VEN NAŞİTATİ NEŞTEN AYETINDE BELİRTİLEN KİŞİNİN ÖLÜM HALİ

VEN NAŞİTATİ NEŞTEN AYETINDE BELİRTİLEN KİŞİNİN ÖLÜM HALİ

“Ve’n-Nâşitâti Neşten”: Ruhun Tatlılıkla Çekilip Alınışı

“وَالنَّاشِطَاتِ نَشْطًا” (Nâziât, 79/2) ayetinde Allah Teâlâ, ruhu nazikçe ve kolayca çekip alan meleklerden bahseder. Bu ayet, Allah’a iman eden ve hayatını O’nun rızasına uygun şekilde geçiren kimselerin ölüm anını tasvir etmektedir. İnanan bir kimsenin ruhu, sanki bir düğümden çözülüyormuş gibi yumuşaklıkla alınır ve bu durum, onun ebedî huzura kavuşmasının bir işareti olur.

Ölüm: Hayatın Bir Durağı

Dünya hayatı, insanın geçici bir imtihan yeridir. Ölüm ise bu yolculuğun kaçınılmaz bir durağıdır. Her can, Allah’ın takdir ettiği vakitte ölüm gerçeğiyle yüzleşir. Ancak ölüm, inananlar için bir son değil; rahmet ve ebedî kurtuluşun başlangıcıdır. “Ve’n-Nâşitâti Neşten” ayeti, inananların ruhlarının kolaylıkla alındığını, bir huzur ve sükûnet hali içinde olduklarını haber vermektedir.

Ruhun Tatlılıkla Alınışı

Ayette geçen “Nâşitât”, insanın ruhunu incitmeden çeken, onu yumuşaklıkla kabzeden melekler anlamına gelir. Bu ifade, Allah’a teslim olmuş bir ruhun ölümü korku ve endişe içinde değil, aksine bir huzur içinde karşılayacağını anlatır. İman eden bir kişinin ruhu, dünya hayatında Rabbinin emirlerine uyduğu ve yasaklarından sakındığı için bir ödül olarak tatlılıkla alınır. Bu durum, dünya hayatında yapılan iyiliklerin bir mükâfatıdır.

Peygamber Efendimiz (sav), inanan bir kişinin ölüm halini şöyle tasvir etmiştir:
“Müminin ruhu, derin bir uykudan uyanan bir kimse gibi kolayca çıkar ve ölüm melekleri ona, ‘Hoş geldin ey güzel ruh!’ der.”

İnananlar İçin Ölüm Bir Rahmettir

Ölüm, iman edenler için bir kavuşma ânıdır. Allah’ın rızasını kazanmış bir kul, ölüm meleğinin tatlı tebessümüyle ruhunu teslim eder. O kişi, dünya hayatında Rabbinin emirlerine riayet ettiği için ahirette kendisini bekleyen müjdeye nail olur. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur:
“Rabbimiz Allah’tır deyip sonra dosdoğru olanlara melekler iner ve der ki: ‘Korkmayın, üzülmeyin, size vaat edilen cennetle sevinin!'” (Fussilet, 41/30).

İbretler ve Dersler

“Ve’n-Nâşitâti Neşten” ayeti, insanın ölüm gerçeğini ve bu gerçeğe nasıl hazırlanması gerektiğini hatırlatır. Bu ayetten çıkarılacak ibretler şunlardır:

1. Ölümden Korkmak Yerine Hazırlanmak: Ölümden kaçış yoktur. Ancak ölüm, Allah’a inanmış bir kişi için bir kavuşma ve müjde ânıdır.

2. Dünya Hayatının Önemi: İman eden bir kimse, dünya hayatını ahiret için bir hazırlık yeri olarak görür. Her anını salih amellerle doldurarak ölüm anında huzur bulmayı hedefler.

3. Allah’ın Rahmeti: Allah’ın rahmeti, iman edenleri ölüm ânında da kuşatır. Bu, Allah’ın kullarına olan merhametinin ve adaletinin bir göstergesidir.

4. Ruhun Teslimiyeti: İman etmiş bir ruh, ölüm ânında bile Allah’a teslimiyet içindedir. Bu teslimiyet, ona ebedî saadeti kazandırır.

Sonuç

“Ve’n-Nâşitâti Neşten” ayeti, ölüm gerçeğini bir müminin gözünden ele alır ve bize ebedî hayatın kapısını aralar. Ölüm, inananlar için korkutucu bir son değil; Allah’a kavuşmanın ve huzura ermenin başlangıcıdır. Ruhun kolaylıkla alınışı, dünya hayatında iman ve güzel ahlak üzere yaşayanlar için Allah’ın bir lütfudur. Bu sebeple, her insan, ölümle yüzleşmeden önce kendisini hesaba çekmeli, hayatını Allah’ın rızasına uygun şekilde düzenlemelidir. Çünkü ölüm, ancak bu bilinçle anlamlı ve huzurlu bir geçiş hâline gelir.

 

 




UTİYE KİTABEHU Bİ YEMİNİHİ AYETİNCE AMEL DEFTERİ SAĞINDAN VERİLEN KİŞİNİN SEVİNCİ

UTİYE KİTABEHU Bİ YEMİNİHİ AYETİNCE AMEL DEFTERİ SAĞINDAN VERİLEN KİŞİNİN SEVİNCİ


Sağdan Verilen Amel Defteri: Ebedî Sevincin Vesikası

“فَأَمَّا مَنْ أُوتِيَ كِتَابَهُ بِيَمِينِهِ” (Hâkka, 69/19) ayetinde Allah Teâlâ, kıyamet günü amel defteri sağ eline verilen kişilerin durumunu haber vermektedir. Bu, insanın dünya hayatında sergilediği tutum ve davranışların sonucunda erişeceği büyük bir müjdeyi temsil eder. Sağ eline amel defteri verilen kişi, Rabbi tarafından affedilmiş ve cennete girmeye hak kazanmıştır. Bu durum, ebedî saadetin ve huzurun müjdecisidir.

