TETİKÇİLERDEN FARKI OLMAYAN KALEMŞÖRLER

TETİKÇİLERDEN FARKI OLMAYAN KALEMŞÖRLER

Tetikçilerden Farkı Olmayan Kalemşörler: Satılmış Fikirlerin Gölgesinde Bir Dünya

Tarih boyunca silahı kullanan tetikçiler kadar, kalemi silah gibi kullanan kalemşörler de büyük yıkımlara sebep olmuştur. Tetikçiler, bedel karşılığında bir cana kıyar; kalemşörler ise gerçeği katleder, zihinleri zehirler ve toplumları manipüle eder. Bazen bir mermiden daha öldürücü olan bu kalemler, bir insanın, bir grubun ya da bir milletin kaderini değiştirebilir.

Peki, kalemini satmış insanlar nasıl tetikçiler gibi hareket eder? Kalemşörleri bu kadar tehlikeli yapan şey nedir?

Kalemin Namludan Daha Güçlü Olduğu Anlar

Napolyon’un ünlü sözlerinden biridir: “Beni yüz süngüden çok üç gazeteci korkutur.” Çünkü bazen bir silahın yapamayacağını bir kalem yapar. Kalemşörler, gerçeği çarpıtarak, kamuoyunu yanlış yönlendirerek ve insanları kutuplaştırarak, toplumsal felaketlerin fitilini ateşleyebilirler.

Tarih bunun örnekleriyle doludur:

Joseph Goebbels (Nazi Almanyası’nın propaganda bakanı), milyonlarca insanın zihnini zehirleyerek savaşı ve soykırımı meşrulaştırdı.

Sovyet rejiminde Stalin yanlısı gazeteciler, milyonlarca insanın yok edilmesini sıradan bir olay gibi sundu.

Modern medyada kiralanmış yazarlar, savaşları meşrulaştırmak, toplumları kutuplaştırmak ve adaleti çarpıtmak için kalemlerini kullandı.

Bugün de benzer şekilde, bazı köşe yazarları, gazeteciler ve medya figürleri, tetikçilerden farksız bir şekilde görev yapmaktadır. Hakikati öldürmek için kalemlerini bir silah gibi kullanırlar.

Kalemşörlerin Taktikleri: Algı Operasyonları ve Yalanlar

Kalemşörlerin en büyük silahı, manipülasyon ve algı yönetimidir. Doğrudan bir insana zarar vermezler ama zihinleri ele geçirerek toplumları yönetirler.

1. Gerçekleri Çarpıtmak

Gerçekleri olduğu gibi sunmak yerine, eğip bükerek kendi efendilerinin çıkarına uygun hale getirirler.

Yalan haberler üretir, halkı kışkırtır, yanlış bilgiyi yayarlar.

2. İnsanları Kutuplaştırmak

Toplumları bölerek onları yönetmeyi kolaylaştırırlar.

Düşman üretir, grupları birbirine düşman ederler.

3. Bağımsız Görünüp, Emirle Hareket Etmek

Kalemşörler genellikle tarafsız olduklarını iddia ederler ama aslında belli bir grubun veya ideolojinin emrindedirler.

Kimin çıkarına hizmet ettiklerine bakıldığında, onların kimden emir aldığı da kolayca anlaşılır.

4. Şahısları Hedef Göstermek

Belli kişileri itibarsızlaştırmak için kara propaganda yaparlar.

Onları ahlaksız, hain, beceriksiz gibi göstermek için iftira atarlar.

Bu yöntemler, silahlı bir tetikçinin mermisi kadar ölümcül olabilir. Çünkü insanlar yalanlara inanıp yanlış kararlar verdiklerinde, koca toplumlar çöküşe sürüklenebilir.

Gerçek Gazetecilik ile Kalemşörlük Arasındaki Fark

Gerçek gazeteciler, gerçeğin peşinde koşar. Kalemşörler ise patronlarının emirlerini uygular.

Gerçek gazeteci:

Olayları olduğu gibi sunar.
Halkı bilinçlendirmeyi amaçlar.
Kendi vicdanını ve ahlaki değerlerini korur.

