23 MART BEDİÜZZAMAN HAFTASI

BEDİÜZZAMAN

https://tesbitler.com/category/bediuzzaman-risale-i-nur/

https://tesbitler.com/index.php?s=Bedi%C3%BCzzaman+

RİSALE-İ NURLAR VE BEDİÜZZAMAN:
https://www.youtube.com/playlist?list=PLC4WlB02NHVWnjRaa3a76Fi2kunP8aG8U

SESLİ VE GÖRÜNTÜLÜ RİSALE-İ NURLAR VE BEDİÜZZAMAN:
https://www.youtube.com/playlist?list=PLC4WlB02NHVWB-FqG4gSr3Awr2JOlun_C

VECİZ SÖZLER:
https://www.youtube.com/playlist?list=PLC4WlB02NHVX7YiHefQhkh2oF6gWTF7To

DERSLER:
https://www.youtube.com/playlist?list=PLC4WlB02NHVXNtK0q0G5Kzm6Sn6tY9fpE

Osmanlıca Mesnevi-i Nuriye:
https://www.youtube.com/playlist?list=PLC4WlB02NHVVDlxhSQfc0-H1tS4CUyMQ2

RİSALE-İ NUR DERSLERİ:
https://www.youtube.com/playlist?list=PLC4WlB02NHVWSSHz6-PZJqMcLK6UsSaOF

RİSALE-İ NURLARDA – T -LER:
https://www.youtube.com/playlist?list=PLC4WlB02NHVXApwbYXvhRMHeztV_hIhhs

RİSALE-İ NURLARDA – İ -LER:
https://www.youtube.com/playlist?list=PLC4WlB02NHVVFGIk4RODyEAKbQ-wXaHXx

RİSALE-İ NURDAN VECİZELER:
https://www.youtube.com/playlist?list=PLC4WlB02NHVXJfrNBY2pC6uDroqgO3cew




SİYASETİN KÖRLÜĞÜ VE KÖR ETTİKLERİ

SİYASETİN KÖRLÜĞÜ VE KÖR ETTİKLERİ


Göz var ama görmüyor, kulak var ama duymuyor, akıl var ama düşünmüyor… İnsanları böylesine bir körlüğe sürükleyen şey nedir? Siyasetin körlüğü!
Bugün İstanbul’da veya herhangi bir yerde, bir yolsuzluk iddiası gündeme geldiğinde, bazı insanlar olaya hemen siyaset gözlüğüyle bakıyor. Eğer kendi taraflarının yaptığı bir hata varsa, bunu ya inkâr ediyor ya da küçümsüyor. Halbuki, aynı şeyi rakipleri yapmış olsaydı, ortalığı ayağa kaldıracaklardı!

GÖZLERİNİ KAPATANLAR VE GERÇEKLER

Bütün dünya bilse de, belgeler ortaya konsa da, görüntüler yayınlansa da bazı insanlar için gerçek diye bir şey yoktur. Onlar için önemli olan hangi tarafın suç işlediği değil, o suçu işleyenin kendi tarafında olup olmadığıdır. Eğer kendi partisi, kendi lideri, kendi ekibi bir yolsuzluk yapıyorsa, bunu “önemsiz” görürler. Hatta suçu ortaya çıkaranları hain, düşman veya bozguncu ilan ederler.

Böyle bir zihniyetin hâkim olduğu toplumlarda:

Adalet yerini bulmaz, çünkü adalet sadece karşı tarafa uygulanması gereken bir şey olarak görülür.

Ahlak çürür, çünkü haksızlığı savunmak ahlaksızlığı meşrulaştırır.

Devlet yozlaşır, çünkü haksız kazanç sistematik hâle gelir.

SİYASİ TARAFTARLIK MI, KÖRLÜK MÜ?

Bir futbol takımını tutar gibi parti tutanlar, taraflarının yaptığı hiçbir hatayı görmek istemez. Onlara göre “Bizimkiler hırsızsa bile iyidir, çünkü karşı taraf gelirse daha kötü olur” mantığı geçerlidir. Halbuki bu, bir toplumun en büyük felaketlerinden biridir.

İyiyi iyi, kötüyü kötü olarak görmek gerekir. Eğer bir belediye başkanı, bir yönetici, bir bakan veya bir lider yolsuzluk yapıyorsa, onun hangi partiden olduğuna bakılmaksızın hesap vermesi gerekir. Ama siyaset gözlüğü takanlar için bu mümkün değildir. Onlar gerçeği görmek istemezler. Çünkü gerçeği görürlerse, destekledikleri kişilerin hatalarını da kabullenmek zorunda kalacaklardır. İşte bu yüzden gözlerini kapatırlar.

HAKSIZLIĞI SAVUNANLAR DA SUÇA ORTAKTIR

Tarih boyunca nice zalimler, onların zulmüne alkış tutanların desteğiyle ayakta kalmıştır. Eğer bir toplum, yanlışları sadece karşı tarafta arıyorsa ve kendi tarafının yanlışlarını örtüyorsa, o toplum çöküşe mahkûmdur. Çünkü adalet olmadan hiçbir sistem ayakta kalamaz.

