İNSANIN CEVHER VE ARAZLARI

İNSANIN CEVHER VE ARAZLARI[1]

 

İnsanın cevher ve arazları.


“Cevher” ve “araz” kavramları, genellikle felsefede ve özellikle İslam felsefesi ile Aristotelesçi gelenekte insanın varlık yapısını ve özelliklerini anlamak için kullanılan iki temel terimdir. Bu kavramlar, insanın varlık yapısını farklı boyutlarıyla ele alır:

Cevher (Zât):

Tanım: Cevher, bir varlığın kendi başına var olabilen ve başka bir şeye bağlı olmayan temel özüdür. İnsan açısından, cevher, insanın varoluşunun özünü, onun değişmeyen ve varlık nedenini ifade eder.

İnsandaki karşılığı:

İnsan için cevher, onun zâtı, yani “insan olmasını” sağlayan temel yapısıdır. Bu bağlamda ruh, akıl ya da insanın varlık sebebi cevher olarak değerlendirilir.

İslam felsefesinde insanın cevheri genellikle ruh olarak ele alınır, çünkü beden değişken ve geçici iken ruh, kalıcı ve temel özdür.

Araz:

Tanım: Araz, bir varlığın özünde bulunmayan, geçici ve başka bir şeye bağlı olarak var olan özelliklerdir. Arazlar değişkendir ve cevhere bağımlıdır; cevher olmadan var olamazlar.

İnsandaki karşılığı:

İnsan açısından arazlar, onun görünüşü, özellikleri ve durumlarıdır. Örneğin, insanın fiziksel özellikleri (boy, kilo, ten rengi), ruh hâlleri (neşe, üzüntü), bilgi birikimi ya da diğer değişken durumları arazdır.

Arazlar, insandan insana farklılık gösterebilir ve zaman içinde değişebilir. Bu nedenle arazlar, insanın özünü değil, onun geçici hâllerini temsil eder.

Cevher ve Arazın İnsandaki İlişkisi:

Cevher, insanın varlık temeli olduğu için sabit ve değişmezdir; insanın insan olarak kalmasını sağlar.

Arazlar ise cevhere bağlıdır ve değişkendir. Arazlar olmadan da insanın cevheri (örneğin ruhu) var olmaya devam eder.

Örneğin, bir insanın gençlikten yaşlılığa geçmesi, fiziksel değişimler yaşaması ya da bilgi seviyesinin artıp azalması onun arazlarında değişiklik anlamına gelir, ancak bu değişiklikler onun özünü, yani cevherini etkilemez.

Felsefi Örnek:

Bir altın yüzük düşünelim:

Altının kendisi cevherdir, çünkü onun özünü oluşturur.

Yüzüğün şekli, büyüklüğü ya da üzerindeki desenler ise arazdır; bu özellikler değişse de altın “altın” olarak kalır.

İnsan açısından bu ayrım, onun dünya hayatı ile ruhî boyutu arasında bir ilişki kurmayı sağlar. Ruhun cevher, bedenin ve dünyevi özelliklerin araz olarak değerlendirilmesi, özellikle tasavvuf ve İslam felsefesinde insanın “öz”üne yönelik bir anlayış geliştirmede önemli bir rol oynamıştır.

@@@@@@@

Risale-i Nur Külliyatı’nda cevher ve araz konusu.

Risale-i Nur Külliyatı, Bediüzzaman Said Nursî’nin İslami ilimler, iman hakikatleri ve varlık felsefesi üzerine derin tefekkürler içeren eserlerinden oluşur. Cevher ve araz kavramları da Risale-i Nur’da yer yer işlenir ve bu kavramlar üzerinden insanın, varlık âleminin ve Allah’ın yarattığı düzenin mahiyeti açıklanır.

Risale-i Nur’da, bu iki kavram, İslam felsefesindeki genel anlamlarına paralel olarak ele alınır ve özellikle Allah’ın yaratma fiili, insanın varlığı ve dünya hayatındaki geçici haller bağlamında kullanılır.

1. Cevher ve Arazın Tanımı Risale-i Nur Perspektifiyle

Cevher: Varlığın özü, kendisinden var olan ve başka bir şeye bağlı olmadan varlığını sürdürebilen unsurdur. Risale-i Nur’da bu, özellikle ruh, imanın sabit gerçekleri ve Allah’ın zatı gibi değişmez hakikatlere işaret eder.

Araz: Varlığın geçici halleri, başka bir şeye bağlı olarak var olan ve sürekli değişen özelliklerdir. Risale-i Nur’da arazlar, dünya hayatının faniliği, insanın geçici halleri ve mahlûkatın sürekli yenilenmesi ile ilişkilendirilir.

2. İnsan ve Cevher-Araz İlişkisi

Risale-i Nur’da insanın varlığı iki boyutlu ele alınır:

Cevher: İnsan ruhu ve imanla elde edilen hakikatlerdir. Ruh, insandaki sabit cevherdir ve bu cevher ahiret yolculuğunda da varlığını sürdürür.

Araz: İnsanın bedenî halleri, dünya hayatındaki geçici durumları ve dünyevi varlıklarıdır. Bu bağlamda insanın dünyevi özellikleri sürekli değişir ve ahiret yolculuğunda sona erer.

Said Nursî’ye göre, insanın kalıcı olan cevheri ruhu ve onun imanla kazandığı değerleridir. İnsan bedeninin fiziksel özellikleri (yaşlanma, hastalık, ölüm gibi) birer araz olup fanidir. Ancak ruh cevheri baki olduğundan insanın asıl önceliği, bu cevheri imanın ışığında olgunlaştırmak olmalıdır.

3. Kâinatın Mahiyeti: Cevher ve Araz Açısından

Risale-i Nur’da kâinat, Allah’ın isim ve sıfatlarının bir tecellisi olarak görülür:

Cevher: Kâinatın özü, Allah’ın yaratma fiiliyle var edilmiş olmasıdır. Varlıkların özündeki hakikatler Allah’ın iradesi ve ilminin bir tecellisidir.

