WWW.TESBİTLER.COM SİTEM HAKKINDA GENEL BİR DEĞERLENDİRME

WWW.TESBİTLER.COM SİTEM HAKKINDA GENEL BİR DEĞERLENDİRME


Mehmet Özçelik tarafından oluşturulan ve “Tesbitler – İslâm Bilgi Arşivi” adını taşıyan bir dijital platformun içeriğini yansıtmaktadır. Bu platform, İslam dini, Kur’an, hadisler, İslami eserler, eğitim, tarih, kültür ve güncel konular hakkında geniş bir bilgi arşivi sunmayı amaçlamaktadır.

### 1. Platformun Genel Amacı ve Kimliği

– **Platformun Adı ve Sahibi**: “Tesbitler – İslâm Bilgi Arşivi”, Mehmet Özçelik tarafından yönetilen bir dijital içerik platformudur. Mehmet Özçelik, kendisini bir yazar, araştırmacı ve içerik üreticisi olarak tanımlamaktadır. Platform, İslam dini ve kültürüne dair bilgi paylaşımı yapmayı hedeflemektedir.
– **Web Adresi**: Platformun ana web sitesi `[http://www.tesbitler.com`]www.tesbitler.com` olarak belirtilmiştir. Ayrıca, `[http://www.mehmetözçelik.com.tr`]www.mehmetözçelik.com.tr` adresi de platformun bir parçası veya bağlantılı bir site olarak görünmektedir.
– **Dil ve Erişim**: Platform, “Sitemiz Tüm Dillerde” ifadesiyle uluslararası bir kitleye hitap etmeyi amaçladığını vurgulamaktadır. Bu, içeriğin farklı dillere çevrilmiş olabileceğini veya çeviri araçlarıyla erişilebilir olduğunu gösterebilir.
– **Mobil Uygulama ve Radyo**: Platform, mobil uygulama (`Google Play` üzerinden erişilebilir) ve 24 saat yayın yapan bir radyo hizmeti (`Radyo Mehmet Özçelik`) sunmaktadır. Ayrıca, masaüstü radyo player indirme seçeneği de mevcuttur.

### 2. İçerik Yapısı ve Kategoriler

Belge, platformun geniş bir içerik yelpazesine sahip olduğunu göstermektedir. İçerik, farklı kategoriler altında organize edilmiştir ve hem yazılı hem de sesli/video formatlarında sunulmaktadır. Aşağıda, platformun ana içerik kategorileri ve öne çıkan özellikleri detaylı bir şekilde açıklanmıştır:

#### a) Ana Kategoriler
Platformun içeriği, İslam dini, tarih, eğitim, kültür ve güncel olaylar gibi çeşitli konuları kapsamaktadır:

– **Bediüzzaman Risale-i Nur (814)**: Risale-i Nur Külliyatı’na odaklanan içeriklerin en büyük kategoriyi oluşturduğu görülmektedir. Bu, platformun Said Nursi’nin eserlerine özel bir önem verdiğini gösteriyor.
– **CHATGPT VE YAPAY ZEKA SOHBET VE YAZILARI (505)**: Yapay zeka teknolojileri ve özellikle ChatGPT ile ilgili içeriklere yoğun bir şekilde yer verilmiştir. Bu, platformun modern teknolojilere olan ilgisini ve bu teknolojilerin dini içerikle ilişkilendirilmesi çabasını yansıtmaktadır.
– **YOUTUBE VIDEOLARIM ve SON YAZILARIM (809)**: Mehmet Özçelik’in YouTube platformunda paylaştığı videolar ve son yazılar bu kategoride yer almaktadır. Bu, platformun multimedya içerik üretimine önem verdiğini göstermektedir.
– **Kur’an Denizinden Damlalar (91)**: Kur’an-ı Kerim’den alıntılar, yorumlar ve tefsirler bu kategoride paylaşılmaktadır.
– **İslam ve İslam Esasları (19)**, **İslamda Kadın ve Aile (31)**, **İbadetler ve Dini Hayat (52)**: İslam dininin temel prensipleri, ibadetler ve aile hayatı gibi konulara odaklanan içerikler.
– **Yahudilik ve Hristiyanlık (14)**: Diğer dinler hakkında bilgi veren bir kategori.
– **Sosyal Hayat (34)**, **Tarih ve Osmanlı (5)**: Toplumsal meseleler ve Osmanlı tarihi gibi konuları kapsayan içerikler.
– **Tenvirler (237)**, **Tesbitler (86)**, **Teshisler (402)**: Mehmet Özçelik’in özgün analizlerini, yorumlarını ve tespitlerini ihtiva eden kategoriler.

#### b) Multimedya ve Sesli İçerikler
Platform, yazılı içeriklerin yanı sıra sesli ve video formatında içerikler de sunmaktadır:
– **Sesli Risale-i Nur**: Risale-i Nur Külliyatı’nın sesli versiyonları, farklı formatlarda (örneğin, AMR formatında) indirilebilir şekilde sunulmaktadır. Bu içeriklere Mega.nz gibi bulut depolama hizmetleri üzerinden erişim sağlanmaktadır.
– **Sesli Meal (Hasan Basri Çantay)**: Kur’an-ı Kerim’in Hasan Basri Çantay tarafından yapılan mealinin sesli versiyonu, Mehmet Özçelik tarafından okunmuş ve farklı formatlarda sunulmuştur.
– **Video Arşivi**: YouTube ve Telegram üzerinden erişilebilen video içerikler, özellikle “Kur’an Denizinden Damlalar” gibi serilerle dikkat çekmektedir.
– **Radyo Hizmeti**: 24 saat yayın yapan “Radyo Mehmet Özçelik”, kullanıcıların dini içeriklere sürekli erişim sağlamasını amaçlamaktadır.

#### c) Arama Sonuçları ve Anahtar Kelimeler
Platform, belirli anahtar kelimeler için arama sonuçları sunmaktadır. Örneğin:
– **İrfan**: 6 sonuç
– **Melek**: 124 sonuç
– **Vahiy**: 281 sonuç
– **Şeytan**: 99 sonuç
– **Günah**: 187 sonuç
Bu arama sonuçları, platformun İslam diniyle ilgili belirli kavramlara odaklandığını ve kullanıcıların bu kavramlar hakkında detaylı bilgi edinebileceğini göstermektedir.

#### d) Güncel ve Tarihi Konular
Platform, sadece dini içeriklerle sınırlı kalmamakta, aynı zamanda güncel ve tarihi konulara da yer vermektedir. Örneğin:
– **6 Şubat Depremi**: Türkiye’de 2023 yılında yaşanan deprem felaketiyle ilgili içerik.
– **Gazze ve İsrail Vahşeti – Yahudilik**: Filistin-İsrail çatışması ve Yahudilikle ilgili analizler.
– **Eğitim ve Sanatta Yahudi Etkisi**: 1935 yılında Türkiye’ye gelen Yahudi akademisyenler ve eğitim sistemine etkileri hakkında detaylı bir inceleme.

