TÜRKİYE’DE TOPLUMA YANSIYAN KAVGA MEDYA KAVGASI VE MEDYA HİZİBLEŞMESİDİR.

TÜRKİYE’DE TOPLUMA YANSIYAN KAVGA MEDYA KAVGASI VE MEDYA HİZİBLEŞMESİDİR. TOPLUMDAKİ KAOSU BİR KISIM MEDYA BESLİYOR. ONLARIN BİR KISMINI DA GİZLİ ÖRGÜTLER BESLİYOR.


MEDYA SAVAŞLARI VE TOPLUMUN KAYBOLAN GERÇEKLERİ

Tarih boyunca toplumlar, bilgiye erişim biçimlerine göre yönlendirilmiş, yönlendirilirken de bazen hakikatten koparılmıştır. Modern dünyada ise bu sürecin en güçlü araçlarından biri medyadır. Özellikle Türkiye gibi siyasi ve toplumsal dinamikleri güçlü ülkelerde medya, bir savaş alanına dönüşmekte, toplumun zihniyeti bu savaşın içerisinde yoğrulmaktadır.

MEDYANIN KUTUPLAŞMASI VE TOPLUMSAL KAOS

Günümüz Türkiye’sinde medya, farklı ideolojik kamplara bölünmüş ve tarafsız habercilik anlayışı büyük oranda kaybolmuştur. Medya, ya bir grubun propagandasını yapmakta ya da belirli bir zümrenin çıkarlarını savunmaktadır. Halk ise gerçek bilgilere ulaşmak yerine, kendisine sunulan yönlendirilmiş haberlerle düşünmeye zorlanmaktadır.

Bu süreç, toplumun iki kesime ayrılmasına neden olur:

1. Medyanın sunduğu görüşleri sorgulamadan kabul edenler

2. Medyanın manipülasyonunu fark eden ancak gerçeğe ulaşmakta zorlananlar

Her iki durumda da sonuç aynıdır: Kaos ve güvensizlik ortamı. Çünkü bir kısım medya, toplumun belli kesimlerini sürekli diğerlerine karşı kışkırtmakta, düşmanlık ve öfke üretmektedir. Oysa bir milletin güçlü kalması için en önemli unsur birlik ve beraberliktir.

MEDYANIN ARKASINDAKİ GİZLİ EL

Tarih boyunca, toplumları yönlendirmek isteyen iç ve dış güçler, medya benzeri araçları kullanarak algı yönetimi yapmıştır. Osmanlı’nın yıkılış döneminde, Batı destekli gazetelerin halkı kışkırtması, 20. yüzyılda komünist ve faşist ideolojilerin propaganda makinelerinin insanları yönlendirmesi, bunun en açık örnekleridir.

Bugün de, birçok medya kuruluşunun arkasında kimlerin olduğu sorgulandığında, yerli ve milli olmayan güçlerin büyük etkisi olduğu görülmektedir. Bir kısmı ideolojik bir ajandaya hizmet ederken, bir kısmı ise maddi çıkarlar doğrultusunda hareket etmektedir. Ancak hepsinin ortak noktası, toplumu bölmek, zihinleri bulandırmak ve güveni sarsmaktır.

TARİHTEN İBRETLİ BİR DERS: ENDÜLÜS’ÜN YIKILIŞI

Bu sürecin tarihte en dramatik örneklerinden biri Endülüs’tür. Endülüs, Müslümanların bilimde, sanatta ve medeniyette zirveye ulaştığı bir yerdi. Ancak zamanla içeride fitne ve bölünme başladı. Farklı grupların, mezheplerin ve siyasi güçlerin birbirine düşmesi, düşmanı içeriden besledi. Endülüs halkı, gerçek tehdidin dışarıdan değil, içeriden geldiğini anladığında artık çok geçti.

Bugün de, medya üzerinden yapılan savaşların, halkı birbirine düşürme amacına hizmet ettiği açıktır. Toplum, eğer bu oyunu fark etmezse, geçmişte yaşanan felaketlerin bir benzerini yaşaması kaçınılmazdır.

