TÜRKİYE’NİN PROBLEMİ HARİÇTE DEĞİL DAHİLDE. VİRÜS İÇİMİZDE. DÜNYANIN ARTIKLARI BİZDE.

TÜRKİYE’NİN PROBLEMİ HARİÇTE DEĞİL DAHİLDE. VİRÜS İÇİMİZDE. DÜNYANIN ARTIKLARI BİZDE.


Türkiye’nin Problemi: Haricî Değil, Dâhilî – İçimizdeki Virüs

Büyük milletler, dışarıdan gelen tehlikelerle yıkılmaz; asıl çöküş, içeriden başlar. Tarih, nice medeniyetlerin ordular karşısında değil, kendi içindeki çürüme yüzünden yok olduğunu göstermiştir. Bugün Türkiye’nin problemi de haricî düşmanlardan ziyade, dâhilî hastalıklardır. Virüs içimizde.

Toplum olarak yıllardır dış mihrakları suçluyoruz. “Bizi bölmek istiyorlar, ekonomik saldırı altındayız, bizi güçsüzleştirmeye çalışıyorlar.” Bunların hepsi bir ölçüde doğru olabilir. Ancak asıl mesele şudur: Dışarıdan gelen her saldırıyı bertaraf edebilecek güçte miyiz? Yoksa içerideki çöküş, dışarıdan gelen her darbeyi daha da yıkıcı mı hale getiriyor?

Tarihten Bir Ders: Çöküş İçeriden Başlar

Osmanlı’nın en ihtişamlı dönemlerinde bile içeride zayıflıklar başlamıştı. Kanunî Sultan Süleyman devrinde bile, vezirlerden biri bir sefere çıkarken şöyle demişti:

> “Düşmanı dışarıda aramayın, içerideki rüşveti, adaletsizliği, liyakatsizliği yok edin, zaten zafer kendiliğinden gelir.”

Tarih şunu öğretiyor: Bir millet kendi içinde ahlaki ve manevi değerlerini kaybederse, dışarıdan gelen düşman değil, içerideki ihanet onu yok eder.

İçimizdeki Virüs Nedir?

Türkiye’nin asıl problemi şunlardır:

1. Ahlaki Çöküş

Yalanın, hilenin, rüşvetin, torpilin normalleşmesi…

Toplumda güven duygusunun erimesi…

Aile bağlarının zayıflaması, saygının azalması…

2. Liyakatsizlik ve Ehliyetsizlik

İşin ehline verilmemesi…

Adam kayırma, hak edenin değil, güçlü olanın öne çıkması…

Eğitimde kalite yerine gösterişin tercih edilmesi…

3. Manevi Boşluk ve Değersizleşme

Ruhsuzlaşan nesiller, amaçsız bireyler…

Anlam arayışının yerini hazcılığın alması…

Teknoloji bağımlılığı, sosyal medya esareti…

Bunlar, içerideki büyük virüslerdir. Ve eğer bunlar düzeltilmezse, dış tehditleri suçlamanın hiçbir anlamı yoktur.

Dünyanın Artıkları Bizde

Dünya hızla değişirken, Türkiye birçok yönüyle geçmişinden koparıldı. Ne tam anlamıyla Batılı olabildi, ne de özüne sadık kalabildi. Böyle olunca, Batı’nın terk ettiği ahlaki çöküntüler, Doğu’nun sahip çıkmadığı değerler arasında sıkışıp kaldık.

Onlar maneviyatı yok etti, biz de onları taklit ettik.

Onlar kapitalizmin kölesi oldu, biz de onun artıklarıyla yetindik.

Onlar ahlaki kurallarını gevşetti, biz de modernlik adına aynısını yaptık.

Bugün, Batı kendi sistemini sorgulamaya başladı. Aile yapılarının çöküşünü tartışıyor, kapitalizmin insani değerleri nasıl yok ettiğini konuşuyor. Ama biz, Batı’nın terk ettiği hastalıklı fikirleri yeni keşfetmiş gibi, onları kendi toplumumuza enjekte etmeye çalışıyoruz.

Çözüm Nedir?

Türkiye’yi gerçekten güçlendirecek şey, sadece ekonomik büyüme veya askerî güç değildir. Bunlar önemli olmakla birlikte, asıl mesele, toplumun içeriden sağlam olmasıdır.