Kalemşör:

Kimin parasını alıyorsa onun için yazı yazar.
Halkı manipüle etmeyi amaçlar.
Gerçeği değil, işine geleni anlatır.

Bir toplumda gerçek gazeteciler azalıp, kalemşörler çoğaldığında, hakikat yok olur. İnsanlar yalanlarla kandırılır ve sonunda toplumsal çöküş kaçınılmaz hale gelir.

Sonuç:

Bir tetikçi, bir insanı öldürerek onu susturur. Bir kalemşör ise milyonların zihnini öldürerek tüm bir toplumu felç eder. Ama gerçek bir yazar, vicdanını ve ahlakını koruyarak, toplumu uyanık tutar.

Bu yüzden, tetikçilerden farkı olmayan kalemşörlere karşı en büyük silah, bilinçli ve sorgulayan bir toplumdur. Çünkü halk ne kadar bilinçli olursa, kalemşörlerin silahı o kadar etkisiz hale gelir.

 

 




DÜŞMANIN ARPALIĞINDAN BESLENENLER, DÜŞMANIN KÜMESİNE DE YUMURTLARLAR

DÜŞMANIN ARPALIĞINDAN BESLENENLER, DÜŞMANIN KÜMESİNE DE YUMURTLARLAR

Düşmanın Arpalığından Beslenenler, Düşmanın Kümesine de Yumurtlarlar

Tarih boyunca bir toplumu en çok yıkan şey, dış düşmanların saldırıları değil, içeriden satılan ve satın alınan insanlardır. Kendi toplumunun gücünü ve kaynaklarını düşmana teslim eden, onlardan beslenen kişiler, nihayetinde onların amaçlarına hizmet ederler. Düşmanın arpalığından beslenen biri, er ya da geç, düşmanın kümesine de yumurtlamaya başlar.

Bu tür insanlar, bazen bir yönetici, bazen bir aydın, bazen bir tüccar, bazen de bir sanatçı olabilir. Kendi halkının çıkarlarını savunmak yerine, kendilerini besleyen güçlere sadık kalırlar. Amaçları bireysel kazançtır, milletin geleceği değil.

Düşmanın Arpalığından Beslenmek Ne Demek?

Bir insan veya grup, maddi ya da manevi çıkarları için bir düşmanın desteğini kabul ettiğinde, artık onun etkisi altına girmeye başlamıştır. Bu süreç birkaç şekilde işler:

1. Ekonomik Bağımlılık

Düşmanın sağladığı ekonomik destekle ayakta duranlar, o desteği kaybetmemek için düşmanın politikalarına uygun hareket eder.

Ülkesinin zayıflamasını sağlayacak ticari anlaşmalara göz yumar, milli sanayiyi baltalar, ülkesinin kaynaklarını yabancılara peşkeş çeker.

2. İdeolojik Bağımlılık

Fikri olarak bir başkasının çıkarlarını savunanlar, aslında düşmanın elinde bir propaganda aracına dönüşür.

Medya, akademi veya sanat alanında, kendi ülkesinin değerlerini aşağılar, düşmanın propagandasını yapar.

3. Siyasi Bağımlılık

Dış güçlerin desteğiyle ayakta duran siyasiler, onların taleplerini yerine getirmek zorunda kalır.

Ülkesinin menfaatlerini ikinci plana atarak, aldığı emirleri yerine getirir.

Bu süreç, bir insanı ya da grubu satın alınabilir hale getirir. Bir kez düşmanın desteğiyle hareket eden biri, artık bağımsız bir duruş sergileyemez.

Düşmanın Kümesine Yumurtlayanlar

Bir insan veya kurum, düşmanın desteğiyle beslendiğinde, zamanla ona hizmet etmeye başlar. İşte düşmanın kümesine yumurtlayanlar, yani düşman için çalışanlar böyle doğar.

