspark abonelik kayıtlarının, su abone bilgileri, ilan reklam vergi mükellefiyetleri ve imar-inşaat ruhsat bilgilerinin toplandığı ve satıldığı iddia edildi. İngiliz şirketine ayrıca “backdoor” olarak adlandırılan arka kapı yöntemiyle anlık veri transferi yapıldığı öne sürüldü.

https://m.haber7.com/guncel/haber/3516269-istanbulda-buyuk-casusluk-iddiasi-imamoglunun-mujde-dedigi-projeden-buyuk-skandal-cikti

https://m.haber7.com/guncel/haber/3516247-ibbde-tehlikeli-baglantilar-imamoglu-138-defa-gorusmus-sahan-neyi-gizledi

https://www.haber7.com/foto-galeri/91172-mahkemeden-carpici-tespitler-suc-orgutu-iste-boyle-calisti

https://m.haber7.com/ic-politika/haber/3516130-masak-raporunda-ortaya-cikti-imamoglu-insaata-50-milyon-liralik-rusvet

https://www.facebook.com/share/16RvGGmHqu/

 




ASRIN MANEVİYAT DÜŞMANI- SOKAK TERÖRİSTLERİ

ASRIN MANEVİYAT DÜŞMANI- SOKAK TERÖRİSTLERİ

Zamanın bir hastalığı var. Geçmişte olduğu gibi bugün de insanları felakete sürükleyen, huzuru yok eden, toplumları içten içe çürüten büyük bir düşman var. Bu düşman, bazen alenen, bazen de sinsice ortaya çıkar. Kimileri onu yalnızca taşkınlık eden gruplar olarak görür; kimileri ise sadece anarşi ve kaosun bir tezahürü sanır. Ancak işin derininde çok daha büyük bir mesele yatmaktadır: maneviyat düşmanlığı!

Sokak Terörünün Asıl Hedefi

Sokak teröristleri, yalnızca maddi bir düzeni değil, insanların inançlarını, ruhlarını ve değerlerini de hedef alır. Zira onların amacı yalnızca fiziksel bir tahribat değil, toplumu çökertmek, insanları ümitsizliğe düşürmek ve ahlaki değerleri yok etmektir.

Şöyle bir düşünelim: Bir toplumu ayakta tutan unsurlar nelerdir? Öncelikle iman, ahlak, adalet ve manevi huzur. Eğer bir milletin fertleri inançlarından koparılır, ahlaki değerleri tarumar edilir ve ruhlarına karanlık bir ümitsizlik hâkim olursa, o millet çökmeye mahkûmdur. İşte bu yüzden, sokak terörünün asıl hedefi yalnızca kamu malına zarar vermek değil, insanların kalplerindeki iyiliği söküp atmaktır.

Bediüzzaman’ın Tespiti ve Fitne Dönemi

Fitne dönemlerinde insanların birbirini boğazlamaya teşvik edildiği, adaletin ve vicdanın bir kenara bırakıldığı görülür. Sokaklarda fitne ve fesat yayanlar, aslında bir planın piyonu olmaktan öteye geçemezler. Onlar, kendilerini özgürlük savaşçısı gibi görse de, gerçekte manevi terörün bir aracı haline gelmişlerdir.

Bugün yaşanan sokak olaylarına bir göz atalım: Masum insanlara zarar veren, kamu malını tahrip eden, düzeni bozan kimselerin ortak özelliği, ahlaki ve manevi bir bilinçten uzak olmalarıdır. Onları yönlendirenler ise genellikle daha büyük ve derin yapılar, toplumları parçalamak ve fitneyi körüklemek isteyen üst akıllardır.

Günümüz Gençliğine Kurulan Tuzak

Sokak terörü en çok gençleri hedef alır. Onlara “özgürlük” adı altında anarşi ve şiddet empoze edilir. Halbuki gerçek özgürlük, nefsin esaretinden kurtulmak ve akıl ile imanla hareket etmektir. Fakat ne yazık ki, birçok genç, duygularını, öfkelerini ve enerjilerini yanlış yönlendirenlerin oyuncağı olmaktadır.

Bu noktada sorulması gereken sorular şunlardır:

Kime hizmet ediyoruz?

Hangi amaca hizmet ettiğimizi biliyor muyuz?

İman, ahlak ve maneviyat yönünden ne durumdayız?

Eğer bir genç, kendisini sokaklara atanların kim olduğunu sorgulamıyorsa, aslında kendi ruhuna, vicdanına ve geleceğine ihanet ediyor demektir. Çünkü isyan ve şiddet hiçbir zaman saadet getirmemiştir.