### 3. Öne Çıkan İçerikler ve Temalar

Belge, platformun içeriklerinden bazılarını detaylı bir şekilde ele almaktadır. Aşağıda, bu içeriklerden bazıları ve temel temaları açıklanmıştır:

#### a) Kur’an-ı Kerim ve Tefsir
– Platform, Kur’an-ı Kerim’den alıntılar, mealler ve tefsirler sunmaktadır. Örneğin, “İrfan” ve “Melek” kelimeleri için yapılan aramalar, ilgili ayetlerin detaylı açıklamalarını içermektedir.
– **İrfan**: Kur’an’da “ma’ruf” kavramıyla ilişkilendirilen irfan, iyilikle emretme ve kötülükten sakındırma anlamında kullanılmıştır (örneğin, Âl-i İmrân Suresi 114. Ayet).
– **Melek**: Meleklerle ilgili 124 ayet listelenmiş ve meleklerin Allah’ın emriyle hareket eden varlıklar olduğu vurgulanmıştır (örneğin, Bakara Suresi 30-34. Ayetler).

#### b) Cehennem ve Kafirlerin Azapları
– Belge, “Adalet mi Merhamet mi?” başlıklı bir bölümde, cehennem ve kafirlerin azaplarıyla ilgili ayetler ve hadisler paylaşmaktadır. Örneğin:
– **Bakara Suresi 161-162**: Kafirlerin ebedi olarak cehennemde kalacağı ve azaplarının hafifletilmeyeceği belirtilmiştir.
– **Nisâ Suresi 56**: İnkarcıların derilerinin sürekli yenilenerek azap çekeceği vurgulanmıştır.
– Bu bölüm, İslam’da adalet ve merhamet kavramlarının dengesini de tartışmaktadır. Allah’ın hem adil hem de merhametli olduğu, adaletin hakların korunmasını, merhametin ise affetmeyi sağladığı ifade edilmiştir.

#### c) Güncel Olaylar ve Teknoloji
– Platform, güncel olaylara ve teknolojilere de yer vermektedir. Örneğin, “CHATGPT VE YAPAY ZEKA SOHBET VE YAZILARI” kategorisi, yapay zeka teknolojilerinin dini içerikle ilişkilendirilmesi çabasını yansıtmaktadır.
– 6 Şubat 2023 depremi ve Gazze’deki çatışmalar gibi güncel olaylar da platformun gündeminde yer almaktadır.

### 4. Hedef Kitle ve Kullanım Alanları

– **Hedef Kitle**: Platform, İslam dini ve kültürüne ilgi duyan, özellikle dini eğitim almak isteyen bireyleri hedeflemektedir. Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’na özel bir vurgu yapıldığı için, bu eserlere ilgi duyan Nurcular ve dini cemaatler de önemli bir hedef kitleyi oluşturabilir. Ayrıca, güncel olaylar ve teknolojiye ilgi duyan daha geniş bir kitleye de hitap etmeye çalışmaktadır.
– **Kullanım Alanları**:
– **Dini Eğitim**: Kur’an, hadis, tefsir ve Risale-i Nur gibi kaynaklar, dini eğitim almak isteyenler için bir rehber niteliğindedir.
– **Araştırma**: İslam dini, tarih ve güncel olaylar üzerine araştırma yapan öğrenciler, akademisyenler ve meraklılar için kaynak sunar.
– **Multimedya Kullanımı**: Sesli ve video içerikler, özellikle okuma alışkanlığı olmayan veya işitsel öğrenmeyi tercih eden kullanıcılar için uygundur.
– **Toplumsal Tartışmalar**: Adalet, merhamet, Yahudilik ve güncel olaylar gibi konularda fikir alışverişi yapmak isteyenler için bir platform sağlar.

### 5. Teknik Özellikler ve Erişim

– **Mobil Uygulama**: Platform, Google Play üzerinden erişilebilir bir mobil uygulama sunmaktadır (`https://play.google.com/store/apps/details?id=com.Tenvir`). Bu, kullanıcıların içeriğe mobil cihazlardan kolayca erişmesini sağlamaktadır.
– **Radyo Hizmeti**: 24 saat yayın yapan radyo, dini içeriklere sürekli erişim imkanı sunar. Masaüstü radyo player indirme seçeneği de mevcuttur.
– **Bulut Depolama**: Sesli ve video içerikler, Mega.nz ve Google Drive gibi bulut depolama hizmetleri üzerinden paylaşılmaktadır. Örneğin:
– Sesli Risale-i Nur: `https://mega.nz/#Ftany12CiClmgs4zlTkNca6WEGPuSNJW`
– Sesli Meal: `https://mega.nz/#FISXhRUb6CltrBVtt-mN2PI3vOrmVATzg`
– **Telegram Kanalları**: Platform, Telegram üzerinden birden fazla kanal işletmektedir. Örneğin:
– `https://t.me/Tesbitler`
– `https://t.me/kurandenizindendamlalar`
Bu kanallar, kullanıcıların içeriklere hızlı bir şekilde erişmesini sağlamaktadır.
– **Ziyaretçi İstatistikleri**: Belge, her bir sayfa veya içerik için ziyaretçi sayılarını listelemiştir. Örneğin, bazı içeriklerin ziyaretçi sayıları 2 ile 474 arasında değişmektedir. Bu, platformun kullanım yoğunluğunun içeriklere göre farklılık gösterdiğini gösteriyor.

### 6. Platformun Güçlü Yönleri

#### Güçlü Yönler:
1. **Kapsamlı İçerik**: Platform, İslam dini, tarih, kültür ve güncel olaylar gibi geniş bir yelpazede içerik sunmaktadır.
2. **Multimedya Desteği**: Yazılı, sesli ve video formatlarında içerik sunması, farklı öğrenme tercihlerine hitap etmektedir.
3. **Erişim Kolaylığı**: Mobil uygulama, radyo hizmeti ve bulut depolama gibi araçlar, içeriğe kolay erişim sağlamaktadır.
4. **Güncellik**: Güncel olaylara (deprem, Gazze çatışması) ve teknolojilere (yapay zeka) yer vermesi, platformu dinamik kılmaktadır.
5. **Uluslararası Erişim**: İçeriğin tüm dillere çevrilebilir olması, uluslararası bir kitleye hitap etme potansiyelini artırmaktadır.

### 7. Platformun Potansiyel Etkisi ve Öneriler

– **Potansiyel Etki**: Platform, özellikle dini eğitim ve Risale-i Nur Külliyatı’na ilgi duyan bireyler için önemli bir kaynak olabilir. Ayrıca, güncel olaylar ve teknolojiyle ilişkilendirilen içerikler, daha geniş bir kitleye ulaşma potansiyeli taşımaktadır.

### 8. Sonuç

“Tesbitler – İslâm Bilgi Arşivi”, İslam dini, tarih, kültür ve güncel olaylar hakkında kapsamlı bir bilgi platformu sunmayı amaçlayan bir projedir. Mehmet Özçelik’in liderliğinde geliştirilen bu platform, özellikle Risale-i Nur Külliyatı’na ve dini eğitime odaklanırken, modern teknolojiler ve güncel olaylara da yer vererek geniş bir kitleye hitap etmeye çalışmaktadır. Multimedya desteği, mobil uygulama ve radyo hizmeti gibi özellikler, platformun erişilebilirliğini artırmaktadır. Ancak, dil kullanımı, tarafsızlık ve kullanıcı deneyimi gibi konularda iyileştirmeler yapılması, platformun etkisini ve erişimini artırabilir.

