FAZİLET-FÜRUŞLUK VE İŞGÜZARLIK

FAZİLET-FÜRUŞLUK VE İŞGÜZARLIK


Fazilet-Füruşluk ve İşgüzarlık: Görünmek mi, Olmak mı?

Toplum içinde sıkça rastlanan ancak çoğu zaman farkına varılmayan iki büyük karakter zaafı vardır: fazilet-füruşluk ve işgüzarlık. Bu kavramlar, faziletin samimiyetten uzak gösterişe dönüşmesini ve kişinin faydasız bir çaba içinde kendini önemli göstermeye çalışmasını anlatır. Oysa insanı değerli kılan şey, sahip olduğu faziletleri sergilemesi değil, onları hazmederek yaşamasıdır.

Fazilet-Füruşluk: Faziletin Ticareti

Fazilet-füruşluk, bir kişinin sahip olduğu (ya da sahip olduğunu iddia ettiği) erdemleri sürekli olarak başkalarına gösterme çabasıdır. Bu tür insanlar, iyilik yaparken bile bunu göz önünde yapmayı tercih ederler. Yardımlarını gizlice yapmak yerine, her fırsatta anlatırlar. Alçakgönüllülükten bahsederken bile kibirli bir şekilde kendilerini överler.

Örneğin, bir kişi sırf başkaları görsün diye hayır kurumlarına bağış yapıyorsa, burada gerçek bir erdemden değil, erdemin sahneye konulmasından söz edebiliriz. Çünkü bu tür insanlar için önemli olan, gerçekten iyi bir insan olmak değil, iyi bir insan olarak tanınmaktır.

Bu tavır, yalnızca bireysel değil, toplumsal çürümenin de habercisidir. Çünkü fazilet-füruşluk arttıkça, samimi iyilik azalır ve toplum, gerçekten dürüst olanları değil, dürüst gibi görünenleri yüceltmeye başlar.

İşgüzarlık: Boş Uğraşmanın Büyük Gösterisi

İşgüzarlık ise kişinin, gereksiz veya yanlış yöntemlerle kendini önemli göstermeye çalışmasıdır. Gerçekten faydalı bir iş yapmak yerine, sanki çok meşgulmüş gibi görünmek için uğraşan kişilerin düştüğü bir tuzaktır. İşgüzarlar, kendi görüşlerini her konuya dayatmaya çalışır, yetkileri olmadığı hâlde karar süreçlerine müdahil olur ve genellikle işleri daha karmaşık hâle getirirler.

Örneğin, bir iş yerinde işgüzar biri, basit bir işi zorlaştırarak kendini vazgeçilmez göstermeye çalışır. Veya bir bürokratta işgüzarlık varsa, insanların işini kolaylaştırmak yerine, gereksiz evraklarla süreci uzatarak kendi varlığını ispatlamaya çalışır.

İşgüzarlık, toplumda verimsizliği artırır ve gerçek iş yapanları yıldırır. Çünkü işgüzar kişiler, gerçekten çalışanların emeğini gölgede bırakır ve sistemin gereksiz yere hantallaşmasına sebep olurlar.

Sonuç: Görünmek Yerine Olmak

Fazilet-füruşluk ve işgüzarlık, bireylerin ve toplumun ruhunu kemiren iki hastalıktır. Oysa gerçek fazilet, gösterişten uzak, samimi bir yaşantıyla kendini belli eder. Ve gerçek iş yapma becerisi, şov yapmadan, gösterişe kapılmadan faydalı olabilmektir.

Bu yüzden, hayatımızda şu soruları sormak önemlidir: Yaptıklarımız gerçekten faydalı mı, yoksa sadece öyle görünmesi için mi çabalıyoruz? İyiliklerimizi sergilemek için mi yapıyoruz, yoksa gerçekten inanarak mı?

Eğer bir toplumda fazilet-füruşluk azalır ve işgüzarlık yerini gerçek üretkenliğe bırakırsa, o toplum ilerler. Aksi hâlde, herkes sadece görünmekle yetinir ve hiçbir şey gerçekten değişmez.

 

 




DOĞU TÜRKİSTAN’DAKİ MÜSLÜMANLARA NE GİBİ ZULÜMLER VE İŞKENCELER YAPILIYOR? MÜSLÜMANLARIN DURUMU NE HALDEDİR?

DOĞU TÜRKİSTAN’DAKİ MÜSLÜMANLARA NE GİBİ ZULÜMLER VE İŞKENCELER YAPILIYOR? MÜSLÜMANLARIN DURUMU NE HALDEDİR?


Doğu Türkistan: Sessiz Çığlık ve İnsanlık Dramı

Doğu Türkistan, zengin kültürel mirası ve stratejik konumuyla tarih boyunca dikkat çeken bir bölge olmuştur. Ancak, 1949 yılında Çin Halk Cumhuriyeti’nin bölgeyi kontrol altına almasıyla birlikte, Uygur Türkleri ve diğer Müslüman topluluklar sistematik baskı ve asimilasyon politikalarına maruz kalmıştır.

Zulüm ve Baskı Politikaları

Çin yönetimi, Doğu Türkistan’da yaşayan Müslümanlara yönelik çeşitli insan hakları ihlalleri gerçekleştirmektedir. Bu ihlaller arasında keyfi tutuklamalar, toplama kampları, dini ve kültürel kısıtlamalar, zorla çalıştırma ve ailelerin parçalanması gibi uygulamalar bulunmaktadır. Uydu görüntüleri, bölgedeki toplama kamplarının hızla arttığını göstermektedir.

Toplama Kampları ve Asimilasyon

Çin hükümeti, “mesleki eğitim merkezleri” olarak adlandırdığı toplama kamplarında bir milyondan fazla Uygur ve diğer Müslüman azınlık mensubunu alıkoymaktadır. Bu kamplarda, bireyler zorla Çin ideolojisiyle eğitilmekte, dillerini ve dinlerini terk etmeye zorlanmaktadır. Bu durum, uluslararası toplum tarafından kültürel soykırım olarak nitelendirilmektedir.

Dini ve Kültürel Baskılar

Doğu Türkistan’da İslam dini ve Türk kültürü hedef alınarak, camiler yıkılmakta, dini pratikler yasaklanmakta ve Müslüman isimler kullanımı engellenmektedir. Çin hükümeti, İslam’ı kendi ideolojisine uygun hale getirmek için “İslam’ı Çinlileştirme” politikası yürütmektedir.

Uluslararası Tepkiler ve Sessizlik

Uluslararası toplum, Doğu Türkistan’daki insan hakları ihlallerine karşı çeşitli tepkiler göstermiştir. Birleşmiş Milletler ve insan hakları örgütleri, Çin’in politikalarını kınamış ve durdurulmasını talep etmiştir. Ancak, Çin’in ekonomik ve siyasi gücü nedeniyle birçok ülke sessiz kalmayı tercih etmektedir.

