HERŞEY ” MİNALLAH İLALLAH”, “HAK’TAN GELİP HAK’KA GİTMEKTEDİR.”

HERŞEY ” MİNALLAH İLALLAH”, “HAK’TAN GELİP HAK’KA GİTMEKTEDİR.”

İnsan, varoluşunu anlamaya çalışırken bir gerçeğin farkına varır: Geldiği yer bellidir, gideceği yer de… Bu hakikat, “Minallah ilallah” düsturunda özetlenmiştir. Yani, her şey Allah’tan gelir ve yine O’na döner. Bu ilahi prensip, varlık âlemindeki her şeyin bir başlangıcı ve dönüş noktası olduğunu gösterir. İnsan da bu düzenin bir parçası olarak dünyaya gelir, belirli bir müddet yaşar ve nihayetinde Yaratan’a döner.

İnsan ve Fani Dünya

Dünya, insana emanet olarak verilmiş bir mekândır. Burada insan, imtihan için bulunur. Bazen nimetler içinde olur, bazen de musibetlerle sınanır. Her iki durumda da unutmaması gereken bir hakikat vardır: “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” (Bakara, 2/156). Yani, “Şüphesiz ki biz Allah’a aitiz ve O’na döneceğiz.” Bu ayet, insanın yolculuğunu ve hayatın geçiciliğini en güzel şekilde ifade eder.

Hikmet Dolu Bir Kıssa

Zamanında büyük bir âlimin yanına bir genç gelerek, “Efendim, dünyada olup bitenlere anlam veremiyorum. Zengin fakirden, güçlü zayıftan üstün görünüyor. Adalet nerededir?” diye sormuş.

Âlim, gence bir kap su vermiş ve “Bunu iç, sonra içinde ne var söyle” demiş. Genç suyu içtikten sonra, “Suyun içinde ne olduğunu bilemem, ama suyun lezzetini tattım,” demiş.

Âlim tebessümle cevap vermiş: “Evlat, dünya da böyledir. Allah’ın takdir ettiği düzeni tam anlamıyla idrak edemezsin. Ama bil ki her şey Hak’tan gelir ve Hak’ka döner. İnsanın görevi, bu yolculukta sabır, şükür ve imanla yürümektir.”

Bu kıssa, insanın sınırlı aklıyla ilahi düzeni bütünüyle kavrayamayacağını, ancak ona teslim olup tevekkül etmesi gerektiğini anlatır.

İnsan Ne Yapmalı?

Bu dünyada her şey bir imtihan vesilesidir. Hayır da şer de Allah’tan gelir ve hikmet sahibidir. Öyleyse insan;

Sahip olduğu nimetleri Allah’tan bilip şükretmeli,

Karşılaştığı musibetleri de yine O’ndan bilip sabretmeli,

Kendisinin geçici bir misafir olduğunu unutmamalı,

Dünya hayatına aldanmayarak ahiret için hazırlık yapmalıdır.

Her şeyin Allah’tan gelip O’na döneceğini bilen kişi, bu dünyada daha huzurlu, mutmain ve bilinçli yaşar. Çünkü bilir ki, asıl yurt ahirettir ve orada gerçek adalet tecelli edecektir.

Sonuç: Dönüş Yolu

“Minallah ilallah” düsturu, insanın yaratılış amacını ve nihai akıbetini hatırlatan büyük bir gerçektir. Kimi zaman sevinç içinde, kimi zaman hüzünle bu dünya yolculuğunu sürdürürüz. Ancak yolun sonunda hepimiz, geldiğimiz yere, yani Rabbimize döneceğiz. Öyleyse, dönüş yolculuğumuzun selametli olması için bu bilinçle yaşamalı, Allah’a kulluk şuuruyla hareket etmeliyiz. Çünkü her şey Hak’tan gelir ve yine Hak’ka döner.

@@@@@@

“HAK ILE OLUP HAK’TA KALMAK VE HERŞEYİ HAK’TA BULMAK’ NE İLEDİR?

Bu ifade, insanın hayatını mutlak hakikate uygun yaşaması, Hak olan Allah’la beraber olup O’nun emirlerine göre hareket etmesi ve her şeyi O’nun varlığı ve iradesi içinde görmesi anlamına gelir.

