ĞARKAD AĞACI HADİSİNİN TEZAHÜRÜ SAYIN ERDOĞAN DÖNEMİNDE Mİ OLACAK?

ĞARKAD AĞACI HADİSİNİN TEZAHÜRÜ SAYIN ERDOĞAN DÖNEMİNDE Mİ OLACAK?


Ğarkad Ağacı Hadisinin Tezahürü ve Zamanın Şahitliği

İslam dünyasında kıyamet alametleri ve ahir zaman hadisleri, daima büyük bir merak konusu olmuştur. Bunlardan biri de meşhur Ğarkad Ağacı Hadisidir. Bu hadis, Müslümanlarla Yahudiler arasında yaşanacak büyük bir savaşı anlatır ve kıyamet öncesi önemli gelişmelerden biri olarak kabul edilir.

Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivayet edilen bu hadis-i şerifte Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Kıyamet kopmadan önce Müslümanlarla Yahudiler savaşacak, Müslümanlar onları öldürecektir. Yahudiler taşın ve ağacın arkasına saklanacak, ancak taş ve ağaç dile gelerek: ‘Ey Müslüman! Ey Allah’ın kulu! Şu arkamdaki Yahudidir, gel onu öldür’ diyecektir. Ancak Ğarkad Ağacı böyle söylemeyecek, çünkü o Yahudi ağacıdır.” (Müslim, Fiten, 82; Tirmizî, Fiten, 56)

Bu hadisin ne zaman ve nasıl gerçekleşeceği sorusu tarih boyunca birçok Müslüman âlim ve siyasetçi tarafından tartışılmıştır. Günümüzde ise özellikle Filistin-İsrail meselesi ve küresel gelişmeler çerçevesinde tekrar gündeme gelmektedir.

Ğarkad Ağacı Hadisi Ne Anlatıyor?

Bu hadis, Yahudilerle Müslümanlar arasında gerçekleşecek büyük bir savaşı ve Müslümanların bu savaşta galip geleceğini haber vermektedir. Hadiste geçen “Ğarkad Ağacı” ise dikkat çekicidir. Yahudiler için özel bir anlam taşıyan bu ağacın, onları koruyacağı ifade edilmektedir. Nitekim bugün İsrail’in farklı bölgelerinde, özellikle yerleşim bölgelerinde yoğun şekilde Ğarkad Ağacı (Nitraria Retusa) dikildiği bilinmektedir.

Buradaki asıl mesaj ise sadece bir ağaç meselesi değildir. Bu hadis, Yahudilerin kıyamete yakın bir dönemde, Müslümanlarla büyük bir hesaplaşmaya gireceğini ve doğal unsurların bile Müslümanları destekleyeceğini haber vermektedir.

Erdoğan Döneminde Mi Gerçekleşecek?

Bu soruya kesin bir cevap vermek mümkün değildir. Ancak şu noktalar dikkat çekicidir:

1. Filistin-İsrail Savaşı Şiddetleniyor:
7 Ekim 2023’te başlayan savaş, İsrail’in Filistin topraklarına yönelik saldırılarını artırmasıyla büyük bir çatışmaya dönüşmüştür. Bugün, Gazze’de yaşanan olaylar, bu hadisin tezahür edebileceği bir zemin oluşturmakta mıdır?

2. Türkiye’nin Rolü:
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Filistin meselesinde daima net bir tavır sergileyerek İsrail’in politikalarını eleştirmiştir. 2009’daki “One Minute” çıkışı, İsrail ile diplomatik gerilimlerin artmasına sebep olmuştur. Bugün de Gazze’deki soykırım niteliğindeki saldırılara karşı sesini yükselten az sayıda liderden biridir.

3. İslam Dünyasının Uyanışı:
Hadisin işaret ettiği büyük savaş, İslam dünyasının birlik olmasıyla mümkün olabilir. Günümüzde İslam ülkeleri arasında bir uyanış ve Batı destekli İsrail politikalarına karşı bir duruş gelişmektedir. Erdoğan’ın liderliği, bu sürecin önemli bir parçası olarak değerlendirilebilir mi?

4. Yahudilerin Kendi Hazırlıkları:
Hadiste geçen Ğarkad Ağacının İsrail’de yoğun olarak dikilmesi, bu hadisin Yahudiler tarafından da bilindiğini ve ona göre hareket ettiklerini düşündürmektedir. İsrail’in Filistin topraklarını işgal etmesi, büyük bir savaşa hazırlık yaptığına dair yorumları güçlendirmektedir.

Tarihsel Perspektif: Daha Önce Benzer Olaylar Oldu Mu?

Tarih boyunca Müslümanlarla Yahudiler arasında birçok savaş yaşanmıştır. Ancak hadiste belirtilen büyük savaş henüz gerçekleşmemiştir.

Hz. Peygamber Dönemi: Medine’de Yahudi kabileleriyle birçok mücadele yaşanmış, özellikle Hayber Savaşı (628) büyük bir dönüm noktası olmuştur. Ancak bu savaş hadiste bahsedilen kıyamet savaşı değildir.

Haçlı Seferleri ve Selahaddin Eyyubi: 12. yüzyılda Selahaddin Eyyubi, Kudüs’ü Haçlılardan alarak büyük bir zafer kazanmış, ancak Yahudilerle Müslümanlar arasındaki nihai hesaplaşma yaşanmamıştır.

20. ve 21. Yüzyıl: Osmanlı’nın yıkılışı ve İsrail devletinin kurulması (1948) ile birlikte bölgedeki çatışmalar daha da derinleşmiştir. Günümüzde Gazze, Batı Şeria ve Kudüs’te yaşanan olaylar, hadisin işaret ettiği büyük savaşın öncüsü olabilir mi?

Hadisten Alınacak Dersler

Bu hadisi yalnızca siyasi bir çerçevede değerlendirmek yerine, bireysel ve toplumsal dersler çıkarmak gerekir.

