RİSALE-İ NURDA geçen deyimler ve terimler.

RİSALE-İ NURDA geçen deyimler ve terimler.


Risale-i Nur Külliyatında Geçen Deyimler ve Terimler
Risale-i Nur Külliyatı, zengin bir kelime hazinesiyle dolu, derin manalara sahip bir eserdir. Külliyatta geçen deyim ve terimlerin anlaşılması, eserden daha iyi istifade edebilmek için oldukça önemlidir.
Neden Önemlidir?
* Anlam Derinliği: Bu terimler, İslamî ilimlerin yanı sıra felsefe, mantık gibi farklı disiplinlerden beslenerek ortaya çıkmıştır.
* Kültürel Miras: Külliyat, Türkçenin gelişimine önemli katkılar sağlamış, birçok yeni ifadeye kaynaklık etmiştir.
* Düşünce Dünyası: Bu terimler, Bediüzzaman Said Nursi’nin derin düşünce dünyasını ve evren anlayışını yansıtır.
Bazı Önemli Terimler ve Deyimler
* Lem’alar: Külliyattaki kısa ve özlü yazılara verilen genel ad.
* Sözler: Külliyattaki uzun ve detaylı açıklamalara verilen genel ad.
* Kâinat Kitabı: Evrenin Allah’ın bir kitabı olduğu ve her şeyin O’nun bir ayeti olduğu düşüncesi.
* Nur-u Muhammedî: Peygamber Efendimizin nuru, ilahi bir nur olarak görülür.
* Kalp Gözü: Batıni bir göz, hakikati görme yetisi.
* İman Nuru: İmanın insanın kalbine veren aydınlık.
* Akıl-i Selim: Sağlıklı akıl, doğruyu yanlışı ayırt etme yetisi.
* Veda Hutbesi: Peygamber Efendimizin son hutbesi, İslam’ın temel ilkelerini içerir.
Nereden Bilgi Alabilirim?
* Risale-i Nur Meal ve Şerhleri: Külliyatın meal ve şerhlerinde bu terimlerin açıklamalarını bulabilirsiniz.
* Risale-i Nur Sözlükleri: Özellikle terimlere odaklanan sözlükler mevcuttur.
* İnternet Kaynakları: Birçok web sitesi ve forumda bu konuda bilgi bulabilirsiniz. Ancak güvenilir kaynaklardan bilgi almak önemlidir.
* Ulema ve Alimler: Konuyu daha iyi anlamak için uzmanlara danışabilirsiniz.
Neden Bu Konuya İlgi Duymalıyım?
* Kendi Düşüncenizi Geliştirmek: Bu terimleri anlamak, kendi düşünce dünyanızı geliştirmenize yardımcı olur.
* Kültürel Mirası Korumak: Bu zengin kelime hazinesini öğrenerek kültürel mirasımıza sahip çıkabilirsiniz.
* İslam’ı Daha İyi Anlamak: Külliyat, İslam’ı akıl ve mantık ışığında anlamaya çalışan bir eserdir. Bu terimleri öğrenerek İslam’ı daha iyi anlayabilirsiniz.
Özetle, Risale-i Nur Külliyatı, derin anlamlar taşıyan birçok deyim ve terim içerir. Bu terimleri öğrenmek, külliyattan daha verimli faydalanmanızı sağlayacaktır.

@@@@@@@@

Risale-i Nur, Bediüzzaman Said Nursî’nin yazdığı bir İslami tefsir külliyatıdır ve içinde geçen deyimler ve terimler çoğunlukla İslamî kavramlara, Kur’an-ı Kerim tefsirine, iman esaslarına ve ahlâki öğretilere dayanmaktadır. İşte Risale-i Nur’da sıkça karşılaşılan bazı deyim ve terimler:

1. İman-ı Tahkikî:

Delillere ve akli izahata dayalı, sağlam bir imanı ifade eder. Risale-i Nur’un ana amaçlarından biri, insanlara bu tür bir iman kazandırmaktır.

2. Tevhid:

Allah’ın birliği anlamına gelir. Risale-i Nur’un temel kavramlarından biri olan tevhid, Allah’ın her şeyin yaratıcısı ve tek varlık olduğunu vurgular.

3. İnayet-i İlahiye:

Allah’ın yardımı ve lütfu anlamına gelir. Her işin Allah’ın inayetiyle gerçekleştiği sıkça belirtilir.