Bugün İstanbul Belediyesi’ndeki olayları sırf “bizimkiler yaptı” diye görmezden gelenler, yarın aynı düzenin altında ezilmeye mahkûm olacaklar. Çünkü adaletin olmadığı yerde, eninde sonunda herkes mağdur olur.

SONUÇ: GÖZLERİNİZİ AÇIN!

Siyaset, insanları o kadar kör edebilir ki, en bariz yanlışları bile görmez hale getirir. Ama unutmamak gerekir ki, adaletin terazisi bir gün herkesin önüne gelir.
Bugün “bizim taraf” diyerek bir yanlışı savunanlar, yarın aynı yanlıştan dolayı zarar görecekler. O yüzden gözünüzü açın, haksızlığa taraf olmayın, gerçeği görün!

 

 




SUÇA VE SUÇLUYA İLİŞMEYİN! YOKSA DOLAR YÜKSELİR VE ENFLASYON ARTAR!

SUÇA VE SUÇLUYA İLİŞMEYİN! YOKSA DOLAR YÜKSELİR VE ENFLASYON ARTAR!

SUYA DA SABUNA DA DOKUNMA! BIRAK KİRLİ KALSIN!

Günümüzde bazı çevreler, adaletin işlemesini engellemek için akıl almaz gerekçeler üretiyor. “Suça ve suçluya dokunmayın, yoksa dolar yükselir, ekonomi bozulur” gibi söylemlerle yolsuzlukların üstü örtülmek isteniyor. Bu anlayış, hukuk devletini ayaklar altına alan, suçu teşvik eden ve ahlaki çöküntüyü derinleştiren bir zihniyetin dışa vurmuş halidir.

Peki, gerçekten de suçla mücadele edilirse ekonomi zarar görür mü? Yoksa tam tersine, adaletin sağlanması uzun vadede topluma fayda mı sağlar? Gelin, bu meseleyi ibretli bir bakış açısıyla ele alalım.

KİRLİLİĞE DOKUNMAMAK ÇÖZÜM MÜDÜR?

Eskiler “suya sabuna dokunmamak” tabirini, çevresindeki haksızlıklara ve yozlaşmalara karşı kayıtsız kalan kimseler için kullanırdı. Ancak burada ilginç bir öneri var: “Suya da dokunma, sabuna da! Bırak kirli kalsın!” Yani, yolsuzluğu görmezden gel, hırsızlığı konuşma, usulsüzlükleri sorgulama. Çünkü eğer bunları sorgularsan, dolar yükselecek, enflasyon artacak, yatırımcı kaçacak(!).

Bu mantığın ardında yatan çarpık düşünce şudur: “Haksızlıklar karşısında susarsak istikrar sağlanır.” Oysa tarih bize tam tersini öğretir. Suçlular cezalandırılmazsa, yolsuzluk daha da büyür. Devlet mekanizması çürür, halkın güveni sarsılır ve sonuçta ekonomik krizler daha da derinleşir.

HUKUKSUZLUĞUN EKONOMİYE GERÇEK ETKİSİ

Yolsuzluk ve adaletsizlik, aslında ekonomik istikrarsızlığın en büyük sebeplerindendir. Şeffaflığın olmadığı, hukuk sisteminin işlemediği bir ülkede:

Yatırımcılar güvensizlik duyar ve sermayelerini çeker.

Kamu kaynakları verimsiz kullanılır, israf artar.

Halkın alım gücü düşer, fakirlik yaygınlaşır.

Vergiler yolsuzlukla buhar olup gider, halkın sırtına daha fazla yük biner.

Örneğin, dünya çapında yapılan ekonomik araştırmalar, hukukun üstünlüğünün sağlandığı ülkelerde enflasyonun daha düşük, yatırım ortamının daha cazip olduğunu göstermektedir. Peki, İstanbul’da veya herhangi bir şehirde yolsuzluk iddialarına dokunmamak gerçekten de ekonomik istikrar mı sağlar? Yoksa çürümenin derinleşmesine mi neden olur?

SUÇU ÖRTBAS ETMEK Mİ, YOKSA ADALETİ SAĞLAMAK MI?

Tarih boyunca toplumları çöküşe götüren en büyük etkenlerden biri, adaletin işlememesidir. Bir toplumda hırsızlık, rüşvet ve yolsuzluk cezalandırılmıyorsa, orada devletin meşruiyeti zedelenir. Ve unutmayalım ki, yolsuzlukları örtbas etmek bir süreliğine ekonomik istikrar sağlayabilir gibi görünse de, uzun vadede toplumun çöküşünü hızlandırır.

Bu yüzden “suça dokunmayın” diyenlere sormak lazım:

Adaletin olmadığı yerde ekonomi nasıl düzelir?

Haksız kazançların ve rantın olduğu bir yerde fakirlik nasıl azalır?

Yolsuzlukların üstü örtülürse, halkın yönetime güveni nasıl sağlanır?

Asıl mesele şudur: Bir toplumda herkes suça karşı sessiz kalırsa, eninde sonunda bu suç düzeni herkesi yutacaktır.

