Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir.

Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecellî eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder.”


İLİM VE HAKİKATİN İKİ KANADI: DİNİ VE FEN BİLİMLERİNİN BİRLİKTE YÜKSELİŞİ

İslam’ın ve medeniyetin en temel dayanaklarından biri, ilimdir. Bediüzzaman Said Nursî’nin şu sözü, ilmin iki yönünü ve bu iki yönün birbirinden ayrıldığında doğabilecek tehlikeleri çarpıcı bir şekilde ifade etmektedir:

“Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecellî eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder.”

Bu söz, insanı ve toplumu aydınlatan iki temel ilim kaynağını ortaya koymaktadır:

1. Dini ilimler (ulûm-u diniye): İnsan ruhunu, ahlakını, vicdanını ve maneviyatını besler.

2. Fen ve medeniyet ilimleri (fünun-u medeniye): Akıl, teknoloji, bilimsel keşifler ve medeniyetin gelişimini sağlar.

Bu iki ilim bir arada olduğunda, insan ve toplum hakikate ulaşır, medeniyet gelişir ve ilim ışığında adaletle yükselir. Ancak biri diğerinden koparsa, dengesiz ve zararlı sonuçlar doğar:

Sadece dini ilimlere yönelmek: Bilimi ve aklı ihmal eden kör bir taassuba yol açabilir.

Sadece fen bilimlerine yönelmek: Maneviyattan kopuk, ahlaki ve vicdani değerleri hiçe sayan hile, şüphe ve materyalist düşüncenin yayılmasına neden olabilir.

Bu makalede, İslam’ın ilme bakışı, dini ve fenni ilimlerin birlikte geliştiği dönemler, ayrıldıkları zaman yaşanan çöküşler ve günümüz Müslüman toplumları için çıkarılacak dersler ele alınacaktır.

1. İslam ve İlim: Oku, Düşün, Araştır

İslam, ilmi en yüce değerlerden biri olarak görür. Kur’an’da ilk inen emir “Oku!” (Alak, 1) ayetidir. Bu okuma, sadece kutsal metinleri okumak değil, aynı zamanda kâinatı, doğayı ve bilimi anlamak için de bir davettir.

Hz. Peygamber (s.a.v.), ilmin önemini şu sözleriyle vurgulamıştır:

“İlim öğrenmek, her Müslüman erkek ve kadına farzdır.” (İbn Mace, Mukaddime, 17)

“İlim Çin’de bile olsa gidip alınız.” (Beyhaki, Şuabü’l-İman, 2/254)

Bu teşvikler, Müslümanları her alanda ilme yöneltmiş ve tarihte büyük bir medeniyetin doğmasına sebep olmuştur.

2. Tarihte İslam Medeniyeti: İlim ve Hakikatin Bütünleştiği Çağlar

İslam dünyasında 8. yüzyıldan 15. yüzyıla kadar ilim ve maneviyat birlikte yükselmiş, Endülüs, Bağdat ve Semerkand gibi ilim merkezleri kurulmuştur.

Harezmi (780-850): Cebiri sistematik hale getirerek matematiğin temelini attı.

İbn Sina (980-1037): Tıbbın Kanunu adlı eseriyle modern tıbbın gelişimine katkıda bulundu.

El-Biruni (973-1050): Dünya’nın döndüğünü ve yerçekimini Newton’dan 600 yıl önce dile getirdi.

İbn Rüşd (1126-1198): Aristo’nun felsefesini Batı’ya taşıdı ve akıl-vahiy dengesini savundu.

Bu dönemde ilim adamları hem dini hem fenni ilimlerle uğraşıyor, ikisini birleştirerek hakikate ulaşmaya çalışıyorlardı.

Ancak zamanla bu denge bozuldu…

3. Ayrışma ve Çöküş: Bilimin ve Maneviyatın Kopması

İslam dünyasında bilim ve din arasındaki denge bozulduğunda, medeniyet de çöküşe geçti:

Tasavvufi düşüncenin aşırı şekillere kayması ve akılcı ilmin ihmal edilmesi: Bilimsel çalışmalar ikinci plana atıldı.