 

 




HERŞEY ALLAH’I TESBİH EDER

HERŞEY ALLAH’I TESBİH EDER[1]

“O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur;fakat siz onların tesbihlerini anlamazsınız.” İsra. 44. Herşey nasıl Allah der.


Her Şey Allah’ı Tesbih Eder: Sessizlerin Dilinden Bir Şahitlik

İnsan, kainata bakıp da onu sessiz, cansız ve ruhsuz sanabilir. Taşları, ağaçları, yıldızları, denizleri ve rüzgarları sadece maddi bir varlık olarak görebilir. Oysa Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’de bizlere çok büyük bir hakikati bildirir:

“O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur; fakat siz onların tesbihlerini anlamazsınız.” (İsra, 44)

Bu ayet, varlıkların görünmeyen ama gerçek olan bir yönünü açıklıyor. Her şey Allah’ı tesbih eder, fakat biz onların dilini bilemeyiz. Peki, cansız gibi gördüğümüz varlıklar nasıl tesbih eder? Gelin, bu büyük hakikatin sırlarına birlikte bakalım.

Sessizliğin İçindeki Ses

Bir gün bir adam, çölde yolculuk yaparken bir ağacın altına oturdu. Yorulmuş, düşüncelere dalmıştı. Gözleri etraftaki kumlara, taşlara, kurumuş dallara takıldı. İçinden şöyle geçirdi:

“Bu taşlar, kumlar ve kurumuş dallar sessiz ve ruhsuzdur. Belli ki hiçbir şeye şahit değiller, hiçbir şey hissetmiyorlar.”

Tam o anda, bir ses duydu kalbinin derinliklerinden:

“Biz sessiz değiliz. Biz şahitlik ediyoruz. Biz de Allah’ı anıyoruz. Ama sen bizim dilimizi bilmiyorsun.”

Adam hayretle irkildi. Kendi iç dünyasında yankılanan bu sözleri düşündü. Kur’an’daki ayeti hatırladı:

“Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korktular. Onu insan yüklendi…” (Ahzab, 72)

Demek ki dağlar bile bir bilinç sahibiydi. Gökler ve yer bile bir emanet karşısında ürpermişti. Öyleyse nasıl sessiz olabilirlerdi?

Bir Taşın Dilinden

Bir taş, yeryüzünün en sessiz varlıklarından biridir. Ama düşünelim: Hacerü’l-Esved taşı neden bu kadar kutsaldır? Peygamber Efendimiz (s.a.v.), o taş hakkında şöyle buyurmuştur:

“Hacerü’l-Esved, kıyamet günü kendisini selamlayanlara şahitlik edecektir.”

Demek ki taşlar bile şahitlik eder. Hz. Davud’un elinde taşlar Allah’ı zikretmiştir. Uhud Dağı, Efendimiz (s.a.v.)’i saklamış ve onun sevgisine mazhar olmuştur.

Bir Ağacın Fısıltısı

Bir adam, bir gün bahçesindeki kuru ağacın kesilmesini emretti. Ağaç kesildiğinde, içinin tamamen çürüdüğünü gördü. Meğer ağaç, kökleriyle toprağı tutuyor, oradaki hayatı besliyor, birçok canlının yuvası oluyormuş. Ağaç, Allah’ın verdiği görevi sessizce yerine getiriyordu.

Kur’an bize anlatıyor ki, ağaçlar ve bitkiler bile Allah’a secde eder:

“Yıldızlar ve ağaçlar secde ederler.” (Rahman, 6)

İbn Abbas (r.a.) bu ayeti şöyle açıklıyor: “Ağaçların secdesi, dallarını yere eğmeleridir.”

O halde bir ağacın rüzgarda eğilişi, aslında Allah’a bir teslimiyet nişanesi değil midir?

Denizler, Rüzgarlar ve Yıldızların Tesbihi

Denizler Allah’ı dalgalarıyla, rüzgarlar esintisiyle, yıldızlar ışıklarıyla tesbih ederler.

Bazen bir fırtına kopar, denizler dalgalanır. Bazen bir yıldız kayar, bazen bir rüzgar uğuldar. Bunlar rastgele hareketler mi, yoksa bir zikrin yeryüzüne yansıyan yansımaları mı?

Kur’an diyor ki:

“Göklerde ve yerde kim varsa O’na boyun eğer.” (Rum, 26)

Demek ki, denizlerin dalgaları, gökyüzünün sonsuz düzeni, rüzgarların eserken oluşturduğu ahenk; hepsi bir tesbih, bir secde halidir.

İnsanın Görevi: Anlamak ve Şahit Olmak

Peki biz insanlar, bu büyük zikre nasıl katılabiliriz?

1. Şükür ile Tesbih Etmek: Her nefesin, her nimetin Allah’ın bir ikramı olduğunu bilerek şükretmek.

2. Tabiata Duyarlı Olmak: Çevremizdeki her varlığın Allah’ın bir ayeti olduğunu unutmamak.

3. Zikir ile Ruhumuzu Canlandırmak: Tıpkı taşların, ağaçların ve yıldızların yaptığı gibi Allah’ı zikretmek.

Sonuç: Sessizlerin Dilini Anlamak

Her şey Allah’ı tesbih ediyor. Ama biz duyamıyoruz, çünkü içimizdeki derinliği kaybettik. Eğer gözlerimizi ve gönlümüzü açarsak, her şeyin Allah dediğini işitebiliriz.

Belki bir rüzgarın uğultusunda, belki bir dalın eğilişinde, belki bir taşın sessizliğinde…

Eğer gerçekten dinlersek, kainatın büyük bir zikir halkası olduğunu fark edebiliriz. Ve biz de bu zikre katılabiliriz.

“O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur; fakat siz onların tesbihlerini anlamazsınız.” (İsra, 44)

Öyleyse, anlamaya çalışalım. Çünkü anlamak, insanın en büyük sorumluluğudur.

@@@@@@

İsra Suresi 44. ayet-i kerimeye dayanarak, her şeyin Allah’ı tesbih ettiğini, fakat insanların bu tesbihi anlamaktan aciz olduğunu ifade eden bu derin manayı hikmetli, ibretli ve düşündürücü bir şekilde ele alan bir makale yazabilirim. Aşağıda, bu konuyu hem Kur’an-ı Kerim’in hem de akıl ve tefekkürün ışığında ele alan bir makale sunuyorum:

### “Her Şey Allah’ı Tesbih Eder, Lakin Siz Anlamazsınız”
#### (İsra Suresi, 44. Ayet Üzerine Bir Tefekkür)

“Göklerde ve yerde ne varsa, O’nu hamd ile tesbih eder; fakat siz onların tesbihlerini anlamazsınız.” (İsra, 44)

Bu ayet-i kerime, kainatın her zerresinde saklı olan bir hakikati gözler önüne serer: Yaratılan her şey, Allah’ı tesbih etmektedir. Ancak insan, bu büyük koroyu duymaktan, anlamaktan ve hissetmekten çoğu zaman acizdir. Peki, bu tesbih nedir? Her şey nasıl Allah’ı zikreder? Ve biz, bu ilahi senfoniyi neden işitemeyiz? Bu sorular, hem hikmet hem ibret hem de tefekkürle dolu bir yolculuğa davet eder bizi.

