ÂH ÇEKİYORUZ -ÂHI ÇEKİYORUZ

ÂH ÇEKİYORUZ -ÂHI ÇEKİYORUZ

Geçmişle köprüsünü yıkan, geçmişini sadece unutmakla kalmayıp, inkâr edip ve de eziyet çektiren bu millet bedel ödüyor.

Âh ödüyor.

Cumhuriyet döneminde çekilen bunca sıkıntının en önemli sebeplerinden birisi ve belki de birincisi;

155 kişilik hanedanı ve hizmetçileriyle birlikte 300 kişinin hanedanı sürmesiyle gerek Vahdettin’in ki tabutuna bile borcundan dolayı haciz konulmuş ve de Abdulmecid Efendiyle beraber kadın erkek hanedan mensupları parasızlık içerisinde sıkıntılar içerisinde yaşamışlardır.

-“Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 3Mart1924’te kabul ettiği 431 sayılı kanun uyarınca Türkiye dışına çıkartıldılar.
Şehzadelere 24 ile 72 saat, kadınlara bir haftayla on gün arasında, önem sıralarına göre değişen süreler tanınmıştı. Sadece padişah eşleri olan kadın efendilerden ve Hanım Sultan- Sultanzade çocuklarından, isteyenlerin Türkiye’de kalmasına izin verildi.
İkişer bin İngiliz lirasıyla sürgüne gönderilen hanedan mensuplarının Türk vatandaşlıkları ellerinden alındı, adlarına “sadece çıkışa mahsus” olan bir yıllık pasaport düzenlendi, Türkiye’ye girmeleri, Türkiye’den transit geçmeleri ve Türk topraklarında taşınmaz mal edinmeleri yasaklandı, mal varlıklarının da tasfiye edilmesi kararlaştırıldı.”[1]

-“Bir akşam üzeri, mektepten yeni dönmüştüm. Konağa iki polisle bir komiser geldi. Komiser, ağlıyordu. Bana bir kağıt imzalattılar. 14 yaşındaydım. Ne olduğuna bile bakmadan imzaladım. Acelem vardı, bisiklete binecektim. Meğer, 24 saat içerisinde Türkiye topraklarını terk edeceğime dair garanti vermişim”.
Sultan İkinci Abdülhamid’in torunu, “şehzade-i civan-baht, asaletlu, necabetlu Mehmed Orhan Efendi”nin 67 yıllık sürgünü, bu kağıdı imzalamasıyla başlamış.

“Ertesi gün babamı, beni ve kardeşlerimi Sirkeci istasyonuna götürdüler. Simplon Ekspresi’ne binecektik. Babam, annemi boşamıştı, kadıncağız İstanbul’da kaldı. Ailenin çoğu, istasyondaydı. Daha evvel, tren yerine vapurla gitmeyi düşünmüştük. Ama ‘hanedanı Gülcemal vapuruna koyup Çanakkale’yi geçtikten sonra vapuru batıracaklar’ diye bir şayia çıkmıştı. Şehzadelerin çoğu, bu yüzden fikrini değiştirip trenle gitmeye karar verdi.”[2]

-“..Memleketi, sevgili vatanı terk etmeye mecbur olmuştuk. Hangi diyarlara gidecektik? Türkiye’nin taşından, toprağından yaratılmıştık. Cesetlerimiz, kemiklerimiz, o toprağın mahsulü idi.
…Biz Avrupa prensesleri gibi yetiştirilmiş, hayatın ne olduğunu gören, bilen insanlar değildik. Üstelik servetimiz de yoktu.”[3]

-“1959 yılının son günlerinde, Bağdat’tan Kahire’ye giden askeri uçağın tek yolcusu vardır. Elleri kelepçelidir. Ayakları da, binlerce metre yüksekte uçarken kaçmaması için, zincire vurulmuştur. Yolcunun adı, Mahmud Namık’tır. 45 yaşındadır. Osmanlı hükümdarlarından Mehmed Reşad’ın torunudur. Dolmabahçe Sarayı’nda başlayan hayatı, 1965 yılında, Mısır’ın baş­kentindeki Tora zindanında noktalanacaktır.”[4]

-“Adına marşlar bestelenen, meydanlara heykelleri dikilen, üniversitelere ismi verilen, yarattığı Plevne Destanı hemen herkesin hafızasında olan Gazi Osman Paşa’nın erkek soyundan gelen tek torunu Bülent, sürgünde büyü­müştür. Türkiye’ye girişi yıllarca yasaktır, zira babaannesi hanedandandır, Abdülhamid’in kızı Naime Sultan’ dır.”[5]

-Abdülhakîm Arvasî Hazretleri, “Bu millet, Sultan Aziz’in âhını çekiyor; daha Sultan Hamid’e sıra gelmedi. Biz bu Hanedana Yapılan Zulme Kayıtsızlığımızın Cezasını Çekiyoruz. Hanedan Bedduası Müthiştir. Bizim Ecdadımız Hanedan Bedduasından Korkardı. Çünkü Onların Liderlikleri Allah’ın Tensibi, Takdiri ve Kendi Bileklerinin Hakkıydı…” demiştir.