Siyasi istikrarsızlıklar ve mezhep savaşları: Birlik ve beraberlik kayboldu.

Batı’nın İslam bilim mirasını devralması: Avrupa, Endülüs ve Haçlı Seferleri aracılığıyla İslam’ın bilimsel mirasını alıp ilerlerken, Müslüman dünyada duraklama yaşandı.

Sonuç:

Müslümanlar, vicdanı güçlü ama bilimden uzak bir toplum haline geldi.

Batı dünyası, bilimi geliştirdi ama ahlaki ve manevi boşluk içinde kaldı.

İşte Bediüzzaman’ın uyardığı noktaya tam burada geliyoruz:

Dini ilim akıldan koparsa: Kör bir taassup doğar.

Fen bilimleri ahlaktan koparsa: Şüphe, hile ve materyalist düşünce hâkim olur.

4. Çıkış Yolu: Hakikatin İki Kanadını Yeniden Birleştirmek

Müslüman dünyasının yeniden yükselişe geçmesi için, ilim ve maneviyatın bir araya getirilmesi gerekmektedir:

a) Eğitim Sisteminin Yeniden Yapılandırılması

Medreseler ve modern üniversiteler arasında bir köprü kurulmalı.

Hem fen bilimleri hem dini ilimler dengeli şekilde öğretilmeli.

b) Bilimsel Araştırmalara Önem Verilmesi

Müslüman ülkeler bilim, teknoloji ve inovasyona yatırım yapmalı.

Müslüman bilim insanları desteklenmeli ve teşvik edilmeli.

c) Ahlaklı ve Bilgili Nesiller Yetiştirmek

Bilim ve teknolojiyi geliştirirken ahlak, vicdan ve maneviyat unutulmamalı.

Hz. Peygamber’in “İlim Çin’de bile olsa gidip alınız” düsturuyla hareket edilmeli.

Sonuç: Kanatsız Uçamayız!

Bediüzzaman’ın ifadesiyle, insan ve toplum hakikate ulaşmak için iki kanada ihtiyaç duyar:

1. Vicdan ve ahlak için dini ilimler.

2. Akıl ve teknoloji için fen bilimleri.

Bu iki kanat birleştiğinde, Müslüman dünyası yeniden yükselir, bilim ve ahlak bir araya gelerek hakikatin kapısını aralar.

Tarih, bu iki kanadın ayrıldığı toplumların çöküşe geçtiğini, birleştirenlerin ise medeniyet kurduğunu göstermektedir. Öyleyse gelecek nesillere ilim ve maneviyatı birlikte vermek, en büyük sorumluluğumuzdur.

Bilgi ışığında yükselen, ahlak rehberliğinde ilerleyen bir toplum, hem dünyada hem de ahirette saadete ulaşır!

@@@@@@

**Vicdan ve Aklın Sentezi: Bediüzzaman’ın İlim Tasavvurundan İbretler**

Bediüzzaman Said Nursi’nin yukarıdaki sözü, insanlığın en kadim iki gerçeğini özetler: *Vicdan* ve *akıl*. Ona göre, vicdanın aydınlığı dini ilimlerle, aklın ışığı ise modern bilimlerle beslenir. Bu iki kanat birleştiğinde hakikat ortaya çıkar; ayrıldığında ise bir tarafta **taassup** (bağnazlık), diğer tarafta **şüphe** ve **hile** doğar. Bu ifade, yalnızca bir felsefi önerme değil, aynı zamanda İslam medeniyetinin yükseliş ve çöküşünün de anahtarıdır. Peki tarih, bu sentezin önemini nasıl ispatlıyor?

### **Altın Çağ: Din ve Bilimin Kucaklaşması**
8. ile 13. yüzyıllar arasındaki İslam medeniyeti, Nursi’nin idealize ettiği “**imtizac**” (uyum) dönemine ışık tutar. Abbasi halifeleri, antik Yunan, Hint ve Pers bilimini Arapçaya çevirirken, Kur’an’ın *“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”* (Zümer, 9) ayetini rehber edinmişti. **Beytü’l Hikme**, bu sentezin sembolüydü: Astronomi, tıp ve matematik çalışmaları, kelam ve fıkıhla iç içe ilerliyordu.

