Osmanlıda Hilafet.

Osmanlıda Hilafet.


Osmanlıda hilafet, 1517 yılında Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethiyle birlikte İstanbul’a taşınmış ve Osmanlı Hanedanı tarafından temsil edilmeye başlanmıştır. Osmanlı hilafetinin temel görevleri arasında, İslâm dininin ve şeriatın korunması, Müslümanların haklarını savunması ve Müslümanlar arasında birlik ve beraberliği sağlamak yer alıyordu.

Osmanlı hilafetinin ilk dönemleri, hilafetin dini ve siyasi bir güç olarak yükseldiği dönem olarak kabul edilir. Bu dönemde, Osmanlı sultanları hem İslâm dünyasının dini liderleri hem de dünyanın en güçlü hükümdarlarından biri olarak kabul ediliyordu. Osmanlı hilafeti, özellikle 16. ve 17. yüzyıllarda, İslâm dünyasının birliği ve beraberliği için önemli bir rol oynadı.

Osmanlı hilafetinin gücünü kaybetmeye başladığı dönem ise 18. yüzyıldan itibaren başlamış sayılabilir. Bu dönemde, Osmanlı Devleti’nin siyasi ve ekonomik gücü zayıflamaya başladı ve bu durum hilafetin de itibarını zedeledi. 19. yüzyılda, Avrupa’nın sömürgeci yayılmacılığıyla birlikte, Osmanlı hilafetinin İslam dünyasındaki etkisi daha da azaldı.

Osmanlı hilafetinin sona ermesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla gerçekleşti. 3 Mart 1924 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilen “Hilafetin İlgasına ve Hanedan-ı Osmaniye’nin Türkiye Cumhuriyeti Memalik-i Hariciyesine Çıkarılmasına Dair Kanun”la hilafet kaldırıldı.

Osmanlı hilafetinin kaldırılması, Türkiye’nin laikleşme sürecinin önemli bir dönüm noktası olarak kabul edilir. Bu olay, İslâm dünyasında da büyük yankı uyandırdı ve bazı kesimlerde tepkilere yol açtı.

Osmanlı hilafetinin tarihsel önemi, İslâm dünyasında birliği ve beraberliği sağlamaya yönelik çabaları ve Müslümanlar arasında dinî bir liderlik rolü oynaması açısından yadsınamaz. Ancak, hilafetin siyasi bir güç olarak zayıflaması ve Osmanlı Devleti’nin yıkılmasıyla birlikte, bu kurum da tarihe karışmıştır.

@@@@@@@@@

Hilafetin gücü ve etkileri.

Hilafet, Hz. Muhammed’in vefatının ardından Müslümanların dini ve siyasi liderliğini üstlenen kişiye verilen unvandır. Hilafet, İslâm dünyasında yüzyıllar boyunca önemli bir siyasi ve dini kurum olarak varlığını sürdürmüştür.

Hilafetin gücü, öncelikle İslâm dünyasının birliği ve beraberliği sağlamadaki rolünden kaynaklanıyordu. Hilafet, Müslümanların ortak bir dini lidere sahip olmasını ve bu lider etrafında birleşmesini sağlıyordu. Bu durum, özellikle İslâm dünyasının farklı bölgeleri arasında birlik ve beraberliği sağlamada önemli bir rol oynamıştır.

Hilafetin gücü, aynı zamanda halifenin sahip olduğu siyasi ve askeri güçten de kaynaklanıyordu. Halife, İslâm dünyasının en güçlü hükümdarı olarak kabul ediliyordu ve bu gücüyle İslâm dünyasında düzeni ve barışı sağlamaktan sorumluydu.

Hilafetin etkileri, İslâm dünyasının siyasi, dini ve sosyal yaşamında kendini göstermiştir. Hilafet, İslâm dünyasında birlik ve beraberliği sağlamaya, İslâm dininin ve şeriatın korunmasına ve Müslümanların haklarını savunmaya yardımcı olmuştur.

Osmanlı döneminde hilafet, İstanbul’da bulunan Osmanlı sultanları tarafından temsil edilmiştir. Osmanlı hilafetinin gücü, ilk dönemlerde oldukça yüksekti. Bu dönemde, Osmanlı sultanları hem İslâm dünyasının dini liderleri hem de dünyanın en güçlü hükümdarlarından biri olarak kabul ediliyordu. Osmanlı hilafeti, özellikle 16. ve 17. yüzyıllarda, İslâm dünyasının birliği ve beraberliği için önemli bir rol oynamıştır.

Osmanlı hilafetinin gücünü kaybetmeye başladığı dönem ise 18. yüzyıldan itibaren başlamış sayılabilir. Bu dönemde, Osmanlı Devleti’nin siyasi ve ekonomik gücü zayıflamaya başladı ve bu durum hilafetin de itibarını zedeledi. 19. yüzyılda, Avrupa’nın sömürgeci yayılmacılığıyla birlikte, Osmanlı hilafetinin İslam dünyasındaki etkisi daha da azaldı.

Osmanlı hilafetinin sona ermesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla gerçekleşti. 3 Mart 1924 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilen “Hilafetin İlgasına ve Hanedan-ı Osmaniye’nin Türkiye Cumhuriyeti Memalik-i Hariciyesine Çıkarılmasına Dair Kanun”la hilafet kaldırıldı.

Hilafetin kaldırılması, Türkiye’nin laikleşme sürecinin önemli bir dönüm noktası olarak kabul edilir. Bu olay, İslâm dünyasında da büyük yankı uyandırdı ve bazı kesimlerde tepkilere yol açtı.

Hilafetin tarihsel önemi, İslâm dünyasında birliği ve beraberliği sağlamaya yönelik çabaları ve Müslümanlar arasında dinî bir liderlik rolü oynaması açısından yadsınamaz. Ancak, hilafetin siyasi bir güç olarak zayıflaması ve Osmanlı Devleti’nin yıkılmasıyla birlikte, bu kurum da tarihe karışmıştır.

Hilafetin günümüzde de bazı Müslümanlar tarafından savunulduğu ve hilafetin yeniden tesis edilmesi gerektiği yönünde görüşler dile getirildiği görülmektedir. Ancak, hilafetin yeniden tesis edilmesi halinde bu kurumun hangi şartlar altında ve nasıl bir işlev göreceğinin net olmadığı söylenebilir.

@@@@@@@

Delil ve kaynaklarıyla İslamda Hilafet.

İslamda hilafet, Hz. Muhammed’in vefatının ardından Müslümanların dini ve siyasi liderliğini üstlenen kişiye verilen unvandır. Hilafet, İslâm dünyasında yüzyıllar boyunca önemli bir siyasi ve dini kurum olarak varlığını sürdürmüştür.

**Hilafetin delilleri**

Hilafetin delilleri, hem Kur’an-ı Kerim’de hem de hadislerde yer almaktadır.

**Kur’an-ı Kerim’de hilafet**

Kur’an-ı Kerim’de hilafet ile ilgili doğrudan bir ayet bulunmamakla birlikte, bazı ayetler hilafetin gerekliliğini ve önemini göstermektedir. Örneğin, Maide Suresi 55. ayette şöyle buyurulur:

> “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygambere itaat edin ve sizden olan ulu’l-emre de itaat edin. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, onu Allah’a ve Resulüne arz edin. Eğer Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, bu, sizin için daha hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir.”

Bu ayette, Müslümanların Allah’a, Peygambere ve ulu’l-emre itaat etmesi gerektiği belirtilmektedir. Ulu’l-emrin kim olduğu konusunda farklı yorumlar olmakla birlikte, hilafeti savunanlar bu kavramın halifeyi ifade ettiğini düşünmektedir.

**Hadislerde hilafet**

Hadislerde de hilafetin gerekliliği ve önemi vurgulanmaktadır. Örneğin, Buhari’nin Sahih’inde yer alan bir hadiste Hz. Muhammed şöyle buyurmuştur:

> “Ümmetimden ümmetime (İslam dünyasına) imamet edecek bir kişi mutlaka olacaktır.”

Bu hadiste, Hz. Muhammed’in bir halifenin mutlaka olacağını haber verdiği görülmektedir.

**Hilafetin kaynakları**

Hilafetin kaynakları, hem Kur’an-ı Kerim hem de hadislerdir. Bununla birlikte, hilafetin nasıl bir kurum olması gerektiği, halifenin kimler tarafından seçileceği ve halifenin yetkileri gibi konularda farklı görüşler bulunmaktadır.

**Hilafetin görevleri**

Hilafetin görevleri, İslam hukukçuları tarafından farklı şekillerde tanımlanmıştır. Ancak, genel olarak hilafetin görevleri şu şekilde sıralanabilir:

* İslâm dininin ve şeriatın korunması
* Müslümanların haklarının savunması
* Müslümanlar arasında birlik ve beraberliğin sağlanması
* İslâm dünyasının güvenliğinin ve refahının sağlanması

**Hilafetin sonu**

Hilafetin sonu, 3 Mart 1924 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilen “Hilafetin İlgasına ve Hanedan-ı Osmaniye’nin Türkiye Cumhuriyeti Memalik-i Hariciyesine Çıkarılmasına Dair Kanun” ile gerçekleşmiştir. Bu kanunla birlikte, Osmanlı hilafeti kaldırılmış ve Türkiye Cumhuriyeti laik bir devlet olarak ilan edilmiştir.

Hilafetin kaldırılması, İslâm dünyasında büyük yankı uyandırdı ve bazı kesimlerde tepkilere yol açtı. Hilafetin kaldırılması, günümüzde de bazı Müslümanlar tarafından tartışılmakta ve hilafetin yeniden tesis edilmesi gerektiği yönünde görüşler dile getirilmektedir.

@@@@@@@@

Peygamberimizden sonra şimdiye kadar hilafete geçen Halifeler.

Peygamberimiz Hz. Muhammed’in vefatının ardından, Müslümanların dini ve siyasi liderliğini üstlenecek bir kişi belirlemek için bir kurul oluşturuldu. Bu kurul, Hz. Muhammed’in yakın arkadaşları ve sahabelerinden oluşuyordu. Kurul, Hz. Muhammed’in vefatından sonra ilk halife olarak Ebu Bekir’i seçti.

Ebu Bekir’in ardından Ömer bin Hattab, Osman bin Affan, Ali bin Ebu Talib ve Muaviye bin Ebu Süfyan halifelik yaptı. Bu halifelere, “Dört Halife” veya “Hulefa-i Raşidin” adı verilir.

Dört Halife’nin ardından, Emevi, Abbasi, Fatimi, Memlûk ve Osmanlı olmak üzere beş farklı hanedan tarafından hilafet yönetildi.

**Emevi Halifeliği (661-750)**

Osman bin Affan’ın öldürülmesinin ardından, yerine Muaviye bin Ebu Süfyan halife oldu. Muaviye’nin halifeliğiyle birlikte, hilafet Mekke’den Şam’a taşındı. Emevi Halifeliği döneminde, İslam dünyası büyük bir genişleme yaşadı.