4. Tefekkür:

Derin düşünme ve Allah’ın yarattığı varlıklar üzerinde düşünmek anlamındadır. Risale-i Nur’da tefekkürün, insanın imanını artıracağı vurgulanır.

5. Vahdaniyet:

Allah’ın bir ve tek olması, her şeyin Allah’ın birliğini gösterdiği inancı. Bu kavram, Risale-i Nur’da derinlemesine işlenir.

6. Daru’l-Hikmet:

İslam’da hayatın anlamının, hikmet üzere yaratıldığını ifade eder. Risale-i Nur, bu dünyanın Allah’ın hikmetiyle yaratıldığını ve bu hikmetin anlaşılması gerektiğini öğretir.

7. Kader:

Allah’ın her şeyi önceden takdir ettiği inancı. Kader konusu Risale-i Nur’da ayrıntılı olarak ele alınır.

8. Ubûdiyet:

Kulluk ve ibadet anlamına gelir. Risale-i Nur, insanın Allah’a karşı sorumluluğunun, ibadet ve kullukla olduğunu öğretir.

9. Nefs-i Emmare:

İnsanı sürekli kötülüğe sürükleyen nefis aşaması. Nefis terbiyesi, Risale-i Nur’da önemli bir yer tutar.

10. Şuûnât-ı İlahiye:

Allah’ın sıfatları ve nitelikleri anlamına gelir. Risale-i Nur, Allah’ın kudret ve iradesi üzerindeki derin anlamları açıklarken bu terimi kullanır.

11. Esma-ül Hüsna:

Allah’ın güzel isimleri. Risale-i Nur’da bu isimler ve anlamları sıkça vurgulanır ve açıklanır.

12. Cenab-ı Hak:

Allah’ın şerefli ve yüce sıfatlarına işaret eden bir unvan. Risale-i Nur’da Allah’tan bahsederken sıkça bu ifade kullanılır.

13. Nur-u Muhammedi:

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (sav) nurunun ve tebliğinin insanlığa getirdiği aydınlık. Risale-i Nur’da Peygamber sevgisi ve onun tebliği büyük bir önem taşır.

14. Beka:

Ebedi hayat, Allah’ın ebedi oluşu. Risale-i Nur’da ahiret hayatı ve beka düşüncesi önemli yer tutar.

15. Küfür:

İnkar anlamına gelir. Risale-i Nur’da iman-küfür mücadelesi, ahiret ve dünya hayatının anlamı üzerine derin tartışmalar yer alır.

Bu deyimler ve terimler, Risale-i Nur’un genel temasını ve öğretisini anlamada önemli rol oynar. Risale-i Nur, bu kavramlar etrafında insanın imanını güçlendirmeyi ve Allah’ı derinlemesine tanımayı amaçlar.

 




ESMA-İ İLAHİYYE

ESMA-İ İLAHİYYE[1]

– “Bin bir esmâ-i İlâhiyenin herbirinde pekçok tabakàt-ı hüsün ve cemâl ve fazl ve kemâl bulunduğu gibi, pekçok merâtib-i muhabbet ve iftihar ve izzet ve kibriyâ vardır. İşte bundandır ki, Vedûd ismine mazhar olan muhakkikîn-i evliyâ, “Bütün kâinatın mâyesi, muhabbettir. Bütün mevcudâtın harekâtı, muhabbetledir. Bütün mevcudâttaki incizab ve cezbe ve câzibe kanunları, muhabbettendir” demişler. Onlardan birisi demiş:

Yani, muhabbet-i İlâhiyenin tecellîsinde ve o şarâb-ı muhabbetten herkes istidadına göre mesttir.”[2]

-“Dünyada yalnız zayıf gölgeleri gösterilen esmâ, o Cennetin aynalarında en şâşaalı bir sûrette gösterilecektir.”

-Bediüzzaman Risale-i Nur Külliyatında Allah’ın esmasının tabaka ve mertebelerini nasıl izah etmektedir?


Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatı’nda Allah’ın isimleri (esmâ) konusunda derin açıklamalar yapar ve bu isimlerin farklı tabaka ve mertebelerle tecelli ettiğini ifade eder. Esmâ-i Hüsnâ’nın kâinatta, insan hayatında ve her varlıkta farklı seviyelerde zuhur ettiğini vurgular. Bu izahı yaparken tabaka ve mertebe kavramlarını kullanarak Allah’ın isimlerinin tecellilerindeki çeşitliliği açıklar.