Çözüm: İman ve Manevi Diriliş

Peki, bu sokak terörü nasıl engellenir? Bunun tek bir yolu vardır: Maneviyatı ve ahlakı diriltmek!

İnsanlara Allah’ın emirlerini ve yasaklarını hatırlatmak gerekir. Çünkü gerçek adalet ancak Allah’ın koyduğu ölçülerle mümkündür.

Gençleri eğitmek, onlara bilinç kazandırmak gerekir. Çünkü bilinçsiz bir genç, her türlü yönlendirmeye açıktır.

Aileleri bilinçlendirmek gerekir. Çünkü anne-baba eğitimsizse, çocuk da yanlış yollara sapabilir.

Hakkı savunmak, batıla karşı durmak gerekir. Eğer biz susarsak, batıl galip gelir.

Bediüzzaman, “İman ne kadar kuvvetli olursa, zulüm ve fitne o kadar zayıf olur” der. İşte bu yüzden, maneviyat düşmanlarına karşı en büyük silahımız, imanımızdır. Eğer kalplerimiz sağlam olursa, hiçbir terör hareketi bizi sarsamaz!

Son Söz

Zaman fitne zamanı, şer güçlerin insanları kandırma zamanı. Ama imanlı bir fert, hiçbir propagandaya kapılmaz! Çünkü bilir ki:

> “İman hem nurdur, hem kuvvettir. Hakiki imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir.” (Bediüzzaman Said Nursî)

Öyleyse imanımıza sahip çıkalım, neslimizi koruyalım ve sokak teröristlerinin kulu ve kölesi değil




DEVLET 15 TEMMUZ’DAN SONRA İKİNCİ BİR BAĞIRSAK TEMİZLİĞİ YAPIYOR TERÖR VE YOLSUZLUK

DEVLET 15 TEMMUZ’DAN SONRA İKİNCİ BİR BAĞIRSAK TEMİZLİĞİ YAPIYOR TERÖR VE YOLSUZLUK

Tarih boyunca devletler, zaman zaman kendi içlerinde temizlik hareketlerine girişmişlerdir. Bunun en bilinen örneklerinden biri, Osmanlı’da “Devlet-i Aliyye”nin bekasını sağlamak için yapılan saray içi tasfiyeler ve reformlardır. Günümüzde de devletlerin beka meselesi, iç ve dış tehditlere karşı sürekli teyakkuzda olmayı gerektirir. Türkiye, 15 Temmuz 2016’da yaşadığı hain darbe girişiminin ardından kapsamlı bir iç temizliğe girişmiş, FETÖ yapılanmasının devlete sızmış unsurlarını temizlemek için büyük bir operasyon başlatmıştır. Ancak görünen o ki, bu yeterli olmamış ve ikinci bir bağırsağın temizliği süreci başlamıştır: Terör ve yolsuzlukla mücadele…

Tarihten Günümüze İç Tehditlerle Mücadele

Her devletin içinde, zaman zaman ihanet şebekeleri türemiştir. Osmanlı Devleti’nde ıslahat hareketlerine karşı direnen, devleti içten kemiren unsurların temizlenmesi için çeşitli adımlar atılmıştır. Mesela, Yeniçeri Ocağı’nın bozulması ve devlet içinde bir isyan mekanizmasına dönüşmesi üzerine Sultan II. Mahmud, 1826 yılında “Vaka-i Hayriye” adı verilen büyük bir temizlik hareketiyle Yeniçeri Ocağı’nı kaldırmıştır.

Bugün de Türkiye, 15 Temmuz sonrası ilk olarak FETÖ yapılanmasını hedef alarak devleti bu sinsi kanserden arındırmaya çalıştı. Ancak mesele sadece bir yapı ile sınırlı değildi. Terör örgütleri PKK ve DEAŞ gibi unsurların yanı sıra, içten içe devleti kemiren başka bir tehlike daha vardı: Yolsuzluk…

15 Temmuz Sonrası: Terör ve Yolsuzluk Kıskacında Devlet

15 Temmuz darbe girişimi, sadece bir askeri darbe girişimi değil, aynı zamanda devlet içinde nasıl bir sızma hareketi yaşandığını da gözler önüne serdi. Bu süreçte, sadece askeri kadrolar değil, yargıdan emniyete, akademiden bürokrasiye kadar birçok alanın nasıl ele geçirildiği anlaşıldı. Ancak bu süreç, bir başka gerçeği de ortaya çıkardı: Devlet içinde kökleşmiş bir rant ve çıkar ilişkisi…

Yolsuzluk, tıpkı terör örgütleri gibi bir devletin damarlarını tıkayan, milletin güvenini sarsan büyük bir tehdittir. 15 Temmuz sonrası FETÖ temizliği yapılırken, aynı zamanda devletin başka hastalıklı noktaları da açığa çıkmaya başladı. Rüşvet çarkları, usulsüz ihaleler, kamu kaynaklarının belli grupların elinde toplanması gibi meseleler, devletin ikinci büyük mücadelesini zorunlu kıldı.

