SAHİBİNİ İNKÂR EDEN ROBOT

SAHİBİNİ İNKÂR EDEN ROBOT[1]

 

Siz dünyanın en iyi robot üreten bir üreticisi olsanız ve şöyle bir robot yapar mısınız? Size kafa tutan bir robot, size meydan okuyan, sizi tanımayan, sizi reddeden, sizi inkar eden, size küfür eden, her türlü olumsuzluğu yapan bir video üretir misiniz?

Bir robot üretir misiniz, bir elektronik eşya üretir misiniz yoksa böyle bir şeyi ürettiğinizde ne kadar ona karşı sabredersiniz, onu kırar atar mısınız?

Onu susturma yoluna gider misiniz yoksa onun 70 sene, 100 sene, 500 sene, 1000 sene yaşamasına müsaade eder misiniz?

Ederseniz buna nasıl o süre içerisinde sabır gösterirsiniz, tahammül gösterirsiniz, neticesini beklemeye çalışırsınız, ne kadar?

İşte Allah bundan daha mükemmel bir varlık yaratıyor, kendisine her türlü olumsuzlukta bulunuyor, uzunca bir ömür verip yaşatıyor.

*Allah bile kulunun akıbetini bildiği halde ona fırsat veriyor. Tabiri caizse kesip atmıyor.

Süre veriyor.
Duygularının uyanmasına, uyanmadaki gayretine bakıyor.
Tıpkı doktorun hastasının son nefesine kadar umudu gibi.
Ümit kesilmez misali.
Allah da immal ediyor, ihmal etmiyor.
Tıpkı Hz. Ömer gibi.
Tıpkı bir Ziraatcinin bir tohumun yeşermesi için verdiği gayret ve gelişimini beklemesi gibi.

Gerçeği bilen Allah kulun itirazını reddetme kabilinden varlığına son nefesine kadar müsaade etmiştir.
Tıpkı öğretmenin yazılıda bir şey yazmayıp oturan öğrenciye zil çalana kadar müsaade etmesi gibi.

 

Müdakkik, muhakkik, mütebahhir arasındaki farklar nelerdir?


Müdakkik, muhakkik ve mütebahhir kelimeleri, Arapça kökenlidir ve genellikle ilim, araştırma ve derinlik ile ilgili kavramlardır. Anlamları birbirine yakın gibi görünse de, farklı yönleri vurgular. İşte bu kavramların farkları ve kullanım alanları:

1. Müdakkik

Tanım:

Müdakkik, “dikkatli ve titizlikle inceleyen, her detayı önemseyen kişi” anlamına gelir.

Özellikle bir konuyu derinlemesine ve hatasız bir şekilde inceleyen kişiler için kullanılır.

zellikleri:

Detaycıdır ve hassas bir şekilde çalışır.

Genellikle bilim, hukuk ve edebiyat gibi alanlarda kullanılır.

Örnek Cümle:

“Müdakkik bir araştırmacı, her ayrıntıyı dikkatle gözden geçirir.”

2. Muhakkik

Tanım:

Muhakkik, “hakikati arayan, gerçeği bulmaya çalışan kişi” anlamına gelir.

İslam düşüncesinde özellikle hakikati ve ilahi bilgiyi araştıran alimler için kullanılır.

Özellikleri:

Derin düşünür ve hakikate ulaşmak için araştırmalar yapar.

Daha çok tasavvuf, felsefe ve dinî ilimlerde kullanılan bir kavramdır.

Örnek Cümle:

“Muhakkik alimler, zahirî bilginin ötesine geçerek hakikatin peşine düşer.”

3. Mütebahhir

Tanım:

Mütebahhir, “ilimde deniz gibi derinleşmiş, çok geniş bilgiye sahip kişi” anlamına gelir.

“Bahhir” (deniz) kelimesinden türemiştir ve ilim deryasında boğulacak kadar bilgili olanları ifade eder.

Özellikleri:

Bilgi açısından çok geniş bir birikime sahiptir.

Genellikle çok çeşitli konularda derin bilgiye sahip alimler için kullanılır.

Örnek Cümle:

“Mütebahhir bir âlim, her ilim dalında engin bir bilgiye sahiptir.”

Farkların Tablosu

Özet:

1. Müdakkik: Dikkatli ve titiz bir inceleme yapar; ayrıntıya önem verir.

2. Muhakkik: Hakikati arayan, derinlemesine düşünen ve araştıran kişidir.

3. Mütebahhir: Bilgi deryasında engin bir birikime sahip olan, ilimlerde derinleşmiş kişidir.

Bu kavramlar, ilim dünyasında farklı alanlarda ve mertebelerde kullanılan önemli terimlerdir.

@@@@@@@

Ayette geçen,- ver rasihune fil ilmi- tefsir ve izahı nedir?

