KURAN-I KERİM’DE SÂLİH AMEL

KURAN-I KERİM’DE SÂLİH AMEL[1]

 

Kuranı Kerimde Salih amel.


Kur’an-ı Kerim’de salih amel, Allah’ın rızasını kazanmak için yapılan iyi, erdemli ve faydalı işler anlamına gelir. “Salih” kelimesi Arapça’da “doğru, düzgün ve faydalı” anlamlarına gelirken, “amel” de “iş, eylem” anlamına gelir. Salih ameller, imanla birlikte anlam kazanır ve Allah katında değerli kabul edilir. Kur’an’da salih amellerin, kişinin hem dünya hem de ahiret saadeti için önemli olduğu sıkça vurgulanır.

Salih Amel ve İman İlişkisi

Kur’an’da iman ve salih amel birbirini tamamlayan kavramlar olarak geçer. İmanın sağlam olması, salih amellerle desteklenmesi gerektiği gibi; salih ameller de imanı canlı tutar. Sadece iman etmek veya yalnızca iyi ameller yapmak tek başına yeterli değildir; Allah, hem iman eden hem de salih amellerde bulunan kullarını övmekte ve ödüllendireceğini müjdelemektedir:

> “İman edip salih amel işleyenler, işte onlar yaratılmışların en hayırlılarıdır.” (Beyyine, 98/7).

> “İman eden ve salih amel işleyenlere gelince, onlara bağışlanma ve bol rızık vardır.” (Hac, 22/50).

Salih Amel Çeşitleri

Salih amel, kişisel olarak yapılan ibadetleri ve topluma fayda sağlayan iyi işleri kapsar. Kur’an, geniş anlamda birçok eylemi salih amel olarak değerlendirir:

1. Allah’a İbadet Etmek: Namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek gibi ibadetler, bireyin Allah’a bağlılığını ifade eden salih amellerdir. Bu ibadetler, kişinin Allah’a yaklaşmasına ve manevi olarak arınmasına vesile olur.

2. Sadaka ve Yardımseverlik: Maddi imkânı olanların fakirlere, yetimlere ve ihtiyaç sahiplerine yardım etmesi, salih amellerdendir. Yardımseverlik, hem kişinin kalbini yumuşatır hem de toplumda dayanışmayı sağlar.

> “Ve sevdikleri yiyeceği yoksula, yetime ve esire ikram ederler.” (İnsan, 76/8).

3. Anne ve Babaya İyi Davranmak: Kur’an’da, anne-babaya saygı göstermek ve iyi davranmak, önemli bir salih amel olarak kabul edilir. Ebeveyne hürmet, ailenin ve toplumun temellerini güçlendiren bir davranıştır.

> “Rabbin, kendisinden başkasına ibadet etmemenizi ve anne-babanıza iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti.” (İsra, 17/23).

4. Doğruluk ve Adalet: Kur’an, adaletli davranmayı ve doğruluğu övgüyle anlatır. Adil davranmak ve doğru sözlü olmak, toplumda güven ve huzurun teminatıdır.

> “Allah adaleti, iyiliği ve yakınlara yardım etmeyi emreder.” (Nahl, 16/90).

5. Sabırlı ve Hoşgörülü Olmak: Sabır, sıkıntılar karşısında gösterilen metanet ve Allah’a tevekkül etmeyi ifade eder. Kur’an, sabrı övgüyle anar ve Allah’ın sabırlı insanları sevdiğini belirtir.

> “Sabredenlere mükafatları hesapsız olarak verilecektir.” (Zümer, 39/10).

6. Doğayı ve Çevreyi Koruma: Kur’an, insanın yeryüzünde bozgunculuk yapmasını yasaklar ve doğaya zarar vermemeyi öğütler. Doğayı korumak, Allah’ın yarattığı düzene saygı göstermek anlamına gelir.

> “Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın.” (Bakara, 2/11).

Salih Amelin Karşılığı

Kur’an-ı Kerim’de, salih ameller işleyenlerin dünya ve ahirette mükafatlandırılacağı bildirilir. Allah, salih amel işleyenlere cenneti vaat eder ve onların kötülüklerinin affedileceğini müjdeler. Kur’an’a göre, salih amellerle Allah’ın rızasını kazanmak, kişinin ahirette kurtuluşu için en önemli yoldur.

> “İman edip salih amel işleyenler, Rableri katında onların mükafatları Adn cennetleridir…” (Yunus, 10/9).

> “Kim mümin olarak salih amel işlerse, artık onun çabası nankörlükle karşılanmaz; şüphesiz biz onu yazmaktayız.” (Enbiya, 21/94).

Salih Amelin Kişisel ve Toplumsal Faydaları

1. Kişisel Faydaları: Salih ameller, kişinin Allah’a yakınlaşmasını sağlar, ruhunu arındırır ve manevi huzur verir. İyi ameller, insanın karakterini geliştirir ve ona sabır, şükür ve tevekkül gibi güzel vasıflar kazandırır.

2. Toplumsal Faydaları: Salih ameller, toplumda huzur ve dayanışmayı artırır. Yardımlaşma, adalet ve merhamet gibi değerler toplumu güçlü ve sağlıklı kılar. Salih amellerle hareket eden bireyler, toplumsal güvenin ve ahlakın güçlenmesine katkı sağlar.

Kur’an-ı Kerim’de salih ameller işlemek, iman eden bir Müslümanın en temel görevlerinden biridir. Salih ameller, insanın hem dünya hem de ahiret mutluluğunu kazanmasına vesile olur ve Allah katında yüksek bir değere sahiptir.