– **İbn Sina**, hem filozof hem hekimdi. *El-Kanun fi’t-Tıb* adlı eserinde hastalıkları madde ve mananın dengesiyle açıklarken, *“Ruh bedenin reisidir”* diyerek tıbbı metafizikle buluşturdu.
– **Harezmi**, cebiri keşfederken, Allah’ın kainattaki düzenini matematikle anlamaya çalışıyordu.
– **İbn Heysem**, optik çalışmalarında ışığın yansımasını incelerken, bunu “ilahi nur”un bir tezahürü olarak yorumladı.

Bu dönemde dini ilimler, aklı körelten bir dogma değil, bilimi motive eden bir “vicdan ziyası”ydı.

### **Ayrılığın Bedeli: Taassup ve Şüphenin Doğuşu**
Ancak 13. yüzyıldan itibaren bu uyum bozuldu. Moğol istilaları ve siyasi çöküşle birlikte, medreselerde **nakil-akıl dengesi** kayboldu. Dinî ilimler, sorgulamayan bir ezberciliğe; pozitif bilimler ise “**felsefesiz bir teknik**”e dönüştü. Nursi’nin deyimiyle, iki kanat birbirinden ayrıldı:

1. **Ulûm-u Diniyede Taassup:**
– Gazali’nin *“Filozofların Tutarsızlığı”* eseri, bazı çevrelerde felsefeyi “küfür” ile eşitledi. Oysa Gazali, aslında aklı değil, Aristo’yu mutlaklaştıran yaklaşımı eleştiriyordu.
– Zamanla medreseler, İbn Rüşd’ün akıl-vahiy sentezini dışladı. İçtihat kapısının kapanması, dini düşüncede donukluğa yol açtı.

2. **Fünun-u Medeniyede Şüphe:**
– Avrupa’da Rönesans ve Aydınlanma yaşanırken, İslam dünyası bilimsel mirasına yabancılaştı. Batı’nın teknolojik üstünlüğü, bir “şüphe” doğurdu: *“Acaba din bilimle çelişir mi?”*
– Pozitivizmin etkisiyle, bazı aydınlar dini “akıl dışı” addederek reddetti. Nursi’nin tabiriyle, “hile” (ideolojik saptırma) ve “şüphe” toplumu sardı.

### **Endülüs’ten Günümüze İbretler**
Endülüs İslam Medeniyeti, bu iki kanadın uyumunun neler başarabileceğini gösterdi. **Kurtuba Ulu Camii**, hem sanat hem ibadetin sembolüydü. **İbn Rüşd**, Aristo’yu İslami perspektifle yorumlayarak Avrupa’yı aydınlattı. Ancak 1492’de Gırnata düştüğünde, engizisyon hem Müslümanları hem Yahudileri yok etti. Bu trajedi, Nursi’nin uyardığı “**iftirak**”ın (ayrılık) sonucuydu: Dinî bağnazlık ve bilimsel gerileme, medeniyeti çökertti.

### **Bugünün Sınavı: Nursi’nin Çağrısına Kulak Vermek**
Nursi’nin sözleri, bugün de geçerliliğini koruyor:

– **Eğitimde Sentez:** Medreselerde dinî ilimlerin yanında fen bilimleri öğretilmezse, gençler ya “eleştirel düşünceden yoksun” yetişir ya da dini tamamen reddeder.
– **Bilimde Ahlak:** Modern teknoloji, vicdani bir rehberlik olmazsa, insanlığı nükleer silahlar veya yapay zeka tehlikeleriyle baş başa bırakır.
– **Toplumsal Barış:** Din ve bilim çatıştığında, toplumlar ya dinci radikalizmle ya da seküler nihilizmle parçalanır.

### **Sonuç: İki Kanatlı Kuş Misali**
Bir kuşun uçabilmesi için iki kanadı nasıl gerekiyorsa, insanlığın ilerlemesi için de vicdan ve aklın birlikteliği şarttır.

