HİSSE-25

HİSSE-25

Efendimiz (s.a.s) buyurdu ki; “Diğer milletler, tıpkı sofraya yemek için üşüşen insanlar gibi sizin üzerinize üşüşecekler.” Bunun üzerine sahabiler şaşkınlıkla sorarlar: “Ya Rasûlullah, o gün sayımız çok mu az olacak?” Efendimiz (S.A.V.): “Hayır” der. “Bilakis, o gün sayınız çok olacak. Fakat siz bir akıntıyla sürüklenen çer-çöp gibi olacaksınız. Allah, düşmanlarınızın kalbinden sizin korkunuzu silecek, sizin kalbinize de “vehn” verecek.” Bunun üzerine sahabilerden biri sorar: “Vehn nedir ya Rasûlullah?” O da buyurdu ki: “Dünya sevgisi ve ölümü sevmemek, ondan nefret etmek.” (Ebû Davud)

**************

Dediler: “İttihada şedit bir muarızdın. Neden şimdi sükût ediyorsun?”
Dedim: “Düşmanların onlara şiddet-i hücumundan. Düşmanın hedef-i hücumu, onların hasenesi olan azim ve sebattır ve İslâmiyet düşmanına vasıta-i tesmim olmaktan feragatıdır.
“Bence yol ikidir: mizanın iki kefesi gibi. Birinin hiffeti, ötekinin sıkletine geçer. Ben tokadımı Antranik ile beraber Enver’e, Venizelos ile beraber Said Halim’e vurmam. Nazarımda vuran da sefildir.”

*************  

1957 yılında Amerika’nın güneyine araştırma yapmak üzere üs kuran Nasa’yı birgün küçük bir kızılderili çocuk fark eder ve koşa koşa epeyce uzakta bulunan kamplarına gidip Büyükbabasına haber verir.

-Büyükbaba, beyaz adamlar gelmiş,aşağıdaki vadide gördüm. Çok kalabalıklar ve birşeyler yapıyorlar.
Yaşlı kızılderili homurdanmaya başlar, belli ki epeyce sinirlenmiştir.
-Onlarla konuştun mu?
-Hayır, beni görmediler. Ben büyük tepenin üzerinden onları izledim.
-O zaman yarın yanlarına git ve orada ne aradıklarını sor.
Küçük kızılderili ertesi sabah yola koyulur.Üsse varır ve beyaz adamlardan birinin yanına gidip;
-Burada ne yapıyorsunuz? diye sorar.
Beyaz adamlardan birkaçı küçük kızılderilinin başını okşarlarlar, ona gülümserler ve;
-Hani geceleri gökyüzünde parlayan birşey var ya, biz buradan onu seyrediyoruz.
-Ay’ımı? Peki ama neden?
Adamlar küçük çocuğun sorusunu yine gülümseyerek yanıtlarlar.
-İleride… çok yıllar sonra buradan oraya insanları götürebilmek ve orada yeni bir hayat kurabilmek için… Anladın mı?
Küçük kızılderili şaşkınlığını gizlemeye çalışarak “Anladım” der ve koşa koşa uzaklaşır.Öyle hızlı koşmuştur ki, kampa geldiğinde konuşamaz haldedir. Hemen büyükbabasının yanına gider ve kendisine söylenenleri bir bir anlatır. Yaşlı kızılderili torununun anlattıklarını dinledikten sonra iyice sinirlenir,bağırıp çağırmaya başlar.Ertesi sabah yine torununu yanına çağırır ,hayvan derisi üzerine kızgın bir çubukla ve kendi lisanınca yazdığı notu torununa uzatarak der ki;
-Bunu al, beyaz adamlara götür ve onlara de ki;” Bunu büyükbabam gönderdi… Oraya, yani Ay’a gittiğinizde bunu oradakilere verecekmişsiniz”
Küçük kızılderili kendisine söyleneni aynen yapar. Üs deki beyaz adamlardan birine notu verir, Büyükbabasının söylediklerini de iletir ve yine koşaradım uzaklaşır.
Üs çalışanları, belli bölümleri yakılmış deriparçasına bakıp bakıp saatlerce gülerler. Ancak aradan bir kaç gün geçtikten sonra, yaşlı kızılderilinin o notla, sözde ayda yaşayanlara nasıl bir mesaj iletmek istedigini merak etmeye başlarlar. Bu merak günden güne öylesine büyür ki,bir tercüman çağırmaya karar verirler.
Tercüman geldiğinde herkes bir araya toplanır ve merakla beklemeye başlarlar. Bu arada gülüşmeler ara ara devam etmektedir.
Tercüman deri parçasını eline alır , okur ve gözleri fal taşı misali açılmıştır . Herkes şaşkındır, gülüşmeler yerini iyiden iyiye meraka bırakmıştır.
Tercüman gözlerini kalabalığa çevirir ve der ki;
-Not aynen şöyle;
“Bu adamlara dikkat edin,elinizden topraklarınızı almaya geliyorlar!”

