İKİ ZIT KUTUPLU VARLIK İNSAN

İKİ ZIT KUTUPLU VARLIK İNSAN[1]

 

ÜÇÜNCÜ MESELE


وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنٖٓى اٰدَمَ   âyetinin

اِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولًا   âyetiyle vech-i tevfiki nedir?

Elcevap: On Birinci Söz’de ve Yirmi Üçüncü Söz’de ve Yirmi Dördüncü’nün Beşinci Dal’ının İkinci Meyvesi’nde izahı vardır. Sırr-ı icmalîsi budur ki:

Cenab-ı Hak kemal-i kudretiyle nasıl bir tek şeyden çok şeyleri yapıyor, çok vazifeleri gördürüyor, bir sahifede bin kitabı yazıyor. Öyle de insanı, pek çok enva yerinde bir nev-i câmi’ halk etmiş. Yani, bütün enva-ı hayvanatın muhtelif derecatı kadar, bir tek nevi olan insan ile o vezaifi gördürmek irade etmiş ki insanların kuvalarına ve hissiyatlarına fıtraten bir had bırakmamış; fıtrî bir kayıt koymamış, serbest bırakmış. Sair hayvanatın kuvaları ve hissiyatları mahduddur, fıtrî bir kayıt altındadır.

Halbuki insanın her kuvası, hadsiz bir mesafede cevelan eder gibi gayr-ı mütenahî canibine gider. Çünkü insan, Hâlık-ı kâinat’ın esmasının nihayetsiz tecellilerine bir âyine olduğu için kuvalarına nihayetsiz bir istidat verilmiş.

Mesela, insan hırs ile bütün dünya ona verilse هَلْ مِنْ مَزٖيدٍ

diyecek. Hem hodgâmlığıyla, kendi menfaatine binler adamın zararını kabul eder ve hâkeza… Ahlâk-ı seyyiede hadsiz derecede inkişafları olduğu ve Nemrutlar ve Firavunlar derecesine kadar gittikleri ve sîga-i mübalağa ile zalûm olduğu gibi ahlâk-ı hasenede dahi hadsiz bir terakkiyata mazhar olur, enbiya ve sıddıkîn derecesine terakki eder.

Hem insan –hayvanların aksine olarak– hayata lâzım her şeye karşı cahildir, her şeyi öğrenmeye mecburdur. Hadsiz eşyaya muhtaç olduğu için sîga-i mübalağa ile cehûldür. Hayvan ise dünyaya geldiği vakit hem az şeylere muhtaç hem muhtaç olduğu şeyleri bir iki ayda belki bir iki günde, bazen bir iki saatte bütün şerait-i hayatını öğrenir. Güya bir başka âlemde tekemmül etmiş, öyle gelmiş. İnsan ise bir iki senede ancak ayağa kalkar, on beş senede ancak menfaat ve zararı fark eder.

İşte cehûl mübalağası, buna da işaret eder. (Mektubat.365.)

[1] https://www.youtube.com/watch?v=L8KC-pQeKIc




KURAN-I KERİM’DE SORU EDATLARI

KURAN-I KERİM’DE SORU EDATLARI[1]

 

Kuran-ı Kerim’de geçen soru edatları ve Özellikleri nelerdir?


Kur’an-ı Kerim’de sıkça kullanılan soru edatları, Arapça’nın zengin dil yapısıyla çeşitli anlam ve amaçlar taşır. Bu edatlar, anlamı açıklamak, derin düşünmeye teşvik etmek veya bir gerçeği vurgulamak amacıyla kullanılır. İşte Kur’an’da geçen başlıca soru edatları ve özellikleri:

1. هَل (Hel)

Anlamı: “Acaba?”, “Mı?”, “Mi?” gibi olumlu ya da olumsuz bir cevap bekleyen sorularda kullanılır.

Özellikleri: Genellikle bilgi talebi için kullanılır. Bazen bir olayı ya da gerçeği vurgulamak için retorik bir soru (cevap beklenmeyen soru) şeklinde de yer alabilir.

Örnek:
هَلْ أَتَىٰ عَلَى ٱلْإِنسَٰنِ حِينٌ مِّنَ ٱلدَّهْرِ لَمْ يَكُن شَيْـًٔا مَّذْكُورًا
(“İnsanın üzerinden, kendisinin anılmaya değer bir şey olmadığı uzun bir süre geçmedi mi?” – [İnsan, 1])

2. أَ (E)

Anlamı: “Mı?”, “Mi?”