1. Tabaka:

Tabaka kavramı, Allah’ın isimlerinin farklı alanlarda, seviyelerde ya da boyutlarda tecelli ettiğini belirtir. Bediüzzaman, Allah’ın isimlerinin, âlem-i şehâdet ve âlem-i gayb gibi farklı âlemlerde tecelli ettiğini vurgular. Örneğin:

Tabiat âleminde (kâinatta) Allah’ın isimleri, yarattığı varlıkların düzeninde, güzelliğinde, faydalarında tecelli eder. Her varlık, Allah’ın bir isminin aynası gibidir.

İnsan âleminde ise Allah’ın isimleri, insanın yaratılışı, ruh yapısı, aklı ve iradesi gibi hususlarda farklı şekillerde tecelli eder. İnsan, Allah’ın isimlerinin en kapsamlı tecelli ettiği varlıktır.

Melekler âleminde de Allah’ın isimleri farklı tabakalarda tecelli eder, ancak bu tecelli, meleklerin kendi yaratılışlarına ve görevlerine göredir.

2. Mertebe:

Mertebe ise Allah’ın isimlerinin bir varlık ya da olay üzerinde farklı yoğunluklarda ve seviyelerde tecelli etmesidir. Bediüzzaman, Allah’ın her bir isminin sonsuz anlam derinliğine sahip olduğunu ve bu isimlerin, olaylara, varlıklara ve insanlara farklı derecelerde tecelli ettiğini belirtir. Örneğin:

Er-Rahmân ismi, tüm varlıklara merhamet eden anlamını taşırken, bu isim her varlıkta farklı yoğunlukta tecelli eder. İnsanlardaki tecellisi ile hayvanlardaki tecellisi aynı seviyede değildir.

Er-Razzâk ismi de her varlığa rızık verici olarak tecelli eder ancak bu tecelli, kâinatın farklı boyutlarında ve farklı varlıklarda farklı mertebelerde görünür.

3. Tecelli ve İsimlerin Yansıması:

Bediüzzaman, Allah’ın isimlerinin her varlıkta ve olayda tecelli ettiğini, ancak her ismin tecellisinin farklı olduğunu vurgular. Mesela, bir çiçekte Allah’ın Cemâl ismi tecelli ederken, aynı zamanda Halık ismi de tecelli eder. Ancak bu iki ismin tecellisi farklı yoğunluklarda olabilir. Cemâl ismi daha belirginken, Halık ismi onun arkasında bir hikmet boyutuyla bulunur.

Sonuç olarak, Bediüzzaman Risale-i Nur’da Allah’ın isimlerinin farklı tabakalarda ve mertebelerde tecelli ettiğini, bu tecellilerin hem varlık âleminde hem insanın iç dünyasında çok katmanlı bir yapıya sahip olduğunu vurgular. Esmâ-i Hüsnâ, kâinatın her köşesinde, her varlıkta ve olayda farklı şekilde, hikmetli bir düzende zuhur eder.

@@@@@@@@

“Bin bir esmâ-i İlâhiyenin herbirinde pekçok tabakàt-ı hüsün ve cemâl ve fazl ve kemâl bulunduğu gibi, pekçok merâtib-i muhabbet ve iftihar ve izzet ve kibriyâ vardır. İşte bundandır ki, Vedûd ismine mazhar olan muhakkikîn-i evliyâ, “Bütün kâinatın mâyesi, muhabbettir. Bütün mevcudâtın harekâtı, muhabbetledir. Bütün mevcudâttaki incizab ve cezbe ve câzibe kanunları, muhabbettendir” demişler. Onlardan birisi demiş:

Yani, muhabbet-i İlâhiyenin tecellîsinde ve o şarâb-ı muhabbetten herkes istidadına göre mesttir.”
Bediüzzaman Said Nursî’nin bu cümleleri, Allah’ın isimlerinin (Esma-i İlahiye) kâinattaki ve varlıklar üzerindeki çok yönlü tecellilerini ve özellikle Vedûd isminin tecellisini anlamaya yönelik derin bir açıklama sunar. Bunu şu başlıklar altında izah edebiliriz:

