GIDA TERÖRÜ VE TERÖRİSTLERİ

GIDA TERÖRÜ VE TERÖRİSTLERİ


“İş başına, iktidara geldikleri, dünya liderliğini ele geçirdikleri, Kurân’ı ve Kur’ân hükümlerini engelleyerek, dünyayı, halkı istedikleri istikamette yönlendirdikleri zaman, yeryüzünde, ülkelerde fesadı yaymak, kadına ait değerleri, kazanç ve gelir düzenini bozmak; tabiatı, toprağı tahrip edip ürün veremez hale getirmek; ilmî araştırmaları, Kur’ân üzerinde çalışmayı, derinleşmeyi baltalamak; nesillere hayat hakkı tanımamak, tohumları, bitkileri, ürünleri bozma planları uygulamak; gençleri mahvetmek için çalışırlar, koşuştururlar. Allah bozgunculuğu sevmez.”[1]

(Kur’an, fesat çıkaranların yaptıklarını eleştirmekle yetinmez, bunların insanlık ve doğal düzen için de zararlı olduklarını ortaya koyarak onlara karşı mücadele edilmesini emreder.
Bugün, bizler de belli bir zümrenin bencillik ve açgözlülük yüzünden ekinin ve neslin bozulması konusunda çok büyük entrika içerisinde olduğunu görüyoruz. Az çalışarak dünyaya egemen olmak isteyen bu zümre, canlıların genleriyle oynayarak ekolojik sisteme ve biyolojik çeşitliliğe zarar verecek, dünya ve insanlık adına çok büyük felaketlere sebep olacak, erdemli bir neslin yetişmesini engelleyecek ve adil paylaşımı baltalayacak çalışmalar yapmaktadır. Bu ayet bunlara işaret ederek insanların tedbir alması gerektiğine vurgu yapıyor.)

(Ayette geçen (تولى) İki anlama da gelir, birincisi ‘’ yönetim ve iktidara gelmek, ikincisi ise, haktan, imandan yüz çevirmek. Fakat insanın elinde, fırsat, imkân ve güç varsa, istediğinde o zaman güç ve yetkisini kullanarak çok kötü şeyler yapabilir. Bu nedenle’’tevella’’ifadesini bu şekilde anlamak daha uygundur. Ayrıca (حرث) ‘’hârs’’ ifadesi de ekin, ürün ve kültür anlamına da gelir. Ama burada kültür anlamında olduğunu söylemek daha uygun olur. Çünkü iktidara gelen veya yönetici konumuna gelen hiçbir insan kendi halkının ekinlerini vs. tahrip etmez, ama toplumun kültürünü ve neslini batıl düşünce ve icraatlarıyla bozabilir. İşte burada ayetin mesajıyla uyumlu olan da’’hârs’’ın kültür anlamında olmasıdır.)

(Zühre oğullarının reislerinden Ahnes b. Şerîk Es-Sekafi, Medîne’ye gelip Müslüman olmuş, bu da Peygamber Efendimizin çok hoşuna gitmişti. Hattâ Ahnes: “Ben, gerçekten Müslüman olmak için geldim ve doğru olduğuma da Allah şâhittir.” demişti. Peygamberimizin yanından ayrılınca da Müslümanların ekili bahçelerinden birine uğramış ve bahçeyi yakıp içerisindeki hayvanları öldürmüştü. Bu âyetler, bu olay üzerine nâzil olmuştur. (Vâhidî) Ayetin iniş sebebi bu olay olmakla beraber işaret ettiği mana, bu özellikleri taşıyan münafıkların hepsine şamildir. Bu münasebetle iş başına geçirilecek insanların dillerine değil de yaşayışlarına bakılması gereklidir.)

O gün bahçeyi yakıp hayvanları öldürenlerle, bugün orman yakıp içindeki hayvanları öldürenler, sebze ve meyveleri dökerek imha edenler aynı kişilerdir.
Kuranın bu hitabı onlaradır.

