VEDA HUTBESİ İNSAN HAKLARI DEMOKRASİ VE YURTDAŞLIK BOYUTU

            VEDA HUTBESİ İNSAN HAKLARI DEMOKRASİ VE YURTDAŞLIK BOYUTU

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

لَقَدْ جَاۤءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ عَزِيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِنِينَ رَؤُفٌ رَحِيمٌ 1

فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِىَ اللهُ لاَ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ 2

قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللهَ فَاتَّبِعُونِى يُحْبِبْكُمُ اللهُ

Size kendi içinizden öyle bir peygamber geldi ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona pek ağır gelir. O size çok düşkün, mü’minlere çok şefkatli, çok merhametlidir.” Tevbe Sûresi, 9:128.
2 : “Eğer senden yüz çevirecek olurlarsa de ki: Allah bana yeter. Ondan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ben Ona tevekkül ettim. Yüce Arşın Rabbi de Odur.” Tevbe Sûresi, 9:129.
3 : “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin.” Âl-i İmrân Sûresi, 

              VEDA HUTBESİ; Peygamber efendimizin Vedâ Haccında Arafat’ta, Mina’da ve bir gün  sonra yine Mina’da olmak üzere arife günü ile, bayramın 1 ve 2. Günlerinde parça parça Miladi takvime göre 6-9 Mart arası irad edilmiştir.124.000’den fazla Müslümana yaptıkları vaaz ve nasihatler. Peygamberimizin Allahü Teâlâ tarafından insanlara, doğru yolu göstermek için görevlendirilmelerinden sonra mübarek ağızlarından çıkan her söz, mânâ ve hakikatler yönünden beşeriyete birer rehberdir. Bunlardan “Vedâ Hutbesi” olarak bilinen son haclarında buyurdukları hususların ise ayrı bir ehemmiyeti vardır. “Vedâ Hutbesi” değişmez prensip, kânun ve nizamlar olarak on dört asırdır, bütün insanlığa ulaşabildiği seviyenin çok üstünde bir insan hakları, Demokratik esaslar ve iyi yurttaşlık anlayışı getirmiştir. 

          Mimsiz medeniyeti kuran Avrupa ve Amerika’nın 2 dünya savaşında birbirlerini ve 100 milyonu aşkın insanı katlettikten sonra 10 Aralık 1948 de BM lerde kâğıt üzerinde kabul ettiği ve asla uygulamaya koymadıkları İNSAN HAKLARI BEYANNAMESİ İslam’ın özünde var olup efendimiz ASV tarafından 14 asır evvel ilan edilmiş ve İslam’ın doğuşundan beri uygulanmış kurallardır.    Bedir savaşıyla İslam savaş hukuku belirlenmiş ve bütün savaşlarda uygulanmıştır. Dinimize göre sivil halk, esirler savaş misafiri ve emanet olarak kabul edilmiş hayatı korunmaya alınmıştır. Mekke’nin fethindeki tanınan haklar ve korumacı siyaset asırlarca ecdadımız tarafından uygulanmıştır. İstanbul’un fethinden sonra bütün Gayrı Müslümler korumaya alınmış, öncesinden daha geniş haklar tanınmıştır.

      Bizim ecdadımız kazandığı en büyük zaferlerde bile İnsan haklarını kutsal bilmiş, esirleri emanet olarak görmüş, malı mülkü dinleri korumaya alınmıştır. Anadolu ve Balkanlar Türk Milletinin İstimalet politikası sayesinde eskisinden daha güvenli, rahat huzur ortamına kavuşmuşlardır. Asırlardır dünya siyasetine yön vermiş ecdadımız gittiği her yere örnek bir İslami hayat, adalet, eşitlik insanca yaşama şartları ve medeniyet götürmüş, Bütün hakları güvence altına almışlardır. İstanbul’un fethi öncesi Bizans İmparatorunun Katolik ve Ortodoks ittifakına karşı Bizans halkı ve kilisesi “İstanbul’da Katolik külahı görmektense TÜRK SARIĞI görmeyi tercih ederiz” demişler, Müslüman Türkün yönetimini tercih etmişlerdir.

