HER ANAHTAR HER KAPIYI AÇMAZ

HER ANAHTAR HER KAPIYI AÇMAZ[1]

 

Her anahtar her kapıyı açmaz.

“İslâmiyet için fethedilemeyecek insan yoktur mühim olan İslam’a hizmette bulunanların çok dikkatli olması. İnsan yüz kapılı bir saraya benzer. Mutlaka bir kapıdan girilerek o insan fethedilir.”

Bir kapı açılmadığı zaman diğer kapıların da açılmayacak düşünülemez.

Bu söz, İslamiyet’in insanlara ulaşma ve onların kalplerine dokunma konusundaki gücüne işaret eder. Aynı zamanda, İslam’ı tebliğ edenlerin dikkatli, özenli ve hikmetli bir yaklaşım sergilemeleri gerektiğini vurgular. Sözde geçen bazı önemli noktaları açıklayalım:

1. “İslamiyet için fethedilemeyecek insan yoktur”

Bu ifade, İslam’ın evrenselliğine ve insan fıtratına hitap eden bir yapıya sahip olduğuna işaret eder. İnsanların kalplerine İslam’ın mesajını ulaştırmak mümkündür, çünkü bu din, insanın doğasına uygun bir hakikati ifade eder.

2. “Mühim olan İslam’a hizmette bulunanların çok dikkatli olması”

İslam’ı anlatan veya temsil eden kişilerin, bu sorumluluğun ağırlığını bilerek hareket etmeleri gerekir. Tebliğde kullanılan yöntemlerin şefkatli, hikmetli ve anlayışlı olması, muhatapların durumuna göre hareket edilmesi büyük önem taşır. Önyargıların kırılması ve gönüllere ulaşılması ancak bu şekilde mümkündür.

3. “İnsan yüz kapılı bir saraya benzer”

Bu benzetme, insanın karmaşık ve çok yönlü bir varlık olduğunu anlatır. Her insanın farklı düşünce yapısı, duyguları ve hayat tecrübeleri vardır. Bu yüzden her insana aynı yöntemle yaklaşmak doğru olmayabilir.

4. “Mutlaka bir kapıdan girilerek o insan fethedilir”

Bu cümle, her insanın İslam’ı anlayıp kabul edebileceği bir yönü veya kapısı olduğunu ifade eder. Bir insanın kalbine ulaşmak için o kişiye uygun bir yaklaşım benimsemek gerekir. Bu kapı, bazen bir hikmetli söz, bazen bir güzel davranış, bazen de kişinin içinde bulunduğu bir durum üzerinden açılabilir.

Genel Değerlendirme

Bu sözden, İslam’ı tebliğ edenlerin hem muhatabını tanıması hem de kendi üslubuna dikkat etmesi gerektiği sonucu çıkarılabilir. Her insanın kalbine ulaşabilecek bir yol vardır; önemli olan o yolu bulabilmek ve doğru bir şekilde kullanmaktır. Tebliğde şefkat, sabır, hikmet ve ahlak en temel unsurlardır.

[1] https://www.youtube.com/watch?v=e0KdSLqIjqU




FEMI MUHSİN VE FEHMİ MUHSİN

FEMI MUHSİN VE FEHMİ MUHSİN[1]

 

-Ruhî-i Bağdadî diyor ki;

“Sanma ey hâce ki senden zer ü sîm isterler,

Yevme lâ yenfeu’da kalb-i selîm isterler…”

“Ey hoca; sanma ki senden altın ve gümüş isterler,

Hiçbir şeyin fayda vermeyeceği günde, tertemiz ve sapasağlam bir kalp isterler.”

-Femi Muhsin ve Fehmi Muhsin’i örnekleriyle açıklar mısın?


Femi Muhsin ve Fehmi Muhsin, İslami terminolojide, Allah’ın insana bahşettiği yeteneklerin doğru şekilde kullanılmasıyla ilgili iki kavramdır. Bu terimler genellikle insanın sözleri ve anlayışı ile Allah’a olan kulluk ilişkisini nasıl düzenlemesi gerektiğini ifade eder. Bu iki kavramın anlamlarını detaylandırarak örneklerle açıklayalım:

Femi Muhsin (Güzel Konuşma ve Sözü Doğru Kullanma)

“Femi Muhsin,” kişinin dilini Allah’ın razı olduğu şekilde kullanması anlamına gelir. Allah’ın verdiği dil nimetini güzel, hayırlı ve faydalı sözlerle değerlendirmek, kötü ve zararlı sözlerden kaçınmak bu kavramın özüdür.

Femi Muhsin’in Özellikleri:

1. Doğruyu Söylemek: Yalan söylememek, insanları yanıltmamak.

2. Faydalı Konuşmak: İnsanları hayra davet eden, onlara yol gösteren sözler sarf etmek.

3. Kötülükten Uzak Durmak: Dedikodu, gıybet, iftira, küfür gibi kötü sözlerden sakınmak.

4. Tefekkür ve Zikir: Allah’ı anan, O’nu hatırlatan sözlerle konuşmak.

Femi Muhsin’e Örnekler:

Hz. Peygamber’in Sözleri: Peygamber Efendimiz (sav), “Ya hayır söyleyin ya da susun” buyurarak dilin doğru kullanılmasını emretmiştir. O, sözü her zaman hikmetle ve fayda sağlayacak şekilde kullanırdı.