1. Esmâ-i İlâhiyenin Tabakaları ve Mertebeleri:

Bediüzzaman burada Allah’ın 1001 isminin her birinin, pek çok güzellik, fazilet, kemâl (olgunluk) ve cemâl (güzellik) tabakalarına sahip olduğunu ifade eder. Bu isimlerin her biri, farklı derecelerde yücelik, sevgi, övgü ve izzet içerir. Yani Allah’ın her ismi hem kâinatta hem de varlıklar üzerinde çeşitli seviyelerde ve boyutlarda yansımaktadır. Her bir isim, farklı varlıklar üzerinde değişik şekillerde tecelli eder, ancak bu tecelliler farklı tabakalarda ve mertebelerde olur.

2. Vedûd İsmi ve Muhabbetin Merkezi:

Vedûd ismi, Allah’ın sonsuz sevgisini ve şefkatini temsil eder. Bediüzzaman, bu ismin kâinatta muazzam bir etkiye sahip olduğunu ve evliya ve arifler (muhakkikîn-i evliyâ) tarafından anlaşıldığını belirtir. Onlara göre, kâinatın özü muhabbetle (sevgiyle) doludur. Yani, Allah’ın varlıklara olan sevgisi, kâinatın yaratılışının ve işleyişinin temel unsurudur.

3. Muhabbetin Evrenselliği:

Bediüzzaman, evliyanın görüşüne atıfta bulunarak, kâinatta görülen bütün hareketlerin ve çekim kanunlarının temelinde muhabbet (sevgi) olduğunu söyler. Evrende var olan her şeyin bir çekim gücüyle bir arada kalması, bu ilahî sevginin bir sonucudur. Bu ifade, hem fiziki âlemde (örneğin, gezegenlerin birbirine çekim kuvvetiyle bağlı olması) hem de manevi âlemde (insanların, varlıkların birbirine olan ilgisi ve sevgisi) muhabbetin etkili olduğunu ifade eder.

4. Şarab-ı Muhabbet:

Bediüzzaman, Allah’ın sevgisinin her varlık üzerinde farklı şekillerde tecelli ettiğini belirtir. Şarab-ı muhabbet tabiri, bu sevginin her varlık üzerinde mest edici bir etkisi olduğunu anlatır. Her varlık, kendi istidadına (yetenek ve kapasitesine) göre Allah’ın sevgisinden etkilenir ve bu sevginin yansımasıyla harekete geçer. Bu, tıpkı bir şarabın insanı mest etmesi gibi, Allah’ın sevgisinin de varlıkları cezbedici ve harekete geçirici bir etki yaptığını ifade eder.

5. Muhabbetin Tecellisi:

Bediüzzaman’ın işaret ettiği en önemli noktalardan biri, Allah’ın sevgisinin her şeyde tecelli etmesi ve bu sevginin kâinattaki düzenin ve hareketin kaynağı olmasıdır. Muhabbet-i İlâhiyye, tüm varlıkların yaratılışında ve devamlılığında en temel unsurdur. Varlıklar, bu ilahî muhabbetten aldıkları hisseyle hareket eder ve birbirlerine çekilirler. Bu da kâinatın varoluşsal dinamiğini oluşturur.

Sonuç:

Bediüzzaman, bu cümlelerinde Allah’ın isimlerinin özellikle Vedûd isminin kâinattaki en önemli güçlerden biri olduğunu, tüm varlıkların ilahî sevgi ile hareket ettiğini ve bu sevginin her varlıkta farklı derecelerde tecelli ettiğini vurgular. Allah’ın sevgi tecellisi, evrendeki her hareketin ve ilişkilerin temelini oluşturur. Kısaca, Bediüzzaman bu ifadeleriyle Allah’ın sevgisinin kâinatın varlığı ve işleyişindeki merkezi rolünü derin bir şekilde izah etmektedir.

*”Kâfirler Allah’ı inkâr etmiyorlar, yalnız sıfâtında hatâ ediyorlar.” İzah eder misiniz, kâfirler kasten inkâr etmiyorlar mı?

                                                                   ************  

Küfür, mutlak ve mukayyed olmak üzere iki kısımdır. Mutlak küfür, Allah’ın varlığını ve birliğini tamamen inkârdır ki, bu itikad ve fikirde olanlar çok azdır. Bunlara ateist denir. Mukayyed küfür ise, Allah’ın varlığını kabul edip O’nun isim ve sıfatlarını inkâr edenlerdir ki, kâfirlerin ekseriyeti bu sınıfa giriyor.