ÇÖZÜM: MEDYA OKURYAZARLIĞI VE ŞUURLU BİREYLER

Peki bu sarmaldan çıkış yolu nedir? Öncelikle toplumun medya okuryazarlığını geliştirmesi, her duyduğunu sorgulaması ve farklı kaynaklardan bilgi edinmesi gerekmektedir. Tek taraflı bilgiye mahkum olan bir toplum, gerçeğe ulaşamaz ve başkalarının yönlendirmesiyle hareket eder.

Ayrıca, bilinçli ve şuurlu bireyler yetiştirmek, nesillerin hakikat ile yönlenmesini sağlamak zorundayız. Aksi takdirde, medya ve onun arkasındaki güçlerin ürettiği sanal kavgaların gerçek dünyada toplumu nasıl parçaladığını izlemek zorunda kalırız.

SONUÇ: MEDYAYI ARAÇ DEĞİL, AMAÇ YAPMAK

Medya, doğru kullanıldığında büyük bir nimet, kötüye kullanıldığında ise büyük bir fitne aracıdır. Bizim görevimiz, hakikatin tarafında durarak medyanın toplumları bölmesine izin vermemek, aksine onu birlik ve beraberliği güçlendiren bir araç haline getirmektir. Unutmamak gerekir ki, medya savaşlarında taraf olan değil, bilinçli bireyler olarak hakikati savunanlar kazanacaktır.

@@@@@##

Bak:
https://tesbitler.com/index.php?s=Yazar
https://tesbitler.com/index.php?s=Medya
https://www.haber7.com/foto-galeri/91111-gizli-taniktan-murat-ongun-itirafi-finanse-ettigi-gazetecileri-tek-tek-soyledi

 

 




GEREK TÜRKİYE’Yİ VE GEREKSE İSLAM DÜNYASINI KARIŞTIRAN TEMEL OLARAK FİTNELERİN SEBEPLERİ.

GEREK TÜRKİYE’Yİ VE GEREKSE İSLAM DÜNYASINI KARIŞTIRAN TEMEL OLARAK FİTNELERİN SEBEPLERİ.


FİTNELERİN SEBEPLERİ VE ÇIKIŞ NOKTALARI: TÜRKİYE VE İSLAM DÜNYASI ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME

Tarih boyunca İslam dünyası pek çok fitne, kargaşa ve bölünme ile karşı karşıya kalmıştır. Bu fitnelerin bazıları siyasi, bazıları ekonomik, bazıları ise doğrudan inanç ve mezhep farklılıklarından kaynaklanmıştır. Türkiye ve İslam coğrafyası özelinde ele aldığımızda, fitnelerin temel sebepleri ise;

1. Cehalet ve Bilgisizlik

İslam, ilme ve hikmete büyük önem vermiştir. Ancak cehaletin yaygın olduğu toplumlarda fitne ve fesat daha kolay yayılır. İnsanlar bilgiye değil, dedikodulara, komplo teorilerine ve yanlış yönlendirmelere inanır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “İlim öğrenmek her Müslümana farzdır.” buyurarak, ilmin fitneleri önleyici en önemli unsur olduğunu bildirmiştir. Ancak cehalet arttıkça, insanlar hakikati ayırt edemez hale gelir ve fitne ateşine odun taşır.

2. Mezhep ve Fırka Ayrılıkları

Tarih boyunca Müslümanlar arasında birçok mezhep ve fırka ayrılığı yaşanmıştır. Bu ayrılıklar bazen ilmi ve fikri çerçevede kalmışsa da çoğu zaman siyasi ve sosyal çatışmalara dönüşmüştür. Günümüzde de mezhep farklılıkları, düşmanlarımız tarafından bir silah olarak kullanılmakta ve Müslümanlar birbirlerine düşman edilmektedir. Oysa Kur’an, Müslümanları “tek bir ümmet” olarak tanımlar ve ayrışmayı yasaklar:

> “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın; parçalanıp bölünmeyin…” (Âl-i İmrân, 103)

3. Dış Güçlerin Müdahalesi ve Stratejik Planlar

Tarih boyunca İslam dünyasını zayıflatmak isteyen dış güçler, fitne ve iç çatışmaları körüklemiştir. Haçlı Seferleri’nden Moğol istilalarına, sömürgecilikten günümüz jeopolitik hamlelerine kadar Batı ve diğer güçler, İslam coğrafyasındaki ayrılıkları derinleştirmiştir. Günümüzde de medya, istihbarat operasyonları ve ekonomik yaptırımlarla Müslüman ülkeler birbirine düşürülmekte, kardeş kavgası teşvik edilmektedir.