**Abbasi Halifeliği (750-1258)**

Emevi Halifeliği’nin zayıflamasının ardından, Abbasiler tarafından yıkıldı. Abbasi Halifeliği döneminde, İslam dünyasında önemli bir kültürel ve bilimsel gelişme yaşandı.

**Fatimid Halifeliği (909-1171)**

Abbasi Halifeliği’nin batısında, Mısır’da kurulan Fatimiler, kendilerine halifelik unvanı verdiler. Fatimiler, Şii İslam’ı benimsemişlerdi ve Şiiliğin yayılmasında önemli bir rol oynadılar.

**Memlûk Halifeliği (1250-1517)**

Mısır’da kurulan Memlûkler, 1250 yılında Fatimi Halifeliği’ni yıktılar. Memlûkler, kendilerini Abbasi Halifeliği’nin devamı olarak gördüler ve halifelik unvanını kullanmaya devam ettiler.

**Osmanlı Halifeliği (1517-1924)**

1517 yılında Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethetmesiyle birlikte, Osmanlılar hilafeti ele geçirdiler. Osmanlı Halifeliği döneminde, hilafet İslam dünyasının en güçlü dini ve siyasi kurumu haline geldi.

1924 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte, hilafet kaldırıldı. Hilafet, günümüzde de bazı Müslümanlar tarafından savunulan bir kurumdur.

**Hilafetin kaldırılması**

Hilafetin kaldırılması, Türkiye’nin laikleşme sürecinin önemli bir dönüm noktası olarak kabul edilir. Bu olay, İslâm dünyasında da büyük yankı uyandırdı ve bazı kesimlerde tepkilere yol açtı.

Hilafetin kaldırılması sonrasında, bazı Müslümanlar tarafından hilafetin yeniden tesis edilmesi gerektiği yönünde görüşler dile getirilmiştir. Ancak, hilafetin yeniden tesis edilmesi halinde bu kurumun hangi şartlar altında ve nasıl bir işlev göreceğinin net olmadığı söylenebilir.

@@@@@@@

Halifelerin yetki ve gücü nedir?

Halifelerin yetki ve gücü, İslam hukukçuları tarafından farklı şekillerde tanımlanmıştır. Ancak, genel olarak halifenin yetkileri şu şekilde sıralanabilir:

* **Dini liderlik:** Halife, Müslümanların dini liderliğini üstlenir ve İslâm dininin ve şeriatın korunmasından sorumludur. Halife, hutbe verir, namaz kıldırır ve Müslümanların dini meselelerinde fetva verir.
* **Siyasi liderlik:** Halife, Müslümanların siyasi liderliğini üstlenir ve İslâm dünyasının siyasi birliğini ve beraberliğini sağlamaya çalışır. Halife, devleti yönetir, orduyu komuta eder ve dış ilişkileri yürütür.
* **Yargı:** Halife, İslâm hukukunu uygulamakla görevlidir ve Müslümanlar arasındaki anlaşmazlıkları çözer.

Halifenin gücü, hem dini hem de siyasidir. Halife, Müslümanların liderliğini üstlenen ve İslâm dünyasının birliği ve beraberliğini sağlayan kişidir.

Halifenin yetki ve gücü, İslam hukukçuları arasında farklı görüşlere konu olmuştur. Bazı hukukçulara göre, halifenin yetkileri mutlaktır ve halifenin her kararı Müslümanlar tarafından itaat edilmek zorundadır. Diğer hukukçulara göre ise, halifenin yetkileri sınırlıdır ve halifenin kararları, şeriat hükümlerine uygun olmalıdır.

Hilafetin kaldırılması ile birlikte, halifenin yetki ve gücü de sona ermiştir. Ancak, günümüzde de bazı Müslümanlar tarafından hilafetin yeniden tesis edilmesi gerektiği yönünde görüşler dile getirilmektedir.

@@@@@@@@@@

Halifelerin seçimi ve sorumluluk alanları nedir?

**Halifelerin seçimi**

Hilafetin nasıl seçileceği, İslam hukukçuları arasında farklı görüşlere konu olmuştur. Bu görüşler, hilafetin seçimle mi yoksa tayinle mi belirlenmesi gerektiği ve halifenin kimler tarafından seçilmesi gerektiği gibi konularda farklılık göstermektedir.

**Seçim yoluyla halifelik**

Seçim yoluyla halifelik, İslam dünyasında en yaygın kabul gören görüştür. Bu görüşe göre, halife, Müslümanlar tarafından seçilmelidir. Seçim, Müslümanların temsilcileri tarafından yapılmalıdır.

Seçim yoluyla halifelik, Dört Halife döneminde uygulanan yöntemdir. Bu dönemde, halifeler, Müslümanların temsilcileri tarafından seçilmiştir.

**Tayın yoluyla halifelik**

Tayın yoluyla halifelik, İslam dünyasında azınlık olarak kabul edilen bir görüştür. Bu görüşe göre, halife, Müslümanların bir lideri tarafından tayin edilmelidir.

Tayın yoluyla halifelik, Emevi ve Abbasi dönemleri gibi bazı dönemlerde uygulanmıştır. Bu dönemlerde, halifeler, genellikle hanedan üyelerinden seçilmiştir.

**Halifelerin sorumluluk alanları**

Halifelerin sorumluluk alanları, İslam hukukçuları tarafından farklı şekillerde tanımlanmıştır. Ancak, genel olarak halifelerin sorumluluk alanları şu şekilde sıralanabilir:

* **Dini liderlik:** Halife, Müslümanların dini liderliğini üstlenir ve İslâm dininin ve şeriatın korunmasından sorumludur. Halife, hutbe verir, namaz kıldırır ve Müslümanların dini meselelerinde fetva verir.
* **Siyasi liderlik:** Halife, Müslümanların siyasi liderliğini üstlenir ve İslâm dünyasının siyasi birliğini ve beraberliğini sağlamaya çalışır. Halife, devleti yönetir, orduyu komuta eder ve dış ilişkileri yürütür.
* **Yargı:** Halife, İslâm hukukunu uygulamakla görevlidir ve Müslümanlar arasındaki anlaşmazlıkları çözer.

Halifelerin sorumluluk alanları, İslam dünyasının değişen ihtiyaçlarına göre de şekillenmiştir. Örneğin, Emevi ve Abbasi dönemleri gibi bazı dönemlerde, halifelerin sorumluluk alanları daha da genişlemiştir. Bu dönemlerde, halifeler aynı zamanda birer askeri lider ve birer kültürel lider olarak da görev yapmışlardır.

Hilafetin kaldırılması ile birlikte, halifelerin sorumluluk alanları da sona ermiştir. Ancak, günümüzde de bazı Müslümanlar tarafından hilafetin yeniden tesis edilmesi gerektiği yönünde görüşler dile getirilmektedir. Bu görüşler doğrultusunda, halifelerin sorumluluk alanlarının yeniden tanımlanması gerektiği düşünülmektedir.

@@@@@@@@@

Hilafet neden kaldırıldı ve bununla ne amaçlandı?

Hilafet, 3 Mart 1924 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kaldırılmıştır. Bu kararla birlikte, Osmanlı hilafeti sona ermiş ve Türkiye Cumhuriyeti laik bir devlet olarak ilan edilmiştir.

Hilafetin kaldırılmasının nedenleri arasında şunlar sayılabilir:

* **Laikleşme:** Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu kadrosu, laik bir devlet kurmak istiyordu. Hilafet, dini bir kurum olduğu için, laik bir devletle bağdaşmadığı düşünülüyordu.
* **Siyasi nedenler:** Hilafet, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde siyasi bir güç olarak zayıflamıştı. Halife, Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi gücünü tehdit ettiği düşünülüyordu.
* **Askeri nedenler:** Hilafet, İslam dünyasının siyasi ve dini birliğini temsil ediyordu. Hilafet kaldırılarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin İslam dünyasındaki etkisinin azaltılması amaçlandı.

Hilafetin kaldırılmasıyla birlikte, Türkiye Cumhuriyeti’nde dini ve siyasi liderlik birbirinden ayrıldı. Bu durum, Türkiye’nin modernleşme sürecinin önemli bir dönüm noktası olarak kabul edilir.

Hilafetin kaldırılması, İslâm dünyasında büyük yankı uyandırdı ve bazı kesimlerde tepkilere yol açtı. Hilafetin kaldırılması, günümüzde de bazı Müslümanlar tarafından tartışılmakta ve hilafetin yeniden tesis edilmesi gerektiği yönünde görüşler dile getirilmektedir.

@@@@@@@@

Hilafetin kaldırılmasında içte ve İslam dünyasında ne gibi tepkiler olmuştur?

Hilafetin kaldırılması hem içeride hem de İslam dünyasında farklı tepkilere neden olmuştur. İşte bazı önemli tepkiler:

İçeride:
1. İslamcı çevreler, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde İslam dünyasının lideri olan halifeliğin kaldırılmasına tepki göstermiştir. Bu çevreler, İslam dünyasının yeniden birleşmesi için hilafetin önemli bir rol oynadığına inanmışlardır.
2. Bazı Müslümanlar, hilafetin kaldırılmasının İslam’ın siyasi boyutunu zayıflattığına, Müslümanların bir liderlik otoritesine sahip olmadığına ve İslam’ın siyasetten ayrılamayacağını savunmuştur.
3. Ancak, hilafetin kaldırılmasına karşı olanlar genellikle azınlıkta kalmıştır. Çünkü İttihat ve Terakki Cemiyeti yönetimi, Osmanlı İmparatorluğu’nun modernleşmesi ve ulus devletin kurulması için hilafeti kaldırmıştır.

İslam Dünyasında:
1. Hilafetin kaldırılması, İslam dünyasının farklı bölgelerinde büyük tepkilere neden olmuştur. Özellikle Hindistan, Mısır, Hindistan-Pakistan bölgesi ve Endonezya gibi Müslüman çoğunluklu ülkelerde protesto gösterileri düzenlenmiştir.
2. Hilafetin kaldırılması, İngiliz ve Fransız sömürgeciliği altında olan Ortadoğu ülkelerinde de tepkilere neden olmuştur. Bu tepkiler, bağımsızlık ve milliyetçilik hareketlerinin güçlenmesine ve Osmanlı İmparatorluğu’na karşı direnişin artmasına yol açmıştır.
3. Bazı işbirlikçi liderler, hilafetin kaldırılması karşısında sessiz kalmış veya destek vermiştir. Örneğin, Arap isyanları sırasında Osmanlı İmparatorluğu’na karşı savaşan Şerif Hüseyin, İngilizler tarafından hilafetin kaldırılması konusunda tavizler alması için teşvik edilmiştir.
4. Hilafetin kaldırılmasıyla çağdaşlaşma hareketlerine ve laikleşmeye yönelik dönüşümler, bazı Müslüman entelektüel çevrelerin çeşitli tepkilerine neden olmuştur. Bu çevreler, İslam’ın modernleşmesi ve Batılılaşması konusunda farklı görüşler sunmuşlardır.

@@@@@@@@@

Hilafetin kaldırılmasında gösterilen olumsuz davranış ve uygulamalar.