Meselâ; Hristiyan ve Yahudiler Allah’ı inkâr etmiyorlar, lakin O’nun şanına ve Zat-ı Akdesine yakışmayan sıfatlar isnad ediyorlar. Teslis inancı buna güzel bir misaldir. Müşrikler de mutlak manada Allah’ı inkâr etmiyorlar, ama putları O’na şerik yapıyorlar. Yahudiler meleklere -hâşâ ve kella– Allah’ın kızları diyorlar. Bunların hepsi küfür sebebidir, lakin mutlak küfür sınıfına girmiyorlar.

İnsanlığın yaratılışından bu yana, fıtrî olan inanma hissini tatmin etmek isteyen insanlardan bir kısmı kendileri gibi bir mahlûk olan güneşe, ateşe, nehre, yıldızlara ve sığıra tapmışlardır. Hıristiyanlar ise Allah’ın varlığına inanmakla beraber, Papazı Allah’ın yeryüzündeki vekili olarak görüp, onun günahları bağışlayacağına inanmış, bir kısım Hıristiyanlar Hz. İsa’yı –hâşâ-, Allah’ın oğlu olarak görmüş, bir kısmı da ona ulûhiyet sıfatı vererek dalalete düşmüşlerdir. Yahudiler de Hz. Üzeyir’e, “Allah’ın oğlu.” diyerek dalalete düşmüşler. Allah’a inanmak böyle mi olur? Böyle bir iman nasıl makbul olabilir?

Allah’a Kur’an’ı Kerim’in bildirdiği ve Peygamber Efendimiz (sav.)’in ders verdiği gibi inanmak ve öyle itikad etmek lazımdır ki, makbul ve kâmil bir iman olsun. Muhyiddin-i Arabî Hazretleri de “Allah’ı bilmek, O’nun varlığını bilmenin gayrısıdır.” ifadesiyle bu hakikati nazara vermektedir.

Üstad Hazretleri de şöyle buyurur:

“Allah’ı bilmek, bütün kâinata ihata eden rububiyetine ve zerrelerden yıldızlara kadar cüz’î ve küllî her şey onun kabza-i tasarrufunda ve kudret ve iradesiyle olduğuna kat’î iman etmek ve mülkünde hiçbir şeriki olmadığına ve ‘Lâ ilahe illallah’ kelime-i kudsiyesine, hakikatlarına iman etmek, kalben tasdik etmekle olur. Yoksa ‘Bir Allah var.’ deyip, bütün mülkünü esbaba ve tabiata taksim etmek ve onlara isnad etmek, hâşâ hadsiz şerikleri hükmünde esbabı merci’ tanımak ve her şeyin yanında hazır irade ve ilmini bilmemek ve şiddetli emirlerini tanımamak ve sıfatlarını ve gönderdiği elçilerini, peygamberlerini bilmemek, elbette hiçbir cihette Allah’a iman hakikatı onda yoktur. Belki küfr-ü mutlaktaki manevî cehennemin dünyevî tazibinden kendini bir derece teselliye almak için o sözleri söyler.”(Sözler)

Bu çeşit kâfirler Allah’ın varlığını mutlak manada inkâr etmiyorlar, sadece O’nun Zat’ı ve varlığı kadar mühim ve lazım olan sıfatlarını inkâr ediyorlar. Böyle bir iman da Allah katında makbul olmadığı için, onlar da kâfirler sınıfındandır.

Üstad Hazretlerinin; “Kâfirler Allah’ı inkâr etmiyorlar” tabiri bu mukayyed sınıfından olan kâfirler içindir. Yoksa az ve mutlak küfürde olan ateistleri kast etmiyor. Zaten bu ateistlerin ciddiye alınacak bir tarafları da yok. Çünkü Allah’ı inkâr etmek, kâinatı inkâr etmek kadar akıldan uzaktır. Öyle ise bu akılsız ahmakların mutlak inkârları Allah’ın varlığı hususundaki umumî ittifakı bozmaz.