Araz: Kâinattaki sürekli değişim, yenilenme ve geçici olaylar, Allah’ın yaratma fiilinin bir yansımasıdır. Bu bağlamda, kâinat sürekli bir yaratılış ve yok oluş içinde hareket eder. Bu değişimler (arazlar) varlıkların özü olan hakikati değiştirmez.

Said Nursî’nin “her şey fani, yalnız Cenâb-ı Hakk’ın zatı bâkidir” ifadesi, arazların geçiciliği ve yalnızca Allah’ın zatının gerçek cevher olduğu fikrini yansıtır.

4. Risale-i Nur’da İman ve Cevherin Önemi

Risale-i Nur, imanın insan cevherini olgunlaştıran ve ebediyete hazırlayan en önemli unsur olduğunu vurgular. Bediüzzaman, iman hakikatlerini öğrenmenin ve tefekkür etmenin, insan cevherini Allah’a yakınlaştıracak ve ahiret saadetini kazandıracak bir yol olduğunu ifade eder:

İman: İnsan ruhunun cevherini nurlandırır ve baki bir değer kazandırır.

Günahlar ve gaflet: İnsanın geçici arazlarına yönelerek cevherini karartmasına sebep olur.

Sonuç

Risale-i Nur’da cevher ve araz kavramları, insanın ve kâinatın mahiyetini anlamaya yönelik derin bir bakış açısı sunar. İnsan ruhunun cevher olduğu ve bu cevherin iman ve ibadetle olgunlaşması gerektiği sıkça vurgulanır. Dünya hayatındaki geçici olaylar ve dünyevi nimetler ise birer araz olarak değerlendirilir. Bu, insanın kalıcı olana (ahiret hayatı ve Allah’a kulluk) yönelmesi gerektiğini öğütler.

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=8Za5ubGEEr0&t=24s




KURAN-I KERİM’DE İNSAN VE İNSANIN ÖZELLİĞİNİ ANLATAN AYETLER

KURAN-I KERİM’DE İNSAN VE İNSANIN ÖZELLİĞİNİ ANLATAN AYETLER[1]

 

Kuran-ı Kerim’de insan ve insanın özelliğini anlatan ayetler.


Kur’an-ı Kerim, insanı ve onun özelliklerini çeşitli açılardan ele alır. İnsanın yaratılış amacı, zaafları, olumlu ve olumsuz yönleri, Allah ile olan ilişkisi gibi birçok konuya vurgu yapılır. Aşağıda, Kur’an’da insanı ve özelliklerini anlatan bazı önemli ayetler sınıflandırılarak sunulmuştur:

1. İnsanın Yaratılışı ve Allah’a Olan Bağlılığı

“Andolsun, biz insanı çamurdan bir özden yarattık.”
(Müminun, 23:12)
İnsan, Allah’ın özel bir yaratığıdır ve varlığı O’nun iradesine bağlıdır. Yaratılışında Allah’ın kudreti ve hikmeti görülür.

“Sonra ona şekil verip ruhumdan üfledim.”
(Hicr, 15:29)
Bu ayet, insanın Allah tarafından hem maddi hem de manevi bir boyutla yaratıldığını gösterir.

“Sizi tek bir nefisten yaratan, ardından ondan eşini var eden Allah’tır.”
(Zümer, 39:6)
İnsan, fıtratına uygun şekilde yaratılmıştır ve sosyal bir varlıktır.

2. İnsanın Zaafları ve Nankörlüğü

“İnsan gerçekten çok zayıf yaratılmıştır.”
(Nisa, 4:28)
İnsan, yaratılışı gereği hata yapmaya ve etkilenmeye açık bir varlıktır. Bu nedenle ilahi rehberliğe ihtiyaç duyar.

“İnsan, Rabbine karşı gerçekten nankördür.”
(Adiyat, 100:6)
İnsan, çoğu zaman nimetleri unutup nankörlük eder.

“Eğer insana nimet versek, sonra onu alsak, mutlaka ümitsiz ve nankör olur.”
(Hud, 11:9)
İnsan, sıkıntıya düştüğünde hemen ümitsizliğe kapılan bir varlıktır.

“Hayır, insan kendini yeterli gördüğü için mutlaka azgınlık eder.”
(Alak, 96:6-7)
İnsan, kendisini güçlü ve bağımsız zannettiğinde sınırları aşma eğilimi gösterebilir.

3. İnsanın Aceleciliği ve Şükürsüzlüğü

“İnsan aceleci yaratılmıştır.”
(Enbiya, 21:37)
İnsan, çoğu zaman sabır gösteremez ve hemen sonuç ister.

“Rabbinizden bağışlanma dileyin; çünkü insan gerçekten pek zalim ve nankördür.”
(İbrahim, 14:34)
İnsan, çoğu zaman şükretmek yerine nimetleri inkâr edebilir.

4. İnsanın Sorumluluğu ve İmtihanı

“Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik; onlar bunu yüklenmekten çekindiler. Ama insan bunu yüklendi. Doğrusu o çok zalim ve çok cahildir.”
(Ahzab, 33:72)
İnsan, büyük bir sorumluluk altına girmiştir. Bu sorumluluğu yerine getirmek onun görevidir.

“Andolsun, insanı biz yarattık. Nefsinin ona neler fısıldadığını da biz biliriz.”
(Kaf, 50:16)
İnsan, Allah tarafından her yönüyle bilinmektedir ve bu bilgiye göre imtihan edilmektedir.

“İnsan için çalıştığından başkası yoktur.”
(Necm, 53:39)
İnsan, emek verdiği şeylerin sonucunu görecek, dünyadaki davranışlarına göre ahirette karşılık alacaktır.

5. İnsanın İyi Özellikleri

“Biz gerçekten insanı en güzel şekilde yarattık.”
(Tin, 95:4)
İnsanın yaratılışı güzeldir; fiziksel ve ruhsal boyutu mükemmel bir şekilde düzenlenmiştir.