Sonuç

Doğu Türkistan’da yaşananlar, insanlık vicdanını derinden yaralayan bir trajedidir. Müslüman Uygur Türkleri ve diğer azınlıklar, kimliklerini, inançlarını ve kültürlerini koruma mücadelesi vermektedir. Uluslararası toplumun bu sessiz çığlığa kulak vermesi ve gerekli adımları atması, insanlık onuru ve evrensel değerler adına bir zorunluluktur.

@@@@@@@

Doğu Türkistan’da yaşayan Müslüman Uygur Türkleri, Çin hükümetinin uyguladığı sistematik baskı ve zulüm politikaları nedeniyle büyük bir insanlık dramı yaşamaktadır. Bu durum, uluslararası insan hakları örgütleri ve birçok ülke tarafından da yakından takip edilmektedir.
Çin Hükümetinin Uyguladığı Zulüm ve İşkenceler:
* Toplama Kampları: Milyonlarca Uygur Türkü, “yeniden eğitim kampları” olarak adlandırılan toplama kamplarında zorla tutulmaktadır. Bu kamplarda siyasi ve ideolojik eğitimlere tabi tutulmakta, işkence, kötü muamele ve zorla çalıştırma gibi insanlık dışı uygulamalara maruz kalmaktadırlar.
* Dinî ve Kültürel Baskılar: Uygur Türklerinin dinî inançlarını ve kültürel kimliklerini yaşamaları kısıtlanmaktadır. Camiler yıkılmakta veya kapatılmakta, Kur’an-ı Kerim okumak ve dinî eğitim almak yasaklanmaktadır. Uygur Türkçesi kullanımı engellenmekte, geleneksel kıyafetler giyilmesi yasaklanmaktadır.
* Zorla Çalıştırma: Kamplarda tutulan Uygur Türkleri, fabrikalarda ve tarlalarda zorla çalıştırılmaktadır. Bu durum, modern kölelik olarak nitelendirilmektedir.
* Zorla Kısırlaştırma ve Kürtaj: Uygur kadınları, zorla kısırlaştırma ve kürtaj gibi uygulamalara maruz bırakılmaktadır. Bu durum, Uygur nüfusunun azaltılmasına yönelik bir politika olarak değerlendirilmektedir.
* Gözetim ve Takip: Doğu Türkistan’da yaşayan Uygur Türkleri, yüksek teknoloji ürünü gözetim sistemleri ile sürekli olarak takip edilmektedir. Yüz tanıma sistemleri, kameralar ve diğer takip araçları ile insanların her hareketi izlenmektedir.
Müslümanların Durumu:
* Doğu Türkistan’daki Müslümanların durumu oldukça vahimdir. Temel insan hakları ihlal edilmekte, dinî ve kültürel kimliklerini yaşama özgürlükleri ellerinden alınmaktadır.
* Uluslararası toplumun tepkilerine rağmen, Çin hükümeti baskı politikalarını sürdürmektedir. Bu durum, bölgedeki Müslümanların geleceği açısından büyük bir endişe kaynağıdır.
Tarihi ve Düşündürücü Bir Bakış:
* Doğu Türkistan, tarih boyunca farklı medeniyetlere ev sahipliği yapmış, zengin bir kültürel mirasa sahip bir bölgedir. Ancak, Çin hükümetinin uyguladığı asimilasyon politikaları, bu kültürel mirasın yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmasına neden olmaktadır.
* Uygur Türklerinin yaşadığı zulüm, insanlık tarihindeki birçok acı olayı hatırlatmaktadır. Bu durum, insan haklarının evrensel değerini ve korunmasının önemini bir kez daha gözler önüne sermektedir.
Doğu Türkistan’da yaşanan insan hakları ihlalleri, uluslararası toplumun dikkatini çekmeye devam etmektedir. İnsan hakları örgütleri ve birçok ülke, Çin hükümetine baskı politikalarını durdurması çağrısında bulunmaktadır. Ancak, bölgedeki durumun ne yönde gelişeceği belirsizliğini korumaktadır.

 

 




CAHİLİYE DÖNEMİNDE MUALLAKAT-I SEB’A YANİ 7 BÜYÜK ŞAİRİN SÖYLEDİKLERİ GÜNÜMÜZE ULAŞAN TÜM ŞİİRLERİ TAM METİN VE ONLARIN EDEBÎ YÖNLERİ NELERDİR?

CAHİLİYE DÖNEMİNDE MUALLAKAT-I SEB’A YANİ 7 BÜYÜK ŞAİRİN SÖYLEDİKLERİ GÜNÜMÜZE ULAŞAN TÜM ŞİİRLERİ TAM METİN VE ONLARIN EDEBÎ YÖNLERİ NELERDİR?


Cahiliye Dönemi’nde Arap edebiyatının en büyük şairleri olarak kabul edilen Muallakat-ı Seb’a (المعلقات السبع), yedi büyük şairin şiirlerinden oluşan ünlü bir antolojidir. Bu şiirler, Arap edebiyatının en güçlü ve estetik açıdan en üstün örnekleri arasında yer alır. “Muallakat” kelimesi, “asılmış” veya “asılı duran” anlamına gelir ve bu şiirlerin Kâbe’nin duvarına altın harflerle yazılarak asıldığı rivayet edilir.

Muallakat-ı Seb’a Şairleri ve Şiirleri

Aşağıda, Muallakat-ı Seb’a’da yer alan yedi büyük şair ve onların tam metin olarak günümüze ulaşan kasideleri hakkında bilgiler bulunmaktadır:

1. İmruü’l-Kays (امرؤ القيس)

Şiiri: Kasidetü’l-Muallaka

Öne Çıkan Temaları: Aşk, doğa tasvirleri, macera, intikam ve göçebe hayat

Edebi Yönü: Arap edebiyatının en büyük lirik şairlerinden biri olan İmruü’l-Kays, özellikle aşk şiirlerinde çok etkileyicidir. Kasidesinde sevgilisiyle yaşadığı anıları, çöllerin zorluklarını ve savaşları anlatır. Arap edebiyatında teşbih ve istiare sanatlarını ustalıkla kullanmıştır.

2. Tarafe b. el-Abd (طرفة بن العبد)

Şiiri: Kasidetü’l-Muallaka

Öne Çıkan Temaları: Gençlik, eğlence, hayatın geçiciliği

Edebi Yönü: Şiirlerinde hayatın kısa olduğuna vurgu yaparak gençliğin tadını çıkarmayı öğütler. Aynı zamanda at ve deve tasvirleri de oldukça ünlüdür.

3. Züheyr b. Ebi Sülma (زهير بن أبي سلمى)

Şiiri: Kasidetü’l-Muallaka

Öne Çıkan Temaları: Hikmet, barış, insanlık değerleri

Edebi Yönü: Didaktik bir üsluba sahiptir. Hikmetli sözleriyle tanınır ve erdemleri, adaleti ve barışı savunan bir şairdir.