Bu barış, yalnızca Müslümanların değil, tüm insanlığın kurtuluş reçetesidir…




ZEKERİYA PEYGAMBER’İN SUSMA ORUCU VE HİKMETLERİ

ZEKERİYA PEYGAMBER’İN SUSMA ORUCU VE HİKMETLERİ


### **Kıssanın Özeti:**
Hz. Zekeriya (a.s.), yaşlılığında ve çocuksuzken Allah’a yönelerek kendisine hayırlı bir evlat vermesi için dua etti. Allah, onun samimi niyetini kabul edip Yahya (a.s.)’yı müjdeledi. Bu müjde sonrasında, Zekeriya Peygamber’e üç gün boyunca insanlarla konuşmama orucu (savm-ı kelâm) emredildi. Bu sürede sadece işaretlerle iletişim kurdu ve sürekli Allah’ı zikretti.

**Ayet Kaynağı:**
*“Zekeriya: ‘Rabbim! Bana bir alamet ver’ dedi. Allah da: ‘Senin için alamet, üç gün boyunca, işaretleşme dışında insanlarla konuşamamandır. Rabbini çok an, akşam sabah tesbih et’ dedi.”*
**(Meryem Suresi, 19:10)**

### **Hikmetleri ve İbretler:**

1. **Allah’ın Kudretine Şahitlik:**
– Zekeriya Peygamber’in yaşlılık ve eşinin kısırlığına rağmen çocuk sahibi olması, Allah’ın doğa yasalarını aşan mucizevi gücünü gösterir. Bu, insanın acizliğini ve Allah’ın her şeye kadir olduğunu hatırlatır.
– **“Allah dilediğine hesapsız rızık verir.”** (Âl-i İmrân, 3:37)

2. **Sabır ve Teslimiyetin Sınavı:**
– Üç gün boyunca konuşmamak, Zekeriya Peygamber’e sabrı ve Allah’a tam teslimiyeti öğretmiştir. Bu durum, insanın nefsini kontrol etme ve irade gücünü geliştirme konusunda önemli bir örnektir.

3. **Dilin Terbiyesi:**
– Susma orucu, dilin kötü sözlerden korunması gerektiğini vurgular. Günümüzde bu, dedikodu, yalan ve gereksiz konuşmalardan uzak durma şeklinde yorumlanabilir.
– **“Ya hayır söyleyin ya da susun.”** (Buhârî, Edeb 31)

4. **Zikir ve Şükür:**
– Allah, Zekeriya Peygamber’e susma süresince sürekli tesbih ve zikretmesini emretmiştir. Bu, nimetlere şükrün ve Allah’a yakınlaşmanın bir yoludur.
– **“Beni anın ki Ben de sizi anayım.”** (Bakara, 2:152)

5. **Mucizenin Teyidi:**
– Susma orucu, insanların Zekeriya Peygamber’in mucizesini görmesini sağlamıştır. Konuşamaması, Allah’ın ona verdiği mucizenin somut bir işareti olmuştur.

### **Günümüze Yansımaları:**
– **Dil Orucu:** Gereksiz, yaralayıcı veya boş sözlerden uzak durmak, modern insan için bir nevi “susma orucu” sayılabilir.
– **Duanın Gücü:** Zekeriya Peygamber’in duası, samimiyetle yapıldığında Allah’ın icabet edeceğinin kanıtıdır.
– **Manevi Arınma:** Susarak geçirilen zaman, kalbin ve zihnin Allah’a odaklanması için bir fırsattır.

**Sonuç:**
Zekeriya Peygamber’in susma orucu, sadece bir mucize değil, aynı zamanda insana **sabır, teslimiyet ve dil terbiyesi** konusunda derin dersler veren bir ibret tablosudur. Bu kıssa, Allah’ın hikmetine güvenmenin ve O’nun emirlerine kayıtsız şartsız boyun eğmenin önemini hatırlatır.