(Bu durumda “ürünün ve neslin yok edilmesi”, aile hayatının sarsıntıya uğraması ile ve sonuçta bütün bir toplumsal yapının çökmesi ile eş anlamlı olur. Bu iki yorumun her ikisine göre de pasaj şu anlama gelmektedir: Yukarıda tanımlanan zihniyet, genel bir kabul görüp sosyal davranışları yönlendirir hale gelir gelmez kaçınılmaz bir şekilde yaygın bir ahlakî çürüme ve sonuç olarak sosyal bir çözülme ile noktalanır.)

(Bu âyette ülkenin istikbalinin en önemli iki rüknüne dikkat çekilmektedir. Maddî hayatın, ekonomik hayatın esası ürün, manevî hayatın esası ise yeni nesillerin iyi yetiştirilip eğitilmesidir.)

@@@@@@@@

“Mısır Tapınakçıları;
Yusuf Aleyhisselam’ı zorda bırakmak için, buğdayları Nil’e dökmüşlerdi.
Bugünkü tapınakçılar, o günkü tapınakçılardır.

@@@@@@@@

Tarihte yöneticileri zor durumda bırakmak için sebze ve meyvelerin imha edilme olayları gerçekleşmiş midir? Olmuşsa nasıl yapılmıştır?

Evet, tarih boyunca yöneticileri zor durumda bırakmak amacıyla sebze ve meyvelerin imha edildiği birçok olay yaşanmıştır. Bu tür eylemler genellikle ekonomik baskı oluşturmak, toplumsal ayaklanmaları tetiklemek veya siyasi bir mesaj vermek gibi amaçlarla gerçekleştirilmiştir.
Bu eylemlerin yapılış biçimleri ise çeşitlilik gösterir:
* Hasat edilmiş ürünlerin imhası: En yaygın yöntemlerden biri, tarlalarda yetiştirilen sebze ve meyvelerin hasat edildikten sonra toprağa gömülmesi, yakılması veya çöpe atılmasıdır. Bu şekilde hem gıda arzı azaltılır hem de üreticilere ekonomik zarar verilir.
* Depolama tesislerindeki ürünlerin bozulmasına neden olmak: Ambarlarda veya depolarda saklanan ürünlere su sıkarak, havalandırmayı keserek veya sıcaklığı yükselterek ürünlerin çürümesi sağlanır. Bu yöntem, özellikle uzun süreli saklanan ürünler için etkilidir.
* Pazar yerlerindeki ürünlerin tahrip edilmesi: Pazar yerlerinde satılan sebze ve meyveler bıçaklarla parçalanır, ezilir veya yere dökülerek satılamaz hale getirilir. Bu şekilde hem tüketicilere ulaşması engellenir hem de satıcılar zarara uğratılır.
* Ulaşım araçlarındaki ürünlerin imhası: Sebze ve meyveleri taşıyan kamyonlar veya trenler durdurulur ve yükleri tahrip edilir. Bu yöntem, özellikle kırsal bölgelerden şehirlere yapılan sevkiyatları engellemek için kullanılır.
Bu tür eylemlerin nedenleri arasında şunlar sayılabilir:
* Ekonomik baskı oluşturmak: Yöneticileri vergi oranlarını düşürmeye veya fiyat kontrollerini gevşetmeye zorlamak.
* Toplumsal ayaklanmaları tetiklemek: Halkın açlık ve yoksulluk içinde kıvranmasını sağlayarak isyanlara yol açmak.
* Siyasi bir mesaj vermek: Hükümete karşı duyulan memnuniyetsizliği göstermek ve değişim talep etmek.
Tarihteki Örnekler:
* Roma İmparatorluğu: Köle isyanları sırasında köleler, tarım arazilerindeki ürünleri tahrip ederek Roma ekonomisine zarar vermişlerdir.
* Fransa Devrimi: Devrim öncesinde halkın açlığı ve yoksulluğu artınca, bazı bölgelerde ekmek isyanları yaşanmış ve ekmek depoları yağmalanmıştır.
* 20. yüzyılın başlarında Rusya: Bolşevik Devrimi öncesinde tarım işçileri, toprak sahiplerinin ürünlerini tahrip ederek tarım üretimine zarar vermişlerdir.
Sonuç olarak, sebze ve meyvelerin imhası, tarih boyunca siyasi ve sosyal mücadelelerde kullanılan önemli bir taktik olmuştur. Ancak bu tür eylemler hem üreticilere hem de tüketicilere zarar vererek toplumsal ve ekonomik sorunları daha da derinleştirebilir.