“Ver Rasihune Fil İlmi” ifadesi, Kur’an-ı Kerim’in Ali İmran Suresi, 7. ayetinde geçer ve “ilimde derinleşenler” anlamına gelir. Bu ifade, özellikle Allah’ın kitabındaki anlam derinliklerini kavrayabilen seçkin kimseleri tarif etmek için kullanılmıştır. Ayet ve izahı aşağıda verilmiştir:

Ali İmran Suresi, 7. Ayet

> “Hüvellezî enzele aleykel kitâbe minhu âyâtün muhkemâtun hunne ummü’l-kitâbi ve uharu müteşâbihâtun. Fe emmâllezîne fî kulûbihim zeyğun feyettebiûne mâ teşâbehe minhü’btigâe’l-fitneti vebtigâe te’vîlih. Ve mâ ya’lemü te’vîlehu illallâh. Ver râsihûne fîl’ilmi yekûlûne âmennâ bihî küllün min ‘indi rabbinâ. Ve mâ yez-zekkeru illâ ulûl’el-bâb.”
Meali:

“O, sana kitabı indiren Zât’tır. Kitapta bazı ayetler muhkemdir (hükümleri açık ve sabittir); bunlar kitabın temelidir. Diğer ayetler ise müteşabihtir (birden fazla anlam taşıyan ayetlerdir). Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun tevilini (derin anlamını) aramak için müteşabih olan ayetlere tabi olurlar. Oysa onların tevilini ancak Allah bilir. İlimde derinleşenler (ver rasihune fil ilmi) ise, ‘Biz buna iman ettik, hepsi Rabbimizin katındandır.’ derler. Bunu ancak akıl sahipleri düşünüp anlar.”

Tefsir ve İzah

1. “Ver Rasihune Fil İlmi” Ne Anlama Gelir?

“Rasihun”, kök itibariyle “derinleşmek, sağlamlaşmak, kökleşmek” anlamına gelir. “Rasihune fil ilmi”, ilimde derinleşmiş, hikmet sahibi, doğru bilgiyle sağlam bir anlayışa ulaşmış kişileri ifade eder.

Bu kişiler, müteşabih ayetlerin (birden fazla anlam taşıyan, yoruma açık ayetlerin) hakikatini tam olarak bilmeseler bile, onların Allah’tan geldiğini bilir ve teslimiyetle inanırlar.

2. Ayetteki Ana Kavramlar

Muhkem Ayetler:
Anlamları açık ve kesin olan, yorum gerektirmeyen ayetlerdir. Örneğin, İslam’ın temel inanç esasları ve ibadetlere dair hükümler muhkem ayetlerde yer alır.

Müteşabih Ayetler:
Anlamları tam olarak anlaşılamayan, yoruma açık ve sembolik ifadeler içeren ayetlerdir. Örneğin, cennet, cehennem, kıyamet ve Allah’ın bazı sıfatları hakkındaki ayetler bu gruba girer.

3. İlimde Derinleşenlerin Özellikleri

Teslimiyet ve İman:
Bu kişiler, müteşabih ayetlerin anlamını tam olarak anlamasalar da Allah’a ve O’nun kitabına teslimiyet gösterirler.

> Örnek: “Hepsi Rabbimizin katındandır.” diyerek iman ederler.

Derin Bilgi Sahibi Olmaları:
İlimde derinleşmek, yalnızca yüzeysel bilgiye sahip olmak değil, hakikati anlamaya yönelik ciddi bir araştırma ve hikmetli düşünceyi ifade eder. Onlar, bilgi ve hikmetle ayetleri anlamaya çalışırlar.

Kalplerindeki Eğrilikten Uzak Olmaları:
Rasih alimler, ayetleri fitne veya bozgunculuk amacıyla değil, Allah’a yakınlaşmak ve hakikati öğrenmek için anlamaya çalışırlar.

4. Müteşabih Ayetlerin Yorumu

Tefsir alimleri arasında “ve mâ ya’lemü te’vîlehu illallâh” (Onların tevilini ancak Allah bilir) ifadesinin anlamı üzerinde iki görüş vardır:

1. Yalnızca Allah bilir:
Müteşabih ayetlerin hakikatini sadece Allah bilir. İnsanlar bu ayetlerin detaylarını kavrayamaz ve teslimiyetle iman ederler.
2. Allah ve İlimde Derinleşenler Bilir:
Bazı alimler, ayetteki duraksamayı farklı bir şekilde okuyarak, müteşabih ayetlerin yorumunu hem Allah’ın hem de ilimde derinleşenlerin bilebileceğini belirtir.

5. Rasih Alimlere Örnekler

İbn Abbas: Müteşabih ayetleri yorumlamada ünlü bir sahabedir ve Kur’an’ın derin manalarını anlama konusundaki yeteneği ile tanınır.

İmam Gazali: Hikmetli düşünceleri ve tasavvufi yorumlarıyla ilimde derinleşen bir alimdir.

Fahreddin er-Razi: Kur’an tefsirinde derinlemesine çalışan ve müteşabih ayetlere dair açıklamalar yapan bir tefsir alimidir.

Sonuç:

“Ver rasihune fil ilmi” ifadesi, ilimde derinleşmiş ve sağlam bir inanca sahip kimseleri ifade eder. Bu kişiler, muhkem ayetleri açıkça anlar ve müteşabih ayetlere teslimiyetle iman ederler. Bu ayet, hem bilgiye hem de imana dayalı bir dengeyi temsil eder ve insanlara Kur’an’ın hakikatlerini anlamada tevazu ve teslimiyetle hareket etmeleri gerektiğini öğretir.

[1] https://www.youtube.com/watch?v=wF3-FS1QQfo




ALLAH’IN MUİZ VE MÜZİL İSİMLERİ

ALLAH’IN MUİZ VE MÜZİL İSİMLERİ[1]

 

  1. Ali İmran, 26. ayet

Ayet
Erhan Aktaş
De ki: “Ey mülkün sahibi Allah’ım! Sen mülkü hak edene verirsin, mülkü hak edenden çekip alırsın. Hak edeni aziz, hak edeni zelil edersin. Hayır, senin elindedir. Kuşkusuz Sen Her Şeye Güç Yetiren’sin.”

