KURANDA ZELZELE

KURANDA ZELZELE

Kur’an-ı Kerim’ de kavimlerin şımarıklıklarından dolayı Zelzele, Recfe ve Sayha ile helak edildiklerini dehşetli ve korkunç bir şekilde dile getiriyor.

O korku verici sarsıntının o insanlara gaflet zamanı olan gece vakti gelmesi, (Lut kavmi gibi) veya Kaylule olan Arapların öğle vakti uyku anında onlara bu helaketin gelmesi (Şuayın kavmi gibi), onarı bu uyku anında yakalaması işin korku ve vehametini göstermektedir.

*ZELZELE:

-“Yer o yaman sarsıntı ile sarsıldığı,
Yer, içindeki ağırlıkları çıkarıp dışarı attığı,
Ve insan: “Ona ne oluyor?” dediği zaman.
O gün yer, bütün haberlerini anlatır.
Çünkü Rabbin ona vahyetmiştir.
O gün insanlar, amellerinin karşılığı kendilerine gösterilmek üzere bölük bölük çıkacaklardır.
Her kim zerre kadar hayır işlemişse onu görecektir.
Her kim, zerre kadar şer işlemişse onu görecektir.”[1]

-“Yoksa sizden öncekilerin çektikleriyle karşılaşmadan cennete girebileceğinizi mi sandınız? Onlar öylesine yoksulluk ve sıkıntı çekmişler, öyle sarsılmışlardı ki peygamber ve yanındakiler, “Allah’ın yardımı ne zaman gelecek?” demeye başladılar. Bilesiniz ki Allah’ın yardımı yakındır.”[2]

-“Ey iman edenler! Allah’ın size şu lütfunu hatırlayın: Üzerinize düşman ordusu gelmişti de onların üzerine şiddetli bir fırtına ve göremediğiniz bir ordu göndermiştik. Allah bütün yaptıklarınızı görmekte idi.

Yukarınızdan ve sizden aşağıda bulunan bölgeden üzerinize gelmişlerdi; korkudan gözler kaymış, yürekler ağızlara gelmişti; bu esnada Allah hakkında olmadık zanlara kapılmakta idiniz.

İşte o zaman müminler büyük bir imtihan geçirdiler ve adamakıllı sarsıldılar.”[3]

-“Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Kıyamet sarsıntısı gerçekten büyük bir olaydır.

Onu göreceğiniz gün, her emzikli kadın emzirdiği çocuğu unutacak, her gebe kadın karnındaki çocuğu düşürecektir. Ve insanları sarhoş olmadıkları halde sarhoş gibi göreceksin; çünkü Allah’ın azabı (kıyametin dehşeti) çok çetindir!.”[4]

*RECFE:

-“Nimet içinde yüzen o yalanlayıcıları bana bırak ve onlara biraz süre tanı.

Kuşkusuz katımızda (onlar için) prangalar, yakıcı bir ateş, boğazdan geçmez bir yiyecek, elem verici bir azap vardır.

O gün yeryüzü ve dağlar sarsılır; dağlar savrulan kum yığınları halini alır.”[5]

-“O gün sarsılan şiddetle sarsılır;

Onu ikinci sarsıntı izler!

İşte o gün korkudan yürekler ağza gelir.

(İnsanların) gözlerine korku çöker.”[6]

-“Kavminin ileri gelenlerinden büyüklük taslayanlar, içlerinden zayıf gördükleri kesimden inananlara dediler ki: “Siz Sâlih’in, rabbi tarafından gönderildiğine gerçekten inanıyor musunuz?” Onlar da, “Şüphesiz biz onunla ne gönderilmişse ona inanırız” dediler.

Büyüklük taslayanlar ise, “Biz de sizin inandığınızı inkâr ediyoruz” diye karşılık verdiler.

Derken, o deveyi keserek öldürdüler, böylece rablerinin emrinden dışarı çıktılar ve “Ey Sâlih! Eğer sen gerçekten peygamberlerden isen, bizi tehdit ettiğin azabı bize getir!” dediler.

Bunun üzerine onları o dehşetli sarsıntı yakaladı da yurtlarında yere serildiler.

Sâlih o zaman onlardan yüz çevirdi ve şöyle dedi: “Ey kavmim! Andolsun ki ben size rabbimin vahyettiklerini tebliğ ettim ve size öğüt verdim; fakat siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz.”[7]

-“Kavminin inkârcı ileri gelenleri, “Eğer Şuayb’a uyarsanız o takdirde siz mutlaka hüsrana uğrarsınız!” dediler.

Nihayet o şiddetli deprem onları yakalayıverdi de yurtlarında yere serilip kaldılar.