Devletin İkinci Mücadelesi: Yolsuzluğa Karşı Temizlik

Bugün devlet, ikinci bir bağırsağın temizliği sürecine girmiştir. Çünkü terörle mücadelede sahada elde edilen başarılar, eğer içte devam ederse anlamını yitirebilir.

Tarihte birçok imparatorluk, iç çürüme nedeniyle yıkılmıştır. Bugün Türkiye, benzer bir tehlikeye karşı yeni bir mücadele vermektedir. Terör örgütleriyle mücadelenin yanı sıra, yolsuzluk düzenini kuranlarla da hesaplaşmak zorundadır.

İbretlik Bir Gerçek: Devletin Güçlü Olması İçin Arınma Şarttır

Tarihten alınacak en büyük derslerden biri şudur: Devlet içinde ihanet, ihmal ve istismar edenler temizlenmediği sürece, dış tehditlere karşı verilen mücadele eksik kalır. 15 Temmuz, Türkiye için bir milat oldu. Ancak gerçek mücadele, sadece bir darbe girişiminin önlenmesi değil, devletin içindeki tüm çürük yapıların tasfiye edilmesiyle tamamlanacaktır.

Bugün devlet, ikinci büyük mücadele sürecine girmiştir: Yolsuzlukla mücadele… Eğer bu temizlik başarılırsa, Türkiye sadece askeri ve güvenlik anlamında değil, ekonomik ve sosyal olarak da daha güçlü bir geleceğe adım atacaktır. Aksi halde, içeriden çürüyen her devlet gibi büyük risklerle karşı karşıya kalacaktır.

Unutulmamalıdır ki, gerçek bağımsızlık ve güçlü devlet olmanın yolu, sadece dış düşmanları değil, içerdeki hainleri ve çıkarcıları da temizlemekten geçer.

 

 




SOKAK KÜLTÜRÜ VE SOKAK ÇOCUKLARI TOPLUMUN AYNASINDAKİ GÖRÜNMEYEN YÜZ

SOKAK KÜLTÜRÜ VE SOKAK ÇOCUKLARI TOPLUMUN AYNASINDAKİ GÖRÜNMEYEN YÜZ

Sokak, sadece asfalt ve taşlardan ibaret değildir. Orada bir kültür, bir hayat tarzı ve hatta toplumsal gerçeklerin en çıplak haliyle sergilendiği bir sahne vardır. Sokaklar, insanların karakterlerini, toplumların vicdanlarını ve medeniyetlerin gerçek yüzünü gösteren bir aynadır. İşte bu aynada en çok dikkat çeken, en savunmasız ve en ihmal edilmiş figürlerden biri de sokak çocuklarıdır.

Sokak çocukları, sadece evsiz veya yoksul oldukları için değil, toplumun onları görmezden gelmesi nedeniyle de sokaklara mahkûm olurlar. Peki, bu çocukları sokaklara iten ne? Onların kaderini belirleyen, yalnızca yoksulluk mu, yoksa toplumsal vicdanın körelmesi mi?

1. SOKAK ÇOCUKLARI NASIL ORTAYA ÇIKAR?

Sokak çocuklarının varlığı, aslında bir toplumun temel yapı taşlarının zayıfladığını gösterir. Onları sokaklara iten başlıca sebepler şunlardır:

Aile İçindeki Çatışmalar: Şiddet, istismar, ilgisizlik ve parçalanmış aileler, çocukları evden uzaklaştırır.

Yoksulluk: Geçim sıkıntısı nedeniyle çocuklar, ailesine destek olmak için çalışmaya veya dilenmeye zorlanır.

Eğitim Eksikliği: Okula gidemeyen çocuklar, zamanla sokağın kurallarına göre yaşamayı öğrenir.

Toplumsal İlgisizlik: Devletin ve toplumun bu çocuklara sahip çıkmaması, onların kaderini sokağa teslim eder.

Bir çocuk için sokak, ilk başta özgürlüğü temsil edebilir. Ancak zamanla, tehlikelerle dolu bir hapishaneye dönüşür. Açlık, şiddet, uyuşturucu ve suç örgütleri onların yeni “ailesi” olur.