1. İslam Birliğinin Önemi: Hadis, Müslümanların birlikte hareket ettiğinde galip geleceğini göstermektedir. Bu yüzden İslam dünyasının fitne, tefrika ve bölünmelere karşı dikkatli olması gerekmektedir.

2. Hazırlıklı Olmak: Yahudilerin kendilerine göre tedbir aldığı gibi, Müslümanların da ilim, teknoloji, ekonomi ve askeri alanlarda güçlü olmaları gerekmektedir.

3. Zalimin Karşısında Durmak: Hadis, zulmün ebedi olmadığını, bir gün mutlaka sona ereceğini ve zalimlerin cezalandırılacağını haber vermektedir. Bu yüzden, zalim karşısında susmamak ve adaletin yanında yer almak bir iman meselesidir.

Sonuç: Hadis Günümüzde Tezahür Ediyor Mu?

Bu soruya kesin bir cevap vermek zordur. Ancak İslam dünyasında artan farkındalık, İsrail’in saldırgan politikaları ve Filistin’deki direniş göz önüne alındığında, hadisin gerçekleşmesine dair işaretler belirmeye başlamış olabilir.

Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliği döneminde, Türkiye’nin Filistin meselesinde aktif bir rol oynaması ve İsrail ile yaşadığı diplomatik gerilimler, bu sürecin önemli bir parçası olabilir. Ancak, hadisin tam olarak ne zaman ve hangi şartlar altında gerçekleşeceğini ancak Allah bilir.

Müslümanlar olarak bize düşen, sadece savaş beklemek değil, ilimle, ahlakla, birlik ve beraberlikle güçlü olmaktır. O büyük hesaplaşma günü geldiğinde, imanı sağlam, ilmi güçlü, teknolojisi ilerlemiş ve manevi olarak hazır bir ümmet olmak zorundayız.

Tarih şahit, hak galip gelecek!

 

 




MENDERES VE OSMANLI HANEDANI

MENDERES VE OSMANLI HANEDANI


Adnan Menderes’in, Osmanlı hükümdarı II. Abdülhamid’in hanımı Müşfika Kadınefendi ve kızı Ayşe Sultan’a yardım ettiği olay, tarihimizde duygusal ve insani bir boyut taşıyan önemli bir olaydır. Bu konu, hem Menderes’in kişisel duyarlılığı hem de Osmanlı hanedanına yönelik Cumhuriyet dönemi politikalarının bir yansıması olarak değerlendirilebilir.

1950’li yıllarda, Osmanlı hanedanının kadın mensuplarına yönelik sürgün yasağının kaldırılmasının ardından, II. Abdülhamid’in dördüncü hanımı Müşfika Kadınefendi (cumhuriyet döneminde Müşfika Kayasoy) ve kızı Ayşe Sultan, Türkiye’ye geri dönmüştür. Ancak, hanedan üyelerinin sürgün yıllarında yaşadıkları maddi ve manevi zorluklar, onların Türkiye’ye dönüşlerinde de devam etmiştir. Müşfika Kadınefendi, Beşiktaş’ta, Serencebey Yokuşu’nda Hazine’ye ait bir konağın müştemilatında (ek bina) mütevazı bir ahşap evde yaşamını sürdürmekteydi. Tek geliri, örtülü ödenekten kendisine bağlanan aylık 200 liralık bir tahsisattı. Ancak, bu miktar geçimini sağlamakta yetersiz kalmaktaydı.

Müşfika Kadınefendi, 26 Ekim 1954 tarihinde, dönemin Başbakanı Adnan Menderes’e bir mektup yazarak durumunu arz etmiş ve yardım talep etmiştir. Mektubunda, Osmanlı hanedanının bir mensubu olarak milletin merhametine sığındığını, geçim sıkıntısı çektiğini ve mevcut tahsisatın artırılmasını rica ettiğini belirtmiştir. Mektup, oldukça hüzünlü ve saygılı bir üslupla kaleme alınmıştır. Menderes, bu mektuba kayıtsız kalmamış ve Müşfika Kadınefendi’nin aylık tahsisatına 50 lira zam yapılmasını sağlamıştır. Ayrıca, Menderes’in, hanedan mensuplarının onurlu bir yaşam sürebilmesi için çeşitli kolaylıklar sağladığı da bilinmektedir.

Bunun yanı sıra, Menderes’in hanedan mensuplarına yönelik duyarlılığı sadece maddi yardımlarla sınırlı kalmamıştır. Özellikle Ayşe Sultan’ın sürgün yıllarında çektiği zorluklar ve Paris’te yaşarken içine düştüğü zor durumlar, Menderes’i derinden etkilemiştir. Bazı kaynaklara göre, Menderes, 1952 yılında bir NATO toplantısı için Fransa’ya gittiğinde, Osmanlı hanedan mensuplarının durumunu araştırmış ve Ayşe Sultan’ın Paris’te geçim sıkıntısı çektiğini öğrenmiştir. Bu durum karşısında büyük bir üzüntü duyarak, hanedan mensuplarının Türkiye’ye dönmesi için gerekli düzenlemelerin yapılmasına öncülük etmiştir.

Menderes’in bu yardımları, Yassıada yargılamaları sırasında kendisine karşı bir suçlama unsuru olarak da kullanılmıştır. Özellikle örtülü ödenekten yapılan harcamalar, “usulsüzlük” iddialarıyla mahkemede gündeme getirilmiştir. Ancak, bu yardımların temelinde, Menderes’in Osmanlı hanedanına ve tarihine duyduğu saygı ile insani bir duyarlılık yatmaktadır.