Rahmetli Adnan Menderes ve Turgut Özal’ın muvaffakiyetlerindeki bir sırda; Bu hanedan mensuplarına olan müzaheretleridir.

“… Söğüt’ten elde kılıçla çıkıp, Viyana’ya kadar gidenlerin torunuyduk. Türkiye’nin fenalığını nasıl düşünürdük? Ama memlekete 600 sene hizmet ettikten sonra, bir gecede kovulduk. Diş değiştirirken kovuldum, saçlarıma ak düştü­ğünde dönebildim…”. Emine Mukbile OSMANOGLU.(Sultan Reşad’ın torunu)

“… Gurbeti, vatansızlığı anlayamazsınız…Hepimizin evinde, Türk toprağı vardı. Yıllarca, başucumda Çamlıca toprağıyla yattım. Çocuklarım Türkiye’de bü­yüsün, Türkiye’de evlensin, Türkiye’de yaşasın istedim. Her işi denedim…Hammallık yaptım, yağlıboya tablo sattım. İzin çıkınca koşarak geldik ama, “Niçin geldiniz?” diyenler oldu. Nasıl yaşadığımızı bilmeyerek, hala altın arabalarla gezdiğimizi sandılar …” Osman Nami OSMANOGLU. (Sultan Abdülhamid’in torunu)

-“…Biz, sürgün Osmanlılar, her baharda bir kere daha ölür, diriliriz… Bütün gençliğimiz, en güzel hatıralarımız, İstanbul’un baharı ile süslenmiştir” Ali Vasıb (1903-1984) (Beşinci Murad’ın torunu)

MEHMET ÖZÇELİK

12-05-2020


[1] SON OSMANLILAR. MURAT BARDAKÇI.6.

[2] Age.17.

[3] Age.48.

[4] Age.71.

[5] Age.92. Bak. https://www.youtube.com/watch?v=BO5OMK9kCr0&t=3s  https://www.youtube.com/results?search_query=ekrem+bu%C4%9Fra+ekinci+s%C3%BCrg%C3%BCndeki+hanedan




RABBİNİ TESBİH ET

RABBİNİ TESBİH ET

Kur’an-ı Kerim’de tesbih ifadesi bir çok ayette geçer.

Allah’ı bütün noksanlardan ve noksanlıklardan tebrie ve tenzih etmek anlamınadır.

O Mukaddestir.

Tesbih et manasına emri ifade eden âyetlerde şöyle buyurulur:

-“Zekeriya, “Rabbim! (çocuğum olacağına dair) bana bir alâmet ver” dedi. Allah da şöyle dedi: “Senin için alâmet, insanlarla üç gün konuşamaman, ancak işaretleşebilmendir. Ayrıca Rabbini çok an, sabah akşam tesbih et.”Âl-i İmran41.

-“O hâlde, Rabbini hamd ile tesbih et (yücelt) ve secde edenlerden ol.”Hicr.98.

-“(Resûlüm!) Sen, onların söylediklerine sabret. Güneşin doğmasından önce de batmasından önce de Rabbini övgü ile tesbih et; gecenin bir kısım saatleri ile gündüzün etrafında (iki ucunda) da tesbih et ki, hoşnutluğa eresin. “Taha.130

-“Sen, o ölümsüz ve daima diri olana (Allah’a) tevekkül et. O’nu her türlü övgüyle yücelterek tesbih et. Kullarının günahlarından hakkıyla haberdar olarak O yeter!”Furkan.58.

-“(Resûlüm!) Şimdi sen sabret. Çünkü Allah’ın vâdi gerçektir. Günahının bağışlanmasını iste. Akşam-sabah Rabbini hamd ile tesbîh et.” Mümin.55.

-“(Resûlüm!) Onların dediklerine sabret. Güneşin doğuşundan önce de, batışından önce de Rabbini hamd ile tesbih et. 

Gecenin bir bölümünde ve secdelerin ardından da O’nu tesbih et. “Kaf.39-40.

-“Rabbinin hükmüne sabret. Çünkü sen gözlerimizin önündesin. Kalktığın zaman da Rabbini hamd ile tesbih et.

Gecenin bir kısmında ve yıldızların batışından sonra da O’nu tesbih et.”Tur.48-49.

-“O hâlde, O yüce Rabbinin adını tesbih et (yücelt).”Vakıa.74,96,Hakka.52,A’la.1.