@@@@@@@@

Evet, tarih boyunca yöneticileri zor durumda bırakmak amacıyla sebze ve meyvelerin imha edilme olayları yaşanmıştır. İşte bazı örnekler:

1. **Osmanlı Devleti’nde Islahat Dönemi: **
– XVIII. yüzyılın başlarında Osmanlı yöneticileri, Avrupa’yı küçümseme fikrinden vazgeçip batılılaşma programı başlatmışlardır. Bu dönemde, bazı ilim ve fikir adamları zorlukları aşmak için ıslahatlar yapmışlardır¹.
– Ancak tavsiye edilen çözüm yolları olumlu sonuç vermemiştir. Bu süreçte, Osmanlı Devleti’ni daha da zor durumda bırakmak isteyen Avusturyalılar, Eflak ve Boğdan’ı ayaklandırmaya çalışmışlardır¹.

2. **I. Dünya Savaşı Dönemi İngiltere’si: **
– I. Dünya Savaşı sırasında İngiliz halkına “Zafer için Kaz” sloganıyla evlerinin çiçek tarhlarında sebze yetiştirmeleri ve mutfaktan artanları hayvanlara vermeleri öğütlenmiştir. Bu, savaş koşullarında kaynakları koruma amacıyla yapılan bir uygulamaydı².

3. **Zitvatoruk Antlaşması ve Osmanlı-Avusturya İlişkileri: **
– 1717’de Temeşvar’ı kurtarma teşebbüsü başarılı olmadığı gibi, Belgrad da Avusturyalıların eline geçti. Avusturyalılar, Osmanlı Devleti’ni daha da zor durumda bırakmak için bu tür eylemler gerçekleştirmişlerdir¹.

Bu örnekler, tarihsel bağlamda yöneticileri zor durumda bırakmak amacıyla sebze ve meyvelerin imha edildiğini göstermektedir.

@@@@@@@

Bu eylemlerin sonuçları ne oldu?

Bu eylemlerin sonuçları tarih boyunca farklı şekillerde olmuştur:

1. **Osmanlı Devleti’nde Islahat Dönemi:**
– Islahatlar, Osmanlı Devleti’nin modernleşme çabalarını hızlandırmıştır. Ancak bazı ıslahatlar yeterince etkili olmamış ve devletin zor durumunu daha da derinleştirmiştir.
– Avusturyalıların ayaklandırdığı Eflak ve Boğdan, Osmanlı Devleti için stratejik öneme sahip bölgelerdi. Bu olaylar, Osmanlı-Avusturya ilişkilerini daha da gerilimli hale getirmiştir.

2. **I. Dünya Savaşı Dönemi İngiltere’si: **
– İngiliz halkının sebze yetiştirme ve mutfaktan artanları hayvanlara verme çabaları, savaş koşullarında kaynakları koruma amacıyla yapılmıştır. Bu uygulama, savaşın sonuçlarına etki etmiştir.

3. **Zitvatoruk Antlaşması ve Osmanlı-Avusturya İlişkileri: **
– Belgrad’ın Avusturyalıların eline geçmesi, Osmanlı Devleti’nin Balkanlar’daki gücünü zayıflatmıştır. Bu olay, Osmanlı-Avusturya ilişkilerini daha da karmaşık hale getirmiştir.