Amel Defteri ve İnsan Hayatı

Dünya hayatı, insanın amel defterine yazılacak davranışlarla şekillenir. İyilikler, ibadetler, güzel ahlak ve Allah’a teslimiyet bu defteri süsleyen en değerli hazinelerdir. İnsan, her anını bir imtihan bilinciyle yaşamalıdır. Zira yaptığımız her iş, söylediğimiz her söz bu deftere kaydedilmektedir. Yüce Allah, “Ne yaparsanız, onu karşınızda bulursunuz” (Bakara, 2/110) buyurarak insanı sorumluluğunun bilincine davet eder.

Sağ eline defteri verilen kimse, dünya hayatını bu bilinçle yaşamış ve kulluğunu hakkıyla yerine getirmiş kişidir. Bu kişi, amel defterini aldığında duyduğu sevinçle, “Alın! Kitabımı okuyun! Çünkü ben hesabıma kavuşacağımı zaten biliyordum” (Hâkka, 69/19-20) diye haykıracaktır.

Sevincin Kaynağı: İmtihanı Başarıyla Geçmek

Amel defterinin sağdan verilmesi, Allah’ın bir lütfu ve kulun dünya hayatındaki güzel amellerinin neticesidir. Bu sevinç, sadece bir kurtuluşun değil, aynı zamanda Rabbine kavuşmanın, O’nun rızasını kazanmanın sevincidir. Böyle bir müjdeyi hak edebilmek için insan, dünyada ahlak, ibadet ve sosyal ilişkilerinde adaletli, dürüst ve ihlaslı olmalıdır.

Bu kişiler, dünyada Rablerine karşı olan sorumluluklarını unutmamış, sadece kendi iyilikleriyle yetinmeyip başkalarına da iyilik eden, hayırda yarışan kimselerdir. Onların sevinci, aslında dünya hayatında gösterdikleri gayretin, çabanın ve fedakarlığın bir sonucudur.

İbretler ve Mesajlar

Amel defterinin sağdan verilmesi, insanı dünya hayatında sorumluluk bilinciyle yaşamaya teşvik eder. Hayat, sadece maddi başarıların peşinde koşulacak bir yarış değildir. Asıl başarı, Rabbinin huzurunda yüz akıyla durabilmek ve ebedî kurtuluşa erebilmektir.

Bu ayet bize şu ibretleri sunar:

1. Dünya Hayatının Geçiciliği: İnsan, dünyada ne kadar uzun yaşarsa yaşasın, bu hayat bir gün sona erecektir. Önemli olan, sonsuz hayat için ne kadar hazırlandığımızdır.

2. Amellerin Kıymeti: Her bir davranışımız, amel defterimizde yer alacaktır. Bu bilinçle, iyiliklere yönelmeli ve kötülüklerden sakınmalıyız.

3. Allah’ın Adaleti: Allah, kullarının hiçbir emeğini zayi etmez. Küçük bir iyiliği bile kat kat mükafatlandırır.

4. Ebedî Huzurun Değeri: Amel defteri sağdan verilen kişi, ebedî huzurun müjdesine kavuşur. Bu sevinç, dünyadaki hiçbir mutlulukla kıyaslanamaz.

Sonuç

“فَأَمَّا مَنْ أُوتِيَ كِتَابَهُ بِيَمِينِهِ” ayeti, insana sorumluluklarını ve ebedî hayatın ciddiyetini hatırlatır. İnsan, bu dünyada kendisine verilen fırsatları değerlendirmeli ve amel defterini güzelliklerle doldurmalıdır. Zira sağdan verilen bir defter, kişinin sonsuz saadetinin anahtarıdır. Bu kutlu sevince nail olabilmek için her günümüzü Allah’a yaklaşma gayesiyle yaşamalı ve O’nun rızasını kazanacak amellerle süslemeliyiz.

 

 




İNSAN BİR YOLCUDUR

İNSAN BİR YOLCUDUR

İnsan bir yolcudur. Sabâvetten gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolculuğu devam eder. Her iki hayatın levazımatı, Mâlikü’l-Mülk tarafından verilmiştir.


İnsanın Sonsuz Yolculuğu: Sabâvetten Ebede

Hayat, insana verilen en büyük nimetlerden biridir. Bu nimetin özünde ise insanın bir yolcu olduğu hakikati yatar. İnsan, sabâvet (çocukluk) döneminden başlayarak gençlik, ihtiyarlık, kabir ve nihayet ahiret yolculuğuna doğru sürekli bir hareket halindedir. Bu yolculuk, yalnızca dünya ile sınırlı kalmaz; ebedî bir âlemi kapsar. Bu, insanın anlam arayışı içinde kendini sürekli olarak yenilemesini ve her dönemde yeni sorumluluklar üstlenmesini gerekli kılar.

Hayatın Merhaleleri ve Anlamı

Çocukluk dönemi, insanın öğrenme, keşfetme ve safiyane duygularla donandığı bir devredir. Ancak bu safiyet, bir hazırlık sürecidir. Gençlik dönemi ise enerjinin, idealizmin ve tutkuların zirve yaptığı bir zaman dilimidir. Bu dönemde insan, nefsine aldanabilir; heveslerin ve dünyalık arzuların peşinden koşabilir. Ancak ihtiyarlık, insana gençlikteki ihtirasların ne denli geçici olduğunu hatırlatan bir aynadır.

