PEYGAMBER EFENDİMİZ RAMAZANI NASIL GEÇİRİR, GÜNÜ VE AYI NASIL DEĞERLENDİRİR, SAHURDA VE İFTARDA NE YAPARDI?

PEYGAMBER EFENDİMİZ RAMAZANI NASIL GEÇİRİR, GÜNÜ VE AYI NASIL DEĞERLENDİRİR, SAHURDA VE İFTARDA NE YAPARDI?


Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), Ramazan ayını büyük bir coşku ve ibadetle geçirirdi. Onun Ramazan’ı nasıl değerlendirdiğine dair öne çıkan bazı hususlar şunlardır:

Ramazan Ayındaki İbadetleri

1. Oruç Tutma: Peygamber Efendimiz, Ramazan ayında farz olan orucu eksiksiz tutar ve ümmetini de teşvik ederdi.

2. Kur’an ile Meşguliyet: Ramazan ayında Cebrail (a.s.) ile birlikte o ana kadar inen Kur’an’ı mukabele şeklinde gözden geçirirdi. Vefatından önceki son Ramazan’da bu mukabeleyi iki kez yapmıştır.

3. Teravih Namazı: Efendimiz (s.a.v.), teravih namazını cemaatle kılmaya teşvik etmiş ancak farz olmaması için sürekli cemaatle kılmamıştır.

4. İtikâfa Girmek: Ramazan’ın özellikle son on gününde Mescid-i Nebevî’de itikâfa girer, dünya işlerinden uzaklaşarak ibadete yoğunlaşırdı.

5. Dua ve Tövbe: Ramazan boyunca sürekli dua eder, ümmeti için af ve mağfiret dilerdi.

Peygamberimizin Sahur ve İftarı

1. Sahur:

Sahuru teşvik etmiş ve “Sahur yapın, çünkü sahurda bereket vardır.” (Buhârî, Savm, 20) buyurmuştur.

Hafif, mideyi yormayan ve besleyici gıdalar tercih ederdi. Genellikle hurma ve su ile sahur yapardı.

Sahuru geciktirir ve imsaka yakın bir zamanda yapardı.

2. İftar:

İftarı erken açmayı sünnet olarak tavsiye etmiştir: “İnsanlar iftarı erken yaptıkları sürece hayır üzeredirler.” (Buhârî, Savm, 45)

İftarını genellikle taze hurma ile açar, hurma yoksa birkaç yudum su ile orucunu bozardı.

“Allah’ım! Senin rızan için oruç tuttum, Senin rızkınla iftar ettim.” gibi dualarla iftar açardı.

İftar sofralarında misafirleri ağırlamaya önem verir, başkalarını da iftara davet ederdi.

Ramazan’ın Son On Günü ve Kadir Gecesi

Ramazan’ın son on gününü daha yoğun ibadetle geçirirdi.

Gece ibadetlerini artırır, ailesini de ibadete teşvik ederdi.

Kadir Gecesi’ni ibadetle geçirir ve ümmetine de bu geceyi ihya etmelerini tavsiye ederdi.

Peygamber Efendimiz’in Ramazan ayındaki bu güzel alışkanlıkları, müminler için en güzel örneklerdir. Onun sünnetine uyarak Ramazan’ı ihya etmek, bu mübarek ayı en verimli şekilde değerlendirmemize yardımcı olacaktır.