“İnsanlardan öyleleri de vardır ki, Allah’ın rızasını kazanmak için kendisini feda eder.”
(Bakara, 2:207)
İnsan, Allah’a bağlılıkta büyük fedakârlık gösterebilecek bir varlıktır.

“O, sizi yeryüzünün halifeleri kıldı.”
(Fatır, 35:39)
İnsan, Allah’ın yeryüzündeki temsilcisidir. Bu, onun üstün özelliklerini ve sorumluluğunu ifade eder.

6. İnsanın İman ve Salih Amel İle Kurtuluşu

“İman edip salih amel işleyenler müstesna.”
(Asr, 103:3)
İnsan, iman ve güzel davranışlar sergileyerek kayıptan kurtulabilir.

“Kim zerre kadar iyilik yaparsa, onu görür.”
(Zilzal, 99:7)
İnsanın en küçük iyiliği bile Allah katında karşılık bulur.

Genel Değerlendirme

Kur’an, insanın zayıf, nankör, aceleci ve kibirli özelliklerini vurgularken; aynı zamanda onun iman, şükür ve güzel amellerle yükselebileceğini belirtir. İnsanın özü itibarıyla iyi bir fıtrata sahip olduğu, ancak nefsine yenik düştüğünde sorunların başladığı ifade edilir. Allah’a bağlılık ve kulluk bilinci, insanı hem dünyada hem de ahirette kurtuluşa ulaştıracaktır.

*************

Törpülenen şu dünyada bilenmek lazım.

Bir zamanlar, çok güçlü bir oduncu bir kereste tüccarından iş istemiş ve işe alınmış.

İşin hem ödeme hem de çalışma koşulları çok iyiymiş. Bu nedenle, oduncu elinden geleni yapmaya karar vermiş.

Patronu ona bir balta vermiş ve çalışacağı bölgeyi göstermiş.

Oduncu büyük bir gayretle ilk gün tam 18 ağaç keserek getirmiş.

“Tebrikler,” demiş patron, “Çalışmana böyle devam et”

Patronun bu söylediklerinden daha da motive olan oduncu ertesi gün çok daha gayretle çalışmış. Ancak, sadece 15 ağaç kesip getirebilmiş.

Bu durumdan biraz mahcup olmuş.

Üçüncü günü bunu telafi edeyim diye gayret etmiş. Ama sadece 10 ağaç kesip getirebilmiş.

Her geçen gün kesip getirdiği ağaç sayısı giderek daha da azalmaya başlamış.

“Gücümde ve kuvvetimde azalma oluyor”, diye düşünmüş oduncu. Ve patronuna giderek özür dilemiş. Çok çalıştığını ama kestiği ağaç sayısının giderek azaldığını söylemiş. Bunun nedenini de tam olarak çözemediğini ifade etmiş.

Patronu, “En son baltanı ne zaman biledin?” diye sormuş.

 

“Bilemek mi?” diye cevap vermiş oduncu. “Odun kesmekle o kadar çok meşguldüm ki, baltayı bilemek hiç aklıma gelmedi.”

Hayatta her zaman aynı işi yapmakla meşgul olmak veya sadece çok çalışmak başarı için yeterli değildir.

Bu zaman içinde arada bir durup, kendinizi geliştirmek ve daha verimli olmak için ne yapmanız gerektiğini de öğrenmek gerekir.

Yani arada bir durup, kendi kişisel baltanızı da bilemelisiniz…

Alıntı

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=urLwyqO1hvE&t=8s




ARŞ- KÜRSİ- LEVHİ KALEM- LEVHİ MAHFUZ

ARŞ- KÜRSİ- LEVHİ KALEM- LEVHİ MAHFUZ[1]

 

Arş- Kürsi- Levhi Kalem ve Levhi Mahfuzun mahiyetleri nedir?


Kur’an-ı Kerim ve İslam inancı çerçevesinde Arş, Kürsi, Levh-i Kalem ve Levh-i Mahfuz kavramları, Allah’ın yüceliğini, kudretini ve ilmindeki sınırsızlığı ifade eden derin anlamlara sahip terimlerdir. Bunların mahiyetleri insan aklıyla tam anlamıyla kavranamasa da Kur’an-ı Kerim ve hadislerde geçen bilgilere dayanarak bir tasavvur oluşturulabilir. İşte bu kavramların mahiyetleri:

1. Arş (Allah’ın Yüce Kürsüsü, Kudret Tahtı)

Mahiyeti:
“Arş” kelimesi, sözlükte taht anlamına gelir, ancak İslam’da daha çok Allah’ın yüce kudret ve hâkimiyetinin bir sembolü olarak anlaşılır. Arş, Allah’ın mahlûkat üzerindeki sonsuz otoritesini ve hâkimiyetini temsil eder. Fiziksel bir mekân anlamında değil, Allah’ın büyüklüğünün ve kudretinin bir sembolüdür.

“Rahmân Arş’a hükmetti.” (Tâhâ, 20/5)

Kudret ve Yüceliğin Sembolü:
Arş, Allah’ın mutlak kudretinin tecelli ettiği yerdir. O’nun zatına uygun bir yücelik makamıdır. İnsan aklı, Arş’ın mahiyetini tam anlamıyla kavrayamaz.

Meleklerin Taşıdığı Bir Mekân Olarak Anlatılır:
Melekler Arş’ı taşır, bu da Allah’a olan itaatin ve yüceliğin bir ifadesidir.

“Arş’ı taşıyan ve onun çevresinde bulunan melekler Rablerini överek tesbih ederler…” (Gâfir, 40/7)

2. Kürsi (Allah’ın Bilgi ve Hâkimiyet Alanı)

Mahiyeti:
Kürsi, kelime anlamıyla “taht” veya “iskele” demektir. İslamî anlamda ise Allah’ın ilminin ve kudretinin kâinat üzerindeki hâkimiyetini temsil eder. Kürsi, Arş’tan daha farklı bir kavram olup, Allah’ın sınırsız bilgisini ifade eder.