4. Adaletsizlik ve Zulüm

Bir toplumda adalet ortadan kalkarsa, huzursuzluk ve isyan kaçınılmaz olur. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) adaletin önemini şöyle vurgulamıştır:

> “Adalet, yerin ve göğün düzenidir.”

Ne zaman ki yöneticiler zulme yönelir, halkın haklarını gasp eder ve liyakati göz ardı ederse, o toplumda fitneler baş gösterir. İslam dünyasında adaletsizlik yaygınlaştıkça, insanlar haklarını kendileri aramak zorunda kalmakta, bu da fitne ve iç savaşları doğurmaktadır.

5. Ahlaki ve Manevi Çöküş

İslam toplumu, ahlaki değerlerini kaybettiğinde fitne kaçınılmaz hale gelir. Rüşvet, hile, faiz, aldatma ve ahlaksızlık yaygınlaşınca, insanlar birbirlerine güvenmez hale gelir ve toplumda kaos başlar. Oysa İslam’ın temel amacı, insanları yüksek ahlaki seviyeye çıkarmaktır. Ancak ne zaman ki Müslümanlar dünya hırsına kapılır, ne zaman ki dini değerlerden uzaklaşır, o zaman fitne kapıları açılır.

6. Liyakatsiz Yöneticiler ve İktidar Hırsı

İslam dünyasında yaşanan birçok fitnenin temelinde liyakatsiz yöneticiler yer almaktadır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “İş, ehil olmayana verildiği zaman kıyameti bekle.” buyurarak, liyakatsiz yöneticilerin toplumu felakete sürükleyeceğini bildirmiştir. İslam tarihinde yaşanan birçok iç savaşın ve karışıklığın temelinde de güç hırsı ve makam kavgası yatmaktadır.

7. Ekonomik Sömürü ve Fakirlik

Fakirlik ve ekonomik sıkıntılar, toplumların huzurunu bozan en önemli unsurlardan biridir.

Ekonomik adaletsizlik, gelir dağılımındaki uçurumlar ve fakirlik, insanları çaresizliğe sürükler ve isyan etmeye yönlendirir. Dış güçler de bu durumu kullanarak toplumları daha fazla karıştırır.

Sonuç: Çözüm Nerede?

Fitne ile mücadele etmek için öncelikle bilgi ve hikmet sahibi olmak gerekir. Cahillik, fitnenin en büyük yakıtıdır. Müslümanlar olarak Kur’an ve Sünnet ışığında hareket etmeli, kardeşlik bilincini korumalı ve aramıza sokulmaya çalışılan nifak tohumlarına karşı uyanık olmalıyız. Adalet, liyakat ve ahlak üzerine kurulu bir toplum inşa etmeden fitneleri sona erdirmek mümkün değildir.

> “Muhakkak ki fitne uykudadır. Onu uyandırana Allah lanet etsin.” (Hadis-i Şerif)

Bugün Türkiye ve İslam dünyası büyük bir imtihan içindedir. Ancak fitneye kapılmadan, sabırla ve hikmetle hareket edenler, sonunda selamete ulaşacaktır. Müslümanlar, fitneye karşı birbirlerini uyarmalı ve şu ayeti düstur edinmelidir:

> “Allah, iyiliği emreden ve kötülüğü yasaklayan bir toplumu helak etmez.” (Hud, 117)

Rabbim bizleri fitne ateşinden muhafaza eylesin ve İslam ümmetini bir araya getirsin. Amin.

@@@@@@@

DOĞUNUN HASTALIĞI CEHALET-ZARURET VE İHTİLAFTIR. BU ÜÇ DÜŞMANA KARSI MARİFET-SANAT VE İTTİFAK SİLAHLARIYLA MÜCADELE ETMEK GEREKTİR.