2. SOKAK KÜLTÜRÜ: ÖZGÜRLÜK MÜ, MAHKÛMLUK MU?

Sokak, kendine has bir kültüre sahiptir. Orada her şey güçlü olanın hayatta kaldığı bir düzene göre işler.

Dayanışma ve Suç: Sokak çocukları, hayatta kalmak için gruplaşır. Ancak bu gruplar bazen suç örgütlerine dönüşebilir.

Bağımlılıklar: Uyuşturucu, alkol ve uçucu maddeler, sokakta yaşamanın getirdiği acıları uyuşturmak için bir kaçış yolu haline gelir.

Kimlik Sorunu: Sokak çocukları, zamanla toplumdan dışlanmış hisseder ve kendi kimliklerini kaybederler.

Sokak kültürü, dışarıdan bakıldığında “bağımsızlık” gibi görünebilir. Ama aslında kuralsız, güvencesiz ve tehlikelerle dolu bir esaret ortamıdır.

3. SOKAK ÇOCUKLARININ GELECEĞİ NE OLUR?

Eğer bir çocuk sokakta büyürse, büyük ihtimalle şu üç kaderden biri onu bekler:

1. Suç Dünyasına Girmek: Hırsızlık, gasp, uyuşturucu ticareti gibi suçlara sürüklenebilir.

2. Toplumun Dışında Kalarak Yoksulluk Döngüsüne Mahkûm Olmak: Eğitimsiz ve sahipsiz bir çocuk, büyüdüğünde de iş bulamaz ve yoksulluğun içinde kalır.

3. Bilinçli Bir Müdahale ile Kurtulmak: Eğer devlet, sivil toplum kuruluşları ve hayırsever insanlar sahip çıkarsa, sokak çocukları yeniden topluma kazandırılabilir.

Unutulmamalıdır ki, sokakta büyüyen çocuklar, gelecekte o toplumun ya sorunlu bireyleri ya da kurtarıcıları olabilir.

4. TOPLUMSAL VİCDAN VE SORUMLULUK

Bir çocuğun sokakta olması, sadece onun ailesinin değil, tüm toplumun sorunudur. Hz. Peygamber (s.a.v.), “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” buyurmuşken, bizim kaldırımlarımızda aç yatan çocukları görmezden gelmemiz mümkün müdür?

Sokak çocuklarına sahip çıkmak için bireysel ve kurumsal adımlar atılmalıdır:

Devlet Politikaları: Barınma, eğitim ve rehabilitasyon merkezleri artırılmalıdır.

Sivil Toplum Kuruluşları: Yardım kampanyaları, sosyal destek projeleri artırılmalıdır.

Bireysel Duyarlılık: Herkes elinden geldiğince bu çocuklara destek olmalıdır.

SONUÇ: SOKAKLAR KİMİN AYNASI?

Bir toplumun gerçek yüzü, saraylarında değil, sokaklarında gizlidir. Eğer sokaklar çocuklar için güvenli değilse, o toplum vicdanını kaybetmiştir.

Sokak çocuklarını görmezden gelmek, geleceğimizi görmezden gelmektir. Onları suçlamak yerine anlamaya, dışlamak yerine sahip çıkmaya çalışmalıyız.

Çünkü her sokak çocuğu, aslında yitirilmiş bir masumiyetin, unutulmuş bir umudun ve kaybolmaya yüz tutmuş bir insanlığın hikâyesidir.




GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE BELGELERİ VE ÖRNEKLERİYLE İNGİLİZ SİYASETİ VE ENTRİKALARI

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE BELGELERİ VE ÖRNEKLERİYLE İNGİLİZ SİYASETİ VE ENTRİKALARI

Tarih boyunca dünya siyasetinde en etkili rollerden birini oynayan İngiltere, yalnızca askeri gücüyle değil, aynı zamanda diplomasi, istihbarat ve entrikalar yoluyla da hakimiyet kurmuştur. “Böl ve yönet” stratejisini ustalıkla uygulayan İngiliz siyaseti, pek çok devletin çöküşünde ve milletlerin birbirine düşman edilmesinde belirleyici olmuştur. Bu yazımızda, İngiliz entrikalarının belgelerle sabit bazı örneklerini ele alarak tarihten günümüze ibretlik olayları gözler önüne sereceğiz.

1. OSMANLI’YI PARÇALAMA PLANI VE İNGİLİZLERİN ROLÜ

Belgelerle İsbatlı Bir Gerçek: İngiliz arşivlerinde yer alan 1916 tarihli Sykes-Picot Anlaşması, Osmanlı topraklarının İngiltere ve Fransa arasında nasıl bölüşüldüğünü gösteren en net delillerden biridir. İngiliz diplomat Sir Mark Sykes ve Fransız diplomat François Georges-Picot arasında yapılan bu gizli anlaşma, Osmanlı’nın parçalanmasını hızlandırdı.