@@@@@@@

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Ramazan ayını ibadet, infak, Kur’an tilaveti, tefekkür ve ahlaki erdemleri öne çıkararak geçirirdi. Onun Ramazan’ı değerlendirme şekli, hem bireysel hem de toplumsal hayata dair önemli örnekler barındırır. İşte detaylar:

### **1. İbadet ve Kur’an ile İlişkisi**
– **Tebliğ ve Tilavet:** Ramazan’da Cebrail (a.s.) ile Kur’an’ı mukabele usulüyle karşılıklı okurdu. Son yılında bu mukabele iki kez tekrarlandı (Buhârî, Savm, 7).
– **Gece İbadeti:** Teravih namazını hem tek başına hem de cemaatle kıldırdı. “Ramazan’da inanarak ve sevabını Allah’tan umarak namaz kılanın geçmiş günahları affolunur” buyururdu (Buhârî, Îmân, 27).
– **Dua ve Zikir:** Özellikle sahur ve iftar vakitlerinde, seherlerde ve secdelerde dua etmeye özen gösterirdi. “Üç kişinin duası reddedilmez: Oruçlunun iftar vaktindeki duası…” (Tirmizî, Deavât, 129).

### **2. Günlük Hayatı ve Ahlaki Hassasiyet**
– **Nefis Terbiyesi:** “Oruç kalkandır; oruçlu kötü söz söylemesin, kavga etmesin” (Buhârî, Savm, 9) uyarısıyla, diline ve davranışlarına hâkim olurdu.
– **İnfak ve Cömertlik:** “Cömertlik meleğinden daha cömert” olarak nitelenirdi (Buhârî, Bed’ü’l-Vahy, 5). Fakirleri doyurur, sadakayı teşvik ederdi.
– **Aile ve Çocuklar:** Aile fertlerini oruca teşvik eder, çocukları sevindirirdi. Hz. Aişe validemiz, “Ramazan dışında hiçbir ayda bu kadar çok ibadet ettiğini görmedim” derdi (Müslim, Sıyâm, 204).

### **3. Sahur ve İftar Adabı**
– **Sahur:**
– **Vakit:** Sahuru geciktirir, “Bizimle Ehl-i Kitab’ın orucu arasındaki fark sahur yemeğidir” buyururdu (Müslim, Sıyâm, 46).
– **Muhteva:** Hurma, su veya az miktarda yemekle yetinirdi. “Sahurda bereket vardır” (Buhârî, Savm, 20) diyerek önemini anlatırdı.
– **Dua:** “Sahur yemeği yiyen, Allah’ın rahmetine ortak olur” (Deylemî, Müsned, 2/229) hadisiyle teşvik ederdi.

– **İftar:**
– **Acele Etmek:** Güneş batar batmaz “İftar ettirenlerin ecri kadar oruçlununki de artar” (Ebû Dâvûd, Savm, 21) diyerek acele ederdi.
– **Beslenme:** Taze hurma veya suyla orucunu açar, ardından akşam namazını kılar, sonra yemeğe geçerdi.
– **İftar Duası:**
> **”ذَهَبَ الظَّمَأُ وَابْتَلَّتِ الْعُرُوقُ، وَثَبَتَ الْأَجْرُ إِنْ شَاءَ اللَّهُ”**
*”Susuzluk gitti, damarlar ıslandı, inşallah ecir hak oldu.”* (Ebû Dâvûd, Savm, 22)

### **4. Son On Gün ve İtikâf**
– **İtikâf:** Ramazan’ın son on gününde mescitte inzivaya çekilir, Kur’an, dua ve tefekkürle meşgul olurdu. “Leyletü’l-Kadr’i arayın” emriyle bu geceleri ihya ederdi (Buhârî, Leyletü’l-Kadr, 3).
– **Kadir Gecesi:** “Kim Kadir Gecesi’nde inanarak ve sevabını Allah’tan umarak ibadet ederse, geçmiş günahları affolunur” (Buhârî, Îmân, 35) müjdesini verirdi.

### **5. Toplumsal Dayanışma**
– **Zekât ve Fitre:** Fakirlerin Ramazan sevincine ortak olmaları için fitre vermeyi emrederdi (Buhârî, Zekât, 70-76).
– **İftar Sofraları:** Misafirleri ve yoksulları iftara davet eder, “Bir oruçluyu iftar ettirene, onun sevabı kadar ecir verilir” derdi (Tirmizî, Savm, 82).