قُلِ اللّٰهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَنْ تَشَٓاءُ وَتَنْزِعُ الْمُلْكَ مِمَّنْ تَشَٓاءُۘ وَتُعِزُّ مَنْ تَشَٓاءُ وَتُذِلُّ مَنْ تَشَٓاءُۜ بِيَدِكَ الْخَيْرُۜ اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Kulillahumme malikel mulki tu’til mulke men teşau ve tenziul mulke mimmen teşa’, ve tuizzu men teşau ve tuzillu men teşa’, bi yedikel hayr, inneke ala kulli şey’in kadir.

@@@@@@@

Allahın Muiz ve Müzil isimleri ve tarihsel örnekleri.

El-Muiz ve El-Müzil, Allah’ın 99 isminden (Esmâü’l-Hüsnâ) ikisidir ve Allah’ın kainatta hem yücelten hem de alçaltan, güç ve izzet veren veya dilediği kimseyi zelil eden özelliklerini ifade eder. Bu iki isim, Allah’ın adalet ve hikmetiyle tecelli eden farklı yönlerini gösterir.

El-Muiz (المعزّ)

Anlamı: “İzzet veren, güçlendiren, şeref ve onur bahşeden.”

Allah, dilediği kişilere, toplumlara ya da kavimlere izzet ve güç verir, onları yüceltir. Bu isim, Allah’ın rahmeti ve kudretiyle kullarına nimetler ihsan ettiğini gösterir.

Tarihsel Örnekler

1. Hz. Peygamber ve Sahabelerin İzzet Bulması: Mekke döneminde zayıf ve baskı altında olan Müslümanlar, Medine’ye hicretten sonra Allah’ın yardımıyla güçlenmiş, Bedir Savaşı gibi zaferlerle izzet kazanmışlardır.

2. Hz. Ömer’in İslam’la Şereflenmesi: Hz. Ömer, İslam’ı kabul ettikten sonra Müslümanlar arasında cesaret ve güç kaynağı olmuştur. Bu olay, Allah’ın izzet vermesi olarak yorumlanabilir.

El-Müzil (المذلّ)

Anlamı: “Zelil eden, küçülten, alçaltan.”

Allah, zulmedenleri, nankörlük edenleri veya kibirlenenleri adaleti gereği zelil eder ve onlardan güçlerini alır. Bu isim, Allah’ın mutlak otoritesini ve adaletini gösterir.

Tarihsel Örnekler

1. Firavun’un Helakı: Firavun, kibir ve zulümle halkına baskı yaparken, Allah tarafından denizde boğularak zelil edildi. Bu olay, El-Müzil isminin tecellilerinden biridir.

2. Ebrehe’nin Ordusunun Yok Edilmesi: Kabe’yi yıkmak için gelen Ebrehe ve ordusu, Allah’ın izniyle Ebabil kuşları tarafından helak edilmiş ve zelil olmuşlardır.

İki İsmin Birlikte Tecellisi

El-Muiz ve El-Müzil isimleri genellikle birbirini tamamlar. Allah, kullarını hem yüceltebilir hem de küçültebilir. Örneğin:

İslam’ın Yükselişi: Mekke’nin fethi sırasında Müslümanlar izzet bulurken, müşriklerin gururu kırılmış ve küçülmüşlerdir.

Bu iki isim, Allah’ın kainatta her şeyin mutlak hâkimi olduğunu ve dilediği şekilde adaletle hükmettiğini gösterir. İnsanlar ise bu isimlerin tecellisinden ders çıkararak hem şükretmeli hem de Allah’ın adaletine teslim olmalıdır.

@@@@@@#

“(Münafıklar:) “Andolsun, eğer Medine’ye dönersek (devlet ve hükümete yerleşirsek), daha üstün ve şerefli olan (bizler), daha güçsüz ve zelil olanı (sadık mü’minleri) oradan mutlaka çıkarıp atacaktır” diyorlardı. Oysa (gerçek) izzet, haysiyet ve üstünlük, (ancak) Allah’ın; Peygamberin ve (samimiyetle ve bütünüyle İslam’a) inananlarındır. Ne var ki münafıklar bunu bilecek (ve idrak edecek akli ve vicdani dürüstlükten uzaktırlar).” Münafikun.8.

Beni Mustalik seferinde iken “Müreysi” suyu başında Ensar’dan Sinan-ı Cüheni ile muhacirlerden Cehcah b. Said arasında kavga çıkmıştı. Olaydan haberdar olan münafıkların başı Abdullah b. Ubeyy, muhacirlere yardım edilmemesini istemiş ve “Medine’ye dönersek üstün olan zayıf ve düşük olanı oradan çıkaracaktır” şeklinde hezeyanda bulunmuştu.

@@@@@#

Bu ayet, Münafikûn Suresi 8. ayet olup, münafıkların kibir ve aldatıcı düşüncelerini ifade ederken, Allah’ın izzetin (şeref ve üstünlüğün) yalnızca Kendisine, Peygamberine ve samimi müminlere ait olduğunu beyan eder.

Ayetten Çıkarılacak Dersler:

1. Münafıkların Kibrine Karşı İlahi Adalet: Münafıklar, Medine’ye dönüp Müslümanları güçsüzleştireceklerini ve kendi üstünlüklerini ilan edeceklerini iddia ediyorlardı. Ancak bu, onların batıl bir zannıydı. Allah, gerçek izzetin kimde olduğunu ortaya koymuştur.

