ŞERLERİN VE MUSİBETLERİN YARATILIŞTAKİ HİKMETLERİ

ŞERLERİN VE MUSİBETLERİN YARATILIŞTAKİ HİKMETLERİ

BAK: https://www.youtube.com/watch?v=ov3OEqIn9-Q

Şerlerin ve musibetlerin yaratılıştaki hikmetleri.

-Her bir insan inanç düşünce yaşayışıyla kendi kişiliğini ve kimliğini, hüviyetini oluştururken, bir yandan da o kişiliğinin yaşayacağı mekânı ister cennet, ister cehennem, ister cennette farklı mekan, ister cehennemde farklı mekanını bizzat tesis etmektedir. Kişilik ve duygularının istidat ve kabiliyetlerinin latifelerinin açılımın nispetinde karşılığını bulacak, görecek artık o tamamen kendisidir.
-Şerlerin ve musibetlerin yaratılıştaki hikmetleri.
Şerlerin ve musibetlerin yaratılıştaki hikmetleri, hayatın derin anlamını kavramada önemli bir yere sahiptir. İlk bakışta olumsuz gibi görünen bu olaylar, aslında daha büyük bir planın parçalarıdır ve insanın hem dünyada hem de ahirette olgunlaşmasına hizmet eder. Bu hikmetleri birkaç başlık altında açıklayabiliriz:

1. İmtihan Dünyası

Dünya, insanın sınandığı bir meydandır. Şer ve musibetler, insanın iradesini, sabrını ve şükrünü ölçmek için birer imtihan vesilesidir.

İnsan, bu olaylarla karşılaştığında gösterdiği tavır ile ruhsal derecesini yükseltme fırsatı bulur. Kur’an’da bu gerçek şöyle ifade edilir:
“Sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınarız. Sabredenleri müjdele!” (Bakara, 155).

2. Hikmeti Anlama ve Farkındalık

Şer olarak görülen olaylar, insanın acziyetini ve sınırlılığını fark etmesine vesile olur. Bu farkındalık, insanı Yaradan’a yönlendirir ve Allah’ın kudretini daha derinden idrak etmesini sağlar.

Kötülük gibi görünen olaylar, iyilik ve güzelliklerin kıymetini anlamak için bir karşıtlık oluşturur. Tıpkı karanlık olmadan ışığın fark edilmemesi gibi.

3. İnsanın Manevi Tekâmülü

Şer ve musibetler, insanı ruhen olgunlaştırır ve ahlaken yüceltir. Zorluklarla karşılaşan insan, sabretmeyi, dayanıklılığı ve teslimiyeti öğrenir.

Musibetler, insanın kibir ve bencillik gibi nefsani zaaflarından arınmasına vesile olur. Bu da insanı daha olgun, anlayışlı ve merhametli bir hale getirir.

4. Hayır ve Şer Dengesi

Evrende hayır ve şer, dengeyi sağlayan unsurlardır. Şer gibi görünen olaylar, daha büyük bir iyiliğe hizmet edebilir. Kur’an’da bu hakikat şöyle dile getirilir:
“Sizin hoşlanmadığınız bir şey, sizin için hayırlı olabilir. Hoşlandığınız bir şey de, sizin için şer olabilir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara, 216).

Bazen bir musibet, daha büyük bir belayı önler ya da insana önemli bir ders verir.

5. Şefkat ve Merhametin Gelişimi

Şer gibi görünen olaylar, insanın empati duygusunu artırır ve diğer canlılara karşı daha duyarlı olmasını sağlar. Acı çeken insan, başkalarının acılarını anlama ve onlara yardım etme yeteneği kazanır.

6. Dünya Hayatının Geçiciliğini Hatırlatması

Musibetler, dünyanın geçici ve faniliğini insana hatırlatarak, onu ebedi hayata yönlendirir. Bu olaylar, insanın dünyevi bağlarını gevşetip ahiret saadetine yönelmesine vesile olur.

Örneğin, bir hastalık veya kayıp, insanın bu dünyaya bağımlılığını azaltır ve ebedi hayatın önemini kavramasını sağlar.

7. İlahî Adalet ve Hikmetin Tecellisi

Şer gibi görünen olaylar, bazen Allah’ın adaletinin tecelli etmesi için bir araçtır. İnsanların yanlışlarından ve zulümlerinden doğan sonuçlar, bir uyarı ve ders niteliği taşır.

İlahi hikmet, bazen görünürdeki şerlerden hayır çıkararak, insanı şaşırtır ve derin düşünmeye sevk eder.

8. Birlik ve Dayanışmayı Güçlendirme

Toplumsal musibetler, insanları bir araya getirir, yardımlaşmayı ve dayanışmayı artırır. Büyük zorluklar, insan topluluklarının ortak hedefler için bir araya gelmesini sağlar.