Sonuç olarak, Menderes’in II. Abdülhamid’in hanımı ve kızına yönelik yardımları, hem maddi destek (tahsisat artışı ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi) hem de hanedan mensuplarının sürgün mağduriyetlerini gidermeye yönelik politik adımları göstermektedir. Bu olay, Cumhuriyetin ilk yıllarında hanedana yönelik sert politikaların yumuşamaya başladığı bir d




ALLAH’IN ‘İRCİİ’ EMRİ VE İFADE ETTİĞİ HAKİKATLER

ALLAH’IN ‘İRCİİ’ EMRİ VE İFADE ETTİĞİ HAKİKATLER[1]


Kaçma ve O’na dön .
Dönüş EMRİ.

Allah’ın “İrcii” emri, genellikle ölüm anında ruhun Allah’a geri döndürülmesi, insanın yaratılış amacına uygun bir şekilde Allah’a yönelmesi veya ahiret hayatına geçiş gibi hakikatlerle.
1. “İrcii” Emrinin Kur’an’daki Yeri ve Anlamı.
“İrcii” kelimesi, Fecr Suresi 27-30. ayetlerdir:“Ey huzur içinde olan nefis! Sen Rabbinden razı, Rabbin de senden razı olarak dön Rabbine! Kullarımın arasına gir! Cennetime gir!” (Fecr Suresi, 89/27-30)Bu ayetlerde, “dön Rabbine” ifadesi, ruhun Allah’a geri dönüşünü ifade eder ve “İrcii” emrinin ruhsal ve manevi bir bağlamda anlaşılmasında temel bir dayanak oluşturur.
Burada, “geri dön” emri, insanın asıl vatanı olan Allah’ın huzuruna dönüşünü ve yaratılış amacını tamamlamasını simgeler.
2. “İrcii” Emrinin İfade Ettiği Hakikatler.
Allah’ın “İrcii” emri, İslam düşüncesinde hem bireysel hem de evrensel hakikatleri ifade eder. Bu hakikatleri aşağıdaki başlıklar altında inceleyebiliriz:

a) Ruhun Allah’a Dönüşü (Ölüm ve Ahiret)“İrcii” emri, en temel anlamıyla, insanın ruhunun ölüm anında Allah’a geri dönmesini ifade eder. İnsan, Allah tarafından yaratılmış bir varlık olarak, dünya hayatında bir imtihan sürecinden geçer ve nihayetinde ruhu asıl sahibine, yani Allah’a geri döner. Bu hakikat, Kur’an’da şu ayetlerle desteklenir:“Her nefis ölümü tadacaktır. Sonra bize döndürüleceksiniz.” (Ankebut Suresi, 29/57)
“Allah, ruhları ölüm anında alır, ölmeyenlerin ruhlarını ise uyku sırasında alır. Ölümüne hükmettiği ruhları tutar, diğerlerini ise belirli bir süreye kadar geri gönderir. Şüphesiz bunda düşünen bir topluluk için ibretler vardır.” (Zümer Suresi, 39/42)
Bu ayetler, “İrcii” emrinin, insanın fiziksel varlığının sona ermesiyle ruhunun Allah’a geri dönmesini ifade ettiğini gösterir. Ölüm, bir yok oluş değil, aksine bir dönüş ve başlangıçtır. Bu dönüş, insanın yaratılış amacının bir parçasıdır ve ahiret hayatıyla bağlantılıdır.

b) Yaratılış Amacına Uygunluk“İrcii” emri, insanın dünya hayatında Allah’ın emirlerine uygun bir şekilde yaşamasını ve nihayetinde O’na layık bir kul olarak dönmesini de ifade eder. İnsan, Allah’ın “Halife” sıfatıyla yeryüzüne gönderilmiştir (Bakara Suresi, 2/30) ve bu dünyadaki görevi, Allah’a ibadet etmek, O’nun rızasını kazanmak ve yaratılış amacına uygun bir hayat sürmektir.

“İrcii” emri, bu bağlamda, insanın Allah’a yönelmesini, tövbe etmesini ve O’nun yoluna geri dönmesini hatırlatan manevi bir çağrıdır.
Örneğin, Kur’an’da sık sık “Rabbinize dönün” (Tevbe Suresi, 9/104) veya “Allah’a yönelin” (Zümer Suresi, 39/54) gibi ifadeler, insanın dünya hayatında da “İrcii” emrine uygun bir şekilde Allah’a yönelmesi gerektiğini vurgular.

c) Hesap ve Karşılık“İrcii” emri, aynı zamanda insanın Allah’ın huzurunda hesap vereceği gerçeğini de ifade eder. İnsan, dünya hayatındaki amellerinin karşılığını görmek üzere Allah’a geri dönecektir. Bu dönüş, hem müminler için bir mükâfat hem de inkârcılar için bir azap anlamı taşır. Kur’an’da bu hakikat şöyle ifade edilir:“Kim zerre kadar hayır işlerse onun karşılığını görür. Kim de zerre kadar kötülük işlerse onun karşılığını görür.” (Zilzal Suresi, 99/7-8)Fecr Suresi’nde “huzur içindeki nefis” için verilen müjde (cennet), “İrcii” emrinin müminler için bir rahmet ve kurtuluş olduğunu gösterirken, inkârcılar için ise Kur’an’da sıkça uyarılarda bulunulur:“O gün, zalim kimse ellerini ısırarak şöyle der: ‘Keşke Peygamberle birlikte bir yol tutsaydım!’” (Furkan Suresi, 25/27)d) Birlik ve Tevhit Bilinci“İrcii” emri, tevhit inancının bir yansımasıdır. İnsan, Allah’tan gelmiştir ve O’na geri dönecektir. Bu, tüm varlıkların birliğini ve Allah’ın birliğini (tevhidi) hatırlatan bir hakikattir. İnsan, dünya hayatında Allah’tan uzaklaştığını düşünse bile, nihayetinde O’na geri döneceğini bilmelidir. Bu bilinç, insanı Allah’ın birliğine teslim olmaya ve O’nun yolunda yaşamaya teşvik eder.