*“En hayırlı amel, dilini tutmandır.”*
**(Tirmizî, Zühd 61)**
🌙




SAHABENİN HAYATINDA ORUÇ

SAHABENİN HAYATINDA ORUÇ


**SAHABENİN HAYATINDA ORUÇ: BİR İMAN VE İHLAS DESTANI**

Sahabe-i Kiram (r.a.), orucu sadece bir ibadet değil, nefis terbiyesi, Allah’a yakınlaşma ve Peygamber (s.a.v.) sevgisini kanıtlama vesilesi olarak görürdü. İşte onların hayatından oruçla örülü unutulmaz sahneler:

### **1. Hz. Ebû Bekir (r.a.): “Açlıkla Arınan Yürek”**
– Hz. Ebû Bekir, nafile oruçlarda öne çıkardı. Öyle ki, “Sıddîk” lakabına layık bir sadakatle, Pazartesi-Perşembe oruçlarını asla terk etmezdi.
– Bir gün evine misafir geldiğinde, “Bugün oruçluyum” diyerek sofraya oturmamış, sonradan ev halkı, “Aslında o gün oruçlu değildi, sadece misafire ikram edecek yiyeceği yoktu” diye anlatmıştı. Oruç, onun için **iffet** ve **tevazu** demekti.

### **2. Hz. Ömer (r.a.): “Adalet ve Açlık Arasındaki Denge”**
– Hz. Ömer, halifeliği döneminde bile Ramazan’da halkla birlikte teravih kılar, gündüzleri divan kurup halkın problemlerini dinlerdi. Oruç, onun adalet terazisini asla bozmazdı.
– Bir Ramazan günü, susuzluktan bayılan bir kadının çocuğuna süt bulmak için orucunu bozduğunu duyunca, “Keşke ben de senin gibi insanlara yardım edebilmek için orucumu bozsaydım” diyerek gözyaşı dökmüştü.

### **3. Hz. Osman (r.a.): “Cömertliğin Oruçla Buluşması”**
– Hz. Osman, iftar sofralarını yoksullarla paylaşmakla meşhurdu. Ramazan gecelerinde Mescid-i Nebevî’nin kandillerini kendi malıyla yağlattığı gibi, oruçlulara hurma ve su dağıtırdı.
– Uhud Savaşı’nda yaralıyken bile orucunu bozmamış, “Allah yolunda aç kalmak, bedenimi doyurmaktan daha tatlı” demişti.

### **4. Hz. Ali (r.a.): “İlimle Terbiye Olmuş Nefis”**
– Hz. Ali, “Oruç, sadece mideyi değil, dili, gözü ve kalbi de aç bırakmaktır” sözüyle nefsin her zerresini terbiye etmenin önemini vurgulardı.
– Savaş meydanlarında bile oruç tutar, “Düşmanla savaşırken bile Allah’ın rızasını kaybetmemek gerek” diye buyururdu.

### **5. Ebu Hureyre (r.a.): “Açlığın İlme Dönüşen Hikâyesi”**
– Ebu Hureyre, açlıktan karnına taş bağladığı günlerde bile Peygamber’in (s.a.v.) yanından ayrılmaz, hadisleri ezberlerdi. Bir gün Rasulullah (s.a.v.) ona, “Ey Ebu Hureyre! Açlık, seni hadislerimi nakletmekten alıkoymasın” diyerek dua etmişti.
– Oruç, onun için **sabır** ve **ilim** kapısıydı.

### **6. Hz. Aişe (r.anha): “Kadın Sahabelerin Oruç Aşkı”**
– Hz. Aişe, nafile oruçlarda örnek bir hayat sürerdi. Şevval orucunu hiç kaçırmaz, “Ramazan’ın ardından 6 gün oruç, yılın tamamını oruçlu geçirmek gibidir” hadisini yaşatırdı.
– Peygamber (s.a.v.), onun bu hassasiyetini görünce, “Aişe’nin Allah yolundaki gayreti, erkeklerin çoğunu geride bırakır” diye övmüştü.

