VARLIK NAZARİYESİ

VARLIK
NAZARİYESİ

Allah
için yok yoktur.

O
halde Onun için herşey vardır.

İlmi
muhit, iradesi mutlak, kudreti nihayetsizdir.

Buda
hiçbir varlığın veya varlık mahiyetine sahip eşyanın hariçte kalmayacağını
göstermektedir.

Sadece
bir tertib farkı vardır.

Bize
göre nisbi olan alt ve üst derecelendirme farkı vardır.

Sonuç
itibarıyla aynı kudret elinin ürünüdürler.

******************  

Bir
kimse almış olduğu bir telefon veya bir bilgisayarın çalışmadığını gördüğünde,
bütün yöntemleri, yolları dener, bir sonuç elde edemeyince bunları ustasına
götürür. Ustası bilgisayara, bu elektronik eşyaya, başta elektriğin gitmediğini,
programların tamamen çökmüş olduğunu, devrelerinin yanlış olduğunu ve bir türlü
kurtarma imkanının olmadığını görünce, bunu geri dönüşüm kutusuna göndermesini
ve bir hurdacıya satmasını söyler.

Hatta
öyle ki; onda bir ışık görse ümitlenir, bir ses duysa umutlandır, hiç bir umudun
ve ümidin kalmadığı bir durumda artık yapılacak bir şey yoktur. Tıpkı insanda
öyle, tıpkı Ebu Lehep misali artık bütün devrelerini yakmış, ışığı ve nuru
kabul etmeyen bütün programlarıyla çökmüş olan bu insane, Cenab-ı Hak ismi ile
Tebbet Suresi’ni gönderir. Hatta öyle ki bu insan, o surenin gönderilmesinden 8
yıl sonra öldüğü halde, o zaman içerisinde yine ne münafıkça herhangi bir
şekilde de olsa, iman kendisine nasip olmaz, iman etmez çünkü artık o bütün
devrelerini yakmış, bütün yolları kapatmış, tamamen sönmüş ve bitmiştir.

Hareketleri
ile ebedi ahirete gitmemiş olan insanlarda, geri dönüşüm kutusuna atılır ve hurda
fiyatına satılır, artık kıymeti gitmiş, kıymeti Elmas durumundan, antika
durumundan, kıymetsiz bir hurda haline, bir teneke haline dönmüştür.

Böylece
topraktan gelmiş ve insanlığı hak edememiştir. Terakki edip irtifa etmemiş olan
bu insan, tekrar toprak hayatına, maden hayatına dönüş yapar.

Hurdalıktan,
madenden çıkan telefon ve bilgisayarın kullanıma yaramadığında, tekrar dönüşüm
kutusuna ve toprağa gönderilmesi gibi O insan da aslına rücu eder, tekrar maden
hayatına, toprak hayatına, oradan gelmiş, oraya gitmiş ve insaniyete yükselmediği
içindir ki o aşağı durumda kalmış olur.

-Bir Kıssa:” Arıya Hürmet Gösterilir mi?

Arının yaptığı işi yüzlerce fen adamı
yapamadığı hâlde, odamızdan içe­riye bir arının girmesi hâlinde ona ne hürmet
gösteriyor ve ne de ayağa kalkıyoruz.

Bal yapmak arıyı hayvanlıktan
kurtaramadığı gibi, maneviyatı unutarak sadece dünyevî bir meslekte terakki
etmek de bir kimsenin insaniyetini tekamül ettirmemektedir.

Madde ile mânâyı, akıl ile kalbi
beraber götüren muhterem zatlar bah­simizden hariçtir.”

– Bunun İçin mi?

Bir kimyager, büyük bir ihtimam ve
çalışma sonucu her yaprağı on bin lira kıymetinde olan gayet güzel ve eşsiz
çiçekler yapsa ve sonra bunla­rı adi bir saman çöpüymüş gibi keçilere yedirse,
ne kadar abes olur!..

O hâlde, her bir azası on milyarla
değişilmeyecek kadar kıymetli olan bu insanları, elbette ki Hakîm-i Zülkemâl
olan Allah (C.C.), sadece ve sadece toprak al­tındaki kurt ve böceklere
yedirmek için yaratmamıştır…

İşte ahiret olmasa, insanın âkıbeti bu tarzda olur..”(M.Kırkıncı)

MEHMET
ÖZÇELİK

30-05-2019




KUDÜSÜN ÖNEMİ

KUDÜSÜN ÖNEMİ

Yeryüzünün en önemli iki toprak parçasından
biri olan, bu küçücük arazi üzerinde farklı dinlerin inanışlarına göre neler meydana
gelmiştir neler. . .

– Her
şeyden evvel Allahu Teala yeryüzünü yaratmaya Beytü’l-Makdis’in kalbi olan
Kutsal Kayadan başlamıştır.
– Bir
rivayete göre Hz. Adem’in mezarı Beytü’l-Makdis arazisindedir.
– Nuh
Tufanı sonrasında sular çekilmeye başladığında ilk ortaya çıkan kara parçası
Beytü’l-Makdis arazisidir.

Yahudilere göre Hz. İbrahim oğlu Hz. İshak’ı kurban etmek için buraya
getirmiştir.

Yıllarca çocuk isteyen Hz. Zekeriyyaya Hz. Yahyanın doğum müjdesi
Beytü’l-Makdis’te verilmiştir.
– Hz.
Meryem küçük bir çocuk olarak Beytü’l-Makdis’teki hücresinde ibadette iken
(Kur’an-ı Kerim’in de tasdiki ile) yazın kış, kışın yaz meyveleri kendisine
burada sunulmuştur.
– Hz. İsa
henüz beşikte bir bebek iken burada konuşmuştur.”[1]

-Kudüs üç büyük din içinde kutsaldır.

Bizler için Kabe ne ise, hristiyan dünyası
içinde Kudüs odur.

Onun içindir ki, kudüsü ziyaret için seferler
düzenlerlerdi.

-“İslam’dan önce de kutsal birlikleri Kudüs’e
giderlerken Anadolu’dan geçerken uğradıkları önemli yerlerden birisi de
Kayseri’ydi. Çünkü Kayseri’de Aziz Mamanın doğup yaşamış olduğu bir yerdi.

Kayseri aynı zamanda 1097 yılında haçlılar tarafından
saldırıya uğramış ve 27 yıl boyunca yani 1124 yılına kadar şehrin danışmentler
tarafından kurtarılması ile beraber tekrar eski haline dönmüştür ve Kayseri
birçok defa haçlı saldırılarıyla karşı karşıya kaldı.

Kayseri daha sonra Şah İsmail tarafından da
saldırıya uğramış ancak 1515 yılında Yavuz Sultan Selim’in tekrar ele geçirmesi
ile Kayseri eski haline dönmüştür.”

-İlk sınavı Hz. Musa Sina
Dağı’na çıktığında verecekler ve peygamberlerine oracıkta ihanet edip Eski
Mısır Tanrısı Hator’a (inek-buzağı tanrı) dönüvereceklerdir. Çöl tevekkül
gerektirir. Her gün bıldırcın eti ve kudret helvası gelse de. . . Ama olmuyor,
isyanları, itaatsizlikleri devam ediyor.
Onca imtihan ve savaştan sonra Musa(kavmi
artık Kudüs önlerindedir. Alahu Teala onlardan şehre girerken günahlarını itiraf
etmelerini ve tevbe ile içeriye girmelerini
ister. Mabed Tepesi’ni gördüklerinde, “Hethet” (Günah günah) diye
haykırmaları ve
arınma talebi ile girmeleri istenir. Ancak İsrail-İsrailoğullarının Mısır
sonrası güzergahı Beytü’l-Makdis’i görür görmez “Hitta hitta” (Buğday
buğday) diye bağırırlar. Yani günahlarını itiraf etmek, hataları ile yüzleş­erek
istemezler. Onların bu itaatsizliği, arkasından gazap getirir.
Kavmin içinde salgın hastalıklar zuhur eder ve itaatsizliğe devam eden niceleri
helak olur. İşte bu hadiselerin yaşandığı yer olması sebebi ile bu kapıya
Babü’l-Heta denir. Tarihte meydana gelmiş bu ibretlik hadise elbette hem
İsrailoğullarının hem de Allah’ın
kulu nice insanın kulağına küpe olmuş olmalıdır ki, İslam sonrasında bu kapı,
içinden geçilirken daima tevbe edilen bir kapı haline gelmiştir. Hıtta
Kapısı’ndan geçerken günahlarından af dileyenlerin affedileceğine inanılmıştır.
Tefsir ilimlerinin ekserisinin tasdiki ile Bakara Suresi’nin 58 ve 59.
ayetlerinde bu kapıdan ve bu kapı civarında İsrailoğulları­nın başından geçen
hadiselerden bahsedilmektedir..

-“Bir Cezayirli ile bir
Tunuslu’yu konuşurlarken gördüm. Fransızca konuşuyorlardı. Kendilerine şöyle
latife ettim:
‘Yahu ben yanınızda Filistin müftüsüyüm; sizler iki Arapsınız; toplantımız,
Arap devletlerinin meselelerini görüşme toplantısı; ama sizler Fransızca
konuşuyorsunuz. Bu nasıl iş?’
‘Hocam, mazur görün,’ dediler. ‘Bizim kültürümüz Fransızcadır. Arapça avam
lisanını konuşabiliyoruz. Fakat derin mevzuları ifadeye Arapçamız kafi
gelmiyor. Fransızca konuşmaya mecbur oluyoruz. Böyle yetişmişiz.. .’
‘Fransa, sizin ülkelerinizde ne kadar kaldı?’
‘Yüz sene kadar.. .’
‘Peki, Osmanlılar kaç sene kaldı?’
‘Dört yüz seneden fazla.. .’
Acaba sizin dedeleriniz, babalarınız, sizin böyle Fransızca bildiğiniz gibi
Türkçe bilirler miydi?’
‘Hayır.. .’
Onlar böyle cevap verince, ben de artık fırsatı kaçırmadım,
‘Yahu adamlar yüz senede size anadilinizi unutturmuş. Kendi lisanıyla konuşmaya
mecbur hale getirmiş de, Osmanlı dört yüz senede sizi kendi dilini konuşmaya
mecbur etmemiş. Üstelik kendi gençlerine Arapça öğretip sizin beldelerinize
vali, kaymakam, kadı diye göndermiş. Bu devlet mi istilacı?’ dedim. “[2]

MEHMET ÖZÇELİK

26-05-2019


[1] Arzın Kapısı Kudüs-Mescid-i Aksa- Talha Uğurluel -Sh.31.

[2]
Age.142.




ENANİYETİ YIKAN KÖLELİK VE KÖLELEŞEN RUHLAR

ENANİYETİ
YIKAN KÖLELİK VE KÖLELEŞEN RUHLAR

İnsanın
kıymeti  Allaha olan kulluğu iledir.

Kölelik insandaki
benlik duygusunu yıkmaktadır.

Ondandır ki
hukuku ve şahitliği yarım sayılmış ve de sorumlulukları hür olanın ki gibi aynı
değerde olmamıştır.

İnsandaki  enaniyet, benlik yani kişilik duygusunu yok
etmektedir.

Allahın
varlığını tanıtan hakikatı mahkum etme durumu vardır.

Bediüzzamanın;
Ekmeksiz
yaşarım ama hürriyetsiz yaşayamam, sözünün hakikatı
,
hürriyet ve hürriyet içinde abdiyet yani Allaha olan kullukta gizlidir.

Gerçek
hürriyet ve kişilik Allaha kul olmaktan geçer.

İnsanlar
hür oldular ancak yine de Abdullahtırlar yani Allahın kuludurlar.

-Alemin anahtarı
insanda, insanın anahtarı da Kur’an-dadır

-En büyük hizmet, bekaya
hizmettir. En büyük yatırım sonsuza yapılan yatırımdır.

İnsana sınırlı da olsa
bir malikiyet ve sahiplik verilmiştir.

Ölünce Mülkiyeti düşer.

Malikiyeti içinde
Allaha karşı acziyetini anlamaktır.

O aciz bir kuldur
Allaha karşı.

Kölelik ise insandaki
bu duyguyu ortadan kaldırmaktadır.

-İslamiyet köleliğe
karşıdır çünkü eneyi ortadan kaldırıyor.

Kibre de karşıdır. Çünkü
eneyi ilahlaştırıyor.

Bundandır ki, keffaret
ödemelerinde köle azad etmek gelir.

Ahmet Cevdet paşanın
ifadesiyle; Köle almak, köle olmaktır.

Kölenin de bir hakkı ve
hukuku vardır, hür kadar olmasa da.

-Ya hu kölelik hukukunu
yerine getirip zahmete girmektense, onu azad etmek daha kolaydır.

*****************   

KÖLELEŞEN
RUHLAR

Insanlik
tarihi boyunca Fir’avn, Nemrut, Şeddat, Buht-un Nasır ve zamanımızdaki
firavunların özellikleri hep aynıdır.

Önce
ruhları köleleştirmek, akabinde bedenleri üst üste koyarak zulüm kaleleri
oluşturmaktır.

Yüz
yıl önce ruhlarımız köleleştirildi, sonra da bedenlere pranga vuruldu.

Kişiliğini
kaybedenler, ruhlarına pranga vurulanlar; başkalarının köleleri olmaya mahkum
edildiler.

Yüz
yıldır kişiliğimizi bulmaya çalışmaktayız.

Ruhları
esir alınanların bedenleri çok kolay kontrol edilebilir.

-Köleleşen
ruhlar hala bu kölelikten kurtulamamış olduklarından dolayı; Cumhurbaşkanlığı
sarayını hazmedememektedirler.

Oysa
kör olup görmediklerinden; ecdadın bin yıl önce yaptığı eserleri, Topkapı Sarayını
ve o ihtişamı kavrayamamakta, kısır düşüncelerin havsalası almamaktadır.

O
pörsümüş ruhdandır ki; Çamlıca camiini zaid görüp, ecdadın bin yıl önce yaptığı
Edirne, Konya, Kayseri, Bursa ve İstanbuldaki yapılan Külliye ve Camii Kebirleri
idrak edememektedirler.

İki
bin yıl öncesine gidip de Ayasofyayı anlayamamaktadırlar.

Geleceği
göremeyenler, günü anlayamaz, zamanının insanlarını geleceğe taşıyamazlar.