************* 

Şimdiye kadar mezarda idik, çürüyorduk.

Şimdi bu ittihad-ı millet ve meşrutiyet ile rahm-ı madere geçtik, neşv ü nema bulacağız.

Yüz bu kadar sene geri kaldığımız mesafe-i terakkiden inşâallah mu’cize-i Peygamberî ile, şimendifer-i kanun-u şer’iye-i esasiyeye amelen ve burak-ı meşveret-i şer’iyeye fikren bineceğiz.

Bu vahşet-engiz sahra-yı kebiri kısa zamanda tayyetmekle beraber, milel-i mütemeddine ile omuz omuza müsabaka edeceğiz.

Zira onlar kâh öküz arabasına binmişler, yola gitmişler.

Biz birdenbire şimendifer ve balon gibi mebadiye bineceğiz, geçeceğiz.

Belki câmi’-i ahlâk-ı hasene olan hakikat-i İslâmiyenin ve istidad-ı fıtrînin ve feyz-i imanın ve şiddet-i açlığın hazma verdiği teshil yardımıyla fersah fersah geçeceğiz.

Nasıl ki vaktiyle geçmiştik.

Tarihçe-i Hayat – 56

***************   

GENÇ KAMYONCU

   

Musa Yukarı, Salim Acar ve Veli

Başarır 1957 yılında İzmir’den Isparta’ya Bediüzzaman’ı ziyarete giderler. Isparta’da kaldıkları süre içinde Bediüzzaman’la görüşmeye muvaffak olamazlar.

Geceleri bir handa kalırlar. Han, geceleri tıklım tıklım dolu olurdu.

Farklı şehirlerden iş gereği Isparta’ya gelip bu handa kalanlar gece odalarına geçmeden önce gruplar halinde masa başında sohbet ederdi.

Genellikle sohbet konusu memleketlerinde yaşanan ilginç olaylar olurdu. Handaki gece sohbetleri, önemli bir radyo haberi dinler gibi herkes tarafından ilgiyle dinlenirdi.

Üç arkadaş handaki gece sohbetine sandalyelerini çekerek katıldılar. Masada oturan gençten biri üç arkadaşa hoş geldin diyerek onları sohbete çekti. Genç onlara nereden geldiklerini ve burada ne aradıklarını sordu.

Musa Yukarı, İzmir’den Bediüzzaman’ı ziyarete geldiklerini ama bir türlü Bediüzzaman’la görüşemediklerini söyledi. Genç, Musa’yı dikkatle dinledikten sonra üç arkadaşın yakınında bir yere sandalye çekerek otururdu.

Onlara “Siz Bediüzzaman’ı mı ziyarete geldiniz?” diye sordu. Musa, “Evet, onun ziyaretine geldik.” deyince gencin yüz çizgileri derinleşti.

Sonra anlamlı anlamlı üç arkadaşa baktı. Genç, sandalyesini onlara biraz daha yaklaştırdı: “Ben size başımdan geçen bir hadise anlatmak istiyorum!” dedi.

Hanın loş ışığı altında üç arkadaş gencin ağzından dökülecek kelimeleri merakla beklediler.

Genç: “Ben kamyon şoförü olarak çalışıyordum. Bir gün taksiyle yanıma tanımadığım üç kişi geldi. Benimle önemli bir iş konuşmak istediklerini söylediler. Onlara “olur.” dedim ve kimsenin bizi görmeyeceği bir köşeye geçtik. İçlerinden biri kısık bir ses tonuyla “memleketimizde Bediüzzaman adında zararlı bir âlim var.