Bu üç dönem, insana dünyanın fâniliğini ve asıl yolculuğun ahiret âlemine olduğunu gösterir. Zira insan, dünya yolculuğunun sonunda kabre uğrar. Kabir, insana bir son gibi görünse de aslında ebedî hayatın başlangıcıdır. Haşir meydanında yeniden diriltilmek ve hesap vermek, bu yolculuğun kaçınılmaz duraklarıdır.

Levazımatı Veren: Mâlikü’l-Mülk

İnsan, dünya yolculuğunda yalnız değildir. Her iki hayatın ihtiyaç duyduğu levazımat, yani azık, Mâlikü’l-Mülk olan Allah tarafından verilmiştir. O, insanı var ederken sadece bedensel ihtiyaçlarını değil, ruhsal ve ahlaki yönlerini de gözetmiştir. Akıl, kalp, vicdan gibi araçlarla donatılan insan, bu dünyada hem kendini hem de Yaradan’ını tanıma fırsatı bulur.

Bu levazımatı doğru kullanmak, insanın en büyük sorumluluğudur. Zira bu donanımlar, insana bir emanet olarak verilmiştir. Emaneti yerli yerinde kullanmayan insan, yolculuğunun sonunda pişmanlıkla karşılaşabilir. Ancak verilen nimetleri şükür ve bilinçle değerlendirenler, ebedî saadete ulaşır.

İbretli Dersler

Hayat yolculuğu, insana pek çok ders verir. Her bir durak, dünya hayatının geçici olduğunu ve asıl gayenin ahirete hazırlanmak olduğunu hatırlatır. İnsan, bu dünyadaki her anını ebedî hayat için bir yatırım olarak görmelidir. Zira dünya bir tarladır; ahiret ise bu tarlanın ürünlerini toplayacağımız yerdir.

Sonuç olarak, insanın yolculuğu yalnızca bir zaman dilimi ile sınırlı değildir; sabâvetten başlayıp ebediyete uzanan sonsuz bir serüvendir. Bu yolculuğu anlamlı kılmak, insanın Yaradan’ını tanıyıp O’na kul olma bilinciyle mümkündür. Her durakta aldığı dersleri bir hazine gibi biriktiren insan, bu uzun yolculuğun sonunda gerçek huzura kavuşacaktır.




MAKALE VE VİDEOLARIM

MAKALE VE VİDEOLARIM

KURAN DENİZİNDEN DAMLALAR: https://www.youtube.com/playlist?list=PLC4WlB02NHVWxzl9g1JrFTZbeoYJe_GVr

ARAPÇA CELALEYN TEFSİRİ: https://www.youtube.com/playlist?list=PLC4WlB02NHVWSE4Wv7SC36FbTsfeJYQLL

TEFEKKÜR DÜNYASI: https://www.youtube.com/playlist?list=PLC4WlB02NHVXVX9aw4IdwiusGEaSynljy

TEFSİR-HADİS-FIKIH-KELAM: https://www.youtube.com/playlist?list=PLC4WlB02NHVXKQBp39t9ACJR7-_UWrjsB

İSTİDAT VE KABİLİYETLER: https://www.youtube.com/playlist?list=PLC4WlB02NHVVjWqvAOLI1Tflw8ODi1gxS

RİSALE-İ NURLAR VE BEDİÜZZAMAN: https://www.youtube.com/playlist?list=PLC4WlB02NHVWnjRaa3a76Fi2kunP8aG8U

RİYAZUS SALİHİN: https://www.youtube.com/playlist?list=PLC4WlB02NHVVgZtW3BTnCfnW5ldqbqTt-

SALAT-I TEFRİCİYE-4444: https://www.youtube.com/playlist?list=PLC4WlB02NHVWNllvbq7w_UO0fP69lxXkz

SESLİ VE GÖRÜNTÜLÜ RİSALE-İ NURLAR VE BEDİÜZZAMAN: https://www.youtube.com/playlist?list=PLC4WlB02NHVWB-FqG4gSr3Awr2JOlun_C

HİKAYELERLE 40 HADİS: https://www.youtube.com/playlist?list=PLC4WlB02NHVXqbhfmOBQa_hVYFkokoijT

VECİZ SÖZLER: https://www.youtube.com/playlist?list=PLC4WlB02NHVX7YiHefQhkh2oF6gWTF7To

SESLİ DEYİMLER VE ANLAMLARI: https://www.youtube.com/playlist?list=PLC4WlB02NHVWyp7HngEuXbJEDUf3S2wrD

MEHMET ÖZÇELİK-Tüm Eserleri: https://www.youtube.com/playlist?list=PLC4WlB02NHVUaKOcG2_ckoYyETBkd6M_P

DERSLER: https://www.youtube.com/playlist?list=PLC4WlB02NHVXNtK0q0G5Kzm6Sn6tY9fpE

Osmanlıca Mesnevi-i Nuriye: https://www.youtube.com/playlist?list=PLC4WlB02NHVVDlxhSQfc0-H1tS4CUyMQ2

RİSALE-İ NUR DERSLERİ: https://www.youtube.com/playlist?list=PLC4WlB02NHVWSSHz6-PZJqMcLK6UsSaOF

RİSALE-İ NURLARDA – T -LER: https://www.youtube.com/playlist?list=PLC4WlB02NHVXApwbYXvhRMHeztV_hIhhs

CHATGPT SOHBETLERİ: https://www.youtube.com/playlist?list=PLC4WlB02NHVVAR4i_Bgqh6NjZL3EKdw4L