Kör
bir taassupla kaybettiği kişiliğini birilerine saldırarak bulmaya
çalışmaktadırlar.

Ruhunu
köleleştirenler kendileri gibileri gütmeye değil, güdülmeye layıktırlar.

Kuzular
içerinde kalıp, kişiliğinden haberdar olmayan aslan misali, ruhun yeniden
dirilip ayağa kalkmasına ve zincirlerini kırmaya ihtiyacı vardır.

Sayın
Erdoğanın farkı, bu milletin bir asırdır kaybettiği kişiliğini bulmaya yönelik
eserler ortaya koymaya çalışmasıdır.

Ancak
hala kişilik kaybı yaşayanlar bu kişiliği hazmedememektedirler.

Ağır
gelmektedir. Çünkü bir asırdır ağır bir baskı altında yaşamışlardır.

Kişilikleri
yara almıştır, eğer ölmemişse…

Sadece
kişilikleri değil, çok değerleri ellerinden alınmıştır.

Manalarını
kaybettikleri içindir ki, maddeleri de kalmadı.

Ruhu
esir alınanlar yaşadıkları esaret hayatını hayat diye sürdürmektedirler.

Geçmişle
bağı kopanlar, ecdadının büyüklüğünü göremeyen köle ruhlar, mezarı müteharrik
yani ölür gezer gibidirler.

Kaybedilen
kişiliği bir arama çabası var.

Ancak
farklı ve yanlış yerlerde aranmaktadır.

Mesela;
Dar elbiseler ve kotlar, Köle giysisi kotlar, Yamalı elbiseler, Yırtık
elbiseler hep kendisine bir kişilik kazandırma şaşkınlığının bir eseridir.

Eski
zamanda köle ve hürlerin birbirinden ayrılması ve ayırmak için giydirilen
elbiseler, bu gün esir ruhlara giydirilmektedir.

Köleliği
tercih edenler, şahsiyet kaybı yaşayanlardır.

****************** 

Asırlardır
doğudan gelenlere kendimizden ve içimizdekilerden daha çok saygı gösterdik.

Saygı
gösterilmesinde bir beis yok ancak kendi değerlerinden habersiz yaşama, değerlerini
ve değerlilerini ortaya koyamama ezikliği yaşadık.

Yüzümüzü
batıya döndük, orada kaybettiğimiz kişiliğimizi aramaya başladık.

Oysa
kişiliğimizi burada kaybetmişken, dışarıda aradık.

Tıpkı
Nasrettin hoca gibi ki; eşyasını samanlıkta kaybeden hoca, dışarıda
aramaktadır.

Neden
dışarıda aradığı sorulunca; İçerisinin karanlık olduğunu söyler.

İçimizde
bulabileceğimiz ve geçmişte verdiğimiz eserlerimizden habersiz yaşadık.

Hazine
üzerinde yaşayan şahsiyet fukaraları haline geldik.

Doğudan
ve batıdan gelen eserleri tercüme ettik. Sanatçılara imrendik.

Bu
kişiliğe sahip olabileceğimizi ve ortaya koyabileceğimizi düşünmedik.

Batıyı
büyütürken, kendimizi küçülttük.

İzzetimizi
koruyamadık, aşağılandık.

Çünkü
şahsiyetimizi düşürdük, kişiliğimizi kaybettik.

Hala
kaybettirilmeye çalışılan kişilik kaybı yaşamakta ve yaşatılmaya çalışılmaktadır.

Bir
asırdır yaşadığımız kavga; ruhu esir olanlarla, ruhuna hürriyet kazandırmaya
çalışanların savaşıdır.

Her
zaman olduğu gibi hürriyet kazanacak, hürler kölelere galib gelecektir.

MEHMET
ÖZÇELİK

28-05-2019




FİLOLU FİL ORDUSU

FİLOLU
FİL ORDUSU

Cünudullah.. Allahın askerleri..İlahi askerler..

Askerler niçin olur?

Düşmana karşı kullanılsın diyedir elbette…

Bedirde nişanlı ve nişansız melekler bu amaçla devreye
konuldu.

Şehitlerin ruhu, ruhaniler, maneviyat erleri de bu savaşçılar
arasında devreye girdi.

En büyüğü ve de ilahi tescillisi ise Ebrehe ordusuna
karşı kullanılan Ebabil askerleri olmuştur.

İki metrenin altındaki ve üstündeki canlılar yenilmiş
yaprak haline getirilmiş ve yamyassı olmuşlardır.

Adeta fosfor ve misket bombalarıyla yakıcı asitler ve
delici kurşunlarla dümdüz hale getirilmiş, lime lime olmuşlardır.

Acaba ebabil kuşları yani fil suresi 1400 yıldır
okunmaktadır.

Niçin?

Acaba bu ilahi ordu bir daha mı devreye konulacaktır?

Haçlı zihniyetindeki Ebrehe ordusu Kâbeye doğrudan
veya dolaylı olarak saldırma planı yapmakta ve oyununu da kurmaktadır.

Nitekim aynı tehdidi daha öncede yapmış, bir bomba da
Kâbeye atsak ne olur ki, demişlerdi.

Ayı ve ayılar kuzuları yeme bahanesindeler.

Yoksa Kudüsün haçlı zihniyetince başkent yapılması ve
işgalinden sonra, sıra Kâbede mi?

Suud-i Arabistana olan bu ilgi neyin nesidir?

Trump gelir gelmez Suuslularla ilgilendi.

Onu piyon olarak kullanıp yıkmak veya birilerini onun
eliyle yakarak yıkmak mıdır?

Filleriyle ve de filolarıyla gelsinler.

İmanımız tamdır.

Bize düşen görevle birlikte, bizde Abdulmuttalib gibi
deriz;

Ben develerin sahibiyim. Kâbenin sahibi ise Allahtır.
O kendi beytini, beytullahı yani evini korur.

Kuzuların sahibi Allahtır.

******************* 

ABD ve batı haçlı zihniyeti S.400 ile belli ki kuyruğundan
yakalandı.

Ciyaklaması ve hırlaması boşuna değil.

O önemli değil de, içimizdeki beyinler neden
ciyaklamaktadır?

Bundan dolayı ABD senatoda yaptırım kararı almış.

O zaman ikinci aşama, incirliği kapamak. Conileri
geldikleri yere göndermek.

Ta ki ikinci kuyruk acısını tatsınlar.

-S400 ler alınmasın!!!

Bu yamuk ağız müslüman ağzı değil, ülkücü ağzı değil,
vatansever bir insan ağzı değildir.

Belki alınmasın diye kendini yırtan Trump ağzı, haçlı
ağzı, İsrail ağzı, basiretsiz insan ağzıdır. Bu PKK ağzıdır. CHP ağzıdır. Fetö
ağzıdır.

Menfaat ve tarafgirlik sebebiyle PKK ile aynı safta
durmayı, bir asırlık kökü bereketsiz CHP zihniyetini sürdürme sefihliğidir.

O da öyle bir sefihliktir ki, 18 Temmuz 1968’de
Dolmabahçe rıhtımına yanaşan 6. Filo’ ya – Go Home – yani – Evine Git- diyen
sol zihniyet, bugün ABD’ye – Come Here – yani – Buraya Gel- hatta memleketi
işgal et diyor.

-Akdeniz de 200 savaş gemisi ve PKK/PYD -ye 30 bin tır
silah..

Bu neyin mesajıdır?

Abdülhamid ve Menderes döneminde olduğu gibi, her ne
vakit Rusya’ya yüzümüzü dönmüşsek, ABD ve batının saldırısına maruz kalmışız.

*******************

“Dediler: “İttihada şedit bir muarızdın. Neden
şimdi sükût ediyorsun?”

Dedim: “Düşmanların onlara şiddet-i hücumundan.
Düşmanın hedef-i hücumu, onların hasenesi olan azim ve sebattır ve İslâmiyet
düşmanına vasıta-i tesmim olmaktan feragatıdır.

“Bence yol ikidir: mizanın iki kefesi gibi.
Birinin hiffeti, ötekinin sıkletine geçer. Ben tokadımı Antranik ile beraber
Enver’e, Venizelos ile beraber Said Halim’e vurmam. Nazarımda vuran da
sefildir.”Bediüzzaman.

MEHMET ÖZÇELİK

26-05-2019




YAHUDİLİK – MASONLUK –

YAHUDİLİK – MASONLUK –

-”Masonluk Siyonizmin bir yan kuruluşudur.
Her mason locasmda bir Yahudi vardir.
Yahudilerin izni olmadan mason olunamaz..
Mesela Fransa’da Cumhurbaşkanı, Basbakan Yahudi ve masondurlar.
Amerika Cumhurbaşkanlarının bir kısmı Yahudidir.

Bugün Amerika’yı Yahudiler idare ediyorlar..
Amerikada bankalar, silah fabrikaları Yahudilerin elindedir.”
[1]

-”İlk tahsilini bir yahudi mektebinde yapmış olan”Sadrazam
Talat Paşa, 1907 yılında, yahudilere Filistin’de bir yurt vermeyi vaad etmişti.
[2]

-“Bir Fransızca eserde Mithat Paşa’ya ait şu
bilgiler vardır:
«Macaristanlı bir haham’ın oğlu olan Mithat Paşa, Türk devletinde malum
yenilikler yapmaya baslamıştır. Yahudi prensiplerine dayanan mektepler açtırmış
ve o mekteplerde ihtilalci doktrinleri öğretmiştir..

Yazar, bütün bunları Avrupa’da kendi sırdaşı olan
Simon Deutch’un talimati lie yapıldığını, Abdülaziz Han’ın katlinin Mithat Paşa’nın
gözleri onünde yapıldığını yazıyor.”
[3]

-”Türkiye‟de ise Masonluğun tarihi 18.yy‟da
III. Ahmet dönemine kadar gitmektedir.
Türkiye tarihinin ilk Masonları İbrahim Müteferrika ve Yirmisekiz Mehmet
Çelebizade Sait Çelebi‟dir. Bu iki şahıs da devşirmedir. Özellikle Tanzimat ve
Meşrutiyet fikirlerini tanzim eden grupta birçok Mason bulunmaktadır. İttihat
ve
Terakki içerisinde Masonluk çok yaygındır. II. Abdülhamit‟in tahttan
indirilmesi
üzerine yönetimi devralan İttihat ve Terakki, başta İtalya Mason locası olmak
üzere
birçok Mason örgütünden tebrik mesajları almıştır.
[4]
-“1909 yılında da Türkiye‟de Yüksek ġura ve ilk büyük Mason Locası kurulur.
Cumhuriyet Dönemi‟nde ise 1935 yılında kapatılana kadar Türk Mason Locası,
uluslar arası toplantılarda temsil edilmiĢtir.”
[5]

-“Türkiye‟deki Masonluk tarihi dört dönemde
incelenmelidir. Bunlardan ilki
1909 öncesi dönem, ikincisi 1909–1935 yılları arasındaki dönem, üçüncüsü 1935–
1948 yılları arasındaki dönem, dördüncüsü ise 1948 sonrası dönemdir. Fakat şunu
da
belirtmek gerekir ki 1964 yılından sonra AP lideri Süleyman Demirel‟in
Masonluğu
üzerine çıkan tartışmalar da Türkiye‟deki Masonluk tarihinde önemli bir devreyi
temsil etmektedir.”
[6]

-“Masonluk Türkiye‟ye başta ecnebilerle sokulmuş daha sonra ise kalıcı
bir örgütlenme halini almış ve devletin üst kademelerinde yer alan üyelere
sahip

olmuştur.
Doğuş yeri Selanik‟tir. Necip Fazıl‟ın Selanik hakkındaki düşünceleri de
farklıdır. Ona göre “Selanik; gerçek Türk birliğine ve İslam mukaddesatına karşı
yapılan suikastların meş’um idare ve tertibat kulesidir ki başımıza ne gelmişse
Selanik yoluyla gelmiştir.”[7]

-“ Memleket içinde de saray düşmanları, Abdülhamit
Han’a karşı birleştiler. Masonların yardımlarıyla kurulup, gelişmis olan
Ittihat ve Terakki, Abdülhamit Han’ı devirmeyi başardığı gibi parçalanan ve yıkılan
imparatorluk toprakları üzerinde kurulan bir sürü devlet gibi Yahudi ideali de
gercekleşti.

Nitekim, Yahudi Aleksandır Beim, neşrettiği bir
eserde:
«İkinci Sultan Abdülhamit, gerçi Yahudilere Filistin’de ikamet müsaadesi vermemiş
ise de biz, her türlü hile ve desiseye başvurarak onu tahtından indirdik ve
Birinci Diinya Savaşı’nda Filistin cephesinde çarpışan Turk Ordusunun belkemiğini
kırarak, bu Orduyu biz perişan ettik. demek suretiyle bu hususu itiraf
etmiştir.