Bir Alimin Nasihati: İnsanlara faydalı nasihatlerde bulunan bir alim, dilini Allah’ın rızasına uygun kullandığı için Femi Muhsin’e örnektir.

Anne veya Babaya Güzel Söz Söylemek: Allah’ın emri olan anne-babaya iyi davranış, güzel sözlerle yaklaşmak da Femi Muhsin halidir.

Fehmi Muhsin (Doğru Anlayış ve Kavrayış)

“Fehmi Muhsin,” kişinin Allah’ın verdiği akıl ve anlayış nimetini hikmetle kullanmasıdır. İnsan, doğru olanı idrak etmek ve bunu hayatında uygulamak için Allah’ın verdiği akıl ve fehmi iyi kullanmalıdır. Fehmi muhsin, kişinin olayları, insanları ve Allah’ın emirlerini doğru bir şekilde anlaması ve bunu hayata geçirmesi anlamına gelir.

Fehmi Muhsin’in Özellikleri:

1. Kur’an ve Sünneti Anlamak: Allah’ın emir ve yasaklarını doğru bir şekilde kavrayarak yaşamak.

2. İdrak ve Basiret Sahibi Olmak: Hakkı batıldan ayırt edebilmek.

3. Derin Düşünmek: Olayların arkasındaki hikmeti ve Allah’ın takdirini anlamaya çalışmak.

4. Hayata Uygulamak: Doğru anlayışı sadece bilgi olarak değil, eyleme dönüştürmek.

Fehmi Muhsin’e Örnekler:

Hz. Süleyman’ın Hikmeti: Kur’an’da geçen bir olayda Hz. Süleyman, iki kadının çocukları üzerinde tartışmasını basiret ve hikmetle çözmüştür. Bu, Fehmi Muhsin’in en güzel örneklerinden biridir.

Kur’an’ı Doğru Anlayan Bir Mümin: Ayetlerin anlamını kavrayıp hayatına uygulayan bir mümin, Fehmi Muhsin halindedir.

Bir Velinin Derin İdraki: Bir veli veya arif kişinin Allah’ın takdirindeki hikmetleri kavrayıp insanlara öğüt vermesi, bu kavramın uygulamasıdır.

Femi Muhsin ve Fehmi Muhsin Arasındaki Bağlantı

Dil ve Anlayışın Birlikteliği: Femi Muhsin ve Fehmi Muhsin, birlikte çalışır. Dil ile söylenen sözler, ancak doğru bir anlayıştan kaynaklandığında anlamlı ve faydalı olur.

İlahi Hikmetin Yansıması: Allah, insana dil ve akıl nimetini birlikte vermiştir. Kişi, dilini güzel sözlerle süslerken, bu sözlerin temelinde doğru bir anlayış ve hikmet olmalıdır.

Günlük Hayattan Örnekler:

1. Bir Öğretmen: Öğrencilerine hikmetli bilgiler veren, onların anlayışını artıran bir öğretmen hem dilini (femi Muhsin) hem de aklını (Fehmi Muhsin) doğru kullanmaktadır.

2. Bir Müminin Nasihati: Bir müminin, ihtiyacı olan bir insana Allah’ın emirlerini hikmetle anlatması, hem dilini güzel kullanması (femi Muhsin) hem de derin bir anlayışa sahip olması (Fehmi Muhsin) örneğidir.

3. Aile İlişkileri: Anne-babanın çocuklarına hikmetli öğütler vermesi ve onların yeteneklerini keşfetmesine yardımcı olması, bu iki kavramın birlikte uygulanmasıdır.

Sonuç:

Femi Muhsin ve Fehmi Muhsin, insanın dil ve akıl nimetlerini Allah’ın rızasına uygun şekilde kullanması anlamına gelir. Femi Muhsin, dil ile faydalı, hikmetli ve güzel söz söylemeyi; Fehmi Muhsin ise olayları doğru anlamayı ve idrak etmeyi ifade eder. Bu iki kavram, insanın hem bireysel hem toplumsal hayatında dengeli ve faydalı bir şekilde hareket etmesi için rehberlik eder. Allah, bu iki nimeti doğru kullanmayı nasip edenlerden eylesin.

[1] https://www.youtube.com/watch?v=vRaik9gpPQc




TEBLİĞ EDENDE OLMASI GEREKENLER

TEBLİĞ EDENDE OLMASI GEREKENLER[1]

 

İslamiyet’i anlatmada Müslüman ve gayri Müslimlere daha etkili ve gerçekçi olması açısından hangi yöntemler uygulanmalıdır?