Hilafetin kaldırılması, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 3 Mart 1924 tarihinde çıkardığı kanunla halifelik makamını kaldırmasıdır. Bu karar ile 16. yüzyıldan itibaren Osmanlı padişahlarının taşıdığı; son Osmanlı padişahı Vahdettin’in ülkeyi terk etmesinden sonra TBMM tarafından Abdülmecid Efendi’ye verilmiş olan halifelik unvanı ortadan kalkmıştır . Hilafetin kaldırılmasına giden süreçte, tekke, zâviye ve türbelerin kapatılması, lâkap ve unvanların kaldırılması, uluslararası ölçülerin kabulü, kıyafet inkılâbı, millet mektepleri, Türk Tarih Kurumlarının kurulması, üniversite reformu, güzel sanatlarda yenilikler, İzmir İktisat Kongresi, aşarın kaldırılması, çiftçinin özendirilmesi, örnek çiftliklerin kurulması, sanayi teşvik kanunu, birinci beş yıllık sanayi planı, tarım kredi kooperatifleri’nin kurulması, kabotaj kanunu, yüksek ziraat enstitüsü’nün kurulması, mecellenin kaldırılması, medeni kanunun kabulü, Türk Ceza Kanunu gibi birçok inkılap gerçekleştirilmiştir .


@@@@@@@@

Hilafetin kaldırılma fikir ve projesi kimlerden çıktı?

Hilafetin kaldırılma fikri ve projesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğindeki Kurtuluş Savaşı’nın liderleri ve fikir adamları tarafından ortaya atıldı. Bu fikir ve projenin ortaya çıkmasında, Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’nda yenilmesi ve ardından parçalanması, hilafetin siyasi ve dini gücünün zayıflaması, Türkiye’nin laik bir devlet olarak kurulması gibi faktörler etkili oldu.

Hilafetin kaldırılması fikrini ilk kez ortaya atanlardan biri, Kurtuluş Savaşı’nın önemli isimlerinden biri olan Kazım Karabekir’dir. Karabekir, 1919 yılında kaleme aldığı bir yazıda, hilafetin kaldırılmasının Türkiye’nin bağımsızlığı ve ilerlemesi için gerekli olduğunu savundu.

Hilafetin kaldırılması fikrini destekleyen diğer fikir adamları arasında, Ziya Gökalp, Yusuf Akçura, Abdullah Cevdet ve Ahmet Ağaoğlu gibi isimler yer aldı. Bu isimler, hilafetin laik bir devlet için bir engel olduğuna ve kaldırılmasının Türkiye’nin modernleşmesi için gerekli olduğuna inanıyorlardı.

Mustafa Kemal Atatürk de hilafetin kaldırılması fikrini destekleyen isimlerden biriydi. Atatürk, hilafetin siyasi ve dini gücünün zayıfladığını ve Türkiye’nin laik bir devlet olarak kurulabilmesi için kaldırılması gerektiğini düşünüyordu.

Hilafetin kaldırılması fikri, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde uzun süre tartışıldı. Nihayetinde, 3 Mart 1924 tarihinde kabul edilen 431 sayılı kanunla hilafet kaldırıldı.

@@@@@@@@@

Hilafetin kaldırılmasında İngiliz’in rolü ve etkisi ne olmuştur?

İngilizlerin hilafetin kaldırılmasında rolü ve etkisi, doğrudan ve dolaylı olmak üzere iki şekilde değerlendirilebilir.

Doğrudan olarak, İngilizler hilafetin kaldırılmasına karşı çıkmış ve bu kararın alınmasını engellemeye çalışmışlardır. İngilizler, hilafetin kaldırılmasının Türkiye’de İslami muhalefetin güçlenmesine ve Orta Doğu’da İngiliz çıkarlarına zarar vermesine neden olacağını düşünüyorlardı. Bu nedenle, hilafetin kaldırılması fikrinin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilmesini engellemek için diplomatik ve siyasi girişimlerde bulundular.

Örneğin, 1923 yılında Lozan Konferansı’nda, İngilizler hilafetin kaldırılmasına karşı çıktılar. İngiliz temsilcileri, hilafetin kaldırılmasının Türkiye’nin bağımsızlığını ve egemenliğini tehdit edeceğini savundular. Ancak, Türk temsilcileri, hilafetin kaldırılmasının Türkiye’nin laik bir devlet olarak kurulması için gerekli olduğunu savunarak İngilizlerin bu teklifini reddettiler.

İngilizlerin hilafetin kaldırılmasına karşı çıkmalarının bir başka nedeni de hilafetin Arap milliyetçiliğini körükleyeceğine olan korkularıydı. İngilizler, hilafetin kaldırılmasının, Arapların Osmanlı Devleti’ne olan bağlılığını azaltacağını ve Arap milliyetçiliğinin güçlenmesine neden olacağını düşünüyorlardı. Bu nedenle, hilafetin kaldırılması kararını engellemek için Arap devletleriyle de görüşmeler yaptılar. Ancak, Arap devletleri de hilafetin kaldırılması fikrini desteklediler.

Dolaylı olarak ise, İngilizlerin hilafetin kaldırılmasında etkisi, Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’nda yenilmesi ve ardından parçalanması ile ortaya çıkmıştır. Osmanlı Devleti’nin yenilmesi ve parçalanması, hilafetin siyasi ve dini gücünü zayıflatmış ve hilafetin kaldırılması fikrinin güçlenmesine neden olmuştur.

Sonuç olarak, İngilizlerin hilafetin kaldırılmasında hem doğrudan hem de dolaylı olarak rolü ve etkisi olmuştur. İngilizlerin doğrudan olarak hilafetin kaldırılmasına karşı çıkmaları, bu kararın alınmasını engelleyememiştir. Ancak, İngilizlerin hilafetin kaldırılmasına karşı çıkmaları, bu kararın alınmasını geciktirdi ve zorlaştırdı.




YOKLUĞUN ÖNÜNDEKİ ENGEL CEHENNEM

YOKLUĞUN ÖNÜNDEKİ ENGEL CEHENNEM

Cehennemin varlığının hikmetini anlayınca iyi ki varmış diyeceksiniz.

Çünkü cehennem kâinatın çöplüğüdür.

Bir evin, sitenin, il, devlet ve dünyanın çöplüğü gibi.

Çöp atılacak yerin olmadığını düşündüğünüzde, bunu daha iyi anlamış olursunuz.
Cehennem ademi yani yokluğu temsil ediyor.
Ademi olan ve ademin önündeki son perdedir cehennem.
Çöplük, kainatın çöplüğü, ademi olup işe yaramayanlar oraya dökülüyor, oraya atılıyor.
“Nasıl ki Cennet, vücut âlemlerinin mahsulâtını taşıyor ve dünyanın yetiştirdiği tohumları bâkiyâne sümbüllendiriyor. Öyle de, Cehennem dahi, hadsiz dehşetli adem ve hiçlik âlemlerinin çok elîm neticelerini göstermek için, o adem mahsulâtlarını kavuruyor. Ve o dehşetli Cehennem fabrikası, sair vazifeleri içinde, âlem-i vücut kâinatını âlem-i adem pisliklerinden temizlettiriyor. Bu dehşetli meselenin şimdilik kapısını açmayacağız; inşâallah sonra izah edilecek.”[1]
Meyvesi zakkum, içeceği ise kaynar sudur.
” Demek bu semâvî lâmbalarda gayet harika bir intizam var. Ve onlara çok dikkatle bakılıyor. Güya o pek büyük ve pek çok kütle-i nâriyelerin ve gayet çok kanâdil-i nuriyelerin buhar kazanı ise, harareti tükenmez bir Cehennemdir ki, onlara nursuz hararet veriyor. Ve o elektrik lâmbalarının makinesi ve merkezî fabrikası daimî bir Cennettir ki, onlara nur ve ışık veriyor; ism-i Hakem ve Hakîmin cilve-i âzamıyla, intizamla yanmakları devam ediyor.”[2]

-Arapça Nurla Narın yazılışı kök itibarıyla aynıdır.
Nur ışık verirken, nar hararet veriyor.
Cehennem küfrün ürünü.
Küfür manevi bir Cehennemi içinde barındırıyor.
Nitekim kafirin bu dünyadaki manevi Cehennemi, asi müminin maddi Cehenneminden daha dehşetlidir.
“Risâle-i Nur, bu dünyada bir mânevî Cehennemi, dalâlette gösterdiği gibi, îmanda dahi bıı düııyada mânevî bir Cennet bulunduğunu ispat ediyor; ve günahların ve fenalıkların ve haram lezzetlerin içinde mânevî elîm elemleri gösterip, hasenât ve güzel hasletlerde ve hakâik-i şeriatın amelinde Cennet lezâiz i gibi mânevî lezzetler bıılunduğunu ispat ediyor.
Sefâhet ehlini ve dalâlete düşenleri o cihetle-aklı başında olanlarını-kurtarıyor.”[3]

-” Gördüm ki: “İmânda mânevî bir Cennet ve dalâlette mânevî bir Cehennem bu dünyâda da vardır” yakînen bildim.”[4]

” Risâle-i Nurda pek çok muvâzenelerle ehl-i sefâhet ve dalâlet, dünyâda dahi bir mânevî Cehennem içinde azap çektiklerini; ve ehl-i îmân ve salâhat, dünyâda dahi bir mânevî Cennet içinde İslâmiyet ve insâniyet mîdesiyle ve îmânın tecelliyâtiyle ve cilveleriyle mânevî Cennet lezzetleri tadabilirler, belki derece-i îmânlarına göre istifâde edebilirler.
Fakat, bu fırtınalı zamânın, hissi iptâl eden ve beşerin nazarını afâka dağıtan ve boğan cereyanlar iptâl-i his nev’inden bir sersemlik vermiş ki, ehl-i dalâlet mânevî azâbını muvakkaten tam hissedemiyor. Ehl-i hidâyete dahi gaflet basıyor, hakikî lezzetini takdir edemiyor.”[5]

-“Hidayetin neticesi, semeresi ve hidayetteki lezzet ve nimet nedir?” diye sual eden saile cevaptır. Yani, hidayette saadet-i dareyn vardır. Hidayetin neticesi, nefs-i hidayettir. Hidayetin semeresi, ayn-ı hidayettir. Zira, hidayet haddizatında büyük bir nimettir ve vicdani bir lezzettir ve ruhun cennetidir. Nasıl ki dalalet ruhun cehennemidir; öyle de, ahiretin felah ve saadetini intaç eder.”[6]