@@@@@@@@

Kur’an-ı Kerim’de Salih Amel
Salih amel, Kur’an-ı Kerim’de sıkça geçen ve İslam dininde büyük öneme sahip bir kavramdır. “Salih” kelimesi, “doğru, güzel, hayırlı, yararlı” anlamlarına gelirken “amel” ise “iş, davranış” anlamına gelir. Dolayısıyla salih amel, Allah’ın razı olduğu, dinin emrettiği ve topluma faydalı olan her türlü iyi iş ve davranışı ifade eder.
Salih Amelin Önemi
* İmanın tamamlayıcısı: İman, sadece kalpte tasdik etmek değil, aynı zamanda ameli salih ile desteklemektir. İman ile amel birbirini tamamlayan iki önemli unsurdur.
* Ahirette kurtuluşun anahtarı: Salih ameller, ahirette kişinin kurtuluşuna vesile olacak önemli bir faktördür.
* Dünya hayatında mutluluk: Salih ameller, insanın dünya hayatında huzurlu ve mutlu olmasını sağlar.
* Toplumsal fayda: Salih ameller, toplumun iyiliği için yapılan her türlü çalışmayı kapsar ve toplumsal huzuru sağlar.
Salih Amellerin Kapsamı
Salih ameller, ibadetler, sosyal sorumluluk projeleri, hayır işleri gibi geniş bir alanı kapsar. Bazı örnekler şunlardır:
* İbadetler: Namaz, oruç, zekat, hac gibi farz ve nafile ibadetler.
* Hayır işleri: Fakirlere yardım etmek, yetim yetiştirmek, hasta ziyaret etmek gibi iyilikler.
* Toplumsal fayda sağlayan çalışmalar: Eğitim, sağlık, çevre gibi alanlarda yapılan çalışmalar.
* Güzel ahlak: Sabır, şükür, dürüstlük, adalet gibi güzel ahlak özellikleri göstermek.
* Anne-baba haklarına riayet etmek: Anne babaya karşı saygılı olmak, onlara iyilik etmek.
* Komşulara iyi davranmak: Komşuların ihtiyaçlarını karşılamak, onlara yardımcı olmak.
Salih Amellerin Niyeti
Salih amelin kabul edilmesi için niyetin doğru olması çok önemlidir. Amel, sadece Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla yapılmalıdır. Riya, gösteriş ve insanların takdirini kazanmak gibi kötü niyetlerle yapılan ameller, Allah katında kabul olmaz.
Kur’an’da Salih Amel İle İlgili Ayetler
* Bakara suresi, 25. ayet: “Kim Allah’a ve ahiret gününe inanır ve güzel işler yaparsa, onların mükafatları Rableri katında vardır ve onlar korkuya kapılmazlar, üzülmezler de.”
* Hud suresi, 114. ayet: “De ki: ‘Ben, ancak Rabbimin emriyle size uyarım. O halde siz, Allah’a ve Peygambere itaat edin ki size merhamet edilsin.'”
* Kehf suresi, 30. ayet: “Kim de Allah’a ve güzel söz söylemeye ve güzel işler yapmaya emredildiğinde, ‘Biz atalarımızı bir din üzerinde bulduk ve biz de ancak onların yolundan gideriz’ derse, şüphesiz Biz onun cezasını kıyamette tattıracağız. Muhakkak ki Biz, inkar edenleri cehenneme atarız.”
Sonuç olarak, salih amel, bir Müslümanın hayatının merkezinde yer alan önemli bir kavramdır. Salih ameller, hem dünya hayatında hem de ahirette insanın kurtuluşuna vesile olur. Bu nedenle her Müslüman, Allah’ın rızasını kazanmak için sürekli olarak salih ameller işlemeye çalışmalıdır.

[1] https://www.youtube.com/watch?v=aqSJKvuedGc




KURAN-I KERİM’DE PEYGAMBERLERE KARŞI VAZİFELERİMİZ

KURAN-I KERİM’DE PEYGAMBERLERE KARŞI VAZİFELERİMİZ[1]

 

Kuranı Kerimde peygamberlere ve peygamberimize karşı görevlerimiz.


Kur’an-ı Kerim’de peygamberlere ve özellikle Hz. Muhammed’e karşı olan görevlerimiz çeşitli ayetlerde belirtilmiştir. Bu görevler genel olarak şu başlıklar altında toplanabilir:

1. İman Etmek

Müslümanlar, Allah’ın peygamberlerine, onların getirdiği mesajlara ve Kur’an’a iman etmelidir. Kur’an, peygamberlere olan inancın, imanın bir parçası olduğunu belirtir.

Ayet Örneği: “Peygamberlere, onlara gelen her şeye iman edin.” (Bakara, 285)

2. Saygı ve Sevgi

Peygamberlere saygı göstermek ve onları sevmek, inananların vazifelerindendir. Bu, onların öğretilerini ve yaşam tarzlarını örnek almakla mümkündür.

Ayet Örneği: “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin.” (Al-i İmran, 31)

3. Peygamberlerin Mesajını Yaymak

Peygamberlerin tebliğ ettiği mesajların yayılması, Müslümanların görevleri arasındadır. Bu, dinin doğru anlaşılmasını ve başkalarına ulaşmasını sağlamak için önemlidir.

Ayet Örneği: “Peygamber, sadece tebliğ eden bir elçidir.” (Maide, 99)

4. Dualar ve Salavat

Peygamberimiz Hz. Muhammed’e salavat getirmek, ona karşı bir sevgi ve saygı göstergesidir. Müslümanlar, namazda ve günlük hayatlarında ona salavat getirmelidir.

Ayet Örneği: “Şüphesiz Allah ve melekleri peygambere salat ederler. Ey iman edenler! Siz de ona salat edin ve tam bir selamla selamlayın.” (Ahzab, 56)

5. Peygamberin İzinden Gitmek

Müslümanların, Hz. Muhammed’in sünnetini takip etmesi, onun öğretilerini hayatlarına uygulaması gerekmektedir.

Ayet Örneği: “Resul size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının.” (Haşr, 7)

6. Peygamberlere Karşı Adaletli Olmak

Tüm peygamberlere eşit saygı göstermek ve onları ayırt etmemek, İslam’ın temel prensiplerinden biridir.