İslam’ı anlatmada etkili ve gerçekçi yöntemler, muhatabın inanç, kültür ve bilgi seviyesini göz önünde bulundurmayı gerektirir. Hem Müslümanlara hem de gayrimüslimlere yönelik tebliğde kullanılabilecek bazı temel prensipler ve yöntemler şunlardır:

1. Etkili İletişim ve Samimiyet

İhlas: Allah rızası için tebliğ etmek, kişisel menfaatlerden arınmış bir niyetle hareket etmek şarttır. Samimi bir kalpten gelen mesajlar muhatap üzerinde daha etkili olur.

Empati ve Anlayış: Muhatabın kültürel ve duygusal durumunu anlamaya çalışarak onunla ortak bir zemin bulmak.

Doğru Dil Kullanımı: Karmaşık dini terimler yerine, muhatabın anlayacağı sade bir dil kullanmak.

2. Davranışla Tebliğ (Temsil)

Örnek Olma: Peygamber Efendimiz (sav), sözlerinden çok davranışlarıyla insanlara rehberlik etmiştir. İslam’ı temsil eden bir kişi, ahlakı ve tutumuyla en etkili mesajı verir.

Adalet ve Şefkat: İnsanlara karşı adil, hoşgörülü ve merhametli olmak, İslam’ın güzel yüzünü yansıtır.

3. Muhataba Göre Yaklaşım

Müslümanlara Yönelik:

Dinî bilgiyi artırmaya ve uygulamaya teşvik etmek.

İslam’ın ahlâkî yönlerini hatırlatmak, ibadet ve kulluk bilincini güçlendirmek.

İhlası ve Allah rızasını gözeterek hareket etmeye yönlendirmek.

Gayrimüslimlere Yönelik:

Ön yargıları kırmak için İslam’ın hoşgörüsünü ve evrensel değerlerini ön plana çıkarmak.

Diyalog ve tartışmadan kaçınarak, karşılıklı saygıya dayalı bir yaklaşım sergilemek.

Kuran ve sünnetin temel insani değerlerini vurgulamak (adalet, barış, sevgi, komşuluk vb.).

4. İlmi ve Mantıksal Yaklaşım

Bilgiyle Donanım: Dini meseleleri ilmi bir şekilde anlatmak için yeterli bilgiye sahip olmak gerekir. Özellikle farklı inanç sistemlerini anlamak, gayrimüslimlere yönelik tebliğde önemlidir.

Mantıksal İkna: İnançla ilgili konularda muhatabı ikna etmek için akıl ve mantıkla desteklenen deliller sunmak.

5. Dua ve Tevekkül

Dua Etmek: Tebliğde başarı Allah’tan gelir. Bu nedenle, muhatap için hidayet dilemek önemlidir.

Sabır ve Tevekkül: Herkesi hemen ikna etmek mümkün olmayabilir. Sabırlı ve ısrarlı olmak, sonuçları Allah’a bırakmak gerekir.

6. Güncel Araçların Kullanımı

Sosyal Medya ve Teknoloji: Modern dünyada dijital platformlar, geniş kitlelere ulaşmak için etkili araçlardır.

Sanat ve Kültür: İslam’ın estetik yönünü tanıtmak için sanat, edebiyat ve müzik gibi alanlardan faydalanmak.

7. Karşılıklı Diyalog ve Sorulara Cevap Verme

Sorulara Açık Olmak: İnsanların sorduğu sorulara açık ve yapıcı bir şekilde cevap vermek.

Diyalog: Tartışma değil, karşılıklı anlayış ve öğrenme üzerine kurulu bir iletişim geliştirmek.

Sonuç

Etkili bir tebliğ, sadece anlatmak değil, aynı zamanda temsil etmektir. Peygamberimiz (sav), muhataplarının seviyesine göre yaklaşmış, onların ihtiyaçlarını anlamış ve en güzel şekilde İslam’ı tebliğ etmiştir. Modern zamanlarda da bu yöntemin özünü koruyarak güncel araçlarla desteklemek önemlidir.

@@@@@@

İslam’ı tebliğ eden kişide olmazsa olmaz ve olması gereken özellikler neler olmalıdır?

İslam’ı tebliğ eden kişinin hem ahlaki hem de bilgi yönünden donanımlı olması gerekir. Bu özellikler, tebliğcinin mesajını doğru, etkili ve kalıcı bir şekilde iletebilmesi için önemlidir. İşte bir tebliğcide bulunması gereken başlıca özellikler:

Olmazsa Olmaz Özellikler

1. İhlas ve Samimiyet

Tebliğin amacı, yalnızca Allah’ın rızasını kazanmak olmalıdır. Gösteriş, çıkar ya da kişisel tatmin için tebliğde bulunmak mesajın etkisini kaybettirir.

2. Doğru Bilgi

İslam’ın temel prensiplerini, Kur’an ve sünnetten öğrenerek sağlam bir bilgi temeline sahip olmak gerekir. Yanlış veya eksik bilgiyle yapılan tebliğ hem anlatanı hem de dinleyeni yanıltır.