2. İzzetin Kaynağı: Gerçek güç, şeref ve haysiyet, maddi imkânlarla değil; iman ve Allah’a teslimiyetle kazanılır. Münafıklar, bu gerçeği kavrayacak vicdani ve akli dürüstlükten yoksundurlar.

3. Allah’ın Koruması: Allah, sadık müminleri zelil olmaktan korur ve her türlü tehlikeden muhafaza eder. Bu, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde geçerlidir.

Tarihsel Bağlam:

Bu ayet, Medine’deki münafıkların lideri olan Abdullah bin Übey bin Selul ve onun yandaşlarıyla ilgilidir. Uhud Savaşı gibi olaylarda münafıkların gerçek yüzleri ortaya çıkmış, onların planları bozulmuş ve şeref iddiaları boşa çıkmıştır.

El-Muiz ve El-Müzil İsimleriyle Bağlantı:

El-Muiz: Allah, müminleri üstün kılar ve onlara şeref verir. Medine İslam toplumunun güçlenmesi bunun bir örneğidir.

El-Müzil: Münafıklar, iman etmeyenlerin tarafını tutmuş ve planları başarısız olmuştur. Allah, onları küçük düşürmüş ve toplum önünde zelil etmiştir.

Bu ayet, müminlere umut verirken, münafıklara da bir uyarıdır: İzzet yalnızca Allah katındadır ve Allah’a samimiyetle bağlı olanlara aittir.

[1] https://www.youtube.com/watch?v=vfk0qQAfxwI




GAZALİ’NİN FELSEFECİLERİ TENKİDİ

GAZALİ’NİN FELSEFECİLERİ TENKİDİ[1]


Gazali’nin Felsefe Eleştirisi: Tehafütü’l-Felasife

İslam düşünce tarihinin en önemli eserlerinden biri olan Gazali’nin Tehafütü’l-Felasife (Filozofların Tutarsızlığı), filozofların bazı fikirlerini eleştiren ve İslam akidesiyle çeliştiği düşünülen felsefî görüşleri çürütmeyi amaçlayan bir eserdir. Gazali (1058-1111), bu eseriyle hem İslam dünyasında hem de Batı’da felsefe ve kelâm alanında derin etkiler bırakmıştır.

Gazali’nin Eserin Amacı ve Yazılma Sebebi

Felsefenin İslam İnancına Zararları: Gazali, İslam dünyasında yaygınlaşan Yunan felsefesi (özellikle Aristoteles ve onun İslam’daki temsilcileri olan Farabi ve İbn Sina’nın görüşleri) karşısında, bu felsefenin İslam akidesine zarar verebileceğini düşünmüştür. Ona göre, bu filozofların bazı görüşleri dinî inançlarla bağdaşmamaktadır.

Akıl-Nakil Dengesi: Gazali, aklı inkâr etmeyen bir âlimdi. Ancak aklın sınırlarını çizmeyi ve naklin (vahyin) mutlak hakikat olduğunu vurgulamayı amaçlamıştır.

Gazali, Tehafütü’l-Felasife eserini yazarken temel hedefinin, felsefenin metafizik alanındaki bazı iddialarını çürütmek ve bu alanın aklın kapasitesini aştığını göstermek olduğunu belirtmiştir.

Eleştirdiği Felsefî Görüşler

Gazali, filozofların düşüncelerini 20 temel mesele üzerinden ele almış ve bu meselelerin 17’sini hatalı, 3’ünü ise küfür olarak nitelendirmiştir.

Küfürle İtham Edilen Görüşler

1. Alemin Ezeli ve Ebedi Olduğu Görüşü:

Farabi ve İbn Sina gibi filozoflar, maddenin ve evrenin ezelî olduğunu savunmuşlardır. Gazali’ye göre bu görüş, İslam’ın yaratılış inancına aykırıdır, çünkü İslam’da evrenin Allah tarafından yoktan yaratıldığı (hudûs) inancı esastır.

Gazali bu görüşe, evrendeki değişim ve sonluluğu delil göstererek karşı çıkmıştır.

2. Allah’ın Cüziyatla İlgilenmediği Görüşü:

Filozoflara göre Allah, yalnızca genel ilkeleri bilir, ancak tek tek bireylerin ve olayların bilgisine sahip değildir. Gazali’ye göre bu, Allah’ın her şeyi kuşatan ilmiyle çelişmektedir.

Gazali, Allah’ın bilgisiyle her şeyin en ince ayrıntısına kadar kuşatıldığını savunur.

3. Bedenlerin Yeniden Dirilişi İnancını Reddetmek:

Filozoflar ahiret inancını sadece ruhani bir durum olarak görmüş ve bedenlerin dirilişini kabul etmemişlerdir. Gazali’ye göre bu görüş, İslam’ın ahiret inancı ve fiziksel diriliş öğretisiyle çelişir.

Gazali, ahiret inancının maddi ve manevi boyutlarıyla bir bütün olduğunu vurgulamıştır.

Hatalı Olduğunu Söylediği Görüşler

Gazali’nin hatalı bulduğu diğer 17 mesele metafizik, tabiat felsefesi ve mantıkla ilgilidir. Bu görüşlerden bazıları şunlardır:

1. Neden-Sonuç İlişkisi (İlliyet):

Filozoflar, doğadaki olayların neden-sonuç ilişkisine göre zorunlu bir şekilde meydana geldiğini savunmuştur. Örneğin, ateşin bir maddeyi yakması zorunlu bir sonuç olarak görülmüştür.