### **SAHABENİN ORUÇ ANLAYIŞINDAN ÇIKARILACAK DERSLER:**
1. **Niyetin İhlası:** Onlar için oruç, gösteriş değil, sadece Allah rızasıydı.
2. **Sosyal Sorumluluk:** İftar sofralarında yoksulları unutmaz, orucu paylaşım ile taçlandırırlardı.
3. **Nefis Terbiyesi:** Orucu, sadece yemek içmekten değil, kötülüklerden uzak durma bilinciyle tutarlardı.
4. **Fedakârlık:** Savaş, yolculuk veya hastalıkta bile orucu terk etmemek için çaba gösterirlerdi.

**BİR HADİS VE SAHABE YORUMU:**
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu:
*“Oruçlu için iki sevinç vardır: Biri iftar ettiğinde, diğeri de Rabbine kavuşup orucunun karşılığını aldığında.”* (Buhârî, Savm 9)

**Hz. Abdullah bin Mesud (r.a.)** bu hadisi şöyle yorumlardı:
*“Oruçlu, dünyada iftar vaktiyle sevinirken, ahirette ise mahşerde ‘Oruçlular nerede?’ denildiğinde saf tutarak sevinecek. İşte asıl mutluluk o andır!”*

**SON SÖZ:**
Sahabe, orucu bir yaşam felsefesine dönüştürdü. Açlığı, merhamete; susuzluğu, şükre; iftarı ise kardeşliğe vesile kıldılar. Bugün onların mirasını, sadece mideyi değil, kalbi de oruçlu tutarak sürdürebiliriz.
🌙✨

*”Sahabe, oruçla göklerin kapısını çalanlardı. Biz de o kapıyı dualarımızla tıklatalım…”*

 

 




CENNET VE CEHENNEM ELAN MEVCUTTUR.

CENNET VE CEHENNEM ELAN MEVCUTTUR.[1]

 

Kuran-ı Kerim’de geçen uiddet kelimeleri


Kur’an-ı Kerim’de “ُأُعِدَّتْ” (u’iddet) kelimesi, genellikle “hazırlandı”, “hazır edilmiştir” anlamlarında kullanılır. Daha çok ahiret hayatıyla, özellikle cennet ve cehennemin insanlar için hazırlandığını ifade eden ayetlerde geçer. İşte bazı örnekler:

1. Cehennem İçin Kullanımı

Bazı ayetlerde, cehennemin inkarcılar ve zalimler için hazırlandığı belirtilir:

Ali İmran Suresi, 131. ayet:
“Ve o kafirler için hazırlanmış olan ateşten sakının!” (وَاتَّقُوا النَّارَ الَّتِي أُعِدَّتْ لِلْكَافِرِينَ)

Tevbe Suresi, 73. ayet:
“Ey Peygamber! Kafirler ve münafıklarla cihad et, onlara karşı sert ol. Onların varacakları yer cehennemdir. O, ne kötü bir dönüş yeridir!”

Ahzab Suresi, 64-65. ayetler:
“Şüphesiz ki Allah, kafirlere lanet etmiş ve onlar için çılgın bir ateş hazırlamıştır.”

2. Cennet İçin Kullanımı

Öte yandan, cennetin de Allah’a itaat eden müminler için hazırlandığı bildirilir:

Ali İmran Suresi, 133. ayet:
“Rabbinizin mağfiretine ve genişliği göklerle yer kadar olan, takva sahipleri için hazırlanmış cennete koşun.” (وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا السَّمَاوَاتُ وَالْأَرْضُ أُعِدَّتْ لِلْمُتَّقِينَ)

Bu ayetlerde “u’iddet” kelimesi, Allah tarafından bir şeyin özel bir kitle için hazırlandığını ifade etmek için kullanılmıştır. Cennet, müminler için hazırlanırken, cehennem kafirler

[1] https://www.youtube.com/watch?v=7bXfKxCJ2yE




ALLAH KULUNA KÂFİ DEĞİL MİDİR?