4. Lebbîd b. Rebîa (لبيد بن ربيعة)

Şiiri: Kasidetü’l-Muallaka

Öne Çıkan Temaları: Hayatın geçiciliği, kabile hayatı, eski izler üzerine nostalji

Edebi Yönü: Güçlü bir tasvir yeteneğine sahiptir ve doğaya dair gözlemleri detaylı şekilde anlatır. İslam’ı kabul eden nadir Muallakat şairlerinden biridir.

5. Amr b. Kulsum (عمرو بن كلثوم)

Şiiri: Kasidetü’l-Muallaka

Öne Çıkan Temaları: Kahramanlık, gurur, kabile asabiyeti

Edebi Yönü: Şiirinde kabilesinin gücünü ve şerefini övmüş, düşmanlarına meydan okumuştur. Özellikle hamâsî (epik) şiir tarzında başarılıdır.

6. Antara b. Şeddâd (عنترة بن شداد)

Şiiri: Kasidetü’l-Muallaka

Öne Çıkan Temaları: Aşk, cesaret, savaş, özgürlük

Edebi Yönü: Kahramanlık ve aşk temalarını bir araya getirerek Arap edebiyatında önemli bir yer edinmiştir. Kölelikten savaşçılığa yükselen bir hayat hikâyesi vardır.

7. Haris b. Hilliza (الحارث بن حلزة)

Şiiri: Kasidetü’l-Muallaka

Öne Çıkan Temaları: Diplomasi, kabileler arası mücadele, övgü

Edebi Yönü: Şiiri, bir kabileler arası anlaşmazlıkta savunma ve övgü niteliği taşır. Aynı zamanda hitabet yönü güçlüdür.

Muallakat Şiirlerinin Önemi ve Etkileri

Dil ve Üslup: Arap edebiyatının en zengin ve sanat ifadeleri bu şiirlerde bulunur.

Toplumsal Yapı: Kabile kültürü, kahramanlık, göçebe yaşam tarzı gibi unsurlar güçlü bir şekilde yansıtılmıştır.

Edebi Sanatlar: Teşbih (benzetme), istiare (eğretileme), mecaz, kinaye ve seci gibi birçok edebi sanat ustalıkla kullanılmıştır.

İslam Öncesi Arabistan’ın Aynası: Bu şiirler, Arap toplumunun İslam öncesi değerlerini, inanışlarını ve yaşam tarzını anlamak açısından birincil kaynak niteliğindedir.

Muallakat-ı Seb’a, Arap edebiyatının temel taşlarından biri olarak günümüze kadar gelmiş ve birçok edebi çalışmaya ilham vermiştir. Eğer bu şiirlerin tam metinlerini istiyorsanız, Arap edebiyatı klasiklerine yer veren güvenilir akademik kaynaklardan veya Arapça metin ihtiva eden çevrimiçi edebiyat arşivlerinden erişebilirsiniz.

@@@@@@

MUALLAKAT-I SEB’ANIN BAZI METİNLER

**Muallakat-ı Seb’a (Yedi Askı)**
Arap edebiyatının İslam öncesi (Cahiliye) dönemine ait en ünlü yedi kasideden oluşan bir koleksiyondur. Rivayete göre bu şiirler, Kabe’nin duvarına asılarak onurlandırılmıştır. Her biri farklı bir şaire aittir ve klasik Arap şiirinin zirvesi kabul edilir.

### Şairleri ve Şiirlerin Konusu:
1. **İmru’ul-Kays**
– *Ünlü mısralar*:
“قفا نبك من ذكرى حبيب ومنزل / بِسِقْطِ اللِّوَى بين الدَّخُول فَحَوْمَلِ”
(*Duralım, sevgilinin ve onun oturduğu yerin hatırasıyla ağlayalım / Sıktü’l-Liva’da, Dahûl ile Havmel arasında.*)

2. **Tarafe bin el-Abd**
– *Teması*: Özgürlük, gençlik ve macera.

3. **Züheyr bin Ebi Sülma**
– *Teması*: Barış, erdem ve toplumsal eleştiri.

4. **Lebid bin Rebia**
– *Ünlü mısralar*:
“عَفَتِ الدِّيَارُ مَحَلُّهَا فَمُقَامُهَا / بِمِنىً تَأَبَّدَ غَوْلُهَا فَرِجَامُهَا”
(*Yurtlar ıssız kaldı; Mina’da oturulan yerler / Vahşi hayvanlar ve taş yığınları kapladı.*)

5. **Antara bin Şeddad**
– *Teması*: Kahramanlık, aşk ve sosyal statü mücadelesi.

6. **Amr bin Külsûm**
– *Teması*: Kavim gururu ve meydan okuma.

7. **Haris bin Hilliza**
– *Teması*: Savaş, onur ve kabile çatışmaları.

### Tam Metinlere Erişim:
– **Arapça Orijinalleri** için akademik kaynaklar veya klasik Arap edebiyatı antolojilerine başvurabilirsiniz.
– Önerilen eser: *”el-Muallakâtü’s-Seb‘a”* (Arapça derlemeler).
– Çevrimiçi erişim: [Al-Muallaqat](https://www.aldiwan.net/) gibi Arap şiir portalları.

– **Türkçe Çeviriler**:
– *”Yedi Askı: Arap Şiirinin Altın Çağı”* (Klasik Yayınları) gibi kitaplar.
– Akademik makaleler veya TDV İslam Ansiklopedisi’nde ilgili maddeler.

– **İngilizce Çeviriler**:
– Sir Charles Lyall’ın *”Translations of Ancient Arabian Poetry”* (1885).
– A. J. Arberry’nin *”The Seven Odes”* (1957).

**Önemli Not**: Her kaside 80-100+ beyit uzunluğundadır.

 

 




BİLİME ÖNCÜLÜK ETMİŞ İSLAM BİLİM ÖNCÜLERİ VE YAPTIKLARI HİZMETLER

BİLİME ÖNCÜLÜK ETMİŞ İSLAM BİLİM ÖNCÜLERİ VE YAPTIKLARI HİZMETLER


Tarihi, İbretli ve Düşündürücü Bir Değerlendirme

Tarih boyunca bilim, insanlığın ilerlemesi ve medeniyetlerin yükselmesi için en önemli unsurlardan biri olmuştur. Antik Yunan, Hint ve Çin medeniyetlerinin bilimsel katkıları bilinir; ancak Orta Çağ boyunca bilimin gerçek anlamda parladığı dönem, İslam medeniyetinin altın çağı olmuştur.

8. ve 15. yüzyıllar arasında Müslüman bilim insanları, matematikten tıbba, astronomiden mühendisliğe kadar birçok alanda çığır açan keşifler yaparak insanlık tarihine büyük katkılar sunmuşlardır. Bu bilim adamları, sadece İslam dünyasını değil, aynı zamanda Avrupa Rönesansı’nın temellerini atarak modern bilime yön vermişlerdir. Ancak zamanla bu bilimsel ilerlemenin durması ve Müslüman dünyanın gerilemesi, bizlere ibret dolu dersler sunmaktadır.