9. Mutlak Hayır ve Hikmet Perspektifi

Allah’ın yarattığı hiçbir şey, mutlak anlamda kötü değildir. İnsan, sınırlı bilgi ve bakış açısıyla bir olayı şer olarak değerlendirebilir. Ancak ilahi planda o olay, daha büyük bir hayır ve hikmete hizmet eder.

İmam Gazali, “Şer, Allah’ın yaratmasında değil, insanın bakışında vardır” diyerek bu gerçeği ifade eder.

Sonuç

Şer ve musibetler, insanın hem bireysel hem de toplumsal gelişimine hizmet eden önemli unsurlardır. Bu olayları birer imtihan, uyarı ve terbiye vesilesi olarak görmek, insanın bu zorluklarla başa çıkmasını kolaylaştırır. İlahi hikmete güvenmek ve her olayda hayır aramak, insanın ruhen olgunlaşmasını ve ebedi hayatını kazanca dönüştürmesini sağlar.

@@@@@@@

Bediüzzaman’ın 12. Mektupları soru cevap beyanında,
“İkinci Sualiniz: Şeytanların halkı ve icadı ne içindir? Cenâb-ı Hak şeytanı ve şerleri halk etmiş; hikmeti nedir? Şerrin halkı şerdir, kabîhin halkı kabîhtir.
Elcevap: Hâşâ, halk-ı şer şer değil, belki kesb-i şer şerdir. Çünkü, halk ve icad bütün netâice bakar. Kesb, hususî bir mübaşeret olduğu için, hususî netâice bakar. Meselâ, yağmurun gelmesinin binlerle neticeleri var; bütünü de güzeldir. Sû-i ihtiyarıyla bazıları yağmurdan zarar görse, “Yağmurun icadı rahmet değildir” diyemez, “Yağmurun halkı şerdir” diye hükmedemez. Belki sû-i ihtiyarıyla ve kesbiyle onun hakkında şer oldu. Hem ateşin halkında çok faydalar var; bütünü de hayırdır. Fakat bazılar, sû-i kesbiyle, sû-i istimaliyle ateşten zarar görse, “Ateşin halkı şerdir” diyemez. Çünkü, ateş yalnız onu yakmak için yaratılmamış. Belki o, kendi sû-i ihtiyarıyla, yemeğini pişiren ateşe elini soktu ve o hizmetkârını kendine düşman etti.
Elhasıl: Hayr-ı kesir için şerr-i kalil kabul edilir. Eğer şerr-i kalil olmamak için, hayr-ı kesiri intaç eden bir şer terk edilse, o vakit şerr-i kesir irtikâp edilmiş olur. Meselâ, cihada asker sevk etmekte, elbette bazı cüz’î ve maddî ve bedenî zarar ve şer olur. Fakat o cihadda hayr-ı kesir var ki, İslâm, küffârın istilâsından kurtulur. Eğer o şerr-i kalil için cihad terk edilse, o vakit hayr-ı kesir gittikten sonra, şerr-i kesir gelir. O ayn-ı zulümdür. Hem meselâ, kangren olmuş ve kesilmesi lâzım gelen bir parmağın kesilmesi hayırdır, iyidir. Halbuki zâhiren bir şerdir. Parmak kesilmezse el kesilir, şerr-i kesir olur.
İşte, kâinattaki şerlerin, zararların, beliyyelerin ve şeytanların ve muzırların halk ve icadları şer ve çirkin değildir; çünkü çok netâic-i mühimme için halk olunmuşlardır. Meselâ, melâikelere şeytanlar musallat olmadıkları için, terakkiyatları yoktur; makamları sâbittir, tebeddül etmez. Kezâ, hayvânâtın dahi, şeytanlar musallat olmadıkları için, mertebeleri sabittir, nâkıstır.
âlem-i insaniyette ise, merâtib-i terakkiyat ve tedenniyat, nihayetsizdir; Nemrutlardan, Firavunlardan tut, tâ sıddıkîn-i evliya ve enbiyaya kadar gayet uzun bir mesafe-i terakki var.