1. Ahlaki ve Manevi Diriliş

Doğruyu eğip bükmeden söyleyen bir nesil yetiştirmek…

İnsanı meta olarak gören zihniyetten kurtulmak…

Helal ve haram hassasiyetini yeniden kazanmak…

2. Liyakat ve Adaletin Tesisi

İşin ehline verilmesi, torpilin ortadan kalkması…

Adaletin güçlüye göre değil, hakka göre şekillenmesi…

“Benim adamım” yerine “En iyisi kim?” sorusunun sorulması…

3. Milli ve Manevi Değerlerin Canlandırılması

Tarihimizi ve kültürümüzü sadece nostaljik bir anlatı olarak değil, geleceği inşa eden bir temel olarak görmek…

Kendimizi başkalarına göre değil, kendi değerlerimize göre ölçmek…

Gelenek ile modernliği çatıştırmadan bir arada yaşatabilmek…

Son Söz: Önce İçimizdeki Virüsü Temizlemeliyiz

Türkiye güçlü bir ülke olabilir. Ama asıl güç, içeride sağlam olmaktan geçer. Bir millet, dış düşmanlardan değil, içteki ahlaki çöküşten yıkılır. Eğer adalet, liyakat, ahlak ve birlik duygusunu kaybedersek, dünyanın en büyük ekonomisine de sahip olsak, en güçlü ordusunu da kursak, sonuç değişmez.

Önce içerideki virüsü temizleyelim. Çünkü gerçek problem haricî değil, dâhilîdir.

@@@@@@

### TÜRKİYE’NİN PROBLEMİ: HARİÇTE DEĞİL, DAHİLDE

“Bir milletin asıl gücü, topu, tüfeği, tankı değil; imanlı, ahlaklı, erdemli insanlarıdır.” Bu söz, bir toplumun gerçek gücünün dışarıdan gelen tehditlerde değil, içerideki sağlamlıkta yattığını ifade eder. Türkiye, tarih boyunca nice badireler atlatmış, harici düşmanlara karşı destansı mücadeleler vermiş bir millettir. Ancak bugün, belki de en büyük sınavımız dışarıda değil, içimizdedir. Sorun, “virüs” olarak tabir ettiğimiz ahlaki, manevi ve toplumsal çöküşlerdir. Peki, bu virüs nedir? Nereden gelir? Ve en önemlisi, nasıl tedavi edilir?

#### Virüs İçimizde: Sorunun Kaynağı
Her toplum, zaman zaman dahili çalkantılar yaşar. Ancak bir toplumun asıl imtihanı, bu çalkantıların kaynağını doğru teşhis edebilmesindedir. Harici düşmanlar, çoğu zaman bir milleti birleştirir, ortak bir hedef uğruna kenetler. Ancak dahili problemler, bir milleti içeriden kemirir, birliğini bozar, enerjisini tüketir. Türkiye’nin bugün karşı karşıya olduğu sorunların çoğu, dışarıdan gelen etkilerden çok, içerideki zaaflarımızdan kaynaklanmaktadır.

Bu “virüs”, bireysel ahlakın zayıflaması, toplumsal güvenin erozyona uğraması, adalet duygusunun zedelenmesi ve ortak değerlerin unutulmasıdır. Hırs, bencillik, riya, yalan ve adaletsizlik gibi manevi hastalıklar, bir toplumu çökerten en büyük düşmanlardır. Ne yazık ki, modern dünyanın dayattığı bireysellik kültürü, tüketim çılgınlığı ve ahlaki yozlaşma, bu virüsün yayılmasına zemin hazırlamıştır. “Dünyanın artıkları” olarak nitelendirdiğimiz bu olumsuzluklar, sadece dışarıdan ithal edilen bir yük değil, aynı zamanda bizim kendi ellerimizle beslediğimiz bir hastalıktır.

#### İbretli Bir Hikaye: Karıncalar ve Fil
Bir Afrika atasözü der ki: “Bir fili öldüren, bir karıncanın ısırığıdır.” Fil, güçlü ve heybetli bir hayvandır; ancak burnuna giren küçük bir karınca, onun tüm gücünü yerle bir edebilir. Toplumlar da böyledir. Dışarıdan gelen tehditler, belki de filin karşısındaki bir aslan gibidir; görünür, bilinir ve mücadele edilebilir. Ancak içerideki küçük karıncalar, yani ahlaki çöküşler, bir toplumu fark ettirmeden yok edebilir. Tarih, bu gerçeği doğrulayan sayısız örnekle doludur. Roma İmparatorluğu, dışarıdan gelen barbar akınlarından çok, içerideki ahlaki yozlaşma ve adaletsizlik nedeniyle çökmüştür. Osmanlı, en güçlü döneminde bile içerideki nifak tohumları yüzünden zayıflamış, birlik ruhunu kaybetmiştir.