### 1. Tesbih Nedir? Kainatın Dili
Tesbih, Allah’ı her türlü noksan sıfatlardan tenzih etmek, O’nu yüceltmek ve O’na hamd etmektir. İnsan, tesbihi kelimelerle, dua ile ve ibadetle yapar. Ancak ayet bize gösteriyor ki, tesbih yalnızca insanlara mahsus bir eylem değildir. Kainatta var olan her şey -gökler, yer, dağlar, taşlar, ağaçlar, hayvanlar, hatta bir yaprağın rüzgarda hışırtısı- kendi diliyle Allah’ı tesbih eder. Bu, onların yaratılış gayesidir; çünkü her varlık, Allah’ın kudretini, ilmini ve hikmetini yansıtan bir aynadır.

Mesela, bir ağacın dalında açan çiçek, renkleriyle, kokusuyla ve ahengiyle Allah’ın cemalini tesbih eder. Bir kuşun kanat çırpması, gökyüzünde süzülmesi, Allah’ın rahmetini ve kudretini zikreder. Bir dağın heybetli duruşu, Allah’ın azametini haykırır. Ancak insan, çoğu zaman bu tesbihi duymaz, çünkü onun kulağı, bu ilahi dili anlamak için yeterince hassas değildir. Bu, insanın gaflet perdesiyle örtülü oluşundandır.

### 2. Her Şeyin Tesbihi: Hikmet ve İbret
Peki, cansız varlıklar nasıl tesbih eder? Bu sorunun cevabı, yaratılışın derin hikmetinde saklıdır. Kur’an-ı Kerim, bize birçok ayetle bu hakikati hatırlatır. Mesela, Rad Suresi 13. ayetinde gök gürültüsünün Allah’ı hamd ile tesbih ettiği belirtilir. Hac Suresi 18. ayetinde ise dağların, kuşların ve gölgelerin bile Allah’ı tesbih ettiği ifade edilir. Bu ayetler, kainatın bir tesbih korosu olduğunu ve her varlığın bu koroda bir nağme olduğunu gösterir.

Bir yağmur damlasını düşünelim. Gökyüzünden yeryüzüne inen bu damla, Allah’ın rahmetini, nizamını ve hikmetini anlatır. Onun düşüşü, toprağı canlandırması, bitkileri yeşertmesi, bir tesbih değil midir? Ya da bir arının bal yapmasındaki mucizevi düzen, Allah’ın ilmini ve kudretini zikretmez mi? İşte bu, kainatın tesbihidir: Her varlık, yaratılış gayesine uygun bir şekilde hareket ederek, Allah’ın isimlerini ve sıfatlarını yansıtır.

İbret şudur ki, insan bu tesbih korosuna çoğu zaman sağır kalır. Modern hayatın gürültüsü, teknolojinin cazibesi ve nefsin arzuları, insanın bu ilahi dili anlamasını zorlaştırır. Oysa kainat, her an bize Allah’ı hatırlatmak için bir ayna gibi karşımızdadır. Bir ağacın gölgesinde otururken, bir kuşun ötüşünü dinlerken ya da bir yıldızın gökyüzündeki parıltısına bakarken, eğer tefekkür edersek, bu tesbihi duymak mümkün olabilir.

### 3. Neden Anlamıyoruz? Tefekkürün Önemi
Ayetin sonunda, “Fakat siz onların tesbihlerini anlamazsınız” ifadesi, insanın acziyetine ve aynı zamanda sorumluluğuna işaret eder. İnsan, kainattaki bu tesbihi anlamak için çaba göstermelidir. Bu çaba, tefekkürdür. Tefekkür, kainat kitabını okumak, Allah’ın isimlerini ve sıfatlarını varlıkların aynasında görmektir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Bir saat tefekkür, bir yıl nafile ibadetten hayırlıdır” buyurmuştur. Tefekkür, insanın kalp gözünü açar ve kainatın tesbihini duymasını sağlar. Mesela, bir kar tanesinin eşsiz geometrik yapısını gören bir insan, Allah’ın sanatını ve hikmetini tefekkür eder. Bir çiçeğin açılışındaki mucizevi düzeni fark eden bir kalp, Allah’ın rahmetini ve kudretini zikreder.

Ancak tefekkür, sadece görmekle değil, görmekten öteye geçmekle mümkündür. İnsan, kainattaki her varlığın bir “ayet” olduğunu anlamalıdır. Kur’an, kainatı bir kitap olarak tanımlar ve her varlık, bu kitabın bir harfidir. İnsan, bu harfleri okuyarak, Allah’ın birliğini, kudretini ve rahmetini idrak edebilir.

### 4. İnsan ve Tesbih: Sorumluluğumuz
İsra Suresi 44. ayet, bize aynı zamanda bir sorumluluk yükler. Eğer kainattaki her şey Allah’ı tesbih ediyorsa, insanın bu tesbih korosuna katılması gerekmez mi? İnsan, akıl ve irade sahibi bir varlık olarak, bu tesbihi bilinçli bir şekilde yapmalıdır. Namaz, dua, zikir ve ibadet, insanın tesbihidir. Ancak tesbih, sadece dilde değil, kalpte ve amelde de olmalıdır. İnsan, hayatını Allah’ın rızasına uygun bir şekilde yaşayarak, kainatın tesbihine katılabilir.

Unutmayalım ki, insan kainatın bir özetidir. Bediüzzaman Said Nursi, “İnsan, kainatın bir misal-i musağğarıdır” der. Yani, kainatta bulunan her şey, insanın içinde de bir yansıma bulur. Kainat Allah’ı tesbih ederken, insanın kalbi, aklı ve ruhu da bu tesbihe katılmalıdır. Eğer insan gaflete düşer ve bu tesbihi unutursa, kainatın ahengine aykırı bir ses çıkarır.

### 5. Son Söz: Kainatın Tesbihine Kulak Verelim
İsra Suresi 44. ayet, bize kainatın bir tesbih korosu olduğunu ve her varlığın bu koroda bir nağme olduğunu öğretir. Ancak insan, bu koroyu duymak için tefekkür etmeli, gafletten uyanmalı ve kainat kitabını okumalıdır. Bir çiçeğin açılışında, bir kuşun ötüşünde, bir dağın heybetinde Allah’ın isimlerini görmek, insanın en büyük ibadetlerinden biridir.

Ey insan! Kainatın tesbihine kulak ver. Gökyüzüne bak, yıldızların nasıl Allah’ı zikrettiğini düşün. Toprağa dokun, rahmetin nasıl tecelli ettiğini hisset. Ve unutma ki, sen de bu tesbih korosunun bir parçasısın. Öyleyse, dilinle, kalbinle ve amelinle Allah’ı tesbih et. Çünkü kainat, her an “Subhanallah” derken, senin de bu zikre katılman gerekmez mi?

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=mCTpof6xluI&t=47s




KÂİNATTAN HÂLIK’INI SORAN BİR SEYYAHIN MÜŞAHEDESİ

KÂİNATTAN HÂLIK’INI SORAN BİR SEYYAHIN MÜŞAHEDESİ[1]

Kâinattan Hâlıkını soran bir seyyahın müşahedatıdır.