1. Bilimin Işığını Yakan İslam Âlimleri

İslam dünyasının bilimsel mirasını şekillendiren birçok öncü isim vardır. Onlardan bazıları ve hizmetleri şunlardır:

a) Harezmi (780-850) – Cebirin Babası

Matematik, astronomi ve coğrafya alanlarında önemli çalışmalar yapmıştır.

“El-Kitâb el-Muhtasar fi Hisâb el-Cebr ve’l-Mukabele” adlı kitabıyla cebiri sistematik bir bilim dalı haline getirmiştir.

Hint rakam sistemini geliştirerek modern sayı sisteminin temellerini atmıştır.

Algoritma kavramı onun isminden (Al-Khwarizmi) türetilmiştir ve bilgisayar bilimlerinin temelini oluşturmuştur.

b) İbn Sina (980-1037) – Tıbbın Prensi

“El-Kanun fi’t-Tıbb” (Tıbbın Kanunu) adlı eseri, Avrupa’da 600 yıl boyunca tıp derslerinde okutulmuştur.

Bulaşıcı hastalıkların yayılma yollarını ve karantina uygulamalarını önermiştir.

Psikoloji ve ruh sağlığı alanında önemli görüşler geliştirmiştir.

c) Biruni (973-1050) – Bilimler Üstadı

Dünya’nın döndüğünü ve kendi ekseni etrafında hareket ettiğini Kopernik’ten 500 yıl önce açıklamıştır.

Jeodezi biliminin temellerini atmıştır.

Hindistan hakkında yazdığı eserle farklı medeniyetler arasındaki bilimsel ve kültürel etkileşimi teşvik etmiştir.

d) El Zehravi (936-1013) – Modern Cerrahinin Babası

Ameliyat teknikleri ve cerrahi aletler üzerine yazdığı “Kitab al-Tasrif” adlı eser, Avrupa’da yüzyıllarca temel başvuru kaynağı olarak kullanılmıştır.

İlk kez diş dolgusu, göz ameliyatları ve sezaryen doğum teknikleri üzerinde çalışmalar yapmıştır.

e) İbn Rüşd (Averroes) (1126-1198) – Felsefenin ve Tıbbın Büyük Üstadı

Aristo’nun eserlerini yorumlayarak Batı dünyasına kazandırmış ve Avrupa düşünce dünyasını etkilemiştir.

Felsefe, tıp, hukuk ve astronomi alanlarında önemli eserler bırakmıştır.

Akıl ve vahyin uyumlu olduğunu savunarak bilimsel düşüncenin gelişimine katkı sağlamıştır.

2. Bilimsel Gelişmelerin Avrupa’ya Etkisi

Bu bilim insanlarının çalışmaları, Avrupa’da bilimsel devrimlerin temel taşlarını oluşturmuştur.

12. ve 13. yüzyıllarda Endülüs ve Sicilya gibi yerlerde İslam bilim mirası Avrupa dillerine çevrilmiştir.

Rönesans ve Aydınlanma Çağı’nın temelinde Müslüman bilim insanlarının çalışmaları bulunmaktadır.

Bugün kullandığımız birçok bilimsel yöntem ve teknolojik gelişme, İslam dünyasındaki bu altın çağın eseridir.

Ancak bu büyük başarı hikâyesinin ardından gelen gerileme dönemi, bizlere ibret dolu dersler sunmaktadır.

3. Bilimin Gerilemesi: Müslüman Dünyanın Kendi Mirasını Kaybetmesi

İslam dünyasında bilimsel gelişmelerin duraklaması, şu temel nedenlere dayanmaktadır:

Düşünce özgürlüğünün kısıtlanması ve akılcılığın geri plana atılması.

İç çekişmeler ve siyasi istikrarsızlıklar.

Bilime ve eğitime verilen önemin azalması.

Batı’nın bilimsel mirası sahiplenirken, Müslüman dünyada bu mirasın ihmal edilmesi.

Bu ihmal, zamanla Müslüman toplumları geri bırakmış ve Batı’nın sanayi devrimiyle yükselmesine karşı bir bilimsel ve teknolojik boşluk oluşturmuştur.

4. Sonuç: Bilim Yoluyla Yeniden Yükseliş Mümkün mü?

Bugün Müslüman dünyası, geçmişte bilimde zirveye ulaşmış bir medeniyetin mirasçısıdır. Ancak bu mirası yeniden canlandırmak için:

Eğitim sisteminin bilim ve teknolojiye öncelik verecek şekilde yeniden yapılandırılması gerekir.

Özgür düşünce ve araştırma ortamları oluşturulmalıdır.

Bilime yapılan yatırımlar artırılmalı ve bilim insanları desteklenmelidir.

Tarih bizlere göstermektedir ki, bir millet bilime ve ilme değer verdiği sürece yükselir, cehaleti benimsediğinde ise yok olmaya mahkûmdur.

Bugün İslam dünyasının en büyük sorumluluğu, geçmişin şanlı bilimsel mirasını yeniden canlandırmak ve dünyaya yeniden bilim ve medeniyetin ışığını sunmaktır.

“Bilim, insanlığın ortak mirasıdır. Kim ona sahip çıkar ve geliştirirse, o ilerler.”

@@@@@@

**İslam Bilim Öncüleri: Bilimin Işığını Yakanlar ve İnsanlığa Armağanları**

Tarih, insanlığın ilerlemesini sağlayan “kadim bir diyalog” gibidir. Bu diyaloğun en parlak sayfalarından biri, 8. ile 13. yüzyıllar arasında İslam medeniyetinin yetiştirdiği bilim öncüleri tarafından yazıldı. Abbasi Halifesi Memun’un “*İlim Çin’de bile olsa alınız*” sözünü rehber edinen bu insanlar, antik dünyanın bilgisini korudu, geliştirdi ve insanlığın ortak mirasına dönüştürdü. Onlar olmasaydı, modern bilimin temelleri belki de çok daha geç atılacaktı. Peki, bu isimler kimdi ve nasıl oldu da evrenin sırlarını çözmeyi başardılar?

### **Bilimin Kıvılcımı: Beytü’l Hikme ve İlk Adımlar**
İslam biliminin altın çağı, Bağdat’ta **Beytü’l Hikme** (Bilgelik Evi) ile başladı. Abbasi halifeleri, Yunan, Hint, Pers ve Mısır medeniyetlerine ait eserleri Arapçaya çevirmek için dönemin en parlak zekâlarını bir araya getirdi. Bu çeviri hareketi, antik bilginin kaybolmaktan kurtulmasını sağladı. Örneğin, Batlamyus’un *Almagest*’i, Arşimet’in geometri çalışmaları ve Hipokrat’ın tıp metinleri, İslam coğrafyasında yeniden hayat buldu.