Eğer onu öldürürsen sana elli bin lira para vereceğim. Senin işin, kamyonunla taksiye çarparak olaya kaza süsü vereceksin.” dedi. Bir an yerimde çivilenmiş gibi kaldım.

Birden hayatımın yoksulluk günleri gözlerinin önüne geldi. Paraya çok ihtiyacım vardı. İşi kabul ettim.

Bana çarpacağım taksinin rengini ve plaka numarasını verdiler. Onlara güvenebilmem için de parayı benim tanıdığım birine emanet olarak bıraktılar.

Paraya bir an önce kavuşmak için hemen işi bitirmek için yola çıktım. Daha önce üç adam beni taksinin geçeceği yol güzergâhına getirerek nerede kazayı yapacağını gösterdiler.

Daha sonra kazayı yapacağım yol güzergâhına geldim ve sabırla taksinin gelmesini beklemeye başladım.

Direksiyonun başında, gelen taksilere baktım. Beklediğim taksi bir türlü gelmiyordu.

Nihayet kâğıtta yazılı renkte bir taksi uzaktan görününce anahtarı çevirdim. Taksi biraz daha yaklaşınca plaka numarasından da emin olunca hemen gaza bastım.

Beklediğim taksi birden yolun sağ tarafına çekildi ve durdu.

Taksiden genç biri indi.

Taksinin yol kenarına çekildiğini görünce ben de frene basarak yavaşladım.

Taksiden inen genç yolun sol tarafına geçti ve bir yolcu gibi bana durmam için elini kaldırdı.

Ne oluyor diye frene bastım ve gencin önünde durdum. Kamyonun kapısını açtım:

 “Buyur ne var?” dedim. Genç,

“Hoca Efendi takside seni çağırıyor.” dedi. Bir an durakladım.

Kendi kendime acaba hoca efendi benim onun canına kast ettiğimi mi öğrenmiş diyerek korku içinde biraz bekledim.

Sonra yavaş yavaş kamyondan indim. Şaşırmış ve merak içinde karşıya geçtim. Taksinin yanına yanaştım. Hafif eğilerek açık taksi camından içeriye baktım. Başında sarığı, yüzü nurlu hoca efendi de başını camdan çıkarınca onunla göz göze geldik.

Hoca efendi bana “Oğlum ben memlekete zararlı bir hoca değilim. Sana yanlış bilgi verdiler. Bu teşebbüsünden vazgeç.” dedi.

Hoca Efendi’nin yumuşak, şefkat dolu sesi bana öyle sıcak ve samimi geldi ki yüreğimi iki eline almış gibi kendimi ona yakın hissettim.

Hoca Efendi’nin o sözlerinden sonra kamyon çarpmış gibi darmadağın oldum” diye o günü anlattı.

O gece handa masa başındaki üç arkadaş donmuş birer ağaç gibi sessizce onu dinlediler.

Genç kamyoncu: “Eğer o an

bana para teklif eden o üç kişiyi görseydim üçünü de acımadan kamyonumla ezerdim.” dedi.

Kamyoncu genç, olayı anlatırken öyle heyecanla ve korku içinde anlatıyordu ki Bediüzzaman’dan çok etkilendiği her halinden anlaşılıyordu.

Üç arkadaş, Bediüzzaman’la ilgili hadiseyi dinledikten sonra kendi aralarında:

 “Bu ziyarette Bediüzzaman’ı göremedik ama bu hatırayı dinlemek geldiğimize değdi.” dediler.

       #Kaynak: Ömer Özcan- Ağabeyler Anlatıyor-2-            O Meraklı YOLCU

 

**************   

Eski zamanların birinde bir otlakta öküz sürüsü yaşarmış.Yaşarmış yaşamalarına ama civardaki aslanlar bir türlü rahat bırakmazlarmış onları. Hemen her gün saldırırlarmış bu sürüye. Öküz dediğin öyle yabana atılır bir hayvan değil ki, bir araya toplandılar mı kolayca defetmesini bilirlermiş o koca aslanları.

Gün geçtikçe aslanları almış bir kaygı. “Herhalde bize bu otlağı terk etmek düşüyor” demiş aslanlardan birisi. “Evet” diye tasdik etmiş diğerleri.