3. Güzel Ahlak

Tebliğ eden kişinin ahlaki duruşu, anlattıklarından daha etkili olabilir. Peygamber Efendimiz (sav), güzel ahlakıyla İslam’ı yaymış, sözleri kadar davranışlarıyla da örnek olmuştur.

4. Sabır

Tebliğ sabır gerektirir. İnsanlar hemen kabul etmeyebilir, hatta karşı çıkabilir. Bu durumda sabırlı olmak ve yumuşak bir üslupla devam etmek gerekir.

5. Empati ve Anlayış

Karşı tarafın duygu ve düşüncelerini anlamaya çalışmak, onları dinlemek ve ortak bir zemin bulmak, tebliğin etkisini artırır.

6. Hoşgörü ve Merhamet

Tebliğci, kimseyi küçümsememeli, hata yapanlara karşı anlayış göstermeli ve onları sevgiyle doğruya yönlendirmelidir.

Olması Gereken Özellikler

1. Bilgiye Açıklık

Kendi bilgi ve anlayışını sürekli geliştirmek, hem dini hem de güncel meseleleri öğrenmek için çaba harcamalıdır.

2. Adaletli Olma

İnsanlar arasında ayrım yapmamalı, her bireye eşit ve adil yaklaşmalıdır.

3. İletişim Becerisi

Anlatım dili açık, etkili ve muhatabın seviyesine uygun olmalıdır. Sert, kırıcı veya karmaşık bir dil kullanılmamalıdır.

4. Söz ve Davranış Uyumu

Tebliğ eden kişi, anlattıklarını bizzat uygulamalıdır. Sözü ve davranışı bir olmayan bir tebliğci, mesajın inandırıcılığını kaybeder.

5. Tevekkül

Sonuçların Allah’a ait olduğunu bilerek, sadece vazifesini yerine getirmeye odaklanmalıdır. Hidayeti verenin Allah olduğunu unutmamalıdır.

6. Dua

Allah’tan yardım istemeli hem kendisi hem de muhatapları için dua etmelidir.

7. İstikrar ve Süreklilik

Tebliğ süreklilik gerektirir. Ara sıra yapılan değil, istikrarlı bir şekilde sürdürülen tebliğ etkili olur.

Kaçınılması Gereken Özellikler

Kibir ve Kendini Üstün Görme: Tebliğci, muhatabına karşı asla kibirli olmamalıdır. Kendisini üstün gören bir kişi karşı tarafı etkileyemez.

Sabırsızlık: Tepkiler karşısında sinirlenmek veya aceleci davranmak tebliğin ruhuna aykırıdır.

Cezalandırıcı ve Sert Tavır: Yargılayıcı bir dil ve tavır, insanları İslam’dan uzaklaştırır.

Sonuç

İslam’ı tebliğ eden kişi, Peygamber Efendimiz’in (sav) “üsve-i hasene” (güzel örnek) olarak tanımlanan yöntemlerini rehber edinmelidir. Bilgi, ahlak ve hikmetle hareket eden bir tebliğci, mesajını en etkili şekilde iletebilir ve gönüllere dokunabilir.

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=ODpl4-gDMAc




93 harbi nasıl başladı, gelişti ve sonuçlandı?

93 harbi nasıl başladı, gelişti ve sonuçlandı?

93 Harbi (1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı), Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya arasında gerçekleşen ve özellikle Balkanlar ile Kafkasya’da büyük etkiler bırakan bir savaştır. Savaşın adı, Osmanlı takvimine göre 1293 yılına denk geldiği için “93 Harbi” olarak anılır. İşte savaşın başlaması, gelişimi ve sonuçları:

Başlangıcı

1. Sebepler:

Panslavizm ve Rusya’nın Balkan politikası: Rusya, Slav ırkını birleştirme ideali doğrultusunda Balkanlardaki Slav topluluklarını destekledi.

Milliyetçilik hareketleri: Balkanlarda Sırp, Bulgar ve diğer etnik grupların Osmanlı’ya karşı bağımsızlık mücadelesi hız kazandı.

1875-76 Balkan Ayaklanmaları: Bosna-Hersek ve Bulgaristan’da çıkan ayaklanmalara Osmanlı müdahalesi, Avrupa’da tepki topladı.

Avrupa’nın müdahalesi: Büyük devletler, Osmanlı’yı reform yapmaya zorladı; Osmanlı’nın bunları uygulamakta yetersiz kalması Rusya’nın savaşa müdahalesine zemin hazırladı.

2. Savaşın İlanı:
Rusya, Osmanlı’nın reformları gerçekleştiremediğini öne sürerek 24 Nisan 1877’de savaş ilan etti. Savaş hem Balkanlar hem de Kafkasya cephelerinde başladı.

Gelişimi

1. Balkan Cephesi:

Rus İlerleyişi: Rus kuvvetleri Romanya üzerinden Balkanlara girdi ve Plevne’yi kuşattı.

Osmanlı Direnişi: Osmanlı ordusu, Gazi Osman Paşa komutasında Plevne’de büyük bir direniş gösterdi. Ancak lojistik desteğin yetersizliği nedeniyle Plevne düştü (Aralık 1877).