Kendi ülkesinin sırlarını sızdıran casuslar

Düşmanın politikalarını destekleyen sözde aydınlar

Milli değerlere saldıran medya organları

Kendi halkını yanlış yönlendiren sözde liderler

Bu kişiler, kendi milletleri aleyhine kararlar aldırarak, toplumun güçsüzleşmesine katkı sağlarlar. Başlangıçta sadece menfaat için harekete geçmiş olsalar bile, zamanla tamamen düşmanın bir aparatı haline gelirler.

Tarihten İbretlik Örnekler

Düşmanın arpalığından beslenip, ona hizmet edenler tarihte hep olmuştur:

Bizans’a hizmet eden Osmanlı hainleri, Osmanlı fetihlerine karşı Bizans’ın safında yer aldı ama sonuçta tarih onları yok saydı.

Batı’nın desteklediği mandacılar, Kurtuluş Savaşı’nda bağımsızlığa karşı çıkıp, emperyalistlerin yanında yer aldı. Ancak vatanseverler kazandı ve onlar tarihin çöplüğüne gitti.

Günümüzde dış fonlarla ayakta kalan medya ve akademisyenler, kendi ülkelerinin zararına yayınlar yaparak, dış güçlerin çıkarlarını savunur.

Düşmanın Sofrasına Oturan, Onun Kurallarına Göre Yemek Yer

Bir insan, nereden beslendiğine dikkat etmelidir. Eğer beslendiği kaynak düşmandan geliyorsa, o kişi farkında olsun ya da olmasın, düşmanın çıkarları doğrultusunda hareket edecektir.

Bağımsızlık, sadece siyasi bir kavram değildir. Zihinlerin bağımsız olması, ekonominin güçlü olması ve insanların ahlaki duruşlarını satmaması gerekir.

Son olarak, bir insanın kim olduğu, nereden beslendiğine ve kimin için çalıştığına bağlıdır. Eğer bir kişi, düşmanın sunduğu nimetlerle ayakta kalıyorsa, er ya da geç ona hizmet etmek zorunda kalacaktır.

Unutulmamalıdır ki, düşmanın arpalığından beslenenler, düşmanın kümesine de yumurtlarlar. Ve o yumurtalar, kendi milletinin değil, düşmanın çıkarına çatlar!

 

 




RAHMETLİ DEDEM, EVVELDEN EŞKİYA DAĞDAYDI ŞİMDİ ŞEHRE İNDİ DEMİŞTİ, YA ŞİMDİ?

RAHMETLİ DEDEM, EVVELDEN EŞKİYA DAĞDAYDI ŞİMDİ ŞEHRE İNDİ DEMİŞTİ, YA ŞİMDİ?

Eşkıya Şehre İndi, Peki Ya Şimdi?

Rahmetli dedemiz doğru söylemiş: “Evvelden eşkıya dağdaydı, şimdi şehre indi.” Bir zamanlar dağ başlarında, yol kesen, hükûmetten kaçan, kendi kanununu koyan eşkıyalar vardı. Onlar, devletin otoritesinin zayıf olduğu kırsal bölgelerde, kendi düzenlerini kurar, bazen halkı korur gibi görünse de neticede güçlünün haklı olduğu bir düzenin parçasıydılar.

Ama zaman değişti. Şimdi eşkıya ne dağda ne bayırda… Artık şehirlerde, beton binaların içinde, takım elbise giymiş, kravat takmış hâlde dolaşıyor. Eskiden silahı belindeydi, şimdi kalemi elinde; eskiden yol keserdi, şimdi insanları borçla, faizle, hileyle soyuyor. Eskiden kaçaktı, şimdi saygın iş insanı, yönetici, hatta siyasetçi olmuş.

Eşkıyalık Değişti, Ama Yok Olmadı

Eskiden bir köyü basan eşkıyalar, insanları soyup kaçarlardı. Şimdi ise, büyük şehirlerin lüks ofislerinde, bir imza ile binlerce insanın alın terini, emeğini yok ediyorlar. Eskiden hanları, kervanları basarlardı; şimdi bankalar, büyük şirketler, hatta devlet mekanizmalarıyla insanın cebindeki üç kuruşa göz dikiyorlar. Hukuku kendi lehlerine eğip bükerek, “kanuni” eşkıyalık yapıyorlar.