O seyyah biz olarak o musahedatimizi nasıl ifade edebiliriz
Konuyla ilgili hikmetli,ibretli ve düşündürücü bir makale yazar mısın

Kâinattan Hâlık’ını Soran Bir Seyyahın Müşahedatı

İnsan, şu dünyaya gözlerini açtığı andan itibaren büyük bir yolculuğa çıkar. Bu yolculuk, sadece doğum ile ölüm arasındaki bir ömür serüveni değil; aynı zamanda hakikati arama, varoluşun sırrını çözme ve yaratılışın arkasındaki kudreti anlama çabasıdır. İşte bu sebeple insan, kâinattan Hâlık’ını soran bir seyyah gibidir. O, her gördüğüne, her hissettiğine ve her düşündüğüne bir anlam yükler; varlığın arkasındaki hakikati arar.

Bu seyyah olarak biz, gözlerimizi kâinat kitabına çevirir, her sayfasında Yaratıcı’nın tecellilerini görmeye çalışırız. İşte o müşâhedelerden birkaçı:

1. Semanın Sessiz Feryadı: Sonsuzluk ve Kudret

Geceleri yıldızlı bir gökyüzüne baktığımızda, uçsuz bucaksız bir âlemin içinde olduğumuzu fark ederiz. Binlerce, hatta milyarlarca yıldız, belli bir düzen içinde hareket eder. Samanyolu gibi devasa galaksiler, içlerinde trilyonlarca yıldız barındırır ama bu dev sistemde en ufak bir düzensizlik yoktur.

Bu noktada bir seyyah olarak kendimize şu soruyu sorarız:
Bu sistem nasıl var oldu?
Eğer bir saat kendi kendine meydana gelemiyorsa, göklerin ve yıldızların bu muhteşem nizamı nasıl sahipsiz olabilir?

Gökler, sonsuz bir kudretin eseri olduğunu fısıldar bize. İşte bu noktada seyyah olan biz, “Sübhânallah! Bu sonsuz düzen, sonsuz bir ilim ve kudreti göstermez mi?” deriz.

2. Bahar: Yeniden Dirilişin ve Rahmetin Müşahedesi

Kışın soğuk ve ölü toprağı altında saklanan tohumlar, baharla birlikte canlanır. Kurumuş dallar yeşerir, her yer çiçeklerle süslenir, ağaçlar meyve vermeye başlar. Oysa bahar öncesinde her şey ölü gibidir. İşte bu noktada bir seyyah olarak düşündüğümüzde şu gerçekle yüzleşiriz:

Ölü gibi duran bir tohum nasıl canlanır?
Kim, kuru bir dalı yemyeşil yapraklarla donatabilir?
Bu dönüşüm kendi kendine mi olur, yoksa Rahîm bir Yaratıcı’nın kudretiyle mi gerçekleşir?

Kur’an-ı Kerim’de Rabbimiz şöyle buyurur:
“Ölü toprağa hayat veren Biziz.” (Kâf, 11)

O halde baharı seyreden bir seyyahın diliyle konuşacak olsak:
“Ey Rahman! Senin rahmetin her yere ulaşmış. Senin kudretinle ölü toprak diriliyor, Senin ihsanınla biz rızıklanıyoruz.” deriz.

3. İnsan: Sanatkârını Gösteren En Büyük Delil

Kendi varlığımıza baktığımızda, her şeyin mükemmel bir ölçüyle yaratıldığını görürüz. Bir damla sudan yaratılan insan, aklıyla kâinatı çözmeye çalışır, sanatıyla eserler ortaya koyar, duygularıyla derin anlamlar keşfeder. Gözümüz, elimiz, kalbimiz, beynimiz ve ruhumuz… Hepsi mükemmel bir uyum içindedir.

Seyyah olarak bu büyük gerçeği fark ettiğimizde sorarız:

Bu düzen nasıl ortaya çıktı?
Bir hücreden göz, kulak, akıl ve kalp nasıl meydana gelir?
Görmek için göz, duymak için kulak gerekmez mi? O halde gözü yaratan, görmeyi de bilen değil midir?

İnsan, varlığıyla bile kendi Hâlık’ını gösteren en büyük delildir. O hâlde biz seyyah olarak bu müşâhedemizi şöyle ifade ederiz:

“Ey Rabbim! Beni yoktan var eden Sensin. Bana görmeyi, düşünmeyi, hissetmeyi, anlamayı veren Sensin. Senin eserlerin içindeyim ve her yanımda Senin sanatını görüyorum.”

4. Ölüm: Sonsuz Hayatın Habercisi

Bir seyyah olarak en büyük müşâhedelerimizden biri de ölümdür. İnsan bu dünyada doğar, büyür, yaşlanır ve ölür. Ama her gidenin yerine yenisi gelir. Tıpkı mevsimlerin dönüşümü gibi, insan da bir süre yaşar, sonra bu dünyadan ayrılır.

Ancak aklımıza şu soru gelir:
Ölüm, gerçekten bir son mudur?
Eğer her bahar, ölü toprağı canlandırıyorsa, insanı yaratan kudret de onu yeniden diriltmeye kadir değil midir?

Bir meyve çekirdeği bile toprağa düşüp yeniden ağaç oluyorsa, insan ruhu neden sonsuz hayata kavuşmasın? İşte burada seyyah olarak biz, Rabbimizin şu vaadini hatırlarız:

“Sizi ilk defa yaratan Allah, sizi yeniden diriltmeye de kadirdir.” (Rum, 27)

O halde, seyyahın diliyle konuşursak:

“Ey ebedi hayat sahibi olan Rabbim! Ölüm bir son değil, yeni bir başlangıçtır. Senin rahmetinle insan yok olup gitmez, Senin kudretinle yeni bir hayata doğar. Sen, her şeyi hikmetle yaratan ve her şeye hükmedensin.”

Sonuç: Seyyahın Son Sözü

Kâinata bakan bir seyyah, gözlemledikleriyle yaratılışın delillerini okur. Gökler, yıldızlar, bahar, insan, ölüm ve hayat… Her biri Allah’ın varlığını, birliğini ve kudretini gösteren açık işaretlerdir.

Ve en sonunda seyyah olarak biz, haykırırız:

“Ey Rabbim! Kâinatın her köşesi Senin varlığını ve birliğini ilan ediyor. Göklerde ve yerde her şey, Senin kudretini gösteriyor. Ben de bu hakikati gördüm, anladım ve Sana teslim oldum. Sen, her şeyi hikmetle yaratan Hâlık’sın!”

İşte, kâinattan Hâlık’ını soran bir seyyahın müşâhedatı budur. Hakikati görebilen gözler için, kâinat büyük bir kitaptır ve her satırı Allah’ı anlatmaktadır.

 

*************   

‘’Eski zamanda küfr-ü mutlak ve fenden gelen dalaletler ve küfr-ü inadiden gelen temerrüt, bu zamana nispeten pek azdır. Eskiden küfür cehaletten geliyordu Eski zamanda küfr-ü mutlak ve fenden gelen dalaletler ve küfr-ü inadîden gelen temerrüd, bu zamana nisbeten pek az idi. Onun için eski İslâm muhakkiklerinin dersleri, hüccetleri o zamanlarda tam kâfi olurdu. Küfr-ü meşkuku çabuk izale ederlerdi. Allah’a iman umumî olduğundan, Allah’ı tanıttırmakla ve Cehennem azabını ihtar etmekle çokları sefahetlerden, dalaletlerden vazgeçebilirlerdi. Şimdi ise; eski zamanda bir memlekette bir kâfir-i mutlak yerine, şimdi bir kasabada yüz tane bulunabilir. Eskide fen ve ilim ile dalalete girip inad ve temerrüd ile hakaik-i imana karşı çıkana nisbeten şimdi yüz derece ziyade olmuş.’’