DOĞUNUN HASTALIĞI: CEHALET, ZARURET VE İHTİLAF

Çare: Marifet, Sanat ve İttifak

Tarih boyunca Doğu toplumları, özellikle de İslam dünyası, çeşitli iç ve dış sıkıntılarla mücadele etmiştir. Bediüzzaman Said Nursî’nin tespit ettiği gibi, Doğu’nun en büyük hastalıkları üç başlıkta özetlenebilir: Cehalet, zaruret (yoksulluk) ve ihtilaf (ayrılık). Bu üç düşman, toplumları geriye götürmüş, İslam âlemini güçsüz bırakmış ve düşmanlarının oyunlarına açık hale getirmiştir. Ancak bu hastalıklarla mücadele etmek mümkündür. Marifet (bilgi ve ilim), sanat (üretim ve iktisadi gelişim) ve ittifak (birlik ve beraberlik) silahlarıyla bu üç düşmanı mağlup etmek gerekir.

1. CEHALETİN PENÇESİNDEKİ TOPLUMLAR

Cehalet, bir milletin en büyük düşmanıdır. Cehalet, insanı hakikatten uzaklaştırır, yalanlara ve batıl inanışlara sürükler. Bilgisizlik içinde kalan toplumlar, başkalarının yönetimine kolayca girer ve kendi haklarını dahi bilemez hale gelir. İslam, ilmi en büyük değer olarak görmüş ve insanları okumaya teşvik etmiştir:

> “Oku! Yaratan Rabbinin adıyla oku!” (Alak, 1)

Eğer Doğu toplumu cehaletten kurtulmak istiyorsa, ilme, marifete, hikmete sarılmalıdır. Bilgi sahibi olmak, insanı güçlü yapar. Tarihe baktığımızda, İslam’ın altın çağları olan Abbasi ve Endülüs dönemlerinde ilmin en üst seviyeye ulaştığını, bu yüzden İslam dünyasının medeniyetin öncüsü olduğunu görürüz. Ancak cehalet yaygınlaştığında, Müslümanlar parçalanmış, sömürülmüş ve geri kalmıştır.

Çözüm: Marifet ve İlim
Cehaleti yenmenin tek yolu marifet, yani ilim ve hikmettir. Okuyan, düşünen, araştıran bir nesil yetiştirilmedikçe Doğu’nun bu hastalıktan kurtulması mümkün değildir. Eğitime önem verilmezse, yanlış inanışlar, hurafeler toplumları çöküşe sürükler.

2. ZARURET: YOKSULLUĞUN PENÇESİNDE BİR ÜMMET

Doğu’nun ikinci büyük hastalığı zaruret, yani fakirlik ve ekonomik sıkıntılardır. Ekonomik gücü olmayan toplumlar bağımsız hareket edemez, sürekli dışa bağımlı olur. İslam dünyasının büyük bir kısmı, sahip olduğu zengin doğal kaynaklara ve verimli topraklara rağmen, yoksulluk içinde yaşamaktadır. Bunun temel sebebi, üretimden ve sanattan uzak kalmaktır.

> “Çalışana, emeğinin karşılığı vardır.” (Necm, 39)

Kur’an, insanları çalışmaya ve üretmeye teşvik etmiştir. Ancak İslam coğrafyasında sanayi, teknoloji ve üretim konusunda yeterince gelişme sağlanamamıştır. Ekonomik olarak güçlü olmayan bir toplum, bağımsız olamaz ve başka güçlerin himayesine muhtaç hale gelir. Günümüzde İslam dünyasının yaşadığı krizlerin çoğunun arkasında ekonomik zayıflık yatmaktadır.

Çözüm: Sanat ve Üretim
Fakirliği yenmenin yolu, sanat ve üretimdir. Sanayi, ticaret, tarım ve teknoloji alanlarında gelişim sağlanmadıkça, toplumlar dışa bağımlı kalır ve güçlü devletler karşısında zayıf düşer. Müslüman toplumlar, ekonomide güçlü olmak zorundadır.