             Kendilerini medeni zanneden Mimsiz medeniyeti kuran Avrupa’nın tarihi ise Sekülerizm ve Merkantilizmin ürünü olarak Kurduğu sömürgelerdeki katliam, köle ticareti ahlaksızlık, emperyalizm, kaçakçılık, Asimilasyon, nükleer silah, sürgünler gibi İNSAN HAKLARI İHLALERİYLE doludur. Günümüzde Filistin’de Gazze’de, Doğu Türkistan’da dünyanın dört bir yanı; Edeni batının İNSAN HAKLARI İHLALLERİYLE kan ağlıyor. Demek ki İnsan hakları kâğıt üzerinde verilecek göstermelik bir uygulama değil VİCDANİİ, AHLAKİİİ bir yaşam tarzıdır. Bunu da Hz. Muhammed’le İslam dini temin etmiş riyakârlıktan ziyade İHLASLI uygulamalar Türk-İslam tarihinde yaşam tarzı olmuştur. Zamanımızda İslamın düsturlarına ne kadar ihtiyaç olduğu Maddiyatta zirveye ulaşmış dünyadaki kargaşa, katliam, huzursuzluk delildir. Huzur ancak ve ancak İslam’dadır. KALPLER ANCAK ALLAHI ANMAKLA MÜTMAİN OLUR İNSANLIK HUZUR BULUR. Denenen Bütün ideolojilerin (Kapitalizm, Liberalizm, Sosyalizm) evrensel huzur getirmediği insan haklarını sağlayamadığı görülmüştür.

          Dünya düzenini değil kâinat düzenini sağlayacak olan yalnızca Rabbimizin İslami düzenidir. Bunun dışında hiçbir ideoloji hiçbir düzen insan haklarını temin edip insanlık huzurunu sağlamaya yeterli ve uygun değildir. Yaratılanın huzurunu ve mutlak adaleti ancak yaratan sağlayabilir.     

     Mustafa GÜNEŞ   6 Mart 2024




Molla Kabız kimdir ve neden idam edilmiştir?

Molla Kabız kimdir ve neden idam edilmiştir?

Molla Kabız Kimdir?

Molla Kabız, 16. yüzyılda Kanuni Sultan Süleyman döneminde yaşamış bir din adamıdır. Hakkında fazla bilgi olmasa da, İran’dan geldiği ve Osmanlı ilmiye sınıfına girdiği bilinmektedir.

Neden İdam Edilmiştir?

Molla Kabız, Müslüman olmasına rağmen İsa’nın Muhammed’den üstün olduğunu savunmasıyla bilinir. Ayet ve hadisleri te’vil ve tefsir ederek bu fikrini savunmuştur. Bu görüşleri, o dönemdeki ulema tarafından zındıklık olarak kabul edilmiştir.

Molla Kabız’ın idamına yol açan olaylar şunlardır:

  • Ulema, Molla Kabız’ın görüşleri hakkında şikayette bulunmuştur.
  • 2 Kasım 1527’de yapılan ilk duruşmada Rumeli Kadıaskeri Fenarizâde Muhyiddin Çelebi ile Anadolu Kadıaskeri Kadri Çelebi, Kâbız’ın fikirlerini çürütememişlerdir.
  • Kanuni Sultan Süleyman, ulemayı eleştirmiş ve Sadrazam Pargalı İbrahim Paşa’dan çare aramıştır.
  • Ertesi gün Şeyhülislâm İbn-i Kemal ve İstanbul Kadısı Sadeddin Çelebi öne sürülmüştür.
  • İbn-i Kemal, Molla Kabız’ın fikirlerini çürütmeye çalışmış ve fikirlerinden döndüğü takdirde affedileceğini söylemiştir.
  • Molla Kabız, fikirlerinden dönmeyi reddetmiş ve idam edilmiştir.

Molla Kabız, Kanuni Sultan Süleyman döneminde görüşlerinden dolayı idam edilen dört ünlü şeyhten biridir.

 




“SELANİKLİ DÖNMELER”DEN

“SELANİKLİ DÖNMELER”DEN

Selanikli Dönmeler–   Marc David Baer-lnglllzceden çeviren: Sevinç Kayır

Sayfa-13- “Müslüman ve okuryazar Türk halkının giderek büyüyen bir yüzdesi, ateist Yahudilerin Osmanlı sultanını tahttan indirdiklerini, İslami imparatorluğu yıktıklarını, onun yerine “gizli Yahudi” Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğinde, İslam karşıtı, laik bir cumhuriyet kurduklarını ve hata ülkeyi kontrol ettiklerini düşünür.”

26- “Selanik’in pek çok Müslümanın aslında Yahudi kökenli olduğu kent olarak bilinmesi hiç de şaşırtıcı değildir.”

38-39- “250 seneyi aşkın süredir, Sabetaycılar Müslüman kisvesine bürünmüş bir Yahudi mezhebi olarak varlıklarını sürdürmüş­ lerdir.” Bu geleneksel görüşe göre onlar, Sabetaycı mesihçilikle değişmelerine rağmen “Yahudiliğin eski kültürünü ve dini törenlerini mümkün olduğunca İslam’ın sınırları içerisinde gizlice devam ettirmeye” çalışmışlardır.”