İşte, kömür gibi olan ervâh-ı sâfileyi, elmas gibi olan ervâh-ı âliyeden temyiz ve tefrik için, şeytanların hilkatiyle ve sırr-ı teklif ve ba’s-ı enbiya ile, bir meydan-ı imtihan ve tecrübe ve cihad ve müsabaka açılmış. Eğer mücahede ve müsabaka olmasaydı, maden-i insaniyetteki elmas ve kömür hükmünde olan istidatlar beraber kalacaktı. âlâ-yı illiyyîndeki Ebu Bekr-i Sıddık’ın ruhu, esfel-i sâfilîndeki Ebu Cehil’in ruhuyla bir seviyede kalacaktı.
Demek, şeyâtin ve şerlerin yaratılması, büyük ve küllî neticeye baktığı için, icadları şer değil, çirkin değil. Belki, sû-i istimâlâttan ve kesb denilen mübaşeret-i hususiyeden gelen şerler, çirkinlikler kesb-i insana aittir; icad-ı İlâhîye ait değildir.
Eğer sual etseniz ki: Bi’set-i enbiya ile beraber şeytanların vücudundan ekser insanlar kâfir oluyor, küfre gidiyor, zarar görüyor. “El-hükmü li’l-ekser” kaidesince, ekser ondan şer görse, o vakit halk-ı şer şerdir; hattâ bi’set-i enbiya dahi rahmet değil denilebilir.
Elcevap: Kemiyetin, keyfiyete nisbeten ehemmiyeti yok. Asıl ekseriyet, keyfiyete bakar. Meselâ, yüz hurma çekirdeği bulunsa, toprak altına konup su verilmezse ve muamele-i kimyeviye görmezse ve bir mücahede-i hayatiyeye mazhar olmazsa, yüz para kıymetinde yüz çekirdek olur. Fakat su verildiği ve mücahede-i hayatiyeye maruz kaldığı vakit, sû-i mizacından sekseni bozulsa, yirmisi meyvedar yirmi hurma ağacı olsa, diyebilir misin ki, “Suyu vermek şer oldu, ekserisini bozdu”? Elbette diyemezsin. Çünkü o yirmi, yirmi bin hükmüne geçti. Sekseni kaybeden, yirmi bini kazanan zarar etmez, şer olmaz.
Hem meselâ, tavus kuşunun yüz yumurtası bulunsa, yumurta itibarıyla beş yüz kuruş eder. Fakat o yüz yumurta üstünde tavus oturtulsa, sekseni bozulsa, yirmisi yirmi tavus kuşu olsa, denilebilir mi ki, “Çok zarar oldu, bu muamele şer oldu, bu kuluçkaya kapanmak çirkin oldu, şer oldu”? Hayır, öyle değil, belki hayırdır. Çünkü o tavus milleti ve o yumurta taifesi, dört yüz kuruş fiyatında bulunan seksen yumurtayı kaybedip, seksen lira kıymetinde yirmi tavus kuşu kazandı.
İşte, nev-i beşer, bi’set-i enbiya ile, sırr-ı teklif ile, mücahede ile, şeytanlarla muharebe ile kazandıkları yüz binlerle enbiya ve milyonlarla evliya ve milyarlarla asfiya gibi âlem-i insaniyetin güneşleri, ayları ve yıldızları mukabilinde, kemiyetçe kesretli, keyfiyetçe ehemmiyetsiz hayvânât-ı muzırra nevinden olan küffârı ve münafıkları kaybetti.
Üçüncü Sualiniz: Cenâb-ı Hak musibetleri veriyor, belâları musallat ediyor. Hususan masumlara, hattâ hayvanlara bu zulüm değil mi?
Elcevap: Hâşâ! Mülk Onundur; mülkünde istediği gibi tasarruf eder. Hem acaba, san’atkâr bir zat, bir ücret mukabilinde seni bir model yapıp, gayet san’atkârâne yaptığı murassâ bir libası sana giydiriyor; hünerini, maharetini göstermek için kısaltıyor, uzaltıyor, biçiyor, kesiyor, seni oturtuyor, kaldırıyor. Sen ona diyebilir misin ki, “Beni güzelleştiren elbiseyi çirkinleştirdin; bana oturtup kaldırmakla zahmet verdin”? Elbette diyemezsin. Dersen divanelik edersin. Aynen öyle de, Sâni-i Zülcelâl göz, kulak, lisan gibi duygularla murassâ, gayet san’atkârâne bir vücudu sana giydirmiş. Mütenevvi esmâsının nakışlarını göstermek için seni hasta eder, müptelâ eder, aç eder, tok eder, susuz eder, bu gibi ahvalde yuvarlatır. Mahiyet-i hayatiyeyi kuvvetleştirmek ve cilve-i esmâsını göstermek için, seni böyle çok tavırlarda gezdiriyor. Sen eğer desen, “Beni niçin bu mesâibe müptelâ ediyorsun?” Temsilde işaret edildiği gibi, yüz hikmet seni susturacak.
Zaten sükûn ve sükûnet, atâlet, yeknesaklık, tevakkuf, bir nevi ademdir, zarardır. Hareket ve tebeddül vücuttur, hayırdır. Hayat, harekâtla kemâlâtını bulur, beliyyat vasıtasıyla terakki eder. Hayat, cilve-i esmâ ile muhtelif harekâta mazhar olur, tasaffî eder, kuvvet bulur, inkişaf eder, inbisat eder, kendi mukadderâtını yazmasına müteharrik bir kalem olur, vazifesini ifa eder, ücret-i uhreviyeye kesb-i istihkak eder.”
https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/mektubat/on-ikinci-mektub/47
*************
KADERDEN ATILAN TAŞLAR