“Onun Kürsi’si gökleri ve yeri kuşatmıştır.” (Bakara, 2/255)

Allah’ın İlmini Temsil Eder:
Allah’ın gökleri, yeri ve yaratılmış her şeyi ilmiyle kuşattığını ifade eder. Kürsi’nin fiziksel bir varlık olduğu söylenemez; daha çok ilahî ilmin bir sembolüdür.

3. Levh-i Kalem (Yazı Tahtası ve Kalem)

Mahiyeti:
Levh-i Kalem, Allah’ın kader ve kaza ile ilgili bütün bilgileri yazdığı bir semboldür. “Kalem” burada yazıcı bir araç olarak anlatılır, ancak bu mahiyetinin ne olduğunu sadece Allah bilir.

“Kaleme ve yazdıklarına andolsun…” (Kalem, 68/1)

İlk Yaratılan Kalemdir:
Hadis-i şeriflerde, Allah’ın ilk yarattığı şeyin kalem olduğu ve ona, “Yaz!” buyurduğu belirtilir. Kalem, Allah’ın kaderde takdir ettiği her şeyi yazar.

“Allah ilk olarak kalemi yarattı ve ona, ‘Yaz!’ dedi. Kalem, ‘Ne yazayım?’ diye sordu. Allah, ‘Kıyamete kadar olacak her şeyi yaz!’ buyurdu.” (Tirmizî, Kader, 2155)

4. Levh-i Mahfuz (Korunmuş Levha)

Mahiyeti:
Levh-i Mahfuz, Allah’ın ilminde var olan her şeyin yazılı olduğu, korunmuş bir levhayı ifade eder. Burada bütün kainatın kaderi, geçmişi, şimdisi ve geleceği kayıt altındadır. Bu ilahî kayıt, hiçbir şekilde değiştirilemez ve korunur.

“Hayır! O, korunmuş bir levhada (Levh-i Mahfuz’da) bulunan şerefli bir Kur’an’dır.” (Büruc, 85/21-22)

Allah’ın Mutlak İlminin Sembolü:
Levh-i Mahfuz, Allah’ın her şeyi kapsayan ilminden hiçbir şeyin gizlenemeyeceğini ve O’nun her şeyi en ince detayına kadar bildiğini ifade eder.

Kavramların Birbirine Bağlantısı

Arş. ve Kürsi:
Arş, Allah’ın hâkimiyetini ve yüceliğini temsil ederken Kürsi, O’nun ilmini ve kâinat üzerindeki kontrolünü sembolize eder. Kürsi, Arş’tan daha küçük bir kapsamı ifade eder.

Levh-i Kalem ve Levh-i Mahfuz:
Levh-i Kalem, Allah’ın yazdırdığı kader planını temsil ederken Levh-i Mahfuz, bu bilgilerin muhafaza edildiği bir kayıt olarak tasvir edilir. Levh-i Mahfuz, Allah’ın ilmini ve takdirini temsil eden bir ilahî kayıt defteridir.

Sonuç

Bu kavramlar, insan aklının sınırlarını aşan, Allah’ın kudretini, bilgisini ve hâkimiyetini sembolik bir şekilde açıklamak için kullanılan derin anlamlara sahiptir. Arş ve Kürsi, Allah’ın yüceliğini ve hâkimiyetini; Levh-i Kalem ve Levh-i Mahfuz ise Allah’ın ilmini ve kaderin kayıt altına alınışını ifade eder. Bu kavramlar, Allah’ın her şey üzerindeki mutlak kontrolünü ve insanın bu kudrete teslimiyetinin gerekliliğini hatırlatır.

[1] https://www.youtube.com/watch?v=luUqNAvpVLM&t=3s




Bir balina öldüğünde, balina düşüşü.

Bir balina öldüğünde, balina düşüşü.


“Balina düşüşü” (İngilizce: whale fall), okyanus tabanında ölen bir balinanın vücudunun ekosisteme sağladığı eşsiz ve zengin katkıyı tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Balina öldüğünde ve bedeni deniz tabanına çöktüğünde, bu devasa biyokütle, derin deniz ekosistemlerinde uzun yıllar boyunca bir besin kaynağı ve yaşam alanı sağlar. Bu olay genellikle şu aşamalarla gerçekleşir:

1. Hareketli canlıların ziyafeti (Mobil faz):

İlk aşamada balina leşine köpekbalıkları, kemikli balıklar ve yengeçler gibi hareketli deniz canlıları hücum eder. Bu canlılar, balinanın yumuşak dokularını hızla tüketir. Bu süreç haftalar ya da aylar sürebilir.

2. Oportunistik faunalar (Opportunist faz):

Yumuşak dokular tükendikten sonra, balinanın iskeleti ve çevresindeki artıklar, küçük omurgasızlar (örneğin solucanlar, kabuklular) gibi canlılar tarafından işlenir. Bu canlılar kemiklerin üzerindeki organik materyalleri tüketir.

3. Sülfürik faunalar (Sülfürik faz):

Son aşamada, balinanın kemikleri içerisindeki yağ molekülleri anaerobik bakteriler tarafından ayrıştırılır. Bu süreçte hidrojen sülfür açığa çıkar. Bu gaz, sülfürik bakteriler ve onların üzerinde yaşayan eşsiz bir fauna topluluğu için enerji sağlar. Sülfürik faz onlarca yıl sürebilir.

Ekosisteme Katkısı:

Balina düşüşü, derin deniz ekosistemleri için bir “vaha” gibidir. Yerelde besin açısından fakir olan derin deniz tabanında yüzlerce türe barınma ve beslenme olanağı sağlar.

Bazı canlı türleri yalnızca balina düşüşleri gibi olaylarla ilişkilendirilir ve başka hiçbir yerde bulunmaz.

Bu ilahi takdir ve hesap, hem bilimsel anlamda derin deniz ekosistemlerinin işleyişini anlamamıza yardımcı olur hem de okyanuslardaki biyolojik döngülerin önemini vurgular.