“Nereye gideriz” diye düşünürlerken “Bir dakika” diye bir ses duymuşlar gerilerden. Herkes dönüp bakmış sesin geldiği tarafa. Sürünün en çelimsiz, ama kurnaz mı kurnaz bir ferdi olan topal aslanmış söze atılan.

“Hayır” demiş, “Hiçbir yere gitmiyoruz. Siz bana bırakın, ben hallederim bu işi.”

İnanmamış kimse ona ama “Haydi bir şans verelim ne çıkar” diye düşünmüşler.

Topal aslan elinde beyaz bayrak gitmiş öküzlerin yanına. Öküzlerin lideri olan boz öküz sormuş ne istediğini.

Topal aslan “Saygıdeğer öküz efendiler” diye başlamış lafa:

“Bugün buraya sizden özür dilemek için geldik. Evet size defalarca saldırdık, ama niye biliyor musunuz? Hep o sizin aranızdaki sarı öküz yüzünden… Onun rengi gözümüzü kamaştırıyor, aklımızı başımızdan alıyor. Onu gördük mü ne kadar barışsever olduğumuzu unutup size saldırıyoruz. Bunların hepsi sarı öküzün suçu. Verin onu bize, siz kurtulun biz de barış içinde yaşayalım!”

Boz öküz, diğer önde gelenlerle görüşmek üzere geri çekilmiş. Hepsi de sıcak bakmışlar bu teklife. Bir tek yaşlı benekli öküz “Olmaz” demiş ama kimseye dinletememiş sözünü.

Zavallı sarı öküz teslim edilmiş aslanlara. Diğerleri üzülmüşler üzülmesine ama elden ne gelir ki! Bütün sürünün selameti için bir öküz. Gerekliymiş bu.

Gerçekten de günlerce sürüye saldıran olmamış. Huzur içinde geçer olmuş günleri. Ama aslan milleti bu, ne kadar sabreder ki? Hele öküz etinin tadını aldıktan sonra.”Acıktık !” demişler

Topal aslan boz öküzün yanına giderek “Selam !” diye girmiş söze:

“Gördünüz ya biz aslanlar ne denli uysal milletiz. Yalnız buraya bunu söylemek için gelmedim. Büyük bir problemimiz var!..”

“Nedir?” demiş boz öküz merakla.

“Şu sizin uzun kuyruklu öküz” demiş topal aslan ve devam etmiş:

“Öyle uzun bir kuyruğu var ki nereden baksak görünüyor. O kuyruğu salladıkça bizim de aklımız başımızdan gidiyor. Gözümüz dönüyor, sürüye saldırmamak için kendimizi zor tutuyoruz. Gelin verin onu bize bu mevzuyu burada kapatalım. Eskisi gibi barış ve huzur içinde iki taraf da hayatını sürdürsün.”

Boz öküz yine istişare yapmış sürünün ulularıyla. Yine sadece benekli öküz olmuş karşı çıkan. Hepsi de “Verelim gitsin” demişler…

İstişare daha da kısa sürmüş bu defa. Dışlamışlar uzun kuyruğu sürüden.

Saatler sürmüş zavallının çırpınışları ama sonunda o da yenik düşmüş aslanlara.

Tekrar tekrar yinelenmiş bu olanlar. Her geçen gün daha da semirmiş aslanlar, alabildiğince güçlenmişler.

Öküzlerse her geçen gün daha da zayıflamışlar, seyreldikçe seyrelmişler.

Aslanlar küstahlaştıkça küstahlaşıyorlarmış. Artık bir sebep bile söyleme gereği duymuyorlarmış. “Verin bize şu öküzü sonra karışmayız” derlermiş sadece.

Zavallı öküzlerin “Hayır” diyebilecek güçleri kalmamış. Hepsi birer birer can veriyorlarmış aslanların pençesinde. Boz öküz de aralarında olmak üzere birkaçı kalmış en sona.

“Ne oldu bize, ne zaman kaybettik bu harbi aslanlara karşı, oysa ne kadar da güçlüydük?” diye sormuş biri boz öküze. “Biz” demiş boz öküz, gözleri nemli ve sesi pişmanlıkla titreyerek, “Sarı Öküz’ü verdiğimiz gün kaybettik bu kavgayı!.”

**************   

MEHMET ÖZÇELİK

8-6-2022




HEYKEL

HEYKEL

Bu asır genelde ve özelde, dünyada ve bizde heykel asrı ve heykel hakimiyetidir, denilse yanlış olmaz.

