SİSTEM ÇÖKTÜ
SİSTEM
ÇÖKTÜ
Sistemler
çöktü.
Daha
önceden şaka olarak da olsa bir Milli Eğitim Bakanının; Yav, şu okullar olmasa
Milli Eğitim Bakanlığı ne güzel idare edilir, sözü herhalde bu günlerde gerçek
oluyor. 30 Nisan’a kadar daha uzatılmış
olması ve okulların 2. Hafta öncesi ile beraber ki; ondan sonra da uzatılacağı
ihtimali ile beraber, bu durumda;
Sistemin
kendisini gözden geçirmesi, köklü bir sisteme geçiş yapması lazım.
Yüz
yıldır bir türlü oturmayan ve herkes tarafından şikayet edilen bu sistem, akıl
ve kalp odaklı ve de geçmiş birikimden istifadeyle geleceğe yürünmelidir.
Bu
Türkiye için de öyle ve dünya için de öyledir.
Dünyadaki
tüm sistemler çöktü.
Ekonomiler
çöktü.
Sağlık
sistemleri çöktü ve en azından tökezledi.
Eğitim
sistemleri çöktü.
Siyasi
ve yönetim sistemleri çöktü.
Toplum
sekteye uğradı.
Yüz
yıl önce baskı, korku, jandarma dipçiği, İstiklal mahkemeleri ve de Darağaçları
ile yapılan inkılaplara karşı bugün bir virüs camileri kapatıyor, kiliseler
kapanıyor, zikir-hane, medrese aktif değil.
Reform
yapmadan, kan dökmeden, ihtilale teşebbüs etmeden toplum bir mikropla
değiştirilebiliyor.
Özellikle
Milli Eğitim bir asırdır rayından çıkmış; insan, zaman ve ekonomik bu kayıpları
dijital ve de daha aktif bir yöntemle, eğitim ordusunu seferber ederek rayına
oturtturabilir.
Milli
Eğitim kendisini sorgulamalı, tüm kurumlar gibi.
Şuurlu,
bilinçli, düşünceli, donanımlı, geleceği gören bir nesil yetiştirmeli.
Aklını
Fen ilimleriyle, Kalbini de Din ilimleriyle donatmış bir gençliğe hava ve su
gibi ihtiyaç var.
***************
1984
yılında Özal dönemi Milli Eğitim Bakanı Vehbi Dinçerlerdir.
Sayın
Dinçerler gelen bakanlar içerisinde en büyük hizmeti yapan bir kişidir.
O
zamana kadar atalarının maymundan geldiğini ifade eden bir eğitim sistemine ilk
defa alternatif olarak derslerde aksinin de yani bir insandan ve Hz. Âdemden
geldiğini ifade etmenin önünü açtı. Ve yine vesile olup;
Japonya’dan
60 pedagog istiyor ve Eğitim konusunda uzman bu heyet, Türk gençleri hakkında
araştırma yapmak üzere ülkemize gelirler.
Ve
gelen Pedagoglar Türkiye’nin 63 vilayetini geziyorlar. Tutmuş oldukları
raporları Merhum Özal’a sunuyorlar.
O
da onlara; Neticeyi soruyor. Aldığı cevap ise;
-“Sizin
gençlerinizde millî şuur yok!”
Yani
Sizde bilinçli ve şuurlu bir nesil kaybı var.
Bakan
soruyor, ne yapabiliriz, diye.
Onlar
diyorlar ki; Sizin bir Çanakkale’niz var ki, Bizim Hiroşima’mızdan daha büyük
bir etki ve şok yapacaktır.
Biz
çocuklarımızı küçük yaşta alıyor ve Hiroşima’yı gezdiriyoruz.
Ve
bakın diyoruz, Eğer sizler okumaz ve çalışmayıp ilerlemezseniz sizi böyle gelir
bombalar ve yok ederler.
Siz
de çocuklarınıza Çanakkale’yi gezdirin, her bir metrekaresine binlerce bombanın
düştüğü bir yer orası.
Bizim
Hiroşima’dan yüzlerce kat daha etkilidir.
Şoklu
eğitim yaptıklarını söylüyor.
Bunu
uzunca şöyle dile getirirler:
“Biz”
diyor, Japon eğitimci, “Okula başlayacak olan çocuklarımıza bir program
uygularız. Önce onları en gelişmiş fabrikalarımıza götürür, robotların yaptığı
makineleri gösteririz.
Makine
yapan makineler karşısında hayret ve hayranlık içinde kalır masum yürekleri.