RİSALE-İ NURLARDA – İ -LER: https://www.youtube.com/playlist?list=PLC4WlB02NHVVFGIk4RODyEAKbQ-wXaHXx

Tesbitler: https://www.youtube.com/playlist?list=PLC4WlB02NHVWog75qV11a9yEFQDLSGHzE

KURANI BİR BÜTÜN OLARAK DEĞERLENDİRME: https://www.youtube.com/playlist?list=PLC4WlB02NHVUc9Uzac0y9APoqymDrByyC

İSLAM BİLGİ ARŞİVİ: https://www.youtube.com/playlist?list=PLC4WlB02NHVVa6uDlN6gQV11H6JPFWrsx

SESLİ İBRETLİ- DÜŞÜNDÜREN ESERLER: https://www.youtube.com/playlist?list=PLC4WlB02NHVX1WF4TPZhoDEhXYnYJgwiU

RİSALE-İ NURDAN VECİZELER: https://www.youtube.com/playlist?list=PLC4WlB02NHVXJfrNBY2pC6uDroqgO3cew

ŞEMÂİL-İ ŞERİF: https://www.youtube.com/playlist?list=PLC4WlB02NHVUw-Y3bxE4sarm37ZuFkKHR

FIKIH KÖŞESİ: https://www.youtube.com/playlist?list=PLC4WlB02NHVWwFOzv9Nz-QqWoPjeutnlP

SESLİ ÇANTAY MEALİ: https://www.youtube.com/playlist?list=PLC4WlB02NHVU1guCMJYzeMrZKc2fxpcjj

 

************    

SULTAN ABDÜLHAMİD HAN HAZRETLERİ


https://www.instagram.com/reel/DFITJofsps9/?igsh=cjEyb3k4dGZyc25r
https://www.instagram.com/reel/DFIThtQM12X/?igsh=MWZtd21wNHB6dXp5YQ==
https://www.instagram.com/reel/DFIUdbcspXu/?igsh=djhqdGJ1NjBzcm5t
https://www.instagram.com/reel/DFIU1FPMg7n/?igsh=MTl1b2FzZGwwZ28yeg==
https://www.instagram.com/reel/DFIVJhasbEY/?igsh=MTlwZTEwdGtyZWZ0bA==
https://www.instagram.com/reel/DFIXaCgM8id/?igsh=NGdnYzg3ZDFtNG1p
https://youtu.be/888ImRLkffo
https://tesbitler.com/index.php?s=Abd%C3%BClhamid+
https://youtu.be/f9Pl0cdG_uI  

***************    

YAYINLANAN MAKALELERİM


  1. ADIYAMAN GÜNDEM
    https://adiyamangundem.com/yazar/mozcelik/kose/sinsi-oyun/

    2. GAP OLAY GAZETESİ
    https://adiyamangundem.com/yazar/mozcelik/kose/sinsi-oyun/

    3. RİSALE HABER
    https://www.risalehaber.com/mehmet-ozcelik-704y.htm




PARA VEREREK TOPRAKLARI SATIN ALIP ABD DEVLETİNİ KURAN BAŞKANLAR NEREYİ NE KADAR PARAYLA SATIN ALIP ABD DEVLETİNİ KURMUŞTUR?

PARA VEREREK TOPRAKLARI SATIN ALIP ABD DEVLETİNİ KURAN BAŞKANLAR NEREYİ NE KADAR PARAYLA SATIN ALIP ABD DEVLETİNİ KURMUŞTUR?


ABD’nin topraklarını genişletmek için para ödeyerek yaptığı büyük satın almalar, ülkenin kuruluş ve genişleme sürecinde önemli bir rol oynamıştır. Ancak ABD başkanları doğrudan devleti kurmak için değil, mevcut ülkeyi genişletmek için toprak satın almıştır. İşte en büyük toprak alımları:

1. Louisiana Satın Alımı (1803)

Kimden: Fransa (Napolyon Bonapart)

ABD Başkanı: Thomas Jefferson

Miktar: 828.000 mil kare (~2.1 milyon km²)

Fiyat: 15 milyon dolar (~günümüz değeriyle 300-350 milyar dolar)

Bölge: Günümüz Louisiana, Arkansas, Missouri, Iowa, Minnesota, Kuzey Dakota, Güney Dakota, Nebraska, Kansas, Oklahoma, Montana, Wyoming ve Colorado’nun bir kısmı

2. Florida Satın Alımı (1819 – Adams-Onís Antlaşması)

Kimden: İspanya

ABD Başkanı: James Monroe

Miktar: ~170.000 mil kare (~440.000 km²)

Fiyat: 5 milyon dolar (ancak ödeme doğrudan İspanya’ya değil, ABD’nin İspanya’ya borçlu olduğu Amerikalı alacaklılara yapıldı)

Bölge: Florida ve çevresindeki topraklar

3. Oregon Anlaşması (1846)

Kimden: İngiltere

ABD Başkanı: James K. Polk

Miktar: 286.000 mil kare (~741.000 km²)

Fiyat: Kanadalı İngilizlerle yapılan sınır anlaşması çerçevesinde doğrudan ödeme yapılmadı, toprak paylaşımı yapıldı.