Zamanın Değişimi ve İnançların Değişimi: Eski ve Yeni Dönemler Üzerine Bir Düşünce

Zamanın akışı, sadece fiziksel dünyayı değil, insan düşüncesinin ve inançlarının da değişimini şekillendirir. Her dönem, kendine has bir düşünce iklimi oluşturur; bu iklim, insanlığın dünyayı, gerçeği ve maneviyatı nasıl anladığını da etkiler. Geçmişteki insanlara dair bir bakış açısı oluştururken, onları çağlarındaki şartlar ve inançlarla değerlendirmek önemlidir. İslam’ın ilk yıllarında, küfrün, dalaletin ve temerrüdün kökü çoğunlukla cehaletle ve katı bir inatla ilişkilendiriliyordu. Ancak zamanla, küfrün ve sapkınlığın çok daha çeşitli ve karmaşık bir hal aldığı, insanın aklının ve bazı bilgilerin bu sapmalara zemin hazırladığı bir döneme girildi.

1. Eski Zamanlarda Küfrün Temeli: Cehalet ve İnat

Eski zamanlarda, küfür genellikle cehaletten kaynaklanıyordu. İnsanlar doğruyu, gerçeği bilmedikleri ya da anlamadıkları için sapkın yollara sapabiliyorlardı. Bu dönemin özelliklerinden biri de, insanların dine ve inanca karşı daha çok bilinçsizce bir uzaklık duyuyor olmalarıydı. İslam alimleri, doğruyu anlatmak için insanlar üzerinde güçlü bir etki bırakıyor ve Allah’ın varlığına, peygamberlerin öğrettiklerine dair verilen dersler, doğrudan kalplere hitap ediyordu. Bu, büyük ölçüde halkın imanını kuvvetlendiriyor, yanlış inançları ve dalaletleri yok ediyordu. Eski İslam muhakkikleri, hüccetlerini ve delillerini o dönemde etkili bir şekilde sundular; Allah’a ve ahirete iman çok daha yaygın, insanlar arasında daha güçlüydü.

Bu dönemde, bir kişinin yanlış yolda olması, genellikle bilgi eksikliğinden ya da doğruyu görmeyen kalpten kaynaklanıyordu. Küfür, genellikle cehalet ve inatla birleştirilmişti; yani, insanlar bildikleri için değil, bilmedikleri için sapıyordu. Çoğu insan, Allah’ı tanımadığından sapkınlıklar içinde kayboluyor ve doğru yolu bulmakta zorlanıyordu. Ancak bu cehalet, bir şekilde düzeltilebiliyordu; çünkü insanlar, doğruyu öğrenmeye istekliydiler ve bir rehber arayışı içindeydiler.

2. Bugünün Zorlukları: Bilginin Artışı ve İman Krizi

Ancak bugün, durum oldukça farklıdır. Teknolojik gelişmeler, bilimsel ilerlemeler ve bilgiye ulaşmanın kolaylaşması, insanın aklını farklı yönlere çekiyor. Bugün, eski zamanlardaki gibi sadece cehaletle değil, aksine fazlasıyla bilgiyle dolmuş, fakat imanla bağlarını zayıflatmış bir toplumla karşı karşıyayız. Eskiden bir kasabada bir kişi küfr-ü mutlakta olabilirken, şimdi yüzlercesi olabilir. Artık insanlar, sadece yanlış anlamalar ya da eksik bilgiler yüzünden doğruyu bulamıyorlar; bunun yerine, bilgiye sahip olmalarına rağmen, insan ruhunun manevi ihtiyaçlarını göz ardı ederek batıl inançlara yöneliyorlar.

Bu yeni nesil, bilgiyle yoğrulmuş ancak kalpten ve ruhi derinlikten mahrum bir hale gelmiş durumda. Bilim, insanları yanılgıya düşürmek bir yana, doğruyu arayanların elinde bazen bir kalkan, bazen de bir sarmal haline gelebiliyor. İnsanlar artık sadece fiziki dünyayı değil, manevi dünyayı da bilimsel metotlarla analiz etmeye çalışıyorlar. Bu, doğruyu bulmayı zorlaştırıyor çünkü insanın kalbi, yalnızca maddi ölçülerle anlaşılabilecek bir varlık değildir. Din ve iman, sadece akıl yoluyla değil, ruhi bir anlayış ve derinlik ile de anlaşılmalıdır. Modern toplumlar, teknik ve bilimsel bilgiyle donanmış olsa da, deruni bir boşluk ve maneviyat eksikliği ile karşı karşıyalar.

3. Sonsuz İman ve Bilgi Arayışı: İman, Zihin ve Kalp Dengesini Kurmak

İslam’ın ilk yıllarında, doğruyu öğrenmek ve kabul etmek daha kolaydı çünkü insanlar, temel inançlarını ve değerlerini bilmeden yaşamıyorlardı. Ancak bugünün dünyasında, insanlar çok daha karmaşık düşünme biçimleriyle şekillenmiş durumda. Bilgiye olan bu güçlü arayış, insanları bazen gerçeğe değil, daha çok zihinsel ve duygusal bir karışıklığa sürükleyebiliyor. Bu da, yanlışlıkların ve sapmaların daha karmaşık hale gelmesine neden oluyor. İşte bu noktada, eski alimlerin ve muhakkiklerin öğrettikleri devreye giriyor. Onlar, sadece akılla değil, aynı zamanda kalp ve ruhla da doğruyu aramayı öğretiyorlardı.

Bugün, insanın hem aklını hem de kalbini dinlendirecek bir anlayışa ihtiyaç vardır. Bilgi tek başına kurtuluş getirmez; insan, bu bilgiyi doğru bir iç disiplin ve imanla harmanlayabilmelidir. Kişinin kendisini yalnızca akılla değil, iç derinlikle de değerlendirmesi gerekir. Kalp ve akıl arasında bir denge kurmak, insanı batıl inançlardan ve dalaletlerden koruyacak en güçlü silah olacaktır.

4. Sonuç: Maneviyatın Gücü ve Akıl ile Kalbin Birleşimi

Zaman değiştikçe, insanın doğruyu bulma yolculuğu da değişiyor. Eski zamanlarda, insanın cehaletinden doğan dalalet, kolayca düzeltilen bir durumdu. Ancak bugün, insan bilgiyle dolmuş ve derin bir manevi boşlukla karşı karşıya kalmıştır. Bu yüzden doğruyu aramak, sadece akıl yoluyla değil, kalp yoluyla da olmalıdır. İslam’ın ruhuna dönmek, sadece dış bilimsel başarılar elde etmekle değil, aynı zamanda iç manevi derinliği keşfetmekle mümkündür.