Artık yol kesmeye gerek yok. Medyanın, reklamların, kredi kartlarının, tüketim kültürünün içinde öyle yollar kurulmuş ki insanlar gönüllü olarak soyuluyor. Üretmeden kazananlar, çalışmadan zenginleşenler, başkasının sırtına basarak yükselenler, modern zamanın eşkıyalarıdır.

Peki Çare Nedir?

Rahmetli dedemizin söylediği bu söz, sadece bir tespit değil, aynı zamanda bir uyarıdır. Çünkü biz farkına varmadıkça, bu düzen böyle devam edecek.

Önce ahlakı yeniden tesis etmek gerekir. Eşkıya ruhu sadece dağda değil, insanın içindedir. Açgözlülük, hırs, adaletsizlik varsa, modern eşkıyalık her yerde kök salar.

Hakkı ve adaleti savunmak gerekir. Eşkıyalık, insanların sustuğu yerde palazlanır.

Bilgili ve bilinçli olmak gerekir. Modern eşkıyalar, cehaletten beslenir. İnsanları kandırmak, bilinçsiz bir toplumda çok daha kolaydır.

Evet, eşkıya şehre indi ama biz hâlâ seyirciyiz. Unutmayalım, biz izin vermezsek ne dağda ne şehirde eşkıya barınamaz.

 

 




OSMANLIDA ESNAF DENETİMİ NASIL YAPILIRDI?

OSMANLIDA ESNAF DENETİMİ NASIL YAPILIRDI?


Osmanlı’da Esnaf Denetimi: Ahilikten Günümüze Bir Ders

Bugün sokakta dolaşırken, kalitesiz mal satan, haksız kazanç peşinde koşan, müşterisini aldatan esnaf görmek sıradan bir hâl aldı. Oysa Osmanlı’da esnaf olmak, sadece mal alıp satmak değil, aynı zamanda ahlaklı, dürüst ve vicdan sahibi olmayı gerektirirdi. Çünkü Osmanlı’da esnafın başında, onu denetleyen, doğru yolda tutan bir sistem vardı: Ahilik ve Lonca Teşkilatı.

Esnafın Hamuru: Ahilik ve Loncalar

Osmanlı esnafı, Ahilik geleneğinin devamı niteliğinde olan Lonca Teşkilatına bağlıydı. Bu teşkilat, bugünkü anlamda bir meslek odası, bir ahlak kurulu ve aynı zamanda bir halk mahkemesi gibi çalışıyordu. Esnaflık sadece para kazanma işi değil, aynı zamanda bir ahlaki sorumluluktu.

Bir dükkân açmak isteyen kişi, ustasının yanında yıllarca çırak ve kalfa olarak yetişir, sadece işin tekniğini değil, dürüstlük, helal kazanç, kul hakkı gibi değerleri de öğrenirdi. Ustası tarafından yeterli görüldüğünde, “icazetname” alarak dükkân açabilirdi. Bugün ise parayı bulan, isterse dün manav olsun, bugün müteahhitlik yapabiliyor!

Denetimler Nasıl Yapılırdı?

Osmanlı’da esnaf düzenli olarak denetlenirdi. Bu denetimler birkaç farklı yöntemle yapılırdı:

1. Yiğitbaşı ve Kethüda Denetimi: Her meslek grubunun başında bir “kethüda” ve “yiğitbaşı” bulunurdu. Bunlar, esnafın hem mesleki hem de ahlaki durumunu kontrol ederdi. Eğer bir esnaf müşterisini kazıklarsa, hileli mal satarsa, halkı zarara uğratırsa, önce uyarılır, sonra gerekirse ceza alırdı.