Bölge: Oregon, Washington, Idaho, Wyoming ve Montana’nın bir kısmı

4. Meksika’dan Alınan Topraklar (1848 – Guadalupe Hidalgo Antlaşması)

Kimden: Meksika

ABD Başkanı: James K. Polk

Miktar: 529.000 mil kare (~1.37 milyon km²)

Fiyat: 15 milyon dolar

Bölge: Kaliforniya, Nevada, Utah, Arizona, New Mexico, Colorado ve Wyoming’in bir kısmı

5. Gadsden Satın Alımı (1854)

Kimden: Meksika

ABD Başkanı: Franklin Pierce

Miktar: 29.670 mil kare (~77.000 km²)

Fiyat: 10 milyon dolar

Bölge: Arizona ve New Mexico’nun güney kısmı

6. Alaska Satın Alımı (1867 – “Seward’s Folly”)

Kimden: Rusya

ABD Başkanı: Andrew Johnson (Dışişleri Bakanı William Seward öncülüğünde)

Miktar: 586.000 mil kare (~1.52 milyon km²)

Fiyat: 7.2 milyon dolar (~günümüz değeriyle 150-200 milyon dolar)

Bölge: Alaska

Bu satın almalar, ABD’nin kıta genelinde genişleyerek bugünkü sınırlarına ulaşmasını sağladı.

Bugün Gazze’yi de satın almaya çalışmaları satlık olanlarla karıştırmış kabaligindan ileri gelmektedir.

Kolay satılanlarla, kolay satılmayanlar arasında halt işlenmektedir.

Sultan Abdülhamid’in ‘Bu topraklar kanla alınmıştır, kanla verilir’




TÜRKİYE’DE ISRARLA SÜRDÜRÜLMEYE ÇALIŞILAN FAKİRLİK VE YOKSULLUK EDEBİYATI.

TÜRKİYE’DE ISRARLA SÜRDÜRÜLMEYE ÇALIŞILAN FAKİRLİK VE YOKSULLUK EDEBİYATI.

NEDEN VE NİÇİN? NEMALANMAK İÇİN Mİ? KENDİLERİ ZENGİN OLAN SOLUN YALAMA OLMUŞ SİLAHI MI?

Türkiye’de Israrla Sürdürülen Fakirlik ve Yoksulluk Edebiyatı: Gerçek Mi, Sömürü Mü?

Türkiye’de uzun yıllardır, siyaset ve medya sahnesinde sıkça karşılaşılan bir sebep var: fakirlik ve yoksulluk edebiyatı. Bu, bazen gerçekten ekonomik zorluk çeken insanları gündeme taşıyan bir duyarlılık gibi görünse de çoğu zaman belirli çevreler tarafından istismar edilen bir söyleme dönüşmüş durumda. Peki, bu yoksulluk edebiyatı neden ve nasıl sürekli gündemde tutuluyor? Bunu sürdürenler kimler ve asıl amaçları ne?

1. Fakirlik Edebiyatının Perde Arkasında Ne Var?

Fakirlik, her toplumda olduğu gibi Türkiye’de de gerçek bir problem. Ancak yoksulluğu bir çözüm üretmek için değil de bir propaganda aracı olarak kullanmak, işin rengini değiştiriyor. Özellikle belirli ideolojik çevreler, yoksulluğu ve gelir adaletsizliğini sürekli vurgulayarak toplumu kutuplaştırmaya ve kendi siyasi iddialarını güçlendirmeye çalışıyor.

Sol siyasetin bir kısmı, uzun yıllar boyunca “ezilen halk”, “fakir işçi”, “yoksul köylü” gibi kavramlar etrafında bir iddia inşa etti. Ancak burada ironik bir durum var: Bu söylemi sürdüren birçok kişi ve grup, aslında kendileri lüks içinde yaşıyor. Fakirlik üzerinden nemalanan bu kesimler, halkın ekonomik problemlerini çözmek yerine, onları birer siyasi koz olarak kullanıyor.

2. Yoksulluk istismarı ile Kimler Kazanıyor?

Peki, fakirlik edebiyatı kimlere yarıyor? İşte bazı kesimler:

Siyasetçiler: Yoksulluğu kullanarak kendi politikalarını meşrulaştıran ve halkı mevcut sistemden soğutarak oy devşirmeye çalışanlar.

Medya: Kriz haberleri, dramatik fakirlik hikâyeleri reyting getirir. Gerçek tabloyu değil, sansasyonel olayları göstererek toplumu umutsuzluğa sürüklerler.

STK’lar ve Yardım Kuruluşları: Gerçekten yardım edenler elbette var, ancak bazıları da yoksulluk üzerinden fon ve bağış toplayarak “yardım sektörü” oluşturmuş durumda.

Zengin “sosyalist” elitler: Kendi lüks hayatlarını sürdürürken, halkın yoksulluğunu dillerine dolayarak ahlaki üstünlük kurmaya çalışırlar.

Burada asıl dikkat çekici nokta şu: Bu iddiayı sürdürenlerin önemli bir kısmı, fakirliği gerçekten bitirmek istemiyor. Çünkü eğer yoksulluk sona ererse, onlar da gündemde kalamazlar.

3. Gerçek Çözüm Nedir?

Türkiye’de fakirlik ve yoksulluk, sadece sloganlarla veya edebiyatla değil, somut ekonomik politikalarla çözülebilir. Bunun için gerekenler:

Üretim Ekonomisine Geçiş: Sürekli tüketmeye değil, üretmeye yönelik politikalar geliştirmek.

Eğitim Reformu: İnsanları yoksulluktan kurtaracak en büyük güç eğitimdir. Eleştirmek yerine, eğitimi geliştirmek gerekiyor.
Mesele proje ve alternatifler üretmek.

Gerçek Sosyal Devlet Anlayışı: Devlet yardımları sürdürülebilir olmalı ve insanları sürekli bağımlı hale getirmemeli.

Medyada Pozitif Algı: Sürekli fakirlik propagandası yapmak yerine, başarı hikâyelerini öne çıkarmak toplum psikolojisini iyileştirebilir.

Sonuç: Yoksulluk Çözülmesi Gereken Bir Problem mi, Sömürülecek Bir Araç mı?