Rusların İstanbul’a Yaklaşması: Plevne’nin düşmesinden sonra Ruslar hızla ilerleyerek Edirne’ye kadar geldiler.

2. Kafkasya Cephesi:

Rus orduları, Kars, Ardahan ve Batum bölgelerine saldırdı. Osmanlı kuvvetleri başta savunma yapabilse de Kars ve Ardahan düştü.

Sonuçları

1. Ayastefanos Antlaşması (3 Mart 1878):

Osmanlı Devleti büyük toprak kayıplarına uğradı. Bulgaristan özerk bir prenslik haline geldi.

Kars, Ardahan ve Batum Rusya’ya bırakıldı.

2. Berlin Antlaşması (13 Temmuz 1878):

Avrupa devletlerinin müdahalesiyle Ayastefanos Antlaşması gözden geçirildi.

Bulgaristan daha küçük bir özerk prenslik olarak düzenlendi.

Bosna-Hersek, Osmanlı’ya bağlı kalmak şartıyla Avusturya-Macaristan yönetimine bırakıldı.

Sırbistan, Karadağ ve Romanya bağımsızlık kazandı.

3. Etkileri:

Osmanlı’nın Balkanlardaki hakimiyeti büyük ölçüde zayıfladı.

Rusya, Doğu Anadolu’da güç kazandı.

Balkanlarda ulus-devletlerin sayısı arttı ve Osmanlı’nın çözülme süreci hızlandı.

93 Harbi, Osmanlı’nın zayıflığını ve reform yapma konusundaki yetersizliğini gözler önüne sermiştir. Bu savaş aynı zamanda Balkanlardaki ulusal hareketlerin başarıya ulaşmasında bir dönüm noktasıdır.

@@@@@@

Osmanlı İmparatorluğu nasıl parçalandı ve nasıl sonuçlandı?

Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması, uzun bir süreç sonunda gerçekleşmiş ve I. Dünya Savaşı’nın ardından resmiyet kazanmıştır. Süreç hem iç sorunlar hem de dış müdahalelerle hızlanmış, 20. yüzyılın başında imparatorluk tamamen dağılmıştır.

Parçalanma Sürecinin Aşamaları

1. İç Dinamikler: Yönetim ve Ekonomik Zayıflıklar

Merkezi Otoritenin Zayıflaması:
Osmanlı, özellikle 17. yüzyıldan itibaren merkezi otoritesini kaybetmeye başladı. Yerel yöneticiler (ayanlar) güçlenirken, vergi düzeni ve tımar sistemi bozuldu.

Ekonomik Çöküş:
Kapitülasyonlar, sanayi devrimine ayak uyduramama ve borçlanma Osmanlı ekonomisini zayıflattı. 1881’de Düyun-u Umumiye kurularak Osmanlı’nın maliyesi Avrupalı devletlerin kontrolüne geçti.

Milliyetçilik Hareketleri:
Fransız İhtilali’nin etkisiyle Balkanlar’da ve diğer Osmanlı topraklarında milliyetçi hareketler güçlendi. Sırp, Yunan, Bulgar ve Arap toplulukları bağımsızlık için isyan etti.

2. Dış Müdahaleler ve Savaşlar

Rusya’nın Panslavizm Politikası:
Rusya, Balkanlardaki Slav topluluklarını destekleyerek Osmanlı’yı zayıflatmaya çalıştı.

Batılı Güçlerin Müdahalesi:
İngiltere, Fransa ve Avusturya gibi ülkeler Osmanlı’nın iç işlerine müdahale ederek parçalanmayı hızlandırdı.

Sürekli Toprak Kayıpları:

19. Yüzyıl: Yunanistan (1830), Sırbistan, Romanya ve Karadağ bağımsızlık kazandı. Kuzey Afrika’da Cezayir (Fransa, 1830) ve Mısır (İngiltere, 1882) kaybedildi.

20. Yüzyıl: Balkan Savaşları (1912-1913) sonucunda Osmanlı Balkanlar’daki tüm topraklarını kaybetti.

3. I. Dünya Savaşı ve Osmanlı’nın Dağılışı

Osmanlı, I. Dünya Savaşı’na Almanya’nın yanında katıldı. Savaş, Osmanlı’nın zaten zayıf olan yapısını tamamen çökertti.

30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkes Antlaşması imzalanarak Osmanlı fiilen sona erdi.

İşgal güçleri, İstanbul başta olmak üzere Osmanlı topraklarını işgal etti.

Sonuçlanması

1. Sevr Antlaşması (1920):

Osmanlı, bu antlaşma ile Anadolu’nun büyük bölümünü ve Arap topraklarını kaybetti.

İstanbul ve küçük bir Anadolu bölgesi Osmanlı’ya bırakıldı, ancak bu antlaşma uygulanamadı.

2. Kurtuluş Savaşı ve Lozan Antlaşması (1923):

Türk milletinin Kurtuluş Savaşı’yla (1919-1922) Sevr Antlaşması reddedildi.