-Cennette Cemal ismi, Cehennem de Celal, Kahhar ve Cebbar ismi tecelli ediyor.
” Arkadaş! Cenab-ı Hakkın sıfat-ı ezeliye aleminde biri celali, diğeri cemali, iki türlü tecellisi vardır. Celal ile cemalin sıfat-ı ef’al aleminde tecellisinden lütuf ve kahır, hüsün ve heybet tezahür eder. Ef’al alemine tecelli edince, tahliye ( ) ile tahliye ( ) , tezyin ile tenzih doğar. Asar ve a’mal aleminden alem-i ahirete intıba’ edince, lütuf Cennet ve nur olarak, kahır da Cehennem ve nar olarak tecelli eder. Sonra alem-i zikre in’ikas edince, biri hamd, diğeri tesbih olmak üzere iki kısma ayrılır. Sonra alem-i kelamda tecelli edince, kelamın emir ve nehye taksimine sebep olur. Sonra alem-i irşada intikal edince, irşadı tergib ve terhib, tebşir ve inzara taksim eder.
Sonra vicdana tecelli edince, reca ve havf husule gelir.
Sonra irşadın iktizasındandır ki, havf ile reca arasındaki müvazene devamla muhafaza edilsin ki, reca ile doğru yollara süluk edilsin, havf ile de, eğri yollara gidilmesin; ne Allah’ın rahmetinden me’yus, ne de azabından emin olunsun.
İşte böylece teselsül eden şu hikmetten dolayı, Kur’an-ı Kerim, aleddevam, terğibden sonra terhib; ve ebrarı medhettikten sonra füccarı zemmetmiştir.”[7]

-Kısa zamandaki günaha mukabil ebedi Cehennemin adalet olduğunun izahtan sonra,
” Sual : O ebedi ceza hikmete muvafıktır; kabul ettik. Amma merhamet ve şefkat-i İlahiyeye ne diyorsun?
Cevap : Azizim! O kafir hakkında iki ihtimal var. O kafir, ya ademe gidecektir veya daimi bir azap içinde mevcut kalacaktır. Vücudun-velev Cehennemde olsun-ademden daha hayırlı olduğu vicdani bir hükümdür. Zira adem, şerr-i mahz olduğu gibi, bütün musibet ve masiyetlerin de merciidir. Vücut ise, velev Cehennem de olsa, hayr-ı mahzdır. Maahaza, kafirin meskeni Cehennemdir ve ebedi olarak orada kalacaktır.
Fakat kafir, kendi ameliyle bu duruma kesb-i istihkak etmişse de, amelinin cezasını çektikten sonra, ateşle bir nevi ülfet peyda eder ve evvelki şiddetlerden azade olur. O kafirlerin dünyada yaptıkları a’mal-i hayriyelerine mükafaten, şu merhamet-i İlahiyeye mazhar olduklarına dair işarat-ı hadisiye vardır.
Maahaza, cinayetin lekesini izale veya hacaletini tahfif, veyahut icra-yı adalete iştiyak için cezayı hüsn-ü rıza ile kabul etmek, ruhun fıtri olan şe’nidir.
Evet, dünyada, çok namus sahipleri, cinayetlerinin hicabından kurtulmak için, kendilerine cezanın tatbikini istemişlerdir; ve isteyenler de vardır.”[8]

-” Mazi sigasıyla zikredilen – – hazırlanmıştır.- kelimesi, Cehennemin el’an mahluk ve mevcut olup, Ehl-i İ’tizalin bilahare vücuda geleceğine zehapları gibi olmadığına işarettir.
Ey arkadaş! Ateş unsuru, kainatın bütün kısımlarını istila etmiş pek büyük bir unsurdur. Bir damar gibi kainatın yaratılışından başlayarak her tarafa dal budak salıp gelen şu şecere-i nariyeye nazar-ı hikmetle dikkat edilirse, bu şecerenin başında, yani sonunda büyük bir meyvenin bulunduğu anlaşılır. Evet, toprağın içinde büyük ve uzun bir damarı gören adam, o damarın başında kavun gibi bir meyvenin bulunduğunu zannetmesi gibi, alemin her tarafında damarları bulunan şu şecere-i nariyenin de Cehennem gibi bir meyvesinin bulunduğuna bilhads, yani sür’at-i intikal ile hükmedebilir.”[9]

-” Sual : Bazı hadislerin zahirine göre, Cehennem tahtel-arzdır; yani yerin altındadır. Ve keza, bir hadise nazaran, Cehennem ateşinin dünya ateşinden iki yüz derece fazla harareti vardır. Bu noktaların izahı?
Cevap : Kürenin tahtı, merkezinden ibarettir. Buna binaen, arzın tahtı, merkezidir. Nazariyat-ı hikemiyece sabit olduğu vecihle, arzın merkezinde, harareti iki yüz bin dereceye baliğ bir ateş vardır. Çünkü, her otuz üç zıra’ derinliğinde, tahminen bir derece hararet artar. Buna binaen, merkeze kadar iki yüz bin dereceli bir hararet meydana gelir. İşte bu nazariyeye, mezkur hadisin meali mutabık gelir. Buna binaen, küre-i arzın merkezinde bulunan iki yüz bin derece hararetli bir ateş, Cehenneme bir çekirdek hükmünde olup, kıyamette, kabuğu hükmünde bulunan tabaka-i türabiyeyi çatlatıp, bütün dehşetiyle çıkar, tevessü etmeye başlar ve tam teçhizatıyla Cehennem meydana gelir, denilebilir. Ve keza, bir hadise nazaran, “Zemherir” namında, burudet ile yakan bir ateş vardır. Bu hadis de, o nazariyeye mutabıktır. Zira, merkez-i arzdan sathına kadar derece derece artan veya tenakus eden ateş, Zemherir de dahil olmak üzere, ateşin bütün mertebelerine şamildir. Hikmet-i tabiiyede takarrur ettiği gibi, ateş, bazen öyle bir dereceye gelir ki, yakınında bulunan şeylerden hararetleri tamamen celp ve cezb etmekle, onları bürudet ile yakar ve suyu incimad ettirir.
Sual : Mezkur hadise göre, Cehennem, arzın merkezindedir. Halbuki arz, Cehenneme nisbeten bir yumurta kadardır. O kocaman Cehennem, arzın karnında nasıl yerleşir?
Cevap : Evet, alem-i mülk, yani alem-i şehadet, yani bu görmekte olduğumuz aleme göre, Cehennem, arzın içindedir diye, Cehennemi küçük gösteriyoruz. Amma alem-i ahirete nazaran, Cehennem öyle azamet peyda eder ki, binlerce arzları içine alır, doymaz. Bu alem-i şehadet, bir perde gibi, onun tevessüüne mani olmuştur. Binaenaleyh, arzın içindeki Cehennemden maksat, Cehennemin kalbi ve Cehennemin çekirdeğidir. Ve keza Cehennemin arzın altında bulunması, arzın karnında veya arz ile muttasıl, yapışık olmasını istilzam etmez. Zira şems, kamer, yıldız, arz gibi küreler, hep şecere-i hilkatin meyveleridir. Malumdur ki, meyvenin altı, bütün dalların aralarına şumulü vardır. Binaenaleyh, Allah’ın mülkü pek geniştir. Pecere-i hilkatin dalları da her tarafa uzanıp gitmiştir; Cehennem nereye giderse, yeri vardır. Ve keza, bir hadise göre, Cehennem matvidir, yani bükülmüştür, yani tam açık değildir. Demek Cehennemin, bir yumurta gibi, arzın merkezinde mevcut ve bilahere tezahür edeceği, mümkinattandır.
İhtar : Cehennemin şimdi mevcut olmadığına Mutezileleri sevk eden, bu hadis olsa gerektir.
Arkadaş! Bu ayetin cümlelerini yoklayalım, bakalım, o zarflar nasıl sadeflerdir, içlerinde ne gibi cevherler vardır?”[10]

Yaşasın zalimler için cehennem.
Cennet ucuz değil, Cehennem de lüzumsuz değil.
Cennet adam istediği gibi, Cehennem de adam ister.
Cehennem Mahzendir.
Cehennem Hapishanedir.
Cehennem Azap yeridir.
Cehennem Kâinatın yakıt ve buhar kazanıdır.
Cehennem Memuru ilahidir.
Cehennem yokluğu, Cennet ise vücudu temsil ediyor.[11]

MEHMET ÖZÇELİK

03-01-2024

[1] https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/asa-yi-musa/on-birinci-mesele/69

[2] https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/asa-yi-musa/besinci-huccet-i-imaniye-otuzuncu-lem-anin-ucuncu-nuktesi/170

[3] https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/hizmet-rehberi/risale-i-nur-bu-dunyada-dahi-imandaki-lezzeti-imansizliktaki-sikinti/39

[4] https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/hutbe-i-samiye/arabi-hutbe-i-samiyenin-mukaddimesidir/21

[5] https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/hutbe-i-samiye/arabi-hutbe-i-samiyenin-mukaddimesidir/22

[6] https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/isaratul-icaz/bakara-suresinin-besinci-ayetinin-tefsiri/62

[7] https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/isaratul-icaz/bakara-suresinin-altinci-ayetinin-tefsiri/66

[8] https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/isaratul-icaz/bakara-suresinin-yedinci-ayetinin-tefsiri/81

[9] https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/isaratul-icaz/bakara-suresinin-yirmi-uc-ve-yirmi-dorduncu-ayetlerinin-tefsiri/180

[10] https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/isaratul-icaz/bakara-suresinin-yirmi-uc-ve-yirmi-dorduncu-ayetlerinin-tefsiri/181
https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/mektubat/birinci-mektub/14
https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/muhakemat/besinci-mesele/62

[11] Daha geniş görüntülü olarak bakınız.  https://www.youtube.com/watch?v=ghG-rWVnc7s&t=4s

https://www.youtube.com/watch?v=01eId2fLAg8

https://www.youtube.com/watch?v=OPErJ9Gw6ms

https://www.youtube.com/watch?v=NuHowrwbzJU




Dünyadaki vekalet savaşları ve tarafları.

Dünyadaki vekalet savaşları ve tarafları.


**Dünyada devam eden ve vekalet savaşı olarak sınıflandırılabilecek birçok çatışma bulunmaktadır. ** Bu çatışmalar genellikle iki veya daha fazla büyük güç arasında, doğrudan çatışmaya girmemek için üçüncü bir tarafı kullanarak yürütülmektedir.

**En önemli vekalet savaşlarından biri, Ukrayna’da devam eden savaştır.** Bu savaşta, Rusya, Ukrayna’nın Batı yanlısı hükümetini devirmek için Donbas bölgesindeki ayrılıkçıları desteklemektedir. Ukrayna’yı ise ABD, Avrupa Birliği ve NATO ülkeleri desteklemektedir.

**Diğer bir önemli vekalet savaşı ise, Yemen’de devam eden iç savaştır.** Bu savaşta, Suudi Arabistan liderliğindeki koalisyon, İran destekli Husileri desteklemektedir. Yemen’i ise İran ve Rusya desteklemektedir.

**Libya’da da 2011’deki devrimin ardından başlayan iç savaş devam etmektedir.** Bu savaşta, Doğu Libya’da Hafter’i destekleyen Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır ve Rusya ile Batı Libya’da Serrac’ı destekleyen Türkiye ve Fransa arasında bir vekalet savaşı yaşanmaktadır.

**Suriyeli iç savaş da bir vekalet savaşı olarak görülmektedir.** Bu savaşta, Batılı ülkeler ve Türkiye, Beşşar Esad’ı devirmek için muhalefeti desteklemektedir. Rusya ve İran ise Esad rejimini desteklemektedir.