Benzer Anlamları ve Müradifleriyle İzahı:

1. Hak ile olmak → Allah’a yönelmek, O’na dayanmak, O’nun hükümlerine tabi olmak

“Allah’ın rızasında olmak”

“İlahi iradeye teslim olmak”

“Hakk’a ram olmak”

“Sırat-ı müstakim üzere bulunmak”

2. Hak’ta kalmak → Doğruluk, istikamet ve sadakat üzere olmak

“İhlas ve samimiyetle hareket etmek”

“Hak yolda sebat göstermek”

“İman üzere sabit kalmak”

“Takva ile yaşamak”

3. Her şeyi Hak’ta bulmak → Dünyadaki her şeyi Allah’ın tecellisi olarak görmek, O’nun kudret ve hikmetini her şeyde müşahede etmek

“Allah’ın sanatını ve tecellilerini idrak etmek”

“Her hâdisede bir hikmet olduğunu bilmek”

“Her nimeti ve musibeti O’ndan bilmek”

“Varlığı ve olayları tevhid nazarıyla okumak”

Bu anlayış, insanın Allah ile olan irtibatını güçlü kılar ve onun hayatını iman, sabır, şükür ve tevekkül üzere kurmasına vesile olur. Yani, insan Hak ile olursa batıldan uzak durur, Hak’ta kalırsa kaybolmaz ve her şeyi Hak’ta bulursa huzura kavuşur.

 

 




KURAN-I KERİM’DE TAŞLAR VE ÖZELLİKLERİ

KURAN-I KERİM’DE TAŞLAR VE ÖZELLİKLERİ[1]


Kur’an-ı Kerim’de taşlar ve onların özellikleri farklı bağlamlarda birçok ayette geçmektedir. Bu ayetlerde taşlar bazen güç, sertlik ve dayanıklılık, bazen ibret ve ceza, bazen de bereket ve nimet sembolü olarak anlatılmıştır. İşte Kur’an’da bahsedilen taşlar ve özellikleri:

1. TAŞLARIN SERTLİĞİ VE KALPLERİN KATILAŞMASI

Kur’an, bazı insanların katı kalpliliğini anlatırken taşlara benzetmiştir:

“Sonra bunun ardından kalpleriniz katılaştı. Artık onlar taş gibi, hatta daha da katıdır. Çünkü öyle taşlar vardır ki içinden ırmaklar fışkırır. Yine öyle taşlar vardır ki yarılır da içinden su çıkar. Ve öyleleri vardır ki Allah korkusuyla düşer (parçalanır). Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.” (Bakara, 74)

Bu ayette taşların bile Allah korkusuyla parçalandığı, ancak bazı insanların kalplerinin taşlardan bile daha katı olduğu vurgulanmaktadır.

2. HZ. MUSA VE ONİKİ KAYNAK TAŞI

Hz. Musa (a.s.) kavmi için su istediğinde Allah ona taşa vurmasını emretmiş ve taştan on iki pınar fışkırmıştır:

“Musa kavmi için su arayınca, ‘Asan ile taşa vur’ dedik. Bunun üzerine on iki pınar fışkırdı. Her topluluk su içeceği yeri öğrendi. Allah’ın rızkından yeyin, için ve yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.” (Bakara, 60)

Bu olay, su gibi hayati bir nimetin bile Allah’ın emriyle taşlardan çıkabileceğini göstermektedir.

3. HACERÜ’L-ESVED VE KABE’DEKİ MUKADDES TAŞLAR

Kâbe’nin duvarında bulunan Hacerü’l-Esved (Siyah Taş), Müslümanlar için kutsal bir taştır. Bu taşın cennetten geldiği ve zamanla siyahlaştığı rivayet edilir. Kur’an’da Hacerü’l-Esved’in ismi geçmese de, Beytullah’ın (Kâbe’nin) İbrahim (a.s.) ve oğlu İsmail (a.s.) tarafından inşa edilmesi anlatılır:

“İbrahim ve İsmail, Kâbe’nin temellerini yükseltirken, ‘Ey Rabbimiz! Bizden kabul buyur. Şüphesiz Sen işitensin, bilensin’ (dediler).” (Bakara, 127)

Bu ayet, Kâbe’nin temellerinin taşlarla inşa edildiğini ve bu taşların kutsallığını vurgulamaktadır.

4. SEMUD KAVMİ VE DAĞLARDAN OYULAN EVLER

Kur’an’da Semud kavminin kayaları ve dağları oyarak evler yaptığı belirtilir:

“Siz burada bahçeler, pınarlar içinde, ekinler ve yumuşak hurma ağaçları arasında güven içinde bırakılacak mısınız? Dağlardan ustalıkla evler yontuyorsunuz.” (Şuara, 146-149)

Ancak bu kavim peygamberleri Hz. Salih’in (a.s.) uyarılarına kulak asmadığı için büyük bir azapla helak edilmiştir.