Şuayb’ı yalanlayanlar sanki orada hiç yurt tutmamış gibi oldular. Böylece asıl hüsrana uğrayanlar, Şuayb’ı yalanlayanlar oldu.

Şuayb onlardan ayrıldı ve (bu arada) “Ey kavmim!” dedi, “Ben size rabbimizin gönderdiği gerçekleri duyurdum ve size öğüt verdim. Artık kâfir bir kavme nasıl acırım!”[8]

-“Mûsâ tayin ettiğimiz vakitte buluşmak üzere kavminden yetmiş adam seçti. Onları o müthiş deprem yakalayınca Mûsâ dedi ki: “Ey rabbim! Dileseydin onları ve beni daha önce helâk ederdin. İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizi helâk edecek misin? Bu iş, senin imtihanından başka bir şey değildir; onunla dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletirsin. Sen bizim velîmizsin. Artık bizi bağışla ve bize acı! Sen bağışlayanların en iyisisin.

Bize bu dünyada da âhirette de iyilik yaz! Şüphesiz biz sana yöneldik.” Allah buyurdu ki: Azabıma dilediğimi uğratırım; rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır; ayrıca rahmetimi Allah korkusu taşıyanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım.”[9]

-“Medyenliler’e de kardeşleri Şuayb’ı gönderdik. “Ey kavmim” dedi, “Allah’a kul olun, âhiret gününü ümitle bekleyin; yeryüzünde bozgunculuk yapıp karışıklık çıkarmayın!”

Ama onu yalancılıkla suçladılar. Bunun üzerine kendilerini o dehşetli sarsıntı yakaladı da yurtlarında yere serildiler!”[10]

-“Münafıklar, kalplerinde çürüklük bulunanlar ve Medine’de asılsız haber yayanlar yaptıklarına son vermezlerse seni onların üzerine sevkedeceğiz; o zaman seninle beraber orada fazla oturamayacaklar, Allah’ın rahmetinden uzaklaşmış olarak nerede bulunsalar yakalanıp öldürülecekler.

Bu, Allah’ın daha önce gelip geçenler hakkında koyduğu kanundur; Allah’ın kanununda asla bir değişme bulamayacaksın.”[11]

SAYHA:

-“Emrimiz gelince Sâlih’i ve onunla beraber iman edenleri, bizden bir rahmet olarak, helâk olmaktan ve o günün zilletinden kurtardık. Şüphesiz rabbin kuvvetlidir, üstündür.

Zulmedenleri de o korkunç ses yakaladı, yurtlarında diz üstü çöküp kaldılar.

Sanki orada hiç oturmamışlardı. İşte böyle, Semûd kavmi rablerini inkâr etti. Vay Semûd’un haline!”[12]

-“Emrimiz gelince, Şuayb’ı ve onunla beraber iman edenleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık; haksızlık edenleri de korkunç bir gürültü yakaladı, yurtlarında diz üstü çöküp kaldılar.

Sanki orada hiç oturmamışlardı! İşte böyle, Semûd’un yıkıldığı gibi Medyen de yıkılıp gitti!”[13]

-“Nihayet ortalık aydınlanırken korkunç ses onları yakalayıverdi!

Ardından yurtlarının altını üstüne getirdik, üzerlerine taşlaşmış çamur yağdırdık!”[14]

-“Ama sonunda sabaha girerlerken korkunç ses onları da yakaladı!

Aldıkları tedbirin kendilerine hiçbir faydası olmadı.”[15]

-“Sonra onların ardından başka bir nesil meydana getirdik.

Bunların arasından da kendilerine, “Allah’a kulluk edin; sizin O’ndan başka tanrınız yoktur. İsyan etmekten sakınmıyor musunuz?” diyen bir elçi gönderdik.

Bu elçinin kavminden olup da inkâra sapan, âhirete ulaşmayı yalan sayan, dünya hayatında kendilerine refah verdiğimiz hatırlı kişiler halka şöyle dediler: “Bu da olsa olsa sizin gibi sıradan bir insan. Sizin yediğinizden yemekte, içtiğinizden ­içmektedir.

Sizin gibi sıradan bir insana uyacak olursanız o zaman herhalde kaybedenlerden olursunuz.

O size, ölüp de toprak ve kemik yığını haline gelmişken tekrar hayat alanına çıkarılacağınızı mı söylüyor?

Bu size söylenenler gerçek olmaktan çok çok uzak!

Gerçek olan sadece şu yaşadığımız dünya hayatıdır. Ölür ve yaşarız. Bir daha da diriltilecek değiliz.

O, Allah hakkında sadece yalanlar düzüp koşan bir adamdır. Biz ona inanmıyoruz.”

O peygamber şöyle dedi: “Rabbim! Bunların beni yalancılıkla suçlamalarına karşı bana yardım et!”