119- “Hem yerel belediyelerin, hem de merkezi yönetimin güç­ lerinin arttığı bir dönemde, Selanik gibi şehirlerde gerçekleşen yeniliklerin tüm imparatorluğu etkilemesi şaşırtıcı değildir. Fazlı Necip Gonca-i Edeb’de yayımlanan bir yazısında padişaha üstü kapalı bir mesaj göndermiştir: “Bırak da adaleti biz uygulayalım, baskılardan özgürleşmemize izin ver ki her zaman mutlu ve bahtiyar olalım.” Selanik, Jön Türkler’in devrimci hareketinin beşiği, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin (İTC) ve sosyalist örgütlenmelerin merkezi olması sebebiyle, büyük siyasi çalkantı alanıydı. İmparatorluktaki fabrika emekçiliğinin, özellikle tü­ tün sanayisinde, en yoğun olduğu şehirdi ve Selanik’te kurulan, Avram Benaroya adlı bir Bulgar Yahudisinin başkanlığını yaptığı Sosyalist İşçi Federasyonu, İkinci Enternasyonal tarafından, Do­ ğu’daki işçi mücadelesinin öncüsü olarak kabul ediliyordu. Selanik, farmasonlukfaaliyetlerinin merkezlerindendi.36 Yeni düşünce akımlarına açık olan (Hukuk Fakültesi de dahil) en fazla okulun ve ordu karargahının bulunduğu Osmanlı kentlerinden biriydi. İlerici bir bakış açısına sahip meslek erbapları ve devlet memurları, özellikle de Posta ve Telgraf İdaresi’nin çalışanları (Talat Paşa gibi) ve Üçüncü Ordu’nun mensupları (Enver Paşa gibi), devrimcilerin ana kadrosunu oluşturmuşlardır. 1908 Devrimi’nin kalbi Makedonya’dır.”

122-“Bir devrimci mektubunda Jön Türkler’in bir kısmının Bektaşi oldukları belirtmiştir. s ı Bektaşilerin senkretizmleri, Jön Türkler’in ilerici düşünceleriyle uyumludur ve Bektaşiler, 1906’dan sonra lTC’nin kendi localarını kullanmasına izin veren farmasonlarla ilişki içindedirler. 1908 Devrimi’nden sonra, devrimci subaylar saygılarını sunmak üzere Bektaşi tekkelerini ziyaret ederler; Bektaşi yayınlarının basılmasına yeniden izin verilir; Bektaşilere saldıran gazeteler kapatılır ve yeni Bektaşi tekkeleri açılır. İTC, Mevlevilerle de ilişki içindeydi. Mevlevi tekkeleri İTC propagandası yapmış, Mevlevi şeyhleri evlerini İTC toplantıları için açmış ve bazı şeyhler eylemleri nedeniyle, Jön Türklerle birlikte sürgüne gönderilmişlerdir.

Sufilerin devrimci siyasette oynadıkları rol önemliydi, ama farmasonlar siyasi muhalefette, İTC’nin 1895’ten önceki halinden daha önemli rol oynamışlardı. Masonlar 1870 ve 1918 yılları arasında öylesine belirleyici olmuşlardı ki, 1913’te, bir Osmanlı dev- · let adamının suikastçıları “hedeflerinin, çok uzun süredir farmasonların elinde olan gücü yeniden ele geçirmek olduğunu” öne sürmüştü.54 Ne de olsa, Türk ve Yunanlıları bir araya getirecek, aydınlanmış bir padişah olarak tasavvur edilen farmason padi­ şah V. Murad, 1876’da farmasonlarca desteklenen bir darbe sayesinde tahta oturmuştu.

Jön Türklerin çekirdek kadrosu, padişahı tahta oturtan grup tarafından kurulan farmason locasının üyelerinden meydana geliyordu. 1902’ye dek, Osmanlı farmasonları başka isimler altında kendi siyasi örgütlerinde faaliyet göstermiş ve Avrupa’nın her yanında özgürlüğü destekleyen risaleler dağıtmışlardı. Bundan sonra, yakın çevresinde birçok nü- . fuzlu farmason liderinin bulunduğu Ahmet Rıza’nın önderliğindeki İTC’yi desteklemişlerdi. Selanik’teki Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’nin (yurtdışındaki merkez büro işlevi gören Paris’teki İTC’yle birleştikten sonra, yerel yönetim merkezi haline gelmişti), bir tanesi hariç tüm kurucuları farmasondur ya da farmason olmuştur ve İtalyan Macedonia Risorta Locası’nın ya da Fransız Veritas Locası’nın üyeleriydi.58 İTC Selanik’teki farmason localarında toplanıyordu ve farmasonlar Jön Türklere güvenli toplantı evleri temin etmişlerdi. Farmasonlar kendilerini 1908 Devrimi’nin ardındaki “ana kuvvet” ilan etmiş, iktidardaki lTC’ye destek olmuş ve II. Abdülhamid tahttan indirildikten sonra büyümüşlerdi.”