Ayet Örneği: “Peygamberler arasında ayrım yapmayız.” (Bakara, 285)

Bu görevler, İslam inancının ve pratiğinin merkezinde yer alır. Peygamberlere karşı olan bu sorumluluklar, Müslümanların inançlarının sağlamlaştırılması ve toplumsal değerlerin güçlendirilmesi açısından büyük önem taşır.

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=pi7ycEkSUxA




KURAN-I KERİM’DE SEFİHLER VE DÜŞTÜĞÜ DURUMLAR

KURAN-I KERİM’DE SEFİHLER VE DÜŞTÜĞÜ DURUMLAR[1]

 

Kuranı Kerimde sefihler ve düştüğü durumlar.


Kur’an-ı Kerim’de “sefh” terimi, genellikle akılsızlık, israf ve boş yere harcama anlamında kullanılır. Sefihler, akıl ve irade sahibi oldukları halde bu yetilerini kötüye kullanan veya faydasız işlerle meşgul olan insanlardır. İşte Kur’an’da sefihler ve düştükleri durumlarla ilgili bazı önemli noktalar:

1. Sefihlerin Tanımı

Akıl ve İrade Yetersizliği: Sefihler, akıllarını kullanmayan, sağlıklı kararlar veremeyen kişiler olarak tanımlanır. Kur’an, sefihlerin mal ve mülklerini israf etme eğiliminde olduklarını belirtir. “Sefihlere, mallarınızı vermeyin.” (Nisa, 5) Bu ayet, sefihlerin kötü niyetli veya sorumsuzca harcama yapma ihtimaline dikkat çeker.

2. Malın Harcaması ve İsfah

İsraf Yasağı: Kur’an, israfın ve sefaletin kötü bir tutum olduğunu belirtir. “Yemek konusunda israf etmeyin; çünkü israf edenler şeytanların kardeşleridir.” (İsra, 27) Bu ayet, israfın ruhsal bir hastalık olduğunu vurgular.

3. Sefihlerin Durumu

Zayıf Karakter: Sefihlerin zayıf karaktere sahip olduğu ve akıl yürütme yeteneklerini kaybettikleri ifade edilir. Bu durum, onların karar alma süreçlerini olumsuz etkiler ve sosyal ilişkilerini zayıflatır.

Sonuçları: Sefihler, kötü sonuçlarla karşılaşırlar. Yaptıkları israf ve akılsızlık yüzünden hayatlarının kötüleşeceği ve toplumsal ilişkilerinin zayıflayacağı ifade edilir. “Sefihlerin mallarını harcayarak, onları helak etmeyin.” (Nisa, 5)

4. Sefahatin Sonucu

Dünya ve Ahiret: Sefihlerin bu tutumları, hem dünyada hem de ahirette kötü sonuçlara yol açar. Kur’an, bu kişilerin yaptıkları israf ve kötü davranışlar yüzünden Allah’ın gazabına uğrayacaklarını belirtir. “Kendilerine verilen nimetlerin hesabını veremeyecekler.” (Teğabun, 16)

5. Toplumsal Ahlak

Sefihlerin Toplumdaki Yeri: Kur’an, sefihlerin toplumda neden olduğu sorunları ve ahlaki çöküntüyü vurgular. Toplumda israf ve sefalet, bireylerin sorumluluklarını unutarak topluma zarar vermelerine yol açar. “Onlar, dünyada kötü bir örnek teşkil eder.” (Kahf, 103)

Sonuç

Kur’an-ı Kerim, sefihler ve düştükleri durumları ele alarak, insanları akıllarını kullanmaya, mal ve kaynaklarını israf etmemeye teşvik eder. Sefihlik, bireylerin ve toplumların huzurunu bozacak bir davranış biçimi olarak tanımlanır. Bu nedenle, Kur’an, insanları sorumlu harcamaya ve akılcı davranmaya yönlendiren önemli mesajlar içerir. Sefihlikten sakınmak, hem bireylerin hem de toplumların sağlıklı bir şekilde gelişmesi için elzemdir.

@@@@@@@

[1] https://www.youtube.com/watch?v=K7RREa177fI




DAVETTE İHLÂS VE SAMİMİYET

DAVETTE İHLÂS VE SAMİMİYET


“Buna karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim yalnızca alemlerin Rabbine aittir.”

وَمَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۚ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلٰى رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ
Ve ma es’elukum aleyhi min ecr, in ecriye illa ala rabbil alemin.” Şuara.145.
Ayetinde hikmet ve sır nedir? Benzer ayetlerle izahı .

Şuara Suresi 145. ayetinde geçen, “Buna karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim yalnızca âlemlerin Rabbine aittir.” ifadesi, peygamberlerin davet görevlerini yerine getirirken samimiyetle hareket ettiklerini ve bu görevi sadece Allah’ın rızası için yaptıklarını göstermektedir. Bu ayet, peygamberlerin tevhid çağrılarında, dünyevi çıkarlar veya menfaatler peşinde olmadıklarını vurgular.

Hikmet ve Sırları

1. Davetin Saflığı ve Samimiyeti: Peygamberlerin insanlara mesajını iletme görevinde dünyevi bir karşılık beklememesi, davetin Allah’tan geldiğini ve samimi olduğunu ispatlar. Bu, mesajın kabul edilebilirliğini artırır ve toplumun güvenini kazanır.

2. Allah’a Bağlılık: Ayette, peygamberlerin, Allah’a tam bir teslimiyetle hareket ettiklerini ve rızayı yalnızca O’ndan beklediklerini ifade eder. Bu, kulluk bilincini en yüksek seviyede göstermektedir.

3. Dünyevi Çıkarların Reddi: Peygamberlerin bu tavrı, davetin dünyevi bir amaç taşımadığını ve tamamen insanları hidayete yönlendirme gayesi güttüğünü ifade eder. Bu durum, onların güvenilirliğini artırır ve insanlara doğru yolu gösterir.

4. Evrensellik: “Benim ücretim yalnızca âlemlerin Rabbine aittir” ifadesi, peygamberlerin mesajının evrenselliğini ve insanüstü bir kaynaktan geldiğini vurgular. Bu, dinin her çağ ve mekân için geçerli olduğunu gösterir.