Allah buyurdu ki: “Pek yakında onlar mutlaka pişman olacaklar!”

Nitekim kaçınılmaz bir âkıbet olarak onları o korkunç ses yakalayıverdi; böylece sel süprüntüsüne çevirdik onları! Zalimlerin canı cehenneme!”[16]

-“Kārûn, Firavun ve Hâmân’ın âkıbeti de aynı oldu. Gerçekte Mûsâ onlara açık seçik deliller getirmişti; ama onlar yeryüzünde ululuk tasladılar. Oysa kaçıp kurtulmaya güçleri de yoktu.

Her birini günahından dolayı cezalandırdık; kiminin üzerine taşları savuran fırtınalar gönderdik, kimini o korkunç ses yakaladı, kimini yerin dibine gömdük, kimini sularda boğduk. Allah’ın muradı onlara kötülük etmek değildi, fakat onlar kendi kendilerine kötülük ediyorlardı.”[17]

-“Onlara mâlûm şehir halkını örnek göster. Oraya elçiler gelmişti.

Biz kendilerine iki kişi göndermiştik ama ikisini de yalancılıkla itham ettiler. Bunun üzerine bir üçüncüyle destekledik. Onlar “Biz size gönderilmiş elçileriz” dediler.

Diğerleri ise şöyle karşılık verdiler: “Siz de ancak bizler gibi insanlarsınız. Hem rahmân herhangi bir şey indirmiş değil; siz sadece yalan söylüyorsunuz!”

“Rabbimiz biliyor ki” dediler, “Biz gerçekten size gönderilmiş elçileriz.

Bize düşen, açıkça tebliğ etmekten ibarettir.”

(İnkârcılar) şu karşılığı verdiler: “Doğrusu sizin yüzünüzden üzerimize uğursuzluk geldi. Eğer vazgeçmezseniz, biliniz ki sizi taşlayacağız ve tarafımızdan size acı veren bir işkence yapılacaktır.”

Onlar da dediler ki: “Uğursuzluğunuz kendinizdendir. Size öğüt verildi diye öyle mi? Hayır! Siz sınırı aşmış bir topluluksunuz.”

O sırada şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi; şöyle dedi: “Ey kavmim! Bu elçilere uyun.

Sizden bir ücret istemeyen o kimselere tâbi olun; onlar doğru yoldadırlar.

Hem ne diye beni yaratan ve sizin de dönüp kendisine varacağınız Allah’a kulluk etmeyeyim ki?

Hiç O’ndan başka mâbudlar edinir miyim! Eğer Rahmân bana bir zarar vermek isterse onların şefaati bana hiçbir yarar sağlamaz ve onlar beni kurtaramazlar.

İşte o takdirde (başka bir tanrı edinirsem) ben apaçık bir sapkınlık içine düşmüş olurum.

İşte ben rabbinize iman etmiş bulunuyorum; bana kulak verin.”

Ona, “Cennete gir” denildi. “Rabbimin beni bağışladığını ve güzel biçimde ağırlananlardan eylediğini keşke kavmim bilseydi!” dedi.

Ondan sonra kavmi üzerine gökten bir ordu indirmedik, indirmeyiz de.

(Cezaları) korkunç bir sesten ibaretti; sönüverdiler.

O kullara yazıklar olsun! Kendilerine bir peygamber gelmeye görsün, onu mutlaka alaya alırlardı.

Onlardan önce nice nesilleri helâk ettiğimizi ve onların artık kendilerine dönüp gelmediğini görmezler mi!

Elbette onların hepsi toplanıp huzurumuza getirilecek.”[18]

-“Ve şöyle derler: “Şayet gerçekten doğru söylüyorsanız, bu tehdit hani ne zaman gerçekleşecek?”

Onlar, besbelli ki, birbirleriyle uğraşırken kendilerini ansızın yakalayacak korkunç bir sesi bekliyorlar!

İşte o anda onlar ne bir vasiyette bulunabilecekler ne de ailelerine dönebilecekler.”[19]

-“Sûra üflenmiştir. Artık onlar kabirlerinden kalkıp rablerine doğru koşmaktadırlar.

Derler ki: “Vay başımıza gelenler! Bizi yattığımız yerden kim diriltip kaldırdı? Rahmânın vaad ettiği işte bu! Peygamberler gerçekten doğru söylemişler!”

Olup biten yalnızca bir ses! Ama ardından onların tamamı, birden toplanmış olarak işte huzurumuzdalar.

Bugün hiç kimse en küçük bir haksızlığa uğratılmaz. Sadece yapıp ettiklerinizin karşılığını görürsünüz.”[20]

-“Bunlar da şimdi, bir daha geri dönüşe imkân bırakmayacak olan korkunç bir sesi, yalnızca bunu beklemektedirler.”[21]

-“Seslenenin, yakın bir yerden seslendiği gün için dinlemede ol.