 

 




KURAN-I KERİM’DE SIR VE BİLİNMEYEN ŞEYLERİ İFADE EDEN AYETLER

KURAN-I KERİM’DE SIR VE BİLİNMEYEN ŞEYLERİ İFADE EDEN AYETLER[1]

 

Kur’an-ı Kerim’de sır ve esrar, bilinmeyen ve gizli şeyleri ifade eden ayetler.


Kur’an-ı Kerim’de sırlar, gizemler ve bilinmeyenlere dair birçok ayet bulunmaktadır. Bu ayetler, Allah’ın bilgisi ve kudreti karşısında insanların sınırlı bilgiye sahip olduğunu vurgularken, Allah’ın her şeyin bilgisine sahip olduğunu hatırlatır. İşte Kur’an’da sır, gizem ve bilinmeyenleri ifade eden bazı ayetler:

1. Allah’ın Her Şeyi Bilmesi:

Bakara Suresi 33. Ayet: “Ben göklerin ve yerin gaybını bilirim, sizin açıkladığınızı ve gizlediğinizi de bilirim.”

Allah’ın hem insanların açıktan yaptıklarını hem de kalplerinde gizlediklerini bildiği ifade edilmiştir.

2. Gaybın Bilgisi Allah’a Aittir:

En’am Suresi 59. Ayet: “Gaybın anahtarları O’nun yanındadır, onları O’ndan başkası bilmez. Karada ve denizde olan her şeyi bilir. O’nun bilgisi dışında bir yaprak bile düşmez…”

Bu ayet, gaybın yani bilinmeyenin anahtarlarının Allah’ın yanında olduğunu ve her türlü bilginin Allah’a ait olduğunu vurgular.

3. İnsanlardan Gizli Olanları Allah’ın Bilmesi:

Taha Suresi 7. Ayet: “Eğer sen (duanı) sesli olarak söyleyecek olsan, bil ki O gizliyi de gizlinin gizlisini de bilir.”

Allah, insanların içlerinden geçen en gizli düşünceleri dahi bilmektedir.

4. Kıyamet Saatinin Bilinmeyişi:

Lokman Suresi 34. Ayet: “Şüphesiz kıyamet saatinin bilgisi Allah’ın katındadır…”

Kıyametin ne zaman kopacağı bilgisi Allah’a ait olup insanlardan gizlenmiştir. Bu, ilahi bilginin insana kapalı yönlerinden biridir.

5. Allah’ın İnsanlara Bilinmeyeni Bildirmesi:

Cin Suresi 26-27. Ayetler: “O, gaybı bilendir. Gaybını kimseye açmaz, ancak elçilerinden razı olduğu kimse başka.”

Allah, bilinmeyenleri dilediği takdirde seçtiği peygamberlere vahiy yoluyla açıklayabilir. Ancak gaybın tam bilgisi yalnız Allah’a aittir.

6. İnsanların Sınırlı Bilgisi:

İsra Suresi 85. Ayet: “Sana ruhtan sorarlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir; size ilimden ancak az bir şey verilmiştir.”

Ruhun mahiyeti gibi bazı konular Allah’ın sırlarındandır ve insanın bilgisi bu konularda sınırlıdır.

7. Kalplerden Geçenlerin Bilinmesi:

Mülk Suresi 13. Ayet: “Sözünüzü ister gizleyin, ister açığa vurun; O, göğüslerin özünde saklı olanı bilir.”

Allah, insanların kalplerinde sakladıkları en gizli duyguları ve düşünceleri dahi bilmektedir.

8. Allah’ın Gizli Planları:

Ali İmran Suresi 54. Ayet: “Onlar tuzak kurdular, Allah da tuzak kurdu. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.”

Allah’ın gizli planlarının insanlara kapalı olduğu ve insanların tuzaklarına karşı ilahi planın üstün olduğu ifade edilmiştir.

Bu ayetler, Allah’ın her türlü gizli bilgiye, bilinmeyene ve insanlardan saklı olan her türlü sırra sahip olduğunu gösterir. Kur’an, Allah’ın mutlak bilgi sahibi olduğunu ve insanların ise sadece Allah’ın izin verdiği ölçüde bilgiye ulaşabileceğini açıklar. Bu, insanı tevazua yönlendirir ve Allah’ın sınırsız ilmini kabul etmeye teşvik eder.

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=nGfAsMNoyzc




NUR İLE NARIN MADDİ VE MANEVİ FARKLARI

NUR İLE NARIN MADDİ VE MANEVİ FARKLARI[1]

 

Nur ile narın arapça gramer ile, mana ve de manevi farkları nelerdir?


Arapça’da “nur” (نُور) ve “nar” (نَار) kelimeleri, gramer yapıları, anlamları ve manevi çağrışımları açısından farklılık gösterir. Her iki kelimenin de derin anlamları vardır ve özellikle İslam düşüncesinde önemli semboller olarak kullanılır.

1. Gramer Yapıları

“Nur” (نُور): “Nur” kelimesi Arapça’da “ışık, aydınlık” anlamına gelir. İsim olarak kullanılır ve genellikle soyut bir ışığı ifade eder. Tekil hâli “نُور” (nur), çoğul hâli ise “أَنْوَار” (envâr) şeklindedir.

“Nar” (نَار): “Nar” kelimesi “ateş” anlamındadır. Arapça’da da isim olarak kullanılır ve çoğul hâli “نِيرَان” (nîrân) olarak kullanılır.

2. Anlam Farkları

Nur (Işık): Nur, daha çok soyut bir ışık, aydınlanma veya parıltı anlamında kullanılır. Hem fiziksel anlamda bir ışığı hem de manevi aydınlanmayı ifade edebilir. Örneğin, “Allah’ın nuru” (Allah’ın aydınlatması) ifadesinde soyut anlamıyla manevi bir ışığı kasteder. Kur’an-ı Kerim’de “Allah, göklerin ve yerin nurudur” ayetiyle, nurun yüce bir aydınlatıcı ve rehber olduğu anlatılır.