Özellikleri: Genellikle cümle başında gelir ve cevap beklenen sorular için kullanılır. Bazen hayret ve şaşkınlık ifade eder.

Örnek:
أَفَرَءَيْتَ ٱلَّذِى كَفَرَ بِـَٔايَٰتِنَا
(“Ayetlerimizi inkâr eden kimseyi gördün mü?” – [Kehf, 17])

3. مَا (Mâ)

Anlamı: “Ne?”, “Nedir?”

Özellikleri: Bilgi talep eden sorularda veya açıklama bekleyen durumlarda kullanılır. Ayrıca hayret ifade etmek için de kullanılır.

Örnek:
وَمَا أَدْرَىٰكَ مَا ٱلطَّارِقُ
(“Tarık’ın ne olduğunu sana bildiren nedir?” – [Tarık, 2])

4. مَن (Men)

Anlamı: “Kim?”

Özellikleri: Kişilerle ilgili sorular için kullanılır. Genellikle muhatabı düşündürmeye yöneliktir.

Örnek:
مَن ذَا ٱلَّذِى يَشْفَعُ عِندَهُۥٓ إِلَّا بِإِذْنِهِ
(“O’nun izni olmadan kim O’nun katında şefaat edebilir?” – [Bakara, 255])

5. أَيّ (Eyy)

Anlamı: “Hangi?”

Özellikleri: Bir şeyin veya bir durumun niteliklerini sorgulamak için kullanılır.

Örnek:
فَأَيُّ ٱلْفَرِيقَيْنِ أَحَقُّ بِٱلْأَمْنِ
(“Hangi grup güvene daha layıktır?” – [En’am, 81])

6. كَيْفَ (Keyfe)

Anlamı: “Nasıl?”

Özellikleri: Durumu veya olayı sorgular. Genellikle düşünmeye teşvik eder.

Örnek:
كَيْفَ تَكْفُرُونَ بِٱللَّهِ
(“Allah’ı nasıl inkâr edersiniz?” – [Bakara, 28])

7. أَيْنَ (Eyne)

Anlamı: “Nerede?”

Özellikleri: Mekân sorgusu yapmak için kullanılır.

Örnek:
فَأَيْنَ تَذْهَبُونَ
(“Öyleyse nereye gidiyorsunuz?” – [Tekvir, 26])
8. لِمَ / لِمَاذَا (Lime/Limâza)

Anlamı: “Niçin?”

Özellikleri: Sebep ve hikmeti sorgular.

Örnek:
لِمَ تُحَرِّمُ مَآ أَحَلَّ ٱللَّهُ لَكَ
(“Allah’ın sana helal kıldığı şeyi neden haram kılıyorsun?” – [Tahrim, 1])

9. مَتَى (Metâ)

Anlamı: “Ne zaman?”

Özellikleri: Zamanı sorgulamak için kullanılır.

Örnek:
يَسْـَٔلُونَكَ مَتَىٰ هُوَ قُلْ عَسَىٰٓ أَن يَكُونَ قَرِيبًا
(“O ne zaman olacak, diye soruyorlar. De ki: Belki yakında olur.” – [İsra, 51])

Genel Özellikler:

1. Muhatapları düşündürmek: Sorular genellikle muhatapların üzerinde düşünmesini ve derinlemesine anlamasını sağlar.

2. Retorik Amaçlı Sorular: Bazı soruların cevabı açık olsa da vurgu yapmak için sorulur.

3. Kısa ve Özlü İfade: Arapça dilinin doğasına uygun şekilde, sorular genellikle kısa ama anlam derinliğine sahiptir.

Bu soru edatları, Kur’an’ın etkileyici üslubunun önemli bir parçasıdır ve dinleyicileri üzerinde derin bir etki bırakır.

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=PZA8EcmgcmM




KURAN-I KERİM’DE KÂNE EDATI

KURAN-I KERİM’DE KÂNE EDATI[1]

 

Kuran-ı Kerim’de geçen Kane edatları ve Özellikleri nelerdir?