Benzer Ayetler ve İzahı

1. Hud Suresi 29. Ayet: “Ey kavmim! Buna karşılık sizden bir mal istemiyorum. Benim mükâfatım yalnızca Allah’a aittir.”

Bu ayette de Nuh (a.s.), tebliğinde hiçbir maddi karşılık beklemediğini vurgulamaktadır. Peygamberlerin ortak vasfı olan bu durum, davetin saf niyetini ifade eder.

2. Yasin Suresi 21. Ayet: “Sizden bir ücret istemeyen ve doğru yolda olan kimselere uyun.”

Peygamberlerin ücret beklememesi, onların davetinin hak olduğuna ve Allah tarafından gönderildiğine işaret eder. İnsanlara bu hakikate uyma çağrısı yapılır.

3. Sebe Suresi 47. Ayet: “De ki: ‘Ben sizden bir ücret istemişsem o sizin olsun. Benim ecrim yalnızca Allah’a aittir.'”

Burada da peygamberlerin, menfaatten uzak durarak sadece Allah’ın rızasını hedefledikleri belirtilir.

4. Furkan Suresi 57. Ayet: “De ki: ‘Ben buna karşılık sizden bir ücret istemiyorum; ancak dileyen Rabbine bir yol tutsun.'”

Bu ayet, tebliğdeki samimiyeti ve insanların iradesine saygıyı öne çıkarır. Peygamberler, insanları özgür iradeleriyle doğru yola davet eder.

Sonuç

Şuara Suresi 145. ayeti ve benzeri ayetler, peygamberlerin tebliğdeki samimiyetini ve dünyaya değil, ahirete yönelik bir gayeyi güttüklerini açıkça ortaya koyar. Bu yaklaşım, insanları daha fazla düşünmeye ve davete icabet etmeye teşvik eder. Allah’a bağlılık ve kulluk bilinci, bu ayetlerin temel mesajıdır.




DÜŞÜNCELERİN PRANGASI

DÜŞÜNCELERİN PRANGASI


İnsan bazen düşünüp geri duruyor, irini patlatsam mı,sancı yapıyor. Ancak zaman ve zemin uygun mu diye de sürekli bekliyor,tekliyor,sancıda dinmiyor.

Düşüncelerin Prangası: Paylaşmak ya da Susmak

Hayatta hepimizin içinde sakladığı, paylaşmayı düşündüğü ancak tereddüt ettiği duygular ve düşünceler vardır. İnsan, içindeki bu düğümü çözmek ile onu saklamak arasında sıkışıp kalır. Bazen bir duygu ya da düşünce, bir yara gibi içimizde kabarır; sancı yapar, nefes almayı zorlaştırır. Ancak bu sancının dindirilmesi, onu paylaşmaktan mı yoksa içinde tutup zamanla kabuk bağlamasından mı geçer? İşte bu sorunun cevabı, insanın hem kendisiyle hem de çevresiyle olan ilişkisine bağlıdır.

Zaman ve Zeminin Arayışı

Bir şeyi paylaşmak ya da ifade etmek için doğru zaman ve zemin arayışı, insanın en büyük tereddüt kaynaklarından biridir. “Ya yanlış anlaşılırsa? Ya söylediklerim başka birine zarar verirse?” gibi düşünceler, cesaretimizi kırar. Ancak şunu bilmek gerekir ki, her zaman mükemmel bir zaman ya da ideal bir zemin olmayabilir. İnsan hayatı belirsizlikler içinde şekillenir ve bazen bu belirsizlikleri kucaklamayı öğrenmek gerekir.

Zamanı beklerken kaybedilen anlar, aslında duyguların içten içe büyüyerek sancıya dönüşmesine neden olur. Düşüncelerimizi, duygularımızı ifade etmediğimizde, bunlar zihnimizin derinliklerinde yankılanır ve bizi tüketir. Oysa doğru bir niyetle paylaşılan bir düşünce, hem sizi rahatlatır hem de karşınızdaki kişiye bir ışık olabilir.

Paylaşmanın Bedeli ve Özgürlüğü

Elbette her paylaşım bir risk taşır. İnsanlar sizi anlamayabilir, söyledikleriniz hoşlarına gitmeyebilir ya da beklediğiniz gibi bir tepki almayabilirsiniz. Ancak şunu unutmamak gerekir ki, kendi gerçekliğinizi ifade etmek, hayatta özgürleşmenin en önemli adımlarından biridir. Suskunluk, insanı bir süre koruyabilir gibi görünse de uzun vadede bir pranga haline gelir.

Bir düşünceyi paylaşmadan önce kendinize şu soruları sormanız faydalı olabilir:

Bu düşünceyi paylaşmak benim için neden önemli?

Paylaşmam, karşı tarafa ya da bana bir zarar verir mi?

Kendi duygularımı ifade etmek, beni nasıl özgürleştirir?

Bu sorulara dürüst bir şekilde cevap verdiğinizde, iç sesiniz sizi yönlendirecektir.

Duyguların Sancıdan Şifaya Dönüşmesi

İnsanın içindeki sancı, genellikle bastırılmış ya da ifade edilememiş duygulardan kaynaklanır. Ancak bu sancıyı bir şifaya dönüştürmek mümkündür. Bunun yolu, kendinize ve başkalarına karşı açık olmaktan geçer. Düşüncelerinizi paylaşmak, sizi kırılgan kılabilir ama aynı zamanda insan olmanın özü de burada yatar. Hepimiz zaman zaman hata yapar, yanlış anlaşılırız. Ancak bu hatalar, insan ilişkilerinin doğasında vardır ve bizi büyütür.