SONUÇ: ADALET OLMADAN REFAH OLMAZ!

Suça ve suçluya dokunmayarak ekonomik istikrar sağlanamaz. Gerçek refah ve kalkınma, ancak hukukun üstün olduğu, şeffaflığın sağlandığı bir ortamda mümkündür. Suya da dokunacağız, sabuna da! Ki kir temizlensin, adalet yerini bulsun, toplum temizlensin.

Ve unutmayalım: Kirliliği temizlememek çürüme getirir. Çürüyen bir sistem ise, eninde sonunda herkesi




TİLKİYE KÜMES TESLİM EDİLMEZ!

TİLKİYE KÜMES TESLİM EDİLMEZ!


Bu Ne İnsanîdir Ne Vicdanî, Ne de Hukukî!

Kümesi korumakla görevli olanın, aslında tilki olduğunu düşünün… Bir sabah kalkıp kümese bakıyorsunuz ve ortalık darmadağın. Tavuklar kaybolmuş, her yerde tüyler uçuşuyor. Sonra dönüp bakıyorsunuz, kapıda güvenlik görevlisi olarak bekleyen bir tilki var! İşte yolsuzluğa bulaşanların yönetici yapıldığı, teröre destek verenlerin yetkilendirildiği bir sistemde de aynen böyle olur.

Ne yazık ki, bugün bazı yerlerde devleti, milleti ve adaleti korumakla görevli olanlar, tam tersine bu değerlere ihanet edenlerle iş birliği yapıyor. Hırsızlara devletin kasası, teröre destekçilere ise halkın güvenliği teslim ediliyor. Sonra da, “Neden ekonomik kriz var? Neden huzursuzluk var? Neden toplum çöküyor?” diye soruluyor.

HUKUK, VİCDAN VE İNSANLIK BUNU KABUL ETMEZ!

Bir toplumda hukuk sisteminin çökmesi, vicdanın körelmesi ve ahlâkın yitirilmesi, işte tam da böyle başlar: Yetkiyi ehil olmayana vermek, kümesi tilkiye teslim etmektir. Bunun sonuçları ise ağır olur:

Yolsuzluk artar, halk fakirleşir. Çünkü kamu kaynakları doğru yönetilmez, çalınır, israf edilir.

Devlet çürür, adalet çöker. Çünkü hukuk, güçlülerin lehine işlemeye başlar, suçlular korunur, dürüstler dışlanır.

Terör güçlenir, millet zarar görür. Çünkü teröre destek verenlerin eline yetki verilirse, ülkenin güvenliği tehlikeye girer.

Bugün bazı belediyelerde, kamu kurumlarında ya da devletin çeşitli kademelerinde terör örgütlerine yardım eden, devletin malını kişisel servetine çeviren kişilere yetki verilmesi tam olarak böyle bir faciadır. Bu ne insanîdir, ne vicdanî, ne de hukukîdir!

TİLKİNİN SİYASETİ OLMAZ!

Bazıları, yolsuzlukları ve terör destekçilerini ortaya çıkaranlara karşı hemen “Ama bizim partimizden!”, “Ama bizim ekibimizden!” diyerek savunmaya geçiyor. Halbuki tilkinin siyaseti olmaz! Tilki her yerde tilkidir. Hangi partiye mensup olursa olsun, hangi ideolojiyi savunursa savunsun, eğer biri kamu malını çalıyorsa, halkın hakkını gasp ediyorsa, devleti zayıflatıyorsa, ona karşı durulmalıdır.

Ama ne yazık ki, bazı insanlar siyasî körlükten dolayı, yapılan yolsuzlukları ve ihanetleri göremez hâle geliyor.

“Bizimkiler yapıyorsa, vardır bir sebebi!”

“Bu meseleleri fazla kurcalamayalım!”

“Suça dokunursak, ekonomi bozulur!”

İşte bu zihniyet, toplumları çöküşe götüren zihniyettir. Çünkü adaletsizliği ve yolsuzluğu görmezden gelenler, eninde sonunda bu düzenin kurbanı olur.

SORUMLULUK BÜYÜKTÜR!

Kamu malını yönetenler, bir ülkenin kaderini belirleyenler, basit birer memur ya da siyasetçi değildir. Onlar, bir milletin geleceğini inşa eden veya çökerten kişilerdir. Eğer bir devlet, yolsuzluğa ve ihanete göz yumarsa, o devlet ayakta kalamaz. Eğer bir toplum, hırsızları ve hainleri savunursa, o toplum huzur bulamaz.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), bir hadiste şöyle buyurur: “İş, ehil olmayana verildiğinde kıyameti bekleyin.” (Buhari, İlim 2)

Bir toplumun kıyameti, işte böyle başlar: Hırsıza kasayı, hainlere devleti teslim ederek.

SONUÇ: ADALETİ VE EHLİYETİ KORUYALIM!

Eğer bir toplum huzurlu, zengin ve güçlü olmak istiyorsa, hakkı hak edene, yetkiyi liyakat sahibine vermelidir. Aksi takdirde tilkilerin yönettiği bir kümesin sonu bellidir: Açlık, kaos ve yıkım.