Gazali, bu ilişkiyi Allah’ın iradesine bağlamış ve illiyetin zorunlu değil, Allah’ın sürekli müdahalesine bağlı bir ilişki olduğunu savunmuştur. Bu, Gazali’nin “ateş yakmaz, Allah yakar” şeklinde özetlenebilecek görüşüdür.

2. Allah’ın Sıfatları:

Filozoflar, Allah’ın sıfatlarını bir tür metafor olarak yorumlamışlardır. Gazali ise Allah’ın sıfatlarının hakiki anlamda var olduğunu ve bunların inkar edilmesinin yanlış olduğunu belirtmiştir.

3. Nübüvvet (Peygamberlik):

Bazı filozoflar, peygamberliği sıradan bir insan yeteneği veya olağanüstü bir zeka ile açıklamaya çalışmıştır. Gazali ise peygamberliğin ilahî bir vahiy olduğunu ve sadece akıl yoluyla anlaşılamayacağını savunur.

azali’nin Eleştiri Metodu

Gazali, filozofların düşüncelerini çürütmek için şu yöntemleri kullanmıştır:

1. Filozofları Kendi Silahlarıyla Vurmak:

Gazali, filozofların kendi mantık ve delillerini kullanarak onların görüşlerindeki çelişkileri göstermiştir. Bu yüzden “tehafüt” (tutarsızlık) kelimesini kullanmıştır.

Örneğin, filozofların neden-sonuç ilişkisi konusundaki görüşlerinin kendi ilkeleriyle çeliştiğini iddia etmiştir.

2. Akıl ve Nakil Dengesi:

Gazali, aklın sınırlı olduğunu ve metafizik meselelerde kesin bilgiye ulaşamayacağını savunmuştur. Bu tür meselelerde vahyin yol gösterici olduğunu belirtmiştir.

3. Metafizik Eleştirisi:

Gazali’ye göre, metafizik felsefe kesin bilgi sağlayamaz. Matematik ve tabiat bilimleri gibi konular ise kesin bilgiye daha yakındır. Ancak filozoflar bu kesinlik anlayışını metafiziğe taşımaya çalışmışlardır ve burada hataya düşmüşlerdir.

Tehafütü’l-Felasife’nin Etkileri

İslam Dünyasındaki Etkileri

Gazali’nin eleştirileri, İslam dünyasında felsefeye yönelik ciddi bir mesafeye neden olmuştur. Bu durum, İslam felsefesinin gelişiminde bir yavaşlama olarak görülmüştür.

Ancak kelâm ve tasavvuf gibi disiplinler bu eleştirilerden güç kazanmış ve gelişmiştir.

Batı Dünyasındaki Etkileri

Gazali’nin eleştirileri Batı’da da yankı bulmuş, özellikle 12. ve 13. yüzyıllarda Latince’ye çevrilen eserleri, Batı felsefesindeki skolastik tartışmaları etkilemiştir.

İbn Rüşd, Gazali’ye cevap olarak Tehafütü’t-Tehafüt (Tutarsızlığın Tutarsızlığı) adlı eserini yazmış ve Gazali’nin eleştirilerine karşı çıkmıştır. Bu eser, Gazali’nin etkisini Batı’da daha da artırmıştır.

Sonuç

Gazali’nin Tehafütü’l-Felasife adlı eseri, İslam dünyasında felsefe ve din ilişkisinde bir dönüm noktasıdır. Gazali, aklın önemini reddetmemekle birlikte, aklın sınırlarını vurgulamış ve vahyin mutlak otoritesine dikkat çekmiştir. Onun bu eseri, İslam dünyasında felsefenin dinî inançlarla uyumlu bir şekilde ele alınması gerektiğini göstermiş ve dinî düşüncenin gelişimine önemli katkılar sağlamıştır. Bununla birlikte, felsefe ile kelâm arasındaki denge arayışı, sonraki İslam düşüncesini derinden etkilemiştir.

[1] https://www.youtube.com/watch?v=G26hkgyBQpg




İçimizdeki Baas ve Esed Artıkları

İçimizdeki Baas ve Esed Artıkları

Siyasi ve İdeolojik Körlük Üzerine Bir Eleştiri

Ortadoğu coğrafyası, tarih boyunca krizlerle ve güç mücadeleleriyle anılmıştır. Bu krizlerin birçoğunda, halkların özgürlük taleplerini bastıran otoriter rejimler önemli bir rol oynamıştır. Bu rejimlerden biri de Baas Partisi ve onun Suriye’deki temsilcisi Beşar Esed’dir. Ancak ne yazık ki, böylesine baskıcı bir rejimin ülkemizde hala dolaylı ya da doğrudan destekçileri bulunmaktadır. Bu kesimleri, “Baas ve Esed artıkları” olarak adlandırmak, hem tarihsel gerçeklik hem de güncel siyasi durum açısından yerinde bir tespittir.

Baas Rejiminin Karanlık Yüzü

Baas ideolojisi, Arap milliyetçiliği ve sosyalizmi temel alarak, sözde halkların birliğini ve refahını hedeflemiştir. Ancak pratikte, bu ideoloji Suriye’de bir aile diktatörlüğüne dönüşmüştür. Hafız Esed ile başlayan, Beşar Esed ile devam eden süreç, baskı, işkence ve katliamlarla şekillenmiştir. Suriye’deki iç savaş, bu rejimin halkına karşı nasıl acımasız bir politika izlediğini açıkça göstermiştir. Milyonlarca insanın yerinden edilmesi, yüz binlercesinin hayatını kaybetmesi, kimyasal silah saldırıları ve insanlık suçları, Baas rejiminin gerçek yüzünü gözler önüne sermiştir.