Nar (Ateş): Nar, genellikle maddi bir ateşi ifade eder ve yanma, ısı, sıcaklık gibi somut anlamlarla ilişkilidir. Bunun yanında Kur’an’da nar, cehennem ateşi anlamında da kullanılır. Nar, aynı zamanda Allah’ın gazabını, azabı veya temizleyici bir güç olarak da sembolize edilir.

3. Manevi Farkları

Nurun Manevi Boyutu: Nur, İslam düşüncesinde ruhani aydınlanma, hidayet ve imanla ilişkilidir. Karanlıktan aydınlığa çıkaran, gönülleri ve akılları aydınlatan, hakikati gösteren bir güç olarak kabul edilir. Manevi olarak nur, insanın kalbindeki iman ışığına veya Allah’ın hidayetine işaret eder. Allah’ın nuruyla aydınlanan kalp, hakikati görebilir, doğru yoldan sapmaz.

Narın Manevi Boyutu: Nar ise manevi anlamda cezayı, azabı, Allah’ın gazabını temsil eder. Kur’an’da cehennem ateşi anlamında sıkça kullanılan nar, günahkârların cezalandırılacağı yeri ifade eder. Nar, ayrıca bir arınma ve temizlenme vesilesi olarak da anlaşılabilir; tıpkı madenlerin ateşte temizlenip saflaştırılması gibi, nar da insanın içindeki kusurları temizleyen bir ateş olarak görülür.

4. Nur ve Nar Arasındaki Temel Farklılıklar

Nur, pozitif anlamlar taşırken, manevi aydınlanmayı, ilahi ışığı, hakikate ulaşmayı sembolize eder.

Nar, daha çok negatif veya uyarıcı anlamlar taşır; azap, ceza veya arındırıcı bir güç olarak algılanır.

Nur, hidayeti ve rahmeti temsil ederken, nar ise gazabı ve arınmayı simgeler.

Bu bağlamda “nur” ve “nar” Arapça’da hem dilsel hem de manevi olarak derin farklılıkları olan iki kavramdır ve İslami terminolojide oldukça önemli yere sahiptir.

@@@@@@@@

Nur ve Nar: Arapça Gramer, Mana ve Manevi Farklar
Arapça Gramer:
* Köken: Her iki kelime de aynı kökten gelir ve temelde “ışık” anlamını taşır.
* Türetilme: “Nur” daha çok genel bir ışık kavramını ifade ederken, “nar” kelimesi belirli bir tür ışık veya parıltıyı ifade etmek için türetilmiştir.
* Kullanım: “Nur” genellikle ilahi bir ışık, aydınlanma ve hidayet anlamında kullanılırken, “nar” kelimesi daha çok maddi bir ışık veya ateş anlamında kullanılır.
Mana Farkı:
* Nur:
* İlahi bir ışık, aydınlanma, hidayet
* Kalbin aydınlanması, ruhun aydınlanması
* Bilgi, ilim, hakikat
* Güzellik, bereket
* Nar:
* Maddi bir ışık, ateş
* Güneş, yıldızların ışığı
* Cehennem ateşi
* Kızgınlık, öfke (mecazi anlamda)
Manevi Fark:
* Nur:
* İyiliğin, güzelliğin, doğruluğun sembolü
* İnsanın iç dünyasını aydınlatan bir güç
* İman, ibadet ve erdemli bir yaşamın meyvesi
* Nar:
* Kötülüğün, cehennemin, günahların sembolü
* İnsanın iç dünyasını karartan bir güç
* Şeytanın vesvesesi, nefsin kötü arzuları
Özetle:
“Nur” ve “nar” kelimeleri Arapçada aynı kökten gelmelerine rağmen, farklı anlamlara ve manevi çağrışımlara sahiptir. “Nur” ilahi bir ışık, aydınlanma ve hidayet anlamına gelirken, “nar” daha çok maddi bir ışık veya ateş anlamına gelir. Manevi olarak ise “nur” iyiliği, “nar” ise kötülüğü temsil eder.
Ek Bilgiler:
* Kur’an’da: Her iki kelime de Kur’an’da sıkça geçer ve genellikle zıt anlamlarda kullanılır.
* Tasavvufta: Nur, Allah’ın zatı ve sıfatları ile ilişkilendirilirken, nar, insanın nefsani arzuları ve şeytanın vesveseleri ile ilişkilendirilir.
* Günlük Hayatta: “Nur yüzlü” gibi ifadeler, kişinin güzel ahlaklı ve iyi kalpli olduğunu ifade etmek için kullanılırken, “gözlerinden ateşler saçıyor” gibi ifadeler, kişinin kızgın ve öfkeli olduğunu ifade etmek için kullanılır.
Önemli Not: Bu açıklamalar genel bir çerçeve sunmaktadır. Her iki kelimenin anlamı, kullanıldığı bağlama göre değişebilir.
Daha Fazla Bilgi İçin:
* Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin eserleri: Özellikle “İşarat-ül İ’caz” adlı eserinde bu konuya dair detaylı açıklamalar bulunmaktadır.
* Arapça dilbilgisi kitapları: Bu kelimelerin kökeni, türetilmesi ve kullanım alanları hakkında daha detaylı bilgiye ulaşabilirsiniz.
* Tasavvuf eserleri: Nur ve nar kavramlarının tasavvufi anlamı hakkında daha derinlemesine bilgi edinebilirsiniz.

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=z08N4gWfbsA




KURAN-I KERİM’DE MÜŞRİK VE KAFİRLERE MEYDAN OKUYAN AYETLER

KURAN-I KERİM’DE MÜŞRİK VE KAFİRLERE MEYDAN OKUYAN AYETLER[1]

 

Kur’an-ı Kerim’de müşrik ve kâfirlere karşı meydan okuyan ayetler.