3. İHTİLAF: BİRLİKTELİĞİN YOK OLMASI

Doğu’nun üçüncü büyük hastalığı, ihtilaf, yani bölünme ve parçalanmadır. Müslüman dünyası, tarih boyunca en büyük kayıplarını kendi içinde bölündüğü zaman yaşamıştır. Hâlbuki İslam, birlik ve beraberliği esas alır:

> “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın; parçalanıp bölünmeyin.” (Âl-i İmrân, 103)

İhtilaf, Müslümanların güçsüzleşmesine ve düşmanlarına fırsat vermesine sebep olur. Bugün İslam dünyasında farklı mezhepler, etnik gruplar ve siyasi görüşler arasındaki ayrılıklar, ümmetin parçalanmasına neden olmaktadır. Dış güçler de bu ayrılıkları körükleyerek Müslümanları birbirine düşürmektedir.

Çözüm: İttifak ve Kardeşlik
Müslümanlar arasındaki ayrılıklar, düşmanlara fırsat verir. Çözüm, ittifak, dayanışma ve kardeşlik ruhunu yeniden canlandırmaktır. Eğer birlik sağlanırsa, Doğu yeniden yükselişe geçebilir.

SONUÇ: KURTULUŞUN ANAHTARI

Doğu’nun üç büyük düşmanı olan cehalet, zaruret ve ihtilaf ile mücadele etmek, ancak marifet, sanat ve ittifak silahlarıyla mümkündür.

1. Cehalet ilim ile yok edilir.

2. Fakirlik sanat, üretim ve ekonomiyle aşılır.

3. İhtilaf birlik ve beraberlik ile ortadan kalkar.

Eğer İslam dünyası bu üç hastalığı aşabilirse, tarihte olduğu gibi yeniden güçlü bir medeniyet inşa edebilir. Bediüzzaman’ın ifade ettiği gibi, bu mücadelede en büyük silahlarımız ilim, üretim ve kardeşliktir. Müslümanlar bu üç prensibe sahip çıktıklarında, her türlü fitne ve düşmanlığa karşı güçlü durabilirler.

> “Allah, iyiliği emreden ve kötülüğü yasaklayan bir toplumu helak etmez.” (Hud, 117)

Dua edelim ki, Rabbimiz bizleri cehaletten, fakirlikten ve ayrılıktan korusun ve İslam ümmetine yeniden izzet ve şeref versin. Amin.




ESAS OLAN KADERİN SEVKİDİR

ESAS OLAN KADERİN SEVKİDİR[1]


İnsan hayatı, çoğu zaman kendi planlarımızın ve çabalarımızın bir sonucu olarak şekillendiğini düşündüğümüz olaylarla örülüdür. Ancak, kimi zaman ne kadar uğraşırsak uğraşalım, işlerin bizim istediğimiz gibi gitmediğini görürüz. Tam tersine, ummadığımız kapılar açılır, beklenmedik yollar önümüze serilir. İşte bu noktada devreye giren hakikat şudur: Esas olan kaderin sevkidir.

Kaderin Hikmeti: İnsanın Sınırlı Aklı, Allah’ın Sonsuz İlmi

İnsan, sınırlı bilgiye sahip bir varlıktır. Görünüşte bir şeyin iyi veya kötü olduğunu değerlendirirken, sadece anlık bir çerçevede düşünür. Oysa kader, ilahi bir planın tecellisidir ve onun içinde sonsuz hikmetler gizlidir. Kur’an’da şöyle buyrulur:

“Siz bir şeyi sevmezsiniz ama o sizin için hayırlı olabilir. Bir şeyi seversiniz ama o sizin için şer olabilir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara, 216)

Bu ayet, kaderin sevkinin bizim anlık değerlendirmelerimizin ötesinde bir hikmete bağlı olduğunu gösterir. Bazen büyük kayıplar sandığımız şeyler, bizim için hayırlı kapılar açar. Bazen de büyük nimet gibi gördüğümüz şeyler, sonradan büyük bir felakete dönüşebilir.

Tarihten İbretlik Örnekler: Kaderin Sevki

Tarih boyunca birçok olay, kaderin sevkini açıkça göstermiştir. İşte birkaç ibretlik örnek:

Hz. Yusuf’un (a.s.) Kaderi: Küçük yaşta kardeşleri tarafından kuyuya atılan Hz. Yusuf, görünüşte büyük bir zulme uğramıştır. Ancak kaderin sevkiyle Mısır’a köle olarak satılmış, zamanla firavunun rüyalarını yorumlayarak ülkenin en büyük yöneticilerinden biri olmuştur. Kuyuya atılmak onun için bir felaket gibi görünse de, aslında Rabb’inin onu büyük bir geleceğe hazırlamasının bir vesilesiydi.