O yüzden uyanmamız, görmemiz ve sesimizi yükseltmemiz gerek! Çünkü adaletin olmadığı y




BİG BROTHER: GÖZÜ ÜSTÜMÜZDE OLAN GÖLGE

BİG BROTHER: GÖZÜ ÜSTÜMÜZDE OLAN GÖLGE


Bir göz, her şeyi izliyor… Kim, nerede, ne yapıyor, ne düşünüyor, hangi fikirlere sahip? Artık her şey kayıt altında. 1984 romanındaki Big Brother (Büyük Birader) bir kurgu muydu, yoksa gerçeğe dönüşen bir kehanet mi?

Bugün, her adımımız, her konuşmamız, her terciğimiz izleniyor. Amaç ne? Kim izliyor? Ve en önemlisi, neden?

BÜYÜK BİRADER VE KONTROL MEKANİZMASI

George Orwell’ın meşhur romanında, Büyük Birader her şeyi gören, duyan ve kontrol eden bir güçtü. İnsanlar izlenir, sansüre uğrar ve kendi fikirlerinden bile şüphe eder hâle gelirdi. Çünkü sürekli bir gözetim altındaydılar.

Peki, bugün farklı mı?

Telefonlarımız dinleniyor.

İnternette ne aradığımız kaydediliyor.

Sosyal medyada kime ne yazdığımız takip ediliyor.

Konum servisleri sayesinde nerede olduğumuz biliniyor.

Kameralar, yüz tanıma sistemleri, yapay zekâ algoritmaları ile hareketlerimiz analiz ediliyor.

Tüm bunlar bize güvenlik adı altında sunuluyor. Ama asıl soru şu: Gerçekten bizi koruyorlar mı, yoksa bizi kontrol mü ediyorlar?

KOMPLO MU, GERÇEK Mİ?

Bir zamanlar “Büyük Birader seni izliyor” sözü bir komplo teorisi gibi görünüyordu. Ama artık büyük şirketlerin ve devletlerin nasıl bir gözetim ağı kurduğunu hepimiz görüyoruz.

Sosyal medya platformları, bizim hakkımızda bizden daha fazla şey biliyor. Ne sevdiğimizi, ne düşündüğümüzü, hangi konuda hassas olduğumuzu analiz ediyorlar.

Cep telefonlarımız, kameralarımızı ve mikrofonlarımızı kullanarak bizi dinleyebiliyor. Bazı insanlar bir ürün hakkında konuştuğunda, bir süre sonra tam o ürünün reklamını görüyor. Peki, bu nasıl mümkün oluyor?

Büyük teknoloji şirketleri, verilerimizi topluyor ve satıyor. Kime satıyorlar? Kim bu verileri kullanıyor?

Bize “mahremiyetiniz var” deniyor, ama gerçekte mahremiyet diye bir şey kalmadı.

KONTROL EDİLEN TOPLUM: DÜŞÜNCEYİ YÖNLENDİRME

Orwell’ın 1984’ündeki gibi “düşünce suçu” kavramı gerçek oluyor mu?

İnternette bazı fikirleri savunursan sansürleniyorsun.

Bazı gerçekleri konuşursan etiketleniyorsun: “Aşırı uç, tehlikeli, zararlı…”

Medya ve sosyal platformlar, belirli içerikleri öne çıkarırken, bazılarını gömmek için algoritmalar kullanıyor.

Bu ne anlama geliyor? Düşünceler yönlendiriliyor, insanlar farkında olmadan kontrol ediliyor.

Bugün fark ettiğimiz bir şey var: Eğer sistemin hoşuna gitmeyen bir fikri savunuyorsan, ya sesin kesilir ya da itibarsızlaştırılırsın.

ÇIKIŞ YOLU VAR MI?

Büyük Birader’in gözetiminden tamamen kaçmak zor, belki de imkânsız. Ama bilinçli olmak, farkında olmak bizi daha az manipüle edebilir.

1. Mahremiyetini koru: Kişisel bilgilerini paylaşırken dikkatli ol.

2. Sorgula: Sana sunulan bilgileri eleştirel bir gözle değerlendir.

3. Bağımsız düşün: Medyanın veya sosyal medyanın yönlendirdiği kalıplardan çık.

4. Özgürlüğünü savun: Konuşma özgürlüğünün ve mahremiyet hakkının savunucusu ol.

Sonuç:
Big Brother artık bir hayal değil, içimizde yaşayan bir gerçek. Ama en büyük tehlike insanların bunu normalleştirmesi ve gözetilmeye alışmasıdır. Çünkü insanlar özgürlüğü kaybettiğinde değil, onun farkında bile olmadığında g




ANNE KARNINDA BAŞLAYAN TANIŞIKLIK VE BERABERLİĞİN KABİRDE SON BULMASI ÜZERİNE RUHUN BEDENLE OLAN SOHBETLERİ.

ANNE KARNINDA BAŞLAYAN TANIŞIKLIK VE BERABERLİĞİN KABİRDE SON BULMASI ÜZERİNE RUHUN BEDENLE OLAN SOHBETLERİ.