Sonuç: Kendine ve Hayata Güven

Hayatta doğru zaman ve zemin her zaman garanti değildir. Ancak samimiyet ve dürüstlükle hareket ettiğinizde, paylaşmanın getirdiği huzur, sancıyı dindirebilir. Duygularınızı, düşüncelerinizi ifade etmekten korkmayın. Bazen bir kelime, bir cümle, bir hareket bile karşınızdaki kişinin hayatında büyük bir değişim oluşturabilir. Unutmayın, düşünceleri paylaşmak cesaret ister ama bu cesaret, sizi zincirlerinizden kurtarır.

Belki de hayat, sancılarımızı şifaya dönüştürmek için bize sunulmuş bir fırsattır. Öyleyse, neden beklemeli?




GÖKTEN GELEN YARDIM

GÖKTEN GELEN YARDIM


Gökten Gelen Yardım: İlahi Kudretin Tezahürü

Hayat, insana kimi zaman gücünün yetmeyeceği zorluklar sunar. İnsan bu anlarda çareyi bazen çevresinde, bazen de kendi içinde arar. Ancak bazı durumlar vardır ki, ne insanın bilgisi ne de gücü çözüm üretmeye yeter. İşte bu anlarda, gökten gelen bir yardımın varlığına inanmak, insana umut ve dirayet kazandırır. İlahi yardıma olan bu inanç, hem geçmiş milletlerin hikâyelerinde hem de bireysel yaşamlarımızda sıklıkla görülür.

Gökten Gelen Yardımın Tarihi Örnekleri

Kur’an-ı Kerim’de ve diğer kutsal metinlerde, gökten gelen yardımın tecellisine dair birçok ibret verici kıssa yer alır. Hz. Musa’nın Kızıldeniz’i geçmesi sırasında, denizin ikiye yarılması Allah’ın yardımının ne kadar büyük bir güçle insanı kuşattığını gösterir. Hz. İbrahim’in ateşe atıldığında yanmaması, yine Allah’ın kudret elinin mazlumların üzerinde nasıl bir koruyucu kalkan oluşturduğuna dair bir başka örnektir.

Aynı şekilde Bedir Savaşı’nda sayıca az olan Müslümanların, meleklerin yardımıyla büyük bir zafere ulaşması, ilahi müdahalenin bir başka tezahürüdür. Bu olaylar, sadece tarihte kalmış birer kıssa değil, Allah’ın yardımının her zaman ve her durumda gelebileceğini anlatan birer mesajdır.

Gökten Gelen Yardım: Günümüzdeki Anlamı

Bugün modern insan, teknoloji ve bilime olan güveni nedeniyle, ilahi yardımı kimi zaman unutur. Ancak insanın sınırlarını zorladığı anlarda, bazen beklenmedik bir şekilde karşısına çıkan çözümler, gökten gelen yardımın hala bizimle olduğunu hissettirir. Örneğin, çaresiz bir hastanın aniden iyileşmesi, büyük bir felaketten mucizevi şekilde kurtuluş, bir insana umulmadık bir anda gelen destek gibi olaylar bu duruma örnek olarak gösterilebilir.

İlahi Yardım İçin Gerekli Olan Şartlar

Gökten gelen yardımın ulaşması için, insanın samimi bir şekilde Allah’a yönelmesi gerekir. Bu, sadece zorluk anlarında yapılan dualardan ibaret değildir. Sabır, tevekkül, ve içten bir iman, ilahi yardımın kapılarını açan en önemli anahtarlardır. Ayrıca Allah, kulunun sadece samimiyetini değil, aynı zamanda çabasını da görmek ister. İnsan, elinden geleni yaptıktan sonra, sonucu Allah’a bırakmalı ve teslimiyet içinde beklemelidir.

Sonuç: İlahi Yardım Hep Yanımızda

Gökten gelen yardım, sadece mucizelerle sınırlı değildir. Bazen bir arkadaşın destekleyici sözü, bazen hiç beklenmeyen bir kapının açılması, bazen de bir kalp huzuru olarak bize ulaşır. Bu yardımlar, Allah’ın rahmetinin ve merhametinin bir yansımasıdır. Önemli olan, bu yardımları fark edebilmek ve şükretmektir.

Hayat yolculuğunda ne kadar zorlanırsak zorlanalım, gökyüzüne dönüp samimi bir dua ettiğimizde, Allah’ın yardımı bize en uygun şekilde ulaşacaktır. Unutmayalım ki, Allah, kuluna şah damarından daha yakındır ve yardımı her daim hazırdır.

“Kim Allah’a tevekkül ederse, O ona yeter.” (Talak Suresi, 3. Ayet)




GAZZE MERSİYESİ

GAZZE MERSİYESİ


Gazze Mersiyesi: İnsanlığın Vicdanına Yazılmış Bir Feryat

Gazze, tarihin en derin acılarını bağrında saklayan, masumiyetin ve mazlumluğun şehri. Her taşı kanla yoğrulmuş, her sokağı gözyaşıyla sulanmış bu kadim şehir, insanlığın vicdanına yazılmış bir mersiyedir. Bombaların gökyüzünü kararttığı, çocukların çığlıklarının sessizliğe karıştığı, annelerin gözyaşlarının sönmeyen bir ateş gibi aktığı bu şehir, sadece bir coğrafya değil, aynı zamanda bir direnişin ve sabrın sembolüdür.

Gazze, modern dünyanın kayıtsız kaldığı, insanlığın vicdanını sorgulayan bir yaradır. Savaşın masum bedenlere nasıl dokunduğunu, adaletin nasıl ayaklar altına alındığını ve zulmün nasıl normalleştirildiğini anlatan bir ibret vesikasıdır.

Gazze’nin Çığlığı: İnsanlık Nerede?

Her bombanın düşüşüyle yerle bir olan sadece binalar değil, aynı zamanda insanlığın ortak vicdanıdır. Gazze’deki mazlum halk, uluslararası kamuoyunun sessizliği karşısında yalnız bırakılmıştır. Yetim kalan çocukların, dul kalan kadınların, evsiz ve aç bırakılan masum halkın çığlıkları, insanlık için ibret verici bir ders niteliğindedir. Bu sessizlik, sadece Gazze’ye değil, aynı zamanda insanlığın ortak değerlerine vurulmuş bir darbedir.