123-“Şehirde birbirine yabancı olan insanlar, farmason localarında bir araya gelerek, aynı siyasi hedefler için çabalayan kardeşlere dönüşüyorlardı.61 V. Murad’dan sonra tahta geçen il. Abdülhamid bu tehdidin varlığını sezmiş ve farmasonları baskı altına almıştır. II. Abdülhamid’in kurduğu hükümet onları “daimi bir fitne kaynağı” olarak görüyordu.

….Birçok önde gelen Dönme, farmason olmanın yanı sıra mutasavvıftı ve bu da İTC’ye girmelerini kolaylaştırıyordu. Yıldız Sertel, Selanik’teki Dönme camisi Yeni Cami’yi tarif ederken, aynı cümle içinde Bektaşi, Mevlevi tekkelerinden ve farmason localarından bahsetmiştir.

125-“Bazı Dönmeler, şehrin her yerinde var olan Fransız, İtalyan ve · Osmanlı farmason localarındaki gizli İTC toplantılarında, kapalı kapılar ardında tartışılan siyasi görüşlere kendilerini o kadar adamışlardı ki, devrimin öncüleri kabul ediliyorlardı. 84 Meşveret, imparatorluktaki en “modern” gruplardan biri olarak nitelediği Dönmelerin, kentte “hareket için çalışan tek grup olduğunu” beyan ederek, Dönmelerin etkilerinin büyüklüğünü vurgulamış­tı.”

126-“O dönem, günlük Sabah gazetesinde ve Hariciye Nezareti’nin çeviri bürosunda çalışan Ahmet Emin Yalman “Biz gazeteciler, halkı harekete geçirmek için açıkça hareket etmeye karar verdik. İstanbul’da kendimize ait küçük bir devrim yarattık. Padişahın gözünden düşen ünlü yazarların hepsi, bu yeni özgürlüğe kucak açan vatansever şiir ve makaleler yazmaya davet edildi. İlk sokak gösterilerini düzenledik, her tür yazarın bir araya geleceği toplantılar organize ettik ve bir basın cemiyeti kurduk. H.alka yeni dönemin coşkusunu nakletmek için hemen kararlar alındı” diye yazmıştır. Yalman 1914’te İTC’nin çıkardığı Tanin gazetesinin yazı işleri müdürü olarak çalışmaya başlayacaktı. Yalman’ın mezun olduğu Terakki Mektebi, özgürlük düş­ künü, meşrutiyeti destekleyen bir gençlik yetiştirmekle ve İkinci Meşrutiyet hükümetini ilan edenlerin Terakki Mektebi mezunları olmalarıyla övünüyordu.”

130-“Yalman ve Sertel yazılarında günümüzde Dönmeler hakkında olumlu görüşe sahip yazarların dile getirmekten ka­çındıkları bazı yorumları da ağızlarından kaçırmışlardır. Devrim başladığı sırada ağabeyi Celal Derviş’i kutlayan Sabiha Sertel ona “Demek şimdi sen de bir İttihatçısın” demiştir. Ağabeyi “Ne sanıyorsun?” diye yanıtlamıştır. “Biz Selanik’te devrimci gençler olarak yetiştik. Farmason localarına da girdik.”

Ahmet Emin Yalman “zengin, yabancı farmason localarının” Selanik’teki gizli derneklerin “toplantıları için uygun fırsatlar sunduklarını” belirtmiştir. “Devrimin ilk kıvılcımının” 1890’larda, Terakki Mektebi’nde öğrenciyken ateşlendiğini anlatmıştır. Ahmet Emin, ileriki yıllarda 1TC’ye üye olmuştur.”