**Bu çatışmaların yanı sıra, Irak, Afganistan, Doğu Afrika, Orta Afrika ve Güneydoğu Asya’da da vekalet savaşları yaşanmaktadır.** Bu çatışmalar, küresel güç dengelerini şekillendirmek, bölgesel hegemonya kurmak ve çıkarları korumak için büyük güçler tarafından kullanılmaktadır.

@@@@@@@@

Dünyadaki hibrit savaşlarını en çok hangi devlet kullanıp yönlendirmekte ve bununla ne amaçlamaktadır?

**Dünyadaki hibrit savaşlarını en çok kullanan ve yönlendiren devlet olarak Rusya gösterilmektedir.** Rusya, hibrit savaşın temel unsurlarını, yani geleneksel askeri güç, siber saldırılar, bilgi harekatı ve propagandayı, küresel ve bölgesel çıkarlarını korumak için etkin bir şekilde kullanmaktadır.

**Rusya’nın hibrit savaşta kullandığı başlıca yöntemler şunlardır:**

* **Siber saldırılar:** Rusya, siber saldırıları kullanarak kritik altyapıları bozmak, devlet kurumlarını sızmak ve kamuoyunu manipüle etmek amacıyla kullanmaktadır.
* **Bilgi harekatı:** Rusya, propaganda ve dezenformasyon yoluyla kendi çıkarlarına uygun bir kamuoyu algısı oluşturmak için çalışmaktadır.
* **Propaganda:** Rusya, kendi propagandasını yaymak ve rakiplerinin propagandasını etkisiz hale getirmek için devlet kontrolündeki medya kuruluşlarını ve sosyal medyayı kullanmaktadır.

**Rusya, hibrit savaş yoluyla şu amaçlara ulaşmayı hedeflemektedir:**

* **Küresel ve bölgesel güç dengelerini kendi lehine değiştirmek:** Rusya, hibrit savaş yoluyla NATO’nun genişlemesini engellemek, Avrupa’da nüfuzunu artırmak ve Orta Doğu’da kendi çıkarlarını korumak istemektedir.
* **Bölgesel hegemonya kurmak:** Rusya, Ukrayna, Gürcistan ve Suriye gibi ülkelerde hibrit savaş yoluyla kendi nüfuzunu artırmaya çalışmaktadır.
* **Kendi çıkarlarını korumak:** Rusya, hibrit savaş yoluyla Batı’nın kendi iç işlerine müdahalesini önlemek ve yaptırımlara karşı koymak istemektedir.

**Rusya’nın hibrit savaş taktikleri, Ukrayna’daki savaşta da etkili bir şekilde kullanılmıştır.** Rusya, siber saldırılar, bilgi harekatı ve propaganda yoluyla Ukrayna’yı zayıflatmayı ve işgalini kolaylaştırmayı hedeflemiştir. Bu taktikler, Ukrayna’da ciddi bir kaos ve belirsizlik ortamı yaratarak Rusya’nın işgalini kolaylaştırmıştır.

**Rusya’nın hibrit savaş taktikleri, diğer büyük güçler tarafından da kullanılmaktadır. ** Çin, İran ve Kuzey Kore gibi ülkeler de hibrit savaşın unsurlarını kullanarak küresel ve bölgesel çıkarlarını korumaya çalışmaktadır.

@@@@@@@@@

Merhaba! Hibrit savaşlar, geleneksel askeri güçlerin yanı sıra siber saldırılar, propaganda, ekonomik baskı, casusluk, sabotaj ve diğer taktiklerin bir kombinasyonunu kullanarak düşmanları etkisiz hale getirmeyi amaçlayan bir savaş türüdür. Bu tür savaşlar, birçok devlet tarafından kullanılmaktadır. Ancak, hangi devletin bu tür savaşları en çok kullandığına dair kesin bir bilgi yoktur. Hibrit savaşların amacı, düşmanı etkisiz hale getirmek, kamuoyunu manipüle etmek, düşmanın itibarını zedelemek, düşmanın ekonomisini zayıflatmak ve diğer çıkarları elde etmektir. Hibrit savaşların kullanımı, son yıllarda artmıştır ve bu tür savaşların kullanımı, gelecekte de artmaya devam edecektir. Hibrit savaşların kullanımı, uluslararası ilişkilerde yeni bir dönemi işaret etmektedir.

@@@@@@@@

İsrail’in yaptığı su-i kastlar.

**İsrail’in yaptığı su-i kastlar, İsrail hükümetinin kendi vatandaşlarına veya diğer ülkelere karşı gerçekleştirdiği insan hakları ihlallerini ifade eder.** Bu ihlalleri, İsrailli yetkililer tarafından kasıtlı olarak veya ihmal yoluyla gerçekleştirilmesi ayırt eder.

**İsrail’in yaptığı bazı su-i kastlar şunlardır:**

* **İnsan hakları ihlalleri:** İsrail, Filistinlilere karşı sistematik insan hakları ihlalleri gerçekleştirmektedir. Bu ihlallerin arasında, keyfi tutuklamalar, işkence, toplu cezalandırmalar ve zorla yerinden etme yer almaktadır.

* **Coğrafi su-i kastleri:** İsrail, Filistin topraklarını işgal ederek ve Filistinlilerin yaşam alanlarını kısıtlamak suretiyle su-i kast etmektedir. Bu su-i kastlerin arasında, İsrail yerleşimlerinin Filistin topraklarına genişlemesi, Filistinlilerin suya erişimini kısıtlamak için su kaynakları üzerinde kontrol kurulması ve Filistinlilerin arazilerine erişimlerini engellemek için duvar ve güvenlik bariyerleri inşa edilmesi yer almaktadır.

* **Dış politika su-i kastleri:** İsrail, diğer ülkelere yönelik de su-i kastlerde bulunmuştur. Bu su-i kastlerin arasında, Lübnan’a karşı 1982 yılındaki işgal, Gazze’ye yönelik 2008-2009 ve 2014-2015 arasındaki saldırılar ve Suriye’de Beşşar Esad rejimini desteklemek için yapılan askeri müdahale yer almaktadır.

**İsrail’in yaptığı su-i kastler, uluslararası hukuku ihlal etmektedir.** Bu ihlallerin sorumluları, insanlığa karşı suçlardan dolayı yargılanabilir.

@@@@@@@@

Pentagonun Ortadoğu ve İran üzerine 2001 yılında hazırlanan belge.

**Pentagon’un Ortadoğu ve İran Üzerine 2001 Yılı Raporu**

**Giriş**

Bu rapor, Pentagon’un 2001 yılında hazırladığı, Ortadoğu ve İran’ın jeopolitik önemini ve ABD’nin bu bölgedeki çıkarlarını değerlendiren bir belgedir. Rapor, Ortadoğu’yu “ABD’nin ulusal güvenliği için en önemli bölge” olarak tanımlamakta ve İran’ı bölgedeki en büyük tehdit olarak görmektedir.

**Ortadoğu’nun Jeopolitik Önemi**

Rapor, Ortadoğu’nun jeopolitik önemini şu şekilde vurgulamaktadır:

* **Petrol ve doğalgaz: ** Ortadoğu, dünyanın en büyük petrol ve doğalgaz rezervlerine ev sahipliği yapmaktadır. Bu kaynaklar, küresel enerji güvenliği için kritik öneme sahiptir.
* **Küresel ticaret:** Ortadoğu, Akdeniz, Hint Okyanusu ve Basra Körfezi’ni birbirine bağlayan bir kavşak noktasıdır. Bu durum, bölgedeki istikrar ve güvenliğin küresel ticaret için önemli olduğu anlamına gelmektedir.
* **Terörizm:** Ortadoğu, küresel terörizmin önemli bir kaynağıdır. Bu durum, bölgedeki istikrarsızlığın ABD ve diğer ülkeler için bir güvenlik tehdidi oluşturması anlamına gelmektedir.

**ABD’nin Ortadoğu’daki Çıkarları**

Rapor, ABD’nin Ortadoğu’daki çıkarlarını şu şekilde sıralamaktadır:

* **Petrol ve doğalgaz güvenliği:** ABD, enerji güvenliğini sağlamak için Ortadoğu’dan gelen petrol ve doğalgaza bağımlılığını azaltmaya çalışmaktadır.
* **Küresel ticaret güvenliği:** ABD, küresel ticareti korumak için Ortadoğu’daki istikrarı ve güvenliği sağlamaya çalışmaktadır.
* **Terörizmle mücadele:** ABD, küresel terörizmle mücadele etmek için Ortadoğu’daki terörist gruplara karşı mücadele etmektedir.

**İran’ın Tehditi**

Rapor, İran’ı bölgedeki en büyük tehdit olarak görmektedir. İran’ın tehditlerini şu şekilde sıralamaktadır:

* **Nükleer silahlanma:** İran, nükleer silah geliştirmeye çalışmaktadır. Bu durum, bölgedeki güç dengelerini değiştirebilecek ve ABD’nin ulusal güvenliğini tehdit edebilecek bir gelişmedir.
* **Terörizm:** İran, terörist grupları desteklemektedir. Bu durum, bölgedeki istikrarsızlığı artırmakta ve ABD’nin terörle mücadele çabalarını zorlaştırmaktadır.
* **İsrail ile çatışma:** İran, İsrail’e karşı askeri güç kullanma tehdidinde bulunmaktadır. Bu durum, bölgesel bir savaşa yol açabilecek bir gelişmedir.

**Raporun Önerileri**

Rapor, ABD’nin Ortadoğu’daki çıkarlarını korumak için şu önerilerde bulunmaktadır:

* **İran’ın nükleer silahlanma girişimlerini durdurmak için diplomatik ve askeri baskıyı artırmak.**
* **İran’ın terörist grupları desteklemesini engellemek için diplomatik ve askeri çabaları artırmak.**
* **İsrail ile İran arasındaki gerilimi azaltmak için diplomatik çabaları artırmak.**

**Sonuç**

Pentagon’un 2001 yılı raporu, Ortadoğu ve İran’ın ABD için kritik öneme sahip olduğunu ve bu bölgedeki istikrarın ABD’nin ulusal güvenliği için önemli olduğunu vurgulamaktadır. Rapor, İran’ı bölgedeki en büyük tehdit olarak görmektedir ve ABD’nin bu tehdide karşı diplomatik ve askeri çabalarını artırması gerektiğini öngörmektedir.




Kuranda peygamberler nasıl bir kul olarak öne çıkmaktadır?

Kuranda peygamberler nasıl bir kul olarak öne çıkmaktadır?


Kuran’da peygamberler, Allah’a en yakın kullar olarak tasvir edilir. Onlar, Allah’ın emirlerine itaat eden, yasaklarından sakınan, O’na gönülden bağlı olan ve O’nun sevgisini kazanmaya çalışan kimselerdir.