Kur’an-ı Kerim’de müşrikler ve kafirlere karşı Allah’ın mutlak kudretini, Kur’an’ın hakikatini ve Peygamber’in (s.a.v.) tebliğini açıklayan birçok meydan okuyucu ayet bulunmaktadır. Bu ayetler, Allah’ın ilmini ve kudretini reddedenlere, inkâr edenlere ve Kur’an’ın ilahi bir vahiy olduğunu kabul etmeyenlere karşı uyarı niteliğindedir. İşte müşrik ve kafirlere karşı meydan okuyan bazı ayet örnekleri:

1. Bakara Suresi 23. Ayet

“Eğer kulumuza indirdiğimizden şüphe ediyorsanız, haydi onun benzeri bir sure getirin ve Allah’tan başka şahitlerinizi de çağırın; eğer doğru söyleyenler iseniz.”

Bu ayet, Kur’an’ın bir benzerini yapmaları için kafirleri meydan okumaya çağırır. Kur’an’ın eşsizliği ve insan yapısı olmadığı vurgulanır. Bu meydan okuma, hiçbir zaman kabul edilememiştir; çünkü Kur’an’a benzer bir kitap yazmak kimse için mümkün olmamıştır.

2. Hud Suresi 13. Ayet

“Yoksa ‘Onu uydurdu’ mu diyorlar? De ki: Eğer doğru söyleyenler iseniz, siz de onun benzeri on sure getirin, Allah’tan başka çağırabildiklerinizi de çağırın.”

Burada Allah, Kur’an’ın insan sözü olmadığını iddia edenlere meydan okumakta ve onlardan en azından on sure getirmelerini istemektedir. Ancak Kur’an’ın mucizeli yapısı karşısında bu meydan okuma da cevapsız kalmıştır.

3. İsra Suresi 88. Ayet

“De ki: ‘Eğer insanlar ve cinler bu Kur’an’ın bir benzerini getirmek üzere toplansalar, birbirlerine destek de olsalar, onun benzerini getiremezler.'”

Bu ayet, Kur’an’ın benzersiz olduğunu ve hiçbir varlığın buna benzer bir kitap ortaya koyamayacağını açıkça bildirir. İnsanların ve cinlerin tüm bilgileriyle birleşseler bile Kur’an’ın eşsiz yapısını taklit edemeyecekleri meydan okuma üslubuyla ifade edilmiştir.

4. Tur Suresi 33-34. Ayetler

“Yoksa ‘Onu kendisi uydurdu’ mu diyorlar? Hayır, onlar iman etmiyorlar. Eğer doğru söyleyenler iseler onun benzeri bir söz getirsinler!”

Kur’an’ın Peygamber tarafından uydurulmuş olduğu iddiasına karşı meydan okuyucu bir yanıt olarak, benzeri bir söz getirmeleri istenmektedir. Ancak Kur’an’ın dil ve içerik bakımından erişilmez olduğu burada açıkça ifade edilir.

5. Bakara Suresi 24. Ayet

“Eğer bunu yapamazsanız ki asla yapamayacaksınız, o halde yakıtı insanlar ve taşlar olan, kafirler için hazırlanmış ateşten sakının.”

Burada, Kur’an’ın bir benzerini getiremeyecekleri net bir şekilde belirtilir ve bunu yapamayanları, cehennem azabının beklediği bildirilir. Ayet, kafirlerin bu meydan okumayı kabul edememeleri durumunda büyük bir cezaya çarptırılacağını ifade eder.

6. Yunus Suresi 38. Ayet

“Yoksa ‘Onu uydurdu’ mu diyorlar? De ki: ‘Eğer doğru söyleyenler iseniz, siz de onun benzeri bir sure getirin ve Allah’tan başka çağırabildiklerinizi de çağırın.'”

Bu ayette, Peygamber’e yönelik “uydurma” ithamı reddedilir ve meydan okuma tekrarlanır. Kur’an’ın bir sure bile benzerini getirememelerinin, onun ilahi kaynağını doğruladığı bildirilir.

7. Fussilet Suresi 26-27. Ayetler

“İnkar edenler, ‘Bu Kur’an’ı dinlemeyin, onda üstün gelmek için yaygara koparın’ dediler. Andolsun, biz inkar edenlere şiddetli bir azap tattıracağız ve onları yaptıklarının en kötüsüyle cezalandıracağız.”

Müşriklerin, Kur’an’ın mesajını etkisiz hale getirmek için yaygara koparmaları ve insanları ondan uzaklaştırmaya çalışmaları eleştirilir. Bu ayet, inkar edenlere karşı bir meydan okuma niteliğindedir ve onları acı bir azabın beklediği bildirilmektedir.

8. Müddessir Suresi 49-51. Ayetler

“Onlara ne oluyor ki, öğütten yüz çeviriyorlar? Sanki ürkmüş yaban eşekleri gibi, arslandan kaçıyorlar.”

Kur’an’ı dinlemekten kaçınanların durumu, yaban eşeklerinin arslandan kaçması gibi bir mecazla ifade edilir. Bu ayetler, müşriklere ve kafirlere karşı alaycı bir meydan okuma olarak da yorumlanabilir.

9. Maide Suresi 64. Ayet

“Yahudiler, ‘Allah’ın eli bağlıdır’ dediler. Söyledikleri şey yüzünden kendi elleri bağlandı ve lanetlendiler. Bilakis O’nun iki eli de açıktır, dilediği gibi verir…”

Yahudilerin, Allah’ın kudretini sınırlamaya çalışması eleştirilmiş ve onlara meydan okuyan bir cevap verilmiştir. Allah’ın dilediği her şeyi yapabileceği ve onlara verdikleri yüzünden lanetlendikleri bildirilmiştir.

10. Nisa Suresi 56. Ayet

“Ayetlerimizi inkar edenleri, yakında ateşe sokacağız. Derileri yanıp döküldükçe azabı tatmaları için onları başka derilerle değiştireceğiz. Şüphesiz Allah, mutlak galip, hüküm ve hikmet sahibidir.”

Bu ayet, ayetleri inkar edenlerin bekleyen cehennem azabını son derece etkili ve korkutucu bir dille ifade eder. İnkarcıların akıbetine dair açık ve meydan okuyucu bir tehdittir.