Gazze’nin çığlığı, sadece Filistin topraklarında yankılanan bir ses değil, adalet, merhamet ve vicdan duygularını yitiren insanlığa yöneltilmiş bir sorudur: Nerede kaldı insanlık?

Gazze: Direnişin ve Sabırla Yoğrulmuş İnancın Şehri

Gazze, her şeye rağmen pes etmeyen bir halkın direniş sembolüdür. Bombalar altında doğan çocuklar, sabırla büyüyen anneler ve canını ortaya koyarak vatanını savunan gençler, bu şehrin ruhunu oluşturur. Gazze, sadece bir şehir değil, aynı zamanda zulme karşı direnişin ve haksızlık karşısında boyun eğmemenin adıdır.

Her acı, sabırla yoğrulmuş bir inanca dönüşür bu topraklarda. Gazze halkı, Allah’a olan teslimiyetleriyle her türlü zorluğun üstesinden gelmeye çalışır. Zulmün en karanlık anlarında bile, Allah’ın adaletine olan inançlarını asla kaybetmezler.

Gazze’nin Mersiyesi: İnsanlığın Kaybolan Değerleri

Gazze, yalnızca bir halkın değil, tüm insanlığın kaybolan değerlerinin ağıtını yakmaktadır. Adalet, merhamet, yardımlaşma ve dayanışma gibi insanlığın ortak değerleri, Gazze’nin yaşadığı trajedide kaybolmuş gibi görünmektedir. Ancak Gazze, bu değerlerin yeniden hatırlanması için bir çağrıdır.

Gazze’nin acısı, dünya halklarına düşen bir sınavdır. Bu sınav, zulme sessiz kalıp kalmama, mazlumun yanında durup durmama ve insanlık onuruna sahip çıkıp çıkmama sınavıdır. Tarih, Gazze’nin yanında duranları ve bu zulme sessiz kalanları mutlaka yazacaktır.

Gazze’den Alınacak Dersler

Gazze’nin yaşadığı acılar, sadece bir halkın değil, tüm insanlığın acısıdır. Bu yüzden Gazze’den çıkarılacak dersler, dünya halkları için bir ibret vesikası olmalıdır:

1. Zulme Sessiz Kalmamak: Haksızlık karşısında susmak, zalimin zulmüne ortak olmak demektir. Gazze, mazlumun sesi olmak için bir çağrıdır.

2. Birlik ve Dayanışma: Gazze’nin direnişi, ümmetin birlik ve beraberliğini hatırlatır. İslam dünyasının bu acı karşısında birleşmesi ve mazlumlara yardım elini uzatması gereklidir.

3. Adaletin Önemi: Gazze’nin yaşadıkları, adaletin olmadığı bir dünyada masumların nasıl zarar göreceğini gösteren acı bir örnektir. Adalet, insanlığın en temel değeridir ve her koşulda savunulmalıdır.

Sonuç: Gazze’nin Mersiyesi Hepimizin Mersiyesidir

Gazze, sadece bir coğrafya değil, insanlığın vicdanını temsil eden bir aynadır. Bu aynada, insanlık olarak nerede durduğumuzu görebiliriz. Gazze’nin acısı, hepimizin acısıdır. Onların direnişi, hepimizin davasıdır.

Bu mersiye, bir halkın zulüm karşısındaki sabrını ve direnişini anlatırken, aynı zamanda insanlığa bir çağrı yapar: Vicdanlarınızı uyandırın, mazlumların sesi olun ve zulme karşı durun. Çünkü Gazze’nin çığlığı, insanlığın ortak feryadıdır. Rabbimiz, Gazze’deki mazlum kardeşlerimize yardım etsin ve bizlere zalimlere karşı duracak bir güç ve inanç nasip etsin.




Gökte olan zâtın, sizi yerin dibine geçirmeyeceğinden emin mi oldunuz

Mülk.16: “Gökte olan zâtın, sizi yerin dibine geçirmeyeceğinden emin mi oldunuz? Bir de bakarsınız, yer çalkalanıp duruyor!”


Gökte Olan Zâtın İkazı: Yerin ve Göklerin Sahibini Tanımak

“Gökte olan zâtın, sizi yerin dibine geçirmeyeceğinden emin mi oldunuz? Bir de bakarsınız, yer çalkalanıp duruyor!” (Mülk, 16).

Bu ayet, insana yaratılışının ve kainat üzerindeki yerinin sınırlarını hatırlatan bir ikazdır. İnsan, dünya hayatındaki nimetlere aldanarak, kendi gücünü ve varlığını abartma eğilimindedir. Ancak bu ilahi uyarı, hem dünyanın geçiciliğini hem de insanın acizliğini vurgular. Ayet, yeryüzünün altındaki ve gökyüzünün üstündeki kudreti insana hatırlatarak, onu bir muhasebeye davet eder: Sahip olduğun güç ve varlık, seni gerçekten güvenceye alabilir mi?

Yerin ve Göklerin Sahibi

İnsan, günlük hayatının akışı içinde yeryüzüne ve gökyüzüne dair alışkanlık geliştirmiştir. Yeryüzünün sabitliği, gökyüzünün genişliği, sanki değişmez bir düzen gibi algılanır. Ancak ayet, bu düzenin ardında mutlak bir kudret sahibinin bulunduğunu hatırlatır. Allah, yerin sabitliğini dilediği anda bozabilecek ve yeryüzünü insana adeta bir musibete çevirebilecek bir güç sahibidir.

Bu uyarı, insana hem kendi sınırlı gücünü hem de Allah’ın mutlak kudretini düşündürür. Allah’a güvenmeyen ve O’nun koyduğu sınırları hiçe sayan insan, dünya nimetlerine yaslanarak kendisini güvende hissetse de, aslında her an Allah’ın takdir ettiği bir musibetle karşılaşabilir. Depremler, volkanik patlamalar, toprak kaymaları, bu ilahi kudretin sadece küçük birer yansımasıdır.