ALLAH KULUNA KÂFİ DEĞİL MİDİR?[1]

 

فَسَيَكْف۪يكَهُمُ اللّٰهُۚ

Bakara.137.
أَلَيْسَ اللَّهُ بِكَافٍ عَبْدَهُ
Zümer.36
Bela.
Her şeye karşı o, her şeyin sahibi olan Allah kafi değil midir.
Bela
*harun reşidin cariyesinin elini başına koyması.
Allah Best, gayri heves.
Eğer o yar ise herşey insana yardır. O yar değilse herşey kalbe birdir,yüktür.
Sultan-ı Kâinat birdir. Her şeyin anahtarı onun yanında, her şeyin dizgini onun elindedir. Her şey onun emriyle halledilir. Onu bulsan, her matlubunu buldun; hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtuldun.”
Madem O var,herşey var.
Maza vecede men fegadehu
Hz. Osman’ın şehadeti.
@@@@@

Allah’ın Kulluğuna Yetmesi ve Koruması Üzerine Bir Tefekkür

Giriş

Kur’an-ı Kerim, insanın hayat yolculuğunda karşılaşabileceği zorluklar, fitneler ve düşmanlıklar karşısında ona sarsılmaz bir dayanak sunar: Allah’ın yeterliliği ve himayesi. Bu bağlamda Bakara Suresi 137. ayeti olan “Feseyekfîkehumullâh” (Allah onlara karşı sana yetecektir) ve Zümer Suresi 36. ayeti olan “Eleyse’llâhu bikâfin abdah” (Allah, kuluna yetmez mi?) ayetleri, müminin güven kaynağını açıkça beyan etmektedir.

Bu makalede, bu iki ayetin nüzul sebeplerini ele alarak, İslami ve tasavvufi perspektiften ayetlerin derin anlamlarını ve hayatımıza sunduğu ibretli dersleri inceleyeceğiz.

1. Ayetlerin Nüzul Sebepleri

1.1. Bakara Suresi 137. Ayetin Nüzul Sebebi

“Feseyekfîkehumullâh. Ve huve’s-semîu’l-alîm.”
(Allah onlara karşı sana yetecektir. O, hakkıyla işiten ve hakkıyla bilendir.)

Bu ayet, Kur’an’ın hakikatine iman etmeyen ve özellikle de Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e düşmanlık edenlerin tutumları karşısında, müminlere verilen bir güvence niteliğindedir.

Nüzul sebebi olarak bazı rivayetlerde, Yahudi ve Hristiyanların, özellikle de Medine’deki Yahudi âlimlerinin Hz. Peygamber’e (s.a.v.) karşı cephe almaları ve ona tuzak kurma girişimlerinde bulunmaları gösterilir. Müslümanların onlara karşı endişe taşıdığı bir dönemde bu ayet nazil olmuş ve Peygamber Efendimiz’e şu mesaj verilmiştir: “Senin düşmanlarına karşı korunman için Allah sana yeter!”

Bu, bir bakıma İslam davetinin ilahi bir teminat altında olduğunu gösteren güçlü bir hitaptır.

1.2. Zümer Suresi 36. Ayetin Nüzul Sebebi

“Eleyse’llâhu bikâfin abdah. Ve yuhavvifûneke billezîne min dûnih.”
(Allah, kuluna yetmez mi? Oysa onlar seni, Allah’tan başkalarıyla korkutuyorlar.)

Bu ayet, Mekke döneminde nazil olmuştur. Rivayete göre, müşrikler Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’i putlarına zarar vermesi hâlinde başına büyük belalar geleceğiyle korkutuyorlardı. Onlara göre, Lat, Uzza ve Menat gibi putlar, Hz. Muhammed (s.a.v.)’e zarar verebilir ve onu felakete sürükleyebilirdi. Ancak bu ayetle Allah Teâlâ, Peygamber’ine ve tüm müminlere şu gerçeği hatırlatıyordu:

“Allah kuluna yetmez mi?”

Bu ayet, sadece bir soru değil, aynı zamanda derin bir tefekkür çağrısıdır. Şirk içindeki insanların korkularını ve Allah’ın kudretini karşı karşıya getirerek, müminlere güçlü bir iman mesajı vermektedir.

2. İslami ve Tasavvufi Bakış Açısıyla Ayetlerin Yorumu

2.1. Allah’a Güvenin Önemi

Kur’an-ı Kerim’de Allah’a güvenmenin, tevekkül etmenin ve sadece O’nu vekil edinmenin üzerinde sıkça durulmuştur. “Feseyekfîkehumullâh” ayeti, müminlere, Allah’ın onların düşmanlarına karşı yegâne koruyucu olduğu bilincini kazandırır.