Eski zamanların İslam muhakkiklerinin öğrettikleri, bugün de geçerliliğini korumaktadır. Onların dersleri, insanın hem akıl hem de kalp düzeyinde doğruyu bulmasını sağlayacak bir rehberdir. Zamanın değişmesiyle birlikte, insanoğlu yeniden kendi iç yolculuğuna dönmeli, sadece bilimin değil, ruhun da derinliklerine inmeli ve her iki tarafı da dengeleyerek gerçeği keşfetmelidir.

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=7KhHJcZatWU&t=453s




RUH HEP BEDENDEN VE MADDEDEN ÖNDE OLMALI, GERİ VE GERİDE KALMAMALI.

RUH HEP BEDENDEN VE MADDEDEN ÖNDE OLMALI, GERİ VE GERİDE KALMAMALI.[1]


Makale, insanın manevi yönünü merkeze alarak, ruhsal derinlik ve madde arasındaki dengeyi ele alacak şekilde tasarlanmıştır.

### RUH HEP BEDENDEN VE MADDEDEN ÖNDE OLMALI

İnsan, yaratılış itibarıyla iki temel unsurdan meydana gelir: Beden ve ruh. Beden, toprağın bir hediyesi; ruh ise ilahi bir nefhadır. Ancak modern çağın hızı, teknolojinin cazibesi ve maddi dünyanın göz kamaştırıcı ışıltısı, insanı çoğu zaman ruhun derinliklerinden uzaklaştırır. Oysa ruh, bedenin efendisi, maddenin ise yol göstericisi olmalıdır. Eğer ruh geri planda kalırsa, insan kendi özünü kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalır.

### Ruhun Önceliği: Bir Hikmet Dersi

Bir gün, Hz. Mevlana’nın talebelerinden biri, üstadına şu soruyu sorar: “Efendim, insan neden bu kadar çok şeye sahip olmak ister? Neden hep daha fazlasını arar?” Mevlana, tebessüm eder ve talebesine bir testi su ile bir avuç toprak uzatır. “Bu testiyi toprakla doldur,” der. Talebe, testiyi toprakla doldurur, ancak testi hemen çatlar ve su dışarı sızar. Mevlana, “İşte,” der, “İnsan da böyledir. Eğer ruhunu maddeyle doldurmaya çalışırsan, ruhun kabı çatlar ve özün kaybolur. Ama ruhunu hikmetle, sevgiyle, anlamla doldurursan, o testi taşmaz, aksine bereketlenir.”

Bu hikaye, bize ruhun maddeye üstünlüğünü ve insanın asıl zenginliğinin iç dünyasında saklı olduğunu öğretir. Madde, bir araçtır; ruh ise gaye. Eğer araç, gayenin önüne geçerse, insan bir anlamda kendi varoluş amacını unutur.

### Maddi Dünyanın Aldatıcı Cazibesi

Günümüzde insanlık, maddi dünyanın büyüsüne kapılmış durumda. Teknoloji, lüks, konfor ve daha fazlası, ruhsal derinliği gölgede bırakıyor. İnsanlar, bir sonraki büyük başarıyı, yeni bir eşyayı ya da sosyal medyada daha fazla beğeniyi kovalarken, ruhlarını beslemeyi unutuyor. Oysa ruh, tıpkı bir bahçe gibidir; eğer sulanmaz, bakılmaz, sevgiyle işlenmezse solar, kurur ve çorak bir araziye dönüşür.

Bir düşünelim: En son ne zaman bir ağacın gölgesinde oturup sadece sessizliği dinledik? En son ne zaman bir çocuğun gülüşüne şahit olup kalpten bir dua ettik? Ya da en son ne zaman kendimize şu soruyu sorduk: “Ben bu dünyada neden varım?” Eğer bu soruların cevapları bulanıklaşıyorsa, ruhumuzun geri planda kaldığını anlamalıyız.

### İbretli Bir Örnek: Karun’un Hazin Sonu

Kuran-ı Kerim’de anlatılan Karun kıssası, maddenin ruha üstün gelmesinin hazin sonunu gözler önüne serer. Karun, sahip olduğu servetle övünen, zenginliğiyle kendini diğer insanlardan üstün gören biridir. Ancak ruhunu unutmuş, servetini bir amaç haline getirmiştir. Sonunda, sahip olduğu her şeyle birlikte yerin dibine batırılır. Bu kıssa, bize şunu öğretir: Eğer ruh, maddenin ardında kalırsa, insan ne kadar çok şeye sahip olursa olsun, aslında hiçbir şeye sahip değildir.

### Ruhun Yükselişi: Manevi Dengeyi Bulmak

Peki, ruhu bedenin ve maddenin önüne nasıl geçirebiliriz? Bu sorunun cevabı, insanın kendi iç yolculuğunda saklıdır. İşte bazı adımlar:

1. **Sessizlik ve Tefekkür:** Her gün birkaç dakikamızı sessizce oturup düşünmeye ayıralım. Bu, ruhumuzun sesini duymamızı sağlar. Unutmayalım ki, ruh, gürültüde değil, sükûnette konuşur.

2. **İyilik ve Sevgi:** Başkalarına yardım etmek, sevgiyle yaklaşmak, ruhumuzu besler. Bir insanın yüzünde tebessüm olmak, en büyük manevi zenginliktir.

3. **Şükür:** Sahip olduklarımız için şükretmek, ruhumuzu maddeye esir olmaktan kurtarır. Şükür, ruhun kanatlarını açar ve bizi hafifletir.

4. **Amaç Bilinci:** Kendimize şu soruyu sık sık soralım: “Ben bu dünyada ne için varım?” Bu soru, ruhumuzu yeniden merkeze taşır ve hayatımıza anlam katar.

### Son Söz: Ruh, Hayatın Pusulasıdır

Unutmayalım ki, ruh, hayatımızın pusulasıdır. Eğer pusulamızı kaybedersek, yolumuzu da kaybederiz. Beden, bir süre sonra toprağa dönecek; madde, bir gün anlamını yitirecek. Ama ruh, ebediyete uzanan bir yolculuktadır. Bu yüzden, ruhumuzu hep önde tutalım; bedeni ve maddeyi ise onun hizmetkârı kılalım. Çünkü insan, ruhuyla insandır; ruhuyla yücelir.

“Ey insan! Sen bir küçük âlemsin, ama içinde büyük bir âlem saklı. O âlemi keşfet ki, asıl zenginlik orada.”

@@@@@@@

Ruhun Bedenden ve Maddeden Önde Olması: Hikmetli Bir Perspektif

İnsan, maddi ve manevi boyutları bir arada taşıyan bir varlık olarak dünyaya gelir. Fiziksel beden, bizim için görünür olan, hissedilen, dokunulan ve anlaşılan bir gerçeklik sunar. Ancak bedenin ötesinde, varlığımızın en derin özünü oluşturan bir yönümüz vardır: Ruh. Bedenin geçici, maddi yapısının aksine, ruh daha derin, sonsuz ve manevi bir varlıktır. Bu nedenle, “ruh hep bedenden ve maddeden önce olmalı, geri ve geride kalmamalı” ifadesi, insanın gerçek varlığının en önemli boyutunun ruh olduğunu hatırlatır.