2. Narh Sistemi: Osmanlı’da fiyatların fahiş seviyeye çıkmasını önlemek için “narh sistemi” vardı. Devlet, esnafın sattığı malın fiyatını belirler ve belirlenen fiyatın üstüne çıkılması yasaktı. Eğer bir esnaf fahiş fiyatla mal satarsa, ya malına el konur ya da ağır para cezası verilirdi. Bugün marketlerde her gün değişen fiyatları gördüğümüzde, Osmanlı’nın bu adalet sistemine gıpta etmemek elde değil!

3. Şikâyet ve Cezalandırma: Halk, esnaftan memnun değilse, kadıya şikâyet edebilirdi. Eğer bir esnaf, hile yaparken yakalanırsa, dükkânının kapısına “hilekâr” yazan bir levha asılırdı. Bazen de esnaf, kısa süreliğine meslekten men edilirdi. Günümüzde ise hile yapan esnaf, sadece bir gün sosyal medyada eleştirilir, sonra kaldığı yerden devam eder.

4. Bolluk ve Kıtlık Denetimi: Osmanlı’da stokçuluk yasaktı. Bir malı sırf fiyatı artsın diye saklayan, haksız kazanç elde eden esnaf, ağır cezalarla karşılaşırdı. Bugün ise stokçular, fırsatçılar ceza bir yana, en çok kazananlar arasında!

Osmanlı’dan Bugüne Dersler

Osmanlı’nın esnaf düzeni bize şu mesajı veriyor: Denetim olmazsa düzen de olmaz. Bugün esnaflık artık sadece bir meslek değil, hızlı para kazanma yolu olarak görülüyor. Meslek ahlakı zayıfladığı için müşteri aldatılıyor, hileli ürünler satılıyor, fırsatçılık yaygınlaşıyor.

Eğer Osmanlı’daki gibi bir sistemimiz olsaydı;

Fiyatlar bu kadar dengesiz olur muydu?

Halkı aldatan esnaf bu kadar rahat eder miydi?

Helal kazanç, vicdan, ahlak bu kadar unutulur muydu?

Son söz olarak, Osmanlı’nın bu sistemine sadece nostaljiyle bakmak yetmez, bunu bugüne nasıl uyarlayabileceğimizi de düşünmeliyiz. Çünkü esnaflık sadece mal satmak değil, insanın kazancını helal ve adil yolla temin etme sanatıdır.

 

 




İSLAM DÜNYASINDA UYUTULAN, UYUSTURULAN VE ÖLDÜRÜLEN O RUH

İSLAM DÜNYASINDA UYUTULAN, UYUSTURULAN VE ÖLDÜRÜLEN O RUH

İslam Dünyasında Uyutulan, Uyuşturulan ve Öldürülen Ruh

İslam dünyası, tarih boyunca pek çok altın çağ yaşadı. Bilimde, sanatta, felsefede, yönetimde ve insan haklarında dünyaya öncülük etti. Ancak günümüzde, büyük bir kısmı cehaletin, ayrılıkların ve dış müdahalelerin kurbanı olmuş bir halde. Peki, bu noktaya nasıl gelindi? Neden İslam dünyası bugün güçsüz, parçalanmış ve kendi ruhundan koparılmış bir halde? Bu makalede, İslam dünyasının ruhunun nasıl uyutulduğunu, uyuşturulduğunu ve öldürüldüğünü ele alacağız.

1. Ruh Nasıl Uyutuldu?

Uyutulan bir ruh, şuurunu kaybeden bir toplum demektir. İslam dünyasında en büyük kayıp, şuurlu bir ümmet olma bilincinin yitirilmesidir.

Bilgi yerine hurafe: Bir zamanlar ilmin merkezi olan İslam dünyası, son yüzyıllarda akıl ve ilmi geri plana iterek doğmalara sığındı. Bilgiye ulaşmak yerine, geçmişin mirasıyla yetinmek tercih edildi.

Bölünme ve fitne: Müslüman toplumlar, tarih boyunca birlik olduğunda yükseldi; parçalandığında ise zayıfladı. Mezhepçilik, etnik ayrılıklar ve suni düşmanlıklarla uyutulduk.