Kibir ve Güvence Arayışı

İnsanoğlu, kendisine verilen akıl, bilgi ve teknoloji sayesinde dünyanın düzenine bir ölçüde müdahale edebildiğini düşünür. Ancak bu müdahale, insanın aslında ne kadar zayıf olduğunu değiştirmez. Modern bilim ve teknolojinin ulaştığı seviyeye rağmen, doğanın kontrol edilemez gücü karşısında insan çaresiz kalır. Bu da bize, insanın hakiki bir güvenceye sadece Allah’a olan teslimiyetle ulaşabileceğini gösterir.

Yer Çalkalanırsa…

Ayetin ikinci kısmında geçen “Bir de bakarsınız, yer çalkalanıp duruyor!” ifadesi, sadece fiziksel bir depremi değil, aynı zamanda insanın manevi dünyasındaki sarsıntıları da temsil eder. İnsan, Allah’a olan imanını kaybettiğinde, iç dünyasında bir kaos ve huzursuzluk başlar. Allah’a olan güveni ve teslimiyeti olmayan insan, dünyanın geçici düzeni içinde sürekli bir endişe ve korku hali yaşar. Bu, insanın ne kadar zengin, güçlü veya bilgili olursa olsun, gerçek huzuru ve güveni bulamayacağını gösterir.

İnsana Düşen Görev: İbret ve Tevekkül

Bu ayetten alınacak en büyük ders, insanın kendi acizliğini idrak etmesi ve Allah’a tevekkül etmesidir. Kainatta hiçbir şey tesadüfen işlemez; her şey Allah’ın hikmeti ve iradesiyle hareket eder. Yerin sabitliğini sağlayan da, gökyüzünü direksiz tutan da Allah’tır.

Ayet, aynı zamanda insanı, Allah’ın büyüklüğünü ve kudretini tefekkür etmeye davet eder. Depremler, fırtınalar ve doğal afetler, Allah’ın kudretinin birer tecellisidir. İnsan, bu gibi olaylardan ibret almalı, Allah’a olan bağlılığını ve teslimiyetini artırmalıdır.

Sonuç: Kudret Sahibini Tanımak

Mülk Suresi’nin bu ayeti, insanın dünyaya bakışını değiştirmesi için bir davettir. İnsan, yeryüzüne hükmettiğini zannetse de, aslında Allah’ın dilemesi dışında hiçbir şeye hükmedemez. Bu hakikati anlamak, insanı hem kibirden arındırır hem de Allah’a olan yakınlığını artırır.

Allah’ın kudretine teslim olmak, insan için gerçek güvenin ve huzurun anahtarıdır. Ayet, insana bir yandan Rabbini tanıma, diğer yandan da kendi acizliğini ve sınırlarını bilme çağrısı yapar. Rabbimiz, bizleri bu hakikati anlayan ve hayatımıza tatbik eden kullarından eylesin. Çünkü hakiki güvence, yalnızca Allah’ın rahmetinde ve kudretindedir.

@@@@@@@@

### **Mülk Suresi 16. Ayet Üzerine İbret ve Tefekkür**
**”Gökte olan zâtın, sizi yerin dibine geçirmeyeceğinden emin mi oldunuz? Bir de bakarsınız, yer çalkalanıp duruyor!”**
Bu âyet, insanın kibrini kıran, Allah’ın mutlak kudretini hatırlatan ve dünyadaki sahte güven hissine karşı uyaran bir üslupla kalplere hitap ediyor. İşte bu ayetin derinliklerinde saklı ibretler ve tefekkür noktaları:

#### **1. “Gökte Olan” İfadesinin Anlam Deryası**
Âyetteki **”men fi’s-semâ”** (gökte olan) ifadesi, müfessirler arasında farklı yorumlara konu olmuştur:
– **Allah’ın Yüceliği**: Birçok tefsirde bu ifade, Allah’ın mekândan münezzeh olduğunu vurgulamak için **mecazî bir anlatım** olarak ele alınır. Allah’ın “gök” ile anılması, O’nun azametini ve insanın sınırlı idrakine hitap eden bir ifade tarzıdır .
– **Melekler ve İlâhî Emir**: Bazı yorumlara göre bu ifade, Allah’ın emriyle hareket eden melekleri veya azap görevlilerini işaret eder. Örneğin, Lut kavmine gönderilen taşlı kasırga veya Karun’un yere batırılması gibi olaylar, meleklerin ilâhî emirle müdahalesine örnektir .
– **Metafizik Bir Gerçeklik**: Diyanet tefsirine göre “gök”, fizikî bir yer değil, Allah’ın hükümranlığının sembolüdür. Bu, insanın Allah’ın kudretini idrak edemeyişine karşı bir uyarıdır .

#### **2. İnsanın Sahte Güven Hissi ve Tarihten İbretler**
Âyet, insanın dünyevî gücüne ve statüsüne güvenmesini sorgular. Tarih boyunca bu güveni yanıltan örnekler şunlardır:
– **Karun’un Yere Batışı**: Servetiyle şımaran Karun, Allah’ın emriyle toprağa gömülmüş ve “yerin dibine geçme” fiiliyle ibretlik bir sona uğramıştır .
– **Lût Kavmi ve Taş Yağmuru**: Azgınlaşan Lût kavmi, gökyüzünden gelen bir azap ile helak edilmiştir .
– **Firavun’un Kibrinin Çöküşü**: Kızıldeniz’de boğulan Firavun, dünyevî iktidarın geçiciliğini gösteren bir başka örnektir.

Bu olaylar, insanın “Allah’ın azabından emin olma” yanılgısını yüzüne vurur. Âyetin **”bir de bakarsınız yer çalkalanıp duruyor”** ifadesi, ani bir felaketin habercisidir. Depremler, tsunamiler veya volkanik patlamalar gibi doğal afetler, bu ilâhî ikazın somut tezahürleridir.