Fakirlik ve yoksulluk edebiyatı, Türkiye’de uzun yıllardır sürdürülen bir propaganda mekanizması hâline geldi. Gerçek yoksulluğun giderilmesi için çözüm üretmeyen, ancak onu sürekli gündemde tutarak çıkar sağlayan kesimlerin niyeti sorgulanmalıdır. Yoksulluk üzerinden siyaset yapmanın, insanları sürekli mağdur psikolojisine hapsetmenin, hiçbir topluma faydası olmaz.

Türkiye’nin ihtiyacı olan şey, sürekli “fakirlik var” demek değil, “fakirliği nasıl bitiririz?” sorusuna odaklanmak.

 

 




TÜRKİYE’Yİ BİR ASIRDIR AZINLIKLAR YÖNETİYOR. TIPKI BİR YÖNÜYLE SURİYE BENZERİ GİBİ.

ÜRKİYE’Yİ BİR ASIRDIR AZINLIKLAR YÖNETİYOR. TIPKI BİR YÖNÜYLE SURİYE BENZERİ GİBİ.

Türkiye’yi Bir Asırdır Azınlıklar mı Yönetiyor? Tarihî ve Sosyolojik Bir Bakış

Türkiye, tarihi boyunca farklı etnik, dini ve ideolojik grupların bir arada yaşadığı, çok katmanlı bir toplum olmuştur. Ancak çoğu zaman ülkeyi yöneten kadroların halkın genel iradesinden kopuk olduğu ya da belli bir azınlık grubunun çıkarlarına hizmet ettiği görülmüştür.

Bu tartışmalar, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş sürecinde yaşanan dönüşümlerle başlamış, çok partili hayata geçiş, darbeler ve siyasi çalkantılarla daha da derinleşmiştir. Peki, gerçekten Türkiye’yi bir asırdır azınlıklar mı yönetiyor?

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e: Kimler Güç Sahibiydi?

Osmanlı İmparatorluğu’nda yönetim, çoğunlukla saray bürokrasisi, askerî elitler (Yeniçeriler, Enderun eğitimi almış paşalar) ve ulema sınıfı tarafından yürütülüyordu. Osmanlı, çok milletli ve çok dinli bir yapıya sahipti ancak yönetim genellikle Türk-Müslüman seçkinlerin elindeydi.

Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte yeni bir yönetici elit ortaya çıktı. Bu elit, Batılı değerleri benimseyen, görünürde modernleşmeyi hedefleyen ancak halkın geleneksel değerlerinden büyük çapta kopuk bir kadrodan oluşuyordu.

Halifeliğin kaldırılması, tekke ve zaviyelerin kapatılması, Osmanlı mirasının büyük ölçüde reddedilmesi gibi radikal değişiklikler, halk ile yönetici sınıf arasında büyük bir uçuruma ve kopuşa yol açtı.

Çok Partili Hayata Geçiş ve Askerî Müdahaleler

Türkiye, 1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle halkın taleplerini daha doğrudan yansıtan bir yönetime kavuştu. Ancak bu süreç uzun sürmedi ve 1960 darbesiyle demokrasi kesintiye uğradı. Bu dönemde askerî ve bürokratik elitler tekrar güç kazandı ve siyaseti belirleyen ana aktörler haline geldi.

Sonraki süreçte 1971 Muhtırası, 1980 Darbesi, 28 Şubat post-modern darbesi gibi müdahalelerle Türkiye’deki yönetim, halkın iradesinden kopuk şekilde belirlenmeye devam etti. Özellikle 28 Şubat sürecinde, dindar ve muhafazakâr kesimlere yönelik baskılar, halkın büyük bir kısmının sistemden dışlandığını hissetmesine neden oldu.

Suriye ile Benzerlik Var mı?

Suriye, uzun yıllar Nusayri azınlığın yönetimde olduğu bir ülke oldu. Nüfusun büyük çoğunluğu Sünni Araplardan oluşmasına rağmen, ülkenin yönetici sınıfı büyük oranda azınlıktan geliyordu.

Türkiye’de ise durum biraz farklı. Türkiye’yi yönetenler etnik veya mezhepsel anlamda mutlak bir azınlık olmaktan ziyade, ideolojik olarak halkın çoğunluğundan kopuk kesimler olmuştur.

Ancak şu benzerlik kurulabilir: Türkiye’de uzun yıllar yönetici elitler, halkın büyük bir kısmının değerleriyle çelişen politikalar izlemiş, halka rağmen yönetme anlayışını benimsemiştir. Bu durum, Suriye’de olduğu gibi, toplumsal kutuplaşmalara neden olmuştur.

Sonuç: Türkiye Kendi Çoğunluğuna Yabancı mı?

Bugün Türkiye, halkın iradesini doğrudan yansıtan bir yönetim modeline doğru evrilmiş gibi görünse de, hâlâ bürokratik, akademik ve medya elitleri içinde halkın değerlerinden kopuk kesimlerin etkili olduğu iddiaları devam etmektedir.

Türkiye’nin geleceği, ancak halkın iradesinin tam anlamıyla yönetime yansımasıyla şekillenecektir. Gerçek yönetim, sadece sandıkla değil, halkın değerlerinin yönetimde karşılık bulmasıyla mümkündür. Aksi takdirde, Türkiye kendi çoğunluğuna yabancı bir ülke olarak kalmaya devam eder.