3. “İrcii” Emrinin Manevi ve Psikolojik Boyutu“İrcii” emri, sadece fiziksel bir dönüşü değil, aynı zamanda manevi bir dönüşü de ifade eder. İnsan, dünya hayatında günah işlese, Allah’tan uzaklaşsa veya nefsine yenik düşse bile, “İrcii” emri ona tövbe kapısının açık olduğunu hatırlatır. Bu bağlamda, “İrcii” emri, insanın Allah’a yönelmesi, kalben O’na dönmesi ve ruhsal bir arınma yaşaması için bir çağrıdır.İslam alimleri, özellikle tasavvuf ehli, “İrcii” emrini insanın “beka billah” (Allah’ta var olma) yolculuğu olarak yorumlamıştır. Bu yolculuk, insanın dünya hayatında Allah’ın rızasını kazanarak O’na yaklaşması ve nihayetinde O’na dönmesi sürecini ifade eder.

4. “İrcii” Emri ve Hadislerle İlişkisi.
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), “İrcii” emrinin ifade ettiği hakikatleri hem sözleriyle hem de yaşantısıyla insanlara öğretmiştir. Örneğin, ölüm anında ruhun Allah’a dönüşüyle ilgili şu hadis, “İrcii” emrinin pratik bir yansımasını gösterir:“Kim Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Resulü olduğuna şehadet ederse, Allah ona cehennemi haram kılar.” (Sahih-i Müslim, İman, 46)Bu hadis, insanın Allah’a dönüşünün, iman ve teslimiyetle gerçekleşeceğini vurgular. Ayrıca, Hz. Peygamber’in, ölüm döşeğindeki kişilere “Lâ ilâhe illallah” telkininde bulunmasını öğütlemesi (Sahih-i Müslim, Cenâiz, 1), “İrcii” emrinin ölüm anındaki önemini gösterir.

5. İslam Alimlerinin Yorumları.
İslam alimleri, “İrcii” emrini genellikle Fecr Suresi’ndeki ayetler ve ölümle ilgili diğer ayetler çerçevesinde yorumlamıştır. Örneğin:İmam Gazali: İhya-u Ulûmiddin adlı eserinde, insanın Allah’a dönüşünü, dünya hayatında Allah’ın rızasını kazanma çabasıyla ilişkilendirmiştir. Ona göre, “İrcii” emri, insanın nefsini terbiye ederek Allah’a layık bir kul olma çabasıdır.İbnü’l Arabi: Tasavvufi bir bakış açısıyla, “İrcii” emrini insanın Allah’ta yok oluşu (fena) ve Allah’ta var oluşu (beka) olarak yorumlamıştır. Bu, insanın Allah’ın birliğine teslimiyetini ifade eder.
Elmalılı Hamdi Yazır: Fecr Suresi tefsirinde, “İrcii” emrinin, müminlerin ruhlarının Allah’ın rahmetine ve cennetine dönüşünü ifade ettiğini belirtmiştir. Ona göre, bu emir, Allah’ın müminlere bir müjdesidir.

6. Günlük Hayatta “İrcii” Emrinden Çıkarılacak Dersler“İrcii” emri, sadece ölüm anıyla sınırlı bir kavram değildir; insanın günlük hayatını da şekillendirmesi gereken bir hakikattir. Bu bağlamda, “İrcii” emrinden çıkarılacak bazı dersler şunlardır:
Tövbe ve İstiğfar: İnsan, günah işlediğinde veya Allah’tan uzaklaştığında, “İrcii” emrini hatırlayarak tövbe etmeli ve Allah’a dönmelidir.
Amaç Bilinci: İnsan, dünya hayatının geçici olduğunu ve asıl amacının Allah’a dönmek olduğunu unutmamalıdır.
İbadet ve Kulluk: “İrcii” emri, insanı ibadet etmeye, Allah’ın emirlerine uymaya ve O’nun rızasını kazanmaya teşvik eder.
Ölüm Hazırlığı: İnsan, her an Allah’a dönebileceğini bilerek, hayatını buna uygun bir şekilde düzenlemelidir.

7. Sonuç.
Allah’ın “İrcii” emri, insanın yaratılışından ölümüne kadar uzanan bir yolculuğu ve bu yolculuğun nihai amacını ifade eder. Bu emir, ruhun Allah’a dönüşünü, insanın yaratılış amacına uygun yaşamasını, hesap ve karşılık gerçeğini, tevhit bilincini ve manevi arınmayı kapsayan çok boyutlu bir hakikattir. Kur’an ayetleri, hadisler ve İslam alimlerinin yorumları, bu emrin hem bireysel hem de evrensel boyutlarını ortaya koyar.“İrcii” emri, insana şu mesajı verir:
“Ey insan! Unutma ki sen Allah’tan geldin ve O’na döneceksin. Öyleyse hayatını, bu dönüşü güzel ve anlamlı kılacak şekilde yaşa.” Bu bilinçle yaşayan bir mümin, hem dünya hayatında huzur bulur hem de ahiret hayatında Allah’ın rızasına ve cennetine nail olur.

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=B64avQ64xiQ




OKU, KENDİNİ. YARATAN RABBİNİ.

OKU, KENDİNİ. YARATAN RABBİNİ[1]


“Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku. Yoksa hayvan ve camid hükmünde insan olmak ihtimali var.”

İnsan olmanın farkına varmak.
Farkındalık.

**“Ey Kendini İnsan Bilen İnsan! Kendini Oku”**

İnsan, yaratılmışların en şereflisi, Allah’ın yeryüzündeki halifesidir. Ancak, bu şeref, sadece “insan” adını taşımakla kazanılmaz; insanın kendini bilmesi, tanıması ve yaratılış amacına uygun bir hayat sürmesiyle anlam bulur. “Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku. Yoksa hayvan ve camid hükmünde insan olmak ihtimali var” sözü, bu hakikati çarpıcı bir şekilde ortaya koyar. Bu söz, insanı derin bir tefekküre davet eder; kendini tanımayan bir insanın, hayvanlardan veya cansız varlıklardan farkı kalmayabileceğini hatırlatır.