Kur’an-ı Kerim’de sıkça geçen “kâne” edatı, Arapça dilbilgisinde önemli bir fiildir ve farklı bağlamlarda çeşitli anlamlar taşır. İşte “kâne” edatının Kur’an’daki kullanımları ve özellikleri:

1. Gramerdeki Temel Anlamı

“Kâne”, genellikle “idi” veya “oldu” anlamında kullanılan bir yardımcı fiildir. Geçmiş zaman anlamı taşır ve ismin başına gelerek bir cümleyi isim cümlesi haline dönüştürür. Kur’an’da bu yapıyı hem fiil cümlelerini hem de isim cümlelerini tamamlamak için görebiliriz.

2. Kur’an’daki Kullanım Özellikleri

a. Yardımcı Fiil Olarak Kullanımı:

“Kâne”, bir durumu veya sıfatı geçmişe taşımak için kullanılır.

Örnek:
وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا
(“Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendi.” [Nisâ, 96])

b. Süreklilik ve Değişmezlik Anlamı:

Bir özelliğin sürekli ve değişmez olduğunu vurgulamak için kullanılır.

Örnek:
إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلِيمًا حَكِيمًا
(“Şüphesiz Allah, hakkıyla bilen ve hikmet sahibidir.” [Nisâ, 17])

c. Eksik Fiil Olarak Kullanımı:

“Kâne”, tamamlayıcı unsurlara ihtiyaç duyan eksik fiil (nakıs fiil) olarak da geçer. Bu durumda özne (ism-i kâne) ve yüklem (haber-i kâne) kullanılarak bir cümle oluşturulur.

Örnek:
وَكَانَ فَضْلُ اللَّهِ عَلَيْكَ عَظِيمًا
(“Allah’ın lütfu sana büyük oldu.” [Nisâ, 113])

d. Retorik ve Vurgusal Kullanımlar:

“Kâne” bazen geçmişte olmuş gibi görünen olayları veya geleceğe yönelik kesinliği vurgulamak için de kullanılır.

Örnek:
كَانَ حَقًّا عَلَيْنَا نَصْرُ الْمُؤْمِن۪ينَ
(“Mü’minlere yardım etmek, bizim üzerimize bir haktır.” [Rum, 47])

3. Türetilmiş Haller ve Anlamları

Kâne fiilinin farklı türevleri de Kur’an’da geçer:

“Lâ yezâlu” (Hâlâ devam ediyor):
وَلَا يَزَالُونَ يُقَاتِلُونَكُمْ
(“Onlar sizi hâlâ öldürmek için savaşıyorlar.” [Bakara, 217])

“Mâ zâle” (Hâlâ):
وَلَا يَزَالُونَ مُخْتَلِفٖينَۙ
(“Hâlâ ihtilaf içerisindeler.” [Hûd, 118])

4. Kur’an’da “Kâne”nin Anlam Derinliği

Kur’an’da “kâne” genellikle Allah’ın sıfatlarını vurgulamak, geçmişte olan olaylara işaret etmek veya bir durumun sürekliliğini belirtmek amacıyla kullanılır. Bu, Arapça dilinin zenginliği ile birleşerek mesajın daha etkili bir şekilde aktarılmasını sağlar.

Özetle:

“Kâne” genellikle geçmiş zaman, süreklilik veya Allah’ın değişmez sıfatlarını ifade eder.

Kullanımı gramatik olarak eksik fiil özelliği taşır ve isim cümlelerinde bir bağlayıcı görevi görür.

Kur’an’da özellikle Allah’ın merhameti, ilmi ve gücünü vurgulamada sıkça kullanılmıştır.

[1] https://www.youtube.com/watch?v=Wq75w3VQ1Io

 




İYYÂKE NÂBUDU İZAHI

İYYÂKE NÂBUDU İZAHI[1]

 

Kuran-ı Kerim’de İyyake edatı ile başlayan ayetler ve Özellikleri nelerdir?


“İyyâke” kelimesi, Kur’an-ı Kerim’de önemli bir anlam taşıyan ifadelerden biridir ve özellikle Allah’a yönelişi, kulluğu ve dua üslubunu vurgulamak için kullanılır. Bu kelimenin geçtiği yerler ve özellikleri şunlardır:

1. “İyyâke” Nedir?

“İyyâke”, Arapçada “sadece sana” anlamına gelir.

Tek başına veya bir zamirle birlikte kullanılır ve vurgu yapar. Genellikle ibadet ve dua cümlelerinde Allah’a yönelişi ifade eder.