Mezhep ve etnik ayrımcılık körüklendi: Arap aşiretleri Osmanlı’ya karşı kışkırtıldı.

Ajanlar sahneye çıktı: İngiliz casusu Lawrence, Arap liderlerini Osmanlı’ya isyan etmeye teşvik etti.

Sahte vaatler verildi: İngilizler, Araplara bağımsızlık sözü vererek Osmanlı’dan kopmalarını sağladı, ancak sonunda onları da Fransa ile birlikte sömürge yönetimi altına aldı.

2. HİNDİSTAN’DA İNGİLİZ SÖMÜRGECİLİĞİ VE KATLİAMLAR

İngilizlerin sömürge siyasetinin en korkunç örneklerinden biri Hindistan’da yaşandı.

1757 Plassey Savaşı ile İngilizler, Hindistan’ı ele geçirdi.

1857’deki Hint İsyanı sırasında, İngilizler on binlerce insanı katletti.

1919 Amritsar Katliamı’nda, General Dyer’in emriyle 379 silahsız sivil İngiliz askerleri tarafından öldürüldü.

Bu olaylar, İngiliz siyasetinin ne kadar acımasız ve kural tanımaz olduğunu açıkça gösteriyor.

3. ORTADOĞU’YU KAN GÖLÜNE ÇEVİREN İNGİLİZ HAMLELERİ

Ortadoğu’nun bugünkü kaotik durumu, büyük ölçüde İngilizlerin bıraktığı mirastan kaynaklanıyor.

1917 Balfour Deklarasyonu: İngiltere, Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurulmasını destekledi.

İsrail-Filistin Sorunu: İngilizler, hem Araplara hem de Yahudilere ayrı ayrı bağımsızlık vaat etti, sonra da bu iki grubu birbirine düşürdü.

Körfez Ülkeleri ve Petrol Politikaları: İngiltere, Arap şeyhlikleriyle anlaşmalar yaparak petrol kaynaklarını kontrol altında tuttu ve bölgedeki devletleri zayıf bırakacak politikalar izledi.

4. AFRİKA VE SÖMÜRGECİ POLİTİKALAR

Afrika’da İngilizlerin uyguladığı yöntemler, kıtanın bugünkü fakirlik ve istikrarsızlık içinde olmasının temel sebebidir.

Ülkeleri yapay sınırlarla böldüler.

Kabile savaşlarını körükleyerek istikrarsızlık oluşturdular.

Kaynakları sömürerek halkları açlığa mahkum ettiler.

Bugün bile Afrika’daki birçok ülke, İngilizlerin bıraktığı kaotik mirasla uğraşmak zorunda kalıyor.

5. GÜNÜMÜZDE İNGİLİZ DERİN DEVLETİNİN ETKİLERİ

İngiliz entrikaları sadece geçmişte kalmadı, bugün de devam ediyor.

Brexit ve Avrupa siyaseti: İngiltere, AB’den ayrılarak Avrupa üzerindeki etkinliğini farklı bir şekilde sürdürmeye çalışıyor.

Rusya-Ukrayna Krizi: İngiltere, ABD ile birlikte Ukrayna’ya silah yardımı yaparak çatışmaları körüklüyor.

Türkiye’ye karşı politikalar: İngiliz medyası, Türkiye’yi sürekli eleştirerek ekonomik ve siyasi istikrarsızlık oluşturmayı hedefliyor.

SONUÇ: İNGİLİZ SİYASETİNİN DERSLERİ

Tarihe baktığımızda İngilizlerin entrikalarının asla doğrudan savaş açmak üzerine değil, her zaman fitne, propaganda, istihbarat ve kışkırtma yoluyla gerçekleştiğini görüyoruz.

Bugün de aynı oyunlar devam etmektedir. Eğer milletler tarihlerini iyi bilmezse, İngiliz siyasetinin benzer tuzaklarına tekrar tekrar düşebilirler. Türkiye ve diğer bağımsız devletler, dış politikalarını ve iç istikrarlarını koruyabilmek için tarih boyunca oynanan bu oyunları iyi analiz etmeli ve benzer senaryoların tekrar yaşanmasına engel olmalıdır.

Böl ve yönet siyasetine karşı en büyük silah, birlik ve uyanıklıktır.