İstanbul’un Fethi: Bizans’ın surları yıkılmaz sanılırken, kaderin sevkiyle Fatih Sultan Mehmet, o dönemin en güçlü imparatorluğunu fethederek çağ açıp çağ kapamıştır. Belki birçok insan bu fethe ihtimal vermiyordu, ancak kaderin yazdığı plan başka bir şekilde tecelli etti.

Sultan Abdülhamid’in Tahttan İndirilmesi: Osmanlı’nın en zorlu dönemlerinden birinde tahtan indirilen Sultan II. Abdülhamid, bu olayın büyük bir haksızlık olduğunu düşünebilirdi. Ancak kaderin sevkiyle, onun tahtan indirilmesi Osmanlı’nın nasıl bir badireye sürüklendiğini gözler önüne serdi ve tarih, onun basiretini ve ferasetini haklı çıkardı.

Günlük Hayatta Kaderin Sevki

Her insanın hayatında kaderin sevkiyle gerçekleşen olaylar vardır. Bazen büyük umutlarla bir işe gireriz ama başarısız oluruz. Belki bu başarısızlık bizi daha büyük bir felaketten koruyan ilahi bir müdahaledir. Bazen bir kaza geçiririz ama sonradan anlarız ki, bu olay bizi daha büyük bir kazadan veya hatadan kurtarmıştır.

Bir kapının kapanması, aslında daha büyük bir kapının açılmasına vesile olabilir. Büyük âlimlerden biri olan İmam Gazali, ilim tahsiline başlamadan önce sufi bir hayat sürmek istemişti. Ancak hocasının yönlendirmesiyle ilme yöneldi ve sonunda İslam tarihinin en büyük âlimlerinden biri oldu. Kendi planı farklıydı ama kaderin sevki onu daha büyük bir vazifeye hazırlıyordu.

Kaderi Doğru Anlamak: Sebeplere Sarılmak ve Sonucu Allah’a Bırakmak

Kaderin sevkini kabul etmek, tembellik etmek anlamına gelmez. İslam, insanın elinden geleni yapmasını ve sonra sonucu Allah’a bırakmasını öğütler. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), bir sahabeye şöyle buyurmuştur:

“Deveni bağla, sonra Allah’a tevekkül et.”

Bu, kaderin sevkini anlamada temel bir prensiptir. İnsan çalışacak, çabalayacak, tedbirini alacak ama sonucu Allah’a bırakacaktır. Çünkü en doğrusunu bilen O’dur.

Sonuç: Kaderin Sevkine Güvenmek

Hayatın içindeki olaylar ne kadar karmaşık görünse de, bir düzen içinde işler. Bizim için kötü sandığımız şeyler, aslında bizi daha büyük hayırlara götüren ilahi bir planın parçası olabilir. İnsan bu dünyada yolculuk eden bir yolcu gibidir; haritayı çizen ise Allah’tır. Yolun tamamını göremediğimiz için bazen kaybolduğumuzu sanırız. Oysa kaderin sevki, bizi tam da varmamız gereken yere götürmektedir.

Bu yüzden insan, kaderin sevkine güvenmeli, sebeplere sarılmalı, şükretmeli ve sabretmelidir. Çünkü Allah’ın takdiri, kulun hayrınadır.

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=2Rb6tcrSr50




HERKES VE HERŞEY BU DÜNYADAN SONRA AİD OLDUĞU YERE GİDECEK.

HERKES VE HERŞEY BU DÜNYADAN SONRA AİD OLDUĞU YERE GİDECEK.[1]

HERKES VE HERŞEY BU DÜNYADAN SONRA AİD OLDUĞU YERE GİDECEK. ORADA KENDİSİ OLACAK VE KENDİSİNİ BULACAKTIR.