**Harezmi** (780-850), bu mirası matematikte devrim yapmak için kullandı. “*Cebir*” kelimesini literatüre kazandıran kitabı *Kitabü’l Muhtasar fi Hisabi’l Cebr ve’l Mukabele*, sıfır rakamını Hint sayı sisteminden alarak modern matematiğin temelini attı. Bugün kullandığımız “*algoritma*” terimi, onun Latinceleşmiş adından (*Algoritmi*) türedi.

### **Gökyüzünün Sırlarını Çözenler: Astronomi ve Fizik**
İslam bilim insanları, yıldızları yalnızca birer “ilahi işaret” olarak görmedi; onları ölçtü, haritaladı ve fizik yasalarıyla açıkladı.

– **Biruni** (973-1048), Dünya’nın çevresini hesaplarken trigonometriyi kullandı. Hindistan’da Sanskritçe öğrenerek yazdığı *Kitabü’t-Tahkik Ma li’l-Hind*, karşılaştırmalı din ve kültür çalışmalarının ilk örneği sayılır.
– **İbn Heysem** (965-1040), optik biliminin kurucusu oldu. “*Görüş nasıl oluşur?*” sorusuna cevap vererek, ışığın gözden değil nesneden yayıldığını kanıtladı. Eserleri, Rönesans döneminde Kepler ve Da Vinci’yi etkiledi.
– **Uluğ Bey** (1394-1449), Semerkant’ta kurduğu rasathanede yıldız katalogları hazırladı. Hesaplamaları, Kopernik’ten önce Güneş merkezli modelin ipuçlarını veriyordu.

### **Şifa Dağıtan Eller: Tıp ve Eczacılık**
İslam tıbbı, hastalıkları “*ilahi bir ceza*” olarak gören anlayışı reddetti. Deney ve gözlemi öne çıkaran bu bilim insanları, modern tıbbın öncüleri oldu:

– **İbn Sina** (980-1037), *El-Kanun fi’t-Tıb* adlı eseriyle 600 yıl boyunca Avrupa’da ders kitabı olarak okutuldu. Mikropların varlığını henüz mikroskop olmadan tahmin etti ve psikosomatik hastalıklar üzerine yazdı.
– **El-Zehravi** (936-1013), cerrahide 200’den fazla alet tasarladı. *Kitabü’t-Tasrif* adlı ansiklopedisi, ameliyat tekniklerini resimlerle anlatan ilk kaynaktı.
– **İbn Nefis** (1213-1288), kan dolaşımını keşfetti. Onun çalışmaları, 300 yıl sonra William Harvey’e ilham verdi.

### **Felsefe ve Mantık: Akıl ile Kalbin Sentezi**
İslam bilim öncüleri, “*bilim*” ile “*iman*” arasında bir çatışma görmedi. **İbn Rüşd** (1126-1198), Aristo’yu yorumlayarak akıl-vahiy uyumunu savundu. Onun eserleri, Thomas Aquinas gibi Hristiyan filozofları derinden etkiledi. **Farabi** (872-950), “*Erdemli Şehir*” kavramıyla ideal toplumun bilim ve ahlakla kurulabileceğini anlattı.

### **Çöküş ve İbret: Bilim Neden Durakladı?**
13. yüzyıldan itibaren İslam dünyasında bilimsel üretim yavaşladı. Moğol istilaları, siyasi parçalanma ve medreselerin katılaşan eğitim anlayışı, özgür düşünceyi zayıflattı. Gazali’nin *“İhya-u Ulumi’d-Din”* eserindeki felsefeye eleştiriler, bazı çevrelerde bilimin “*şüphe*” ile anılmasına yol açtı. Oysa Gazali’nin asıl amacı, aklı reddetmek değil, onu kalple dengede tutmaktı.

Ancak asıl darbeyi, **bilgiye kapalılık** vurdu. Avrupa’da matbaanın yaygınlaştığı, deney metodunun benimsendiği yıllarda, İslam coğrafyası geçmişin başarılarına sığınarak durağanlaştı.

### **İlham ve Uyarı: Geçmişten Geleceğe Dersler**
İslam bilim öncüleri bize şunu hatırlatır: **Medeniyet, bilgiyi paylaştıkça yükselir.** Harezmi’nin cebiri, İbn Sina’nın tıbbı, Biruni’nin evrensel bakışı, farklı kültürlerle diyalog sayesinde doğdu. Bugün ise bilim, Batı merkezli bir anlatıya sıkıştırılıyor. Oysa DNA’mızda İbn Heysem’in optiği, Uluğ Bey’in yıldız haritaları var.

Bu mirası sahiplenmek, geçmişi yüceltmek değil, ondan ilham alarak yeni kapılar açmaktır. Tıpkı İbn Haldun’un dediği gibi:
*“Coğrafya kaderdir, ama bilim kaderi değiştiren iradedir.”*

Bilimin meşalesini yeniden yakmak için, bu öncülerin cesaretine ve merakına ihtiyacımız var…

 

 




ORUCUN FIKHİ VE İTİKADİ YÖNLERİ .

ORUCUN FIKHİ VE İTİKADİ YÖNLERİ .


Orucun Fıkhî ve İtikadî Yönleri

Oruç, İslam’ın beş temel şartından biri olup, hem fıkhî (hukuki) hem de itikadî (inançla ilgili) yönleri olan önemli bir ibadettir.

1. Orucun Fıkhî (İbadetle İlgili Hukuki) Yönü

Fıkıh, İslam hukukunu ifade eder ve ibadetlerin nasıl yerine getirileceğini belirler. Orucun fıkhî yönü, onun farz oluşu, kimlerin sorumlu olduğu, nasıl tutulacağı ve hangi durumlarda bozulacağı gibi konuları kapsar.

a) Orucun Farz Olması ve Dayanağı

Oruç, İslam’da farz olan ibadetlerdendir. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur:

> “Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı. Umulur ki takvaya erersiniz.” (Bakara 2/183)

Bu ayet, orucun farz olduğunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

b) Oruç Kimlere Farzdır?

Oruç, belirli şartları taşıyan Müslümanlara farzdır:

Müslüman olmak (Gayrimüslimler oruçla yükümlü değildir.)

Akıl sağlığının yerinde olması

Buluğ çağına (ergenliğe) ulaşmış olmak

Oruç tutmaya engel bir sağlık sorunu veya yolculuk hâlinde olmamak

c) Oruç Nasıl Tutulur? (Şartları ve Rükünleri)

Oruç, imsak vaktinden güneş batıncaya kadar şunlardan uzak durarak tutulur:

Yemek içmek, Oruç bozan diğer fiillerden kaçınmak

Oruç, niyet ederek tutulur. Niyetin kalben yapılması yeterlidir, ancak dil ile ifade edilmesi de müstehaptır.

d) Oruç Bozan ve Bozmayan Durumlar

Oruç bozan durumlar: Yemek, içmek, bilerek kusmak vb.