Ruh ile Bedenin Sohbeti: Anne Karnında Başlayan Yolculuğun Kabirdeki Vedası

İnsan, anne karnında ruh ve bedenin bir araya gelmesiyle yolculuğuna başlar. Ruh, ilahi bir nefha olarak bedene üflenir ve birlikte bir ömür sürerler. Ruh ve beden birbirine alışır, birbirine eşlik eder. Ama bu birliktelik sonsuz değildir. Nihayetinde ölüm gelir ve kabirde ruh ile beden vedalaşır. İşte, bu vedanın hikmetli ve düşündürücü bir sohbeti:

İlk Tanışıklık: Anne Karnında Ruh ile Beden

Bir gün, Allah’ın emriyle ruh, göklerden iner ve bir bedenin içine yerleştirilir. İlk başta, yeni yuvasına alışamaz, dar ve sıkıcı bulur. Derken, bedeniyle konuşmaya başlar:

Ruh: Sen kimsin? Burası neresi?

Beden: Ben senin dünyadaki bineğin, kıyafetin, yoldaşınım. Burası ise bizim geçici durağımız; henüz dünyaya gelmedik.

Ruh: Dünya da neyin nesi?

Beden: Biraz daha sabret. Yakında karanlık bir tünelden geçeceğiz ve oraya ulaşacağız.

Ve vakti gelince bebek dünyaya gelir. Ruh, artık bedenin içine tam anlamıyla yerleşmiştir. O günden sonra, ruh ve beden birlikte yürür, birlikte ağlar, birlikte güler…

Dünya Hayatında Ruh ile Bedenin Sohbeti

Yıllar geçer, çocuk büyür, genç olur, yetişkin olur. Ruh ve beden sık sık dertleşir.

Ruh: Ey beden! Dünya çok aldatıcı, çok cazip. Ama ben burada huzur bulamıyorum.

Beden: Ben ise dünyayı seviyorum. Yemeği, içmeyi, uyumayı, güzel giysileri, rahatlığı…

Ruh: Ama senin heveslerin beni yavaşlatıyor, beni Rabbimden uzaklaştırıyor.

Beden: Ama sen de beni yoruyorsun! Hep ibadet etmek istiyorsun, hep manevi şeyler düşünüyorsun.

Ve böylece ruh ile beden arasında bir mücadele başlar. Beden dünyaya meylederken, ruh ahirete yönelmek ister. Kim galip gelirse, insanın kaderi de ona göre şekillenir.

Kabir Kapısında Son Sohbet

Derken, ecel vakti gelir. Beden yorgundur, ruh ise yolculuğa hazır. Son nefes verilir ve ruh, bedenden ayrılır. Ama bu, kolay bir ayrılık değildir. Kabre konulduklarında, ruh ile beden son kez konuşur:

Beden: Bunca yıl birlikteydik, şimdi beni burada mı bırakıyorsun?

Ruh: Üzgünüm, ama benim Rabbime dönmem gerek. Sen ise geldiğin yere, toprağa döneceksin.

Beden: Ama ben sensiz çürüyüp yok olacağım.

Ruh: Hayır! Sen yok olmayacaksın. Yeniden diriliş günü geldiğinde, Allah seni tekrar yaratacak ve biz yine birlikte olacağız. Ama o gün kimin kazandığını göreceğiz: Sen mi ben mi?

Beden sessiz kalır. Artık yalnızdır. Ama ruh, Rabbi Rahîm’in huzuruna giderken, yaptığı amellere göre bir yer bulacaktır.

Sonuç: Kimin İçin Çalıştın?

Ömür boyunca insan, ruhunu mu besledi, bedenini mi? Eğer bedenin arzularına kapıldıysa, kabirde pişman olacaktır. Ama ruhunu arındırdıysa, o zaman Rabbi Rahîm’in huzuruna yüz akıyla çıkacaktır.

Şimdi düşünme vakti: Günlerimizi, yıllarımızı ne uğruna harcadık? Bedeni mutlu etmek için mi, yoksa ruhu yüceltmek için mi?

Çünkü sonunda her şey aslına döner:
Beden toprağa, ruh ise Rabbine…

 

 




ÖLÜM RUHUN RABBİ RAHİME VE BEDENİN TOPRAK ANA OLAN ANA TOPRAĞA KAVUŞTUĞU AN VE ZAMANDIR.

ÖLÜM RUHUN RABBİ RAHİME VE BEDENİN TOPRAK ANA OLAN ANA TOPRAĞA KAVUŞTUĞU AN VE ZAMANDIR.

Ölüm: Ruhun Rabbi Rahîme, Bedenin Ana Toprağa Kavuştuğu An

Hayat bir emanet, ölüm ise o emaneti sahibine teslim etme vaktidir. İnsan, bu dünyaya gelirken kendisine bir ruh verilmiş, bedeni ise topraktan yaratılmıştır. Hayat boyu bu iki unsur, ruh ve beden, bir arada bulunur. Ama ne ruh bedene ait ne de beden ruhsuz var olabilir. Sonunda, vakti geldiğinde ruh Rabbi Rahîme, beden ise ana toprağa döner. İşte ölüm, bu ayrılışın adıdır.