### **Kendini Okumak: İnsan Olmanın Özü**

“Kendini oku” ifadesi, insanın kendi varlığını, özünü ve amacını anlaması için bir çağrıdır. İnsan, Allah’ın “Ahsen-i takvim” (en güzel kıvamda) yarattığı bir varlıktır (Tin Suresi, 95/4). Ancak, bu kıymet, insanın potansiyelinde saklıdır; bu potansiyeli gerçekleştirmek ise insanın kendi çabasına bağlıdır. Kendini okumak, insanın hem maddi hem de manevi varlığını anlaması, ruhunun derinliklerine inmesi ve Allah ile olan bağını keşfetmesidir.

Kur’an-ı Kerim, insanın kendini tanımasının önemini şu ayetle vurgular:
> “Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler; göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde tefekkür ederler. ‘Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın, seni tesbih ederiz, bizi ateşin azabından koru’ derler.” (Âl-i İmran Suresi, 3/191)

Bu ayet, insanın tefekkürle hem kâinatı hem de kendini okumasını emreder. Kâinat, Allah’ın bir kitabıdır; insan ise bu kitabın en değerli satırlarından biridir. Kendini okumayan insan, kâinat kitabını da hakkıyla anlayamaz.

Kendini okumak, aynı zamanda insanın nefsini tanımasını gerektirir. Nefis, insanın hem en büyük düşmanı hem de en büyük dostu olabilir. Kur’an, nefsin farklı hallerini bize tanıtır: Nefs-i emmare (kötülüğü emreden nefis), nefs-i levvame (kendini kınayan nefis) ve nefs-i mutmainne (huzura ermiş nefis). Kendini okumak, insanın nefsini terbiye ederek, onu nefs-i emmareden nefs-i mutmainneye yükseltme çabasıdır.

### **Kendini Okumamanın Sonucu: Hayvan ve Camid Hükmünde İnsan**

“Kendini oku. Yoksa hayvan ve camid hükmünde insan olmak ihtimali var” uyarısı, insanın potansiyelini gerçekleştirememesi durumunda düşebileceği hali çarpıcı bir şekilde ifade eder. İnsan, akıl, irade ve vicdan gibi üstün özelliklerle donatılmıştır. Ancak, bu özelliklerini kullanmayan bir insan, hayvanlardan veya cansız varlıklardan farkı kalmayacak bir duruma düşebilir.

– **Hayvan Hükmünde İnsan**: Hayvanlar, sevki ilahi ile hareket eder; yemek, içmek, uyumak ve üremek gibi temel ihtiyaçlarını karşılamakla yetinirler. Eğer insan, hayatını sadece bu temel ihtiyaçlara indirirse, aklını, vicdanını ve ruhunu devre dışı bırakırsa, hayvanlardan farkı kalmaz. Kur’an, bu hali şu ayetle eleştirir:
> “Onlar hayvanlar gibidir, hatta yolca daha da sapkındırlar.” (A’raf Suresi, 7/179)
Bu ayet, insanın akıl ve iradesini kullanmamasının, onu hayvani bir seviyeye düşürebileceğini vurgular. Örneğin, bir insan, sadece nefsani arzularının peşinden koşarsa, öfkesini kontrol edemezse veya bencilce davranırsa, hayvanların davranışlarına benzer bir hale gelir.

– **Camid Hükmünde İnsan**: Camid, cansız ve hareketsiz demektir. Eğer insan, aklını, kalbini ve ruhunu kullanmazsa, adeta bir taş, bir kütük gibi hareketsiz ve duyarsız bir varlık haline gelir. Bu durum, insanın Allah’ın ona verdiği sorumluluklardan kaçması, tefekkürden uzak durması ve ruhsal bir ölüme mahkûm olmasıdır. Kur’an, böyle bir hali şu ayetle tasvir eder:
> “Onların kalpleri vardır, ama anlamazlar; gözleri vardır, ama görmezler; kulakları vardır, ama işitmezler. Onlar, hayvanlar gibidir, hatta daha da sapkındırlar. İşte onlar, gafillerin ta kendileridir.” (A’raf Suresi, 7/179)

Bu ayet, insanın kendini okumamasının, onu cansız bir varlığa dönüştürebileceğini gösterir. Örneğin, bir insan, çevresindeki acılara, adaletsizliklere ve hakikatlere karşı duyarsız kalırsa, adeta bir taş gibi hareketsiz ve hissiz bir hale gelir.

### **Kendini Okumanın Yolu: Tefekkür, İbadet ve Muhasebe**

Kendini okumak, bir yolculuktur; bu yolculuk, tefekkür, ibadet ve nefis muhasebesiyle gerçekleşir. Bu yolun rehberleri, Kur’an, sünnet ve İslam alimlerinin hikmetli öğütleridir.

1. **Tefekkür: Kâinatı ve Kendini Anlamak**
Tefekkür, insanın hem kâinatı hem de kendini anlaması için bir anahtardır. İnsan, kâinattaki düzeni, güzellikleri ve hikmetleri tefekkür ederek, Allah’ın varlığına ve birliğine ulaşır. Aynı şekilde, kendi bedenini, ruhunu ve duygularını tefekkür ederek, Allah’ın ona verdiği nimetleri fark eder. Mesela, bir insan, kalbinin her an attığını, ciğerlerinin nefes aldığını ve aklının düşünce ürettiğini tefekkür ettiğinde, Allah’ın kudretine hayran kalır.

