Hz. Ömer Müslüman olmadan önce kızını diri diri gömmüş müdür?

Hz. Ömer Müslüman olmadan önce kızını diri diri gömmüş müdür?


Hz. Ömer’in (r.a.) Müslüman olmadan önce kızını diri diri gömdüğüne dair anlatılan olay, İslam tarihçileri ve araştırmacılar tarafından güvenilir kaynaklarla desteklenmemektedir. Bu anlatım, halk arasında yaygın bir rivayet olmakla birlikte, sahih hadis kaynaklarında ve erken dönem İslam tarihçileri tarafından yazılan eserlerde geçmemektedir.

Konuyla ilgili bazı önemli noktalar şunlardır:

1. Sahih Kaynaklarda Yer Almaması: Bu olayın geçtiğine dair en güvenilir kabul edilen hadis ve tarih kitaplarında bir bilgi yoktur. Özellikle, İbn Hişam, Taberî ve İbn Sa’d gibi klasik İslam tarihçileri böyle bir vakadan bahsetmemektedir.

2. Hz. Ömer’in Kızı Hafsa’nın Durumu: Hz. Ömer’in Müslüman olmadan önce dünyaya gelen kızı Hafsa (r.a.), İslam’ı kabul ettikten sonra yaşamış ve Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ile evlenmiştir. Eğer Hz. Ömer kız çocuklarını gömme âdetini uygulamış olsaydı, Hafsa da bu durumdan etkilenebilirdi.

3. İslam Öncesi Dönemde Çocuk Gömme Geleneği: Cahiliye döneminde bazı Arap kabilelerinde kız çocuklarını gömme geleneği bulunuyordu. Ancak bu, her kabilede yaygın değildi ve özellikle Mekke gibi ticaretle uğraşan şehirlerde daha az görülmekteydi.

Bu nedenle, Hz. Ömer’in (r.a.) kızını diri diri gömdüğü anlatımı, tarihi bir gerçeklikten çok, İslam öncesi dönemin sertliğini vurgulamak için anlatılan abartılı hikâyelerden biri olabilir. Hz. Ömer’in İslam ile şereflendikten sonraki adalet anlayışı ve yönetimi, onun Cahiliye dönemindeki hatalarını telafi ettiğini ve gerçek bir dönüşüm yaşadığını göstermektedir.

 

 




NURDAN GELEN KÂİNAT NUR’LANIP VE NUR’LA BOYANIP NUR’A GİDİYOR.

NURDAN GELEN KÂİNAT NUR’LANIP VE NUR’LA BOYANIP NUR’A GİDİYOR.[1]

NURDAN GELEN KÂİNAT NUR’LANIP VE NUR’LA BOYANIP NUR’A GİDİYOR. DÜNYA PAZARINDA NUR ALIP NUR SATARIZ.


Nurdan Gelen Kâinat: Nur’un Pazarı ve İnsan

Kâinat, nurdan yaratılmış bir tecelli âlemidir. Her şeyin kaynağı olan Nur-u Muhammedî ve Nur-u İlâhî, varlıkların özüne işlenmiş bir hakikattir. Güneş ışığını nasıl bir kaynaktan alıyor ve her yere ulaştırıyorsa, varlık âlemi de İlâhî nurdan gelen bir ışıkla aydınlanır, şekillenir ve tekrar nur kaynağına döner.

İnsan, bu nurlu pazarda bir yolcudur. Dünya pazarı, yalnızca maddi alım satımların yapıldığı bir yer değildir; aynı zamanda manevi değerlerin, hakikatin ve ahirete yönelik azıkların kazanıldığı bir mekândır. İnsan bu dünyada nur alır, nur satar; yani, Allah’ın nuru olan iman, marifet ve hikmetleri kazanır ve başkalarına aktarır.

Kâinatın Nurla Boyanması

Güneşin vurduğu bir cam parçası, ışığı yansıtınca aydınlanır; kirli bir cam ise ışığı geçirmez. İnsan ruhu da böyledir. Kalp temizse, iman nuru orada parlar; nefis perdelenmişse, karanlıklar içinde kalır.