 

 




FIRTINA SESSİZLİĞİ

FIRTINA SESSİZLİĞİ


FIRTINA SESSİZLİĞİ: BÜYÜK OLAYLAR ÖNCESİNDEKİ TEHLİKELİ DURGUNLUK

Bazı anlar vardır ki her şey fazlasıyla sakin görünür. Hava durgun, rüzgâr hafif eser, deniz çarşaf gibidir. Ama bu sessizlik, yaklaşan fırtınanın habercisidir. Tabiatta meydana gelen olaylarda olduğu gibi, tarihte ve günümüzde de büyük değişimler genellikle bir “fırtına sessizliği” ile başlar.

Bugün dünyaya bakınca da benzer bir sessizlik hâkim. Ekonomik belirsizlikler, jeopolitik gerilimler, sosyal huzursuzluklar derinlerde kaynıyor ama henüz büyük bir patlama yaşanmadı. Peki, bu sessizlik gerçekten huzurun işareti mi, yoksa yaklaşan bir kasırganın habercisi mi?

Tarih Boyunca Fırtına Sessizliği Örnekleri

Tarih, büyük olaylardan önceki sessizliklerle doludur. Görünüşte sakin dönemlerin aslında büyük çalkantıların habercisi olduğunu birçok kez gördük.

Fransız Devrimi Öncesi (1789): Paris sokakları devrimden hemen önce zahiren sakindi. Ancak yoksulluk, adaletsizlik ve hoşnutsuzluk derinden büyüyordu. Bir gün Bastille hapishanesine yapılan baskın, tüm ülkeyi ateşe verdi.

I. Dünya Savaşı Öncesi (1914): Avrupa, savaş başlamadan önce ekonomik olarak büyüyordu ve büyük güçler arasında barış hâkimdi. Ama milliyetçilik, silahlanma yarışı ve diplomatik oyunlar, sessizliğin ardında kaynıyordu. Bir suikast tüm dünyayı savaşa sürükledi.

1929 Büyük Buhranı Öncesi: ABD ekonomisi hızla büyüyor, borsalar rekor seviyelere çıkıyordu. Ancak bu aşırı iyimserlik büyük bir çöküşü getirdi. Wall Street’teki sessiz refah, tarih boyunca görülen en büyük ekonomik krizlerden birinin habercisiydi.

II. Dünya Savaşı Öncesi (1939): Hitler’in Almanya’sı giderek güçlenirken Avrupa liderleri “yatıştırma politikası” ile durumu kontrol altında sandı. Ancak bu sakinlik, tarihin en büyük savaşlarından birine zemin hazırladı.

Günümüzde Fırtına Sessizliği Var mı?

Bugün de dünyada benzer bir sessizlik hissediliyor. Ancak bu sessizlik, gerçekten barış ve huzurun işareti mi, yoksa büyük bir çalkantının habercisi mi?

Küresel Ekonomi: Enflasyon dalgalı, piyasalar istikrarsız, ancak henüz büyük bir çöküş yaşanmadı. 2008 krizinden önce de benzer bir durgunluk vardı.

Jeopolitik Gerilimler: Orta Doğu, Asya ve Avrupa’da büyük güç mücadeleleri devam ediyor. Şu an büyük savaşlar olmasa da, bu sessizliğin sürdürülebilir olup olmadığı belirsiz.

Teknolojik ve Sosyal Değişimler: Yapay zekâ, otomasyon ve dijitalleşme hızla ilerliyor. Şimdilik her şey yolunda gibi görünüyor ama işsizlik, ahlaki problemler ve kontrolsüz gelişim ileride büyük toplumsal değişimler oluşturabilir mi?

Bireysel Hayatımızda Fırtına Sessizliği

Sadece dünya çapında değil, bireysel hayatlarımızda da “fırtına sessizliği” anları yaşarız. Bazen bir ilişkide her şey yolunda gibi görünür ama altı boşalmıştır. Bazen iş yerinde problemler görünmez, ama bir gün aniden patlak verir. Sağlığımızda, finansal durumumuzda veya psikolojimizde de benzer şekilde fırtına öncesi sessizlikler olabilir.

Sonuç: Sessizliği Doğru Okumak

Fırtına öncesi sessizlik her zaman huzurun göstergesi değildir. Bazen bu, yaklaşan büyük değişimlerin ve krizlerin habercisidir. Önemli olan, bu durgunluğun ardında neyin saklı olduğunu görebilmek ve hazırlıklı olmaktır.

Bugün dünya sahnesinde ve hayatımızda bir fırtına sessizliği mi yaşanıyor? Eğer öyleyse, fırtına kopmadan önce ne yapmalıyız?

-“Eskiden tehlikeler hariçten gelirdi; onun için mukavemet kolaydı. Şimdi tehlike içeriden geliyor. Kurt, gövdenin içine girdi. Şimdi, mukavemet güçleşti. Korkarım ki, cemiyetin bünyesi buna dayanamaz. Çünkü düşmanı sezmez. Can damarını koparan, kanını içen en büyük hasmını dost zanneder. Cemiyetin basiret gözü böyle körleşirse, iman kalesi tehlikededir.”

-“Dünya, büyük bir mânevî buhran geçiriyor. Mânevî temelleri sarsılan garp cemiyeti içinde doğan bir hastalık, bir veba, bir tâun felâketi, gittikçe yeryüzüne dağılıyor. Bu müthiş sârî illete karşı İslâm cemiyeti ne gibi çarelerle karşı koyacak? Garbın çürümüş, kokmuş, tefessüh etmiş, bâtıl formülleriyle mi? Yoksa İslâm cemiyetinin ter ü taze iman esaslarıyla mı? Büyük kafaları gaflet içinde görüyorum. İman kalesini, küfrün çürük direkleri tutamaz. Onun için, ben yalnız iman üzerine mesaimi teksif etmiş bulunuyorum.” Bediüzzaman.