Türkiye’deki Baas ve Esed Artıkları Kimler?

Ülkemizdeki bazı gruplar ve bireyler, ideolojik, siyasi ya da pragmatik nedenlerle Esed rejimini desteklemeye devam etmektedir. Bu desteğin arkasındaki motivasyonlar genelde şu şekilde özetlenebilir:

1. İdeolojik Saplantılar:
Bazı kesimler, seküler bir rejim olduğu için Esed’i savunmaktadır. Ancak bu savunma, rejimin işlediği insanlık suçlarını görmezden gelmekte ve ideolojiyi insan haklarının üstünde konumlandırmaktadır. Bu durum, kör bir ideolojik bağlılığın yansımasıdır.

2. Siyasi Muhalefet Gölgesinde Esed Savunusu:
Türkiye’nin dış politikasına eleştiri getirmek adına, Esed rejimini “meşru bir yönetim” olarak lanse eden çevreler, aslında dolaylı yoldan rejimin suçlarına ortak olmaktadır. Bu tutum, sadece Türkiye’nin çıkarlarına zarar vermekle kalmamakta, aynı zamanda mazlum Suriye halkının acılarını da küçümsemektedir.

3. Anti-Emperyalist Görünüm Altında Baasçılık:
Kendini anti-emperyalist olarak tanımlayan bazı gruplar, Batı karşıtlığı üzerinden Esed rejimini savunmakta ve onu “direniş cephesi”nin bir parçası olarak göstermektedir. Ancak bu yaklaşım, Esed’in kendi halkına karşı uyguladığı baskıyı görmezden gelen çarpık bir dünya görüşüne dayanmaktadır.
Bu Tavırların Bedeli

Esed rejimini savunan ya da meşrulaştıran her tutum, mazlum halkların çektiği acıların üstünü örtmek anlamına gelir. Türkiye, Suriye’deki krizin en ağır sonuçlarına katlanmak zorunda kalan ülkelerden biridir. Milyonlarca mülteciye ev sahipliği yapmakta, sınır güvenliğini sağlamak için çaba göstermekte ve bölgedeki insani dramı en yakından hisseden ülkelerden biri olmaktadır. Böyle bir ortamda, içimizdeki Baas ve Esed artıkları, sadece ideolojik ve siyasi körlükle değil, aynı zamanda ahlaki bir başarısızlıkla da yüzleşmek zorundadır.

Sonuç

Baas ve Esed rejimi, Ortadoğu’daki baskıcı rejimlerin sembolüdür. Türkiye’de, bu rejimi savunan ya da onun propagandasını yapanlar, tarihin doğru tarafında yer almadıklarını bilmelidir. İçimizdeki Baas ve Esed artıkları, kendi ideolojik ya da siyasi hesaplarını bir kenara bırakıp, insan hakları ve mazlumların yanında yer almalıdır. Aksi takdirde, sadece rejimin suçlarına değil, aynı zamanda bu suçların tarihsel sorumluluğuna da ortak olacaklardır.

 

 




Baas ve Esedin yasını içimizdeki Baasçılar ve Esed hayranları tutuyor.

Baas ve Esedin yasını içimizdeki Baasçılar ve Esed hayranları tutuyor.


Baas ve Esed’in Yasını Kim Tutuyor?
İçimizdeki Baasçılar ve Esed Hayranları Üzerine Bir Analiz

Ortadoğu’daki siyasal çatışmalar ve rejim değişiklikleri, bölgedeki birçok halkın kaderini belirlerken, aynı zamanda ideolojik kamplaşmaları da derinleştirdi. Bu bağlamda, Baas rejimi ve onun en tartışmalı liderlerinden biri olan Beşar Esed, sadece bölge siyasetine değil, Türkiye içindeki bazı çevrelerin söylemlerine ve duruşlarına da etki etti. Ne yazık ki, Esed rejiminin işlediği suçlar ve neden olduğu insani trajediler karşısında sessiz kalan, hatta bunu meşru gören bir kesim var: içimizdeki Baasçılar ve Esed hayranları.

Baas Rejiminin Mirası

Baas ideolojisi, Arap milliyetçiliği ve sosyalizmi birleştiren, çoğu zaman otoriter yönetimle uygulanan bir düşünce sistemidir. Suriye’de bu ideolojinin en somutlaşmış hali, Hafız Esed ve daha sonra oğlu Beşar Esed döneminde görüldü. Ancak Baas’ın vaad ettiği “birlik, özgürlük ve sosyalizm” sloganlarının yerini, baskıcı yönetim, ekonomik çöküş ve insan hakları ihlalleri aldı. Özellikle Beşar Esed rejimi, Arap Baharı’nın ardından yaşanan iç savaşla birlikte dünya tarihine, milyonlarca insanın yerinden edildiği, yüz binlerce insanın öldüğü ve bir ülkenin harabeye döndüğü trajedi olarak geçti.