Bu kelime ile başlayan cümlelerde, Allah’tan başkasına yönelmenin mümkün olmadığı net bir şekilde vurgulanır.

2. Kur’an-ı Kerim’de Geçtiği Yer

“İyyâke”, Kur’an-ı Kerim’de doğrudan şu ayette geçer:

Fâtiha Suresi, Ayet 5:

إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
(“Sadece sana ibadet ederiz ve sadece senden yardım dileriz.”)

Özellikleri:

Bu ayet, tevhid inancını ve Allah’a olan tam teslimiyeti ifade eder.

“İyyâke” kelimesi, ibadet ve yardımı Allah’a tahsis eder, başka hiçbir varlığa yönelmenin mümkün olmadığını belirtir.

Kelime sırası, Arapça dilinde vurguyu artırmak için özne olan “sana” kelimesini başa alır.

“Nâbudu” (ibadet ederiz) fiili, topluluğu ifade eden çoğul bir yapıdadır. Bu, müminlerin Allah’a topluca kulluk ettiğini gösterir.

“Nestain” (yardım dileriz) fiili, yalnızca Allah’ın yardımına güvenilmesi gerektiğini vurgular.

  1. Anlam Derinliği

    Tevhid Vurgusu: “İyyâke” kelimesiyle başlayan bu ayet, Allah’ın birliğine (tevhid) ve yalnız O’na ibadet edilmesi gerektiğine güçlü bir vurgu yapar.

    İhlas ve Samimiyet: İbadetin yalnızca Allah için yapılması gerektiğini belirtir.

    Yardımın Kaynağı: Müminlerin her türlü yardım ve desteği sadece Allah’tan beklemeleri gerektiği ifade edilir.

    4. “İyyâke”nin Kullanımı ile İlgili Dil Özellikleri

    Vurgulu Bir Yapıdır: Normalde “Nâbudu İyyâke” denilebilirdi, ancak “İyyâke” başa alınarak vurgu yapılır. Bu, ibadetin ve yardım dilemenin yalnızca Allah’a tahsis edildiğini kesinleştirir.

    Zamir ile Kullanım: “İyyâke” kelimesinden sonra kullanılan zamir, hitap edilen varlığın yüceliğini belirtir.

    5. Diğer Benzer Kullanımlar

    Her ne kadar “İyyâke” doğrudan yalnızca Fâtiha Suresi’nde geçse de, aynı anlam ve ruhu taşıyan ifadeler Kur’an’ın başka yerlerinde de bulunur. Bu ifadeler de tevhid, ibadet ve dua teması taşır.

Sonuç

“İyyâke”, Fâtiha Suresi’nin temelini oluşturan, Allah’a kulluk ve yardım dileme bilincini ifade eden güçlü bir kelimedir. Bu kelime, müminlerin hem ibadetlerini hem de yardım dileklerini yalnızca Allah’a yönlendirmeleri gerektiğini öğretir. Özellikle tevhid ve ihlasın zirvesini temsil eder.

@@@@@@@

“İnsanın bir ferdinde bir cemaat-ı mükellefîn bulunur. Evet, her bir uzuv, bir şey için yaratılmıştır. O uzvu, o şeyde kullanmakla mükelleftir…” (Mesnevi-i Nuriye, Şemme.)

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=sLAmmpMtyeE




ELHAMDÜ FARKI

ELHAMDÜ FARKI[1]

 

El hamdü- nün Risale-i Nur Külliyatı’nda yapılan izahı.

Hamd,sena ve şükür farkı nedir?

Hamd, sena ve şükür kavramları birbirine yakın anlamlar taşımakla birlikte farklı yönleri ve kullanım alanları vardır. İşte bu üç kavramın farkları:

1. Hamd (Övgü ve Şükür Birleşimi)

Anlamı: Hamd, övgü ve şükür kavramlarının birleşimini ifade eder. Hem bir varlığın kemalini, üstün sıfatlarını övmek hem de onun verdiği nimetlere teşekkür etmeyi içerir.

Kime Yapılır: Hamd, yalnızca Allah’a mahsustur. Çünkü gerçek anlamda övülmeye ve şükredilmeye layık olan sadece Allah’tır.

Örnek: “Elhamdü lillahi Rabbi’l-alemin” (Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.)

Kapsam:

Allah’ın zatına, sıfatlarına ve fiillerine duyulan hayranlık.