Cenab-ı Hakk’ın Zatını, isim ve sıfatlarını Kur’an-ı Kerîm’in beyan ettiği veçhile bilenler, O Zât-ı Akdes’i ulûhiyetinin şanına yakışmayan her türlü batıl fikirlerden, hayallerden, vehimlerden tenzih ederler. Mutlak kemalin ancak ve ancak Allah u Teâlâ’nın Zat ve sıfatlarına mahsus olduğunu bilir, bütün mahlûkata takılan izzet ve kemallerin O’nun nihayetsiz kemalinin cilveleri olduğunu idrak ederler.

İmanları taklitten, tahkike yükselir, insî ve cinnî şeytanların ifsatlarına ve nefislerinin desiselerine kapılmaz, tereddüd ve şüphelere düşmezler.[3]

MEHMET ÖZÇELİK

22-09-2024

[1] https://www.youtube.com/watch?v=SOd75NZd2bw

[2] https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/sozler/otuz-ikinci-soz/570

[3] https://sorularlarisale.com/kafirler-allahi-inkar-etmiyorlar-yalniz-sifatinda-hata-ediyorlar-izah-eder-misiniz-kafirler-kasten-inkar-etmiyorlar-mi 

 




HEPİNİZ VE HEPİMİZ SORUMLUYUZ

HEPİNİZ VE HEPİMİZ SORUMLUYUZ

Nisbetende olsa olumsuz birçok şeyleri Sayın Erdoğan’ın varlığı, gayreti ve çabası durduruyor.

Gitmesi halinde dolmuş olan çok kişi ve çok şey patlayışa geçecek, Zülkarneyn’in duvarını yıkan Yecüc ve Mecüc anarşistleri gibi patlayışa geçeceklerdir.[1]

Adeta kanalizasyonun patlaması gibi her tarafı saran ve kirleten bir pislik yuvasına dönecektir.
Tekrar eski günlere dönmekle kalınmayacak, ahlaksızlık zirve yapacaktır.[2]
Şimdiden her bir Müslümanın bu sorumluluğu yüklenerek tedbir alması gerekir.
Tıpkı kurtların saldırısına uğrayan sürünün korunmasını sadece bir çobana havale edip bırakmamalıdır.
Hadiste de buyurulduğu gibi, “Hepiniz çobansınız, güttüklerinizden (idareniz altındakilerden) sorumlusunuz.”[3]
Hepimiz sorumluyuz.
Sorumluluk hepimizedir.
Düşündürmesi açısından,
“Başkasına îtimat etmeyen nefsiyle teşebbüs eder. Size bir misal söyleyeceğim:
Siz göçersiniz. Göçerin malı koyundur; o işi bilirsiniz. Şimdi, herbiriniz bazı koyunları bir çobanın uhdesine vermişsiniz. Halbuki çoban tenbel ve muavini kayıtsız, köpekleri değersizdir. Tamamıyla ona îtimat etseniz, rahatla evlerinizde yatsanız, bîçare koyunları müstebit kurtlar ve hırsızlar ve belâlar içinde bıraksanız daha mı iyidir; yoksa onun adem-i kifayetini bilmekle, nevm-i gafleti terk edip hanesinden herbiri bir kahraman gibi koşsun, koyunların etrafında halka tutup, bir çobana bedel bin muhafız olmakla hiçbir kurt ve hırsız cesaret etmesin, daha mı iyi-dir? Acaba Mâmehuran hırsızlarını tevbekâr ve sofî eden şu sır değil midir?”[4]

-“Mâmehuran hırsızları” ifadesi, bir grup suçlu veya hırsızın, dinî bir yolculuk veya manevî bir uyanış sonucu tövbekâr olup sofî (yani Allah’a yönelen, takva sahibi) hale gelmelerini anlatır.

Burada anlatılmak istenen, insanları kötü alışkanlıklardan veya yanlış yollardan döndüren şeyin, İslami hakikatlerin ve maneviyatın gücü olduğudur. “Şu sır” ifadesiyle de kastedilen bu manevi hakikattir. Yani, kişilerin kalbine işleyen, onları doğru yola getiren bir sırrın (manevi bir hakikatin) etkisiyle bu insanlar tövbekâr olmuş ve kendilerini Allah’a adamışlardır.

Kısacası, kötü bir hayat süren insanların, İslam’ın, Kur’an’ın, Îmânın ve tasavvufun etkisiyle manevi bir dönüşüm yaşayarak hayırlı ve iyi bir insan haline gelmeleri, burada anlatılmak istenen ana temadır.