Türkiye’deki Baasçılar ve Esed Hayranları

Türkiye’de ise bazı kesimler, ideolojik ya da pragmatik nedenlerle Esed rejimini açıkça desteklemektedir. Bu destek genellikle iki temele dayanır:

1. İdeolojik Yakınlık: Bazı gruplar, sekülerizmi savunan Baas ideolojisini, “dini gericiliğe karşı bir savunma hattı” olarak görmektedir. Bu çevreler, Esed’i bir “laiklik savunucusu” olarak idealize ederek, rejimin işlediği suçları görmezden gelmektedir.
2. Siyasi Hesaplar: Bazı siyasi partiler veya kişiler ise, Türkiye’nin Suriye politikasına muhalefet etmek adına, Esed’i bir denge unsuru olarak öne çıkarmaktadır. Bu, eleştiriden çok, bir tür örtülü destek anlamına gelir.

Esed’in Yasını Tutmanın Bedeli

Baasçılık hayranlığı veya Esed’i savunma refleksi, yalnızca ahlaki bir sorun değil, aynı zamanda siyasi bir tutarsızlıktır. Esed rejiminin kimyasal silah kullanımı, sivillere yönelik katliamları ve mülteci krizine neden olan politikaları ortadayken, bu rejimi savunmak ya da meşrulaştırmak, mazlumların acılarını görmezden gelmektir.

Esed hayranlığı, bir yandan Türkiye’nin bölgedeki çıkarlarını zedelerken, diğer yandan ülke içindeki toplumsal kutuplaşmayı derinleştirir. Suriye’de yaşanan trajedilerden en çok etkilenen ülkelerden biri olan Türkiye’nin, bu duruma daha hassas yaklaşması gerekirken, içimizdeki bazı sesler bu acıyı önemsizleştirme çabasına girmiştir.

Sonuç

Baas rejimi ve Esed’in politikaları, Ortadoğu’da kaosun ve acının simgesi haline gelmiştir. Bu rejimin yasını tutanlar, tarihin doğru tarafında yer almadıklarını anlamalıdır. Türkiye’nin içindeki Baasçılar ve Esed hayranları, ideolojik veya siyasi çıkarlarını, insani değerlerin önüne koydukları sürece, yalnızca kendi vicdanlarını değil, halkın vicdanını da yaralamaktadır.

 

 




İKİ HAYATIN RUHU HÜKMÜNDE…

İKİ HAYATIN RUHU HÜKMÜNDE…

“ey iki hayatın ruhu hükmünde olan İslâmiyeti bırakan iki ayaklı mezar-ı müteharrik bedbahtlar! Gelen neslin kapısında durmayınız! Mezar sizi bekliyor, çekiliniz. Ta ki, hakîkat-ı İslâmîyeyi hakkıyla kainat üzerinde temevvüc-saz edecek olan nesl-i cedîd gelsin.”


Bu sözler, İslam’ın ruhunu ve hakikatini kaybeden, hayatlarını anlam ve inançtan yoksun bir şekilde sürdüren insanlar için güçlü bir uyarıdır. İfade, hem eleştiri hem de bir çağrıyı içerir. Özellikle iki ana mesaja odaklanır:

1. İslam’ı Bırakanlar için Eleştiri:
İslam’ın manevi ve ahlaki öğretilerini terk eden, sadece maddi dünyaya yönelmiş bireyler, “iki ayaklı mezar” olarak tanımlanıyor. Bu, içsel olarak ölü, fakat bedenen yaşayan insanlara bir göndermedir. Bu kişiler, inançtan koparak hayatlarını anlamdan uzak bir şekilde sürdüren “bedbahtlar” yani mutsuz kimseler olarak nitelendirilir.

2. Yeni Nesle Yer Açma Çağrısı:
Gelen nesil, İslam’ın hakikatini ve ruhunu yeniden canlandıracak, bu manevi mirası hakkıyla temsil edecek bir “nesl-i cedîd” yani yeni bir nesil olarak tasvir edilir. Burada, geçmişten gelen ataleti temsil edenlerin kenara çekilmesi gerektiği, çünkü onların yerini daha bilinçli, dinamik ve İslam’ın evrensel hakikatlerini yaşayıp yansıtacak bir neslin alacağı vurgulanır.

Çağrının Anlamı

Bu çağrı, toplumsal dönüşümü ve inanç esaslarının yenilenmesini vurgular. Şu noktalar öne çıkar:

1. Kendini Yenileme Gerekliliği:
Her toplum, manevi ve ahlaki değerlerini sürekli olarak yenilemeli ve bu değerleri sadece bir geçmiş mirası olarak değil, yaşayan bir hakikat olarak benimsemelidir.

2. Eski ve Yeni Arasındaki Geçiş:
Hayatın doğal akışında, eski anlayışların yerini daha taze ve diriltici yaklaşımlar almalıdır. Burada, geçmişin yorgunluğu yerine geleceğin umut dolu bir enerjisi öne çıkar.

Mesajın Günümüze Uygulanışı

Bu güçlü ifade, günümüz toplumunda da anlamını korumaktadır. İslam’ın hakikatini sadece şekilsel bir ritüel ya da geçmişin bir mirası olarak görenlere karşı bir uyarıdır. Aynı zamanda genç nesle, inancın özüyle yeniden buluşma, onu hayatın her alanında yaşama ve yansıtma sorumluluğunu hatırlatır.

Sonuç olarak, bu çağrı hem bir muhasebe hem de bir harekete geçme davetidir: Eski, anlamını yitirmiş alışkanlıkları terk ederek İslam’ın özünü anlayan ve yaşayan bir toplum oluşturmak. Bu, İslam’ın evrensel mesajını insanlığa yeniden sunma görevini üstlenmek demektir.