Bir ağacın toprağa bağlı olduğu gibi, insan da manen Rabbi’ne bağlıdır. Toprak, su ve güneşten aldığıyla meyve verir; insan ise Kur’an nurundan, iman hakikatlerinden beslenerek meyve verir. Eğer bu dünyada hikmetin ve imanın nurunu alırsa, ahirette ebedî saadetin ışığını kazanır. Eğer gafletin karanlığında kalırsa, sonsuz bir hüsran içinde kaybolur.

Nur Pazarı: Dünyada Ne Alıp Satıyoruz?

Bu dünya, hakikatlerin, iyiliklerin, ibadetlerin ve sabrın ticaretinin yapıldığı bir pazar yeridir. İnsan, fani mallar yerine kalıcı olan hakikatleri satın almalıdır. Kur’an, bize bu alışverişi anlatır:

> “Allah, müminlerden, mallarını ve canlarını, onlara cennet vermek karşılığında satın almıştır…” (Tevbe, 111)

Bu alışverişte mümin, Allah’ın nurunu arar, hakikatin ışığını yayar ve cenneti kazanan bir tüccar olur. Fakat gaflete düşenler, fani dünya mallarını ebedî zannederek hüsrana uğrar.

Nur’a Doğru Yolculuk

Her insan, doğumla başlayan ve ölümle son bulan bir nur yolculuğundadır. Doğarken temiz bir fıtratla geliriz; eğer iman nuru ile aydınlanırsak, yolculuğumuz sonunda ebedî saadetin ışığına ulaşırız. Eğer bu dünyada karanlık bir yolda yürürsek, ahirette de hüsran içinde oluruz.

Şu hâlde, en büyük kazanç kalbi ve aklı iman nuruyla doldurmak, ilimle aydınlanmak ve hakikati yaymaktır. Zira bu dünya, bir pazar yeridir; ama bu pazarda nur alıp nur satanlar, ebedî kâr elde edenlerdir.

Son Söz

Ey insan! Dünyanın pazarı kapanmadan, nur almak ve satmak için fırsatı kaçırma. Kalbinin aynasını temizle ki, iman nuru orada parlasın. Çünkü kâinat nurdan geldi, nurla boyandı ve tekrar nura dönecek. Ve unutma: Karanlık bir dünya, ancak hakikatin nuru ile aydınlanır.

Gelmeden önce ve gittikten sonra NUR olan insan, ara noktayı da iman ve Kuran’ın nuruyla doldurmalıdır.

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=35uCxep7feI




RAMAZAN YANMAKTIR

RAMAZAN YANMAKTIR[1]


Ramazan’ın Kelime Manası ve Hikmeti

Kelime Manası:

“Ramazan” kelimesi, Arapça “ramada” (رمض) kökünden gelir ve “kavurucu sıcak”, “yanmak”, “kuraklık” gibi anlamlara sahiptir. Bu kelimenin Ramazan ayına isim olmasıyla ilgili birkaç yorum vardır:

1. Günahların yanması: Ramazan, günahlardan arınma ayıdır. Oruç ve ibadetlerle kulun manevi hataları bağışlanır, adeta günahlar yanarak temizlenir.

2. Sıcakta taşların ısınıp yumuşaması gibi, kalplerin yumuşaması: İnsan, Ramazan’da açlık ve susuzlukla nefsi terbiye eder, kalbi rikkat kazanır, fakirlerin hâlini daha iyi anlar.

3. Eskiden Ramazan ayının sıcak mevsimlere denk gelmesi: Araplar, ayları adlandırırken yaşadıkları doğa olaylarını baz alırlardı. Ramazan ayının isimlendirildiği dönemde büyük ihtimalle kavurucu sıcaklar hâkimdi.

Ramazan’ın Hikmeti:

Ramazan ayı, sadece oruç tutulması gereken bir dönem değil, aynı zamanda insanın maddi ve manevi yönünü terbiye eden bir okul gibidir. İşte Ramazan’ın hikmetlerinden bazıları:

1. Nefis Terbiyesi:

İnsan, açlık ve susuzlukla nefsin kontrolünü sağlar, şehvet ve arzularını dizginler.

Bediüzzaman’ın ifadesiyle, oruç nefse “sen hâkim değil, mahkûmsun” demeyi öğretir.

2. Şefkat ve Merhamet:

Aç kalmak, insanın fakirlerin hâlini anlamasına ve empati kurmasına vesile olur.

Paylaşma, sadaka ve infak gibi duygular daha fazla öne çıkar.