#### **3. Modern İnsanın Dünya Tuzağı ve Âyetin Mesajı**
Günümüzde insan, teknoloji ve bilimde ilerledikçe kendini “güvende” hissetme yanılgısına düşüyor. Ancak Mülk Suresi 16. ayet, bu güvenin ne kadar kırılgan olduğunu hatırlatıyor:
– **Doğal Afetlerin Anlamı**: Depremler, insanın acizliğini ve Allah’ın kudretini gösteren birer uyarıdır. Ayetteki **”temûr”** (çalkalanma) kelimesi, yerin sarsıntıyla titreyişini anlatırken, insana “hazırlıklı ol!” çağrısı yapar .
– **Maddî Güvenin Aldatıcılığı**: Servet, makam veya teknolojiye dayanan güven, insanı Allah’a şükürden uzaklaştırır. Oysa ayet, **”emin mi oldunuz?”** sorusuyla bu güveni temelden sarsar.

#### **4. Tevazu ve Sorumluluk Bilinci**
Mülk Suresi, insana iki temel mesaj verir:
1. **Allah’a Teslimiyet**: “Gökte olan” ifadesi, insanın Allah’ın hükmünden kaçamayacağını hatırlatır. O, her an gözetendir.
2. **Amel-i Sâlih**: Sûrenin devamındaki âyetler, insanın iyi işlerle donanmasını ve âhiret için hazırlık yapmasını emreder .

Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Mülk Suresi’ni her gece okuması , bu sûrenin hem dünyevî hem de uhrevî koruyuculuğuna işaret eder. Kabir azabından korunma rivayetleri de bu bağlamda değerlendirilmelidir .

#### **5. Sonuç: İbret ve Tefekkür Çağrısı**
Bu âyet, insanı **tefekküre** davet eder:
– **Kâinattaki Denge**: Yerin sarsıntıya hazır bir düzende durması bile Allah’ın lütfudur.
– **Geçmişten Ders Almak**: Helak olan kavimler, insanın kibrinin sonucudur.
– **İlâhî İkazları Ciddiye Almak**: Depremler ve afetler, insana “Rabbini unutma!” mesajıdır.

Nihayetinde, Mülk Suresi 16. ayet, insana şu soruyu sordurur: **”Allah’ın kudretinden gerçekten emin miyim, yoksa bu bir gaflet mi?”**




RUSLARIN YAPTIKLARI KATLİAMLAR

RUSLARIN YAPTIKLARI KATLİAMLAR


Rusların tarih boyunca gerçekleştirdiği katliamlar, genellikle savaşlar, işgaller ve siyasi baskılar çerçevesinde yaşanmıştır. Bu olaylar, tarihsel bağlamları içinde anlaşılmalı ve her bir olayın detayları dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bazı öne çıkan örnekler şunlardır:

1. Kafkasya Sürgünü ve Katliamları (1860’lar)

Çarlık Rusyası, Kafkasya’daki yerli halkları (özellikle Çerkesler, Abhazlar ve diğer Kuzey Kafkas halkları) zorla yerlerinden etti. Bu süreçte yüz binlerce insan Osmanlı topraklarına göç etmek zorunda kaldı ve birçok kişi açlık, hastalık ve kötü koşullar nedeniyle hayatını kaybetti.

2. Kırım Tatar Sürgünü (1944)

Sovyet lideri Josef Stalin’in emriyle Kırım Tatarları, Almanlarla iş birliği yapmakla suçlanarak Orta Asya’ya sürüldü. Bu sürgün sırasında on binlerce insan hayatını kaybetti. Sürgün edilenlerin çoğu, zorlu yolculuk ve kötü yaşam koşulları nedeniyle öldü.

3. Katyn Katliamı (1940)

Sovyet gizli servisi NKVD, Polonya’nın işgali sırasında yaklaşık 22.000 Polonyalı subay, aydın ve askerî yetkiliyi infaz etti. Katliam, Katyn Ormanı’nda gerçekleşti ve yıllarca Sovyetler tarafından inkâr edildi.

4. Grozni’nin Bombalanması (Çeçen Savaşları, 1994-1996 ve 1999-2000)

Rusya’nın Çeçenistan’da bağımsızlık taleplerini bastırmak için başlattığı savaşlar sırasında, Grozni şehri yoğun bir şekilde bombalandı. Binlerce sivil öldü ve şehir büyük ölçüde yıkıldı.

5. Holodomor (1932-1933)

Sovyetler Birliği’nin Ukrayna’da uyguladığı zorla kolektifleştirme politikaları sonucunda milyonlarca insan açlık nedeniyle hayatını kaybetti. Bu olay, bazı tarihçiler tarafından bir soykırım olarak nitelendirilmektedir.

6. Sibirya Sürgünleri ve Çalışma Kampları (Gulag Sistemi)

Sovyetler Birliği döneminde, milyonlarca insan siyasi suçlamalarla Sibirya’daki çalışma kamplarına sürüldü. Bu kamplarda aşırı zorlu koşullar, hastalıklar ve kötü muamele nedeniyle yüz binlerce insan öldü.

7. Budapeşte ve Prag Ayaklanmaları (1956, 1968)

Sovyetler, Macaristan’daki (1956) ve Çekoslovakya’daki (1968) özgürlük hareketlerini şiddetle bastırdı. Bu müdahalelerde binlerce sivil öldü ve büyük çaplı insan hakları ihlalleri yaşandı.

8. Ukrayna Savaşı (2014-2023)

Rusya’nın 2014 yılında Kırım’ı ilhakı ve Doğu Ukrayna’daki çatışmalar, binlerce sivilin ölümüne neden oldu. Özellikle 2022’de başlayan geniş çaplı işgal sırasında Mariupol, Buça gibi bölgelerde sivil katliamları rapor edildi.

Tarih boyunca Rusya’nın gerçekleştirdiği bu ve benzeri olaylar, siyasi hedefler ve stratejiler doğrultusunda gerçekleşmiştir. Ancak her bir olayın detaylıca incelenmesi ve tarihsel kaynaklara dayanarak değerlendirilmesi önemlidir.

@@@@@@@