 

 




UZUN BACAKLI İNGİLİZ VE BÖL-YÖNET STRATEJİSİ: TARİHTEN İBRETLİ BİR DERS

UZUN BACAKLI İNGİLİZ VE BÖL-YÖNET STRATEJİSİ: TARİHTEN İBRETLİ BİR DERS[1]

Tarih boyunca büyük güçler, sadece ordularıyla değil, diplomasi, casusluk ve toplum mühendisliği yöntemleriyle de hakimiyet kurmuşlardır. Sömürgeci devletlerin en bilinen stratejilerinden biri de “böl ve yönet” taktiğidir. Bu taktiğin ne kadar etkili olduğunu anlamak için, meşhur bir sözü hatırlayalım:

“Eğer bir nehirde iki balık kavga ediyorsa, bilin ki oradan az önce uzun bacaklı bir İngiliz geçmiştir.”

Bu söz, sömürgeci güçlerin fitne ve nifak sokarak toplumları nasıl birbirine düşürdüğünü anlatan çarpıcı bir mecazdır. Gerçekten de, tarih boyunca birçok ulus, iç savaşlara, etnik ve mezhepsel bölünmelere sürüklenmiş, fakat bu bölünmelerin çoğu dış güçlerin müdahaleleriyle körüklenmiştir.

Böl-Yönet Taktiğinin Kökleri

Bu taktik, özellikle İngiliz İmparatorluğu tarafından ustaca kullanılmıştır. İngilizler, Hindistan’dan Orta Doğu’ya, Afrika’dan Osmanlı topraklarına kadar birçok bölgede yerel halkı birbirine düşürerek kendi hakimiyetlerini pekiştirmişlerdir. Bunu başarmak için:

Mezhep ve etnik farklılıkları kullanmışlar,

Bölgesel liderleri birbirine düşürerek savaş çıkarmışlar,

Kendi işbirlikçilerini iktidara getirip, halkı onlara düşman etmişler,

Propaganda ve medya araçlarıyla düşmanlıkları derinleştirmişlerdir.

Tarihten İbretlik Örnekler

1. Osmanlı’nın Parçalanması
Osmanlı Devleti, yüzyıllar boyunca farklı milletleri ve dinleri bir arada yaşatan bir sistem kurmuştu. Ancak 19. ve 20. yüzyıllarda İngilizler ve Fransızlar, Osmanlı topraklarındaki etnik grupları kışkırtarak bağımsızlık isyanları çıkardı. Araplarla Türkleri birbirine düşürerek Osmanlı’nın Arap topraklarını kaybetmesine sebep oldular.

2. Hindistan-Pakistan Bölünmesi
İngiltere, Hindistan’dan çekilirken Hindular ile Müslümanlar arasında öyle bir düşmanlık tohumu ekti ki, 1947’de Hindistan ve Pakistan ayrılırken milyonlarca insan katledildi. Bugün bile bu düşmanlık devam etmektedir.

3. Afrika’da Yapay Sınırlar
İngiliz ve Fransız sömürgecileri, Afrika’daki kabileleri bölerek yapay sınırlar çizdi. Sonuç? Sürekli iç savaşlar, darbeler ve çatışmalar…

4. Ortadoğu’daki Suni Devletler ve İsrail Meselesi
Osmanlı’nın yıkılmasıyla birlikte İngilizler ve Fransızlar, Ortadoğu’da sınırları cetvelle çizerek birçok yapay devlet oluşturdu. Filistin topraklarına Yahudi göçünü teşvik ederek bugünkü İsrail-Filistin meselesinin temelini attılar.

Bugün Hâlâ Aynı Oyun Devam Ediyor

Bu strateji günümüzde de farklı şekillerde sürmektedir. Küresel güçler, medya ve diplomasi yoluyla toplumları bölerek kendi çıkarlarını korumaya devam ediyor. Mezhepçilik, etnik ayrımcılık, yapay ideolojik savaşlar ve sosyal medya üzerinden yayılan fitneler, hep bu “uzun bacaklı İngiliz”in modern versiyonlarıdır.

Sonuç: Birlik Olmazsak Nehirdeki Balıklar Gibi Kavga Ederiz

Bu ibretlik tarih bize şunu gösteriyor: Eğer bir millet kendi içinde birlik olmazsa, mutlaka bir dış güç gelir ve onları birbirine düşürür. Nehrin iki balığı gibi gereksiz kavgalarla birbirimizi tüketirken, asıl kazanan her zaman o nehirden geçen “uzun bacaklı İngiliz” olur.

Bugün de birey ve toplum olarak bu oyunları fark etmeli, dış güçlerin fitne politikalarına karşı uyanık olmalıyız. Çünkü ancak birlik ve beraberlik içinde olan milletler bağımsızlıklarını koruyabilir.