Genel olarak, bu tür eylemler yöneticilerin politik, askeri ve ekonomik durumunu etkilemiş ve tarih boyunca farklı sonuçlara yol açmıştır.

@@@@@@@

Aynı uygulama bir kaç yıldır bizde de uygulanmaya başlamıştır.
İlk olarak patates ve soğanla başlayıp, şu anda da devam ettiği üzere domates, salata, kabak, patlıcan, karpuz gibi mutfaklarda çokça kullanılan yiyeceklerde uygulanmaktadır.

Ne diyelim!
Allah yedirtmesin, yapanlara…

@@@@@@@@

Devlet ne yapmalı?

-Evvela pabucu dama atılmalı yani esnaflıktan ömür boyu men edilmeli.
-Ağır para ve hapis cezası getirilmeli.
-Asıl yaptıranlar tesbit edilip vatandaşlıktan ihraç edilmeli.
-Terör suçu ile eş tutulmalı.
-Malın vatandaşa kolayca ulaşımı sağlanıp, fırsatçılara fırsat verilmemeli.
-Vatandaşın çiftçiye, çiftçinin vatandaşa ulaşması ve ulaştırılması kolaylaştırılmalı.
-Devlet malı sahiplenmeli. Tıpkı kurbanda malı elinde kalanın hayvanını satın aldığı gibi, sebze ve meyvenin zayi olmasını engelleyip, sahip çıkmalı.
Devlet kurumları ile ziraatçılar arasında sıkı bir koordinasyon oluşturulmalı.
-Çiftçi mağdur edilmemeli.
-İhtiyaç nisbetinde ürünün ekilmesi için yönlendirme yapılmalı.[2]

****************    

Gıda terörizmi ciddi bir tehdittir. Devletlerin bu konuda alması gereken bazı önlemler şunlardır:

 * Gıda Güvenliği Sistemlerini Güçlendirme: Gıda üretiminden tüketime kadar tüm süreçlerde sıkı denetim mekanizmaları kurulmalı, uluslararası standartlara uygunluk sağlanmalıdır.

 * İstihbarat Çalışmalarını Yoğunlaştırma: Potansiyel tehditleri önceden tespit etmek için istihbarat birimleriyle daha yakın işbirliği yapılmalı, erken uyarı sistemleri geliştirilmelidir.

 * Acil Durum Planları Hazırlama: Gıda terörü durumunda hızlı ve etkili müdahale için detaylı acil durum planları hazırlanmalı, ilgili tüm kurumlar bu planlar doğrultusunda eğitimler almalıdır.

 * Kamuoyunu Bilgilendirme: Gıda terörizmi hakkında halkı bilgilendirmek, doğru bilgilerin yayılmasını sağlamak ve olası panik durumlarının önüne geçmek önemlidir.

 * Uluslararası İşbirliği: Gıda terörizmiyle mücadele küresel bir çabadır. Bu nedenle diğer ülkelerle bilgi paylaşımı ve ortak projeler geliştirilmelidir.

 * Gıda Üreticilerini Destekleme: Gıda üreticilerine güvenli üretim yöntemleri konusunda eğitim verilmeli, finansal destek sağlanmalıdır.

Ek olarak:

 * Gıda Takip Sistemleri: Her bir gıda ürününün üretimden tüketime kadar takip edilebildiği sistemler kurulmalıdır.

 * Sınır Kontrolü: Ülkeye giriş yapan gıda ürünlerinin detaylı olarak kontrol edilmesi gerekmektedir.

 * Eğitim: Gıda sektöründe çalışan herkese gıda güvenliği konusunda düzenli eğitimler verilmelidir.

Bu önlemler sayesinde gıda terörizminin etkileri azaltılabilir ve halk sağlığı korunabilir.

Not: Bu sadece genel bir çerçevedir. Her ülkenin kendi özel koşullarına göre bu önlemleri uyarlaması ve ek önlemler alması gerekebilir.

