İŞTE SEN BUSUN!!!
İŞTE SEN BUSUN!!!
ACZİYETİNİ BİL VE ANLA!!!
Allaha
dayanıp güvenen insan, kâinatın fevkinde bir kıymet ve güç alır.
Allah’a
karşı acizliğini ve fakirliğini anlayan insan en güçlü ve en zengin insandır.
O’na
intisab etmeyerek kendine güvenen insan ise, bir mikrop kadar bile bir kıymet
ve gücü yoktur.
İşte
dünyanın hali.
İşte
sen busun.
Bir
mikrop dünyayı dize getirdi.
Ekonomileri
çökertti.
Sistemleri
çökertti.
Yıllık
bütçelerle oynadı.
Şımarıkça
göklere yükselen, denizlerin derinliklerinde yüzen, dağların üstüne çıkıp dünyayı
yol edinen bu aciz insan, evine hapsoldu.
Çıkarsan
ölürsün!!!
Gücün
kaç kuruş etmekte, zenginliğin kaç para etmekte…
Parça
parça olduktan ve de eline parayı aldığında virüs geçeceği korkusunu yaşadıktan
sonra.
Ey
insan! Aslında sen O’nsuz bir HİÇ-sin, HİÇ Bir Şeysin…
O’nsuz
sana bir mikrop, bir virüs bile değer vermiyor.
Kıymetin
bir mikrop kadar bile yok.
Bir
Ben Vardır Bende, Benden İçeri.
Ben
bile bende değilim, benim değil.
Nelik
dava ediyorsun ki!
Neyin
davasını güdüyorsun ki?
Silkin
ve de kendine gel.
Bu
mikrop ilahi bir memurdur.
O’nsuz
iş yapmaz.
Azrail
bile O’nsuz iş yapıyor mu?
Belki
bu virüs seni O’nun sahibine yönlendirmek içindir!
Uyarıp
ikaz etmek içindir.
Sen
kendinde değildin.
Kendine
gel.
O’na
gel.
Her
şey; Minallah ve İlallah.
Her
şey O’ndan yine O’na gitmektedir.
O’ndan
geldik ve O’na gideceğiz.
Sen
de O’ndan, mikrop da…
İşini
yap ve mütevekkil ol.
Gururlanma!
Acziyetini
bil ve anla!
Artık
makro alemden mikro aleme, âfaktan enfüse, başkalarından kendine dön.
Dışarıda
ve dışta değil, içeride ve içinde gez ve kal.
Kendini
dağıtma toparla.
Virüs
kendimizi kendimize döndürmek ve kendimize getirmek için gönderilmiş bir memuru
ilahidir.
Dur
ve düşün…
Virüsün
her gün hayattan ayırdığı kişiler yüzlercedir. Dikkat et.
Azrail’in
aldığı ise yüz binlerdir. Daha çok dikkat et.
Karun
gibi deme;” Kârûn, “Bunlar bana bendeki bilgi ve beceriden dolayı verilmiştir”
dedi. O, Allah’ın kendinden önceki nesillerden,
ondan daha kuvvetli ve daha çok mal biriktirmiş kimseleri helâk etmiş olduğunu
bilmiyor muydu? Suçlulukları kesinleşmiş olanlara günahları konusunda soru
sorulmaz (Çünkü Allah hepsini bilir).”[1]
-“Ey dünya zevkini
düşünüp hastalıktan ıztırap çeken kardeşim! Bu dünya eğer daimî olsaydı ve
yolumuzda ölüm olmasaydı ve firak ve zevâlin rüzgârları esmeseydi ve musibetli,
fırtınalı istikbalde mânevî kış mevsimleri olmasaydı, ben de seninle beraber
senin haline acıyacaktım. Fakat madem dünya birgün bize “Haydi,
dışarı” diyecek, feryadımızdan kulağını kapayacak. O bizi dışarı kovmadan,
biz bu hastalıklar ikazatıyla şimdiden onun aşkından vazgeçmeliyiz. O bizi terk
etmeden, kalben onu terke çalışmalıyız.
Evet, hastalık bu mânâyı bize ihtar edip der ki: “Senin
vücudun taştan, demirden değildir. Belki daima ayrılmaya müsait muhtelif
maddelerden terkip edilmiştir. Gururu bırak, aczini anla. Mâlikini tanı,
vazifeni bil, dünyaya niçin geldiğini öğren.” Kalbin kulağına gizli ihtar
ediyor.
Hem madem dünyanın zevki, lezzeti devam etmiyor. Hususan
meşru olmazsa, hem devamsız, hem elemli, hem günahlı oluyor. O zevki
kaybettiğinden hastalık bahanesiyle ağlama; bilâkis hastalıktaki mânevî ibadet
ve uhrevî sevap cihetini düşün, zevk almaya çalış.”[2]
-“Evet, ibadet iki
kısımdır: bir kısmı müsbet, diğeri menfi. Müsbet kısmı malûmdur. Menfi kısmı
ise, hastalıklar ve musibetlerle, musibetzede zaafını ve aczini hissedip,
Rabb-i Rahîmine ilticâkârâne teveccüh edip, Onu düşünüp, Ona yalvarıp hâlis bir
ubudiyet yapar. “[3]
[1] Kasas Suresi 78. Ayet.
[2] Lem’alar. Bediüzzaman.209.
[3] Age.16.