Diriler ölülere heykellerle mahkum edildi.

Heykeller keyfi olarak milletin boynuna takılıp çekilen zincirler oldu, olundu.

Heykeller güç kaynağı oluşturuldu.

Başta Abd olmak üzere dünyada heykeller yıkılıyor.

Bu eski görüşlerin yerini, yeni görüş ve ideolojilerin aldığını göstermektedir.

-Türkiye-nin problemi Atatürkçülükte mi yoksa Atatürk’te mi?

Atatürkçülükten uzaklaştıkça İslam dünyasına yaklaşıyor, kabuğumuzu kırıyoruz.

Acaba Türkiye’nin en büyük problemi Atatürk’ü aşmamasında mı yoksa daha doğru bir ifadeyle aştırılmaması, aşmasına müsaade edilmeyip, engellerin konulması mıdır?

İstanbul Atatürk havaalanına Millet bahçesi yapılıyor, sırf adı Atatürk diye hırçınlık, çığırtkanlık, densizlik yapılarak engellenme yoluna gidilerek, terör estiriliyor.

Teröristler de Atatürk’ü mü kullanıyor?

Yani dün Atatürk’e her türlü hakareti yapanlar, bugün onun arkasına gizlenip, meşru olmayan hareketlerine, meşruluk kazandırmaya çalışıyorlar.

Hükümet bu teröre sebep olacak bahaneleri ortadan kaldırmalıdır.

Tarih ve belgeler konuşmalı, gerçekler konuşturulmalıdır.

-Dış müdahale, İslam Birliği ve dışa açılmayı Atatürkçülük mü engelliyor?

Atatürkçülük bir fren görevimi yapıyor?

İçte de kabuğunu kırmanın önündeki engel Atatürkçülük müdür?

Rejim tehdidi kabuğumuzda kalmamıza mı sebep oluyor?

Neden yüz yıl önce biçilip dikilen deli gömleğinden çıkamadık?

-İstanbul Belediyesi heykel yarışına devam ediyor.

Ankara belediyesi de peşinde…[1]

Tüyü bitmemiş yetimin ve millet için harcanması gereken paralar, yapılan heykellerle çarçur ediliyor.

-“İBB; Sirkeci’de Emirler Mescidi’nin bulunduğu alana heykel dikti.

İstanbul 4. Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu; Sirkeci’de bulunan Emirler Mescidi’nin korunması gerekli kültür varlığı olarak tescil edilmesine karar verdi ancak CHP’li Ekrem İmamoğlu yönetimindeki İBB mescidin bulunduğu alana heykel dikti.”[2]

Acaba şimdiye kadar ne gibi başarı gösterdi, heykel dikme başarısı gibi.

Acaba heykel dikme birilerini memnun etme, bir yerlere mesaj verme ve en önemlisi de yapmadıklarını örtmek ve projeleri olmadığı için midir?

-“Sanemperstliği şiddetle, Kur’ân, men ettiği gibi; sanemperestliğin bir nevi taklidi olan sûretperestliği de men eder. Medeniyet ise, sûretleri kendi mehâsininden sayıp, Kur’ân’a muâraza etmek istemiş. Halbuki gölgeli, gölgesiz sûretler, ya bir zulm-ü mütehaccir veya bir riyâ-i mütecessid veya bir heves-i mütecessimdir ki; beşeri zulme ve riyâya ve hevâya, hevesi kamçılayıp teşvik eder. “[3]

-“Memnu’ heykel, sûretler, ya zulm-ü mütehaccir, ya mütecessid riyâ, ya müncemid hevestir. Ya tılsımdır; celb eder o habîs ervâhları.”[4]

UTANÇ TABLOSU

Buna eğitimin bir asırlık yüzü de diyebilirsiniz.

Eğitimin uğraştığı ve ulaştığı noktaya bakın da ibret alın.

Eğitimde bir asırdır kavgayı bitiremeyen, kardeşliği, seviye ve başarıyı elde edemeyen eğitim politikası kendisini göstermelik uygulamalar ve sloganlarla teselli etmeye, kapanmaz ayıbını kapatmaya çalışmaktadır.

-Atatürk büstüne kar topu atan çocuklar büyük bir marifetle, maarifin elemanının marifetiyle cezalandırıldı.