Daha fazla bilgi için:

 * Bakanlıkların web siteleri: Tarım Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı gibi

 * Uluslararası kuruluşların raporları: FAO, WHO gibi

Lütfen bu konuda uzman birinden daha detaylı bilgi almayı unutmayın.

****************  

“Ekmek herkese yetecekti aslında. Tarlaya karga dadandı, ambara fare, fırına hırsız memlekete harami…” Neyzen Tevfik.

MEHMET ÖZÇELİK
20.08.2024

[1] Bakara. 206.

[2] Bak. https://tesbitler.com/2023/06/12/dunyada-gida-teroru/




MÜMİN MÜMİNİN AYNASIDIR

MÜMİN MÜMİNİN AYNASIDIR

 

Kişi kişinin aynasıdır.[1]

“Mümin müminin aynasıdır, mümin müminin kardeşidir, (ihtiyaç duyduğunda) onun geçimini temin eder / zarardan-ziyandan korur ve arkasından da / gıyabında da elinden geldikçe onu savunur.”[2]
Bir gün Peygamber Efendimiz (Sav) arkadaşlarıyla otururken Ebu Leheb meclise girer ve Efendimiz’e ”Ya Muhammed (S.A.V), birçok yerleri gezdim, senden daha çirkinine rastlamadım” der. ”Doğru söylüyorsun ya Ebu Leheb” der Peygamber Efendimiz. Biraz sonra Hz. Ali içeri girer ve tevafuk bu ya, o da: ”Ya Muhammed (Sav), Dünyada senden güzelini göremedim” der. ”Doğrusun ya Ali” der Resulullah. Bunun üzerine söz alan meclisteki bir sahabe: ”Ya Resulullah, biraz önce Ebu Leheb geldi ‘Ne kadar çirkinsin’ dedi, ona da ‘Doğrusun’ dediniz. ”Hikmeti nedir” diye sorunca, Efendimiz şöyle cevap verir: ”İnsan insanın aynasıdır. Kişi kendisi nasılsa, karşısındaki insanı da öyle görür.”
Ayna olmazsa ben kendimi göremem.
Yani sen varsan ben varım.
Sen yoksan ben yokum.
Benim varlığım, senin varlığınla kaim, devamınla da daim.

– Ne gariptir ki, doktora giden insan kendisini doktora yani bir başkasına sorar;

Ben nasılım? diye…
-SENLİKTE YOKTUR, BENLİKTE BİZDE
ZERRATI ÂBIZ BİR TEK DENİZDE.
İlim tek idi, cahiller onu çoğalttı.
Her şey bir-le başladı, bir-le ve bir-de bitti.
İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi raciun (arap. إِنَّا لِلَّٰهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعُونَ – ‎Biz Allah’a aidiz ve kuşkusuz O’na döneceğiz)”[3]
Bir-den geldik, Bir-e gideceğiz.
İnsanlar Bir Adem ve bir Anneden geldiler.
Bir şeyden her şey ve her şeyden bir şey oldu.
Vahdet ve Tevhid esas oldu.
İnançtaki birlik, ameldeki birliğe dönüştü.
Her şey aslına yani bire ve birliğe rücu edecektir.
Milletimde ihtilâf u tefrika endîşesi
Gûşe-i kabrimde hattâ bî-karâr eyler beni
İttihâd oldu hücûm-ı hasmı def’e çâremiz
İttihâd etmezse millet dâğdâr eyler beni. (Selîmî (Yavuz Sultân Selîm)
Bir ve bir-likte dirlik ve rahmet, İhtilâfta zahmet vardır.
Bir O vardı, hiçbir şey yoktu.
Her şey sıfırdır, bir ile değer bulur.
Farklı organlardan oluşan insan vücudu, o birlikle var olur.
Birlik gidince, varlıkta gider ve dağılır.
DAMLALAR bir olunca deniz ve derya olur.
Yoksa yok olur.
Damla kalır.
İnsanlar bir babanın evladı gibi bir kardeş olup, birlik kursalar, dirlik güçlük doğar.
Kavga biter, paylaşım artar.