Kader adildir,kader ilimdir,Allah zulmetmez,insan zulmeder.Kadere iman eden kederden emin olur.Kaderden atılan taşa itiraz parmağını uzatma.
Meczubun biri köylü çocuklarının kendisini sürekli bir şekilde taşlamasından dolayı muzdarip olmaktadır.Çocuklar bir yandan kendisiyle deli diyerek dalga geçerken,diğer yandan da korkutmak amacıyla kendisine taş atmaktadırlar.
Bu durumdan muzdarip olan deli köyü terk etmeye karar verir.Ve bir gün köyden ayrılır.
Yolda yürürken iki kişinin kavga ettiğini görerek aralarına girip ayırmaya çalışır.Ancak baş edemez.
Kavga neticesinde birisi tutar öbürünü öldürerek oradan kaçar.Meczub ise ölen kişinin başucuna eğilerek bir şeyler yapmaya çalışır ancak elinden bir şey gelmez.
Uzaktan bir şeylerin olduğunu fark eden köylüler koşarak gelir bakarlar ki meczubun eli kanlı ve ölen kişinin başında duruyor.Katil zannıyla bunu yakalarlar.Öldüren ise çoktan görünmezlere karışmıştır.
Yapılacak hiçbir iş olmadığı,durumun aleyhine dönmüş olmasından dolayı meczub idama mahkum edilir.İdama götürülürken ağlamaya başlar.Sebebini sorduklarında ise;kendisinin korkudan dolayı ağlamadığını ancak Allah’ın kader tarafından atmış olduğu küçük taşlardan kaçmış,kendi kayalarımın kafamı kırmasına göz yumduğuma ağlıyorum,demiştir.
Kaderi tenkid eden başını örse vurur,kırar.Kaderi tenkid etme.
*********
Evet, nimette kendinden yukarıya bakıp şekvâ etmeye hiç kimsenin hakkı yoktur. Ve musibette herkesin hakkı, kendinden musibet noktasında daha yukarı olanlara bakmaktır ki, şükretsin. Bu sır bazı risalelerde bir temsille izah edilmiş. İcmâli şudur ki:
Bir zat, bir biçareyi bir minarenin başına çıkarıyor. Minarenin her basamağında ayrı ayrı birer ihsan, birer hediye veriyor. Tam minarenin başında da en büyük bir hediyeyi veriyor. O mütenevvi hediyelere karşı ondan teşekkür ve minnettarlık istediği halde, o hırçın adam, bütün o basamaklarda gördüğü hediyeleri unutup veyahut hiçe sayıp, şükretmeyerek, yukarıya bakar. “Keşke bu minare daha uzun olsaydı, daha yukarıya çıksaydım! Niçin o dağ gibi veyahut öteki minare gibi çok yüksek değil?” deyip şekvâya başlarsa, ne kadar bir küfran-ı nimettir, bir haksızlıktır. Öyle de, bir insan hiçlikten vücuda gelip, taş olmayarak, ağaç olmayıp, hayvan kalmayarak, insan olup, Müslüman olarak, çok zaman sıhhat ve âfiyet görüp yüksek bir derece-i nimet kazandığı halde, bazı arızalarla, sıhhat ve âfiyet gibi bazı nimetlere lâyık olmadığı veya sû-i ihtiyarıyla veya sû-i istimaliyle elinden kaçırdığı veyahut eli yetişmediği için şekvâ etmek, sabırsızlık göstermek, “Aman, ne yaptım böyle başıma geldi?” diye rububiyet-i İlâhiyeyi tenkit etmek gibi bir hâlet, maddî hastalıktan daha musibetli, mânevî bir hastalıktır. Kırılmış elle döğüşmek gibi, şikâyetiyle hastalığını ziyadeleştirir. Âkıl odur ki, sırrıyla teslim olup sabretsin, tâ o hastalık vazifesini bitirsin, gitsin.
https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/lemalar/yirmi-besinci-lem-a/217

 




KABZ VE BAST HALLERİNİN DUYGULARLA OLAN İLGİSİ

KABZ VE BAST HALLERİNİN DUYGULARLA OLAN İLGİSİ

BAK: https://www.youtube.com/watch?v=hOCiw1B6PG4&t=20s

Kabz ve bast halleri. Nedeni ve hikmeti.
Kabz ve Bast Nedir?

Kabz ve bast, tasavvuf terminolojisinde insanın ruhsal durumunu ifade eden iki temel haldir:

Kabz (Daralma): Ruhun sıkıntı, darlık ve üzüntü hali. Kişinin kendisini Allah’tan uzak hissettiği veya ilahi bir huzurdan yoksun olduğu duygusal bir durumdur.