Bugün Türkiye, bir fil kadar güçlü bir potansiyele sahiptir. Ancak bu gücün sürdürülebilirliği, içerideki karıncaları yok etmeye bağlıdır. Eğer bizler, bireysel ve toplumsal ahlakı yeniden inşa edemezsek, dışarıdan gelen tehditlere karşı ne kadar güçlü olursak olalım, bir gün o küçük karıncalar hepimizi yere serebilir.

#### Çözüm: Dahildeki Virüsü Tedavi Etmek
Peki, bu virüs nasıl tedavi edilir? Problemin çözümü, yine içimizde, kendi ellerimizdedir. Harici düşmanlara karşı zafer kazanmak için güçlü ordulara ihtiyaç vardır; ancak dahili problemlere karşı zafer kazanmak için güçlü bir irade, sağlam bir ahlak ve birlik ruhuna ihtiyaç vardır.

1. **Bireysel Sorumluluk:** Her bir birey, önce kendi nefsini hesaba çekmelidir. “Ben ne yapıyorum? Topluma ne katıyorum? Adaletten, doğruluktan, merhametten ne kadar taviz veriyorum?” sorularını kendine sormalıdır. Unutmayalım ki, bir toplum, bireylerinin toplamından oluşur. Eğer bireyler değişirse, toplum da değişir.

2. **Eğitim ve Ahlak:** Eğitim, sadece bilgi aktarımı değildir; aynı zamanda ahlak ve fazilet inşa etmektir. Genç nesillere, tüketim toplumunun kölesi olmayı değil, üretmeyi, paylaşmayı ve adil olmayı öğretmeliyiz. Hikmet, bir toplumun en büyük hazinesidir. Hikmetli bireyler, problemlere çözüm üreten, birleştiren ve yol gösteren kişilerdir.

3. **Birlik Ruhu:** Toplum olarak, farklılıklarımızı bir zenginlik olarak görmeli, nifak tohumlarına karşı uyanık olmalıyız. Birbirimize güveni yeniden inşa etmeli, ortak değerler etrafında kenetlenmeliyiz. Bir milletin birliği, onun en büyük silahıdır.

4. **Adalet ve Merhamet:** Adalet, bir toplumun temel direğidir. Eğer bir toplumda adalet yoksa, o toplum ayakta kalamaz. Ancak adalet, merhametle dengelenmelidir. Sadece cezalandırıcı bir adalet, toplumu birleştirmez; sevgi, şefkat ve merhamet, adaletin ruhudur.

#### Son Söz: Hikmet ve İbret
Unutmayalım ki, her problem bir imtihandır; her imtihan ise bir fırsattır. Türkiye, tarih boyunca nice zorlukları aşmış, nice virüsleri tedavi etmiştir. Yeter ki, problemlerimizin kaynağını doğru teşhis edelim ve çözüm için cesaretle adım atalım. Harici düşmanlar, bir milletin cesaretini test eder; ancak dahili düşmanlar, bir milletin aklını, ahlakını ve birliğini test eder. Bu imtihandan başarıyla çıkmak, hepimizin elindedir.

“Dünyanın artıkları” olarak nitelendirdiğimiz bu olumsuzluklar, bizim eserimizdir; dolayısıyla, bunları temizlemek de bizim görevimizdir. Hikmet, bize yol gösterir; ibret, bize ders verir; düşünce, bize çözüm üretir. Gelin, hep birlikte bu virüsü tedavi edelim. Unutmayalım ki, bir milletin asıl zaferi, dışarıdaki düşmanlara karşı değil, içerideki zaaflara karşı kazandığı zaferdir.