Ruh: İlahi Emanet ve Asıl Yurt

Kur’an-ı Kerim’de ruh hakkında Rabbimiz şöyle buyurur:

“Sana ruhtan soruyorlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir…” (İsra, 85)

Bu ayet, ruhun mahiyetini anlamakta insanın sınırlı bir bilgiye sahip olduğunu gösterir. Çünkü ruh, ilahi bir sırdır. O, bedene üflenmiş bir nefhadır ve dünya hayatında insana şuurlu bir varlık olma vasfı kazandırır. Ancak ölümle birlikte bu emaneti geri alma vakti gelir ve ruh, Rabbi Rahîm’e döner.

Bu dönüş, müminler için bir kavuşmadır. Onlar için ölüm bir yok oluş değil, sevgiliye varış, Rabbine ulaşmadır. Mevlâna’nın şu sözü bu gerçeği ne güzel anlatır:

“Ölüm günü, benim için düğün gecesidir.”

Çünkü Rabbine kavuşan bir ruh, dünya zindanından kurtulmuş olur.

Beden: Topraktan Geldik, Toprağa Döneceğiz

Beden ise tamamen bu dünyaya aittir. Kur’an’da şöyle buyurulur:

“O (Allah), sizi yerden (topraktan) yaratmıştır ve orada yaşatmaktadır. Sonunda yine oraya döndürecek ve sonra tekrar çıkaracaktır.” (Nuh, 17-18)

Bu, insanın fani oluşunun en açık delilidir. Ne kadar güçlü olursa olsun, ne kadar zengin ya da kudretli olursa olsun, insanın sonu topraktır. Tüm servetini, makamını, hayallerini geride bırakır. Nice sultanlar, nice alimler, nice savaşçılar geldi geçti… Hepsi toprağa karıştı.

İbn Ataullah el-İskenderî şöyle der:

“Bedenin toprağa karıştığı gibi, senin nefsin de dünyanın süsüne karışır. Eğer kendini kurtarmak istiyorsan, ruhunu Rabbi Rahîm’e bağla.”

İbretli Bir Hikâye

Bir gün bir padişah, bilge bir alime sorar:

— Bana ölümle ilgili ibret verici bir söz söyle.

Alim tebessüm eder ve der ki:

— Ey sultan! Senin sarayın çok güzel, tahtın muhteşem, hazinen dolup taşıyor. Ama gün gelecek, seni de bir kefene saracaklar. Ve senin bedenin de toprağa karışacak. O zaman ne tahtın, ne hazinen, ne de orduların sana fayda verecek. Eğer gerçek bir sultan olmak istiyorsan, ruhunu Allah’a, kalbini ahirete yönelt. Çünkü gerçek zenginlik, Rabbi Rahîm’in katında olanlardır.

Padişah bu sözleri duyunca uzun uzun düşünür. Ve der ki:

— Şimdi anlıyorum, ölüm benim için bir kayıp değil, asıl kazanç o vakit olacak.

Sonuç: Hazırlıklı Olmak Gerek

Ölüm, ruhun Rabbi Rahîm’e, bedenin ise ana toprağa döndüğü andır. O halde insan bu büyük dönüşe hazırlıklı olmalıdır. Bedenin son durağı toprak, ruhun ebedi durağı ise ya cennet ya da cehennemdir. Akıllı insan, bedenine değil, ruhuna yatırım yapandır. Zira beden fanidir, ama ruh ebediyete yürüyendir.

Öyleyse, ne mutlu Rabbi Rahîm’e kavuşmaya hazırlananlara, ne mutlu ana toprağa gülümseyerek girenlere…

 

 




ALLAH’IN GAZABI İLAHİ GAZAB

ALLAH’IN GAZABI İLAHİ GAZAB[1]


“Nûh dedi ki: “Rabbim! Yeryüzünde dolaşan bir tek kâfir bile bırakma!”
“Bırakacak olursan, onlar senin kullarını yoldan çıkarırlar ve ancak kendileri gibi ahlâksız, günahkâr ve azılı kâfir nesiller yetiştirirler.”
“Rabbim! Beni, anne-babamı, mü’min olarak evime girenleri, bütün mü’min erkeklerle mü’min kadınları bağışla! Zâlimlerin ise ancak helâkini artır! Köklerini kurut!”Nuh Suresi.26-28.

İlahi Gazap: Hak ve Batılın Son Savaşı

Tarih boyunca insanoğlu iki büyük yol ayrımıyla karşı karşıya kalmıştır: Hak ve batıl, iman ve inkâr, adalet ve zulüm. Allah, insanları doğru yola iletmek için peygamberler göndermiş, onlara kitabını indirmiş ve kullarına merhametiyle muamele etmiştir. Ancak bazı toplumlar, hakikate gözlerini kapatarak inkârda, azgınlıkta ve zulümde sınır tanımamış; Allah’a, peygamberlerine ve müminlere karşı büyük bir düşmanlık sergilemiştir. İşte bu noktada ilahi gazap tecelli etmiş ve tarih sahnesinde helak edilen kavimler, insanlığa bir ibret levhası olarak bırakılmıştır.