-“Rabbini överek tesbih et; O’ndan bağışlama dile, çünkü O, tevbeleri daima kabul edendir.”Nasr.3.

-“Gecenin bir kısmında O’na secde et; gecenin uzun bir bölümünde de O’nu tesbih et.”İnsan.26.

-“Bunun üzerine Zekeriyya, mâbetten kavminin karşısına çıkarak onlara: «Sabah akşam tesbihte bulunun» diye işaret verdi.”Meryem.11,Secde.15, Fetih.9.

-“O’nu sabah akşam tesbih edin.”Ahzab.42.

-“Yedi gök, yer ve bunlarda bulunanlar O’nu tesbih eder; O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur; fakat siz onların tesbihlerini anlamazsınız. Doğrusu O Halim olandır, Bağışlayan’dır.” İsra.44.

************   

İbni Abbas radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Rükûda âlemlerin Rabbine tâzim ediniz. Secdede ise dua etmeye çalışınız; çünkü oradaki duanızın kabul olma şansı daha fazladır.”Müslim, Salât 207.

-İbni Ömer radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ile askerleri tepelere çıktıklarında Allahuekber derler, düzlüklere indiklerinde de subhânallah diye tesbih ederlerdi.”Ebû Dâvûd, Cihâd 72.

-“Ey Fatıma! Allah’tan takva üzere ol. Rabbinin farzını yerine getir. Ehlinin işini yap. Yatağına girince; otuz üç kere Tesbih, otuz üç kere tahmid, otuz dört kere de tekbir et. Böylece yüz eder. Bu senin için bir hizmetçiden daha hayırlıdır.” Ramuz el e-hadis, 14. sayfa, 16. Hadis.

-“Sizden biri rükua vardığında ellerini dizleri üzerine koysun. Sonra mafsallarındaki bütün kemikler sükunet buluncaya kadar beklesin. Ve üç defa Tesbih getirsin. Esasen insanın bedeninde üçyüz otuz üç kemik ve üçyüz otuz üç damar Allah’ı Tesbih ederler. Secdeye vardığında da üç defa Tesbih etsin. Zira o kimsenin bedenindeki bütün kemik ve damarlar yine aynı şekilde Tesbih eder.” Ramuz el e-hadis, 48. sayfa, 11. Hadis.

-“Namazdan sonraki tesbihatlar tarikat-ı Muhammediyedir (a.s.m.) ve Velayet-i Ahmediyenin (a.s.m.) bir evradıdır. O noktadan ehemmiyeti büyüktür. Sonra, bu kelimenin hakikati böyle inkişaf etti:
Nasıl ki, risalete inkılâp eden velayet-i Ahmediye (a.s.m.) bütün velayetlerin fevkindedir. Öyle de, o velayetin tarikatı ve o velayet-i kübranın evrad-ı mahsusası olan namazın akabindeki tesbihat, o derece sair tarikatların ve evradların fevkindedir. Bu sır dahi şöyle inkişaf etti ki:
Nasıl zikir dairesinde bir mecliste veyahut hatme-i Nakşiyede bir mescidde birbiriyle alâkadar heyet-i mecmuada nuranî bir vaziyet hissediliyor. Kalbi hüşyar bir zat namazdan sonra sübhânallah, sübhânallah deyip tesbihi çekerken, o daire-i zikrin reisi olan zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselamın müvacehesinde yüz milyon tesbih edenler, tesbih elinde çektiklerini manen hisseder. O azamet ve ulviyetle sübhânallah, sübhânallah der. Sonra o serzâkirin emr-i manevisiyle, ona ittibaen elhamdü lillâh, elhamdü lillâh dediği vakit, o halka-i zikrin ve o çok geniş dâiresi bulunan hatme-i Ahmediyenin (aleyhissalâtü vesselam) dairesinde yüz milyon müridlerin elhamdü lillâh, elhamdü lillâh’larından tezahür eden azametli bir hamdi düşünüp içinde elhamdü lillâh ile iştirak eder, ve hâkezâ Allahu ekber, Allahu ekber ve duadan sonra lâ ilâhe illâllah, lâ ilâhe illâllah otuz üç defa o tarikat-ı Ahmediyenin Aleyhissalâtü Vesselam halka-i zikrinde ve hatme-i kübrasında o sabık manayla o ihvan-ı tarikatı nazara alıp o halkanın serzâkiri olan zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselama müteveccih olup -Milyon kere salât ile milyon kere selam Senin üzerine olsun ey Allah’ın Resûlü.- der, diye anladım ve hissettim ve hayalen gördüm. Demek tesbihat-ı salâtiyenin çok ehemmiyeti var.” Bediüzzaman. Kastamonu Lahikası.72-73.

MEHMET ÖZÇELİK

12-05-2020