Sultan Abdulhamid’i  tahttan atan «Jön Türkler»in büyük yoğunluğunu
Yahudi masonlar teşkil ediyordu. 
Masonlarm «Jön Türkler» ile olan ilgisi, ihtilalden sonra bir Fransız
gazetecinin Refik Bey adındaki bir Jön Türkle yaptığı roportaj üzerine resmi
olarak kabul edildi.
Refik Bey şöyle demekteydi:
“Masonlarm, özellikle italyan Masonlarını bizi manen destekledikleri bir
gerçektir. Macedonia Risorta ve Labort et Lux büyük yardımlarda bulundu,
toplanma yeri sağladılar. Lccalarda Mason olarak toplandık; zaten aramızda
hayli Mason vardı.
Bu sırada, ingiltere’de Türklerin İslam alemindeki yüksek itibarlarını kırmanın
yollarını arıyorlardı.”
[8]

-“ Talat Paşa, Rıza Tevfik ve Şeyhulislam
Musa Efendi gibi bazı Jön Türkler hem mason hemde Bektaşi idiler.
Ve Enver Paşa, Türkiye’den ayrılırken Cemal Paşa’ya bıraktığı mektupta şöyle
diyordu:
«Pasam, bütün ef’alimin hesabını vermeğe hazırım. Bizim asıl mesuliyetimiz
Sultan Abdülhamid’i anlamamak ve siyonizme alet olmaklığımızdır. Acıdır. Fakat
hakikat bu!»
[9]

-“ Masonluk gibi komünizm de bir Yahudi
oyunudur.
Yahudilerin ve Siyonizm’in Bolşevik Rus ihtilali ile ilgilileri bulunduğu,
Amerikan Genel Kurmayı ikinci Bürosu’nun 1919 yılı başında hazırladığı ve
Amerika’daki Fransız yüksek komiserlerine verdiği muhtırada açıkça anlaşılmıştır.”
[10]

-“Komunizmin kurucusu Karl Marks bir Alman
Yahudisi idi. Kendisinin baş yardımcısı Engels de bir Alman Yahudisi idi.
Komunizmin siyasi hayata intikalini sağlamak için Rusya’ya geldiği zaman 244
ihtilalci arkadaşının 177 tanesi Yahudi idi. Lenin’in kendisi de, anası da
Yahudi bir melezdir. 1917’de kurulan ilk komünist hükümetin 22 üyesinin 17
tanesi Yahudi’dir. Lenin Trotsky, Stalin (Gtircu Yahudisi), Kavmahan Smit,
Liline Pigburg Zinovyefa, Kokansky, Valoraski, Radomirslizki, Stayinburg, Leon,
Qigerin, Varasilof – hep Yahudi idi. Ayrıca 554 merkez üyesinin 447’si yine
safkan Yahudi idi.
Çok önemli bir organ olan merkez icra komitesinin 61 üyesinin 42 tanesi Yahudi
idi. O zamanki Rus nüfusunun yüzde biri nisbetinde olan Yahudi azınhğın ihtilalin
hakimi durumunda oldugu böylece daha iyi anlaşılmaktadır.
Bolşevik hükümet makamlarındaki Yahudilerin sayısı hakkında birkaç rakam daha
verelim:
Halk komiseri meclisinin, yani şimdiki Bolşevik hükümetinin 22 üyelerinden
17’si (bu rakamlar en büyük Bolşevik canilerin Stalin tarafından
temizlenmesinden önceki zamana aittir), harp komiserliğinin 43’ünden 33’u, Dışişleri
komiserliğinin 16’sından 13’ü, Maliyede 34’ünün 30’u Adliyede 21’inden 20’si,
Maarifte 52’nin 41’i, Bakanlığında 7’sinden 7’si, vilayetler komiserliginde 23 ten
21’i, Basın bürolarında 41’inden 41’i Yahudiydi.”
[11]

-“Lenin’in de muteber ve rütbeli bir Mason
olduğunu ilan eden vesika, Fransa’da 1935 yılında mülteci Beyaz Ruslar tarafından
yayınlanan «Resimli Rusya» isimli mecmuadan alınmıştır.”
[12]

-“Dünyanın «Kapitalizm» ve «Komunizm» gibi iki
kampa bölünmesi «Yahudi»nin oyunudur.”
[13]

-“1830 – 1848 f ransız, 1917 Rus, Çin ve Küba,
hatta Vietnam ihtilalleri hep Yahudinin eseridir.”
[14]

-Masonlar, cumhuriyetin ilk on yılında
Türkiye’de hiçbir baskıyla karşılaşmamış,

her türlü
faaliyetlerini büyük bir serbestiyet içinde icra etmişlerdir.[15]

O döneme dair Cumhurbaşkanlığı Arşivi’nde yer
alan belgeler de Cumhuriyetin
ilk yıllarında masonların Mustafa Kemal Paşa’ya yakın ilgi gösterdiklerini
ortaya
koymaktadır. 28 Temmuz 1932 tarihinde Yeşoua (Yuşa) Elnekave adlı bir mason
tarafından Türkiye Cumhuriyeti’nin Reis-i Cumhuru Atatürk’e hitaben yazılan mektup
ilgi çekicidir. Kendi ifadesine göre, İstanbul Kadıköy’de Yeldeğirmeni semtinde
ikamet eden Elnekave, Dışişleri Bakanlığından emekli bir bürokrattır. Elnekave,
mektubun başında Atatürk’ün bütün Türklerin babası ve velisi olduğu gibi,
Türkiye’de yaşayan masonların da en büyük hamisinin de kendileri olduğunu ifade
ediyor. Türkiye’de yaşayan masonların hükümetin desteği sayesinde hiçbir
baskıya maruz kalmadıklarını belirten Elnekave, kendileri açısından her şeyin
mükemmel olduğunu zikrediyor.

Elnekave, bütün bu mükemmellikler içinde
sadece bir boşluk bulunduğunu, o boşluğu da bizzat “zat-ı devletlerinin imla ve
ikmal buyurabileceklerini”, yani “zat-ı riyaset-penahilerinin
(Cumhurbaşkanının) sinelerinin içinde bulunmasıyla kabil olabileceğini”
belirtiyor. Yani Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusunu ve Cumhurbaşkanını açıkça
masonluğa davet ediyor ve ardından ilave ediyor:
“Muhterem simanızı cemiyet-i insaniyemizde görmek bizim için ve bütün dünya Masonluğu
için pek büyük bir bahtiyarlıktır. Her memlekette devlet ve millet reislerinin
Masonluğa kayd-u iltihak olunmalarıyla Masonlar nasıl şereflenirlerse biz Türk masonları
dahi o şereften mahrum kalmayub iltihakınızla daima şeref üzerine şereflenmek isteriz.”

Türkiye Masonlarının üstad-ı azamı Remzi
Sanver, bir TV programında Atatürk’ün mason olup olmadığı yönündeki soru
üzerine şu cevabı vermişti:
Gerçekten bilmiyoruz… Birisinin mason
olduğunu söyleyebilmek için ya bir locanın kayıt defterinde ismi olması lazım
ya da localar toplantıların sonunda bir özet yazılır. Bizim elimizdeki
belgelerde Atatürk’e dair böyle bir belge yok. Ama Avrupa’daki bazı mason tarihçileri
mason listeleri yaparken Mustafa Kemal Atatürk’ü de bu masonlara dahil ederler.
Ama böyle bir belge yok, olmadıkça da “Bilmiyoruz” demek zorundayız
[16]

-1920 yılında Londra’da yayınlanan Morning
Post gazetesi de; “Kesin olarak  söyleyebiliriz
ki, Türk İhtilali hemen hemen tümüyle bir Mason-Musevi komplosudur.”[17]

-“Atatürk çevresindeki, hem ittihatçı, hem
mason olan asker ve sivil arkadaşlarının etkisiyle, `önce mason, sonra
ittihatçı´ kuralına uygun olarak önce `Macedonia Risorta´ locasında mason olmuş
ve bunu takiben de İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne 1907 yılında 322 numara ile
üye yapılmıştır.”[18]

-Araştırmacı Bilal Şimşir, Türk Tarih Kurumu tarafından yayınlanan, “İngiliz
Gizli Belgeleri’nde Atatürk” adlı çalışmasında, 29 Ocak 1921 tarih ve sayı 35, İstanbul
Genel Karargahı’ndaki General Harington’dan Ingiltere Savunma Bakanlığı’na
gönderilen “Şifre Tel No:1,9821-Gizli” kayıtlı evrakta, M. Kemal hakkında
derlenen bilgilerde;

“Selanik ve Manastır’daki okullarda çalışkandı. Harbiye’de hararetli
milliyetçi oldu. Arkadaşları arasında âsi yaratılışıyla sivrildi. Suriye’den
Selanik’e atanınca, 1907’de İttihat ve Terakki ve İtalyan mason
locasına girdi. Yetenekli bir kurmay subay ve yurtseverdi. Çanakkale
savaşında Liman von Sanders’e itaatsizlik, Enver Paşayla kavga etti, bir gözünü
kaybetti. Veliaht Vahidettin’le Avrupa’ya gitti. Mayıs 1919’da Anadolu’ya
gönderilirken kendisine 40.000 lira verildi.”denildiğini aktarmaktadır.[19]

-1931 yılında devlet eliyle bastırılıp
okullarda okutulan 4 Ciltlik Tarih ve İslam Tarihi kitabı bir müslüman kitabı
olmayıp, onun içerisinde hezeyanların bir kısmına bakın neler yazıyor:

“Muhammedin çocukluğuna ve gençliğine ait malumata saradan katılmış çok
uydurma şeyler vardır ; onun vatandaş­ larını dine davete başladıktan soraki
hayatı daha çok malumdur.”[20]

-“Muhammedin koyduğu esasların toplu olduğu
kitaba
Kuran denir . Bu esasları ihtiva eden cümlelere Ayet, Ayetlerden mürekkep par­çalara da Sure derler. İslam an’anesinde bu ayetlerin
Muhammede
Cebrail adında bir melek vasıtasile Allah tarafından vahiy, yani ilham edildiği kabul olunur:
Tarihi
nokta-i nazardan da mütalea edildiği zaman görülüyor ki: Muhammet birdenbire
Allahın Resulüyüm diyerek ortaya çıkmamıştır. O, Arapların ahlak ve adetlerinin
pek fena ve pek iptidai ve ıslaha muhtaç olduğunu anlamış, bunları ıslah için
tenha yerlere çekilerek senelerce düşünmüş ve yıllarca tefekkürden sora
kendisinde vahiy ve ilham fikri doğmuştur. Vahiy, ilham fikri Muhammetten evel
de Araplarca meçhul değildi.”[21]

-“Muhammet te diğer peygamberler gibi
kendisine ilham eden kuvvetin insanları iğfal eden bir kuvvet olmayıp, onları
hayır ve saadete irşat eden ilahi bir kuvvet olduğuna samimi olarak inandı .”
[22]

****************   

Her şey lozan anlaşması ile başladı.

24 Temmuz 1923‘te Lozan Barış Antlaşmasının imzalanmasıyla
birlikte inkilaplar başlamış, geçmişe aid olan her şeyin üzerine sünger
çekilmiştir.

Her şey Büyük
Doğu’nun yirmi dokuzuncu sayısında; “Lozan’ın İçyüzü” diye yazılan
makalede açıkça görülmektedir.[23]

Birbirimizle bir asırdır düşmanı bırakıp
kendimizle kavgalı olmamız bu anlaşma, sözleşme ve verilen sözlerde
yatmaktadır.

-”İsminin Rasim Ferit olduğunu öğrendiğim şaşı
gözlü bir doktor gelerek Atatürkün elini öptü ve işaret edilen yere oturdu,
konuşmağa başladı. Kendisi Mason imiş, sözleri de masonluk hikâyeleri. Atatürk
bir zamanlar kendisini de mason yapmak istediklerini fakat Kabul etmediğini
söyledi. İstanbulda mason üstadı azamı temyiz azasından Servet Bey isminde bir
zatmış istifa ettirmiş.”
[24]

******************

-Atatürkün
yaşantısı mı? İşte;

“Gazi
konuşuyor sanattan bahşediyor, herkes dinliyor. Bir ara kalktı müziğe vals

çaldırdı.
Refet
Süreyya Hanımı dansa kaldırdı. Bu dün akşam bahsi geçen artistmiş. Danstan

sonra
biraz oturulup içildi, artist bayan bir paravananın arkasında soyundu çıplak

denecek
bir halde ortaya çıktı, açık sarı ince ipekli bir mayo ve tül bir gömlekle

serpanten
danslar hindistan oyunları yaptı. Almanya da 9 sene bulunmuş bu marifetleri

öğrenmiş.
30 yaşlarında dolgunca etli, bacaklarındaki mor mor lekeler morfinman

olmak
ihtimalini gösteriyor.

Yemek
neşeli geçiyor, içiliyor, konuşuluyor, alkışlar yapılıyor, arada bir hepbirden

dansediliyor.
Atatürk Afet Hanımla da dans etti. Bu zarif genç, pembe ipekli dekolte

tuvaleti
ve güzel endamı ile göze çarpıyordu. Atatürk bu gece pek neşeli, kimseye laf

vermiyor
hep kendisi anlatıyor, bazan sazendelerle beraber şarkı söylüyor ve onları

kendisi
sürüklüyordu. Şarkı söylerken bile hanendelerin kendisine takaddüm etmesine

meydan
vermiyor.

Rumeli
havalarından pek hoşlanıyor «şahane gözler» türküsü tekrar tekrar söyleniyor,

bununla
beraber bu eğlenceler arasında kendi kibarlığından, vekarından birşey

kaybetmiyor,
arada bir misafirlerimin neşesi benim de neşemdir diyor. Bir ara eskiden

yazdığı
bir hatıra defterini getirtti. 1918 de Karlsbat ta Fransızca yazmış. Bundan

birkaç
sayfayı Ruşen Eşrefe okuttu, türkçeye çevirtti. Bir şatoda güzel bir dansözle
nasıl

görüştüğünü,
onunla çeşitli danslarını açık açık yazmış. Ruşen de uzun boyu gibi yüksek

sesi
ile bunları ballandıra ballandıra şairane bir eda ile okudu. İlk gördüğüm bu
genç ve

güçlü
şairden pek hoşlandım.

İnönü
az içiyor, kendisini güzel idare ediyor, Atatürk bir ara çıplak dansözle

dansetmesini
İnönüye teklif etti, o kendisine, mahsus bir incelikle işi geçiştirdi.

Misafirlerden
birisi kadının o incecik parçaları da üzerinden atmasına emir vermesini

rica
etti. Atatürk «Olmaz öyle şey herşeyin bir hududu var» dedi. Sofraya oturulduğu

zaman
maariften bahsedildi. Misafir hanımların maarifte işleri yürüyormuş, bilmem

hangi
müfettiş arzusuna nail olamadığı için işlerini baltalıyormuş, Atatürk Başbakana

dedi
ki : Sen bu maarifi İslah etmelisin hem de baştan başlayarak.”
[25]
-“Atanın
kızları ile Salih, Kılıç Ali, Tevfik ve Mustafa Beylerden ibaretti. Yemek

arasında
az içildi, gece yarısına doğru gazinoya, baloya gidilecekmiş, küçük kızların

baloya
götürülüp götürülmemesi münakaşa olundu, götürülmeye karar verildi,

giyindiler,
hep beraber çıktık. Atatürk Afet Hanımla, madam Baver öteki kızları ve

maiyeti
başka otomobillerle kafile halinde Fresko gazinosuna gittik. Çok kalabalık

vardı,
Türk hanımlar pek az idi, ecnebi bayanlar da çok değildi. Zeki Beyin orkestrası

çalıyordu.
Milletvekilleri,
elçiler yüksek memur ve askerler Atatürkü şiddetle alkışladılar. İlk

dansı
Atatürk Fransa Elçisinin kızı ile açtı. (Madam yoktu). Kızın güzelliği herkesin

dikkatini
çekti, pist dans edenlerle bir anda doldu.