Oruç bozmayan ancak mekruh olan durumlar: Aşırı su ile ağız çalkalamak, oruçlu iken gereksiz yere tartışmak ve kötü söz söylemek.

Mazeret nedeniyle oruç tutamayanlar: Hasta, yolcu, hamile veya emziren kadınlar, yaşlılar (fidye verebilirler).

e) Oruç Çeşitleri

1. Farz Oruçlar: Ramazan orucu, adak oruçları, kefaret oruçları.

2. Vacip Oruçlar: Nezredilen (adak olarak adanmış) oruçlar.

3. Sünnet Oruçlar: Pazartesi ve perşembe oruçları, Şevval oruçları.

4. Müstehap Oruçlar: Muharrem ayının 9. ve 10. günlerinde tutulan Aşure orucu vb.

5. Haram ve Mekruh Oruçlar: Ramazan Bayramı’nın 1. günü ve Kurban Bayramı’nın 4 günü oruç tutmak haramdır.

2. Orucun İtikadî (İnançla İlgili) Yönü

İtikad, bir Müslümanın iman esasları çerçevesinde sahip olduğu inançları ifade eder. Oruç, bir ibadet olarak Müslümanın Allah’a olan bağlılığını ve ahirete olan inancını güçlendiren bir ibadettir.

a) Oruç, Takva ve Kulluğu Güçlendirir

Kur’an’da orucun “takvaya erişmek” amacıyla farz kılındığı belirtilmiştir. (Bakara 2/183)

Oruç, kişinin nefsini disipline etmesini sağlar.

İnsan, oruç tutarken sadece fiziksel açlığı değil, gözünü, dilini ve kalbini de kötülüklerden uzak tutmayı öğrenir.

Böylece kişi ahlâken ve manevî olarak olgunlaşır ve Allah’a daha yakın olur.

b) Oruç, Ahiret İnancını Güçlendirir

Oruç, insana dünya nimetlerinin geçici olduğunu öğretir ve ahiret hayatına hazırlık yapmasını hatırlatır.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) oruç tutmanın kıyamet gününde kişiye şefaatçi olacağını bildirmiştir. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/174)

Cennette, yalnızca oruç tutanlara özel “Reyyan Kapısı” bulunacaktır. (Buhârî, Savm, 4)

c) Oruç, Allah’a Teslimiyetin Göstergesidir

Oruç, Allah’ın rızası için yapılan bir ibadettir ve kulun O’na teslimiyetini gösterir.

Oruçta riyâ (gösteriş) daha azdır, çünkü insanlar görmese de oruçlu kişi, Allah’ın gözetiminde olduğunu bilir.

Bu da samimi bir iman bilinci kazandırır.

d) Oruç, Günahların Affına Vesiledir

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

> “Kim inanarak ve sevabını yalnızca Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.” (Buhârî, Savm, 6)

Bu hadis, orucun günahları affettiren bir ibadet olduğunu göstermektedir.

Sonuç

Oruç, hem fıkhî hem de itikadî yönleriyle Müslümanlar için büyük bir ibadettir.

Fıkhî olarak, belirli şartları yerine getiren herkesin tutması gereken bir farzdır.

İtikadî olarak, insanın Allah’a olan bağlılığını, ahiret inancını ve takvasını güçlendiren bir ibadettir.

Bu nedenle oruç, sadece bir beden disiplini değil, aynı zamanda ruhsal arınma ve Allah’a yaklaşma vesilesidir.

 

 




ORUCUN HİKMETLERİ NELERDİR?

ORUCUN HİKMETLERİ NELERDİR?


Orucun Hikmetleri

Oruç, sadece aç ve susuz kalmaktan ibaret bir ibadet değildir. İçinde sayısız hikmetler barındıran, insanı hem dünya hem de ahiret açısından olgunlaştıran bir kulluk görevidir. Kur’an-ı Kerim’de oruç ibadetiyle ilgili şöyle buyrulmuştur:

> “Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı. Umulur ki takvaya erersiniz.”
(Bakara 2/183)

Bu ayette belirtildiği gibi oruç, insanın takvaya ulaşmasını sağlayan önemli bir ibadettir. İşte orucun hikmetlerinden bazıları:

1. Nefsin Terbiyesi ve İrade Eğitimi

Oruç, insanın nefsini dizginleyerek sabır ve irade gücünü artırmasını sağlar.

Kişi, yemek, içmek ve diğer dünyevî arzularına karşı kendini tutmayı öğrenir.

Nefsinin isteklerine anında boyun eğmek yerine, sabretmeyi ve beklemeyi öğrenir.

Bu sabır eğitimi, insanın diğer hayat alanlarında da daha güçlü ve iradeli olmasını sağlar.

2. Takva Bilincini Artırması

Takva, Allah’a karşı gelmekten sakınmak ve O’nun rızasını kazanmak için bilinçli bir hayat sürmektir. Oruç, insanı takvaya götüren en önemli ibadetlerden biridir.

Oruç tutan kişi, yalnızca aç kalmaz, aynı zamanda dilini, gözünü ve kalbini de kötülüklerden korur.

Allah’ın kendisini her an gördüğünü hissederek daha bilinçli bir şekilde yaşar.

Gizli bir ibadet olduğu için gösterişten uzak, samimi bir kulluk bilinci oluşturur.

3. Şükür ve Kanaatkârlık Duygusunu Geliştirmesi

Oruç, insana sahip olduğu nimetlerin değerini öğretir.

Günlük hayatta fark etmeden tüketilen nimetlerin kıymeti daha iyi anlaşılır.

Açlık ve susuzluk, fakirlerin ve yoksulların hâlini anlamaya vesile olur.

Şükretmeyi öğrenen insan, israftan kaçınır ve kanaatkâr bir hayat sürmeye yönelir.

4. Toplumsal Dayanışma ve Yardımlaşmayı Artırması

Oruç, bireyleri birbirine yaklaştıran, paylaşma ve yardımlaşma duygularını güçlendiren bir ibadettir.

Zengin ve fakir aynı açlığı yaşadığı için insanlar arasındaki sosyal farklar azalır.

İftar sofraları, dostlukları pekiştirir ve aile bağlarını güçlendirir.

Fakirlere yardım etme bilinci artar, sadaka, zekât ve hayır işlerine yönelim çoğalır.

5. Sağlık ve Beden Üzerindeki Faydaları

Modern tıp da orucun sağlık üzerindeki faydalarını kabul etmektedir.

Sindirim sistemini dinlendirerek mide, bağırsak ve karaciğer sağlığını korur.

Hücrelerin kendini yenilemesini sağlayan otofaji mekanizmasını tetikler.

Kan şekerini dengeler, insülin direncini azaltır ve kilo kontrolüne yardımcı olur.