İKİ DÖNEMDİR İSTANBUL BELEDİYE BAŞKANLIĞINDA SAYIN ERDOĞAN’A DERS VEREN İSTANBUL, İKİ DÖNEMDİR DERSİNİ ALIYOR. ODA ÇOK PAHALI OLARAK…

İKİ DÖNEMDİR İSTANBUL BELEDİYE BAŞKANLIĞINDA SAYIN ERDOĞAN’A DERS VEREN İSTANBUL, İKİ DÖNEMDİR DERSİNİ ALIYOR. ODA ÇOK PAHALI OLARAK…


İstanbul’un İbretlik Seçim Tercihi ve Ağır Bedeli

Demokrasilerde seçim, bir milletin kendi kaderini belirleme hakkıdır. Seçmenler, verdikleri oylarla sadece bir yönetimi belirlemekle kalmaz, aynı zamanda geleceğe dair bir tercihte bulunurlar. Ancak bazı tercihler vardır ki, sonuçları yalnızca bir dönemle sınırlı kalmaz, yıllar boyu etkisini gösterir. İstanbul da böyle bir sürecin içinde…

İstanbul, Türkiye’nin kalbi, ekonomik ve kültürel başkentidir. Burası sadece bir şehir değil, adeta bir ülke gibidir. Türkiye’nin genel gidişatını belirleyen bir lokomotif olduğu için, İstanbul’da yaşanan her olumlu ya da olumsuz gelişme, tüm ülkeyi doğrudan etkiler. İşte tam da bu yüzden, İstanbul’un yönetimi milli bir mesele olarak değerlendirilmelidir.

İstanbul’un Seçim Tercihi ve Sonuçları

İstanbul, 2019’da bir tercihte bulundu ve 2024’te bunu yeniledi. Seçmen, Türkiye’yi 20 yılı aşkın süredir yöneten Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi çizgisinden farklı bir yolu tercih etti. Peki, bu tercihin İstanbul’a maliyeti ne oldu?

Mega projeler durduruldu: İstanbul’un trafik çilesini hafifletecek projeler ya iptal edildi ya da sürüncemeye bırakıldı. Metroların tamamlanması gecikti, yeni yollar yapılmadı.

Altyapı yatırımları sekteye uğradı: Şehirde su baskınları, çöp sorunları ve ulaşım aksaklıkları artık sıradanlaştı.

Ekonomik kriz ve yüksek maliyetler: İBB’nin yönetiminde mali sıkıntılar had safhaya ulaştı, borç katlandı. Reklam ve şovlara ayrılan bütçeler, hizmetten esirgenmeye başlandı.

Sosyal ve kültürel erozyon: İstanbul, manevi ve tarihi kimliğini koruma noktasında zafiyet yaşadı. Değerler aşındı, şehrin dokusuna uygun olmayan etkinlikler teşvik edildi.

Bu tablo, İstanbul’un seçmenine şu soruyu sordurmalı: “Gerçekten de doğru bir karar mı verdik?”

Erdoğan’a Ders Vermek İsterken Ders Almak

İstanbul, 1994 yılında Recep Tayyip Erdoğan’ın belediye başkanı olmasıyla yepyeni bir döneme adım atmıştı. O dönem su sıkıntısı, çöp dağları, hava kirliliği gibi devasa sorunlar vardı. Erdoğan ve ekibi, kararlı yönetimiyle bu sorunları çözdü ve İstanbul’a vizyon kazandırdı.

Ancak 2019’da İstanbul seçmeni, 25 yıl boyunca AK Parti kadrolarının hizmet ettiği şehri farklı bir yönetime teslim etti. Kimi, “bir ders vermek” için, kimi de “değişim olsun” diyerek bu kararı verdi. Ama gelinen nokta, verilen dersin geri dönüşünün ağır bir fatura olduğunu gösteriyor.

Zira “ders vermek” için oy verenler, beş yıl boyunca artan trafik çilesi, su baskınları, metro projelerinin gecikmesi ve belediye hizmetlerindeki zafiyet gibi sonuçlarla bizzat ders aldı. İstanbullular, “hizmet değil, algı belediyeciliği” gerçeğiyle yüzleşti.

İbret Alınmazsa Tarih Tekerrür Eder

Bu süreç, sadece İstanbul değil, Türkiye genelindeki seçmenler için de önemli bir ders niteliğinde. Zira sandık, sadece günü kurtarmak için değil, geleceği inşa etmek için bir araçtır. Eğer oy kullanırken duygusallık ağır basarsa, sonuçları acı olabilir.

İstanbul’un iki dönemde yaşadığı tecrübeler, sadece belediye başkanı seçmenin ötesinde bir anlam taşıyor. Bu seçimler, hizmet odaklı yönetim ile algı yönetimi arasındaki farkı net bir şekilde ortaya koymuştur. Eğer bu süreçten ibret alınmazsa, tarih tekerrür eder ve bedeli daha da ağır olur.