Lozan Antlaşması ile Türkiye Cumhuriyeti kuruldu, Osmanlı resmen sona erdi.

Osmanlı’nın Parçalanmasının Sonuçları

1. Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşu: Osmanlı topraklarının küçülen kısmında yeni bir ulus devlet kuruldu.

2. Ortadoğu’nun Şekillenmesi: Osmanlı’dan ayrılan Arap toprakları, İngiltere ve Fransa’nın kontrolüne geçti. Bu bölgeler günümüz Ortadoğu sınırlarını oluşturdu.

3. Balkan ve Kuzey Afrika’da Yeni Devletler: Osmanlı hâkimiyetindeki topraklar Balkanlar ve Afrika’da yeni ulus devletlerin doğmasına yol açtı.

4. Modernleşme ve Milliyetçilik: Osmanlı’nın yıkılışı, modern ulus devlet anlayışını ve milliyetçiliği güçlendirdi.

Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması, bir dünya imparatorluğunun yerini modern ulus devletlerin aldığı bir dönüşüm süreci olarak tarihe geçti.

 

 




EVE DÖNÜŞ VAR

EVE DÖNÜŞ VAR[1]

Öncesinde Hz. Adem ve Havva’yı, atalarımızı cennetten çıkartan şeytan, bugün onun çocukları, onun nesilleri, onun kanını taşıyanlar, Adem’in çocuklarını dünyadan çıkartmaya çalışmaktadırlar.
Şeytanın çocuklarıyla Ademin çocukları sürekli birbirleriyle mücadele halindeler.
Ademin çocukları eve ve evine dönme peşinde, Şeytanın çocukları ise onları evlerinden etme ve uzaklaştırma hesabında.
Evet bu çıkışla beraber tekrar eve dönüş, evden çıkışla beraber evi arzu etme, ebedi hayatı arzu etme, ikisi birbirini tetiklemiş oluyor. Hüzünle sevincin yaşandığı yer 2011 yılında Suriye’nin Halebinden çevre ilçelerine varıncaya kadar Esad’ın zulmüyle orayı boşaltanlar Türkiye’ye, dünyanın farklı yerlerine giden o Suriyeliler birkaç gündür sevinç yaşıyorlar, tekrar Haleb’e ve çevresindeki ilçelere dönmenin sevincini yaşıyorlar. Tam bir mutluluk içerisinde, bir hasret içerisinde, bir gözyaşı içerisinde, bir şükür secdesi içerisinde evet evden çıkışla eve dönüşün, bir yandan dünyada yaşandığı, bir yandan insanların tekrar ölüm ile beraber inşallah imanla, ibadetle tekrar atalarının dönmüş olduğu eve bir dönüş sürecinin yolculuğunu yaşamış olmaktadırlar.

Evet inşallah hayırla dönüş nasip olsun diyelim.
Asırlardır göç yaşayan göçmen insan, yuvadan uçuşun ve kaçışın ızdırabıyla muzdarip yaşamaktadır.

@@@@@@

Cennetten çıkarılış ve eve dönüş arzu ve serüveni.

“Cennetten çıkarılış” ve “eve dönüş” teması, insanlık tarihinin en eski mitlerinden ve hikâyelerinden biridir. Bu tema, varoluşsal bir arayışı, kaybedilen bir bütünlüğü ve onun yeniden kazanılma özlemini temsil eder. Aynı zamanda, insanın manevi yolculuğunu, içsel dönüşümünü ve kendi özüne ulaşma çabasını ifade eder.

Cennetten Çıkarılış

Cennetten çıkarılış, birçok dini ve mitolojik anlatıda insanın “ilk kusuru” veya “ilk hatası” sonucu cennetten sürülmesiyle başlar. Bu hikâye, insanın doğayla, Yaratıcı’yla ve kendisiyle olan uyumunun bozulmasını simgeler. Örneğin:

Hristiyanlıkta: Âdem ile Havva’nın yasak meyveyi yemesiyle cennetten kovulmaları, itaat ve özgür irade arasındaki gerilimi simgeler. Bu olay, insanın Yaratıcı’dan uzaklaşmasını ve dünyada bir “yolculuk” veya “sürgün” hayatı yaşamasını anlatır.

İslam’da: Adem ve Havva’nın şeytana uyarak yasak ağaca yaklaşması, ama ardından tövbe edip bağışlanmaları, hem insanın hataya açık olduğunu hem de tövbenin dönüştürücü gücünü gösterir.

Cennetten çıkarılış aynı zamanda, insanın bilinç kazanımıyla saflığı kaybetmesini, ancak bu bilinçle daha derin bir anlam arayışına girmesini ifade eder.

Eve Dönüş Arzusu.

Eve dönüş, cennetten uzaklaşan insanın yeniden o bütünlüğe ve saflığa ulaşma çabasını temsil eder. Ancak bu, yalnızca fiziksel bir geri dönüş değil, aynı zamanda manevi bir yükseliştir.