İşi başkalarına havale ederek değil de, bizzat gayret ederek yerine getirip, sorumluluğu üstlenmek gerek.

Kavimlerin helaki, devletlerin yıkımı, zenginliğin arkasından gelen kontrolsüz, şükürsüz ve nankörlükle başlayan şımarıklık ve ahlaksızlık ve de sefahatlerle başlar.
Sefih aklını kaybeden demektir.
Aklını kaybeden, her türlü dengeyi de kaybeder.

Kur’an-ı Kerim’de “sefih” kelimesi, “akılsız”, “düşüncesiz” veya “beyinsiz” anlamına gelir ve birkaç ayette kullanılmıştır. Bu kelime, genellikle inançsız veya Allah’ın yolundan sapmış kişileri tanımlamak için kullanılır. Kur’an’da Bakara Suresi 13. ayette bu terim geçmektedir:

Bakara 2:13: “Onlara, ‘İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin’ denildiğinde, ‘Biz de sefihlerin (akılsızların) iman ettiği gibi mi iman edelim?’ derler. İyi bilin ki, asıl sefihler kendileridir, fakat bilmezler.”

Bu ayette, münafıkların (ikiyüzlülerin) müminleri akılsız ve basiretsiz görmekle ne kadar büyük bir hata içinde oldukları vurgulanmaktadır. Yani, kendilerini akıllı ve üstün gören bu kişiler, aslında gerçek anlamda akılsız (sefih) olanlardır. Kur’an, burada Allah’a iman etmemenin ya da samimi bir şekilde iman etmemiş olmanın akılsızlık ve sefihlik olduğunu ifade etmektedir.
-Kumar, uyuşturucu, zengin olma hayalleriyle açılan şöhret kapıları ancak çok şey alınmadan verilen az şeyler.
Dahası ahiret alınmadan verilen dünya hayali.
Zehirli bal.

İnsanlık modern köleliğe doğru sevk ediliyor.

-“Öyle de mahlûkatın en mükerremi, belki en âlâsı olan insan, eğer bozulsa, bozuk hayvandan daha ziyade bozuk olur. Müteaffin maddelerin kokusuyla telezzüz eden haşarat gibi ve ısırmakla zehirlendirmekten lezzet alan yılanlar gibi, dalâlet bataklığındaki şerler ve habis ahlâklarla telezzüz ve iftihar eder ve zulmün zulümatındaki zararlardan ve cinayetlerden lezzet alırlar, âdeta şeytanın mahiyetine girerler. Evet, cinnî şeytanın vücuduna kat’î bir delili, insî şeytanın vücududur.”[5]

***********  

Okullarda faaliyet gösteriyorlar! Skandal ortaya çıktı: ‘Hayvan tanrılara tapanlar’ örgütü

Ölüm ve yaralanmalara neden olan başıboş köpeklerin sokaklarda yaşamasını isteyen Haytap’ın açılımının ne olduğu ortaya çıktı. Oluşumun kurucusu Ahmet Kemal Şenpolat, “Hayvan tanrılara tapanlar = Haytap” paylaşımını yaptı.[6]

MEHMET ÖZÇELİK

22-09-2024

 

[1] https://tesbitler.com/index.php?s=Yec%C3%BCc
https://tesbitler.com/index.php?s=Z%C3%BClkarneyn
https://tesbitler.com/index.php?s=Anar%C5%9Fi

[2] https://tesbitler.com/index.php?s=Sefahet

https://www.yenisafak.com/gundem/staj-icin-gelen-ogrenciyi-basortusu-gerekcesiyle-kabul-etmemisti-kolej-yetkilisinin-yargilandigi-davada-karar-4631972

[3] Müslim, İmare: 20.

[4] https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/beyanat-ve-tenvirler/beyanat-ve-tenvirler/71

[5] bk. Lem’alar, On Üçüncü Lem’a.

https://www.haber7.com/guncel/haber/3459665-turkiyedeki-lgbt-derneklerine-akan-milyarlar-belgelendi 

https://www.haber7.com/guncel/haber/3461979-bilim-insanlari-acikladi-koronavirus-nerede-ortaya-cikti

[6] https://www.haber7.com/guncel/haber/3436858-okullarda-faaliyet-gosteriyorlar-skandal-ortaya-cikti-hayvan-tanrilara-tapanlar-orgutu