Özetle, İstanbul’un “ders verme” gayesiyle çıktığı yol, ona ağır bir fatura çıkardı. Ancak en önemli soru şu: “Acaba bu ders gerçekten öğrenildi mi?”




DÜNYA HERKESİN VE HER KESİMİN BULUŞUP BIR ARAYA GELEREK, AHİRETTE DE BERABER OLACAĞI BİR YERDİR .

DÜNYA HERKESİN VE HER KESİMİN BULUŞUP BIR ARAYA GELEREK, AHİRETTE DE BERABER OLACAĞI BİR YERDİR . [1]

DÜNYA HERKESİN VE HER KESİMİN BULUŞUP BIR ARAYA GELEREK, AHİRETTE DE BERABER OLACAĞI BİR YERDİR. NEMRUD VE NEMRUTCUKLARLA, HZ. İBRAHİM VE SEVENLERİNİN AYRILDIĞI VE AYRIŞTIĞI BİR YERDİR.


Dünya: Birlikte Yaşanan, Ama Ahirette Ayrışılan Bir Diyâr

Dünya, tüm insanlığın buluştuğu, farklı inançların, ideolojilerin, iyilik ve kötülüğün iç içe olduğu bir sahnedir. Bu sahnede herkes bir arada yaşar, nefes alır, aynı güneşi paylaşır. Ancak, asıl ayrışma ahirette olacaktır. Çünkü dünya, Nemrut ve Nemrutçuklarla, Hz. İbrahim ve sevenlerinin yollarının ayrıştığı bir sınav yeridir.

1. Dünya: Herkesin Birlikte Olduğu Bir Sınav Alanı

Dünya, sadece müminlerin veya sadece zalimlerin yaşadığı bir yer değildir. İyilik ve kötülük, adalet ve zulüm, iman ve inkâr her zaman iç içe olmuştur.

Hz. Musa ile Firavun aynı dönemde yaşadı. Ama biri zalimliğiyle anıldı, diğeri peygamberliğiyle…

Hz. İbrahim ile Nemrut aynı dünyada yaşadı. Ama biri ateşin içinde serinliğe kavuştu, diğeri kendisini ilah ilan edip helak oldu.

Peygamber Efendimiz (sav) ile Ebu Cehil aynı şehirde yaşadı. Ama biri âlemlere rahmet oldu, diğeri adını bile kötü bir unvan olarak bıraktı.

Bu, dünyanın değişmez hakikatidir. Herkes bir arada yaşar, ama herkes aynı kaderi paylaşmaz. Çünkü dünya, herkesin sınandığı bir yerdir.

2. Nemrut ve Nemrutçuklar: Zulmün ve Kibirin Temsilcileri

Nemrut, sadece bir şahıs değil, tarih boyunca süregelen kibirli, zalim, Allah’ı unutmuş güçlerin bir sembolüdür. Nemrut’un yolunda gidenler, hakikati çarpıtan, kendilerini ilah gibi gören, zulümle hükmeden ve insanları köleleştiren anlayışın temsilcileridir.

Bugünün Nemrutçukları, hakikati susturmaya çalışıyor.

Adalet yerine zulmü, merhamet yerine hırsı yüceltiyor.

İnsanların gönüllerini, mallarını ve özgürlüklerini sömürerek kendilerini “güçlü” sanıyorlar.

Ama unutulmamalıdır ki: Nemrut’un saltanatı ateşte sona erdi. Firavun, denizde boğuldu. Zalimler, daima bir sonla karşılaştılar.

3. Hz. İbrahim ve Sevenleri: Hakikatin Yolcuları

Hz. İbrahim, tevhidi savunan, zulme boyun eğmeyen, Nemrut’un karşısında tek başına bile olsa dimdik duran bir iman timsalidir. Onun yolunda olanlar:

Hakkın yanında dururlar, zulme rıza göstermezler.

Allah’a dayanır, dünyayı asıl yurt olarak görmezler.

Zalimin tahtı sarsılsa bile, sabır ve dua ile mücadele ederler.

Hz. İbrahim’in ateşe atılmasına rağmen yanmaması, bize şu hakikati gösterir: Zalimler ne kadar güçlü olursa olsun, Allah dilediğinde ateşi bile serin kılar.