-“Evet, tevhid-i imanî, elbette tevhid-i kulûbu ister. Ve vahdet-i itikad dahi, vahdet-i içtimaiyeyi iktiza eder. Evet, inkâr edemezsin ki, sen bir adamla beraber bir taburda bulunmakla, o adama karşı dostâne bir rabıta anlarsın; ve bir kumandanın emri altında beraber bulunduğunuzdan, arkadaşâne bir alâka telâkki edersin. Ve bir memlekette beraber bulunmakla, uhuvvetkârâne bir münasebet hissedersin. Halbuki, imanın verdiği nur ve şuurla ve sana gösterdiği ve bildirdiği esmâ-i İlâhiye adedince vahdet alâkaları ve ittifak rabıtaları ve uhuvvet münasebetleri var.

Meselâ, her ikinizin Hâlıkınız bir, Mâlikiniz bir, Mâbudunuz bir, Râzıkınız bir bir, bir, bine kadar bir, bir. Hem Peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir, bir, bir, yüze kadar bir, bir. Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir, ona kadar bir, bir.

Bu kadar bir birler vahdet ve tevhidi, vifak ve ittifakı, muhabbet ve uhuvveti iktiza ettiği ve kâinatı ve küreleri birbirine bağlayacak mânevî zincirler bulundukları halde, şikak ve nifâka, kin ve adâvete sebebiyet veren örümcek ağı gibi ehemmiyetsiz ve sebatsız şeyleri tercih edip mü’mine karşı hakikî adâvet etmek ve kin bağlamak, ne kadar o rabıta-i vahdete bir hürmetsizlik ve o esbab-ı muhabbete karşı bir istihfaf ve o münasebât-ı uhuvvete karşı ne derece bir zulüm ve i’tisaf olduğunu, kalbin ölmemişse, aklın sönmemişse anlarsın.”[4]
Aynayı kırmayınız. Kendinizi kırarsınız.
Ka’be bunyâd-ı Halîl-i Âzer’est
Dil nazargâh-ı Celîl-i ekberest

Kâbe Âzer’in oğlu Hz. İbrahim’in inşa ettiği taş bir yapıdır.
Gönül ise ululuk ve celâl sahibi Allah’ın nazargâhıdır. Molla Câmî
-Bir kış günüydü. Kadı Mahmûd, biraz gecikerek kalkmıştı. Bu sebeple hocasının suyunu ısıtmaya vakit bulamadı. Büyük bir üzüntüye gark oldu ve gözlerinden yaşlar damladı. Gayr-i irâdî bir şekilde su testisini göğsünün üzerine bastırarak “Allah” lâfzını söylemekten başka bir şey yapamadı. O esnâda hocası kapıda göründü. Kendisinden abdest suyunu getirip dökmesini istedi. O da çâresiz ve irâdesiz bir şekilde bu emre baş kesti ve büyük bir endişe içinde suyu hocasının ellerine dökmeye başladı. Su, mübârek ellerine değer değmez Üftâde Hazretleri, yavaşça başını kaldırdı ve talebesinin kaygılı hâline nazar ederek tebessümle:

“–Su biraz fazla ısınmış evlâdım!” dedi.

Buna pek şaşıran Kadı Mahmûd Efendi, hafif bir sesle:

“–Nasıl olur efendim? Suyu ısıtmamıştım ki!..” dedi.

Üftâde Hazretleri de:

“–Evlâdım! Farkında değilsin; bu su, odun ateşiyle değil, gönül ateşiyle ısınmış!..” cevabını verdi.

MEHMET ÖZÇELİK

20-08-2024

[1] https://tesbitler.com/2024/03/16/golge-tecelli-ayna/
https://youtu.be/JaPmrz4HAdI?si=vKphBm_51iTQ0hPI

[2] Ebu Davud, Edeb, 49.