O dirilten sesi gerçekten işittikleri gün, işte o (ebedî hayata) çıkış günüdür.”[22]

-“Semûd kavmi de uyarıları ciddiye almadılar.

Dediler ki: “İçimizden tek başına bir beşere mi uyacağız? O takdirde doğru yoldan sapmış olur, yanarız.

İlâhî mesaj içimizden ona mı gönderilmiş? Hayır o, yalancının, küstahın biri!”

Yarın onlar asıl yalancı, küstah kimmiş görecekler!

(Allah Sâlih peygambere şöyle buyurdu:) “Şüphesiz biz (mucizevi özelliği olan o deveyi) onları sınamak için göndermiş bulunuyoruz. Şimdi sen onların ne yapacağını izle ve sabret.

Bir de onlara, suyun aralarında paylaşımlı olacağını bildir. Her hissenin sahibi (suyun) başına gelsin.”

Derken ilgili adamlarını çağırdılar; o da (deveye) saldırıp hunharca öldürdü.

Azabım ve uyarılarım nasılmış bir bakın!

Üzerlerine tek bir ses yolladık da hayvan ağılındaki (çiğnenip ufalanmış) kuru çalılar gibi oluverdiler.

Andolsun ki Kur’an’ı düşünülsün diye kolaylaştırdık. Düşünecek yok mu?”[23]

-“Münafıklar sana geldiklerinde, “Tanıklık ederiz ki sen gerçekten Allah’ın elçisisin” derler. Senin hiç kuşkusuz kendi elçisi olduğunu Allah elbette biliyor; ama Allah tanıklık eder ki münafıklar (inandık derken) kesinlikle yalan söylemektedirler.

Onlar yeminlerini kalkan edinip Allah yolundan yan çizmişlerdir. Onların yaptıkları ne kadar çirkin!

Şöyle ki, onlar sözde inandılar ama gerçekte inkâr ettiler; bu yüzden kalpleri mühürlenmiştir; artık anlayıp kavrayamazlar.

Onlara şöyle bir baktığında dış görünüşleri sana iyi bir izlenim verir; konuşurlarsa sözlerine kulak verirsin. Ama onlar sanki bir yere dayanmış kütükler gibidir (böyle güvendeymiş gibi görünürler). Her gürültüyü kendilerine yönelik sanırlar. Asıl düşman onlardır, onlardan korun! Allah kahretsin onları! Nasıl da haktan yüz çeviriyorlar!

Onlara “Gelin, Allah’ın resulü sizin için bağışlama dilesin” dendiğinde başlarını çevirirler ve büyüklük taslayarak uzaklaştıklarını görürsün.

Bağışlanmaları için Allah’a dua etmişsin veya etmemişsin onlar için birdir. Allah onları asla bağışlamayacaktır. Şüphesiz Allah günaha saplananları doğruya eriştirmez.

Onlar, “Resûlullah’ın yanındakilere geçimlik bir şeyler vermeyin ki etrafından dağılıp gitsinler” diyenlerdir. Oysa göklerin ve yerin hazineleri Allah’ındır; ama münafıklar anlamıyorlar!

Şöyle diyorlar: “Hele Medine’ye dönelim, o zaman güçlü olan zayıf olanı oradan çıkaracak!” Halbuki asıl güç ve izzet Allah’ındır, resulünündür, müminlerindir; fakat münafıklar bunu bilmezler!”[24]

MEHMET ÖZÇELİK

19-2-2023

[1] Zilzal suresi.1-8.

[2] Bakara.214.

[3] Ahzab.9-11.

[4] Hac-1-2.

[5] Müzzemmil.11-14.

[6] Naziat.6-9.

[7] A’râf Suresi – 75-79.

[8] A’râf Suresi – 90-93.

[9] A’râf Suresi – 155-156.

[10] Ankebût Suresi – 36-37.

[11] Ahzâb Suresi – 60-62.

[12] Hud.67.

[13] Hud.94-95.

[14] Hicr Suresi – 73-74.

[15] Hicr Suresi – 83-84.

[16] Mü’minûn Suresi – 31-41.

[17] Ankebût Suresi – 39-40.

[18] Yâsîn Suresi – 13-32.

[19] Yâsîn Suresi – 48-50.

[20] Yâsîn Suresi – 51-54.

[21] Sâd Suresi – 15.

[22] Kâf Suresi – 41-42 .

[23] Kamer Suresi – 23-32.

[24] Münâfikûn Suresi – 1-8.

Loading

No ResponsesŞubat 19th, 2023