1. Nûh’un Çağrısı ve Kavminin İnatçılığı

Nûh (a.s.), insanları 950 yıl boyunca Allah’a iman etmeye davet etti (Ankebut 14). Onları sabırla, hikmetle ve şefkatle uyardı. Fakat kavmi, ona inanan bir avuç mümin dışında inkârda diretti. Hatta Nûh’a eziyet ettiler, onu yalanladılar ve alay konusu yaptılar:

> “Dediler ki: Ey Nûh! Bizimle mücadele ettin ve mücadelede ileri gittin. Eğer doğru söyleyenlerden isen, bizi tehdit ettiğin azabı getir.” (Hud, 32)

Bu sözler, Enfâl 32’de müşriklerin Hz. Muhammed (s.a.v.)’e meydan okuyarak gökten taş yağdırmasını istemeleriyle büyük benzerlik gösterir. Kibir ve inat, onları gerçeği görmelerine engel olmuştur.

Nûh (a.s.), tüm çabalarına rağmen kavminin azgınlığının nesilden nesile aktığını görünce Allah’a yönelmiş ve ilahi gazabı talep etmiştir:

> “Rabbim! Yeryüzünde dolaşan bir tek kâfir bile bırakma!” (Nûh, 26)

Bu dua, Nûh’un öfkesinden değil, kavminin artık iflah olmaz bir noktaya geldiğini görmesinden kaynaklanmaktadır. Çünkü eğer yaşarlarsa, gelecek nesilleri de saptıracakları aşikârdı.

2. İlahi Gazabın Hikmeti: Zulmün Devamını Engellemek

Allah, hiçbir toplumu zulüm ve isyan etmeksizin helak etmez. Kur’an, ilahi gazabın sebeplerini şöyle açıklar:

1. Hakkın açık delillerle gelmesine rağmen inkârda ısrar etmek

2. Peygamberlere ve müminlere zulmetmek, onları yurdundan çıkarmak

3. Allah’a isyanı sistemli hale getirmek ve günahı yaymak

> “Bir memleketi helak etmek istediğimizde, oranın nimet içinde şımaranlarına (hakka uymalarını) emrederiz. Onlar ise isyan ederler. Böylece azap onlara hak olur ve biz de orayı yerle bir ederiz.” (İsra, 16)

Bu ilahi yasa gereği, Nûh kavmi suda boğularak helak edilmiştir (Nûh, 27). Lut kavmi taş yağmuru ile, Ad kavmi kasırga ile, Semud kavmi yıldırım ile, Firavun’un ordusu denizde boğularak helak edilmiştir.

Allah, azabı ile yeryüzünü temizler, böylece zulmün nesilden nesile geçmesine izin vermez. Eğer ilahi gazap tecelli etmeseydi, iman ehli her devirde yok edilirdi.

3. Günümüzle Bağlantısı: İlahi Gazaptan Kurtulmanın Yolu

Tarih boyunca helak olan toplumlar, iman eden azınlığı ezmeye, hakikati bastırmaya ve günahı yaymaya çalışan kibirli yöneticiler ve destekçileri tarafından yönetilmiştir. Bugün de, dünya düzeninde adaletsizlik, zulüm, günahın yayılması, Allah’a isyanın normalleşmesi gibi durumlar devam etmektedir.

Ancak Kur’an, ilahi gazabın hemen tecelli etmeyeceğini bildirir:

> “Sen onların içinde bulunduğun sürece Allah onlara azap etmeyecek. Ve onlar bağışlanma diledikleri sürece de Allah onlara azap etmeyecek.” (Enfâl, 33)

Bu ayet, istiğfarın, peygamberlerin ve salih kulların varlığının toplumu koruduğunu gösterir. Eğer insanlar tövbe edip Allah’a yönelirse, ilahi rahmet gazabın önüne geçer. Ancak zulüm devam eder ve toplumu yozlaştırırsa, ilahi azap kaçınılmaz olur.

Sonuç: İlahi Gazaptan Korunmanın Yolu

1. İstiğfar etmek: Allah’tan bağışlanma dilemek, ilahi gazabı kaldırır.

2. Zulmü engellemek: Hakkı savunmak ve mazlumları korumak, bir toplumun helak olmasını önler.

3. Peygamberin sünnetine tabi olmak: Rasulullah (s.a.v.)’in varlığı Mekkelileri nasıl koruduysa, onun yoluna sarılmak da bizi korur.

4. İman ehlinin duası ve mücadelesi: Müminlerin duaları, helak edici bir felaketi önleyebilir.

Nûh’un kavmi, Enfâl 32’deki müşrikler ve diğer helak edilen toplumlar bize önemli bir ders verir: Allah’a isyanı yaygınlaştıran, hakkı engelleyen ve zulümde ısrar eden toplumlar, ilahi gazaba uğrar. Ancak bağışlanma dileyen, hakka yönelen ve salih ameller işleyen toplumlar Allah’ın rahmetine nail olur.