Allah’ın verdiği nimetlere şükür ve teşekkür.

2. Sena (Övgü ve Yüceltme)

Anlamı: Sena, sadece övgü ve yüceltme anlamındadır. Bir varlığın üstün sıfatlarını ve mükemmelliğini dile getirmek demektir.

Kime Yapılır: Allah’a veya başka varlıklara (insan, peygamber vb.) yapılabilir. Ancak Allah’a yapılan sena, mutlak övgüyü ifade eder ve tevhid inancıyla ilişkilidir.

Örnek: “Ve inneke le alâ hulukin azîm” (Şüphesiz sen büyük bir ahlak üzeresin. [Kalem, 4])

Farkı: Sena, şükür boyutunu içermez; sadece övgü anlamına gelir.

3. Şükür (Teşekkür ve Minnettarlık)

Anlamı: Şükür, bir varlığın verdiği nimetlere teşekkür etmektir. Nimet sahibine olan minneti ifade eder.

Kime Yapılır:

En yüksek seviyede şükür Allah’a yapılır. Çünkü her türlü nimetin kaynağı Allah’tır.

İnsanlar arası ilişkilerde de nimetin sebebi olan kişilere teşekkür anlamında şükür yapılabilir.

Örnek: “Şükrederseniz, elbette nimetimi artırırım.” (İbrahim, 7)

Kapsam:

Dil ile Şükür: Allah’a hamd ederek veya teşekkür ederek yapılır.

Kalp ile Şükür: Nimeti verenin Allah olduğunu düşünerek minnettarlık hissetmek.

Fiil ile Şükür: Allah’ın nimetlerini doğru bir şekilde kullanmak ve O’na itaat etmek.

Kavramların Karşılaştırılması

Sonuç:

Hamd, hem Allah’a övgüyü hem de nimetlere şükrü birleştirir ve kapsamı en geniş olan kavramdır.

Sena, yalnızca övgüyü ifade eder ve şükür boyutunu içermez.

Şükür, nimete yönelik teşekkür ve minnettarlığı ifade eder.
Bu üç kavram, insanın Allah’a olan bağlılığını ve ilişkisini farklı yönleriyle ifade eder.

@@@@@@@

Risale-i Nur Külliyatı’nda “Elhamdü” kelimesi, Fâtiha Suresi’nin başındaki “Elhamdü lillahi Rabbi’l-alemin” ayetinin tefsirinde ele alınır ve oldukça derin bir şekilde açıklanır. Bediüzzaman Said Nursî, bu ifadeyi farklı açılardan ele alarak tevhid, şükür, ibadet ve kainattaki ilahi düzeni anlamaya yönelik önemli bir tefekkür zemini oluşturur.

Risale-i Nur’da “Elhamdü” Kelimesinin İzahı:

1. Hamd ve Şükür Kavramları

“Hamd”, Allah’a şükür ve övgü anlamındadır. Risale-i Nur’da hamd, Allah’ın sonsuz nimetlerine bir teşekkür olduğu gibi, O’nun zatına ve sıfatlarına yapılan bir övgüyü de ifade eder.

Hamd, yalnızca Allah’a mahsustur. Çünkü her türlü nimet, güzellik ve kemal, O’ndan kaynaklanır.

2. Hamdın Tevhidle Bağlantısı

“Elhamdü lillah”, tevhid inancının bir ifadesidir. Risale-i Nur’da bu cümle, kainattaki her şeyin Allah’a ait olduğunu ve O’nun Rububiyeti (Rablik) ile yönetildiğini vurgular.

Kainatta var olan her şey, Allah’ın isimlerinin bir yansımasıdır. Bu yüzden bütün hamdler, doğrudan veya dolaylı olarak O’na yönelir.

3. Hamdın Kapsamı ve Evrenselliği

Risale-i Nur’da hamd, yalnızca dil ile yapılan bir övgü değil, aynı zamanda fiiller ve düşüncelerle yapılan bir teşekkürdür.

Tüm varlıklar, Allah’a hamd eder. İnsan, bu hamd zincirinin bilinçli bir halkasıdır.

4. “Elhamdü” Kelimesindeki Varlık Anlamı

“Elhamdü” ifadesi, Allah’ın varlık ve birliğinin bir delilidir. Said Nursî’ye göre, varlık âlemindeki her şey Allah’ın bir nimetidir ve bu nimetlerin bir sahibi olduğunu gösterir.