Atatürk,
kızlarından birisi ile dansetmemi söyledi, danstan sonra artist Refet Süreyya

çıplak
hali ile numaralar yapmaya başladı. Bu Ankara için bir yenilik idi. İnönü de

Rus
elçisinin ak saçlı madamı ile dans ederken gülümsedim, yanımdan geçerken «Ne

yapalım
politika ediyoruz» dedi.”
[26]
-“Atatürkle
beraber İstanbulda gezerken Suadiye plajına gittik. Orası daha yeni

yapılmış
güzelce bir yerdi.

Deniz
kenarında boylu boslu genç ve güzel bir kadın mayo ile dikilmiş duruyordu,

kendisine
yaklaşıldığı sırada güzel bir atlayışla denize daldı yüzmeye başladı.

Kadınlarımız
henüz erkeklerle bir arada denize girmeye yeni başlamışlardı. Bunun bir

türk
kızı olduğunu öğrenen Şah Atatürke;

«—
Maşallah ne güzel yüzüyor, hanımlarınız yeniliği çok çabuk kabullenmiş

görünüyor…»
gibi ifadelerde bulundu.

Dönüşümüzde
Atatürk beni çağırıp;

«—
Bu gece Beylerbeyi Sarayında Şeyhinşaha hususi bir ziyafet veriyoruz, hariçten

kimse
bulunmayacaktır, kendileri mihmandarlardan yalnız senden başka kimsenin

bulunmasını
istemiyorlar. O da yalnız bir nedimini getirecektir. Ali Sait Paşaya haber

gönderdim.
Şeyhinşahın bütün maiyeti ile mihmandarlara ve hariciye memurlarına

Park
Otelde bir yemek verecektir, sen oraya gitme, bizimle gel ve kimseye de birşey

söyleme..»buyurdular.
Gece
motorla Dolmabahçe Sarayından Beylerbeyi Sarayına geçtik. Başbakan ile Meclis

Reisi
de vardı. Sarayın kapısında gayet güzel ve ağır giyinmiş onbeş kadar kadın bizi

karşılıyordu
ki, bunlar o zaman İstanbulun saz şarkı ve dans artistleri idi, başlarında da

SUADÎYE
DE plajda gördüğümüz C. hanım bulunuyordu. Hepsi diz çökerek

hükümdarları
selâmladılar ve Şaha takdim olundular. Ö da gülerek iltifatlarda

bulundu.
Saray
içinde güzel bir mermer havuz vardır. Sular şıkırdıyor, gerilerde bir orkestra
ve

mükemmel
bir büfe.. Saray kısaca gezildi, üst kat tamir ediliyor ve Şehin Şahın geceyi

orada
geçirmeleri ihtimaline karşı fevkalâde yatak odaları hazırlanmış bulunuyordu.

Havuzun
başına bir masa ve koltuklar o şekilde konulmuşlardı ki büfe ve orkestra

burayı
göremiyordu. Şaha ikramlarda bulunuldu, kendisi bir kadeh şarap alarak önüne

koydu
bu sırada artistler güzel şarkılar okumaya ve gösteriler yapmaya koyuldular.
Şah

meclisin
sıcaklığını bozmamak için arada bir yudum alıyordu. Numaralar gittikçe

açılıyor
ve serbestleşiyor, Şah bunları gülümseyerek seyrediyor fakat ciddiyetini hiçbir

şekilde
bozmuyor, iki genç kız havuza atladılar, sularla oynamaya ve dans etmeye

başladılar.
Bu sırada «Ş» adındaki çıplak genç artist Şahın önüne yaklaştı, elleri

önünde,
başı eğik havuzun kenarında ve ayakta dikildi. Şehinşah kızın başını okşayarak,

«—
Çok maharetlisiniz, genç ve güzelsiniz, Allah bağışlasın, haydi kızım içeri
girin de

giyinin
üşürsünüz…»

Şehinşahın
o geceki durumu, ağırlığı, meclisin neşesini bozmaksızın hiçbir hafiflik

göstermemesi
dikkati çekiyordu. Gece yarısına doğru Dolmabahçeye dönmek

arzusunda
bulundular, hep birlikte kalktık gene motora binerek saraya gittik. Binbir

gece
masallarını bin ikinci gece yapamadık vesselam…

Ne
güzel tesadüftür ki bu olaydan 22 yıl sonra 1956 da İstanbula gelen merhumun
oğlu

şimdiki
Şah ile aynı Beylerbeyi Sarayının o havuz başında Kraliçe SÜREYYA da

beraber
olduğu halde oturarak Türk musiki sanatkârlarını, artistleri dinlemiş ve

kendilerine
pederleri merhum ile de bu yerde bu surette oturmuş olduğumuzu söylemiş-

tim.”[27]
-Atatürk
muhalefete tahammül edemiyordu;

-“ATATÜRK
yakın arkadaşlarının Demokrasi idare tutumunda kendisinden ayrılmağa

başladıklarını
ve muhalif bir partide görünmelerini hoş görmüyor, ALÎ FUAT PAŞA

esasta
bir ayrılık olmadığını, meclislerin tek partili olmayacağını, kendilerinin de
tasdik

edeceklerini
ve ATATÜRK-ün PARTİLER ÜSTÜ kalmasının arzu edildiğini

cevaplıyordu.
ATATÜRK buna karşı:

«—
Buna şüphe yok ama iş Cumhuriyetin ilânı ile bitmemiştir. Dünya medeniyet

alemine
katılmak için bazı mühim inkılaplar yapılması lâzım gelmektedir. Bunun içinde

geçici
bir müddet muhalif bir cephe yaratılmaması zaruridir» mukabelesinde

bulunuyordu.”[28]
-“4
Haziran akşamı Atatürkün sofrasında toplandık. Biraz neşeli idi, muhtelif
bahisler,

tarihten
misaller konuşuldu. Başvekile biraz fazlaca iltifatta bulundu ve şunları
söyledi:

«—
ÇOCUKLAR BEN ÖLÜRSEM İSMETİN ETRAFINDA TOPLANMALISINIZ

HAA..
FEVZİ PAŞANIN ANCAK REYİNDEN İSTİFADE EDERSİNİZ…»
[29]

-İNKILAPLAR
UĞRUNA ÖLEN SAYISI !!! Şimdi sizlere, Kemalistliğinden zerre şüphe edilemeyecek
bir kalem olan Falih Rıfkı Atay’dan bir iktibas yapacağız! İnkılâplar uğruna
katledilen 500.000 insan!! Bu millet Çanakkale’de 400bin, Yunan harbinde ise 10
bin şehid vermiştir! Ama inkılâplar için tamı tamına 500.000! “İrtica ile
boğuşmanın istilayı söküp atmaktan daha lâzım ve zor olduğunu belirtmek
isteriz. Onun içindir ki, Kurtuluş savaşındaki(10bin) can kaybının 50 kat
fazlasını irtica ile savaşta verildiğini hatırlatmak gerekir. (..) ”
[30]

MEHMET
ÖZÇELİK

26-05-2019


[1] SİYONİZM’İN OYUNLARI. Cemal
Anandol.Sh.8.

[2] Age.17.Bak. Yahudiler Dünyayı Nasıl
İstila Ediyorlar – Cevat Rifat Atilhan – sayfa: 216.

[3] Age.66-67.Bak. Simon Deutch,
Nihilist Partisi’nin önemli şeflerinden olup, ihtilal tertiplemek suçundan 13
yıl ağır sürgün cezasına 
çarptırılmıştır.

[4] Age. 244.

[5] TÜRKİYE’DE ANTİSEMİTİZM VE BÜYÜK
DOĞU DERGİSİ.Sh.95.

[6] Age.96.

[7] Age.98.

[8] Age.74.75.

[9] Age.112.

[10] Age.160.

[11] Age.162.

[12] Age.164.

[13] Age.166.

[14] Age.171.

[15] Mason Mahfili, t. y., Türkiye’de
Masonluk Tarihi.

[16] Habertürk,
2010. Atatürk Döneminde Masonluk ve Masonlarla İlişkilere Dair Bazı Arşiv
Belgeleri

Kemal
Özcan, Prof.Dr., NEÜ SBBF Tarih Bölümü, Prof., N.E.Univ. Historical
Department.Sh.3.

https://www.youtube.com/watch?v=PQNzn734i-U
https://www.youtube.com/watch?v=_UfCBG-TZb0

[17] Morning
Post gazetesi, 1920. Aktaran: Tamer Ayan, Atatürk ve Masonluk, Istanbul, 2008,
sayfa 127.

[18]
Tamer Ayan, Atatürk ve Masonluk, Istanbul, 2008, sayfa 159-161.

[19]
İlgili cümlenin ingilizcesi aynen şöyle: “In 1907, General Staff Salonika,
where he became member of C.U.P.
* and initiated into Free Masonry in the Italian Lodge.

Bilal Şimşir, İngiliz Belgelerinde
Atatürk, Türk Tarih Kurumu Yayını, 1979, cild 3, sayfa 96. (2. Baskı, cild 3,
Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 2000, sayfa 96, 97.) Ingiliz Arsivi. Foreign
Office 371/6465/E.1473.

Bütün
belgeleriyle Atatürkün mason olduğu isbat edilmektedir.

[20] C-2/112. TARiH-ıı.ı 9 3 1-İSTANBUL-DEVLET MATBAASI.

[21] Age.113.

[22] Age.114.

[23] http://www.risaleinurenstitusu.org/kulliyat/emirdag-lahikasi/nihai-vesika/277

[24] 10 YIL SAVAS 1912 -1922 V E ,S O N
R A S I»-Emekli Orgeneral
F A H R E T T İN ALTAY.Sh.408.

[25] Age.410-411.

[26] Age.412-413.

[27] Age.464-466.

[28]
Age.377.378. 10 YIL SAVAS 1912
-1922 V E ,S O N R A SI»-Emekli Orgeneral F A H R E T T İN
ALTAY.

[29]
Age.419.
https://belgelerlegercektarih.com/2012/07/07/m-kemal-ataturk-ayetle-alay-mi-ediyorataturkun-madam-corinnee-yazdigi-mektup/
https://m.youtube.com/watch?v=-YLyJkzEvfc&feature=youtu.be
https://m.facebook.com/story.php?story_fbid=1658873684256803&id=100004025624000
http://www.akasyam.com/mobil/ataturk-o-gece-71614/
-Nükte ve Fıkralarla Atatürk –
Niyazi Ahmet Banoğlu Sh. 668-669.

[30] Falih
Rıfkı Atay Eski Saat, S. 330.
https://mobile.donanimhaber.com/falih-rifki-eski-saat–92654255




İBNİ SİNA-NIN KANUN ADLI ESERİNDEN

İBNİ
SİNA-NIN KANUN ADLI ESERİNDEN

-Unsur dört tanedir ve ikisi hafif diğer ikisi ağırdır.
Hafif olanlar; ateş ve hava
Ağır olanlar; su ve toprak.
-Su ve toprak daha ağırdır, böylelikle organların oluşumuna yardımcı olur.
Ateş ve hava daha hafif olması sebebiyle de organların hareketlenmesine yardımcı
olur. Gerçi ilk hareket Allah’ın talimatıyla gelen; candır.

-Kadınların mizacı erkeklere göre daha soğuktur ve
bundan ötürü de yaratılışta erkeklere oranla daha zayıftır.

-Temel organlar şunlar; kalp, beyin ve karaciğer.

-Mevsimlerin de kendine göre mizaçları var, mesela yaz
mevsimi kuru ve sıcaktır.

-Bebek bakımını da ele almış İbni Sina. Emziren anne
iyi ahlaklı olmalı.
Olumsuz etkiler karşısında öfke, kızgınlık, hüzün gibi tepkiler vermekten kaçınmalı.
Çünkü bu tür durumların mizaç üzerinde etkisi vardır ve doğal olarak da süt
içen bebeğe de yansıyor.

-Çocuk altı yaşına eriştiğinde onu öğretmene yollayın.

-Her organın da kendine ait sporu var. Mesela gözün
sporu, küçük cisimlere bakmak ve bazen de küçük cisimden büyük cisme bakarak
yavaş yavaş geçiş.
Mevsimlere ait spor vakitleri de fark ediyor. Kış ayında sporun ikindiden sonra
akşam vakti olması daha iyi.

-Yaşlılar sıcak ve rutubet içeren gıdalara daha çok
gereksinim duyarlar.

Uykuları
gençlere göre daha çok olmalı.

-İbni
Sina ebced harflerine göre ilaçların adlarını ve özelliklerini birer birer ele
alıyor. Elif harfiyle başlamış. Mesela anason, İranlılar enison diyormuş.
Öncelikle bu anasonun mizacı nedir; sıcak ve kuru. Sonra solunumdan tutun
sindirim organlarına kadar, kozmetiğinden tutun baş bölgesi faydalarına kadar
hepsini ayrı ayrı ele alıyor. Absinte – Afsentin – Pelin otu göz altı
morluklarına iyi geliyormuş. Bazı bitkiler tenya gidericiyken bazısı eklem
ağrılarını gideriyor. Toplamda Elif harfiyle başlayan 77 adet bitkiyi

inceliyor İbni Sina. Sonra be harfinden
devam ediyor ve derken cim ve tamam.

-Gül
yağı, beyni güçlendirir ve zekayı artırır, mizacı mutedile yakındır.

-Akciğer,
kalbin komşusudur ve kolaylıkla komşu aracılığıyla komşunun halini
öğrenebilirsin.

-İbn
Sina veremli bir kadının durumunu şöyle anlatır:

Bir kadın vereme yakalanmıştı. Hastalık
uzun sürmüş ve öyle bir dereceye varmıştı ki kadın yataklara düşmüş ve artık
vasiyetini yazdıracak birini aramaktaydı. O kadının erkek kardeşleri, kadının
hastalığını tedavi etmek için azmettiler. Kadın, uzun süre Cülnecebin ilacını
kullandı ve hayata döndü. Tamamen iyileşti ve kilolandı. Cülnecebin’i ne
miktarda tüketildiği aklımda değil şu an.
Verem hastalığı tedavisinde sütün ayrı bir
yeri var. İbn Sina Tıp Bilimleri Okulu-nun bir öğrencisi diye bahsettiği bir
şahsın bu tedavide sütün nasıl tüketilmesi gerektiği hakkında araştırmasının
olduğunu söylüyor ve kısaca o araştırmadan bahsediyor.
Veremliler için en iyi sütün dişi eşek
sütü olduğunu söylüyor.
Yağmur suyu da veremliler için iyidir.