Kuran’da peygamberlerin kulluk yönüne dair birçok ayet bulunmaktadır. Örneğin, **”İşte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerdir. Onlardan peygamberlik, kitap ve hikmet verdik. Eğer onlar küfretselerdi, onların küfrü kendi aleyhlerine olurdu.” (Âl-i İmrân, 3/164)** ayetinde, peygamberlerin Allah’ın kendilerine verdiği nimetler arasında kulluk özelliklerinin de bulunduğu ifade edilmektedir.

Peygamberlerin kulluk yönünü gösteren bazı örnekler şunlardır:

* **Onlar, Allah’a karşı son derece saygılı ve hürmetkardırlar.** Örneğin, **”Ey Muhammed! Rabbine alçak gönüllü bir şekilde ve gizlice dua et. Çünkü O, haddi aşanları sevmez.” (A’râf, 7/55)** ayetinde, peygamberlerin dualarında bile Allah’a karşı saygılı olmalarının önemi vurgulanmaktadır.
* **Onlar, Allah’a her şeyden çok bağlıdırlar.** Örneğin, **”Ey iman edenler! Allah’a gönülden bağlı kimseler olun.” (Âl-i İmrân, 3/102)** ayetinde, peygamberlerin Allah’a gönülden bağlı olmalarının önemi belirtilmektedir.
* **Onlar, Allah’ın emirlerine itaat etmekten asla geri durmazlar.** Örneğin, **”Ey peygamber! Allah’ın emrine uy ve kâfirlerden ve münafıklardan sakın.” (Enfâl, 8/20)** ayetinde, peygamberlerin Allah’ın emirlerine uymalarının önemi vurgulanmaktadır.
* **Onlar, Allah’ın yasaklarından sakınırlar.** Örneğin, **”Ey peygamber! Müminlere söyle: Allah’ın size helal kıldığı şeyleri kendi nefislerine haram etmesinler. Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.” (Mâide, 5/87)** ayetinde, peygamberlerin Allah’ın yasaklarından sakınmalarının önemi belirtilmektedir.

Peygamberlerin kulluk yönleri, Müslümanlar için örnek teşkil etmektedir. Müslümanlar, peygamberlerin kulluk özelliklerini kendi hayatlarında uygulamaya çalışarak Allah’a yakınlaşabilirler.

@@@@@@@@

Peygamberlerin Kuranda anlatılan özellikleri.

Kuran’da peygamberlerin özellikleri, onların Allah tarafından seçilmiş elçiler olarak sahip oldukları nitelikler olarak ele alınmaktadır. Bu özellikler, peygamberlerin tebliğ görevlerini yerine getirirken karşılaşacakları zorluklara karşı dayanıklı olmalarını ve insanların güvenini kazanabilmelerini sağlamaktadır.

Kuran’da peygamberlerin anlatılan başlıca özellikleri şunlardır:

* **Doğruluk ve güvenilirlik: ** Peygamberler, Allah’ın emirlerini insanlara doğru bir şekilde iletmek ve onların güvenini kazanmak için doğru sözlü ve güvenilir kimseler olmalıdırlar. Kuran’da peygamberlerin bu özelliğine sıklıkla vurgu yapılmaktadır. Örneğin, **”Şüphesiz Allah’ın peygamberleri doğru sözlülerdir.” (Ahzab, 33/7)** ayetinde, peygamberlerin doğru sözlü oldukları ifade edilmektedir.
* **İffet ve temizlik:** Peygamberler, Allah’ın emirlerine karşı sorumlu kimselerdir. Bu nedenle, iffetli ve temiz bir yaşam sürmeleri gerekmektedir. Kuran’da peygamberlerin iffetli ve temiz olduklarına dair birçok ayet bulunmaktadır. Örneğin, **”Gerçekten de Allah, temiz olanları sever.” (Tevbe, 9/41)** ayetinde, peygamberlerin temiz oldukları ifade edilmektedir.
* **Sabır ve azim:** Peygamberlerin tebliğ görevleri, zorluklar ve engeller ile doludur. Bu nedenle, sabrı ve azmi olan kimseler olmalıdırlar. Kuran’da peygamberlerin bu özelliğine de sıklıkla vurgu yapılmaktadır. Örneğin, **”Ey peygamber! Sabret ve Allah’a güven.” (A’raf, 7/126)** ayetinde, peygamberlerin sabrı ve azmi ile mücadele etmeleri gerektiği ifade edilmektedir.

Peygamberlerin bu özellikleri, onları diğer insanlardan ayıran ve onlara özel bir konum kazandıran özelliklerdir. Bu özellikler, peygamberlerin Allah’ın emirleri doğrultusunda insanlara doğru yolu göstermelerini ve onları hidayete erdirmelerini sağlamaktadır.

Peygamberlerin Kuran’da anlatılan özellikleri, Müslümanlar için de örnek teşkil etmektedir. Müslümanlar, peygamberlerin bu özelliklerini kendi hayatlarında uygulamaya çalışarak Allah’ın rızasını kazanabilirler.

@@@@@@@

Her bir peygamber hangi özelliğiyle öne çıkmaktadır?

Kuran’da adı geçen her bir peygamber, kendine özgü bir özellik ile öne çıkmaktadır. Bu özellikler, peygamberlerin yaşadığı dönemin ihtiyaçlarına ve toplumların özelliklerine göre şekillenmiştir.

**Hz. Âdem, insanlığın ilk peygamberidir. ** O, Allah’ın yarattığı ilk insan ve ilk peygamberdir. Hz. Âdem’in öne çıkan özelliği, Allah’ın emirlerine itaat etmesi ve yasaklarından sakınmasıdır.

**Hz. Nuh, Allah’ın tufanı ile yok olan kavmine gönderilen peygamberdir. ** Hz. Nuh’un öne çıkan özelliği, sabrı ve azmidir. O, kavmine uzun yıllar boyunca tebliğ görevini yerine getirmiştir.

**Hz. İbrahim, Allah’a olan bağlılığı ile bilinen bir peygamberdir. ** Hz. İbrahim’in öne çıkan özelliği, Allah’a olan teslimiyetidir. O, Allah’ın emirlerine her koşulda uymuş ve O’na olan inancını hiç kaybetmemiştir.

**Hz. Musa, Firavun’a karşı mücadele eden bir peygamberdir. ** Hz. Musa’nın öne çıkan özelliği, cesareti ve liderliğidir. O, Firavun’un baskılarına karşı direnmiş ve halkı kurtarmak için mücadele etmiştir.

**Hz. İsa, mucizeleri ile tanınan bir peygamberdir. ** Hz. İsa’nın öne çıkan özelliği, şefkati ve merhametidir. O, insanları sevgi ve hoşgörü ile kucaklamış ve onlara şifa vermiştir.

**Hz. Muhammed, son peygamber ve İslam’ın kurucusudur. ** Hz. Muhammed’in öne çıkan özelliği, hikmeti ve sabrıdır. O, insanlara doğru yolu göstermiş ve onlara sabrı ve azmi öğretmiştir.

Kuran’da adı geçen diğer peygamberler de kendilerine özgü özellikler ile öne çıkmaktadır. Örneğin, Hz. Yusuf’un öne çıkan özelliği, rüya yorumlama yeteneğidir; Hz. Davut’un öne çıkan özelliği, cesareti ve gücüdür; Hz. Süleyman’ın öne çıkan özelliği, bilgeliği ve adaletidir.

Peygamberlerin bu özellikleri, Müslümanlar için örnek teşkil etmektedir. Müslümanlar, peygamberlerin bu özelliklerini kendi hayatlarında uygulamaya çalışarak Allah’ın rızasını kazanabilirler.

@@@@@@@@@

 

Kuranı kerimde hangi peygamber hangi vasıflarıyla tavsif edilmiştir?


Kur’an-ı Kerim’de adı geçen 25 peygamberin her birinin kendine özgü vasıfları vardır. Ancak, peygamberlerin sahip olduğu bazı ortak vasıflar da vardır. Bu vasıflar şunlardır:

* **Seçilmişlik: ** Peygamberler, Allah tarafından seçilmiş kimselerdir. Onlar, Allah’ın sevgisini ve rızasını kazanmış kimselerdir.
* **İman: ** Peygamberler, Allah’a ve O’nun emirlerine iman eden kimselerdir. Onlar, Allah’a karşı son derece bağlı ve itaatkardırlar.
* **Salihlik:** Peygamberler, salih ve erdemli kimselerdir. Onlar, ahlaken kusursuz kimselerdir.
* **Sabır:** Peygamberler, Allah’ın mesajını tebliğ ederken karşılaştıkları zorluklara karşı sabırlı ve kararlı kimselerdir.
* **Hikmet:** Peygamberler, hikmet sahibi kimselerdir. Onlar, her şeyin hikmetini bilen kimselerdir.
* **Tebliğ:** Peygamberler, Allah’ın mesajını tebliğ etmekle görevli kimselerdir. Onlar, insanları doğru yola davet etmek için ellerinden gelen her şeyi yaparlar.

Bu ortak vasıflara ek olarak, bazı peygamberler kendilerine özgü vasıflarla da tavsif edilirler. Örneğin:

* **Hz. Âdem:** İlk insan ve ilk peygamber olarak, Hz. Âdem’in vasıfları arasında akıl, zeka, hikmet ve güzellik gibi özellikler öne çıkar.
* **Hz. Nuh:** Tufan ile imtihan edilen Hz. Nuh, sabrı ve kararlılığı ile bilinir.
* **Hz. İbrahim:** Allah’a olan bağlılığı ile bilinen Hz. İbrahim, “halilullah” olarak da anılır.
* **Hz. Musa:** Mısır’daki zulme karşı çıkan Hz. Musa, cesareti ve liderliği ile öne çıkar.
* **Hz. İsa:** Mucizeleriyle tanınan Hz. İsa, sevgi ve şefkatiyle bilinir.
* **Hz. Muhammed:** Son peygamber olarak, Hz. Muhammed’in vasıfları arasında peygamberlik, risalet, nübüvvet, vahye mazhar olma, mucizeler gösterme, şefaat etme gibi özellikler öne çıkar.

Kur’an-ı Kerim’de peygamberlerin hayatlarından birçok kıssa anlatılır. Bu kıssalar, peygamberlerin sahip oldukları vasıfları ve karşılaştıkları zorlukları gözler önüne serer. Bu kıssalar, Müslümanlara peygamberlerin yolundan gitmeyi ve Allah’ın emirlerine uymayı öğütler.

Kur’an-ı Kerim’de, peygamberlerin sahip olduğu bazı vasıflar özellikle vurgulanır. Örneğin, Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed peygamberler, “ulu’l-azm” olarak adlandırılır. Bu peygamberler, Allah’ın emirlerini tebliğ etme ve insanları doğru yola davet etme konusunda büyük bir çaba göstermişlerdir.

 




Hasan Sabbah kimdir?

Hasan Sabbah kimdir?