Bağışıklık sistemini güçlendirerek vücudu hastalıklara karşı korur.

6. Ruhsal ve Psikolojik Huzur Vermesi

Oruç, sadece bedeni değil, ruhu da dinlendiren bir ibadettir.

Günlük stresten ve gereksiz dünyevî kaygılardan uzaklaştırır.

Kişiye iç huzur kazandırır, sabırlı ve sakin olmayı öğretir.

Beyinde mutluluk hormonları (serotonin ve dopamin) salgısını artırarak psikolojik dengeyi sağlar.

7. Ahiret Kazancı ve Cennetteki Mükâfatı

Oruç, insanı hem dünyada hem de ahirette büyük kazançlara ulaştıran bir ibadettir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), oruç tutanların Cennette özel bir kapıdan (Reyyan Kapısı) gireceğini müjdelemiştir. (Buhârî, Savm, 4)

Oruç, kıyamet gününde kişinin günahlarının affedilmesine vesile olur. (Buhârî, Savm, 6)

Oruç, kıyamet gününde kişiye şefaatçi olacak ibadetlerden biridir. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/174)

Sonuç

Orucun hikmetleri, hem bireysel hem de toplumsal açıdan insan hayatına birçok fayda sağlar. Nefsi terbiye etmesi, sabır ve irade kazandırması, takva bilincini artırması, sağlık açısından bedeni yenilemesi ve ahiret mükâfatına vesile olması gibi sayısız hikmeti vardır. Oruç, dünya hayatında insanı olgunlaştırırken, ahiret hayatında da sonsuz nimetlere ulaşmasına vesile olur.

 

 




TEBESSÜM VE GÜLMENİN FARKI

TEBESSÜM VE GÜLMENİN FARKI

Tebessüm enerji yüklüyor, veriyor, üretiyor iken, gülme enerji tüketiyor, kayıp kazanç farkı gibi.

TEBESSÜM VE GÜLMENİN FARKI VE DİNİN BURADAKİ ÖLÇÜSÜ NEDİR?


Biri ruhtan, diğeri nefisten besleniyor.
Kontrollü ve kontrolsüz .

Tebessüm ve Gülmenin Farkı.
Tebessüm, hafif ve sessiz bir şekilde gülümsemektir. Yüzde bir aydınlık ve huzur ifadesi olarak ortaya çıkar. Gülmek ise genellikle sesli olur ve daha belirgin bir yüz hareketiyle gerçekleşir. Yani tebessüm, gülmenin daha ölçülü ve sakin hâlidir.

Dinin Ölçüsü ve İslam’daki Yeri
İslam’da tebessüm ve gülme insanın doğal bir ihtiyacı olarak görülür, ancak aşırılıktan kaçınılması öğütlenir.

1. Tebessüm Bir Sadakadır

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), tebessüm etmeyi teşvik etmiş ve şöyle buyurmuştur:
“Mümin kardeşine tebessüm etmen sadakadır.” (Tirmizî, Birr, 36)

Tebessüm insanlara pozitif enerji verir ve sosyal ilişkileri güçlendirir.

2. Gülmenin Ölçüsü

Hz. Muhammed (s.a.v.), zaman zaman gülerdi ama kahkaha ile gülmezdi.

Aşırı ve kontrolsüz gülmek, kalbi gaflete düşürebilir. Şu hadis buna işaret eder:
“Çok gülmeyin, çünkü çok gülmek kalbi öldürür.” (Tirmizî, Zühd, 2)

Sonuç:
Tebessüm güzel ve teşvik edilen bir davranışken, gülmenin ölçülü olması önerilir. Kahkaha ile sürekli gülmek, kişinin manevi hassasiyetini zayıflatabilir. Özetle, tebessüm sünnettir, gülmek doğaldır, ancak aşırıya kaçmamak gerekir.

 

 




MEN LEM YAHKUM BİL MANA MEN LEM YUSADDIK

MEN LEM YAHKUM BİL MANA MEN LEM YUSADDIK[1]

Maide. Ve men lem yehküm Bi ma enzelellahu

fe ulaikehumul kafirun. Maide.44
fe ulaikehumuz zalimun. 45
fe ulaikehumul fasikun. 47
Men lem yahkum

Bil mana, men lem yusaddik

Mâide Suresi 44, 45 ve 47. Ayetlerin Tefsiri

Bu üç ayet, Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyenlerin durumu hakkında oldukça net ifadeler içermektedir. Tefsirlerde, bu ayetler farklı açılardan ele alınmış ve hüküm koyma yetkisinin Allah’a ait olduğu vurgulanmıştır. Şimdi ayetleri ve bazı klasik tefsirlerden yorumlarını inceleyelim:

1. Mâide Suresi 44. Ayet:

وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ
“Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar kafirlerin ta kendileridir.”

Tefsiri:

İbn Kesîr:
Bu ayetin Yahudilerle ilgili olduğu, onların Tevrat’taki hükümleri değiştirdiği ve uygulamadığı belirtilir. Ancak ayetin genel anlamda tüm insanlara yönelik olduğu da vurgulanır. İbn Abbas, bu ayetteki küfrün “büyük küfür” değil, “küfür içinde bir küfür” (yani iman dairesinden çıkaracak türde olmayıp, büyük bir günah ve zulüm) olduğunu ifade etmiştir.

Elmalılı Hamdi Yazır:
Burada asıl vurgu, Allah’ın indirdiği hükümleri bilerek reddeden veya yerine başka hükümler koyan kişilerin kafir olduğudur. Ancak hükmü kabul etmekle beraber uygulamamak başka bir durumdur; bu kişi fasıklık ve zulüm içinde olabilir, ancak iman dairesinden çıkmayabilir.

2. Mâide Suresi 45. Ayet:

وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ
“Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.”

Tefsiri:

İbn Kesîr:
Burada zalimlik, hem kişinin kendine hem de topluma yaptığı bir zulüm olarak değerlendirilir. Allah’ın hükümlerini uygulamayan kişi, toplumun adalet sistemini bozduğu ve insanların haklarını ihlal ettiği için zalimdir.

Taberî:
Ayetteki zulmün, büyük bir haksızlık olduğu belirtilir. Allah’ın hükümlerini terk eden kişi, sadece bir günah işlememekte, aynı zamanda adaleti ve hakları çiğneyerek büyük bir zulüm yapmaktadır.

Elmalılı Hamdi Yazır:
Zulüm, bir şeyi olması gereken yerin dışına koymaktır. Allah’ın hükümlerini terk eden kişi, hem kendine hem de insanlara zarar vermiş olur ve böylece zalimlerden olur.

3. Mâide Suresi 47. Ayet:

وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
“Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar fâsıkların ta kendileridir.”

Tefsiri:

İbn Kesîr:
Fısk, bir şeyin sınırlarını aşmak ve sapkınlık anlamına gelir. Allah’ın hükmünü bırakıp başka hükümlere yönelen kişi, Allah’ın sınırlarını aşmış ve fasıklık yapmıştır.