5. LÛT KAVMİ’NE YAĞDIRILAN TAŞLAR

Kur’an’da, Lût kavmi’nin helak edilmesi sırasında taşlardan oluşan bir azap yağdırıldığı anlatılır:

“Üzerlerine balçıktan pişirilmiş taşlar yağdırdık.” (Hicr, 74)

Bu ayet, Allah’ın azabının taşlarla da gelebileceğini ve sapkınlıkta ısrar eden kavimlerin ibret verici bir şekilde yok edilebileceğini göstermektedir.

6. ASHÂB-I FİL VE SİCCÎL TAŞLARI

Ebrehe’nin Kâbe’yi yıkmak için gönderdiği fil ordusuna, Allah tarafından taşlarla azap gönderildiği anlatılır:

“Onların üzerine sertleşmiş çamurdan taşlar atan sürüler halinde kuşlar gönderdi.” (Fil, 3-4)

Bu olay, Allah’ın en güçlü orduları bile küçücük taşlarla yok edebileceğini ve kutsal mekânlarını koruduğunu göstermektedir.

7. CENNET VE CENNET TAŞLARI

Kur’an’da, cennette altın, gümüş, inci ve yakut gibi değerli taşlardan bahsedilir:

“O müminlerin ödülleri; altlarından ırmaklar akan, içlerinde ebedî kalacakları Adn cennetleridir. Onların oradaki evleri, tertemiz cennetlerdendir. Allah’ın rızası ise en büyüktür. İşte büyük kurtuluş budur.” (Tevbe, 72)

Cennette müminlere yakut, inci ve altınlarla süslenmiş mükâfatların verileceği anlatılmıştır.

SONUÇ: KUR’AN’DA TAŞLAR VE BİZE VERDİĞİ MESAJLAR

Kur’an-ı Kerim’de taşlar birçok farklı anlamda kullanılmıştır:

1. Sertlik ve inatçılık: İnsanların katı kalpliliğini anlatmak için (Bakara, 74).

2. Bereket ve mucize: Hz. Musa’nın asasını vurduğu taştan su çıkması (Bakara, 60).

3. Kutsallık ve ibadet: Hacerü’l-Esved ve Kâbe’nin taşları (Bakara, 127).

4. Azap ve helak: Lût kavmi ve Ebrehe ordusuna taşlarla azap indirilmesi (Fil, 3-4; Hicr, 74).

5. Medeniyet ve sanat: Semud kavminin kayalardan ev yapması (Şuara, 146-149).

6. Cennetin mücevherleri: İnci, yakut ve altın gibi değerli taşlarla süslenen cennet nimetleri (Tevbe, 72).

Kur’an’da taşlar sadece fiziksel varlıklar değil, aynı zamanda ibret ve hikmet taşıyan unsurlar olarak ele alınmıştır. Taşlar bazen Allah’ın azametini, bazen insanın inatçılığını, bazen de mükâfat ve nimeti simgeler.

Bizim için ders:

Kalbimizi taş gibi katı yapmamalıyız.

Allah’ın mucizelerine ve kudretine inanmalıyız.

Doğru yolda olmadığımızda taş gibi helak edilebileceğimizi unutmamalıyız.

Kur’an’da anlatılan taşlardan ibret almak, hem dünya hem de ahiret saadeti için gereklidir.

[1] https://www.youtube.com/watch?v=kfSU4qztWnM




KURAN-I KERİM’DE GÖZ – KULAK VE DİL VE BUNLARIN GÖREVLERİNİ YAPMALARININ ÖNÜNDEKİ ENGELLER.

KURAN-I KERİM’DE GÖZ – KULAK VE DİL VE BUNLARIN GÖREVLERİNİ YAPMALARININ ÖNÜNDEKİ ENGELLER.[1]


Kur’ân-ı Kerîm’de göz, kulak ve dil insanın duyma, anlama ve ifade etme araçları olarak ele alınır. Bu organlar, insanın doğru bilgiye ulaşmasını sağlarken aynı zamanda onun sorumluluğunu artıran emanetlerdir. Görevlerini yerine getirmelerinin önündeki engeller ise gaflet, inat, kibir, günah ve nefsin arzularına uymak olarak belirtilmiştir.

1. Göz (Basîret, İdrak ve Şahitlik)

Göz, sadece fiziksel görme organı değil, aynı zamanda basîretin (manevi idrak) bir aracıdır. İnsan, gözünü hakikati görmek, ibret almak ve Allah’ın ayetlerini kavramak için kullanmalıdır.