11. En’am Suresi 93. Ayet

“Allah’a iftira edenden veya kendisine bir şey vahyedilmemişken ‘Bana vahyolundu’ diyenden ve ‘Allah’ın indirdiği gibi ben de indireceğim’ diyenden daha zalim kim olabilir?”

Kendisine vahiy gelmediği halde vahiy iddiasında bulunanlar ve Allah’a iftira edenler şiddetle eleştirilmiş ve bu kimseler zalimlerin en zalimi olarak nitelendirilmiştir. Bu ayet, Allah’a karşı yalan söyleyenlere açık bir meydan okumadır.

12. Kamer Suresi 43-44. Ayetler

“Sizin kafirleriniz, öncekilerden daha mı hayırlıdır, yoksa kitaplarda size bir dokunulmazlık mı var? Yoksa, ‘Biz yardımlaşan bir topluluğuz’ mu diyorlar?”

Bu ayetlerde, inkar edenlerin kendilerini önceki kavimlerden üstün sanmaları sorgulanır ve onların da bir azaba uğrayacakları ima edilir. Allah’a karşı kibirlenmenin anlamsızlığı ve sonu olmayan bir meydan okuma vurgulanır.

13. Tevbe Suresi 32-33. Ayetler

“Onlar, Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Halbuki kafirler hoşlanmasalar da Allah nurunu tamamlayacaktır. O, müşrikler hoşlanmasa da peygamberini hidayet ve hak dini ile göndermiştir.”

Müşriklerin Allah’ın dinini bastırmaya yönelik çabaları eleştirilir ve Allah’ın nurunu tamamlayacağına dair meydan okuyan bir ifade yer alır. Bu ayetler, İslam’ın galip geleceğine dair kesin bir taahhüttür.

Sonuç

Bu ayetler, müşrik ve kafirlerin Allah’a karşı kibirli ve inkarcı tavırlarına karşı sert bir dille meydan okumaktadır. Kur’an’ın ilahi mesajına karşı çıkanlara, Allah’ın kudretini hafife alanlara ve Peygamber’in getirdiği hakikati reddedenlere yönelik bu meydan okuyuşlar, Kur’an’ın güçlü üslubunu ve inkarcılara karşı verdiği yanıtları ortaya koymaktadır.

***********   

Ve onlara, “Rahman’a secde edin.” dendiği zaman, “Rahman da neymiş? Senin bize buyurduğun her şeye secde mi edeceğiz?” dediler. Bu çağrın onların nefretlerini arttırdı.Furkan 60. Ayet tefsirlerde nasıl izah edilmektedir


Furkan Suresi 60. ayeti, müşriklerin Allah’ın bir sıfatı olan “Rahman” ismine karşı gösterdikleri inatçı ve alaycı tutumu ifade etmektedir. Ayetin tefsirlerinde genellikle şu noktalara dikkat çekilir:

1. “Rahman” İsmine Karşı Cahillik ve İnat

Mekke müşrikleri, “Rahman” ismini bilmiyor gibi davranarak bu isme karşı alaycı bir tavır sergilemişlerdir. Halbuki Arapça’da “Rahman” kelimesi, “son derece merhametli” anlamında bilinen bir sıfattır. Ancak müşrikler, Allah’ın sıfatlarını ve tekliğini kabul etmekten kaçındıkları için bu isme de karşı çıkmışlardır.

İbn Kesir: Müşriklerin bu sözü, bilgisizlikten değil, kibir ve inattan kaynaklanmaktadır. Onlar, Allah’a kulluk etmeyi ve yalnız O’na secde etmeyi reddetmişlerdir.

Taberi: Müşrikler, Allah’ın bir sıfatı olan “Rahman” ismini kabul etmek istememiş ve bu ismi küçümsemişlerdir. Onların bu alaycı tavrı, Allah’a karşı düşmanlıklarını ve inkarlarını daha da artırmıştır.

2. Secde Emrine Karşı İsyan

Ayetteki “Rahman’a secde edin” ifadesi, Allah’a teslim olmayı ve O’na ibadet etmeyi emreden bir çağrıdır. Ancak müşrikler, secde etmeyi küçümsediklerini ve yalnızca kendi putlarına taptıklarını açıkça belirtmişlerdir.

Zemahşeri (Keşşaf): Müşriklerin bu tutumu, hakikati kabul etmeye yanaşmayanların karakteristik özelliğidir. Onlar, Allah’ın büyüklüğünü kavramaktan uzak bir anlayışla hareket etmişlerdir.

3. Nefretin Artması

Ayetin sonunda, “Bu çağrı onların nefretlerini artırdı” ifadesi, hakkı kabul etmeyen kimselerin dini hakikatlerle yüzleştiğinde daha da inatçı ve nefret dolu bir hale geldiğini gösterir.

Fahreddin er-Razi: Nefretlerinin artması, hakikati bilerek reddetmelerinin ve kalplerindeki kibirin bir sonucudur. Bu, Allah’a karşı duydukları düşmanlığın derinliğini ifade eder.

Elmalılı Hamdi Yazır: Rahman ismi ve secde emri, müşrikler için birer sınavdır. Onlar, bu isim ve emir karşısında kibirlenmiş ve içlerindeki inkarı daha da derinleştirmişlerdir.

4. Tarihi Bağlam

Bu ayet, özellikle Rahman isminin Mekke müşrikleri arasında tartışmaya yol açtığı bir dönemi işaret eder. Müşrikler, bu ismin Allah’a ait olduğunu kabul etmemiş ve bu ismi putlara ya da başka varlıklara ait bir sıfat gibi görmüşlerdir.
onuç olarak, Furkan Suresi 60. ayeti, müşriklerin Allah’ın sıfatlarını ve emirlerini reddetme konusundaki inatçılığını, kibirlerini ve dini hakikatlere karşı duydukları nefretin arttığını vurgulamaktadır. Bu ayet, aynı zamanda müminlere, Allah’ın emrine boyun eğmenin ve yalnızca O’na kulluk etmenin önemini hatırlatır.

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=jE8HsQyk-bA