Hikmetli bir kıssa, tefekkürün önemini bize öğretir:
Bir gün, bir derviş, bir ağacın gölgesinde oturmuş, tefekküre dalmıştı. Yanına bir adam geldi ve sordu: “Ey derviş, ne düşünüyorsun?” Derviş cevap verdi: “Bu ağacı düşünüyorum. Bir tohumdan nasıl bir ağaca dönüştüğünü, dallarının gökyüzüne nasıl uzandığını, yapraklarının nasıl rüzgârla dans ettiğini düşünüyorum.” Adam şaşırdı ve dedi ki: “Bunda düşünmeye değer ne var ki?” Derviş tebessüm etti ve şöyle dedi: “Ey dost! Eğer bir ağaçta bu kadar hikmet görüyorsam, ya kendimde neler görmeliyim? Ben ki, Allah’ın halifesiyim; bir ağaç kadar bile tefekkür etmeye değmez miyim?”

Bu kıssa, insanın kendini tefekkürle okuyarak, Allah’ın ona verdiği değeri anlaması gerektiğini öğretir.

2. **İbadet: Allah ile Bağı Güçlendirmek**
Kendini okumak, Allah ile bağı güçlendirmeden mümkün değildir. İbadet, bu bağın en güçlü yoludur. Namaz, insanın kendini Allah’ın huzurunda hissetmesini sağlar; oruç, nefsini terbiye eder; zekât, bencillikten kurtarır; dua ise kalbi Allah’a açar.

İbadet, aynı zamanda insanın kendini tanımasına da vesile olur. Örneğin, bir insan, namazda secdeye vardığında, kendi acizliğini ve Allah’ın büyüklüğünü idrak eder. Bu idrak, insanın kendini okumasını ve nefsini terbiye etmesini sağlar.

3. **Nefis Muhasebesi: Kendini Sorgulamak**
Kendini okumak, aynı zamanda insanın kendini sorgulamasını gerektirir. Her günün sonunda, insan, “Bugün Allah için ne yaptım? Nefsime mi uydum, yoksa Allah’ın rızasını mı aradım?” sorularını sormalıdır. Bu muhasebe, insanın hatalarını fark etmesine, tövbe etmesine ve kendini geliştirmesine yardımcı olur.

Hz. Ömer’in (r.a.) şu sözü, nefis muhasebesinin önemini vurgular:
> “Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin.”

İbretli bir kıssa, nefis muhasebesinin değerini bize öğretir:
Bir gece, bir adam, günahlarını düşünerek ağlamaya başladı. Yanına bir dostu geldi ve sordu: “Neden ağlıyorsun?” Adam cevap verdi: “Günahlarımı düşünüyorum. Kendimi hesaba çekiyorum, ama korkuyorum ki, Allah’ın huzurunda hesap veremem.” Dostu tebessüm etti ve dedi ki: “Ey dost! Kendini hesaba çeken bir kalp, Allah’ın rahmetine yakındır. Unutma, Allah, tövbe eden kulunu sever.”

Bu kıssa, insanın kendini sorgulamasının, Allah’ın rahmetine vesile olduğunu öğretir.

### **Kendini Okuyan İnsan: Kâmil İnsan**

Kendini okuyan insan, kâmil bir insan olma yolunda ilerler. Kâmil insan, Allah’ın rızasını her şeyin üstünde tutar, nefsini terbiye eder ve çevresine faydalı olur. Kendini okuyan insan, hayvan ve camid hükmünden kurtulur; Allah’ın halifesi sıfatına layık bir varlık haline gelir.

Kendini okuyan insan, aynı zamanda kâinatı da okur. Çünkü insan, kâinatın bir özetidir; kâinat ise insanın bir aynasıdır. İnsan, kendi kalbinde Allah’ın tecellilerini gördüğünde, kâinatta da aynı tecellileri fark eder. Bu farkındalık, insanı hem Allah’a hem de insanlara karşı daha merhametli, daha adil ve daha sorumlu bir varlık haline getirir.

### **Sonuç: Kendini Okumayan İnsan, İnsan mıdır?**

“Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku. Yoksa hayvan ve camid hükmünde insan olmak ihtimali var” sözü, insanın varlık âlemindeki yerini sorgulatan, hikmetli, ibretli ve düşündürücü bir uyarıdır. İnsan, Allah’ın ona verdiği akıl, irade ve vicdan nimetlerini kullanarak kendini okumalı, nefsini terbiye etmeli ve Allah ile bağını güçlendirmelidir. Kendini okumayan insan, hayvanların hayatına veya cansız varlıkların hareketsizliğine mahkûm olur.

Ey yolcu! Unutma ki, insan olmak, sadece etten kemikten bir varlık olmak değildir; insan olmak, Allah’ın halifesi sıfatına layık bir hayat sürmektir. Öyleyse, kendini oku; tefekkürle, ibadetle ve nefis muhasebesiyle kalbinin derinliklerine in. Çünkü kendini okumayan bir insan, kâinatın en büyük kitabını da okuyamaz. Ve unutma, Kur’an’ın şu müjdesi, kendini okuyanlara bir rehberdir:
> “Ey huzur içinde olan nefis! Sen Rabbinden razı, Rabbin de senden razı olarak dön Rabbine!” (Fecr Suresi, 89/27-28)

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=jXQqtWC1uH4




İKİ BÜYÜK HAKİKAT: MARİFET VE MUHABBET.

İKİ BÜYÜK HAKİKAT: MARİFET VE MUHABBET.[1]

MARİFET, UÇSUZ BUCAKSIZ UMMAN. MUHABBET OLMAK, AŞK ANMAK VE YANMAKTIR.