5. Hamdın Dereceleri

Risale-i Nur’da hamd, derecelere ayrılır:

Zahiri Hamd: Dille yapılan övgü ve şükür.

Bâtıni Hamd: Kalple Allah’a olan sevgiyi ve minnettarlığı ifade etmek.

Hal Diliyle Hamd: İnsanın davranışlarıyla ve Allah’ın emirlerine uygun yaşamıyla O’na hamd etmesi.

6. Hamdın Sonsuzluğu

“Elhamdü lillah” ifadesi, Allah’a yapılan hamdin sonsuz olduğunu ifade eder. Çünkü Allah’ın nimetleri ve güzellikleri de sonsuzdur.

Özetle:

Risale-i Nur’da “Elhamdü”, Allah’a olan şükür ve övgünün en mükemmel ifadesi olarak tanımlanır. Said Nursî, bu kelimeyi tevhid, şükür, kulluk ve kainatın yaratılışındaki hikmetle bağlantılı olarak detaylı bir şekilde açıklar. “Elhamdü lillahi Rabbi’l-alemin” ifadesi, kainattaki tüm hamd ve övgülerin yalnızca Allah’a ait olduğunu ve insanın bu bilinçle yaşaması gerektiğini öğretir.

@@@@@@@

“Rabian: Hamdin en meşhur mânâsı, sıfât-ı kemâliyeyi izhar etmektir. Şöyle ki:”

“Cenab-ı Hak, insanı, kâinata câmi bir nüsha ve on sekiz bin âlemi hâvi şu büyük âlemin kitabına bir fihrist olarak yaratmıştır. Ve esma-i hüsnâdan herbirisinin tecellîgâhı olan her bir âlemden bir örnek, bir nümune, insanın cevherinde vedîa bırakmıştır.”

“Eğer insan, maddî ve manevî herbir uzvunu Allah’ın emrettiği yere sarf etmekle hamdin şubelerinden olan şükr-ü örfîyi îfa ve şeriate imtisal ederse, insanın cevherinde vedîa bırakılan o örneklerin her birisi, kendi âlemine bir pencere olur. İnsan, o pencereden, o âleme bakar ve o âleme tecellî eden sıfatla o âlemden tezahür eden isme bir mir’at ve bir ayna olur. O vakit insan, ruhuyla, cismiyle âlem-i şehadet ve âlem-i gayba bir hülâsa olur ve her iki âleme tecellî eden, insana da tecellî eder. İşte bu cihetle, insan, sıfât-ı kemâliye-i İlâhiyeye hem mazhar olur, hem muzhir olur.”
bk. İşârâtü’l-İ’câz, Fâtiha Sûresi Tefsiri.

@@@@@@

“Saniyen: Şu اَلْحَمْدُ ِللّٰهِ cümlesi, her biri niam-ı esasiyeden birine işaret olmak üzere, Kur’ân’ın dört sûresinde tekerrür etmiştir. O nimetler de, ‘neş’e-i ûlâ ile neş’e-i ûlâda beka, neş’e-i uhrâ ile neş’e-i uhrâda beka’ nimetlerinden ibarettir.”
bk. İşaratü’l-İ’caz, Fatiha Suresi Tefsiri.

“Hamd, âlemlerin Rabbi, Rahman ve Rahîm olan Allah’a mahsustur.” (Fatiha, 1/2-3)

“Hamd o Allah’adır ki, göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Onundur. Ahirette de hamd Onundur. O, hüküm ve hikmet sahibidir. Her şeyden haberdardır.” (Sebe, 34/1)

“Hamd O Allah’a mahsustur ki, kuluna kitabı indirdi ve onun içine tutarsız hiçbir şey koymadı.” (Kehf, 18/1)

“Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah’ın hakkıdır. Bir de kâfirler kalkmışlar, birtakım putları Rab’lerine eşit sayıyorlar!” (En’am, 6/1)

“Hamd, gökleri ve yeri yaratan ve melaikeyi iki, üç, dört… kanatlı elçiler yapan Allah’a mahsustur. O, yaratıklarından, istediğine, dilediği kadar fazla özellikler verir, çünkü O her şeye kadirdir.” (Fatır, 35/1)

@@@@@@#

[1] https://www.youtube.com/watch?v=zAn2RHer3pk