 

 

[1] https://online.fliphtml5.com/adutr/xava/?fbclid=IwY2xjawJPMz5leHRuA2FlbQIxMQABHWdYdSrH-Ls5hu1C92wKbkP-fJ4WnAfWiPcVpC-hZownOVaxoNKVDe2f4A_aem_hzfHRaOohcypub7QvagH_Q&sfnsn=scwspmo#p=1




TÜRKİYE’DE MÜSLÜMAN OLMADIĞI HALDE MÜSLÜMAN GÖRÜNEN GİZLİ KRİPTO YAHUDİ VE ERMENİ İŞGALİNE ZEMİN HAZIRLANIYOR.

TÜRKİYE’DE MÜSLÜMAN OLMADIĞI HALDE MÜSLÜMAN GÖRÜNEN GİZLİ KRİPTO YAHUDİ VE ERMENİ İŞGALİNE ZEMİN HAZIRLANIYOR.[1]

Bu konu tarih boyunca farklı dönemlerde tartışılmış ve özellikle Osmanlı Devleti’nden Türkiye Cumhuriyeti’ne geçiş sürecinde bazı grupların kimliklerini gizleyerek çeşitli alanlarda etkin rol oynadığına dair iddialar gündeme gelmiştir.

Tarihsel Arka Plan: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e

Osmanlı Devleti çok milletli ve çok dinli bir yapıya sahipti. Yahudiler, Ermeniler ve Rumlar, Osmanlı’nın ticaret, sanat ve bürokrasi alanlarında önemli roller üstlenmişlerdi. Ancak, özellikle 17. yüzyılda Sabatay Sevi’nin sahte Mesih hareketi ve sonrasında ortaya çıkan Dönme (Sabataycı) topluluğu, Osmanlı’daki “kripto” tartışmalarının başlangıcı oldu.

Sabatay Sevi’nin bazı takipçileri dışarıdan Müslüman görünerek içlerinde Yahudi geleneklerini koruyan bir yapı oluşturdu. Bu yapı, özellikle Selanik’te güçlendi ve Osmanlı’nın son dönemlerinde siyaset ve ticarette etkin bir rol oynadı.

Ermeni meselesine gelirsek, Osmanlı’daki bazı Ermenilerin zaman içinde farklı kimlikler altında devlet içinde kaldığına dair iddialar olmuştur. Özellikle 1915 olayları sonrası bazı Ermeni ailelerin Müslüman kimliğiyle yaşamlarına devam ettiği bilinmektedir.

Cumhuriyet Dönemi ve Kripto Tartışmaları

Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte laikleşme süreci başladı ve eski Osmanlı elitinin yerini yeni bir bürokratik sınıf aldı. İşte bu noktada, bazı çevreler Dönmelerin, eski Yahudi ve Ermeni kökenli ailelerin yeni yönetim kadrolarında etkili olduğunu öne sürmüştür.

Özellikle 1934 Trakya olayları, Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül olayları gibi süreçler, Türkiye’de bu konunun zaman zaman alevlenmesine neden oldu. Ancak, her dönemde bu iddiaların arka planında siyasi çekişmelerin ve ekonomik rekabetin de etkili olduğunu unutmamak gerekir.

Bugüne Yansıması: Türkiye’de Gizli Yapılar Var mı?

Günümüzde küresel siyaset ve ekonomi içinde etkili olan bazı ailelerin ve grupların kökleri tartışılmaktadır. Medyada, siyasette ve finans dünyasında bazı elitlerin kimlikleri üzerine teoriler üretilmektedir. Ancak, bu konuda somut kanıtlar olmadan genelleme yapmak yerine bireysel bazda incelemeler yapılması daha sağlıklı olacaktır.

Sonuç: Tarihten Ders Çıkarmak Gerekir

Tarih boyunca pek çok toplumda “kripto” olarak adlandırılan gruplar olmuştur. Ancak, bir toplumu veya belirli bir grubu bütünüyle böyle bir suçlama ile değerlendirmek, tarihsel gerçeklikten uzaklaşmaya neden olabilir.

Asıl mesele, Türkiye’nin ekonomik, siyasi ve kültürel bağımsızlığını koruması ve güçlü bir ulus bilinci oluşturmasıdır.

İç ve dış tehditlere karşı uyanık olunmalı, ancak her iddianın sağlam belgelerle desteklenmesi gerektiği unutulmamalıdır.