Sufizm: İnsanın özünün Allah’tan geldiği ve bu dünyada misafir olduğu, asıl amacının tekrar Yaradan’a dönmek olduğu fikri temel bir öğedir. “Ayrılıktan şikâyet eden” Mevlana’nın Mesnevi’sindeki ney metaforu, bu eve dönüş özlemini çok güçlü bir şekilde ifade eder.

Homeros’un Odysseia’sı: Odysseus’un uzun ve zorlu bir yolculuk sonunda yurduna dönmesi, insanın hem dış hem iç dünyasında anlam arayışını simgeler.

Serüven ve Yolculuk

Bu arzu ve serüven, insanın kendi içindeki çelişkilerle, zaaflarla ve sınavlarla yüzleştiği bir yolculuktur. Bu yolculuk:

1. Kayıp ve Arayış: İnsan, cennetten kovulmakla bir “kayıp” yaşar ve bu kaybın ardından bir anlam arayışına girer.

2. Deneyim ve Olgunlaşma: Yolculuk sırasında karşılaşılan zorluklar, insanı olgunlaştırır ve kendine döndürür.

3. Birlik ve Bütünlük: Nihai hedef, insanın Tanrı ile, doğayla ve kendisiyle yeniden bütünleşmesidir.

Modern Anlamlar.

Bugün bu tema, sadece dini bir bağlamda değil, psikolojik, felsefi ve edebi alanlarda da kullanılır. İnsan, bazen iç huzuru arayarak, bazen de kaybettiği bir anıyı, duyguyu veya toplumu yeniden inşa etmeye çalışarak “eve dönüş” arayışına girer. Örneğin:

Psikoloji: Carl Jung’un bireyselleşme süreci, insanın kendi gölgesiyle yüzleşip daha bütün bir benlik oluşturmasını içerir.

Edebiyat: Kafka’nın Dava gibi eserlerinde insan, kendini yabancılaşmış bir dünyada kaybolmuş hisseder, ancak bu arayış yine de bir dönüş hikayesidir.

Sonuç olarak, cennetten çıkarılış ve eve dönüş serüveni hem bireysel hem de kolektif insan deneyiminin özünü yakalar. Bu yolculuk, kaybolmuş olanı arama ve bulunacak olanla yeniden bütünleşme çabasıdır.

@@@@@@

Bundan sonra İstanbul’da fazla kalmaz, Van’a gitmek üzere İstanbul’dan ayrılır, Batum yoluyla Van’a giderken Tiflis’e uğrar. Tiflis’te, Şeyh San’an Tepesine çıkar. Dikkatle etrafı temaşa ederken yanına bir Rus polisi gelir ve sorar:

“Niye böyle dikkat ediyorsun?”
Bediüzzaman der: “Medresemin plânını yapıyorum.”
O der: “Nerelisin?”
Bediüzzaman: “Bitlisliyim.”
Rus polisi: “Bu Tiflis’dir!”
Bediüzzaman: “Bitlis, Tiflis, birbirinin kardeşidir.”
Rus polisi: “Ne demek?”
Bediüzzaman: “Asya’da, âlem-i İslâmda üç nur, birbiri arkasından inkişafa başlıyor. Sizde birbiri üstünde üç zulmet inkişafa başlayacaktır. Şu perde-i müstebidane yırtılacak, takallüs edecek. Ben de gelip burada medresemi yapacağım.”

Rus polisi: “Heyhat! Şaşarım senin ümidine.”

Bediüzzaman: “Ben de şaşarım senin aklına. Bu kışın devamına ihtimal verebilir misin? Her kışın bir baharı, her gecenin bir neharı vardır.”

Rus polisi: “İslâm parça parça olmuş.”
Bediüzzaman: “Tahsile gitmişler. İşte Hindistan, İslâmın müstaid bir veledidir; İngiliz mekteb-i idadîsinde çalışıyor. Mısır, İslâmın zeki bir mahdumudur; İngiliz mekteb-i mülkiyesinden ders alıyor. Kafkas ve Türkistan, İslâmın iki bahadır oğullarıdır; Rus mekteb-i harbiyesinde talim ediyorlar. İlâ âhir…

Yahu, şu asilzade evlât, şehadetnamelerini aldıktan sonra, herbiri bir kıt’a başına geçecek, muhteşem âdil pederleri olan İslâmiyetin bayrağını âfâk-ı kemâlâtta temevvüc ettirmekle, kader-i ezelînin nazarında, feleğin inadına, nev-i beşerdeki hikmet-i ezeliyenin sırrını ilân edecektir.[2]

@@@@@@@@

HİZBUŞ ŞEYTAN- ŞEYTANIN AVANELERİ

 

“Ey âdemoğulları! ¹ Şeytan kötülüklerini onlara göstermek için, elbiselerini soyarak², ana babanızı cennetten³ çıkardığı gibi sizi de bir fitneye düşürmesin. O ve taraftarları, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Biz, şeytanları iman etmeyenlere dost kıldık.”[3]

“Ve kim Allah’ı ve O’nun Resul’ünü ve mü’minleri veli edinirse, Allah’ın taraftarları onlardır. Galip gelecek olanlar da onlardır.”