Bast (Açılma): Ruhun genişleme, ferahlık ve huzur hali. Kişinin Allah’a yakın olduğunu hissettiği ve manevi bir coşku yaşadığı durumdur.

Bu haller, Allah tarafından kulun kalbine yerleştirilen özel hallerdir ve genellikle birbiri ardına gelir. Her ikisi de geçici olup, kulun manevi terbiyesi ve olgunlaşması için birer imtihan ve eğitim vesilesidir.

Kabz ve Bast Hallerinin Nedeni

Kabz ve bast hallerinin nedeni, kulun Allah’a olan yakınlık derecesini artırmak, manevi terbiyesini sağlamak ve onun irade gücünü güçlendirmektir. Bu haller, kulun ruhsal ve manevi gelişimini tamamlaması için ilahi hikmetle düzenlenmiştir:

1. Kabz Halinin Nedeni:

Kendini Tanıma: Kabz hali, insanın zayıflıklarını ve acziyetini fark etmesini sağlar. Bu durumda kişi, Allah’a olan muhtaçlığını daha derinden idrak eder.

İmtihan: Kabz, kulun sabrını ve teslimiyetini ölçen bir imtihandır. Bu süreçte kişi, Allah’a olan tevekkülünü güçlendirme fırsatı bulur.

Arınma: Ruhsal darlık, kişinin günahlarından tövbe etmesi ve içsel bir temizlenme yaşaması için bir vesiledir.

Dua ve Yaklaşma: Kabz halindeki kişi, iç sıkıntısından kurtulmak için dua eder ve Allah’a daha fazla yönelir. Bu, kul ile Allah arasındaki bağın güçlenmesine neden olur.

2. Bast Halinin Nedeni:

Manevi Coşku: Bast hali, kulun Allah’a olan yakınlığını hissettiği, sevgi ve huzur dolu bir durumdur. Bu hal, insanı daha fazla ibadete ve şükre yönlendirir.

Teşvik: Bast hali, kulun ruhsal yükselişini destekler ve manevi hayatında ilerlemesini teşvik eder.

İlahi Rahmetin Hissi: Bast, Allah’ın rahmetini ve sevgisini doğrudan hissetmenin bir neticesidir. Bu hal, kulda Allah’a olan sevgiyi artırır.

İmtihan: Bast hali de bir imtihandır. Kişinin bu genişlik içinde ne kadar şükür sahibi olduğu ve Allah’a bağlı kaldığı ölçülür.

Kabz ve Bast Hallerinin Hikmeti

Kabz ve bast, kulun manevi olgunluğunu sağlamak için Allah’ın bir lütfu ve terbiyesidir. Bu haller, insanın ruhsal tekâmülünde şu şekilde hikmet taşır:

1. Ruhun Dengesi:

İnsanın ruhu sürekli genişleme (bast) içinde olursa, gaflete düşebilir ve Allah’a olan muhtaçlığını unutabilir. Aynı şekilde sürekli daralma (kabz) halinde olursa ümitsizliğe kapılabilir. Bu haller, insanın ruhunu dengede tutar ve onu ne aşırı sevince ne de aşırı kedere kaptırır.

2. Sabır ve Şükür Eğitimi:

Kabz Halinde Sabır: Daralma halinde kul, sabır göstermeyi öğrenir ve Allah’a tevekkül eder. Bu hal, kişinin ruhsal dayanıklılığını artırır.

Bast Halinde Şükür: Genişleme halinde ise kul, Allah’a şükretmeyi ve nimetlerin değerini bilmeyi öğrenir.

3. İlahi Yakınlığın Öğretilmesi:

Kabz ve bast, kulun Allah’a olan yakınlığını hissetmesi için bir vesiledir. Kabz hali, kulun acziyetini ve Allah’a olan ihtiyacını öğretirken; bast hali, Allah’ın sevgisini ve rahmetini hissettirir. Bu süreç, kulun kalbini sürekli Allah’a yönlendiren bir eğitimdir.

4. Manevi Yolculukta İlerleme:

Bu haller, tasavvufta seyrü sülûk yolculuğu yapan bir kişinin ruhsal makamlar arasında ilerlemesine vesile olur. Kabz, bir duraklama ve içsel arınma süreci iken; bast, ilerleme ve yükselme dönemidir.

5. Allah’ın Mutlak Kudretinin Fark Edilmesi:

Kabz ve bast hallerinde kul, her iki durumun da Allah’ın takdiri ile olduğunu fark eder. Bu durum, kulluk bilincini artırır ve kişiyi Allah’a teslim olmaya yönlendirir.