### **Özetle:**
Peygamberimiz (s.a.v.), Ramazan’ı **ibadetle diri bir kalp, infakla coşan bir merhamet, Kur’an’la yenilenen bir ruh** halinde geçirirdi. Onun sünneti, orucu sadece aç kalmak değil, insanı “insan-ı kâmil” mertebesine yükselten bir eğitim süreci olarak öğretir.

@@@@@@

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Ramazan ayına büyük bir önem verir, bu ayı ibadet, dua ve tefekkürle geçirirdi. Ramazan ayının gündüzlerini oruçla, gecelerini ise ibadetle değerlendirirdi.
Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) Ramazan Ayını Değerlendirmesi:
* Oruç: Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Ramazan ayında oruç tutmaya büyük özen gösterirdi. Sahura kalkar, iftarını zamanında yapar ve orucunu büyük bir titizlikle tutardı.
* Namaz: Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Ramazan ayında namazlara daha fazla önem verirdi. Teravih namazlarını kılar, Kur’an-ı Kerim okur ve dua ederdi.
* Kur’an-ı Kerim: Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Ramazan ayında Kur’an-ı Kerim’i daha çok okur ve üzerinde tefekkür ederdi. Hatta Cebrail (a.s.) ile karşılıklı olarak Kur’an-ı Kerim’i hatmederlerdi.
* Sadaka ve İyilik: Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Ramazan ayında sadaka vermeye ve iyilik yapmaya daha çok önem verirdi. Muhtaçlara yardım eder, yoksulları gözetir ve insanlara karşı şefkatli davranırdı.
* Dua ve İstiğfar: Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Ramazan ayında bol bol dua eder ve istiğfarda bulunurdu. Allah’tan af diler, günahlarından tövbe eder ve bağışlanma dilerdi.
Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) Sahur ve İftarı:
* Sahur: Peygamber Efendimiz (s.a.v.) sahura kalkar, hafif bir şeyler yer ve içerdi. Sahurda özellikle hurma ve süt gibi besinleri tercih ederdi. Sahurun bereketli bir öğün olduğunu belirtir ve ümmetine de sahura kalkmayı tavsiye ederdi.
* İftar: Peygamber Efendimiz (s.a.v.) iftarını zamanında yapar, orucunu hurma veya su ile açardı. İftar yaparken acele etmez, yavaş yavaş yer ve içerdi. İftar sonrası bol bol dua eder ve Allah’a şükrederdi.
Özetle: Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Ramazan ayını ibadet, dua, tefekkür ve iyilikle dolu bir şekilde geçirirdi. Ümmetine de bu mübarek ayı en iyi şekilde değerlendirmeyi tavsiye ederdi.

 

 




BAZEN BİR HAKIKATLİ SOZ İNSANIN DÜNYASINI AÇARKEN, HAKİKATSİZ BİR SÖZ DE DÜNYASINI KAPATMAKTADIR. NASIL?

BAZEN BİR HAKIKATLİ SOZ İNSANIN DÜNYASINI AÇARKEN, HAKİKATSİZ BİR SÖZ DE DÜNYASINI KAPATMAKTADIR. NASIL?


Hakikatli bir söz, insanın dünyasını açar; hakikatsiz bir söz ise dünyasını kapatır. Bunun sebebi, sözlerin insanın zihni, kalbi ve ruhu üzerindeki etkisidir.

1. Hakikatli Sözün Dünyayı Açması

Bilgi ve İdrak Kapılarını Açması: Doğru ve hakikatli bir söz, insanın zihnindeki yanlış bilgileri düzeltir, ona yeni ufuklar açar. İnsan hakikati öğrendiğinde, düşünceleri genişler ve daha bilinçli hareket eder.

Kalbi Aydınlatması: Hakikatli söz, insanın kalbinde huzur, güven ve ferahlık oluşturur. Adalet, sevgi ve merhamet gibi yüksek değerleri hatırlatarak insanın ruhunu besler.