3. Sabır ve İrade Eğitimi:

Gün boyunca yemek, içmek ve diğer dünyevî zevklerden uzak duran insan, iradesini güçlendirir.

Sabır, hem bireysel gelişim hem de manevi yükseliş için temel bir meziyettir.

4. Kur’an Ayı:

Kur’an-ı Kerim, Ramazan ayında indirilmeye başlanmıştır. (Bakara, 185)

Bu yüzden Ramazan, Kur’an’ı daha çok okumak, anlamak ve yaşamak için bir fırsattır.

5. Günahların Affı ve Mağfiret:

Peygamber Efendimiz (s.a.v), “Kim Ramazan ayını inanarak ve sevabını Allah’tan bekleyerek oruç tutarsa, geçmiş günahları affolunur” (Buhari, Savm, 6) buyurmuştur.

Bu ay, tevbe ve arınma ayıdır.

6. Sağlık ve Bedenî Hikmetler:

Oruç, sindirim sistemine dinlenme fırsatı vererek vücudu temizler.

Modern tıpta da “aralıklı oruç” (intermittent fasting) gibi yöntemlerle orucun faydaları vurgulanmaktadır.

Sonuç:

Ramazan, sadece bir oruç ayı değil, ruhun, kalbin ve aklın yeniden inşası için bir fırsattır. Günahlardan arınma, nefsi terbiye etme, sabrı ve şükrü öğrenme, Kur’an’a yönelme ve paylaşma ayıdır. “Ramazan” kelimesinin kökündeki “yanmak” anlamı, bu ayın günahları eritmesi ve ruhu arındırması ile birebir örtüşmektedir.

@@@@@@@@

“Nefis, eğer muvakkat bir ayın gündüz zamanında tatil-i eşgal etmezse o fabrikanın hademelerinin ve o cihazatın hususi ibadetlerini onlara unutturur, kendiyle meşgul eder, tahakkümü altında bırakır. O sair cihazat-ı insaniyeyi de o manevî fabrika çarklarının gürültüsü ve dumanlarıyla müşevveş eder. Nazar-ı dikkatlerini daima kendine celbeder. Ulvi vazifelerini muvakkaten unutturur. Ondandır ki eskiden beri çok ehl-i velayet, tekemmül için riyazete, az yemek ve içmeye kendilerini alıştırmışlar.
……Kalp ve ruh, akıl, sır gibi letaifin o mübarek ayda oruç vasıtasıyla çok terakkiyat ve tefeyyüzleri vardır. Midenin ağlamasına rağmen onlar masumane gülüyorlar. ”
Bunun izahı ve özellikle, “O sair cihazat-ı insaniyeyi de o manevî fabrika çarklarının gürültüsü ve dumanlarıyla müşevveş eder. Nazar-ı dikkatlerini daima kendine celbeder. Ulvi vazifelerini muvakkaten unutturur.” Burada geçen, “O sair cihazat-ı insaniyeyi de o manevî fabrika çarklarının gürültüsü ve dumanlarıyla müşevveş eder. Nazar-ı dikkatlerini daima kendine celbeder. Ulvi vazifelerini muvakkaten unutturur.” Sair cihazati insaniye ve O ulvi vazifeler ise,

Oruç: Manevî Fabrikanın Sessizleşmesi ve Ulvî Vazifelere Yolculuk

İnsanın varlığı, sadece maddi bedenden ibaret değildir. Ruh, kalp, akıl, sır gibi manevî cihazlar da insanın asli unsurlarıdır. Ancak insan, hayatın akışı içinde çoğu zaman bu yüksek duygularını unutur, onları köreltir ve nefsin taleplerine esir olur. Bu esaret, manevî fabrika çarklarının gürültüsü ve dumanlarıyla insanın dikkatini dağıtır, onu hakikî maksadından uzaklaştırır. Bediüzzaman Said Nursî’nin işaret ettiği gibi, nefsin sürekli meşguliyeti ve tatminsiz arzuları, insanın kalbini, ruhunu ve aklını hakikatten perdeler.

Sair Cihazât-ı İnsaniye Nedir?