-Karaciğer
öyle bir organdır ki onun için, kan üretim fabrikası, kan rafinesi ve kanda
bulunan maddeleri taşıyıcı organ diyebiliriz.

İnsan karaciğeri, sahip olunan cüsseye
göre, tüm hayvanlar arasında en büyük olanıdır. Denilene göre, canlı ne kadar
çok yerse ve bununla kalbi zayıf olursa, karaciğer daha büyük olur.
Karaciğerin sağlıklı olup olmadığını, ne
durumda olduğunu birkaç yöntemle anlayabiliriz.  İbn Sina bu konuyu on bir maddede ele almış,
biri şöyle;
insanın yüz rengi, siması, şekli, derisi
bize karaciğerin durumundan bilgi verebilir.
Hıçkırık, hastanın iştahı, yiyeceğin
midede sindirilmesi, bizi karaciğerin durumundan haberdar eder.
Nefes darlığı (ya da Dispne) her ne kadar
akciğerden kaynaklanmış olsa da, asıl sebebin karaciğer olması muhtemeldir.

-Kuş
üzümü karaciğerin dostudur.

-Öfke karaciğeri, keder akciğeri, üzüntü mideyi,
stress kalp ve beyni, korku böbrekleri yorar. Bunlar vücutta artınca ve sürekli
ise o organ hasta olur…İbn-i Sina.El-Kanun
Fi’t-tıb Özetin özeti..

“Hayvaniyetten çık, cismâniyeti bırak, kalb ve
ruhun derece-i hayatına gir.

Tevehhüm ettiğin geniş dünyadan daha geniş bir
daire-i hayat, bir âlem-i nûr bulursun.
İşte o âlemin anahtarı, ‘
ma’rifetullah’ ve ‘vahdaniyet’ sırlarını
ifade eden ‘

ilahe illallah
’ kelime-i kudsiyesiyle kalbi söyletmek ve ruhu
işletmektir”Bediüzzaman.

MEHMET ÖZÇELİK

25-05-2019




50-HADİD SURESİ-19-29-MEHMET ÖZÇELİK-2-




AYRILAN YOLLAR

AYRILAN YOLLAR
Allah’a giden yollar mahlukatın nefesleri sayısıncadır.
Her yol Allah’a çıkar.
Bir ömür, bazen yarım asır arkadaşlık yaptığımız yol arkadaşlarıyla yollarımız ayrılmaktadır.
Bir damla gözyaşı ile de olsa bu durum insana hüzün veriyor.
Bazen çocuklukta, okulda, meslek hayatında beraber olup,belki de uzun yıllar ayrı olduğunuz insanların dünyadan ayrılışı, insanın üzerine hüzün bulutları kaplıyor.
Yollar ayrılıyor.. Hayatlar ayrılıyor..
Rahmetli babamla evden çıkmış sanayiye gidiyorduk. Ben şoför mahallindeydim. Babam ise yanımda oturuyordu.
Aradan birkaç sene sonra babam vefat etmiş oğlum da büyümüştü
Yine sanayiye gitmekteydik. Ancak bu sefer şoför mahallinde oğlum oturmuş, ben de babamın yerinde oturuyordum.
Benim yerimi oğlum, babamın yerini de ben almıştım.
Yine bu durum sanayi yolunda, yokuştan inerken aklıma gelmiş ve oğluma şunu hatırlatmıştım;
Bir müddet sonra sen de benim yerimde olacaksın, senin çocuğun da senin yerinde olacak, demiştim. Bu durum onun çok ilgisini çekmiş ve düşündürmüştü.
Her gün dünyadan 300 binden fazla insan terhis oluyor, yerini yenileri alıyordu.
Sâniyen, rahmetli babam vefat etmeden önce arkadaşlarının durumunu öğrenmek için bazılarını arar, sorar, vefat edenleri de duyunca üzülürdü.
Bunu bizimle de paylaşır, şu gitti, şu da gitti derdi.
Vefatından 3 ay önce Hasan diye bir arkadaşını aradı, o kişi çok kötü olduğunu, yatağa bağımlı bulunduğunu hüzünle kendisine anlatmıştı. Tüm arkadaşları gitmiş, Hasan kalmıştı, o da ağır hastaydı. Babam ise gayet rahat ve sağlıklı idi. Sabahları erken saatte geceden camiye gider, daha imam ve müezzin bile camiyi açmadığı olurdu. Bu durumlarda seher kahvesine giderek bir çay içer ve camiye geçerdi.
Vefatına 3 gün kala nefes alamaz olmuştu, acile kaldırdık ve 3 gün sonra vefat etti.
Kaderin bir cilvesidir ki aynı gün, yatalak olan arkadaşı Hasan da vefat etmişti. Hasan kabristanda 1923 nolu kabirde, babam ise 1924 nolu kabirde yapmaktadır. Ruhları şad olsun.
Sıra bendeydi.
Yaşıtım olan ve muhabbet ettiğimiz meslektaşım Hacı osman Yetiş’in vefatı ben de bir hüzün oluşturdu.Allah kendisine rahmet etsin.
Babamın durumunu hatırladım. Acaba bu durumlar da bizi ölüme hazırlamak için miydi?
Birden gitmesi ağır mı oluyordu?
Bizden küçük ve büyük olanların değil de, aynı yaşıt ve yol arkadaşların gitmesi daha ağır geliyordu. Yol arkadaşları ayrılıyor.. Yollar ve Hayatlar ayrılıyordu.
Bir gün bize de haydi diyecekler.
“Biz gidiyoruz, aldanmakta fayda yok. Gözümüzü kapamakla bizi burada durdurmazlar, sevkiyat var.
…Bir zaman gençlik gecesinin uykusundan ihtiyarlık sabahıyla uyandığım vakit kendime baktım, vücudum kabir tarafına bir inişten koşar gibi gidiyor. Niyazi-i Mısrî’nin
Günde bir taşı bina-yı ömrümün düştü yere
Can yatar gafil, binası oldu viran bîhaber
dediği gibi ruhumun hanesi olan cismimin de her gün bir taşı düşmekle yıpranıyor ve dünya ile beni kuvvetli bağlayan ümitlerim, emellerim kopmaya başladılar. Hadsiz dostlarımdan ve sevdiklerimden müfarakat zamanının yakınlaştığını hissettim. O manevî ve çok derin ve devasız görünen yaranın merhemini aradım, bulamadım. Yine Niyazi-i Mısrî gibi dedim ki:
Dil bekası, Hak fenası istedi mülk-ü tenim
Bir devasız derde düştüm, âh ki Lokman bîhaber.
O vakit birden merhamet-i İlahiyenin lisanı, misali, timsali, dellâlı, mümessili olan Peygamber-i Zîşan aleyhissalâtü vesselâmın nuru ve şefaati ve beşere getirdiği hediye-i hidayeti; o dermansız, hadsiz zannettiğim yaraya güzel bir merhem ve tiryak oldu. Karanlıklı yeisimi, nurlu bir ricaya çevirdi.”
MEHMET ÖZÇELİK

22-05-2019




MEŞHUR BEYİTLER

Meçhul
Şairlerin Meşhur Beyitleri  (Lâ-edriler)

*Doğru
söylerim halk razı değil

 Eğri söylerim 
Hak razı değil

*Zalimin  ser-rişte-i ikbâlini bir âh keser

 Rızka mani olanın rızkını Allah keser

*Kula
bela gelmez, Hak yazmayınca

 Hak bela vermez, kul azmayınca

 *Küfür ile dünya durur

  Zulüm ile durmaz

 *Tahsil cehaleti alır

  Eşekliği baki kalır

  *Halimi arz etmeye yâri tenha bulamam

   Yâri tenha bulsam, kendimi asla bulamam

   “Cehlin mertebesi sehl olmaz

    Kisbsiz ta bu kadar cehl  olmaz

   *Adam
adamdır eğer olmaz ise bir pulu

   Eşek yine eşektir atlastan  olsa çulu

   *Kabiliyet dâd-ı Haktır her kula olmaz nasip

    Sâd hezâr terbiye etsen bi edep olmaz edip




ŞUURDAN DAMITMALI ŞİİRLERİM -2-

ŞUURDAN
DAMITMALI ŞİİRLERİM -2-

AŞIKLAR
KERVANI

Aşıklar
Kervanı Göçtü

Kervana
iltihak güçtü

Aşıklar
aşkı seçti

Yanarak
var-a geçti

Varlığı
aradı yoklukta

Buldu
varlığı yoklukta

Her
şey aranırken çoklukta

Yolda
kaldı varlıkta

Yokluktan
geldik varlığa

Çıplak
girdik dünyaya

Bir
şey almadan giderken

Kefenle
vardık ukbaya..

MEHMET
ÖZÇELİK

BAHAR NEYİNE…

Bahar bilmez iken/ Mart sonu neyine….  

Çiçek açmaz iken/ Bahar neyine….

Ömrü kışta geçti/ Bahardan ümitli….

Baharları bitirirken/ Kimden ümitli?

Darbelerden meded umdu/ Darbelerle vurdu….

Derbeder etti/ Yurdu dağdar etti…

Sermayeyi tüketti/ Ser kalmadı…..

Hayrı tüketti/ Hayrı kalmadı….

PATATES
SOĞAN PATLICAN…

Vurulan
bizmiyiz, patlıcan mı?

Mesele
beka yoksa soğan mı?

Dün
Din-le ve Vatanla vuranlar,

-Medet
Patates- diyen insan mı..?

Dışta
cinayet, içte ihanet.

Müslümanı
öldürürken namert.

Bugün
uyuyup uyanmayanlar,

Ahirette
umar mı şefaet…

Zulüm
adalet külahı giymiş.

Adalet
zulümü seyre gitmiş.

Mazlumlar
kan akıtıp ağlarken,

İnsanlık
bitip, nereye gitmiş?

Patlıcan
tahta çıktı, insan indi.

Zalim
kol gezerken, müslüman sindi.

Zalim
zulmi ile tedhiş ederken,

Müslüman
patatesi dert edindi..

GECELERDE
SEFER GECELERE SEFER

Günahımıza
ağlayalım

Kalbimizi
yağlayalım

Sevdamızı
anlayalım

Her
gece ve her zaman.

Günahımıza
ağlasak

Şeytanımızı
bağlasak

Düşmanımızı
dağlasak

Her
gece ve her zaman

Uzaklarda
arama

Derinlerde
derleme

Bizimki
nefsimizde

Her
gece ve her zaman .

Geceler
geceler

Gündüze
perde geceler

Gündüzleri
örterken

Kalbe
hece geceler.

Hüznün
adı geceler

Hüzün
verdi geceler

Gündüz
kıymet bilmezken

Hüzünle
geldi geceler.

Sevda
kara, Gece kara

Hüzün
bulut, kapkara

Kalpte
açarken yara

Hüzünle
geldi geceler.

Sabah
-akşam -yatsı

Sırları
saklayan geceler

Günahlarımı
örterken

Kullukla
gelen geceler

Alem
suskun ve sükun

Konuşan
ben ve geceler

Allah’a
yönelirken eller

O
ve ben-li geceler.

Sefer-le
çıktık sefere

Hem
gündüz hem gece

Gönlümdeki
pencere

Nice
hece hece…

Mehmet
Özçelik

10-09-2018

GÖNÜL

Sarmıştı
bulutlar gönülleri

Siyaset
bağlamıştı elleri

Okşamıyordu
diller gönülleri

Bulutlar
zail oluyor gönül.

Dağılmış
gönüller hep ağladı.

Hem
de karaları bağladı.

Siyaset
bizleri dağladı.

Kopmasın,
başlansın gönüller, gönül.

Kazandırdı
mı Demo, demi.

Gazeteyi
de küpe et emi.

Demini
bulmamışken gönüller.

Şimdi
demlensin emi, gönül.

Gönüller
kim için atıyor.

Siyaset
topuzu gönle batıyor.

Kimler
kimi satıyor

Nur
incitmez seni gönül…

Eco,
Neco derken gitti Demo

Siyaset
çarkı neler üretti neler

Bir
yandan üretirken hemde tüketti

İhanet
hiç bitmedi gönül.

Oyun
içinde bin oyun

Bu
insanlar görünüyordu koyun

Bizde
değer bulur senin oyun

mağdur
olan sen ve soyun gönül.                                                      
MEHMET ÖZÇELİK

BABA
NE İMİŞ

Baba
eve direk imiş

Gönüle
yürek imiş

Baba
evden gidince

Herkes
pineklemiş.

Sebebi
vücudum benim

Hayatta
arkadaşım benim

Onsuz
ben eksiyim

Hayatta
artım benim.

Güç
verdi bana

Gurur
kattı bana

Gururlu
imiş

Sürür
verdi bana

Gelen
gidermiş

Giden
gelmez

Gidince
sevinmiş

Kalan
üzülmez

Dünyası
yarımdı

Bizleri
tamladı

Namazı
evde kılmadı

Gayreti
tamdı.

Sabah
namazı ona

Şefaat
edecek

Az
da olsa ameli

Ona
refakat edecek

Hüsnü
hatimeyle gitti

İmtihanı
bitti

Kalanlar
düşünsün

Ölüm
ibretti…

Gönderelim
Fatiha

Ruhları
olsun şad

Sadaka
i cariye

Olunsun
hayırlı evlad..

MEHMET
ÖZÇELİK  23.9.2018

GÜLLER
SOLDU

Güller
eski gül değil soldu

Gül
yerine diken doldu.

Gülün
gülüşü aldatmasın seni

Gülün
tahtına dikenler kondu

Gülün
bahtı bitti bülbülün tahtı

Gül
solunca bülbülde gitti

Ne
bahtı kaldı ne de tahtı

Geriye
bülbülün feryadı kaldı.

HER
ŞEY O’NDAN…

Ne
senden ne benden

Ne
gökten ne yerden

Zahiren
sebepten

Hepsi
bir elden…

Doğum
O’ndan

Ölüm
O’ndan

Çıksın
Azrail

Girsin
Yaradan…

Zencinin
boyası anneden mi?