Motivasyon ve Umut Vermesi: Bazen tek bir doğru cümle, bir insanın hayatını değiştirebilir. Onu karanlıktan aydınlığa çıkarabilir, yılgınlık içindeyken ona cesaret verebilir.
Tıpkı elektriğin düğmesine açıp ve dokunup yakmak gibi.

2. Hakikatsiz Sözün Dünyayı Kapatması

Zihni Kördüğüm Haline Getirmesi: Yalan, iftira veya yanlış bilgi, insanın anlayışını bulanıklaştırır. Gerçeği görmek yerine yanlış yönlendirilmiş olur, bu da onun ilerlemesini engeller.

Kalbi Karartması: Hakikatsiz bir söz, insanın içine şüphe, korku, ümitsizlik ve nefret tohumu ekebilir. Bir insan, yanlış bir söz yüzünden büyük bir yanlışın içinde kaybolabilir.

Yanlış Yönlendirmesi: Bazen küçük bir yalan veya çarpıtılmış bir söz, insanın hayatını yanlış bir yöne çevirebilir. Kararlarını ve inançlarını etkileyerek onu yanlış bir yola sürükleyebilir.

Sonuç

Hakikatli söz, bir anahtar gibi insanın zihnini, kalbini ve ruhunu açar. Hakikatsiz söz ise bir kilit gibi insanı karanlığa hapseder. Bu yüzden insanın hem söylediği hem de dinlediği sözlere dikkat etmesi, hakikati araması ve onu dile getirmesi hayati önem taşır.

 

 




Bir Asırlık Vedâ: Bedeninden Ayrılan Ruhun Dramı

Bir Asırlık Vedâ: Bedeninden Ayrılan Ruhun Dramı


Gözlerini açtığında, her şey farklıydı. Bedenini hissedemiyor, ama düşünceleri eskisinden daha berraktı. Havada süzülüyordu sanki, ama ayakları toprağa basmıyordu. Çevresine baktığında, solgun ve hareketsiz yatan bedenini gördü. Hayatı boyunca taşıdığı bu bedene, şimdi uzak ve yabancı bir gözle bakıyordu.

Bir asra yaklaşan süre boyunca bu bedende yaşamış, onunla sevmiş, onunla acı çekmişti. Şimdi ise ayrılığın kaçınılmaz gerçeğiyle yüzleşiyordu. Her şey dün gibi tazeydi; çocukluğu, gençliği, yaşlılığı… Oysa artık zaman, onun için bir anlam ifade etmiyordu. Etrafında sessizce bekleyenler vardı; bazıları ağlıyor, bazıları ise dua ediyordu. Fakat artık seslerini duyamıyordu.

Birden, eski hatıralar zihninde belirmeye başladı. İlk adımlarını attığı gün, annesinin kucağındaki sıcaklık, çocukluk arkadaşlarıyla oynadığı oyunlar, gençlik yıllarında yaşadığı heyecanlar, savaşlar, zaferler, kayıplar… Ve sonunda yaşlılık, bedeninin her geçen gün ağırlaşması, gözlerinin ferinin sönmesi… Tüm bunlar, şimdi gözünün önünde bir film şeridi gibi akıyordu.

Ama en zoru, geride bıraktıklarıydı. Çocukları, torunları, dostları… Onları bir daha göremeyecek olmanın hüznü yüreğini sıkıyordu. Onlara dokunamıyor, seslenemiyordu. Varlığını hissettirmek istese de, bu mümkün değildi artık. Sadece izleyebiliyordu; bedeninin etrafında toplanan sevdiklerini, gözyaşlarını, dualarını…

Sonra, derin bir sessizlik çöktü. Bedeninin üzerine örtülen kefen, son vedayı simgeliyordu. Ruh, artık geriye dönüşün olmadığını anladı. Bir zamanlar içine hapsolduğu beden, toprağa emanet edilirken, o bilinmeyen bir yolculuğa çıkıyordu. Hüzünle geriye son bir kez baktı. Sonra, çağıran bir ses duydu; sıcak, huzur veren, fakat aynı zamanda hesap soran bir ses… Ve ruh, kaçınılmaz sona doğru süzülmeye başladı.