Kabz ve Bast Hallerinde Kulun Tavrı
Kabz ve bast hallerinde kulun sergilemesi gereken tutumlar şunlardır:
Kabz Halinde:
Sabırlı olmak ve ümitsizliğe kapılmamak.
Dua ve istiğfarla Allah’a yönelmek.
Sıkıntının geçici olduğunu bilmek.

Bast Halinde:
Şükretmek ve kibirden kaçınmak.
Allah’a olan bağlılığı artırmak ve gaflete düşmemek.
Bu halin de bir imtihan olduğunu unutmamak.

Sonuç

Kabz ve bast, insanın manevi hayatında sürekli karşılaştığı iki haldir. Kabz hali, kişinin sabrını ve tevekkülünü; bast hali ise şükrünü ve tevazusunu öğretir. Her iki hal de kulun Allah’a olan yakınlığını artırmak ve onu manevi olgunluğa ulaştırmak için birer araçtır. İnsan bu hallerde dengeli davranmalı, hem daralmayı hem de genişlemeyi Allah’tan bir hikmet ve rahmet olarak görmelidir. Bu şekilde, kabz ve bast, kulun Allah’a giden yolda ilerlemesine vesile olur.

@@@@@@@@

Kabz ve bast hallerine sebep olan faktörler.

Kabz (daralma) ve bast (genişleme) hallerine sebep olan faktörler, kişinin manevi yolculuğundaki durumu, Allah ile olan ilişkisi, nefsi ve çevresel etkilerle bağlantılıdır. Bu hallerin kaynağı ilahi bir tasarruf olmakla birlikte, kulun ruhsal, zihinsel ve davranışsal durumları da bu hallerin ortaya çıkmasında etkili olabilir.

Kabz Haline Sebep Olan Faktörler

1. İlahi Tasarruf (İmtihan ve Eğitim):

İmtihan: Kabz hali, Allah tarafından kulun sabrını, teslimiyetini ve tevekkülünü sınamak için bir imtihan olarak verilebilir. Kul, bu süreçte Allah’a olan bağlılığını daha da güçlendirme fırsatı bulur.

Manevi Eğitim: Allah, kulunu daralma ile terbiye ederek, onun nefsini kırar ve manevi bir olgunluğa hazırlık yapar.

2. Günahlar ve Nefsin Durumu:

Günahların Etkisi: Günah işlemek, insanın ruhunda karanlık bir etki bırakabilir ve kabz haline sebep olabilir. Kişi, Allah’tan uzaklaştığını hisseder.
Nefsi Arzular: Nefsin isteklerine aşırı düşkünlük, ruhu daraltır ve kabz halini tetikleyebilir. Nefsin doyumsuzluğu, insanı manevi darlığa sürükler.

3. Manevi Duraklama ve Kendi Kusurlarını Görme:

Duraklama: Manevi yolculukta ilerleyen bir kişi, bazen bir duraklama ve sükunet dönemine girebilir. Bu kabz hali, kişinin eksikliklerini fark etmesi ve kendini yenilemesi için bir fırsattır.

Kendi Kusurlarıyla Yüzleşme: İnsan, kendi eksik ve hatalarını fark ettiğinde ruhsal bir daralma yaşayabilir. Bu farkındalık, kabz halini doğurabilir.

4. Dua ve Zikirde Eksiklik:

İbadetlerde İhmal: Dua, zikir ve ibadetlerdeki eksiklik, Allah ile olan bağın zayıflamasına neden olabilir. Bu durum, ruhsal bir darlık olarak ortaya çıkabilir.

Ruhun Gıdasız Kalması: Manevi beslenmeden mahrum kalan bir ruh, daralma hissi yaşar.

5. Çevresel Faktörler ve Dünya Telaşı:

Dünyevi Endişeler: Dünya işlerine aşırı dalmak ve ahireti unutmak, kabz halini tetikleyebilir. Bu durumda insan, ruhsal bir boşluğa düşer.

Olumsuz Çevre: Kötü arkadaşlıklar ve manevi anlamda insanı etkileyen olumsuz çevre, ruhun daralmasına sebep olabilir.

6. Ruhsal ve Fiziksel Yorgunluk:

Ruhsal Yorgunluk: Uzun süren çabalar, ibadetlerde sürekli yoğunluk veya aşırı yorgunluk, kabz halini getirebilir.

Fiziksel Durum: Bedenin yorgunluğu, insanın manevi halini etkiler ve kabz hissi oluşturabilir.

Bast Haline Sebep Olan Faktörler

1. İlahi Lütuf ve Rahmet:

Allah’ın Lütfu: Bast hali, Allah’ın bir rahmeti olarak kulun kalbine huzur, genişlik ve ferahlık verir. Bu, kulun şükür ve kulluk bilincini artırması için bir lütuftur.

İlahi Yakınlık: Allah’ın rahmetini ve sevgisini hissetmek, bast halini doğurur. Bu hal, kulun manevi coşkusunu artırır.