Fahreddin Râzî:
Buradaki fısk, kişinin dinin temel esaslarını kabul etmekle beraber, bunları uygulamamak ve sürekli isyan içinde olmaktır. Bu kişi, imanını muhafaza edebilir ancak büyük bir günah içindedir.

Elmalılı Hamdi Yazır:
Fısk, kişinin Allah’ın emirlerini terk edip günaha dalmasıdır. Eğer kişi, Allah’ın hükmünü inkâr etmiyor ancak uygulamıyorsa, o zaman fâsık olur. Ancak bilerek inkâr ediyorsa, bu onu küfre götürür.

Sonuç ve Özet:

Bu üç ayette Allah’ın hükümleriyle hükmetmeyenlerin durumu sırasıyla kâfir, zalim ve fâsık olarak nitelendirilmiştir.

Eğer bir kişi Allah’ın hükmünü inkâr eder veya değiştirmeye çalışırsa, küfre girer (kafir olur).

Eğer bir kişi hakkı bilerek adaletin dışına çıkarsa ve başka hükümlere yönelirse, zalim olur.

Eğer bir kişi Allah’ın hükmünü kabul ettiği halde günaha dalıp onu uygulamazsa, fasık olur.

Bu ayetler, özellikle Yahudilerin Tevrat’taki hükümleri değiştirmesi bağlamında inmiştir ancak tüm insanlar için geçerli olacak şekilde yorumlanmıştır. Günümüzde de adaletin sağlanması için Allah’ın adalet ve hakkaniyet üzerine kurulu hükümlerine bağlı kalmanın önemi bu ayetlerle vurgulanmaktadır.

@@@@@@

**Maide Suresi 44, 45 ve 47. Ayetlerin Tefsiri ve İzahı**

Bu ayetler, Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyenlerin durumunu üç farklı kavramla (kâfir, zâlim, fâsık) açıklar. İşte klasik ve modern tefsirler ışığında detaylı açıklama:

### **1. Maide 44: *”Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.”***
– **Bağlam**: Ayet, özellikle Yahudi âlimlerini hedef alır. Tevrat’ın hükümlerini çiğneyip keyfi kararlar verenler (örneğin, zina cezasını değiştirenler) kınanır.
– **Tefsirler**:
– **İbn Kesir**: “Allah’ın hükmünü reddetmek, O’nun otoritesini inkâr etmektir (küfr). Bu, ister açıkça inkârla, ister hükmü tahrif ederek olsun, kişiyi kâfir yapar.”
– **Taberî**: “Kâfir olmak için Allah’ı tamamen inkâr etmek şart değildir. O’nun hükümlerini görmezden gelmek de bir nevi inkârdır.”
– **Modern Yorum (Seyyid Kutub)**: “Toplumlar Allah’ın kanunları yerine beşerî sistemleri benimserse, bu kolektif bir küfürdür ve adaletsizliğe yol açar.”

### **2. Maide 45: *”Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.”***
– **Bağlam**: Bu ayet, adalet mekanizmasını çiğneyenleri (örneğin, kısası terk edip diyet alarak suçu örtbas edenleri) eleştirir.
– **Tefsirler**:
– **Râzî**: “Zulüm, hakkı çiğnemek ve insanların haklarını gaspetmektir. Allah’ın hükmünü bilip uygulamayanlar, hem kendine hem topluma zulmeder.”
– **İbn Âşûr**: “Zulüm, adaleti terk etmekle başlar. Toplumsal düzen bozulunca her türlü ahlaki çöküş ortaya çıkar.”
– **Hanbelîler**: “Hükmü bile bile değiştirmek, kişiyi zâlim kılar. Bu, inançla değil, amelî bir sapmadır.”

### **3. Maide 47: *”Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar fâsıkların ta kendileridir.”***
– **Bağlam**: Hristiyanların İncil’deki emirleri terk edip dinî tahrifat yapmaları kınanır.
– **Tefsirler**:
– **Zemahşerî (Mu‘tezilî)**: “Fısk, itaati terk edip isyana düşmektir. Kişi Allah’ı tanıdığı halde O’nun emirlerini görmezden gelirse fâsık olur.”
– **Beydâvî**: “Fâsıklık, sürekli günah işleme hâlidir. Bu ayet, hakikati bildiği hâlde ondan yüz çevirenlere işaret eder.”
– **Çağdaş Tefsir (Vehbe Zühaylî)**: “Fasık, Allah ile arasındaki ahdi bozan kimsedir. Müslüman bir yönetici Şeriat’ı terk ederse bu vasfı alır.”

### **Kavramların Farkları**:
1. **Kâfir**: Allah’ın hükmünü reddeden (inkâr veya tahrif yoluyla).
2. **Zâlim**: Adaleti çiğneyen, hakkı gasp eden.
3. **Fâsık**: İman ettiği hâlde israrla günah işleyen.

### **Tartışmalı Noktalar**:
– **Kimler Kapsamda?**:
– Klasik müfessirler, ayetlerin öncelikle Yahudi ve Hristiyanlara hitap ettiğini söyler.
– **İbn Teymiyye** gibi âlimler: “Müslümanlar da Allah’ın hükmünü terk ederse benzer vasıfları alır.”
– **Eş‘arîler**: “Küfür ancak açık inkârla olur. Hata veya zorlama durumları istisnadır.”

– **Modern Çağ Yansımaları**:
– Laik hukuk sistemleriyle yönetilen Müslüman ülkelerde bu ayetler sıklıkla tartışılır.
– **Muhammed Abduh**: “Ayetler, hüküm koyma yetkisini tamamen Allah’a vermeyen sistemleri eleştirir. Ancak cehalet veya içtihat hatası affedilebilir.”

### **Pratik Çıkarımlar**:
1. **Bireysel Sorumluluk**: Müslümanlar, Allah’ın hükümlerini öğrenmek ve uygulamakla yükümlüdür.
2. **Toplumsal Adalet**: Adalet mekanizmalarının İslami ilkelere dayanması gerekir.
3. **Siyasi Sistemler**: Şeriat’ı tamamen reddeden sistemler, bu ayetler ışığında eleştirilir.

### **Örneklerle Açıklama**:
– **Kâfir**: Tevrat’ta zina cezasını recm olarak bilip, “Kamçılama” ile değiştiren Yahudi âlimleri.
– **Zâlim**: Cinayet davalarında zengin-fakir ayrımı yapan bir hâkim.
– **Fâsık**: Hırsızlık yapan bir Müslümanın, had cezasını uygulamayan İslami bir yönetim.

Bu ayetler, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde Allah’ın hükümlerine bağlılığın önemini vurgular. Tefsirlerdeki farklılıklar ise, İslami hükümlerin uygulanma şartları ve niyetle ilişkilidir.

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=AAc9L5w6EMs