Ruhun Önemi ve Bedene Bağlılık

Toplum, tarih boyunca insanı bedenin ihtiyaçları, arzuları ve çıkarlarıyla tanımlamıştır. Zenginlik, güç, fiziksel görünüş ve başarı gibi maddi hedefler, bireylerin hayatlarının merkezine oturmuş, ruhun derinliklerine inmek ise çoğu zaman göz ardı edilmiştir. Fakat insan, sadece fiziksel varlıktan ibaret değildir. İnsan, ruhuyla var olan, duyguları, düşünceleri ve manevi yönleriyle eşsiz bir varlıktır. Beden, geçici ve sınırlıdır; bir gün yok olacak, yerini toprağa bırakacaktır. Ama ruh, sonsuzdur. O, fiziksel sınırların ötesindedir. Ruhun bedenden önde olması gerektiği, bir bakıma insanın doğru yönelmesi gereken hedefi, değerleri ve yaşam amacını hatırlatır. Bedenin geçici arzuları, ruhun yüksek idealleriyle yönlendirildiğinde insan, gerçek huzura, iç dengeye ve kalıcı mutluluğa ulaşabilir.

Geride Kalmamak: Ruhun Yüksek Amacı

Ruh, bedenden ve maddeden önce olmalı, geride kalmamalıdır. Zira, madde ile ruhun dengesiz bir şekilde yönlendirilmesi, insanı yalnızca yüzeysel bir yaşam sürmeye iter. Maddi hedefler, çoğu zaman ruhu körelten, insanı dar bir perspektife mahkum eden hedeflerdir. İnsan bedeninin en güçlü ve sağlıklı olduğu dönemlerde dahi, eğer ruhunu beslemez, maneviyatına gereken ilgiyi göstermezse, içte bir boşluk hissi doğar. Bedenin zaferleri, ruhun derinliğiyle harmanlanmadığında ise, geride kalan sadece maddi başarılar olur. Ve nihayetinde, ruhun susturulmuş sesi, insanı derin bir yalnızlığa itebilir.

Birçok büyük düşünür ve mistik, insanın gerçek potansiyelini ancak ruhuyla keşfedeceğini savunmuştur. Mevlana, “Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol” diyerek, insanın ruhsal derinliğini ifade etmiş, dış dünyanın etkilerinden bağımsız olarak iç bir zenginliği ve anlamı bulmanın önemini vurgulamıştır. Bu, ruhun bedenden ve maddeden önce olması gerektiğini anlatan bir derstir. Gerçek değer, dışta olanın ötesindedir. İnsanın, bedenini ve maddi dünyayı aşan bir bilince sahip olması gerekir.

Ruhun Bedenle Uyumu

Ruh, sadece bedene hükmetmekle kalmaz, bedenin sağlıklı ve huzurlu olması için de ruhsal dengeye ihtiyaç vardır. Bedenin her türlü rahatsızlığı, ruhun bozulmuşluğunun bir yansıması olabilir. Aynı şekilde, ruhsal huzursuzluklar da bedeni etkileyebilir. Dolayısıyla, bedeni sağlıklı tutarken, ruhsal doyum ve huzur da bir o kadar önemlidir. Ruhun önce olması, insanın öz değerlerine, ahlaki ilkelerine ve manevi yolculuğuna yönelmesi gerektiğini ifade eder. Bu yönelme, yaşamın anlamını, her anın değerini ve insanın kendisiyle barışmasını sağlar.

İbretlik Bir Hikaye: Ruhun Hakikat Arayışı

Bir zamanlar bir köyde, insanlar arasında büyük bir bilgelik yarışması düzenleneceği duyurulmuş. Yarışmada birinci gelen kişi büyük bir ödül kazanacaktı. Genç bir adam, çok hevesli bir şekilde bu yarışmaya katılmaya karar verdi. Yarışma günü geldiğinde, herkes kendi bilgilerini sergilemeye başladı. Ancak bir yaşlı adam, hep sakin kalıp sadece izledi. Yarışma sonunda, en bilge kişi olarak o yaşlı adam seçildi. Genç adam merakla yaklaşarak ona sordu: “Nasıl oldu da bu kadar basit ve sakin bir şekilde en bilgili kişi oldunuz? Bizler bilgiyi nasıl aktaracağımızı bilmedik, ama siz hiç konuşmadınız.”

Yaşlı adam gülümsedi ve dedi ki: “Gerçek bilgi, sadece akılda değildir. Bilgi, ruhun derinliklerinde bulunur. Senin bildiğin her şey, maddi dünyanın sınırlarına bağlıydı. Benim bildiğim ise insan ruhunun yüksek hedefleridir. Gerçek bilgiyi bilmek, bedenin ötesindeki huzuru ve anlamı aramaktır.”

Bu hikaye, ruhun bedenin ötesinde ve maddeden önce olması gerektiğini vurgular. Bilgelik, dış dünyadan değil, insanın iç dünyasındaki derinliklerden gelir. Eğer insan sadece bedeni ve maddi dünyayı takip ederse, gerçek huzur ve anlamı bulmakta zorlanır.

Sonuç: Ruhun Önemi ve Yüksek Hedefler

Sonuç olarak, insanın gerçek potansiyeline ulaşabilmesi için ruhunun bedenden ve maddeden önce olması gerektiği gerçeği, hayatın temel eğitimidir. Bedenin geçici arzuları ve maddi hedefler geçicidir; ama ruh, sonsuz ve kalıcıdır. İnsan, ruhunu doğru besler, ona saygı gösterir ve yüksek ideallere yönelirse, yaşamın anlamını derinlemesine keşfeder. Ruh, insanın gerçek yol göstericisidir ve sadece bedeni değil, ruhu da beslemek, doğru bir yaşam sürmenin anahtarıdır.

@@@@@@

Bediüzzaman’ın ifadesiyle,
“Bir zaman, Hazret-i Gavs-ı Âzam (k.s.) Şeyh Geylânî’nin terbiyesinde, nazdar ve ihtiyare bir hanımın birtek evlâdı bulunuyormuş. O muhterem ihtiyare, gitmiş oğlunun hücresine, bakıyor ki, oğlu bir parça kuru ve siyah ekmek yiyor. O riyazattan zaafiyetiyle, validesinin şefkatini celb etmiş. Ona acımış. Sonra Hazret-i Gavs’ın yanına şekvâ için gitmiş. Bakmış ki, Hazret-i Gavs, kızartılmış bir tavuk yiyor. Nazdarlığından demiş:
“Yâ Üstad! Benim oğlum açlıktan ölüyor; sen tavuk yersin!”
Hazret-i Gavs tavuğa demiş: “Kum biiznillâh!” O pişmiş tavuğun kemikleri toplanıp tavuk olarak yemek kabından dışarı atıldığını, mutemet ve mevsuk çok zatlardan, Hazret-i Gavs gibi kerâmât-ı harikaya mazhariyeti dünyaca meşhur bir zâtın bir kerameti olarak, mânevî tevatürle nakledilmiş. Hazret-i Gavs demiş: “Ne vakit senin oğlun da bu dereceye gelirse, o zaman o da tavuk yesin.”
İşte, Hazret-i Gavs’ın bu emrinin mânâsı şudur ki: Ne vakit senin oğlun da ruhu cesedine, kalbi nefsine, aklı midesine hâkim olsa ve lezzeti şükür için istese, o vakit lezi

[1] https://www.youtube.com/watch?v=kyQGjZntYWk&t=744s