2. Zikir, Dua ve İbadetler:

Zikir ve Tefekkür: Allah’ı anmak ve üzerinde düşünmek, ruhun genişlemesine neden olur. Zikir ve tefekkür, ruhu manevi bir huzur ve ferahlığa ulaştırır.

Samimi İbadet: İhlasla yapılan ibadetler, kalbi genişletir ve bast halini tetikler. Özellikle namaz, Kur’an okumak ve teheccüd namazı bu duruma vesile olabilir.

3. Manevi İlerleme ve İlahi Huzur:

Manevi Yükseliş: Tasavvuf yolculuğunda ilerleyen bir kişi, manevi makamda yükseldikçe bast hali yaşar. Bu, Allah’a yaklaşmanın bir neticesidir.

Allah’ın Huzurunda Olmak: Kişi, Allah’a yakın olduğunu hissettiğinde ruhsal bir genişlik yaşar.

4. Tevbe ve Arınma:

Günahlardan Arınma: Samimi bir tövbe, insanın ruhunu ferahlatır ve genişlik hissi verir. Allah’ın affını ve rahmetini hissetmek, bast haline sebep olur.

İçsel Temizlik: Nefsin ve kalbin arınması, ruhu genişletir ve huzura vesile olur.

5. Şükür ve Rıza:

Şükür Hali: Allah’a şükretmek, kulun ruhunu genişletir. Şükreden bir insan, Allah’ın nimetlerini daha fazla hisseder ve bast hali yaşar.

Kadere Rıza: Allah’ın takdirine razı olan bir kişi, ruhsal bir huzur ve ferahlık içinde olur.

6. Manevi Sohbet ve Olumlu Çevre:

Sohbet ve Dostluk: Salih insanlarla birlikte olmak ve onların hikmetli sözlerini dinlemek, bast halini tetikleyen en önemli faktörlerden biridir.

Olumlu Çevre: Manevi anlamda insanı destekleyen bir çevre, ruhsal genişliğe vesile olur.

7. Kainat Üzerinde Tefekkür:

Yaratılış Üzerine Düşünmek: Kainattaki ilahi düzeni ve güzellikleri tefekkür etmek, insanın kalbine huzur ve genişlik verir. Allah’ın kudretini ve rahmetini düşünmek, bast halini artırır.

Sonuç:

Kabz ve bast halleri, hem insanın içsel durumlarından hem de dışsal faktörlerden etkilenir. Kabz hali genellikle kişinin kendini sorgulaması, arınması ve Allah’a yönelmesi için bir fırsat sunarken; bast hali ruhsal coşku ve huzur getirir. Her iki halin de temelinde, kulun Allah’a yakınlaşmasını ve manevi tekâmülünü sağlamak gibi bir hikmet bulunur. Kul, bu hallerin geçici olduğunu bilerek sabır, şükür ve tevekkül içinde olmalı, bu süreçleri kendisi için bir terbiye vesilesi olarak görmelidir.

@@@@@@@@

İnsandaki inkibaz ve inbisatin istidat ve kabiliyetlerle olan ilgi ve alakası.

İnkıbaz (daralma) ve inbisat (genişleme) hallerinin, insandaki istidat (yaratılıştan gelen yetenek ve potansiyel) ve kabiliyetlerle (bu potansiyelin açığa çıkarılabilmesi) güçlü bir ilişkisi vardır. İnsan ruhunun ve duygularının kabz ve bast haline bürünmesi, onun manevi donanımı, yaratılışındaki kapasite ve bu kapasiteyi işleyebilme derecesi ile doğrudan bağlantılıdır.

1. İnkıbaz ve İnbisat Nedir?

İnkıbaz (Daralma): Ruhun, çevresel etkilerden, düşüncelerden veya manevi bir sebepten dolayı sıkıntı hissetmesi ve kendi içine kapanmasıdır. Bu hal, kişinin kendisini sınırlı ve güçsüz hissetmesine neden olabilir.

İnbisat (Genişleme): Ruhun, huzur ve mutluluk içinde kendini genişlemiş hissetmesi, yetenek ve potansiyellerinin farkına varmasıdır. Bu hal, kişinin özgüvenli ve umut dolu hissetmesine yol açar.

2. İstidat ve Kabiliyet Nedir?

İstidat: İnsanın yaratılıştan gelen yetenek, fıtri eğilim ve potansiyelidir. Bu, kişinin her türlü duygu, düşünce ve yeteneğinin temelini oluşturur.

Kabiliyet: İnsanın, istidadını geliştirme derecesi, yani potansiyelini pratiğe dökme kapasitesidir. Kabiliyet, eğitim, tecrübe, çevresel etkiler ve bireysel çabayla şekillenir.