4. Ahiret: Asıl Ayrışmanın Yaşanacağı Yer

Dünya, Nemrut ile İbrahim’in, Firavun ile Musa’nın, hak ile batılın aynı atmosferde nefes aldığı yerdir. Ama ahiret, asıl hesap günüdür.

Zalimler, güçlerini kaybedip hesap verecek.

Mazlumlar, sabırlarının karşılığını alacak.

İyiler ve kötüler, bir daha bir araya gelmemek üzere ayrılacak.

Dünya, bir imtihan meydanı; ahiret ise nihai duraktır. Bu dünyada kimin yanında durduğumuz, ahirette nerede olacağımızı belirleyecektir.

Sonuç: Kimin Yanında Yer Alacağız?

Dünya, herkesin aynı sofraya oturduğu, aynı yağmurla ıslandığı, aynı güneşle aydınlandığı bir yerdir. Ama asıl önemli olan, kimin tarafında durduğumuzdur.

Nemrut’un mu, İbrahim’in mi?

Firavun’un mu, Musa’nın mı?

Zulmün mü, adaletin mi?

Bu dünya, herkesin aynı kaderi paylaşacağı bir yer değil. Bugün iç içe yaşasak da, ahirette yollarımız ayrılacak.

Hangi yolda yürüdüğümüz, nerede durduğumuz ve kimlerle beraber olduğumuz, sonsuz yurdumuzu belirleyecek.

Hadiste: “Kişi sevdiğiyle beraberdir. ” buyurulur.
Ne diyelim!
Allah herkesi sevdiğiyle beraber eylesin.

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=4m38koDtnio




SONSUZLUK KAVRAMI: ALLAH’IN- CENNETİN VE İNSANIN SONSUZLUĞU.

SONSUZLUK KAVRAMI: ALLAH’IN- CENNETİN VE İNSANIN SONSUZLUĞU.[1]


Zaman kavramı. Bin ve elli bin sene.
Bakara. 259 Üzeyir peygamberin yüz sene uyuması
Ashab-ı Kehfin 309 sene uyuması.

İnsan, varoluşunun başlangıcından itibaren sonsuzluk kavramı üzerinde düşünmüş, ölüm sonrası hayatın ve ebedî varoluşun mümkün olup olmadığını sorgulamıştır. Kur’an-ı Kerim, Hadis-i Şerifler ve bilimsel yaklaşımlar, bu konuya dair farklı perspektifler sunar. İslam inancında sonsuzluk, Allah’ın ezelî ve ebedî oluşu, cennetin ve cehennemin sürekliliği ve insanın ruhunun ölmezliği üzerinden ele alınır.

Bu makalede, Allah’ın sonsuzluğu, cennetin ve cehennemin sonsuzluğu ve insanın sonsuz varoluşu Kur’an, hadis ve bilimsel bakış açısıyla ele alınacaktır.

1. ALLAH’IN SONSUZLUĞU

Kur’an ve Hadislerde Allah’ın Sonsuzluğu

İslam inancına göre Allah, ezelî (öncesiz) ve ebedî (sonsuza kadar var olan) bir varlıktır. O’nun varlığı, herhangi bir başlangıç ya da sona tabi değildir.

Kur’an’da Allah’ın ezelî ve ebedî olduğu şöyle belirtilir:
“O, Evvel’dir, Âhir’dir, Zâhir’dir, Bâtın’dır. O, her şeyi bilendir.” (Hadîd, 57/3)

Evvel ve Âhir isimleri, Allah’ın başlangıcının ve sonunun olmadığını ifade eder. O’nun varlığı, zamanla sınırlı değildir.

Bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurur:
“Allah vardı ve O’ndan başka hiçbir şey yoktu.” (Buhârî, Tevhid, 22)

Bu, Allah’ın varlığının hiçbir başlangıcının olmadığını açıkça gösterir.

Bilimsel Bakış Açısı

Modern bilim, büyük patlama (Big Bang) teorisi ile evrenin bir başlangıcı olduğunu öne sürmektedir. Ancak, bilim evrenin öncesi hakkında kesin bilgi veremez. Allah’ın sonsuzluğu, evrenin ötesinde ve tüm zaman-mekan kavramlarının üstünde bir varlığı ifade eder.