HER NEFİS YAPTIKLARINA KARŞI REHİNEDİR

HER NEFİS YAPTIKLARINA KARŞI REHİNEDİR

Müddessir suresi:

“﴾38﴿ Her nefis, yaptıklarına karşılık tutulan bir rehindir;
﴾39﴿ Ancak hakkın ve erdemin tarafında olanlar başka:
﴾40-41﴿ Onlar cennetlerdedir; günahkârlar hakkında birbirlerine sorular sorarlar?
﴾42﴿ “Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir?”
﴾43﴿ Onlar şöyle cevap verirler: “Biz namaz kılanlardan değildik;
﴾44﴿ Yoksulu doyurmuyorduk;
﴾45﴿ (Günaha) dalanlarla birlikte biz de dalıyorduk,
﴾46﴿ Ceza gününü de asılsız sayıyorduk,
﴾47﴿ Sonunda bize ölüm geldi çattı.”
﴾48﴿ Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez.”

Yakıcı Ateşin Mahkumları: Pişmanlık ve Kaçınılmaz Son

Cennet bahçelerinde huzur içinde olanlar, aşağıda yükselen iniltileri işitiyordu. Alevlerin dans ettiği o korkunç vadide, çırpınan ruhlar vardı. Azapla yüzleşen günahkârlar, çaresizlik içinde birbirlerine bakıyordu. Geçmişin hayaletleri zihinlerinde yankılanıyordu. Cennet ehli, onlara seslendi:

“Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir?”

Yanıtlar titrek, pişmanlık doluydu:

“Biz namaz kılanlardan değildik;”

İçlerinden biri, geçmişi hatırladı. Sabahın ilk ışıklarıyla yükselen ezanı duyduğu, ancak uykunun tatlı rehavetine kapıldığı anları düşündü. Dünya meşgaleleri içinde namazı erteledi, zamanla tamamen terk etti. Oysa şimdi, her vakit için binlerce defa secde etmeye razıydı… Ama artık çok geçti.

“Yoksulu doyurmuyorduk;”

Bir diğeri, aç bir çocuğun gözlerine baktığı ama sırtını döndüğü anları hatırladı. Servet içinde yüzmesine rağmen, yoksulun elini boş çeviren elleri, şimdi boşlukta kavruluyordu. Oysa bir lokma ekmek, bir yudum su, belki de onun kurtuluşu olabilirdi. Ama o, kendinden başkasını düşünmemişti.

“(Günaha) dalanlarla birlikte biz de dalıyorduk;”

Bir başkası, arkadaş meclislerinde boş sözlere dalarken duyduğu vicdan sesini bastırmaya çalıştığını anımsadı. Hakikati bilen ama umursamayan, eğlence ve günahın cazibesine kapılan biri olmuştu. Oysa şimdi, yanlış dostların ve yanlış seçimlerin bedelini ödemek zorundaydı.

“Ceza gününü de asılsız sayıyorduk;”

Bir başkası, dünya hayatının sonsuz olduğunu zannettiği zamanları düşündü. Ahiret uyarıları ona masal gibi gelmiş, alay konusu olmuştu. Şimdi ise önünde inkâr edemeyeceği bir gerçek vardı: Azap, tüm sıcaklığıyla onu kuşatmıştı.

“Sonunda bize ölüm geldi çattı.”

Ölüm, bir gölge gibi sinsice yaklaşmış, aniden yakalarına yapışmıştı. Hiç beklemedikleri bir anda, hiç ummadıkları bir şekilde… Şimdi, geriye dönüş yoktu. Ne pişmanlık fayda ederdi ne de kaçış mümkün olurdu.