İnsan, Allah’ın kendisine ihsan ettiği birçok latife (manevî duygu) ile donatılmıştır. Bunlardan bazıları:

Kalp: Allah’ı sevme, O’na yönelme merkezi

Ruh: Ebediyetle bağlantılı olan ve sonsuzluk arzusunu taşıyan cevher

Akıl: Hak ile batılı, doğru ile yanlışı ayırt etme melekesi

Sır: Hakikatin derinliklerine vakıf olma istidadı

Vicdan: Doğruyu ve yanlışı hissetme mekanizması

Bu manevî cihazlar, insanın ulvî vazifelerini yerine getirebilmesi için yaratılmıştır. Ancak, nefsin daimi meşguliyeti, mide ve şehvetin aşırı talepleri, dünyevî telaşlar bunları işlevsiz hâle getirir. İşte bu yüzden, oruç gibi ibadetler, insanın iç dünyasında bir düzenleme yaparak, bu cihazları tekrar asli görevlerine döndürür.

Ulvi Vazifeler Nelerdir?

İnsanın yaratılış gayesi, sadece dünyada yaşamak, yemek içmek, çalışmak ve geçim derdine düşmek değildir. Ulvî vazifeler, daha yüksek, daha hakikatli ve ebedî gayeleri ifade eder:

1. Allah’ı tanımak ve O’na kulluk etmek:

“Ben cinleri ve insanları, ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zariyat, 56)

2. Kendi nefsini terbiye etmek ve kontrol altına almak:

Oruç, nefsin haddini bildiren en güçlü ibadetlerden biridir.

3. Dünya hayatının faniliğini idrak etmek:

İnsan, açlıkla acziyetini anlar ve kendini hakiki istinat noktası olan Allah’a yönlendirir.

4. Tezekkür ve tefekkür etmek:

Oruç, insanın dünyaya geliş gayesini, ölüm hakikatini ve ahiret yolculuğunu daha iyi anlamasına vesile olur.

Oruç: Fabrikanın Gürültüsünü Susturan İlahi Bir Sistem

İnsan bedeni, içinde sayısız sistem barındıran bir fabrika gibidir. Kalp çarkları çalışır, akıl dişlileri döner, duygular kanallar açar. Ancak nefis, bu fabrikanın gürültüsünü artırarak insanı hakikatten uzaklaştıran bir mekanizmaya dönüştürebilir. Mide doyduğunda, şehvet tatmin olduğunda, beden rahatladığında, insan kendini dünyanın merkezi sanır. Bu durumda, kalp, ruh, akıl ve diğer latifeler arka plana atılır. İşte oruç, bu fabrika çarklarını durduran bir “sessizlik butonu” gibidir.

Bediüzzaman’ın ifadesiyle, oruç sayesinde mide ağlar, ama kalp ve ruh gülmeye başlar. Çünkü nefis susunca, kalp Allah’a yönelir, ruh hakikati hissetmeye başlar, akıl tefekküre dalar.

Oruçsuz Hayat: Fabrikanın Dumanı, Gürültüsü ve Kaosu

Orucun olmadığı bir hayat, sürekli dumanlar içinde çalışan bir fabrikanın iç karartıcı haline benzer. İnsan, sürekli nefsin talepleri peşinde koşar ve hiçbir zaman tatmin olmaz. Midemiz doyduğunda gözümüz tok olmaz, evimiz genişlediğinde iç huzurumuz artmaz, servetimiz çoğaldığında mutluluk garantilenmez. Çünkü insanın hakiki doyumu, nefsin taleplerini kısmakta ve ruhun sesini duymakta yatar.

Oruç, bu gürültüyü susturur, dumanı dağıtır ve insanı fabrikanın özüne, yani hakikî vazifesine yöneltir.

Sonuç: Oruç, Nefsin Hakimiyetinden Kurtuluşun Anahtarıdır

Oruç, insanı fabrika gürültüsünden ve nefis dumanlarından kurtaran bir manevi temizliktir. İnsan nefsin despotluğundan kurtuldukça, ulvî vazifelerine yönelir. Mide aç kalınca, kalp doyar, şehvet susunca ruh yükselir, dünya meşgalesi azalınca akıl Allah’ı hatırlar.

Bu yüzden oruç, sadece aç kalmak değil, insanın yaratılış gayesine dönmesi için bir fırsattır. Bediüzzaman’ın dediği gibi, “Midenin ağlamasına rağmen, kalp ve ruh masumane gülmeye başlar.”

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=kc0qlOoRaKM