وَمَنْ يَتَوَلَّ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فَاِنَّ حِزْبَ اللّٰهِ هُمُ الْغَالِبُونَ۟
“Ve men yetevellallahe ve resulehu vellezine amenu fe inne hızbellahi humul galibun.”[4]

@@@@@@@

“Şeytan onları kuşattı. Böylece Allah’ın öğüdünü onlara unutturdu. Onlar, şeytanın taraftarlarıdır. Dikkat edin! Şeytanın taraftarları kesinlikle kaybedenlerdir.”[5]

اِسْتَحْوَذَ عَلَيْهِمُ الشَّيْطَانُ فَاَنْسٰيهُمْ ذِكْرَ اللّٰهِۜ اُو۬لٰٓئِكَ حِزْبُ الشَّيْطَانِۜ اَلَٓا اِنَّ حِزْبَ الشَّيْطَانِ هُمُ الْخَاسِرُونَ
“İstahveze aleyhimuş şeytanu fe ensahum zikrallah, ulaike hizbuş şeytan, ela inne hizbeşşeytani humul hasirun.”

@@@@@@

Kuran-ı Kerim’de geçen Hizbuş Şeytan ifadesi.

Kur’an-ı Kerim’de “Allah’ın Hizbi” yani Allah’ın taraftarları ve “şeytanın hizbi” ifadeleri, hak ile batıl arasındaki mücadeleyi temsil eder ve insanlara bu iki grubun niteliklerini açıklayarak doğru yolu seçmelerini öğütler. Bu ifadeler, manevi, ahlaki ve toplumsal boyutlar taşır.

Allah’ın hizbi Nedir?[6]

“Hizbullah” kelimesi, “Allah’ın taraftarları” veya “Allah’ın tarafında olanlar” anlamına gelir. Bu ifade, Allah’a iman eden, O’nun emirlerine uyan ve O’nun davasını savunan müminleri temsil eder. Mücadele Suresi 22. ayette şöyle buyrulmaktadır:

> “Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiçbir topluluğun, Allah’a ve Peygamberine düşman olan kimselerle dostluk ettiğini göremezsin. İşte onlar, Allah’ın kalplerine iman yazdığı ve kendilerini katından bir ruh ile desteklediği kimselerdir… İşte onlar, Allah’ın hizbidirler (taraftarlarıdır). Dikkat edin! Şüphesiz Allah’ın hizbi (taraftarları) kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.”[7]

Bu ayet, Allah’ın taraftarı olanların temel özelliğinin, Allah’a ve Peygamberine sadakat, samimiyetle iman ve O’nun emirlerine uygun bir yaşam sürmek olduğunu gösterir.

Şeytanın Hizbi Nedir?

Bunun karşıtı olarak “şeytanın taraftarları” veya “şeytanın hizbi” ifadesi, batıl inançlara kapılan, kötülüğü yayan, insanları Allah’tan uzaklaştıran ve şeytanın yolunu izleyen kimseleri ifade eder. Mücadele Suresi 19. ayette şöyle buyrulur:

> “Şeytan onları etkisi altına almış, onlara Allah’ı anmayı unutturmuştur. İşte onlar, şeytanın hizbidir (taraftarlarıdır). Dikkat edin! Şeytanın hizbi hüsrana uğrayacakların ta kendileridir.”
Bu ayet, şeytanın taraftarlarının temel özelliklerini ortaya koyar: Allah’ı anmayı unutmak, şeytanın vesveselerine kapılmak ve yanlış bir yolda ilerlemek.

Allah’ın hizbi ve Şeytanın Hizbi Arasındaki Fark

Kur’an, bu iki grubun özelliklerini karşılaştırmalı olarak sunar:

Bu iki grup, aynı zamanda insanın içsel mücadelesini, yani nefis (şeytani taraf) ile ruh (ilahi taraf) arasındaki çatışmayı da sembolize eder.

Sonuç

Kur’an-ı Kerim, insanları açıkça Allah’ın hizbinde yer almaya çağırır ve bunun kurtuluş yolu olduğunu belirtir. Bu ifadeler, müminlerin yol göstericisi olmayı ve insanları iyiliğe teşvik ederek kötülükten sakındırmayı amaçlar. Mücadele Suresi 22. ayetin sonunda, Allah’ın taraftarlarının kurtuluşa ereceği müjdelenir:

> “Dikkat edin! Şüphesiz Allah’ın hizbi kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.”

Bu ifadeler, insanlara hangi yolu takip etmeleri gerektiği konusunda net bir rehber sunar: Allah’ın tarafında olmak, iman ve Salih amel ile bu dünyada ve ahirette kazananlardan olmaktır.

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=rsjGJAIucBM&t=2s

[2] http://www.erisale.com/?locale=tr&bookId=14&pageNo=103#content.tr.14.103

[3] Araf.27.

[4] Maide.56.

[5] Mücadele.19.

[6] https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/arama/Hizbu

[7] Mücadele. 58:22)