Hasan Sabbah, İranlı bir liderdir ve Nizari-İsmaili Devleti’nin kurucusudur. 11. yüzyılda doğmuş ve 23 Mayıs 1124’te Alamut Kalesi’nde ölmüştür . İsmaililik mezhebine bağlı olan Sabbah, Haşhaşiler tarikatını kurmuştur ¹. Bu tarikat, tarihteki ilk suikast örgütü olarak bilinir . Sabbah’ın hayatı ve faaliyetleri hakkında daha fazla bilgi edinmek isterseniz, lütfen ¹ sayfasına göz atabilirsiniz.

@@@@@@@

Nizari-İsmaili Devleti nedir?

Nizari-İsmaili Devleti, İsmaililik mezhebine bağlı olan Hasan Sabbah tarafından kurulan ve 1090-1256/1258 yılları arasında var olan İsmaili-Nizari-Batıni teokratik devlettir . Bu devletin başkenti Alamut Kalesi’dir . Nizari-İsmaili Devleti, İran, Suriye, Lübnan, Afganistan, Pakistan ve Hindistan’da etkili olmuştur . Nizari-İsmaili Devleti’nin kurucusu Hasan Sabbah, Haşhaşiler tarikatını da kurmuştur . Bu tarikat, tarihteki ilk suikast örgütü olarak bilinir . Daha fazla bilgi için lütfen  sayfasına göz atabilirsiniz.

@@@@@@@@

Alamut Kalesi nerede bulunuyor?

Alamut Kalesi, İran’ın Kazvin şehrinde yer alan bir kaledir. Kuzey İran’da, Elburz Dağları’nın yamaçlarında bulunan Alamut Kalesi, Nizari-İsmaili Devleti’nin başkenti olarak kullanılmıştır. Daha fazla bilgi için lütfen  sayfasına göz atabilirsiniz.

@@@@@

Hasan Sabbah doğuşu, gelişmesi ve yıkılışı.

Hasan Sabbah, 11. yüzyılda İran’da yaşamış ve İsmaililiği yaymak için bir tarikat olan Nizarilerin kurucusu olan bir din adamı ve liderdi. 1050 yılında Horasan’ın Rey şehrinde doğdu. Babası, yerel bir İsmaili lideriydi ve Hasan, genç yaşta İsmaili doktrinlerine aşina oldu.

1071 yılında, Hasan, Selçuklu İmparatorluğu’nun Selçuklu Sultanı Alparslan tarafından yakalandı ve hapsedildi. Hapishanedeyken, İsmaili öğretilerini derinlemesine inceleme fırsatı buldu. 1081 yılında hapisten kaçmayı başardı ve İsmaililiği yaymak için çalışmaya başladı.

Hasan, 1090 yılında Alamut Kalesi’ni ele geçirdi ve buradan İsmaili Devleti’ni kurdu. Alamut Kalesi, İran’ın kuzeyinde, Elburz Dağları’nda yer alan stratejik bir konumdaydı. Hasan, kaleyi bir eğitim merkezi ve İsmaili propagandasının merkezi haline getirdi.

Hasan, Alamut Kalesi’nden, Selçuklu İmparatorluğu’na ve diğer İslami devletlere karşı bir dizi suikast kampanyası başlattı. Bu suikastlar, Hasan’a ve Nizarilere “Haşhaşinler” lakabını kazandırdı.

Hasan Sabbah, 1124 yılında Alamut Kalesi’nde öldü. Ölümü, Nizarilerin gücünün ve etkisinin azalmasına yol açtı. Ancak, Nizariler, 1256 yılında Moğollar tarafından yok edilene kadar İran’da varlığını sürdürdü.

Hasan Sabbah, İslâm tarihinde önemli bir figürdür. İsmaililiği yaymak için kullandığı yöntemler, hem hayranlık hem de korku uyandırdı. Suikastları, İslâm dünyasında ve Avrupa’da büyük yankı uyandırdı.

@@@@@@@

Neden Haşhaşiler denilmiştir?

Haşhaşiler, 11. yüzyılda İran’da yaşamış ve İsmaililiği yaymak için bir tarikat olan Nizarilerin üyeleriydi. Hasan Sabbah tarafından kurulan Nizariler, Alamut Kalesi’ni ele geçirdikten sonra, Selçuklu İmparatorluğu’na ve diğer İslami devletlere karşı bir dizi suikast kampanyası başlattılar. Bu suikastlar, Hasan’a ve Nizarilere “Haşhaşiler” lakabını kazandırdı.

“Haşhaşi” kelimesinin kökeni, Farsça “haşhaş” kelimesinden gelir. Haşhaş, uyuşturucu etkisi olan bir bitkidir. Haşhaşiler, haşhaştan elde edilen bir maddeyi içtiklerine dair söylentiler vardı. Bu söylentilere göre, haşhaşiler, haşhaşı içtikten sonra, korkusuz ve acısız hale geliyorlardı. Bu sayede, suikast görevlerini yerine getirebiliyorlardı.

Ancak, haşhaşilerin haşhaş kullandıkları konusunda kesin bir kanıt yoktur. Bazı tarihçiler, haşhaşilerin haşhaş kullanmadıklarını, sadece suikast görevlerini yerine getirebilmek için çok iyi eğitilmiş profesyoneller olduklarını iddia ederler.

Haşhaşiler, İslâm dünyasında ve Avrupa’da büyük bir korku uyandırdılar. Suikastları, siyasi ve dini istikrara tehdit olarak görüldü. 1256 yılında Moğollar tarafından Alamut Kalesi’nin ele geçirilmesi, Haşhaşilerin gücünün ve etkisinin azalmasına yol açtı. Ancak, Nizariler, 1273 yılına kadar İran’da varlığını sürdürdü.

Haşhaşilerin, tarihte önemli bir yeri vardır. İsmaililiği yaymak için kullandıkları yöntemler, hem hayranlık hem de korku uyandırmıştır. Suikastları, İslâm dünyasında ve Avrupa’da büyük yankı uyandırmıştır.

@@@@@@@@@

Hasan Sabbah ve Haşhaşilerin yıkılışı nasıl olmuştur ve bugünde varlığını sürdürmektemidir?

Hasan Sabbah ve Haşhaşilerin yıkılışı, 1256 yılında Moğollar tarafından Alamut Kalesi’nin ele geçirilmesiyle gerçekleşmiştir. Moğol komutanı Hülagü Han, Alamut Kalesi’ni ele geçirdikten sonra, kalede bulunan neredeyse tüm Haşhaşileri öldürmüştür. Bu olay, Haşhaşilerin gücünün ve etkisinin sonunu getirmiştir.

Haşhaşiler, 1273 yılına kadar İran’da varlığını sürdürmüş, ancak bu tarihten sonra, Nizari İsmaililiği, daha çok dağlık bölgelerde ve uzak köylerde varlığını sürdürmüştür.

Bugün, Nizari İsmaililiği, yaklaşık 200.000 üyesiyle, dünyanın farklı yerlerinde varlığını sürdürmektedir. Nizari İsmaililer, günümüzde, daha çok Hindistan, Pakistan, İran, Afganistan ve Irak’ta yaşamaktadır.

Hasan Sabbah ve Haşhaşiler, İslâm tarihinde önemli bir yere sahiptir. İsmaililiği yaymak için kullandıkları yöntemler, hem hayranlık hem de korku uyandırmıştır. Suikastları, İslâm dünyasında ve Avrupa’da büyük yankı uyandırmıştır.

Haşhaşilerin yıkılışı, İslâm dünyasının siyasi ve dini haritasında önemli bir değişime yol açmıştır. Haşhaşilerin, Selçuklu İmparatorluğu’na ve diğer İslami devletlere karşı düzenledikleri suikastlar, bu devletlerin gücünü ve otoritesini zayıflatmıştır. Bu durum, daha sonra, Moğol istilasına yol açmıştır.

@@@@@@@@

Haşhaşiler ne gibi su-i kastlerde bulunmuş ve Selçukluların yıkılışına ne gibi etkileri olmuştur?

Haşhaşiler, Selçuklu İmparatorluğu’na ve diğer İslami devletlere karşı bir dizi suikast kampanyası düzenlediler. Bu suikastlar, genellikle siyasi ve dini liderlere yönelikti. Haşhaşiler, suikastlarını genellikle kılıç, zehir veya suikast silahları kullanarak gerçekleştiriyorlardı.

Haşhaşilerin düzenlediği en önemli suikastlar şunlardır:

* 1092 yılında, Selçuklu Sultanı Nizamülmülk’ün öldürülmesi.
* 1124 yılında, Selçuklu Sultanı Mahmud’un öldürülmesi.
* 1126 yılında, Bağdat Halifesi Muktedidi’nin öldürülmesi.
* 1131 yılında, İsfahan’daki Büyük Cami’nin imamı Ebu’l-Hasan el-Eşari’nin öldürülmesi.

Haşhaşilerin düzenlediği suikastlar, Selçuklu İmparatorluğu’nun gücünü ve otoritesini zayıflattı. Bu suikastlar, Selçukluların halk nezdinde itibarını düşürdü ve halkın güvenini kaybettirdi.

Haşhaşilerin suikastları, Selçuklu İmparatorluğu’nun yıkılışında önemli bir etken oldu. Haşhaşilerin suikastları, Selçukluların askeri ve siyasi gücünü zayıflattı. Bu durum, Selçukluların Moğol istilasına karşı koymasını zorlaştırdı.

Haşhaşilerin suikastları, İslâm dünyasında ve Avrupa’da büyük bir korku uyandırdı. Suikastları, siyasi ve dini istikrara tehdit olarak görüldü. Haşhaşiler, İslâm dünyasının siyasi ve dini haritasında önemli bir değişime yol açtılar.




GÖKYÜZÜNÜN KALELERİ BURÇLAR

GÖKYÜZÜNÜN KALELERİ

BURÇLAR

Tanımı itibarıyla; Burçlar, gökyüzündeki belirli bir bölgede yer alan yıldız gruplarını ifade eder.

 Bu gruplar, 12 farklı zodiac yani yıldız grubunu, burcunu oluşturur.

Gelecek ve kader bununla belirlenemez. Etkileri vardır. Tıpkı ayın halinden dolayı gelgit olayları ve mevsimler gibi.

Burçların insan kaderi ve tabiatı üzerindeki etkilerine gelince, Kur’an’da böyle bir durumdan söz edilmez. Yıldızlardan ve burçlardan falcılık yoluyla hükümler çıkarmak ise Hz. Muhammed (a.s.m.) tarafından şiddetle reddedilmiştir.Elbette gökte olan olaylardan yerde bulunanlar etkilenir.Yıldızlarla insanlar yol bulur ancak onlarla kehanette bulunamaz.Başlı başına ilmi nücum adıyla bir ilim vardır.

Asırlarca ilgilenilmiş gök ve faaliyetleriyle.Gökle ilgili yüzlerce ayet mevcuttur.[1]
Kuranda 4 yerde geçer buruc ve bir surenin adı da Buruc suresidir.

– “Güneş kendisine ait yerleşik bir düzene göre (yörüngesinde) akıp gider. Bu, çok güçlü ve her şeyi bilen Allah’ın takdiridir.

Ay için de menziller belirledik; sonunda o, hurma salkımının (ağaçta kalan) yıllanmış sapı gibi olur.