-“12 çocuğa 5816 zulmü.

Büste kartopu attığı iddiası ile sürgün edilen 12 yaşındaki öğrenciye yaşatılan zulüm büyük tepki toplarken, Atatürk’ü Koruma Kanunu adlı 5816 ucubesinin çocuklara büyük mağduriyetler yaşattığı tespit edildi. Kemalizm’in ideolojik sopasına dönüşen 5816 sayılı kanun gereğince 2018 yılında tam 112 çocuğun hakim karşısına çıkarıldığı belirlendi.

..Bayburt Merkez Gaziler İmam Hatip Ortaokulu’nda Mustafa Kemal büstüne kartopu attığı için sürgün edilen 12 yaşındaki kız çocuğuna yaşatılan zulüm gündemdeki yerini koruyor. [5]

Asrın yüz karası bir uygulama ve hukukun düştüğü son nokta…

İnsanların ayıplarını perdelemeleri ve başarısızlıklarını örtmeleri için sürekli kullanılmıştır.

Uğur Mumcu’nun ifadesiyle; ”Banka soyanlar kar maskesi, ülkeyi soyanlar ATATÜRK maskesi taktılar.” demişti.

Öğrencileri Atatürk büstünün önüne mahkum etmek, düşünceyi değil bedeni kontrol ve hapsetmenin basit bir uygulamasıdır.

 

Cahiliye putperestliği geri döndü.

Eğer Mekke Medine elimizde kalsaydı ve bu adamlar onun içine çok rahat 360 put koyarlardı. Bu konuda Bediüzzaman;

“İKİNCİ MESELE: Yirmi sene evvel tabedilen Sünuhat risalesinde, hakikatli bir rüyada, âlem-i İslamın mukadderatını meşveret eden ruhani bir meclis tarafından bu asrın hesabına Eski Said’den sordukları suale karşı verdiği cevabın bir parçası şimdilik tezahür etmiştir. O zaman, o manevi meclis demiş ki: “Bu Alman mağlubiyetiyle neticelenen bu harpte Osmanlı Devletinin mağlubiyetinin hikmeti nedir?”

Cevaben Eski Said demiş ki: “Eğer galip olsaydık, medeniyet hatırı için çok mukaddesatı feda edecektik. Nasıl ki yedi sene sonra edildi. Ve medeniyet namıyla âlem-i İslam, hususan Haremeyn-i Şerifeyn gibi mevâki-i mübarekeye, Anadolu’da tatbik edilen rejim kolaylıkla, cebren teşmil ve tatbik edilecekti. inayet-i İlahiyeyle onların muhafazası için kader mağlubiyetimize fetva verdi.”[6]

“CHP’li Maltepe belediyesinden ‘her mahalleye bir heykel’ hamlesi.

CHP’nin heykel sevdası resmen boyut atladı. CHP’li Maltepe belediyesinin, Gürcistan, Özbekistan, Rusya ve Türkiye’den sanatçıların yapacağı heykelleri mahallelere yerleştirileceği açıklandı.”[7]

Cahiliye dönemi yeniden hortladı.

Peygamberi mesaj gerek.

Elleriyle put yapanlar, yaptıkları putlara tapmakta, inanmama veya iman zayıflığını bununla gidermektedir.

Kaderin şu tecellisine bakın ki, düne kadar dindar insanlara ve başörtüsüne saldırıp gerici diyen, herkes aya giderken bunlar başörtüsüyle uğraşıyor diyenler, bugün kendileri heykel dışında bir marifet gösterememektedirler.

MEHMET ÖZÇELİK

08-06-2022

 

[1] https://seslimakale.com.tr/videodetay/suleyman-ozisik–mansur-yavasin-cevap-veremedigi-soru-41615

[2] https://www.ahaber.com.tr/gundem/2020/09/08/ibb-sirkecide-emirler-mescidinin-bulundugu-alana-heykel-dikti

https://www.haber7.com/dunya/haber/3223778-ibbnin-koruma-altina-aldigi-inonu-heykelinin-altindan-tarihi-cami-cikti

[3] Bediüzzaman. Sözler. 374.

[4] Age.668.