Gözün nimet olması:
“Biz ona iki göz vermedik mi?” (Beled 90/8)

Basîretin (manevi görüşün) açılması:
“Gerçek şu ki, gözler kör olmaz; fakat göğüslerdeki kalpler körleşir.” (Hac 22/46)

Gözün sorumluluğu:
“Kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur.” (İsrâ 17/36)

Engeller:

Gözün hakikate kapanması:
“Onların gözleri vardır, fakat onunla görmezler.” (A’râf 7/179)

Dünya tutkusu ve gaflet:
“Onlar, dünya hayatının sadece görünen yüzünü bilirler, ahiretten ise gafildirler.” (Rûm 30/7)

Haramlara bakmak ve nefsin peşinden gitmek:
“Mümin erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar…” (Nûr 24/30)

2. Kulak (İşitme, Öğrenme ve Hidayet)

Kulak, doğru bilgiyi almak ve hakikati öğrenmek için bir araçtır. Kur’ân’da, hakikati duyup kabul edenlerle, işitmesine rağmen inatla reddedenler arasında büyük bir fark olduğu vurgulanır.

İşitme nimetinin önemi:
“De ki: Sizi inşa eden, size kulak, gözler ve kalpler veren O’dur. Ne az şükrediyorsunuz!” (Mülk 67/23)

Hakkı işitenlerle işitmeyenlerin farkı:
“Ölülerle diriler bir olmaz. Allah dilediğine işittirir; sen ise kabirlerde olanlara işittiremezsin.” (Fâtır 35/22)

Engeller:

Kulakların mühürlenmesi:
“Kalplerimiz örtülüdür, kulaklarımızda ağırlık var, senin söylediklerini anlayamıyoruz.” (Fussilet 41/5)

Hakkı işitip aldırmamak:
“Onların kulakları vardır ama işitmezler.” (A’râf 7/179)

Batılı dinleyip hakikatten uzaklaşmak:
“Yalancı ve günahkâr olan herkesin ardından giderler.” (Câsiye 45/7-8)

3. Dil (Konuşma, Doğruluk ve Şahitlik)

Dil, insanın iletişim kurmasını, tebliğ yapmasını ve hakikati savunmasını sağlayan önemli bir organdır. Ancak kötüye kullanıldığında iftira, yalan ve gıybet gibi büyük günahların kaynağı olabilir.

Dilin nimet olması:
“Biz insana iki göz, bir dil ve iki dudak vermedik mi?” (Beled 90/8-9)

Doğru söz söylemek:
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin.” (Ahzâb 33/70)

Dil ile yapılan hataların büyük sorumluluğu:
“İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında onu gözetleyen ve yazmaya hazır bir melek bulunmasın.” (Kâf 50/18)

Engeller:

Yalan ve iftira:
“Onların ağızlarından çıkan söz ne büyük! Onlar ancak yalan söylüyorlar.” (Kehf 18/5)

Gıybet ve dedikodu:
“Birbirinizin gıybetini yapmayın. Sizden biri ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı?” (Hucurât 49/12)

Boş ve faydasız konuşmalar:
“Onlar, boş ve faydasız şeylerden yüz çevirirler.” (Mü’minûn 23/3)

Ayetlerin Bütünlüğü İçinde Bağlantı

Kur’ân’da göz, kulak ve dil bir bütünlük içinde ele alınır. Göz, hakikati görmeli; kulak, hakikati işitmeli; dil ise hakikati konuşmalıdır. Eğer bu organlar doğru kullanılmazsa, insan hakikatten uzaklaşır, gaflete düşer ve sorumluluklarını yerine getiremez.

Akıl, kalp ve ruh ile bağlantı:

Göz, basîretle bakmazsa, kalp katılaşır.

Kulak, hakkı işitmezse, ruh zayıflar.

Dil, yalan konuşursa, insanın aklı da sapar.

Bu yüzden Kur’ân, gözleri haramdan korumayı, kulakları hakikate açmayı ve dili doğru konuşmak için kullanmayı emreder. Aksi hâlde bu organlar, insanın manevi körlük, sağırlık ve dilsizlik yaşamasına sebep olabilir.

Özetle:

Göz, ibret ve basîret için.

Kulak, hakkı işitmek için.

Dil, doğruyu söylemek için.

Ancak yanlış kullanılırsa, insan gaflete düşer ve hakikatten uzaklaşır.

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=O_k6dO7J21M