Yoksa
boyadan boyacıdan mı?

Ağustos
da yaprak yaş iken,

Yaprağın
solması Eylülden mi?

Bulut
yağmurun habercisi

Hüzünlü
Kalp sevincin…

Bülbül
hamuş, gül solgun

Kalp
ise dolgun ve yorgun…

MEHMET
ÖZÇELİK  27.9.2018

KALEM
VE KELÂM

Kalem
geldi dile, ser-dekini dere dere

Bazen
su, bazen sel, bazen dere

Güllere
beste, bülbüllere gül deste

Kalem
kelâma oldu güfte.

Aşıklar
aşkla sarmaşık

Maşuklar
meşkle karmaşık

Diller
konuşmaya alışık

Kelâm
kaleme oldu beste

Âhirette
dil susup el konuşacak

Ayak
konuşup organ dil olacak

Nice
kirli çamaşır ortada kalınca

Akla
kara birbirinden ayırt olacak.

İlk
var olan kalem idi

Kelâmın
ilk sözü yaz idi

Ezelden
yazmaya başladı kalem

Bî-tâb
ve yenik düştü kelâm

Ezelden
inayet geldi kelâma

Denizler
mürekkep oldu kaleme

Yapraklar
yazmak için kaleme

Yenik
düştü kalem kelâma…

Kelâm
bitince kalemde bitti

Maşuk
gidince aşıkta gitti

Fâni
olanlar bitip gidince

Gönül
ebedi Zâta gitti.

ŞEHİDİM…

PKK,
deaş, fetö hepsi leş

Hem
leş , hem de kalleş

Bunlar
ebleh, hem de serkeş

Bunu
yapan akıllı değil, keş.

Kalbde
olmalı basiret

Olmamalı
kin ve nefret

Günah
kalbe perde olur

Kalb
kalır nura hasret.

Şehide
şehadeti şahit

Rabbinden
almış ahit

Melekler
onu karşılarken

Cennetler
bile, bila zait

Nuh’un
bedduası bedduam

Kafirleri
sağ bırakma Allahım

Orduma
kurşun sıkan kim varsa

Kahhar
isminle kahret Allahım…

Mehmet
Özçelik

05.10.2018

O
VAR

Sar
yüreğimi sar sar sar

Bak
yüreğimde ne yaralar var

O
yoksa hüzün var.

Hüzün
yoksa O var.

O
varsa ne gam ne keder var.

O’NA
KOŞTUM

Sana
koştum koştum

Sonsuza
kavuşmadım.

Her
şeyimi yolda kodum.

Sana
ruhumu koştum.

MEHMET
ÖZÇELİK

İşte
gezinin ayak sesleri ezana saldırıyla gelmeye başladı. Ona tarafımdan şiirli
cevap;

ARZDAN
SEMAYA EZAN

Şu
ezanlar ki deldi, zulmeti geçti

Zulmetli
kafalar, zulmeti seçti

Hırlamayla
susmaz ezanlar

Horlamayla
durmaz ezanlar.

Şu
ezanlar ki yükseldi semaya

Hastalıklı
kalpler düştü ezaya

Gök
gürültüsü gibi yayılırken fezaya

Ezan
dar geliyor bu zekaya…

Bu
dünyası dar dünya

Sahibine
ar dünya

Ona
ezansız dünya

Hayvanlara
yar dünya…

Doğarken
kulağına okundu

Yaşarken
kafasına dokundu

En
son musallaya konunca

Ezana
birde sala kondu.

MEHMET
ÖZÇELİK

10-03-2019

Tohumdur insan

Ekmesini bilmeli

Meyve veren

Dikmesini bilmeli

Topraktan gelen

Toprağa düşmeli

Sümbül veren

Toprakta çürümeli

Kibirle var olan

Yar olmaz

Mahviyyette olan

Yok olmaz.

Yok yok isen

Sen varsın

Varlığınla varlığa

Sultansın…

Delilmi istersin

İşte şeytan

Yokluğunda alem

İşte Adem…

MEHMET ÖZÇELİK

17-01-2019

SENDE…

İnsan bu, kendinde değil,

Kimbilir nerde.

Belki her yerde,

Bazen Ser-de bazen yerde.

Kendini kendinde aramazken,

Gezer çöllerde…

İçindeki deryayı görmezken,

Kıvranır dertlerde.

Eksi kutuptur, eksik,

Artı kutup da eksik,

Kurtulmazken eksilerinden,

Arar da arar kendini,

Kırkların içinden…

Sen ara kendini sende.

Sen değilsin Leyla da Aslıda.

Yıldızlarda ne gezersin,

Yıldızlar sende.

Mehmet Özçelik. 24.10.2018

ŞOL
CENNETİN DERELERİ

Şol
cennetin dereleri

Süttendir
nehirleri

Baldandır
şerbetleri

Akar
Allah deyú deyú

Cennetlikler
ayrıldı

Cehennemlikler
haykırdı

Hepsi
bir yere savruldu

Celil
diye deyú deyú

Cennetlikler
Cemale baktı

Cehennemlikleri
ateş yaktı

Her
birinin ki Haktı

Hak
diye deyú deyú.

Buluşuruz
havuzda inşaallah

Kuruluruz
Kevserde inşaallah

Allah
bes gayrı illallah

Deriz
Allah deyú deyú…

Mehmet
Özçelik….19.10.2018

TESNİYE

SEFERDE
ATEŞ, SEFERE ATEŞ

Aşkın
adı battı, herkes ondan tattı,

İnsanlık
batınca, aşkta battı.

İnsanın
hevesi aşkın nefesi

Seslerin
en güzeli Leyla’nın sesi.

Leyla’yı
aradı buldu .

Yüzünü
Mevla’ya durdu.

Tahtını
Leyla’ya kurdu,

Bahtını
Mevlada buldu..

Leyla
da ölenler ölüdür

Leyla
diye ölenler delidir

Leylanın
gözüyle görenler

Mevlayı
bulmadıkça ya nedir?

Leyla
da firak var,

Hakta
vuslat.

Haktan
ayrılıkta,

Elbet
ateş var.

Ateşe
sefer var,

Seferde
ateş
?

Kırklara
karışmış,

Kırkıda
ateş
?

Kırkından
sonra azar,

Azar
azar..

Bizim
yazar..

Mezarını
kazar…

Odun
yanar,

Olur
kül.

İnsan
yanar,

Olur
kul…

Mehmet
Özçelik.  29.10.2018

NE
DER?

Puştlar
ne der diye, kuşları yaralama

Putlar
kızar diye, kurtları sarmalama

Ehli
Dünya şutlar diye, hakkı sorgulama

Giyeceğin
kefeni düşün, cehennemi boylama..

Ne
sevabınla avun, ne küfrü savun,

Her
hâlükârda günahtan korun,

Ne
ağa, ne bey, ne paşa olun,

Evvel
ahir Allah’a kul olun..

Nur
olun, Nur alın, Nur satın,

Nurdan
nura akın,

Nuren-Nur
olan Allah’a

Nur-
u iman ile bakın..

Güzel
gör güzel düşün,

Akıbetini
şimdi düşün,

Gece
gündüz düş-ünde düş-ün,

Devamlı
düşünde düşün..

Dünya
pazarına geldik

Gül
mü diken mi derdik?

Allah
bizi sorgularsa,

Biz
Ona ne derdik?

Belâ
dedik ruhumuzla Ona

Selam
verdik namazımızda Ona

Geldik
hayatımızda sona

Dönüşümüz
elbet yine O’na..

Mehmet Özçelik.  29.10.2018

LA TAHZEN
La tahzen demiş Şanlı Nebi
Allah beraberdir, bil emi
Madem O var, herşey ne ki
Ölüm, sonsuzluğa giden gemi.

Kişi sevdiğiyle beraber cennette
Sevgiden mahrum olan cinnette
Cennetin kazanımı mihnette.
Rabbim beraber etsin cennette

Hayat gerçekten zor ve bela
Bizde demedik mi Kalu bela
Musibetlerle olduk mübtela
Ta ki Musallada verilir sala

Evet ateş düştüğü yeri yakmakta
Kalpten sevgiyle sızı bir akmakta
Kalemden siyah mürekkep akarken
Göz hasretle peşinden bakmakta..
MEHMET ÖZÇELİK




RUHANİLER

RUHANİLER

Alemde
olan ve bulunan her şey madde ve maddeden ibaret değildir.

Ruhani
varlıklar; madde ötesi ve ruhla ilgili manevi varlıklardır.

-Ruhla
bedenin kesiştiği nokta, sidre.

İnsan
ruhundaki beden zahiren bedende görünse ve bulunsa da ancak bedenin üstünde ve
üstünden bedeni control etmektedir.

Alemde
de maddenin ötesinde melekler gibi güç sahibi nurani varlıklar olduğu gibi, ruh
özelliğine sahip varlıklarda vardır.

Bunlar
içerisinde insan gibi ulvi ruhlar olduğu gibi, hayvan ve sair süfli ruh sahibi
varlıklar da vardır.

-Sayısız
haz duyuları ve en az onlar kadar yaratılan ve yaratılacak olan hazlar.

Sayısız
frekanslar ve frekans sesleri.

Sayısız
boyutlar ve boyutlardaki farklı varlıklar.

Sayısız
görme ve görünenler.

Sayısız
his ve mahsuslar yani hissedilenler.

Her
duygu için açılmış sofralar ve o sofralarda bulunan sayısız o duygunun
nimetleri.

Her
şey duygularla bağlantılı kılınmış, o duygularda o duyguların bağlandığı
esmalarla irtibatlandırılmıştır.

-Ruh
göz penceresiyle bu alemi seyretmektedir.

Kulak
ruha ses, dil kelam, akıl düşünce, kalp motor, nefis nefes, burun koku,
organlar destek olmuştur.

Ruh
onlarla alemini genişletmiş, alemlerle irtibatını sağlamıştır.

İnsanı
bir gemiye benzetirsek, ruh kaptan, kalp motor, akıl dümen, nefis buhar kazanı,
organ ve duygular yolcu, Kur’an-ı Kerim rota, İslamiyet deniz, gemi insan
anatomisidir.

Ruh
ilahi nefhadan bir ses, bir nefes, bir eser, bir güç ve enerjidir.

Ruh
tecezzi etmeyen bir bütündür.

***************  

Odun ve kömürü niçin yakıyoruz?

Isı ve ışık olsun diye.

Maddenin de 4 hali vardır;

Katı-sıvı-gaz ve nurdur.

İnsanın da bu dünyada –tabiri caizse- yanması ve de
Kafirin cehennemde yanması nura ve ışığa inkılap etmesi, kazuratını atıp,
maddesinin içerisindeki manayı çıkarması içindir.

-Hasta
ruhlar hasta olan duygular ruhu bozuyor, bozulan ruhda duygu ve vücudun
yapısını bozuyor.

Saldırgan
insanların durumu, ruhlarının saldırganlığından kaynaklanmaktadır.

-Beden
için söz konusu olan nezleden kansere ne kadar hastalık varsa, aynı o durum ruh
içinde söz konusudur.

****************  

Ruhani
varlıklar ile ilgili olarak Bediüzzaman geniş izahatta bulunur. Hülasa olarak;

-“Elhâsıl: Denilebilir ki, hayat olmazsa, vücud vücud
değildir, ademden farkı olmaz. Hayat, ruhun ziyâsıdır; şuur, hayatın nurudur.
Mâdem ki hayat ve şuur bu kadar ehemmiyetlidirler; ve mâdem şu âlemde
bilmüşâhede bir intizam-ı kâmil-i ekmel vardır; ve şu kâinatta bir itkàn-ı
muhkem, bir insicâm-ı ahkem görünüyor; mâdem şu bîçare perişan küremiz,
sergerdan zeminimiz bu kadar hadd ü hesâba gelmez zevi’l-hayat ile zevi’l-ervâh
ve zevi’l-idrâk ile dolmuştur; elbette sâdık bir hadis ile ve katî bir yakîn
ile hükmolunur ki, şu kusûr-u semâviye ve şu bürûc-u sâmiyenin dahi kendilerine
münâsip zîhayat, zîşuur sekeneleri vardır. Balık suda yaşadığı gibi, güneşin
ateşinde dahi o nurânî sekeneler bulunur. Nâr, nuru yakmaz. Belki ateş ışığa
meded verir.
Mâdem kudret-i ezeliye bilmüşâhede en âdi maddelerden, en kesif unsurlardan
hadsiz zîhayat ve zîrûhu halk eder ve gayet ehemmiyetle madde-i kesîfeyi hayat
vâsıtasıyla madde-i latîfeye çevirir ve nur-u hayatı her şeyde kesretle
serpiyor ve şuur ziyâsıyla ekser şeyleri yaldızlıyor; elbette o Kadîr-i Hakîm,
bu kusursuz kudretiyle, bu noksansız hikmetiyle, nur gibi, esîr gibi ruha yakın
ve münâsip olan sâir seyyâlât-ı latîfe maddeleri ihmâl edip hayatsız bırakmaz,
câmid bırakmaz, şuursuz bırakmaz. Belki, madde-i nurdan, hattâ zulmetten, hattâ
esîr maddesinden, hattâ mânâlardan, hattâ havadan, hattâ kelimelerden zîhayat,
zîşuuru kesretle halk eder ki, hayvanâtın pek çok muhtelif ecnâsları gibi pek
çok muhtelif ruhânî mahlûkları, o seyyâlât-ı latîfe maddelerinden halk eder.
Onların bir kısmı melâike, bir kısmı da ruhânî ve cin ecnâslarıdır.”[1]