@@@@@@@@

1. OSMANLI’DAN CUMHURİYET’E SABATAYCILARIN YÜKSELİŞİ

17. yüzyılda ortaya çıkan Sabatay Sevi Hareketi, Yahudi cemaatinde büyük bir sarsıntı yaratmıştı. Sevi, Osmanlı’ya karşı bir isyan başlatacağı iddiasıyla tutuklanmış, ardından Müslüman olduğunu ilan etmişti. Onun ardından pek çok takipçisi de resmen Müslüman olup içlerinde Yahudi geleneklerini koruyarak yaşamaya devam etti.

Selanik bu grubun en güçlü olduğu şehirlerden biriydi. Osmanlı’nın son döneminde, Sabataycıların devletin bürokrasisinde, ticaretinde ve eğitim sisteminde etkili olmaya başladığı bilinmektedir. 1908’de İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin önemli isimlerinden bazıları Sabataycı kökenliydi. Enver Paşa, Talat Paşa ve Cemal Paşa gibi isimlerin yönetiminde Osmanlı Devleti, köklü değişimlere gitti.

Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte, Osmanlı aristokrasisinin yerine yeni bir elit sınıf oluşturulurken, Sabataycılar, Batı yanlısı modernleşme sürecine kolay adapte olmaları nedeniyle önemli mevkilerde yer aldı.

2. CUMHURİYET’İN İLK YILLARINDA GİZLİ ERMENİLER

1915 olayları kimliklerini gizleyerek yaşamlarını sürdüren bazı Ermeniler, Cumhuriyet’in ilk yıllarında bürokrasi, ticaret ve akademide önemli yerlere geldi.

Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da bazı ailelerin yeni kimliklerle hayatlarına devam ettikleri bilinmektedir. Bugün bile bazı ailelerin, dedelerinin aslında Ermeni olduğunu sonradan öğrendikleri vakalar mevcuttur. Bu süreç, özellikle 1930’larda Varlık Vergisi gibi uygulamalarla daha da karmaşık bir hal almıştır.

3. CUMHURİYET’İN KURUCU KADROLARINDA KİMLER VARDI?

Mustafa Kemal Atatürk’ün yakın çevresindeki bazı isimlerin Sabataycı olduğu iddiaları tarihçiler arasında ele alınmaktadır. Örneğin, Atatürk’ün eğitim aldığı Selanik’te Sabataycıların etkin olduğu bir gerçektir.

Eğitim ve basın sektöründe, Batı yanlısı modernleşme yanlısı grupların etkili olduğu bir dönem yaşanmıştır.

4. MEDYA VE EĞİTİMDE KİMİN ETKİSİ VARDI?

Cumhuriyet’in ilk yıllarında medya ve eğitim alanında Batı yanlısı bir dönüşüm yaşandı. Bu süreçte, Osmanlı’dan gelen bazı gizli Sabataycı ve Yahudi kökenli ailelerin basın ve yayın sektöründe güçlü olduğu iddia edilmiştir.

Tek Parti döneminde eğitimin sekülerleşmesi sürecinde, Osmanlı’nın geleneksel ulema sınıfı tasfiye edilirken, Batı yanlısı eğitim modeli benimsenmiştir.

Basında özellikle Yahudi kökenli gazetecilerin etkin olduğu iddia edilmiştir.

5. BUGÜNE ETKİLERİ: DEVLET İÇİNDE GİZLİ YAPILAR VAR MI?

Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren devletin içinde, ekonomi ve medyada belirli grupların etkin olduğu iddiaları, zaman zaman gündeme gelmiştir.

Bugün hala Türkiye’de bazı elit ailelerin kökleri ve kimlikleri üzerine çeşitli tartışmalar yapılmaktadır. Ancak, asıl mesele, Türkiye’nin ekonomik ve siyasi bağımsızlığını koruması ve her türlü iç ve dış tehdide karşı güçlü bir ulus bilinci oluşturmasıdır.

SONUÇ: TARİHTEN DERS ÇIKARMAK GEREKİR

Türkiye’nin geçmişinde farklı etnik ve dini köklerden gelen insanların devlet içinde ve ticarette etkili olduğu bir gerçektir.

Bugün de küresel güçlerin Türkiye’de etkili olmak için çeşitli yollar denediği bir gerçektir. Ancak, buna karşı alınacak en büyük önlem, milletin birlik içinde hareket etmesi ve dış müdahalelere karşı uyanık olmasıdır.

Geçmişin hatalarını tekrar etmemek için, tarihsel olayları araştırarak ve bilinçli bir şekilde geleceğe yön vermek en önemli adımdır.

 

 

[1] https://www.facebook.com/656108373/posts/10162384993868374/?rdid=1AptmiPBMVoExXhs