Tasavvufta “kâfi” ismi, Allah’ın kuluna yetmesi anlamına gelir. Bu bağlamda, ayetler bizlere, kalbi dünya korkularından ve vehimlerinden arındırıp sadece Allah’a teslim olmanın önemini hatırlatmaktadır.

Şeyh Şibli der ki: “İnsan Allah’ı tanırsa, O’ndan başka kimseden korkmaz.”
Bu söz, ayetlerin ruhunu anlamak açısından derin bir hakikati içinde barındırır.

2.2. Allah’a Dayanarak Korkudan Kurtulmak

Müminin en büyük dayanağı, Allah’ın onunla beraber olmasıdır. Zümer 36. ayette müşriklerin putlarla korkutma çabalarına karşı şu hakikat öne çıkar: Korkulması gereken yalnızca Allah’tır.

Tasavvufi literatürde, korku (havf) ve ümit (recâ) dengesi önemli bir konudur. Ancak Allah’a gerçek anlamda güvenen kişi, korkularını terk eder ve yalnızca O’na yönelir.

Rabiatü’l-Adeviyye’nin şu duası bu noktada anlamlıdır:
“Ya Rab! Sen bana yetersin, ben Sana dayandım. Beni nefsime bırakma!”

Bu dua, ayetlerin ruhuna uygun bir tevekkül örneğidir.

3. İbretler ve Düşündürücü Dersler

3.1. Hayatta Karşılaştığımız Zorluklar ve Allah’a Sığınma

İnsanoğlu hayatında türlü zorluklarla karşılaşır: düşmanlıklar, iftiralar, korkular ve belalar… Ancak, Bakara 137 ve Zümer 36 ayetleri, bu sıkıntılar karşısında sarsılmaz bir imanla dimdik durmayı öğütler.

Şöyle düşünelim: Gerçekten Allah kuluna yetmiyor mu? Eğer bir kul, Allah’ın gücüne inanıyor ve O’na dayanıyorsa, hangi korku onu sarsabilir?

İmam Şafiî der ki:
“Allah bana yeter! O var oldukça, halkın beni sevip sevmemesi umrumda değil.”
Bu söz, müminin yalnızca Allah’a yönelmesi gerektiğini en güzel şekilde ifade eder.

3.2. İnsanlardan Değil, Allah’tan Medet Beklemek

İnsan bazen haksızlığa uğrar, bazen düşmanlarıyla yüzleşir, bazen de iftiraya maruz kalır. İşte böyle anlarda, Allah’ın kuluna yeteceğini unutmamak gerekir.

Hz. Musa’nın (a.s.) Firavun’a karşı duruşu, Hz. İbrahim’in (a.s.) Nemrut’un ateşine atıldığı an, Ashab-ı Kehf’in mağaraya sığınması… Hepsi, “Allah kuluna yetmez mi?” hakikatinin canlı örnekleridir.

Mümin, Allah’a dayanırsa, hiçbir dünya gücü onu sarsamaz. Çünkü Allah’ın himayesinde olan, asla zelil olmaz.

Sonuç: Allah Bize Yeter!

Bakara 137 ve Zümer 36 ayetleri, Allah’ın müminleri koruduğunu, onlara yettiğini ve hiçbir düşmanlığın Allah’ın iradesine galip gelemeyeceğini hatırlatır.

Bu ayetler sadece tarihî olaylara değil, günümüz insanının psikolojik, sosyal ve ruhsal sıkıntılarına da cevap verir. Hayatın çalkantıları içinde olan her insan, bu ayetlerin ruhuna sarılmalı ve şunu kendine düstur edinmelidir:

“Allah bana yeter! O ne güzel Vekil’dir!” (Âl-i İmrân, 3:173)

Unutma! Allah kuluna yeter! Sen yeter ki O’na teslim ol…

@@@@@@@@

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=uPaWlHLGS9w