-“Hakikat ve hikmet ister ki, zemin gibi, semâvâtın da
kendine münâsip sekeneleri bulunsun. Lisân-ı şer’îde o ecnâs-ı muhtelifeye
“melâike ve ruhâniyât” tesmiye edilir.
Evet, hakikat öyle iktizâ eder. Zîrâ, zemin, küçüklüğü ve hakaretiyle beraber,
zîhayat ve zîşuur mahlûklardan doldurulması ve ara sıra boşaltılıp yeniden
zîşuurlarla şenlendirilmesi işaret eder, belki tasrih eder ki, şu muhteşem
burçlar sahibi müzeyyen kasırlar hükmünde olan semâvât dahi zîşuur ve
zevi’l-idrâk mahlûklarla doludur. Onlar dahi, ins ve cin gibi, şu âlem
sarayının seyircileri ve şu kâinat kitâbının mütâlâacıları ve şu saltanat-ı
Rubûbiyetin dellâllarıdırlar. Çünkü, kâinatı had ve hesâba gelmeyen tezyinât ve
mehâsin ve nukuş ile süslendirip tezyin etmesi, bilbedâhe, mütefekkir istihsan
edici ve mütehayyir takdir edicilerin enzârını ister.
Evet, hüsün elbette bir âşık ister; taam ise, aç olana verilir. Halbuki, ins ve
cin, şu nihayetsiz vazifeye, şu haşmetli nezârete ve şu vüs’atli ubûdiyete
karşı milyondan birisini ancak yapabilir. Demek bu nihayetsiz ve mütenevvi
vezâife ve ibâdâta nihayetsiz melâike envâı ve ruhâniyet ecnâsı lâzımdır.
Bâzı rivâyâtın işârâtıyla ve intizam-ı âlemin hikmetiyle denilebilir ki, bir
kısım ecsâm-ı seyyâre, seyyârâttan tut, tâ katarâta kadar bir kısım melâikenin
merâkibidirler. Onlar, bunlara izn-i İlâhî ile binerler, âlem-i şehâdeti
seyredip, gezerler.”[2]

-“Hem nasıl Hâlıkımızdan sorduğumuz sualimize, o Rabbimiz
bütün fermanlarıyla ve nazil ettiği bütün kitaplarıyla ve müsemmâ olduğu ekser
isimleriyle bize kudsî ve kat’î cevap veriyor; aynen öyle de, melâikeleriyle ve
onların diliyle daha başka bir tarzda dedirir:
“Sizin zaman-ı âdem’den beri hem ruhanîlerle, hem bizimle görüşmenizin
yüzer tevatür kuvvetinde hadiseleri var. Ve bizim ve ruhanilerin vücutlarına ve
ubudiyetlerine delâlet eden hadsiz emâre ve deliller var.”[3]

-“Ve madem melâikeler âhiretin ve âlem-i bekanın dairelerini
gördüklerini haber veriyorlar; elbette melâike ve ruhların ve ruhaniyetin vücut
ve ubudiyetlerine şehadet eden deliller, dolayısıyla âhiretin vücuduna dahi
delâlet ederler.”[4]

-“Mâneviyat ve ruhâniyat âlemlerinin en mütenevvi çekirdekleri
yine cismaniyettedir.”[5]

-“Kat’iyen bil ki, hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce
neticesi, iman-ı billâhtır. Ve insaniyetin en âli mertebesi ve beşeriyetin en
büyük makamı, iman-ı billâh içindeki marifetullahtır. Cin ve insin en parlak
saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır. Ve ruh-u
beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en sâfi sevinç, o muhabbetullah içindeki
lezzet-i ruhaniyedir.”[6]

-“Hazret-i Mevlânâ, zülcenâheyndir. Yani, hem Kadirî, hem Nakşî
tarikat sahibi iken, Nakşîlik tarikatı onda daha galiptir. Üstadım, bilâkis,
Kadirî meşrebi ve ?âzelî mesleği daha ziyade onda hükmediyor. Ben Üstadımdan işittim
ki: Hazret-i Mevlânâ Hindistan’dan tarik-i Nakşîyi getirdiği vakit, Bağdat
dairesi Şâh-ı Geylânî’nin ba’del-memat hayatta olduğu gibi, taht-ı tasarrufunda
idi. Hazret-i Mevlânâ’nın mânen tasarrufu, bidâyeten câ-yı kabul göremedi.
Şâh-ı Nakşibend ile İmam-ı Rabbânî’nin ruhaniyetleri Bağdat’a gelip Şâh-ı
Geylânî’nin ziyaretine giderek rica etmişler ki, “Mevlânâ Hâlid senin
evlâdındır, kabul et.” Şâh-ı Geylânî, onların iltimaslarını kabul ederek
Mevlânâ Hâlid’i kabul etmiş. Ondan sonra Mevlânâ Hâlid birden parlamış. Bu
vakıa, ehl-i keşifçe vâki ve meşhud olmuştur. O hadise-i ruhaniyeyi, o zaman
ehl-i velâyetin bir kısmı müşahede etmiş, bazı da rüyayla görmüşler. Üstadımın
sözü burada hitam buldu.”
[7]

-“Gazâlî’nin haşr-i cismaniyle beraber haşr-i ruhânînin dahi vuku
bulmasına, bazı ehl-i bâtına taklit ve mümâşât cihetiyle bir işaretidir.”
[8]

-“Hergün ihtiyaç gıdaya hissedildiği gibi, her vakit bu gıdâ-yı
ruhânîye ihtiyaç hissedilir.”
[9]

-“Risale-i Nur ahize ve nakile ile mücehhez bir radyo-yu
Kur’âniyedir ki, onun tel ve lambaları, ayna, tel ve bataryaları hükmündeki
satırları, kelimeleri, harfleri öyle intizamkarane ve icazdarane bast
edilmiştir ki, yarın her ilim ve fen adamları ve her meşrep ve meslek
sahipleri, ilim ve iktidarları miktarında alem-i gayb ve alem-i şehadetten ve
ruhaniyat aleminden ve kainattaki cereyan eden her hadisattan haberdar
olabilir.”
[10]

-“Celâleddin-i Süyûtî, Celâleddin-i Rumî ve İmam-ı Rabbânî gibi
zatların seyr ü sülûk-u ruhanîleri gibi seyr ü sülûk ile yükselerek o kudsî
zatlara yanaşmak ve istifade etmektir.”
[11]

-“Küre-i arza emr-i İlâhî ile nezarete memur “Sevr” ve
“Hût” namlarında iki ruhanî melâikeyi dehşetli cismânî bir öküz, bir
balık tevehhüm edip, ehl-i fen ve felsefe hakikati bilmediklerinden, İslâmiyete
muarız çıkmışlar.”
[12]

-“Âlem-i şehâdetteki insanlara inşikàk-ı kamer bir mu’cize-i
Ahmediye (a.s.m.) olduğu gibi, Mi’rac dahi âlem-i melekuttaki melâike ve
rûhâniyâta karşı bir mu’cize-i kübrâ-yı Ahmediyedir ki, nübüvvetinin velâyeti
bu kerâmet-i bâhire ile isbat edilmiştir; ve o parlak zât; berk ve kamer gibi,
melekutta şûle-feşan olmuştur.”
[13]

-“İmâm-ı Rabbânî Ahmed-i Fârûkî (r.a.) demiş ki: “Ben seyr-i
ruhanîde kat-ı merâtip ederken, tabakat-ı evliyâ içinde en parlak, en haşmetli,
en letâfetli, en emniyetli, Sünnet-i Seniyyeye ittibâı esas-ı tarikat ittihaz
edenleri gördüm. Hattâ o tabakanın âmi evliyaları, sair tabakâtın has velîlerinden
daha muhteşem görünüyordu.”
[14]

-“Mesâil-i şeriatla Sünnet-i Seniyye düsturları, emrâz-ı
ruhaniyede ve akliyede ve kalbiyede, hususan emrâz-ı içtimaiyede gayet nâfi
birer devâdır bildiğimi ve onların yerini başka felsefî ve hikmetli meseleler
tutamadığını, bilmüşahede kendim hissettiğimi ve başkalarına da bir derece
risalelerde ihsas ettiğimi ilân ediyorum.”
[15]

-“Kâinattaki ruhanîlerin bir delil-i vücudu ve numunesi, insandaki
kuvvelerdir ve lâtifelerdir.”
[16]

-“Âlem-i maddî ile âlem-i ruhanîyi birbirinden fark etmek lâzım
gelir. Birbirine mezc edilse, hükümleri yanlış görünür. Meselâ, senin dar bir
odan var. Fakat dört duvarını kapayacak dört büyük ayna konulmuş. Sen içine
girdiğin vakit, o dar odayı bir meydan kadar geniş görürsün.”
[17]

-“Boş ve hÂli tevehhüm edilen semâvat dahi, melâikelerle,
ruhanîlerle doldu, şenlendi.”
[18]

-“Âlem-i ziya, âlem-i hararet, âlem-i hava, âlem-i kehrüba, âlem-i
elektrik, âlem-i cezb, âlem-i esir, âlem-i misal, âlem-i berzah gibi âlemler
arasında müzahame ve yer darlığı yoktur. Bu âlemler, hepsi de, ihtilâlsiz,
müsademesiz, küçük bir yerde içtima ederler.
Kezalik, pek geniş gaybî âlemlerin de bu küçük arzda içtimâları mümkündür.
Evet, hava, su, insanın yürüyüşüne, cam ziyanın geçmesine, şuânın röntgen
vasıtasıyla kesif cisimlere bile nüfuzuna ve akıl nuruna, melek ruhuna, demirin
içine hararetin akmasına, elektriğin cereyanına bir mâni yoktur.
Kezalik, bu kesif âlemde ruhânîleri deverandan, cinnîleri cevelandan,
şeytanları cereyandan, melekleri seyerandan men edecek bir mâni yoktur.”
[19]

-“Evet, nasıl cismâniyâta cam ve su gibi şeyler ayna olur; öyle
de, ruhâniyâta dahi hava ve esîr ve âlem-i misâlin bâzı mevcûdâtı ayna hükmünde
ve berk ve hayal süratinde bir vâsıta-i seyir ve seyahat sûretine geçerler.”
[20]

-“Hayvanâtın pek çok muhtelif ecnâsları gibi pek çok muhtelif
ruhânî mahlûkları, o seyyâlât-ı latîfe maddelerinden halk eder. Onların bir
kısmı melâike, bir kısmı da ruhânî ve cin ecnâslarıdır.”
[21]

-“Şu nihayetsiz fezâ-i âlem ve şu muhteşem semâvât, burçlarıyla,
yıldızlarıyla, zîşuur, zîhayat, zîruhlarla doludur. Nârdan, nurdan, ateşten,
ışıktan, zulmetten, havadan, savttan, râyihadan kelimâttan, esîrden ve hattâ
elektrikten ve sâir seyyâlât-ı latîfeden halk olunan o zîhayat ve o zîruhlara
ve o zîşuurlara Şeriat-ı Garrâ-i Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâm, Kur’ân-ı
Mu’cizü’l-Beyân, “melâike ve cân ve ruhâniyâttır” der, tesmiye eder.”
[22]

-“Fezâ-i ulvî, bilittifak esîr ile doludur. Ziyâ, elektrik,
hararet gibi sâir seyyâlât-ı latîfe, o fezâyı dolduran bir maddenin vücuduna
delâlet eder. Meyveler, ağacını; çiçekler, çimenlerini; sümbüller, tarlalarını;
balıklar, denizini bilbedâhe gösterdiği gibi; şu yıldızlar dahi, bizzarûre,
menşe’lerini, tarlasını, denizini, çimengâhının vücudunu aklın gözüne
sokuyorlar.
Mâdem âlem-i ulvîde muhtelif teşkilât var, muhtelif vaziyetlerde muhtelif
ahkâmlar görünüyor; öyle ise, o ahkâmların menşe’leri olan semâvât muhteliftir.
İnsanda, cisimden başka nasıl akıl, kalb, ruh, hayal, hâfıza gibi mânevî
vücudlar da var; elbette, insan-ı ekber olan âlemde ve şu insan meyvesinin
şeceresi olan kâinatta, âlem-i cismâniyetten başka âlemler var. Hem âlem-i
arzdan, tâ Cennet âlemine kadar herbir âlemin, birer semâsı vardır.
Hem melâike için deriz ki: Seyyârât içinde mutavassıt ve yıldızlar içinde küçük
ve kesif olan küre-i arz, mevcudât içinde en kıymettar ve nurânî olan hayat ve
şuur hesabsız bir sûrette onda bulunuyorlar. Elbette, karanlıklı bir hâne
hükmünde olan şu arza nisbeten müzeyyen kasırlar, mükemmel saraylar hükmünde
olan yıldızlar ve yıldızların denizleri olan gökler, zîşuur ve zîhayat ve pek
kesretli ve muhtelifü’l-ecnâs olan melâike ve ruhânîlerin meskenleridir.”
[23]

 MEHMET ÖZÇELİK

19-05-2019


[1] 29.Söz/468.

[2]
15.Söz/162.

[3]
Asa-yı Musa.35.

[4]
Age.36.

[5]
Age.41.

[6]
Age.217.

[7]
Barla Lâhikası.118.

[8]
Age.141.

[9]
Age.180.

[10]
Emirdağ Lâhikası.85.

[11]
Age.380.

[12]
Hutbe-i Şamiye.35.

[13]
Age.119.

[14]
Lem’alar.55.

[15]
Age.60.

[16]
Age.347.

[17]
Mektubat.83
.

[18]
Age.400.

[19]
Mesnevi-i Nuriye.117.

[20]
Sözler.178.

[21]
Age.468.

[22]
Sözler.469.

[23] Age.523.Daha geniş bilgi
için bakınız. http://www.risaleinurenstitusu.org/kulliyat/arama/Ruhani




HADİD SURESİ-1-18-MEHMET ÖZÇELİK-1-




FENER RUM PATRİĞİ GREGORİUS-UN İHANETİ

FENER
RUM PATRİĞİ GREGORİUS-UN İHANETİ

Kendi
çöküşünü bizzat 200 yıl öncesinden hristiyanlığın içindeki adam Gregorius görmüş
ve batıda bunun farkında olup;

Evvela
yıkımını geciktirmek,

Ve
Saniyen, yıkılırken yanında bizi de götürmek için iki asırdır aşağıdaki İHANET
planını uygulamaktadır.

Maalesef
başarılıda olmaktadır.

Ancak
her zaman o ruhun dirileceğinden habersizdir.