Şefaat Kapıları Kapanınca…

Zalimler, günahkârlar, gaflete düşenler… Hepsi şimdi tek bir şey istiyordu: Bir şefaatçi, bir aracı, bir kurtuluş vesilesi… Ama ne fayda? Ayet gerçekleşmişti: “Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez.”

Alevler daha da yükseldi, çığlıklar karanlığı deldi. Ama artık ne dönüş vardı ne de affedilme ümidi…

 

 




RUHLARI SÖKÜP ÇIKARANLAR

RUHLARI SÖKÜP ÇIKARANLAR

“Andolsun (kâfirlerin ruhlarını) şiddetle çekip çıkaranlara,

Andolsun (mü’minlerin ruhlarını) kolaylıkla alanlara,” (Naziat.1-2)

Ruhların Son Yolculuğu: Karanlık ve Nur

Gece karanlığını çökerken, iki farklı evde ölüm yaklaşmaktaydı. Biri, zulümle geçmiş bir ömrün sahibiydi; diğeri, imanla yaşayan bir kalbin sahibi…

Kâfirin Son Anı: Acı ve Direniş

Zalim adam, nefes almakta zorlanıyordu. Bedenini korkunç bir ağırlık sarmıştı. Ölüm melekleri odasına doluşmuş, gölgeleri duvarlara yansıyordu. Son nefesini vermek üzereydi, fakat ruhu bedeninden ayrılmamak için direniyordu. “Andolsun (kâfirlerin ruhlarını) şiddetle çekip çıkaranlara,” ayeti, şimdi onun için bir gerçekti.

Melekler, azapla dolu emirleri yerine getirirken, ruhu dikenli bir demirin etten sökülmesi gibi çekilip çıkarıldı. Dehşet içinde bağırdı, ama artık kaçış yoktu. Yeryüzünde işlediği zulümler, yalanlar ve inkârlar ona bir fayda sağlamadı. Artık geri dönüşü olmayan bir karanlığa düşüyordu.

Mü’minin Son Anı: Rahmet ve Huzur

Diğer evde ise bambaşka bir hâl vardı. Yüzü nur gibi parlayan mü’min, gözlerini gökyüzüne dikmiş, hafif bir tebessümle son nefesini vermeye hazırlanıyordu. Melekler, ışık huzmeleri içinde odasına doluştu. “Andolsun (mü’minlerin ruhlarını) kolaylıkla alanlara,” ayeti, onun için bir müjdeydi.

Ruhu, bir damlanın süzülmesi gibi kolayca bedenden ayrıldı. Korku yerine huzur vardı. Rabbinin rahmetiyle sarmalanan bu ruh, hoş kokular ve selamlarla karşılandı. Dünya hayatını imanla geçirmiş, terazisine sevaplar koymuştu. Onun için, karanlık yoktu; önünde cennetin bahçeleri uzanıyordu.

İki Farklı Son, Tek Gerçek

Ölüm, her insanın kaçınılmaz gerçeğiydi. Ancak kimi ruhlar azapla çekilip alınırken, kimileri rahmetin kucağında huzurla ayrılıyordu. Bugün, hangi sona hazırlanıyoru




KABİRDE İKİ KİŞİ: AYNI MEZAR, FARKLI SON

KABİRDE İKİ KİŞİ: AYNI MEZAR, FARKLI SON


Güneş, o gün batarken iki cenaze aynı mezarlığa getirildi. Biri Salih, ömrünü iman ve salih amellerle geçirmiş biriydi. Diğeri Mehmet, dünyaya dalmış, Allah’ı unutarak yaşamış biriydi. İkisinin de bedenleri toprağa konuldu, dualar okundu, yakınları gözyaşı döktü. Ama herkes bir süre sonra dağıldı.

Şimdi, iki adam da yalnızdı.

Ve hakikat âlemi başlıyordu.