Kimlik kaybı: Modern dünya karşısında, kendi değerlerini anlamayan ve koruyamayan bir nesil yetiştirildi. Batı hayranlığı veya radikalleşme arasında sıkışmış bir gençlik, kendi kimliğini unuttu.

2. Ruh Nasıl Uyuşturuldu?

Uyuşturulan bir ruh, acıyı hissetmeyen, tepki vermeyen, sürüklenen bir toplum demektir.

Tüketim ve eğlence bağımlılığı: İslam dünyası, modern dünyanın sunduğu haz ve tüketim kültürüne kapıldı. Gerçek sorunları görmezden gelen, bilinçli bir toplumu uyuşturan bu kültür, genç nesilleri de etkiledi.

Dış müdahaleler ve psikolojik savaş: Medya, eğitim sistemleri ve kültürel propaganda ile Müslüman toplumlar sürekli bir değersizlik psikolojisine sokuldu. Tarihleriyle, inançlarıyla, kültürleriyle barışık olmayan bir nesil oluşturuldu.

İslam’ı şekilciliğe indirgeme: Dinin özü olan adalet, merhamet ve ilim yerine; şekilci, doğmatik ve yüzeysel bir din anlayışı yayıldı. İnsanlar namaz kılıyor ama zulme sessiz kalıyor; oruç tutuyor ama adaletsizliğe göz yumuyor.

3. Ruh Nasıl Öldürüldü?

Öldürülen bir ruh, ümit etmeyen, mücadele etmeyen, kendi varlığına bile inanmayan bir toplum demektir.

Kendi değerlerine yabancılaşma: İslam dünyasının büyük bir kısmı artık kendi geçmişinden, kendi özünden kopmuş durumda. Genç nesiller, Batı kültürünü daha çekici buluyor ama İslam dünyasının zengin mirasını bilmiyor.

Korku ve sessizlik kültürü: Birçok İslam ülkesi, baskıcı rejimler, terör grupları ve savaşlarla yönetiliyor. Bu durum, halkları konuşamaz, sorgulayamaz ve düşünemez hale getirdi. Özgürlük ve adaletin olmadığı bir yerde ruh da ölür.

Ümmet bilincinin kaybı: Birbirine kardeş olarak bakması gereken Müslümanlar, bugün birbirine düşman olarak bakıyor. Aralarındaki sınırlar sadece fiziki değil; kalpler arasına da duvarlar örüldü.

Çözüm Var mı?

Evet, ruhu canlandırmak mümkün. Ancak bunun için uyanmak, bilinçlenmek ve harekete geçmek gerekiyor.

Eğitim ve bilinçlenme: İslam dünyası yeniden bilgi ve düşünce ile ayağa kalkmalı. Kur’an’ın ilk emri “Oku” olduğu halde, en az okuyan toplum olmamız büyük bir çelişkidir.

Birlik ve kardeşlik ruhunu canlandırma: Mezhep, ırk, coğrafya ayrımlarına rağmen, Müslümanların bir araya gelmesi gerekiyor. Bölünmüşlük, dış güçlerin işini kolaylaştırır.

Şekilcilikten uzaklaşma ve özüne dönme: İslam’ın sadece şekli kurallardan ibaret olmadığını, adalet, özgürlük ve ilim dini olduğunu anlamak gerekiyor. İslam, hayatın her alanında aktif bir mücadeleyi gerektirir.

Sonuç

İslam dünyasının ruhu, uyutuldu, uyuşturuldu ve öldürüldü. Ancak bu bir suskunluk ve ümitsizlik vermemeli. Gerçek İslam’ı anlayan, birlik olan, ilim ve ahlak ile hareket eden bir toplum, yeniden ayağa kalkabilir. Bunun için uyanmak, silkelenmek ve harekete geçmek gerekiyor. Aksi halde, bu ruhsuzluk hali devam edecek ve Müslüman dünyası tarih sahnesinde sadece bir seyirci olmaya mahkûm kalacaktır.

Şimdi sormak gerek: Uyanacak mıyız, yoksa bu uyku bize mezar mı olacak?