134-“İmparatorluğa sadakat sadece gerçek inanç sahipleri için mümkündü. İlaveten dindarlık ateizmin panzehiri görevi görecekti. Ancak ateizmin çoktan kök salıp geri dönüşü olmayan hasarlara yol açtığı görülüyordu. . Müslümanların dini yozlaşmaya başlamıştı. Vahdeti birçok Müslüman’ın ateizm konusunda Avrupalılardan bile ileri gittiklerini öne sürüyordu. Müslümanların ateistliği, Osmanlıların Avrupa’ya elçiler göndermelerinden sonra başlamıştı. Elçiler Hıristiyan kadınlarıyla evlenmişler, çok sayıda çocuk yapmışlar ve onları annelerinin Batı Avrupa usulleriyle yetiştirmişlerdi. Avrupa dilleri öğrenmişler ve İslami inanç ve ahlak kurallarını sadece başka dinlere mensup dadılar ve öğ­retmenlerden öğrenmişlerdi. Görünürde Müslüman olan birçok erkek bu şekilde yetiştirilmişti. Yazara göre “Dinlerini bilmeyen ve İslami eğitim almamış olan bu adamlardan dindar olmalarını beklemek, bir hıyardan yağ çıkarmaya çalışmaya benzemektedir. Böyle hıyar adamların, babalarıyla aynı eğitimi almış çocuklarından ne beklenebilir?” Ateizm konusunda Avrupalılardan daha ilerde olan Müslümanlar, Müslüman isimleri taşıyor olabilirlerdi ama imparatorluğun kaderi konusunda onlara nasıl güvenilebilirdi? Adliye nazırı ve birçok seçkinin yanı sıra, meclis üyelerinin de İstanbul’daki bir farmason locasının açılışına katılmaları, dindar Müslümanlar için bir uyarı işareti işlevi görmeliydi. Vahdet! diğerlerini bu içten gelen tehdit hakkında uyardı.”

138-“Dönmeler farmasonlukta, İTC’de, 1908 Meşrutiyet Devrimi’nde ve devrimden sonraki Osmanlı siyasetinde büyük rol oynadılar.”

138-139-“1917 Bolşevik Devrimi ele alınarak, Yahudi kökenli insanların gerçek ve hayali rolleri üzerine faydalı bir karşılaştırma yapılabilir. Ateist olmasına ve görünürde Yahudi kökeni bulunmamasına rağmen Lenin (önceden Vladimir Ilyich Ulyanov), Yahudi karşıtları tarafından “Yahudi Lenin” olarak adlandırılmış ve Bolşevik Devrimi “Yahudi Bol­ şevik Devrimi” olarak anılmaya başlanmıştı.1 3 7 Karı Marx’ın (kapitalizmi Yahudilikle özdeşleştirmiştir) ve Lenin’in yoldaşı Lev Troçki’nin (önceden Lev Davidovich Bronstein) Yahudi olmaları, bu görüşü desteklemiştir. Gerçekte, Yahudiler Rus devrimci hareketine, ülkenin nüfusundaki payları göz önüne alındığında daha büyük bir oranda katılmış ve devrim sürecinde önemli role sahip olmuşlardı. Parti liderleri, teorisyenler ve gazeteciler olarak iyi temsil edilen Yahudiler, tıpkı Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Dönmeler gibi, “Rus İmparatorluğu’ndaki en devrimci ulusal grup” kabul edilmişlerdi. Lenin’le birlikte 1917’de mühürlü trenle Almanya topraklarından geçerek İsviçre’den dönen kişilerin neredeyse üçte ikisi Yahudi’dir; bir süre İstanbul’da ikamet etmiş ve Jön Türklerle yakın ilişki içinde olan, Yahudi kökenli, devrimci milyoner Alexander Parvus (lsrael Lazarevich Gelfand ya da Helphand), Lenin’in dönüşünü ayarlamıştır. Başlangıç­ ta Lenin\ en yakın Bolşevik liderleri, Grigory Zinoviev, Lev Kamenev ve Yakov Sverdlov Yahudi kökenlidir. Lenin’in kraliyet ailesinin öldürülmesi emrinin yerine getirilmesi görevini üstlenenler, Sverdlov ve içlerinde çarı vurduğunu iddia eden kişi de bulunan diğer iki adam Yahudi soyundan gelmektedir. Devrimin ardından başlayan iç savaş süresince, ordu, parti, meclis ve gizli polislik görevlerini yerine getiren Yahudi kökenli erkek ve kadınların parti içindeki oranları da genel nüfusa oranla daha yüksektir.  Önemli olan, bu önde gelen komünistlerin hiçbirinin Yahudi olmak istememesidir; kendilerini Yahudi kabul etmemiş, Yahudiliklerini (geçmişe ait bir şey olarak) geride bıraktıklarına. . inanmışlardır. Troçki milliyetinin ·”Sosyal Demokratlık” olduğunu ilan etmişti. Doktor Nazım bazı açılardan İTC’nin Troçki’si olarak düşünülebilir. Eğer diğer İTC ideoloğu Bahaettin Şakir de Dönme olsaydı, bu benzetme daha da uygun olurdu.

MEHMET ÖZÇELİK

10-03-2024