SALİH’İN MEZARINDA: NUR VE RAHMET

Salih, gözlerini açtığında güzel kokuların yayıldığı geniş bir bahçenin içinde buldu kendini. Burası ne karanlık ne de ürkütücüydü. Hafif bir esinti yüzüne vurdu, kalbine tarifsiz bir huzur doldu.

Tam o sırada, nur gibi parlayan iki melek belirdi. Onlar Münker ve Nekir idi. Ama Salih’in kalbinde korku yoktu. Çünkü hayatını Allah’a adamış, O’na kul olmaktan hiç vazgeçmemişti.

Melekler ona yumuşak bir sesle sordular:

— Rabbin kim?

Salih, gülümseyerek ve kalbinden gelen bir güvenle cevap verdi:

— Rabbim Allah’tır.

— Dinin ne?

— Dinim İslam’dır.

— Bu adam (Peygamber) hakkında ne biliyorsun?

— O, Allah’ın Elçisi Muhammed Mustafa’dır (s.a.v.). O’na iman ettim, O’nu sevdim ve yolunu takip ettim.

Melekler tebessüm etti. Salih’in cevapları doğrulandı. Sonra gökyüzünden bir ses yükseldi:

— “Kulumuza cennet kapısını açın. Onun kabri genişlesin ve burası bir cennet bahçesi olsun.”

O anda mezar aydınlandı, genişledi. Rahmet melekleri, ona cennetteki yerini gösterdiler. Salih’in kalbi neşe ve huzurla doldu.

Şimdi sonsuz bir saadet onu bekliyordu…

MEHMET’İN MEZARINDA: KORKU VE AZAP

Mehmet de gözlerini açtığında, farklı bir âlemdeydi. Ama burası karanlık, ürkütücü ve dar bir yerdi. Boğucu bir koku vardı, mezarı gittikçe daralıyordu. Kalbine büyük bir korku düştü.

Tam o sırada, dehşet verici iki melek belirdi. Münker ve Nekir… Sesleri gök gürültüsü gibi yankılandı:

— Rabbin kim?

Mehmet’in dili tutuldu. Hayatı boyunca parayı, makamı, şöhreti her şeyin önüne koymuştu. Allah’ı anmaya vakit bulamamıştı.

Yutkundu, korkuyla fısıldadı:

— Bilmiyorum…

Melekler ikinci soruyu sordu:

— Dinin ne?

Mehmet, dünyada rahatını dininin önüne koymuştu. Namazı hep ertelemiş, haramlarla iç içe yaşamıştı.

— Bilmiyorum… diye mırıldandı.

Son soru geldi:

— Peygamber hakkında ne biliyorsun?

Mehmet, dünyada her şeyi öğrenmişti; borsa, siyaset, futbol… Ama Peygamber’in hayatını hiç merak etmemişti. Şimdi o bilgiye ihtiyacı vardı ama cevap veremedi.

Melekler başlarını eğdiler. Sonra gökyüzünden korkutucu bir ses yükseldi:

— “Onun kabrini daraltın! Ona cehennemin kapısını açın!”

O anda mezar daraldı, kaburgaları birbirine geçti. Karanlık ve korku içinde kalmıştı. Sonra azap melekleri geldi, elinde ateşten bir sopa olan biri ona yaklaştı.

Mehmet çığlık attı:

— Ne olur, geri dönmeme izin verin! Bir daha böyle yaşamayacağım!

Ama artık dönüş yoktu…

Ve o andan itibaren, azabı başlamıştı.

SONUÇ: DERS ÇIKARMAK İÇİN VAKİT VAR MI?

İki insan… Aynı dünyada yaşadılar ama farklı seçimler yaptılar. Şimdi biri sonsuz mutluluğa giderken, diğeri pişmanlığın içinde yanıyordu.

Peki ya biz?

Bugün, o sorulara cevap verebilecek durumda mıyız? Eğer değilsek, hâlâ vaktimiz var. Ama ölüm kapıyı çalmadan önce… Çünkü kabirde kimse yalan söyleyemez, çünkü kabirde herkes yalnızdır.