@@@@@@@@

İçimizdeki Yüz Yıllık Atık ve Artıkları
Tey iki hayatın ruhu hükmünde olan İslâmiyeti bırakan iki ayaklı mezar-ı müteharrik bedbahtlar! Gelen neslin kapısında durmayınız! Mezar sizi bekliyor, çekiliniz. Ta ki, hakîkat-ı İslâmîyeyi hakkıyla kainat üzerinde temevvüc-saz edecek olan nesl-i cedîd gelsin.arihsel Kalıntılar ve Geleceğe Yansıyan İzler

Bir toplumun tarihsel mirası, onun kültürel, siyasi ve ekonomik yapısını derinden etkiler. Ancak bu mirasın içinde, yalnızca olumlu katkılar değil, aynı zamanda köhneleşmiş ve işlevsiz hale gelmiş unsurlar da yer alır. “Yüz yıllık atık ve artıklar” ifadesi, Türkiye gibi köklü bir geçmişe sahip toplumlarda, geçmişin tartışmalı unsurlarını ve bugüne kadar taşınan etkilerini anlamak için önemli bir metafor haline gelmiştir. Bu yazıda, tarihimizin ve toplumsal yapımızın içinde saklı kalmış, ancak bugün hala etkisini sürdüren yüz yıllık “atık ve artıkları” ele alacağız.

Atıklar: İşlevsizleşmiş Kalıntılar

Atıklar, işlevini yitirmiş, günümüzde ise birer yük haline gelmiş unsurlardır.

1. Monolitik Düşünce Yapıları:
Osmanlı’nın son döneminden Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar, çeşitli siyasi ve ideolojik çatışmalar yaşanmıştır. Bu süreçte oluşan bazı düşünce sistemleri, modern dünyanın gereksinimlerini karşılayamaz hale gelmiştir. Örneğin, dogmatik milliyetçilik ya da kökten laiklik anlayışı, dinamik bir toplumun ihtiyaçlarına yeterince cevap verememektedir. Bu tür sabit fikirler, bugün hala toplumsal kutuplaşmayı artıran unsurlar arasında yer alıyor.

2. Bürokratik Vesayet:
Yüzyıl boyunca bu vesayetçi anlayış, halk ile devlet arasındaki güven bağını zedelemiş ve değişime direnç gösteren bir yapı haline gelmiştir.

3. Toplumda Yerleşik Önyargılar:
Tarih boyunca, farklı etnik, dini ve ideolojik gruplar arasında süregelen önyargılar, toplumsal dayanışmayı zayıflatmıştır.

Artıklar:

1. Çok Kültürlülük Mirası:
Osmanlı’dan miras kalan çok kültürlü yapının izleri, bugün hala Türkiye’nin kültürel zenginliklerinden biridir. Ancak bu miras, yeterince değerlendirilememekte ve çoğu zaman çatışmalara neden olmaktadır. Doğru bir yaklaşımla, bu zenginlik toplumsal bir avantaja dönüştürülebilir.

2. Tarihsel Dayanıklılık:
Tarihi boyunca pek çok kriz ve savaş atlatan Türkiye, derin bir direnç ve adaptasyon yeteneğine sahiptir. Bu özellik, doğru bir liderlik ve vizyon ile gelecekteki zorlukları aşmak için bir fırsat olarak kullanılabilir.

3. Kadim Eğitim Gelenekleri:
Osmanlı’nın medrese sisteminden Cumhuriyet’in modern eğitim anlayışına kadar, Türkiye’nin eğitim alanında güçlü bir tarihsel mirası vardır. Bu miras, günümüz teknolojik gelişmeleriyle harmanlanarak daha etkili bir sistem inşa edebilir.

Bugün Hangi Yüzleşmelere İhtiyacımız Var?

“Yüz yıllık atık ve artıkları” ele almak, geçmişi reddetmek veya yüceltmek değil, onunla yüzleşmek anlamına gelir. Bugün toplum olarak şu adımları atmak zorundayız:

1. Geçmişin Yüklerinden Kurtulmak:
Artık işlevsiz hale gelmiş dogmatik düşüncelerden, önyargılardan ve köhnemiş kurumlardan kurtulmak gerekiyor. Bunun için eğitim ve toplumsal bilinçlenme şart.

2. Tarihi Doğru Okumak:
Geçmişin mirasını ideolojik bir bakış açısıyla değil, nesnel bir şekilde değerlendirmek, geleceğe daha sağlıklı bir yön vermek için gereklidir.

3. Değişimi Kucaklamak:
Gelenek ile modernlik arasında bir denge kurarak, toplumun ihtiyaçlarına cevap verecek yenilikçi yaklaşımlara yönelmeliyiz.

Sonuç

“Yüz yıllık atık ve artıkları” ele almak, hem geçmişi anlamak hem de geleceğe yönelik doğru adımlar atmak açısından önemlidir. Tarihimizdeki bu unsurları doğru bir şekilde analiz ederek, toplumsal dönüşüm ve gelişim için bir fırsat yaratabiliriz. Geçmişin ağırlığından kurtulurken, ondan ders çıkarmak, geleceği inşa etmek için en güçlü araçlarımızdan biridir. Bu dönüşüm, sadece bireyler için değil, Türkiye’nin bütünsel gelişimi için de kritik bir adımdır.

@@@@@@@