2. CENNETİN VE CEHENNEMİN SONSUZLUĞU

Kur’an ve Hadislerde Cennetin Sonsuzluğu

İslam inancına göre, cennet ve cehennem yaratılmıştır ve varlıkları sonsuza kadar devam edecektir.

Kur’an’da cennet için şöyle buyrulur:
“İman edip salih amel işleyenler için, içinde ebedî kalacakları cennetler vardır.” (Bakara, 2/82)

Cennete giren müminler, orada hiçbir zaman ölmeyecek, yaşlanmayacak ve sıkıntıya düşmeyecektir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Cennete giren bir kimse, orada ebedî kalır. Ölüm yoktur. Ne elbiseleri eskiyecek ne de gençliği kaybolacaktır.” (Müslim, Cennet, 22)

Kur’an ve Hadislerde Cehennemin Sonsuzluğu

Cehennem de yaratılmıştır ve bazı kimseler için ebedîdir. Allah, iman etmeyen ve kâfir olarak ölenler için cehennemin ebedî olduğunu bildirir:

“Onlar orada ebedî kalacaklardır, ne azapları hafifletilir ne de yüzlerine bakılır.” (Bakara, 2/162)

Ancak, bazı hadislerde ve alimlerin yorumlarında, cehennemdeki azabın bazı günahkâr müminler için süreli olabileceği belirtilmiştir. Büyük günah işleyip cehenneme giren bazı müminler, şefaat veya Allah’ın merhametiyle çıkabilir.

Bilimsel Bakış Açısı

Termodinamiğin ikinci yasasına göre, evrendeki enerji giderek daha düzensiz hale gelir ve zamanla yok olur. Ancak cennetin sonsuzluğu, maddî evrenin yasalarına tabi olmayan metafiziksel bir gerçekliktir.

3. İNSANIN SONSUZLUĞU

Kur’an ve Hadislerde Ruhun Sonsuzluğu

İslam inancına göre insanın ruhu ebedîdir. Ölüm, ruhun yok olması değil, dünya hayatından ahiret hayatına geçişidir.

Kur’an’da şöyle buyrulur:
“Her nefis ölümü tadacaktır, sonra bize döndürüleceksiniz.” (Ankebût, 29/57)

Hadislerde de ruhun ahirette yaşamaya devam edeceği açıkça belirtilmiştir:
“Kabir, ya cennet bahçelerinden bir bahçedir ya da cehennem çukurlarından bir çukurdur.” (Tirmizî, Kıyamet, 26)

Bu, insan ruhunun ölümsüz olduğunu ve ahirette de yaşamaya devam edeceğini gösterir.

Bilimsel Bakış Açısı

Modern bilim, ruhun varlığını maddî olarak kanıtlayamasa da, bilinç, ölümden sonra varlık ve metafiziksel deneyimler üzerine birçok çalışma yapılmaktadır.

Ölüme yakın deneyimler (NDE – Near Death Experiences), insan bilincinin bedensel ölümden sonra bile devam ettiğini gösteren ilginç bulgulardır.

Kuantum fiziğinde bilinç ve madde ilişkisi, ruhun ölümsüzlüğü üzerine bazı teorilere kapı aralamaktadır.

Bu noktada, İslam’ın ruhun ölümsüzlüğüne dair öğretileri, bilimsel keşiflerle örtüşebilecek metafiziksel bir hakikati ortaya koymaktadır.

SONUÇ: SONSUZLUK İNSANA NEYİ ÖĞRETİR?

Sonsuzluk kavramı, insana hayatının geçici olduğunu, ancak ruhunun sonsuz bir varoluşa sahip olacağını hatırlatır. Allah’ın sonsuzluğu, O’na teslimiyetin gerekliliğini gösterirken, cennetin sonsuzluğu, insanı iyi olmaya teşvik eder. Cehennemin sonsuzluğu ise, günahlardan kaçınmanın önemini hatırlatır.

İnsan, bu dünyada kısa bir süre yaşar ama ebedî bir hayata hazırlanır. Kur’an, hadis ve bilimsel işaretler, insanın sonsuz varoluşa sahip olduğunu destekleyen güçlü deliller sunar.

Son olarak, Allah Teâlâ’dan bizleri ebedî saadet yurdu olan cennete koymasını niyaz ederiz.

“Rabbimiz! Bizi bağışla ve cennetin ebedî nimetleriyle mükâfatlandır!” (Âl-i İmrân, 3/16)

Amin!

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=EpP151ss1gU