Gerçek Yurt: Herkes Ait Olduğu Yere Dönecek

İnsan, dünya yolculuğunda bir misafir gibidir. Doğar, büyür, öğrenir, sever, ayrılıklar yaşar, kazanır ve kaybeder. Fakat ne kadar uzun yaşarsa yaşasın, bu dünya onun gerçek yurdu değildir. Bir yolcunun hanlarda konaklaması gibi, insan da bu dünya hanında geçici bir süre kalır. Sonra geldiği yere, aid olduğu yurduna geri döner.

Dünyanın Geçici Sahipleri

İnsanoğlu, kendisini bu dünyada kalıcı sanarak mülk edindiği şeylere sıkı sıkıya bağlanır. Oysa bütün mülkün sahibi Allah’tır ve insan sadece bir emanetçidir. Ne saraylar, ne bağlar, ne makamlar, ne de güç kalıcıdır. Zenginler, krallar, âlimler ve cahiller; hepsi bu dünyayı terk etmiş ve gerçek yurtlarına dönmüşlerdir.

Firavun gibi kendini ilah zannedenler de gitmiş, Ebu Bekir (r.a) gibi adaletiyle tanınanlar da… Fakat her biri ait olduğu yere gitmiş, kendi karakterine ve amellerine uygun bir akıbetle karşılaşmıştır.

Kişi Kendi Hakikatini Bulacak

Dünya, insanın gerçek kimliğini gizleyebildiği bir yerdir. İnsan burada bazen taklit eder, bazen olduğundan farklı görünmeye çalışır. Maskeler takılır, sahte dostluklar kurulur, menfaatler uğruna insanlar birbirlerini aldatır. Fakat ahiret, her şeyin gerçek yüzünün ortaya çıkacağı yerdir.

Kur’an’da bildirildiği gibi:

“O gün onlara şöyle denilir: ‘Bugün sizi unuttuğumuz gibi siz de bugünkü buluşmayı unuttunuz. Varacağınız yer ateştir, sizin için hiçbir yardımcı yoktur.’” (Câsiye, 34)

Orada kimse sahte bir yüz takamaz. Herkes, dünyada yaptığı amellerin hakiki karşılığı ile yüzleşir. Takva sahipleri, nurlanmış yüzleriyle cennete giderken, zulmedenler ve inkâr edenler karanlık bir âkıbetle karşılaşır.

Dünya Bir Tohum, Ahiret Bir Hasattır

İnsan, dünyada yaptığı her iyiliği ve kötülüğü, ahirette ekilmiş bir tohumun meyvesi gibi karşısında bulacaktır. Bir kişi dünyada merhametle, adaletle, doğrulukla yaşadıysa, ahirette de huzurlu ve saadet dolu bir yurt bulacaktır. Ama dünyada zulüm, kibir ve kötülükle yaşayanlar, o amellerin ağırlığını taşıyacaktır.

Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

“Nasıl yaşarsanız, öyle ölürsünüz. Nasıl ölürseniz, öyle diriltilirsiniz.”

Dünya, insanın gerçek kendisini oluşturduğu bir yerdir. Fakat insan, kendisini kandırabilir, bir ömür boyunca yanlış yolda gidebilir. Ahiret, kişinin tüm perdelere rağmen hakiki kimliğiyle karşılaşacağı yerdir.

Öyleyse Ne Yapmalıyız?

Eğer herkes sonunda ait olduğu yere dönecekse, dünyada ne ekersek onu biçeceksek, bugünden doğru seçimler yapmalıyız.

Allah’ın razı olduğu bir kul olmak için gayret etmeliyiz.

İnsanlara adalet ve merhametle muamele etmeliyiz.

Dünyayı ebedi bir yurt gibi değil, bir imtihan sahası olarak görmeliyiz.

Maskelerden, sahtelikten, kibirden ve riyadan uzak durmalıyız.

Çünkü dünya bir gölgedir. Gölge kaybolduğunda, hakikat ortaya çıkar. Ve o gün geldiğinde herkes, kim olduğunu, neyi hak ettiğini ve nereye ait olduğunu apaçık görecektir.

Allah, bizleri nurlar içinde olan cennet yurduna ait olanlardan eylesin. Amin.

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=6aNluuDKmkQ