 

 




TURPUN BÜYÜĞÜ HEYBEDE: GÜNDEMLE ALAKALI TARİHİ VE İBRETLİ BİR YAZI

TURPUN BÜYÜĞÜ HEYBEDE: GÜNDEMLE ALAKALI TARİHİ VE İBRETLİ BİR YAZI


Türk atasözleri, asırlardır süzülerek gelen halk hikmetlerinin en güzel örnekleridir. “Turpun büyüğü heybededir” atasözü de bunlardan biridir. Görünen küçük meseleler bile işlerin ne denli büyüyebileceğini gösterir. Peki, bu sözün tarihî, sosyal ve güncel anlamda nasıl büyük bir ders verdiğini düşündünüz mü?

Tarih Boyunca “Turpun Büyüğü Heybede”

Tarih, küçük olayların büyük krizlere dönüşmesine dair ibretlik örneklerle doludur. Örneğin, I. Dünya Savaşı’nın patlak vermesi sadece bir suikastle başlamış gibi görünse de, aslında ardında yıllarca biriken emperyalist çıkar çatışmaları, ekonomik krizler ve milletler arasındaki gerginlikler vardı. Avusturya-Macaristan Veliaht Prensi Ferdinand’ın öldürülmesi sadece kıvılcımı çaktı, ama turpun büyüğü çoktan heybedeydi.

Benzer şekilde, Osmanlı’nın yıkılışı da sadece birkaç yılın meselesi değildi. Tanzimat’tan itibaren biriken ekonomik dengesizlikler, iç karışıklıklar, dış borçlar ve savaşlar, sonunda büyük çöküşü getirdi. Son darbeyi I. Dünya Savaşı vurdu, ama Osmanlı çoktan ağır hastaydı. Görünen ufak çatlakların ardında büyük kırılmalar gizliydi.

Günümüzde Turpun Büyüğü Nerede?

Bugün dünya çapında yaşanan olaylara bakınca da “Turpun büyüğü heybededir” sözü kulağa çalınıyor. Küresel ekonomi, enflasyon, savaşlar, enerji krizleri, iklim değişikliği derken, aslında karşı karşıya olduğumuz asıl büyük tehlikeler daha tam olarak kendini göstermedi.

Ekonomik dalgalanmalar: Bugün bazı ülkelerde enflasyon ve hayat pahalılığı gündemde. Ancak, büyük bir küresel kriz mi yaklaşıyor? 1929’daki Büyük Buhran da önce küçük finansal dalgalanmalarla başlamıştı.

Jeopolitik gerilimler: Bugün dünyada pek çok bölgede çatışmalar yaşanıyor. Ancak tarih, bize şunu gösteriyor: Büyük savaşlar, genellikle küçük gerilimlerin birikmesiyle patlak verir.

Teknoloji ve yapay zekâ devrimi: Bugün teknoloji hayatımızı kolaylaştırıyor ama gelecekte işsizlik, mahremiyet ihlalleri ve ahlaki problemler konusunda büyük krizler yaşanabilir mi?

Bireysel Hayatımızda “Turpun Büyüğü Heybede”

Sadece devletler ve toplumlar için değil, bireysel hayatlarımızda da bu söz büyük dersler verir. Günlük hayatta önemsiz gördüğümüz küçük hatalar, dikkatsizlikler, ihmal ettiğimiz sorumluluklar, ileride büyük sonuçlar doğurabilir. Sağlığımıza dikkat etmezsek yıllar sonra büyük hastalıklarla yüzleşebiliriz, küçük borçlar birikerek büyük mali krizlere dönüşebilir, ilişkilerde önemsiz sandığımız kırgınlıklar büyük kopuşların habercisi olabilir.

Sonuç: Küçük İşaretleri Dikkate Alalım

“Turpun büyüğü heybededir” demek, sadece büyük krizlerin geleceğini kabul etmek değil, aynı zamanda bu krizleri öngörerek önlem almak anlamına gelir. Tarihten ders almazsak, gelecekte aynı hataları tekrarlarız. Küresel, toplumsal ve bireysel düzeyde dikkatli olup küçük işaretleri görmeli, olabilecek büyük problemlere hazırlıklı olmalıyız. Çünkü çoğu zaman gerçek felaketler sessizce yaklaşır ve fark edildiğinde çok geç olabilir.

Sizce, bugünün dünyasında “turpun büyüğü” nerede saklı?

“Eskiden tehlikeler hariçten gelirdi; onun için mukavemet kolaydı. Şimdi tehlike içeriden geliyor. Kurt, gövdenin içine girdi. Şimdi, mukavemet güçleşti. Korkarım ki, cemiyetin bünyesi buna dayanamaz. Çünkü düşmanı sezmez. Can damarını koparan, kanını içen en büyük hasmını dost zanneder. Cemiyetin basiret gözü böyle körleşirse, iman kalesi tehlikededir.”

-“Dünya, büyük bir mânevî buhran geçiriyor. Mânevî temelleri sarsılan garp cemiyeti içinde doğan bir hastalık, bir veba, bir tâun felâketi, gittikçe yeryüzüne dağılıyor. Bu müthiş sârî illete karşı İslâm cemiyeti ne gibi çarelerle karşı koyacak? Garbın çürümüş, kokmuş, tefessüh etmiş, bâtıl formülleriyle mi? Yoksa İslâm cemiyetinin ter ü taze iman esaslarıyla mı? Büyük kafaları gaflet içinde görüyorum. İman kalesini, küfrün çürük direkleri tutamaz. Onun için, ben yalnız iman üzerine mesaimi teksif etmiş bulunuyorum.” Bediüzzaman.