[5] https://www.yeniakit.com.tr/haber/112-cocuga-5816-zulmu-1072187.html

https://www.facebook.com/100044344933494/posts/pfbid02atjG3joim1WYUZ6S6cAbKEuUhMXXQJYFbWwfxvBnetPbbTtVaHLpbAPGr8gVZg3Hl/

https://youtu.be/F6ZLYfoD8R4

http://makale.yalanyazantarihutansin.org/2019/01/25/ingilizlere-komik-gelen-19-mayis-torenimiz/

https://www.sabah.com.tr/galeri/turkiye/tarihci-murat-bardakci-101-yil-sonra-tum-detaylarini-aktardi-o-gemide-asker-ve-sivil-79-yolcu-vardi

[6] Kastamonu lahikasi.19.

[7] https://www.haber7.com/guncel/haber/3148101-chpli-maltepe-belediyesinden-her-mahalleye-bir-heykel-hamlesi

 




GEÇMİŞTEN GELECEĞE YOLCULUK

GEÇMİŞTEN GELECEĞE YOLCULUK

Allah insanı bu dünyada o sonsuz olan kosmosa ve Ezeli ve Ebedi olan kendisine celp etmektedir.

Yani insan sonsuzluk yolcusudur.

İnsanı bu dünya okulunda, bu dünya staj yerinde, kabiliyetlerinin açılımı yerinde neşvünema bulacağı adeta bir ekin yeri olaraktan burada talim ettirmekte, öğretip geliştirmektedir.

Yani diğer bir ifade ile bu dünyayı kendisi için yaratmış olduğu bu insana, bu kainatı böylece hazırlamaktadır. Bu dünya insana hazırlanmış, kainatta aynı şekilde insanın kabiliyeti doğrultusunda insan için yaratılmıştır.

Kainat için insandır.

Ezel canibinden yola çıkan ve kainat Allah’ın ilim, irade ve kudretiyle ebede doğru yol alıp gitmektedir.

Zamanın belli bir dilimini ve noktasını, ilk başlangıcını bir iptida noktası düşündüğün zaman, sona doğru, ebediyete doğru gitmektedir.

Her şey önce nokta ile başlar ve neticede kelime ve cümle olur. Sonu yine bir nokta ile bitmiş olur.

Allah’ın ilim, irade ve kudretiyle insan tüm varlıklarla beraber yol alıp gitmektedir.

************

İleride olacak veya olabilecek bazı şeylerin tahmininde bulunmak, gaybı[1] yani geleceği bilmek değildir.

Yukarıya doğru yükselenler elbette başkaları için geçmiş ve gelecek olan şimdiki zaman gibi olur.

Manen yükselenlerde gaybi olan haberleri keşifleriyle önceden tahmin edebilirler.

Tıpkı bir ay öncesinden hatta yıllar öncesinden bazı coğrafik olay, yağmur ve kar olacağını hava tahmin raporlarıyla tahmin etmesi gibi.

Zira bu durum kesin değil, tahmin raporudur.

-Müştâk Baba’nın Ankara’nın başkent olacağını önceden bilmesi gaybı yani geleceği bilmek değildir.

“Müştâk Baba Hazretleri, bir târihde Hacı Bayrâm Velî Hazretlerinin türbesini ziyâret ettiği sırada gönlüne gelen ilâhî bir ilhâm ile Ankara’nın başkent olacağını keşfetmiş ve bu keşfini, pek zarîf remzlerle ve işâretlerle dolu olan şu nutk-i şerîfiyle beyân etmişdir. Bu nutk-i şerîf, 1847 senesinde neşredilen meşhûr dîvânında 73. sıradaki manzûmedir.”[2]

-Rahmetlik babama bir zatın 50 sene öncesinde, 73 yaşında öleceğini söylemesi ve neticesinde aynen hiçbir şeyi yokken 73 yaşında ölmesi bir gaybı bilmek değildir.

Hatta 73 yaşına girdiğinde kendi kendime düşündüm; acaba başı mı, ortası mı, sonu mu?

Ortasında vefat etti.[3]

-Bediüzzaman’ın kendi vefatına tarih düşmesi ki, bunun benzerleri gayet çoktur.[4]

-İstanbul’un fethine tarih düşülmesi gibi.[5]

-Peygamber Efendimizde gelecekle ilgili, İstanbul’un fethi gibi hususlarda doğru haber vermesi gibi.