3. İnkıbaz ve İnbisatın İstidat ve Kabiliyetle İlişkisi

a. İnkıbazın İstidat ve Kabiliyet Üzerindeki Etkisi:

1. İnsanın Fıtri Sınırlılıkları:

İnkıbaz hali, insanın yaratılıştan gelen istidadını ve kabiliyetlerini sorgulamasına sebep olabilir. Bu süreçte insan, kendi yetersizliklerini fark eder ve bunları geliştirme ihtiyacı hisseder.

Örneğin, bir insanın başarısızlık hissi, onun istidadının sınırlarını anlamasına ve kabiliyetlerini daha verimli kullanmak için çaba göstermesine vesile olabilir.

2. Manevi ve Psikolojik Arınma:

İnkıbaz, kişinin ruhsal ve manevi boyutta kendi iç dünyasını keşfetmesini sağlar. Bu süreç, kişinin daha önce fark etmediği potansiyellerini ortaya çıkarabilir.

Kendi acziyetini ve sınırlarını fark eden insan, daha derin bir tevazu ve teslimiyet hali kazanır, böylece kabiliyetlerini Allah’ın rızasına uygun şekilde yönlendirebilir.

3. Durgunluk ve Kapasiteyi Kullanamama:

Aşırı inkıbaz hali, insanın kabiliyetlerini köreltebilir ve onu atalete sürükleyebilir. Bu nedenle, bu halden çıkış yollarını aramak (dua, tefekkür, manevi rehberlik) önemlidir.

b. İnbisatın İstidat ve Kabiliyet Üzerindeki Etkisi:

1. İnsanın Potansiyelinin Farkına Varması:

İnbisat hali, insanın istidadını geliştirmesi ve kabiliyetlerini en üst düzeyde kullanması için uygun bir zemin oluşturur. Ruhsal genişlik, insana özgüven ve ilham vererek onun yaratıcı potansiyelini açığa çıkarır.

Örneğin, huzur ve mutluluk içinde olan bir kişi, kendisini ifade etme, yaratıcı düşünceler üretme ve sosyal ilişkilerde başarılı olma konusunda daha aktiftir.

2. İlahi İlim ve Hikmetin Açılması:

İnbisat hali, kişinin ruhsal olarak Allah’ın hikmetini ve kainattaki düzeni anlamasına olanak sağlar. Bu durum, insanın manevi istidadını artırır ve kabiliyetlerini Allah yolunda kullanmasına vesile olur.

Örneğin, bir sanatçı, ruhsal genişlik içinde daha ilham verici eserler üretebilir.
3. Aşırılık ve Gaflet Riski:

İnbisat hali, kişinin kendini fazla güçlü ve yeterli hissetmesine yol açarsa, bu durum onu gaflete düşürebilir. Bu nedenle, insanın bu hali şükür ve tevazu ile dengelemesi gerekir.

4. İnkıbaz ve İnbisatın İstidat ve Kabiliyetlerin Gelişimindeki Hikmeti

a. İnkıbazın Hikmeti:

İnkıbaz, insanın yaratılıştaki zayıflıklarını ve hatalarını fark etmesini sağlar. Bu, insanı tevbe ve istiğfara yönlendirerek manevi bir arınma sürecine sokar.

İnsan, inkıbaz haliyle kabiliyetlerini yeterince kullanamadığını fark eder ve kendisini geliştirme yönünde çaba harcar.

İnkıbaz, kişiyi sabır, tevekkül ve teslimiyet gibi erdemlerle donatarak ahlaki bir olgunlaşmaya ulaştırır.

b. İnbisatın Hikmeti:

İnbisat, insanın Allah’ın rahmetini ve lütfunu hissetmesini sağlayarak ona manevi bir coşku ve ilham verir.

Bu hal, insanın istidadını en verimli şekilde kullanmasını sağlar ve ona büyük bir manevi enerji kazandırır.

İnbisat, insanı şükür, sevgi ve muhabbet gibi erdemlerle süsleyerek manevi gelişimine katkıda bulunur.

5. Sonuç: İnkıbaz ve İnbisat Dengesi

İnkıbaz ve inbisat hallerinin istidat ve kabiliyetlerle doğrudan bir ilişkisi vardır. İnsan, bu haller aracılığıyla kendini tanır, yeteneklerini keşfeder ve bunları geliştirme yolunda çaba gösterir. İnkıbaz, insanın içsel eksikliklerini ve sınırlılıklarını anlamasına vesile olurken; inbisat, bu potansiyelin açığa çıkması ve yaratılış amacına uygun şekilde kullanılması için bir fırsat sunar.

Her iki hal de, Allah’ın hikmetiyle insana verilmiş birer imtihan ve terbiye aracıdır. Bu süreçte insan, sabır, şükür ve tevekkül bilinciyle hareket ederek manevi olgunluğa ulaşabilir ve istidadını en iyi şekilde ortaya koyabilir.