[3] Bakara. 156.

[4] Mektubat. Bediüzzaman. 22. Mektup.




İŞGAL VE FETİH

İŞGAL VE FETİH

 

Mesele işgal değil, idaredir.
Maymunlar, fareler, yılanlar, çakallar, yarasalar veya hayvanlar bir yeri işgal edebilirler ancak idare edemezler.
Memleketler, devletler hatta dünya işgal edilebilir ancak ne şekilde idare edilebilir?
Bunun için insan olmak ve insan kalmak gerekir.
Tıpkı Gazze’yi işgale çalışan İsrail, idareden aciz olduğu için işgali de başaramamaktadır.
Bir asırdır işgalle meşgul olan ABD ve İsrail dünyanın dünya dolusu nefretini üzerine çekmiştir.
İnsanlarda zorla ve zorbalıkla işgal edilseler de, fetih olmayınca memnunda olunmaz ve isyan başlar.
Gönülleri de fethedilmeyen insanların bedenlerini işgal edenler, o gönüle giremediklerinden kapının önünde eğleşirler.
İçeri giremez ve içeri alınmazlar.
Tıpkı Loukas Notaras gibi. Doğu Roma İmparatorluğu’ndaki son grandüktür. Dördüncü Haçlı Seferi’nde Konstantinopolis’in yağmalanması ve Latin İmparatorluğu’nun kurulması nedeniyle Latinlere karşı mesafeli olan Notaras ünlü, “Konstantinopolis’te Latin serpuşu görmektense Türk sarığı görmeyi yeğlerim” sözünü söylemiştir.
Fetih ve işgalin farkı da, cennet ve Cehennem farkı gibidir.
Biri açar, diğeri kapatır.
Birinde sevgi, diğerinde nefret ve azap vardır.
Tüm Peygamberler fetih yolunu açmış ta gönlün derinliklerine kadar girmişler ve de asırlarca yaşamış ve yaşamaktadırlar.

İçinde kin besleme.

Sevgi besle.

Sevgiyi besle.

Suyu olsun besmele.

Firavun ve Nemrut gibiler işgal yolunu seçmiş, en fazla hayatları müddetince hüküm sürmüşlerdir.
Akıbetleri de hazin bir sonla sonlanmıştır.
“Derken İsrâiloğulları’nı denizin öteki yakasına geçirdik. Firavun ve ordusu da haksız yere onlara saldırmak üzere peşlerine düşmüştü. Sonunda Firavun boğulmak üzereyken şöyle dedi: “Elhak inandım ki, İsrâiloğulları’nın iman ettiğinden başka tanrı yokmuş! Ben de artık kendini O’na teslim edenlerden biriyim.”
Şimdi mi? Halbuki daha önce hep baş kaldırmış ve bozguncular arasında yer almıştın.
İşte bugün senin cesedini kurtaracağız ki, senden sonra gelenler için bir ibret olsun! İnsanların pek çoğu gösterdiğimiz delillerin bilincinde değildirler.
Andolsun biz İsrâiloğulları’nı seçkin bir yere yerleştirdik ve onları güzel nimetlerle rızıklandırdık. Kendilerine ilim gelinceye kadar da ayrılığa düşmediler. Ayrılığa düştükleri konularda rabbin kıyamet günü aralarında hükmünü elbette verecektir.”[1]
3000 yıldan bu yana firavunun cesedi hiç bozulmaya uğramadan günümüze kadar gelmiştir. Ceset İngiltere’nin Londra şehrindeki British Museum’da ibreti alem olarak insanlığa sergilenmektedir.
Şu anda ayetinde hükmünce İsrailliler de FİRAVUNUN akıbetine doğru gitmektedirler.

MEHMET ÖZÇELİK

20-08-2024

[1] Yunus. 90-93.