Anlayacakları
bir dille, orada yapılanları açıklarız. Bu fabrikaların sadece Japonya’da
yapılabildiğini, başka milletlerin bunu başaramadıklarını, okul öncesi
çocuklarımıza anlatırız.
O
küçücük çocuklar, duyduklarına hem şaşırırlar, hem de çok mutlu olurlar.
Bu
geziler tamamlanır.
Çocuklar,
saatte 250-300 km sürat yapan trenlere bindirilir. Bu araçların da sadece
Japonlar tarafından yapılabildiği vurgulanır. Eğer kendileri de iyi ve düzenli
çalışırlar ve Japon olduklarını unutmazlarsa, bunların daha lüks ve daha
süratli olanlarını yapabileceklerdir.
Bu
geziler zinciri, onlara Japon olmanın ne kadar önemli bir şans olduğunu kabul
ettirir. Sonunda yolları, Nagazaki ve Hiroşima’ya düşürülür.
Orada,
Japonların İkinci Dünya Savaşı sırasında başlarına gelen felaket anlatılır. “Bu
çalışkan milletin düşmanları da vardır. Eğer daha çok ve daha dikkatli
çalışmazlar ve iyi Japon olmazlarsa, kendilerinin de başına, bu bombaların daha
beteri atılabilir. Çünkü eski düşmanlıklar, bütünüyle bitmiş değildir.”
Çocuklar,
atom bombası atılmış şehirlerde yaşanan apacı hatıralarla sarsılırlar. Zira
atom bombasından geriye, sadece on binlerce ölü, yaralı ve ot bile bitmeyen
topraklar kalmıştır. Bu dehşetli gerçek, onları derinden derine etkiler.
Okul
hayatında da, bu bilgi ve bilinç çerçevesi etkili bir biçimde genişletilir.
Dolayısıyla bu gençlerin Japon olmaktan başka çareleri kalmaz.”
Japon
eğitimci, atom bombası şerrinden, başarı sonucu çıkaran uygulamayı anlatırken,
bizim etkili ve yetkili bir eğitimcimiz ağzından şu cümleyi kaçırıveriyor:
“-Keşke
bizim de bir Hiroşima’mız, bir Nagazaki’miz olsaymış…”
Japon’un
verdiği cevap çok ibretlidir ve bizim eğitimsiz eğitimcimizi kızartacak
cinstendir:
“-Bildiğim
kadarıyla, sizin yüz Hiroşima ve Nagazaki’den çok daha değerli bir yeriniz
vardır.”
“-Neresidir
Efendim?”
“-Siz
oraya Çanakkale dersiniz. Eğer siz, Çanakkale’de dedelerinizin yaşadıklarını,
çocuklarınıza tam manasıyla anlatabilseniz, sizin çocuklarınız da, milli ve
manevi şuuru içinde yetişmekten başka yol aramazlar.”
*************
Fahrettin
Paşa’nın birçok sıkıntıdan sonra Medine müdafaasını asla terk etmemesine ve
teslim olunması için gerek Payitahttan ve gerekse en yakın arkadaşlarından
teklif gelmesine rağmen teslim olmamış, zorla kendi askerleri bir hile ile onu teslim
almıştı.
Daha
sonra Malta adasına Sürgün edilip, bir yıl içerisinde de oradan kurtarılıp
Afganistan’da Cihat için görevlendirildiği zaman hutbede, insanları Cihadave
kıyama kalkmalarını söyler.
İşin
garip tarafı ve 1970 yılından beri bizdeki sıkıntıyı da göstermiş olan;
Gençlerden biri der ki; yahu bizleri cihada davet ediyorsun ama senin sakalın
bile yok, Bıyığın bile farklı, der.
O
ise gülüp tebessüm ederek, Nihayet yumuşak bir ifade ile; -Evlat- der, sakal
sünnettir, Cihat ise farzdır, der.
Bugün
bir kısım gencin manevi ve imani cihadı bırakıp, insanların ahiretlerini, ebedi
hayatlarını, imanını Kurtarmak ve bununla yükümlü olurken; bunun önüne adeta kale
ve set yapar gibi engel koyup, sünneti istemiyorsun diye bir gafletin ve bir
cehaletin ve de bir körü körüne taassuptan başka bir şey değildir.
Eski
zamanda Farzı Kifaye olan cihad, bugün Cihad-ı Manevi herkes için farzı
ayındır.
MEHMET
ÖZÇELİK
26-03-2020