İki Büyük Hakikat: Marifet ve Muhabbet.
İnsan, yaratılışından itibaren hakikati arayan bir yolcudur. Bu yolculukta, kalbinin derinliklerinde iki büyük hazineyi taşır: Marifet ve Muhabbet. Bu iki hakikat, insanın varlık âlemindeki yerini anlaması, Yaradan’la bağını güçlendirmesi ve nihayetinde kâmil bir kul olması için vazgeçilmez rehberlerdir.
Marifet, uçsuz bucaksız bir umman gibi derin ve geniş bir hakikatler deryasıdır; muhabbet ise aşkı anmak, yanmak ve varlığın özünde birleşmektir.
Marifet: Uçsuz Bucaksız Umman.
Marifet, Arapça “arafa” kökünden gelir ve “bilmek, tanımak” anlamına sahiptir. Ancak, marifet sıradan bir bilgi veya yüzeysel bir tanıma değildir. Marifet, Allah’ı tanımaktır; O’nun isimlerini, sıfatlarını, fiillerini ve yarattığı âlemdeki tecellilerini idrak etmektir. Bu, insanın aklı, kalbi ve ruhuyla giriştiği bir yolculuktur. Marifet, bir damla bilgiyle başlar, ancak bu damla, uçsuz bucaksız bir ummana dönüşür.
Kur’an-ı Kerim, marifetin önemini şu ayetle ifade eder:“Allah’a karşı ancak kulları arasında ilim sahipleri haşyet duyar.” (Fatır Suresi, 35/28)
Bu ayet, marifetin ilimle başladığını, ancak ilmin ötesine geçerek kalpte bir huşu ve hayranlık uyandırdığını gösterir. Marifet, Allah’ı bilmekle sınırlı kalmaz; aynı zamanda insanın kendini tanımasını da sağlar. Çünkü insan, Allah’ın “halife” sıfatıyla yeryüzüne gönderilmiş bir varlıktır (Bakara Suresi, 2/30). Kendini tanımayan, Allah’ı da gereği gibi tanıyamaz. Nitekim, şu hikmetli söz bu gerçeği özetler:“Kendini bilen, Rabbini bilir.”
Marifet, bir umman gibidir; çünkü bu yolculukta her adımda yeni bir hakikat keşfedilir. İnsan, Allah’ın isimlerini öğrendiğinde, her bir ismin âlemdeki tecellisini görmeye başlar. Mesela, “Er-Rahman” ismi, bir annenin yavrusuna olan şefkatinde; “El-Adl” ismi, evrendeki kusursuz düzende; “El-Mucib” ismi, bir duanın kabul edilmesinde tecelli eder. Ancak, marifet yolcusu burada durmaz; bu tecellilerin ardındaki hakikati anlamaya çalışır. Bu yolculuk, insanın aklını, kalbini ve ruhunu birleştiren bir süreçtir.Marifetin uçsuz bucaksızlığı, insanı hem hayrete düşürür hem de alçakgönüllü kılar. Çünkü insan, ne kadar bilirse bilsin, Allah’ın ilminin sonsuzluğunu idrak ettikçe kendi acizliğini daha iyi anlar. İmam Gazali, bu gerçeği şöyle ifade eder:“Marifet, Allah’ın büyüklüğünü idrak ettikçe insanın kendi küçüklüğünü fark etmesidir.”Hikmetli bir kıssa, marifetin bu ummanını anlamamıza yardımcı olabilir:
Bir gün, bir âlim, sahilde yürürken denizin kıyısında bir çocuk görür. Çocuk, elindeki küçük bir kaşıkla denizin suyunu bir çukura taşımaya çalışmaktadır. Âlim, çocuğa yaklaşır ve sorar: “Evladım, ne yapıyorsun?” Çocuk cevap verir: “Denizi bu çukura boşaltmaya çalışıyorum.” Âlim tebessüm eder ve der ki: “Bu mümkün mü? Deniz sonsuz, çukurun ise küçücük!” Çocuk, âlime bakar ve şöyle der: “Peki, ya sen? Allah’ın sonsuz ilmini küçük aklınla kavramaya çalışmıyor musun?” Âlim, bu söz üzerine derin bir tefekküre dalar ve marifetin uçsuz bucaksızlığını bir kez daha idrak eder.Bu kıssa, bize marifetin bir sonu olmadığını, ancak bu yolculuğun kendisini bile insanın kâmil bir kul olmasına vesile kıldığını öğretir. Marifet, sadece bilmek değil, bildikçe hayrete düşmek, hayrete düştükçe Allah’a daha çok yaklaşmaktır.
Muhabbet: Aşk Anmak ve Yanmaktır.
Marifet, Allah’ı tanımaksa, muhabbet ise O’nu sevmektir.
Muhabbet, kalbin Allah’a yönelişi, O’na duyulan özlem ve O’nda yok olma arzusudur. Muhabbet, aşkı anmak ve yanmaktır; çünkü gerçek muhabbet, insanın nefsini, benliğini ve dünyevi arzularını Allah’ın sevgisi uğruna feda etmesidir.Kur’an-ı Kerim, muhabbetin en güzel örneğini şu ayetle ifade eder:“İman edenler, Allah’ı sevmekte çok ileri giderler.” (Bakara Suresi, 2/165)Bu ayet, muhabbetin imanın bir meyvesi olduğunu ve Allah’a duyulan sevginin her şeyden üstün olması gerektiğini vurgular. Ancak, muhabbet sadece bir duygu değildir; aynı zamanda bir hâl, bir duruş ve bir teslimiyettir. Muhabbet, Allah’ın emirlerine uymak, yasaklarından kaçınmak ve O’nun rızasını her şeyin üstünde tutmaktır.Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), muhabbetin en mükemmel örneğini hayatıyla göstermiştir. Onun Allah’a olan sevgisi, geceleri ayakları şişene kadar ibadet etmesiyle, her an Allah’ı zikretmesiyle ve ümmetine duyduğu merhametle açıkça görülür. Bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:“Sizden biriniz, beni anne babasından, evladından ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe iman etmiş olamaz.” (Sahih-i Buhârî, İman, 8)