*Hakeza Ahmet Amiş (1807-20 Şaban 1338-9 Mayıs 1920 Fatih-İstanbul) Efendinin verdiği haberlerde gayb cinsinden değildir.

· Hazreti Âdem’e bütün diller teklif edildi, ama Türk lisanını seçti. Onun için Türk devleti ilelebet payidâr olur.
· Yerde gökte büyük değişiklikler olacak.
· Semâvatta büyük değişiklikler olacak bir yıldız peyda olacak.

*Paris şehri semavî bir hâdise ile mahvolacak.

*Üçüncü Dünya Harbi çıkacak, Efendim hazretleri buyurdu ki; “Rusya mahvolacak, küçük bir devlet haline gelecek.” Anadolu ahalisine dua ettim, bu badirede onlara ziyan gelmeyecek. Bu esnada avucunu sıkar gibi yaparak “Rusyayı küçülttüm, küçülttüm.”
· İngiltere ve Yunanistan mahva mahkûmdur. İngilizler o zaman Türk donanmasına bakıp gıpta edecekler, hayıflanacaklar.
· Ona memnunum ki sizi çok iyi günler bekliyor. Efendim ( Mehmed Tevfik Efendi Hazretleri nakletti):
60 – 70 sene büyük iyilik olacak. Memleket selâmla idare edilecek. Ben görmem ama sen görürsünüz, buyururlardı. Efendim de ( Hoca Efendi Hazretleri ) orada idi ama kemâlâtından ötürü ona değil bana söylerlerdi.

-Bir sabah Efendimin huzuruna girdiğimde:
“Mustafa ne haberler var ?” diye sordular. O sabahki gazeteler Yunanlıların Bursayı işgal ettiğini yazıyordu. Arz ettim.
“Gelen kitabî, biz değiliz” buyurdular. Gazeteyi kendilerine verdim. Gazetedeki resimde bir Yunan zabiti Orhan Gazi’nin sandukasının üzerine oturmuş, elindeki kamçı ile sandukaya vuruyordu. Bunu görünce mübarek gözleri doldu. Hiddetle:
“Bu kâfirler Anadolu’dan çıkacak! Çıkacak! Çıkacak! Onlar nasıl kaçtıklarını; kovalayan nasıl kovaladığını bilemeyecek” buyurdular. Her bir ‘çıkacak ‘ lâfı bir seneye tekabül etti. Üç yıl sonra Yunanlıları Anadolu’dan kovaladık. Onlar nasıl kaçtıklarını, bizimkiler nasıl kovaladıklarını bilemediler.
· (Bu beyan Mustafa Özeren Efendi’den rivayettir. Nakleden Dr. Hamdi Hizalan Beyefendi’dir.)
1919 da Ahmed Amîş Efendi’ye: İzmir işgal oldu haberi iletilince:

“Muvakattir!” (vakitli, geçici bir zamandır) buyurup, aynı sözü üç defa tekrarlamışlar. Gerçekten İzmir işgali üç sene sürmüş..

… Fatih ile Yavuz Selim Han, İmâmeyn silkindendir. Türk devleti ( bir defasında da: Türk Milleti) ilâ yevmi’l – kıyâme baki kalır, payidar olur. Fakat şekl-i idaresi şekilden şekile tahavvül eder.”[6]

MEHMET ÖZÇELİK

8-6-2022

[1] http://www.tesbitler.com/2015/01/03/gayb/

http://www.tesbitler.com/2021/01/30/kuran-i-kerim-den-ilmi-ve-gaybi-hakikatler/

[2] https://defter-i-ussak.blogspot.com/2018/10/ankaranin-baskent-olacagini-bir-asir-oncesinden-haber-veren-zat-kimdi.html

[3] http://www.tesbitler.com/2020/02/20/41-yasinin-kerameti/

[4] https://www.risalehaber.com/said-nursinin-siirindeki-yikik-mezar-sirri-112713h.htm

[5] http://www.tesbitler.com/2020/07/11/istanbulun-fethi-ve-fatih/

[6] FATİH SERTÜRBEDÂRI TIRNOVALI-Kutbu’l-Ârifîn, Gavsu’l-Vâsilîn
Mürşid-i Kâmil El-Hâc- AHMED AMÎŞ EFENDİ-Kaddesellâhü sırrahu’l azîz)Sh.40-41,43.