Bugün, dünyada kötülüğün yayılması, ahlaki çöküntü, adaletsizlik ve zulüm artıyorsa, bizler de Nûh’un duasını hatırlayıp, hak ile batıl arasındaki mücadelede nerede durduğumuzu sorgulamalıyız. Çünkü ya ilahi gazabı hak edenlerden oluruz ya da rahmete mazhar olanlardan. Seçim bizim…

[1] https://www.youtube.com/watch?v=CGE5O6eZIPo




KURAN-I KERİM’DE AKIL- KALB VE RUH VE BUNLARIN GÖREVLERİNİ YAPMALARININ ÖNÜNDEKİ ENGELLER.

KURAN-I KERİM’DE AKIL- KALB VE RUH VE BUNLARIN GÖREVLERİNİ YAPMALARININ ÖNÜNDEKİ ENGELLER. AYETLER BÜTÜNLÜĞÜ İÇERİSİNDEKİ BAĞLANTISI.[1]


Kur’ân-ı Kerîm’de akıl, kalp ve ruh birbirine bağlı kavramlar olarak ele alınır ve insanın manevi hayatında önemli bir yer tutar. Bu üç unsurun görevlerini tam anlamıyla yerine getirmesinin önündeki engeller de ayetlerde çeşitli yönlerden açıklanır.

1. Akıl (Düşünme, Anlama Yeteneği)

Akıl, doğruyu ve yanlışı ayırt etme, ibret alma ve hikmeti kavrama yeteneğidir. Kur’ân, aklı kullanmayı ve düşünmeyi teşvik eder, aklın kullanılmamasını ise kınar.

Düşünen akıl:
“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, akıl sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır.” (Âl-i İmrân 3/190)

Aklın körelmesi (düşünmemek ve inat):
“Onların kalpleri vardır, fakat onunla anlamazlar. Gözleri vardır, fakat onunla görmezler. Kulakları vardır, fakat onunla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağıdırlar. İşte onlar gaflet içindedirler.” (A’râf 7/179)

Engeller:

Gaflet (düşünmemek)

Taklitçilik ve körü körüne inanma (Bakara 2/170)

Nefsani arzulara uymak (Câsiye 45/23)

2. Kalp (Duygusal ve Ruhsal Merkez)

Kur’ân’da kalp, sadece fiziksel bir organ değil, aynı zamanda inancın, duyarlılığın ve idrakin merkezi olarak tanımlanır. Kalbin manevi durumları, kişinin Allah’a yakınlığını veya uzaklığını belirler.

Temiz ve sağlıklı kalp:
“O gün ne mal fayda verir ne de evlat! Ancak Allah’a kalb-i selim (arınmış bir kalp) ile gelenler başka.” (Şuarâ 26/88-89)

Mühürlenmiş kalp (katılaşma ve duyarsızlık):
“Hayır! Kazandıkları günahlar sebebiyle onların kalpleri paslanmıştır.” (Mutaffifîn 83/14)
“Allah, inkârcıların kalplerini mühürlemiştir, artık onlar anlayamazlar.” (Bakara 2/7)

Engeller:

Günahların birikmesi ve kalbin paslanması (Mutaffifîn 83/14)

İnançsızlık ve kibir (Bakara 2/7)

Dünya sevgisi ve şehvetin esiri olmak (Hadîd 57/20)

3. Ruh (İlahi Nefha ve Maneviyat)

Kur’ân’da ruh, Allah’ın insana üflediği ilahi bir emanet olarak görülür. Ruh, insanın Allah ile bağ kurmasını sağlayan temel unsurdur.

Ruhun kaynağı:
“Sana ruhtan soruyorlar. De ki: ‘Ruh, Rabbimin emrindendir. Size ilimden ancak az bir şey verilmiştir.’” (İsrâ 17/85)

Ruhun olgunlaşması ve nefis terbiyesi:
“Nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir. Onu kirleten ise ziyan etmiştir.” (Şems 91/9-10)

Engeller:

Dünya tutkusu ve maneviyatsızlık (Tekâsür 102/1-2)

Şeytanın vesvesesi ve nefis tuzakları (Yusuf 12/53)

Zikirden ve ibadetten uzaklaşmak (Zümer 39/22)

Ayetlerin Bütünlüğü İçinde Bağlantı

Kur’ân’da akıl, kalp ve ruh birbiriyle iç içedir. Akıl düşünmezse, kalp katılaşır ve ruh zayıflar. Bir insan, aklını kullanıp tefekkür ederse, kalbi temizlenir ve ruhu yükselir. Ancak gaflet, günah ve kibir bu üç unsuru da etkisiz hâle getirebilir.

Özetle:

Akıl, hakikati anlamak için bir araçtır.

Kalp, hakikati hissetme ve yaşama merkezidir.

Ruh, insanı Allah’a bağlayan en derin boyuttur.

Bu yüzden Kur’ân, aklı çalıştırmayı, kalbi temiz tutmayı ve ruhu Allah’a yönlendirmeyi öğütler.

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=A_nC1vltuQ4