Bu hadis, muhabbetin bir derecesini gösterir; ancak asıl muhabbet, Allah’ı her şeyden çok sevmektir. Çünkü Peygamberimiz’e duyulan sevgi, Allah’ın sevgisine bir kapı açar.
Muhabbet, aşkı anmak ve yanmaktır; çünkü gerçek muhabbet, insanın kalbinde bir ateş yakar. Bu ateş, nefsani arzuları yakar, dünyevi bağları koparır ve insanı Allah’a daha çok yaklaştırır. Mevlana Celaleddin Rumi, bu hakikati şu dizelerle ifade eder:“Aşk, ateşten bir gömlektir; giyen yanar, ama o yanışta hayat bulur.”
Muhabbetin yanmakla olan ilişkisi, aynı zamanda bir arınma sürecidir. İnsan, Allah’a olan sevgisiyle nefsini terbiye eder, günahlarından tövbe eder ve kalbi tertemiz bir aynaya dönüşür. Bu ayna, Allah’ın nurunu yansıtır ve insan, Allah’ın muhabbetine mazhar olur.
İbretli bir kıssa, muhabbetin bu yanışını anlamamıza yardımcı olabilir:
Bir pervane, bir gece lambanın etrafında dönmeye başlar. Lambanın ışığına hayran olan pervane, ona yaklaşır ve şöyle der: “Ey ışık! Sana hayranım, seni seviyorum!” Lamba cevap verir: “Sevgi, sadece hayranlık değildir; eğer gerçekten seviyorsan, yanmayı göze almalısın.” Pervane, lambanın bu sözü üzerine düşünür ve kararını verir. Bir an gelir, ışığa o kadar yaklaşır ki, kanatları tutuşur ve yanar. Ancak, pervane yanarken bile mutludur; çünkü sevdiğine kavuşmuştur.
Bu kıssa, muhabbetin fedakârlık gerektirdiğini ve gerçek sevginin, sevilen uğruna yanmayı göze almak olduğunu öğretir. Allah’a duyulan muhabbet de böyledir; insan, Allah’ın sevgisi uğruna dünyevi arzularını, nefsini ve benliğini feda etmelidir.
Marifet ve Muhabbet Arasındaki İlişki.
Marifet ve muhabbet, birbirinden ayrılmaz iki hakikattir. Marifet, muhabbetin temelidir; çünkü insan, tanımadığı bir varlığı sevemez. Allah’ı tanıyan bir kalp, O’na hayranlık duyar ve bu hayranlık, muhabbete dönüşür. Ancak, muhabbet de marifeti besler; çünkü Allah’ı seven bir kalp, O’nu daha çok tanımak ister. Bu, bir dönüşümdür; marifet muhabbeti, muhabbet marifeti artırır.
İmam Gazali, bu ilişkiyi şöyle ifade eder:“Marifet, kalpte bir ışık yakar; muhabbet ise o ışığın ateşe dönüşmesidir.”Marifet, insanı Allah’ın büyüklüğüne hayran bırakırken, muhabbet bu hayranlığı bir aşka dönüştürür. Marifet, akıl ve kalp ile yapılır; muhabbet ise ruhun teslimiyetiyle yaşanır.
Bir âlim, Allah’ın ilmini öğrenerek marifete ulaşabilir; ancak bir âşık, Allah’ın sevgisiyle yanarak muhabbete erişir.
Hikmetli ve İbretli Dersler.
Marifet ve muhabbet, insanın dünya ve ahiret hayatını şekillendiren iki büyük hakikattir. Bu hakikatlerden çıkarılacak bazı dersler şunlardır:
Marifet, Alçakgönüllü Kılar:
Marifet yolcusu, Allah’ın ilminin sonsuzluğunu idrak ettikçe, kendi acizliğini fark eder. Bu, insanı kibirden uzaklaştırır ve alçakgönüllü bir kul olmaya teşvik eder.
Muhabbet, Fedakârlık Gerektirir: Allah’ı sevmek, sadece sözle değil, amelle gösterilmelidir. Bu, Allah’ın emirlerine uymak, yasaklarından kaçınmak ve O’nun rızasını her şeyin üstünde tutmaktır.
Marifet ve Muhabbet, Birlikte Kemale Erdirir:
İnsan, sadece marifetle yetinirse, kuru bir bilgiye mahkûm olur; sadece muhabbetle yetinirse, kör bir aşka düşer. Ancak, marifet ve muhabbet birleştiğinde, insan kâmil bir kul olur.
Dünya, Bir İmtihan Sahnesidir:
Marifet ve muhabbet, dünya hayatında insanı Allah’a yaklaştıran iki rehberdir. İnsan, bu dünyada Allah’ı tanıma ve sevme imtihanından geçer; nihayetinde, Allah’a dönerek bu imtihanın sonucunu görür.
Sonuç: Hakikat Yolculuğunda Marifet ve Muhabbet.
Marifet ve muhabbet, insanın varlık âlemindeki yolculuğunda iki vazgeçilmez hakikattir. Marifet, uçsuz bucaksız bir umman gibi insanı Allah’ın hakikatlerine davet eder; muhabbet ise aşkı anmak ve yanmakla insanı Allah’ın sevgisine ulaştırır. Bu iki hakikat, birbirini tamamlar ve insanı kâmil bir kul olmaya yönlendirir.
Ey yolcu! Unutma ki, Allah’ı tanımadan O’nu sevemezsin; O’nu sevmeden de kâmil bir imana ulaşamazsın. Öyleyse, marifet ummanında yüzmeye ve muhabbet ateşinde yanmaya hazır ol. Çünkü bu yolculuk, seni asıl vatanına, yani Allah’ın huzuruna götürecektir. Ve unutma, Kur’an’ın şu müjdesi, marifet ve muhabbet yolcularına bir rehberdir:
“Ey huzur içinde olan nefis! Sen Rabbinden razı, Rabbin de senden razı olarak dön Rabbine!” (Fecr Suresi, 89/27-28)

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=zxrBKF-QESs