Ne güneşin aya yetişip çatması uygundur ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzüp gider.”[2]

Kahinlik ve kehanet İslam’dan önce vardı. Vahiyle o kapıda kapandı.

Şeytanlar meleklerin mancınıklarıyla defedildi.

-Kuran’da yıldızların akışını ifade eden birçok ayet vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:

-Yıldızlar:

“Göklerde burçlar ve yıldızlar yaratanı tesbih eder.”[3]

“Akıntı halinde: O, yıldızları akıtıyor.”[4]

“Sıralanmış: Gökleri birbiri üzerine yedi kat inşa eden O’dur.”[5]

Düzenli olarak:” Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı buyruk altına alan O’dur. Her biri bir yörüngede yüzmektedir.”[6]

-Bu ayetler, yıldızların bir düzen içinde, belirli bir rota ve hızda hareket ettiğini göstermektedir. Yıldızların bu akışı, Allah’ın yaratıcılığını ve kudretini gösteren bir delildir.

-İşte yıldızların akışını daha ayrıntılı olarak anlatan bir ayet:

“Yıldızlar, O’nun emrine boyun eğmiş bir ordudur.”[7]

-Bu ayette, yıldızların Allah’ın emrine boyun eğmiş bir ordu olarak tasvir edilmesi dikkat çekicidir. Bu tasvir, yıldızların Allah’ın hakimiyetinde olduğunu ve onun iradesine göre hareket ettiğini göstermektedir.

*****************   

  1. Peygamberimizin doğumunda bir Yahudi’nin parlak bir yıldızı göstererek, bu

Muhammed’in yıldızı, demesi.

  1. Peygamberimizin doğumundaki mucizeler;

-Kisra’nın sarayının 14 şerefesinin yıkılması.

-Sava gölünün batması.

-Mecusilerin bin yıllık ateşinin sönmesi.

3.Liderlerin yüz yılda bir çıkması.

  1. Burçla amel edilmez ancak göz ardı da edilmez.

Tıpkı istişare ve istihare bağlantısı gibi

Hava tahmin raporlarından istifade edildiği gibi, yararlanılabilinir.

Nasıl ki bir kişi, evlilik gibi ciddi bir meselede burçları esas alsa zarar eder.  Falan benim burcumdan deyip onunla evlenme ifadesi tutarlı olmaz.

5.Rüyalar alemi misalin bir örneğidir.

-Şeyh Üftade Hazretleri tarafından kendisine verilen manevi vazifeyle İstanbul’a gelen Hüdâyi Hazretleri, dönemin Osmanlı padişahı Sultan I. Ahmed’in rüyasını yorumladı ve yorumu gerçek oldu.

-“Nemçe kralı ile güreş tutmuş ve kendisi arka üstü yere düşmüş, kral pâdişahın üstünde kalmıştı.” Zâhiren pek acıklı görünen bu rü’yanın yorumunda zamanın ta’bircileri acz izhar etmişlerdi. Bunun üzerine rü’ya ta’bir edilmek üzere yazılıp Şeyh Mahmûd Hüdâyî’ye gönderildi.”

Oda cevaben, “Cenâb-ı Hakk, insan vücûdunda sırtı, cemâdât arasında da arzı (yeryüzü) en kuvvetli olarak yaratmıştır. İnsanın sırtı ile arzın temas ve ictimâından iki kuvvet cem’ ve hâsıl olur. Binâenaleyh Hz. Pâdişah’ın yere arka üstü temasıyla iki kuvvet birleşmiş oluyor. Bu yüzden a’dâ (düşmanlar)a galebe-i İslâm ve zafer mukarrerdir.”

Hatta hamile olan hanımı, kadılığı bıraktığını, elde avuçta bir şeyleri kalmayıp, doğacak çocuğu sarmalayacak bir hırka bile olmadığını söylerki kapı çalar, padişah hediyeler göndermiştir.

Hz. Hüdâyî: “-Hâtun, istediğin dünyalık geldi, haydi al!” buyurarak hanımının gönlünü de hoş etmişti.

*****************  

-Araf Suresi, 46. ayet: İki taraf arasında bir engel ve burçlar (A’raf) üstünde hepsini yüzlerinden tanıyan adamlar vardır. Cennete gireceklere: “Selam size” derler, ki bunlar, henüz girmeyen fakat (girmeyi) ‘şiddetle arzu edip umanlardır.”

-Araf Suresi, 48. ayet: Burcun üstündeki adamlar, kendilerini yüzlerinden tanıdıkları (ileri gelen birtakım) adamlara seslenerek derler ki: “Ne (güç ve servet) toplamış olmanız, ne büyüklük taslamanız (istikbarınız) size bir yarar sağlamadı.”

Hicr Suresi, 16. ayet: Andolsun, gökte burçlar kıldık ve onu gözleyenler için süsledik.”

Furkan Suresi, 61. ayet: Gökte burçlar kılan, onların içinde bir aydınlık ve nurlu bir ay vareden (Allah) ne Yücedir.”

Buruc Suresi, 1. ayet: Burçları olan göğe andolsun.”

 

@@@@@@

 

RİSALE-İ NURDA burçlar:

1.Sevr ve Hut örneği.[8]

  1. Vahiy anında burçlardan nöbet darlık yapan meleklerin şeytanları tart etmesi.

3.Ecramı ulviyedeki burçlardan meleklerin bulunması.[9]

  1. Burçların bir vazifesi var.

Rahmân ismi Rezzak burcunda parlak bir güneş gibi tulû etti. O aç bîçâre zîhayat âlemini rahmet ışığı ile yaldızladı.

Cenâb-ı Hakkın Âdil ismi, Hakîm burcunda; Rahmân ismi, Kerîm burcunda; Rahîm ismi, Gafur burcunda-yâni mânâsında; Bâis ismi, Vâris burcunda; Muhyî ismi, Muhsin burcunda; Rab ismi, Mâlik burcunda birer güneş gibi tulu ettiler. O karanlıklı insan âlemi içinde çok âlemler bulunan umumunu ışıklandırdılar, şenlendirdiler.”[10]

MEHMET ÖZÇELİK

02-01-2024

[1] https://kuranfihristi.net/fihrist/g%C3%B6kler

[2] Yasin.38-40.

[3] Araf Suresi 54. Ayet.

[4] Naziat Suresi 29. Ayet.

[5] Talak Suresi 10. Ayet.

[6] Enbiya Suresi 33. Ayet.

[7] Fatır Suresi 8. Ayet.

[8] https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/lemalar/on-dorduncu-lem-a/94

[9] https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/lemalar/yirmi-sekizinci-lem-a/281

https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/isaratul-icaz/bakara-suresinin-otuzuncu-ayetinin-tefsiri/245

[10] https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/hutbe-i-samiye/arabi-hutbe-i-samiyenin-mukaddimesidir/18

Geniş bilgi için bakınız. https://www.youtube.com/watch?v=vtve7aHqGwE&t=79s




BİZİM İŞİMİZ ARAYI BULMAK

BİZİM İŞİMİZ ARAYI BULMAK

 

Bizim işimiz Allah’ı bulmayanlarla, Allah’ın ve Kulun arasına girip buluşturmak ve kavuşturmaktır. Hat bağlayıp, kanal açmaktır.

Allah’ı bulmuş kimseyle, Allah’ın arasına niye girelim ki?
Zaten o aradığını bulmuş.
Bizim işimiz bulmamışlarla.
Hem bulmamış olsun ve hem de bulmamışlarla Allah’ın arasına niye giriyorsun denilsin.
Buluşturmak için.

Neden Allah’la kul arasına giriyorsun diyen insanlar iki gruptur, hadi üç grup olsun;

Biri; Ahmak olup, meydanı düşmana bırakma niyetindedir.

Tıpkı doktorla hastanın arasını ayırmak gibi.

İki; şeytanla iş birliği yapıp, kul ile Allah arasını sadece açmakla kalmayıp, bağı koparmaya çalışmaktır.

Üçüncüsü ise, az bir azınlık için söylenecek; ya çok saf veya cahildir.

Bilmediği halde, bilenin bilgisinin gereğini yapmasını engellemektedir.
Din, din adamı, peygamberler ve kitaplar Allah’ı kaybetmiş ve bulmamışlarla Allah’ı buluşturmaktır.
Ara buluculuk yapmak ve arayı bulup buluşturmak ve sonunda O’na kavuşturmaktır.
Ve O’nda kendini bulmaktır.
Allah’ı bulmak, kendini bulmak ve kendine gelmektir.
Onu tanımak, kendini tanımaktır.
Tıpkı hadiste buyurulduğu gibi, “Nefsini tanıyan, Rabbîsini tanır.”
Mefhumu muhalifiyle, nefsini tanımayan, Rabbîsinide tanımaz.
Rabbîsini tanımış olmak, nefsi ve yaratılışını tanımaktan geçiyor.
Böylece insanlara Rabbîsini tanımanın önemli bir amacı da, kendisini tanımak ve Rabbisini tanıtmaktır.
Kainatta en yüksek maksat, kişinin Rabbisini tanımasıdır.
İnsanların şaşkınlığı ve kopukluğu, Rabbisini tanımamaktır.

Nitekim İbrahim Peygamber Nemrut tarafından ateşe atılınca arştan hızla inen Cebrail havada iken Hz. İbrahim’e varır ve;

Ya İbrahim! Rabbinin selamı var, İbrahim’ime söyle, bir isteği var mı? Buyurdu.

Hz. İbrahim ise; sen nereden geliyorsun, der.

Cebrail, arştan der.

Rabbimi beni görüyor ve biliyor mu?

Evet; der Cebrail.

İbrahim Aleyhisselam cevabında; Çekil aradan, girsin Yaradan…

 

******************

 

Yusuf İslam – Cat Stevens


MÜSLÜMAN olduktan sonra Yusuf İslâm adını alan İngiliz şarkıcı ve müzisyen Türkiye’ye geldiğinde basın tarafından epeyce gündemde tutuldu. Muhabirin biri kendisine şu soruyu soruyor:

“Girdiğiniz İslâm dininde bir erkeğin dört kadınla evlenmesine ne diyeceksiniz? Yani bunun mantığını nasıl kabul edeceksiniz? Siz Batılı aydın bir şarkıcı olarak bunu nasıl kabul ettiniz?”

Yusuf İslâm diyor ki:
“Sen, beni eski hâlimle tanıdığını söylüyorsun. Ben Müslüman olmadan önce kaç kadınla beraber olduğumu bilemem. Onlardan çocuğum olmuşsa onu da bilemem. Ben böyle adi bir hayat yaşarken sen bana hayrandın. Ben şimdi Müslüman oldum. Tek eşle evliyim. İkinci bir evliliğe niyetli de değilim. İslam dini dörde kadar izin veriyorsa onların ve çocuklarının sorumluluğunu da ona yüklüyor. Senin hayran olduğun batıda böyle bir sorumluluk yok. Birçok çocuk babasını bilmez. Baba da çocuğunu görmeden gider bu dünyadan.”

 

MEHMET ÖZÇELİK

01-01-2024