Çanakkale
ve 15 Temmuz ruhu gibi…

-Osmanlı
Döneminde iki Patrik, ihanetleri yüzünden asılmıştır. 1. Fener Patriği III.
Pantenios, Eflak ve Boğdan voyvodalarını isyana teşvik ediyor. Sadrazam Köprülü
Mehmet Paşa, Patriğin voyvodalara gönderdiği mektubu ele geçiriyor ve Patriğin
asılmasını emrediyor. Patrik III. Pantenios, 24 Mart 1657 günü Parmakkapı’da
asılıyor… 2. 1820-1821 Mora isyanı, Balkanlar’ın Memâlik-i Osmanî’den
ayrılmasını sağlayan en önemli hareketlerden biri oluyor. Mora’da Binlerce
Müslüman Türk kılıçtan geçirilmişti. Dönemin Padişahı İkinci Mahmut, Sadrazam
Benderli Ali Paşa’yı görevlendirmiş ve bu ayaklanmada parmağı olanların derhal
tespit edilmesini istemiştir. Yapılan tahkikatta ve Patriğin evine düzenlenen
baskında Patrik Beşinci Gregorius’un “ihanet” ettiği tespit edilir.
Ayrıca Osmanlı’nın amansız düşmanı Rus Fener Patriği V. Gregorius’un, Rus
Çarı II. Alexander’a yazdığı bir mektup (ki, Rusya’nın İstanbul Sefiri General
İgnatiyef’in hatıralarında da yer alıyor) Osmanlı hükümetinin eline geçmiş ve
Patrik “ihanet”ten yargılanarak idam edilmişti (22 Nisan 1821).

İnfaz,
Fener Patrikhanesinin kapısı önünde icra edilir. Bunun üzerine Patrikhane
yönetimi, aynı yerde bir Türk büyüğü asılana kadar bu kapının kapalı
tutulmasına karar verir. Mezkûr kapı, “KİN KAPISI” olarak anılır…

Patrikhane
yönetiminin bu kararından haberdar olan Türk devlet yetkilileri, buna bir
misilleme olarak, Patrikhane’nin bulunduğu sokağın adını “Sadrazam Ali
Paşa” koyarlar. Bu kapı hala kapalıdır. Girişler, bu kapının solundaki
küçük kapıdan yapılmaktadır. O ihanet belgesinde şunlar sıralanmaktadır; 

“Türkleri
maddeten ezmek ve yıkmak mümkün değildir. Çünkü Türkler çok sabırlı ve
mukavemetli insanlardır. Gayet mağrurdurlar ve izzet-i nefis sahibidir.

Bu
hasletleri de dinlerine bağlılıklarından, kadere rıza göstermelerinden
ananelerinin kuvvetinden, padişahlarına, kumandanlarına, büyüklerine olan
itaatlerinden gelmektedir.

Türkler
zekidirler ve kendilerini müspet yolda sevk ve idare edecek reislere sahip
oldukları müddetçe de çalışkandırlar. Gayet kanaatkârdırlar. Onların bütün
meziyetleri, hatta kahramanlık ve şecaat duyguları da ananelerine olan
bağlılıklarından, ahlaklarının salâbetinden gelmektedir.”

Türk’ler’de
evvela itaat duygusunu kırmak ve manevî rabıtalarını (bağlarını) kesretmek
(parçalamak), dinî metanetlerini zaafa uğratmak icap eder. Bunun da en kısa
yolu, an’ânât-ı milliye ve mâneviyelerine uymayan haricî fikirler ve
hareketlere onları alıştırmaktır.

Türk’ler,
haricî muaveneti (dış yardımı) reddederler, haysiyet hisleri buna manidir.
Velev ki, muvakkat bir zaman için zahirî kuvvet ve kudret verse de, Türk’ler’i
harici muavenete alıştırmalıdır.

Maneviyatları
sarsıldığı gün, Türk’ler’i kendilerinden şeklen çok kuvvetli, kalabalık ve
zahiren hâkim kuvvetler önünde zafere götüren asıl kudretleri sarsılacak ve
maddî vasıtaların üstünlüğü ile yıkmak mümkün olabilecektir. Bu sebeple,
Osmanlı Devleti’ni tasfiye için, mücerred olarak harp meydanındaki zaferler
kâfi değildir. Ve hatta sadece bu yolda yürümek Türk’ler’in haysiyet ve
vakarını tahrik edeceğinden, hakikatlere nüfuz edebilmelerine sebep olabilir.

Yapılacak
olan, Türk’ler’e bir şey hissettirmeden bünyelerindeki bu tahribi
tamamlamaktır!”

******************   

Ayrıca,
“Fener Rum Patrikhanesi’nin açtığı okullardan birisi olan İkonomos
akademisinin 1884 yılı ders müfredatında olan Ada belediye başkanı tarafından
ele geçirilen ders müfredatında şunlar yer alıyordu:

   
1) Türk’ler ezeli bir düşman olarak Rumlara tanıtılacak.

   
2) Türklerin en küçük hataları büyütülerek Avrupa’ya duyurulacak ve uygar dünya
Türklere düşman edilecek.

   
3) Türk’ler ekonomik bakımdan çökertilecek. Bu amaçla zengin Türk’ler sakat
ticaret yollarına götürülecek, bol faizli krediler açılacak, ağır şartlarla
rehin kabul edilecek.

   
4) Türklerin ahlak, milliyet, din ve gelenekleri dejenere edilecek. Bu amaçla
küfürler öğretilecek ve bu küfürlerin Türk’ler arasında yayılmasına
çalışılacak. Türk’ler zinaya ve diğer ahlaksızlıklara teşvik edilecek. Türk
gençleri arasında kabadayılık ruhu aşılanarak sevgi ve saygı bağlılıkları
kırılacak. Aralarına ikilik sokulacak.

   
Argoya benzer bir küfür dili Türk’ler Arasında yayılarak milli dil ve duyguları
bozulacak. Zengin Rum tüccar ve esnafı Türk hocalara bol hediye ve veresiye
vererek onları elde edecek. Hocalar içkiye alıştırılacak. Her türlü uydurma
inanışlarla dini inançları saptırılacak. Onlara yalan yanlış olaylar anlatılıp,
Türk halkı ile hocaların arası açılacak.

   
5) Türk hükümranlığı baltalanacak. Bu iş yavaş yavaş geliştirilip, Bizans
yeniden kurulacak.

   
6) Türk halkı arasında sürekli olarak anlaşmazlık tohumları ekilecek.Ayaklanmalar
düzenlenip zamanında aradan çekilerek Türk’ler arasında kardeş kanı akıtılacak.
Komiteler kurulup Türk köyleri basılacak.

   
7) Bir savaş sırasında Türk halkını sefalete götürecek her yola başvurulacak.
Türk topraklarındaki en önemli gıda maddeleri, halkın elinden hızla ve gizlice
toplanıp adalara gönderilecek. Buradan komşu ülkelere satılacak. Rum
tüccarların uğradığı zarar milli bankalar tarafından para olarak ödenecek.

   
8- Doktor ve eczacı Rumlar, hastaları özellikle kimsesiz hastaları gizlice
zehirleyip öldürecek. Kör, sağır, sakat edecek. Saf dışı bırakmaya çalışacak.

   
9) Tarım politikasında Türk çiftçisi ağır faizlerle toprağından mahrum edilecek.
Borçların kolayca çoğalması sağlanacak. Böylece Türk’ler ellerindeki toprakları
Rum tüccarlara satmak zorunda kalacaklar.

   
10) Yüksek rütbeli devlet memurları rüşvet, ziyafet ve hatta kadın ikramları
ile Etniki Eterya’nın emrine alınacak. Ancak bu işler tamamen okuldan yetişmiş
papazların talimatına ve okulun tayin edeceği kişilerle bunların vereceği
direktiflere göre uygulanacak.

   
11) Fırsat çıktıkça özellikle resmi binalarda yangın çıkarılacak.,ölümlü
kazalar yaratılacak, savaş gemilerine yangın ve yaralar açılacak.

   
12) Bir ileri karakol ve gözetleme yeri olan manastırlardaki istekleri hemen
yapılacak, verecekleri mektuplar kendi işlerinden önce yerine götürülüp teslim
edilecek.

   
13) Bütün Rum ustaları kesinlikle Türk çırakları kullanmayacaktır.Politik
düşüncelerle bir Türk çırak almak gerekirse Rum usta, Türk çırağı bir hizmetçi
gibi kullanacaktır.

   
14) Bütün bu kurallar gizli olarak yapılacak, kurallara uymayanlar hemen aforoz
edilecek, kredileri kesilecek ve Rum toplumu arasından kovulacaktır.”[1]

Özetle;
Devlet Başkanları yıpratılacak…

Alimler
itibarsızlaştırılacak…

Aile
değersizleştirilecek…

MEHMET
ÖZÇELİK

16-05-2019


[1] http://www.ilerigazetesi.com.tr/patrik-gregoriusun-turk-acilimi–mektubu-makale,1198.html




ZAMAN ŞERİDİNE TAKILANLAR

ZAMAN
ŞERİDİNE TAKILANLAR

Zaman bir kayıt cihazıdır.

Zaman bir fotoğraf makinasıdır.

Zaman bir arşivdir.

Zaman bir şerittir.

Zaman bir zincir silsilesi ve halkasıdır.

Zaman bir boyuttur.

Zaman bir levhadır.

Zaman bir defterdir.

Zaman levh-i mahfuzun kalemidir.

Zaman bir nehri azimdir.

Zaman bir kanaldır.

Zaman bir köprüdür.

Zaman bir adımdır.

Zaman bir daldır.

***************

Bir
gün…

Dün
–Bugün -Yarın …

Dün
bu gündü.

Bugün
ise yarın olunca dün olacak.

Bugünden
yarın yarın iken, yarın dün olacak.

Bir
zaman 3 farklı zaman oluyor çünkü zaman sanaldır.

Zaman
girdiği kaba ve kalıba göre şekil alır.

Aynı
zamanda ona asılan ve takılana göre mana kazanmaktadır.

ZAMANA
TAKILANLAR

Zaman
askısına takılıp, önceki geçmiş, sonraki gelecek, an ise şimdiki zaman olan
varlıklar silsilesinin adıdır zaman.

Bir
ayette “Bizim bir günümüz sizin bin yılınıza” (Hac, 22/47 ve Secde,
32/5), başka bir ayette de “Bizim bir günümüz sizin elli bin yılınıza
denktir.” (Mearic, 70/4), buyrulmaktadır.

************

-Kur’ân-ı
Kerîm’de, “Onlar mağaralarında 300 yıl kaldılar, dokuz da ilâve ettiler”[1]

Ashabı
Kehf 309 sene mağarada kaldıkları halde kendilerinin ancak bir gün kadar
kaldıklarını ifade ettiler.

-“
Yahut altı üstüne gelmiş bir kasabaya uğrayan kimseyi görmedin mi? “Allah
burayı ölümünden sonra acaba nasıl diriltecek?” dedi. Bunun üzerine Allah
onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra diriltti, “Ne kadar kaldın?” dedi,
“Bir gün veya bir günden az kaldım” dedi, “Hayır yüz yıl kaldın,
yiyeceğine içeceğine bak, bozulmamış; eşeğine bak ve hem seni insanlar için bir
ibret kılacağız, kemiklere bak, onları nasıl birleştirip, sonra onlara et
giydiriyoruz” dedi; bu ona apaçık belli olunca, “Artık Allah’ın her
şeye Kadir olduğuna inanmış bulunuyorum” dedi.”[2]

-“
Milâttan önce 586’da Kudüs’ü işgal eden Buhtunnasr Beytülmakdis’i tahrip etmiş,
halkını da esir ederek Bâbil’e götürmüştü. Hezekiel peygamber bu zalim
hükümdarın, Hz. Mûsâ’dan kalan kutsal emanetleri ve sandığı da alıp
götürmesinden korkmuş, bunları Kudüs’te bir kuyuya atıp üzerine de bir alâmet
koymuştu. Esir olarak Bâbil’e gittikten sonra burada vahye dayalı bazı yazılar
yazmıştı; bunlardan birinde konumuz olan âyette geçen olayın bir benzeri de
vardır. Hezekiel 560 yılında vefat etmiş, Kudüs ise Üzeyir aleyhisselâm
zamanında 458’de yeniden imar edilmiştir. Aradan geçen zaman yaklaşık
yüzyıldır. Anlaşılan vefatından yüzyıl sonra Allah Teâlâ Hezekiel peygamberi
diriltmiş, ona ölü kemiklere nasıl can verdiğini, bozulmamış yiyecek ve
içeceğini, kendine iade ettiği eşeğini göstermiş ve bütün bunları (peygamberine
lutfettiği mûcizeleri), öncelikle orada bulunanlara, sonra da Kur’an’ın
gelişine kadar vahiy yoluyla bu bilgiye ulaşan insanlara ibret kılmıştır. Bu
ibret Allah Teâlâ’nın insanları öldürdükten sonra tekrar diriltmeye kadir
olduğunu göstermektedir ve âhiret inancının bir delilidir.[3]

-Öyleki
esir alındığında çocuğu yeni doğmuş ve kendisi de 20 yaşında iken, esaretten
kurtulunca 20 yaşındaki ve artık 120 yaşında olan hizmetçisiyle buluşmuştur.

Buna
inanmak için hizmetçi; Üzeyrin Zeburu ezbere okuduğunu ve kendisininde
okumasını istemesi üzerine Üzeyir peygamber okumuş ve hizmetçiyle yüz yaşında
olan oğlunun evine gitmiştir.

Kendi
yüz yaşında babası ise yirmi yaşında olan oğlu buna inanmak için annesinden
duymuş olduğu, babasının sırtında bir ben bulunduğunu söylemesi üzerine,
babasında bunun da bulunduğunu görünce ikna olmuştur.

-“ İkinci esas: Malûmdur
ki, küre-i arzın mihveri
üstündeki hareketiyle, gece gündüzler ve medâr-ı senevîsi üstündeki
hareketiyle, seneler hâsıl oluyor. Güneşle beraber herbir seyyarenin, belki sevâbitin
ve Şemsü’ş-Şümusun dahi, herbirinin mihveri üstünde eyyam-ı mahsusalarını
gösteren bir hareketi ve medârı üzerinde deveranı dahi, bir nevi
seneleri gösteriyor. Hâlık-ı Arz ve Semâvâtın hitâbât-ı ezeliyesinde, o eyyam ve seneleri dahi irae
ettiğine delili şudur ki: Furkan-ı Hakîmde,

-“Sonra
bütün işler, sizin gününüzle bin sene kadar uzun olan kıyamet gününde Ona arz
edilir.” [4]
-“Melekler ve Cebrâil, elli bin sene uzunluğunda bir gün olan kıyamet gününde,
Allah’ın emrini almak üzere Arşa yükselirler.”[5]
gibi âyetler ispat ediyor.

Evet, kış günlerinde ve şimal taraflarında, gurup ve tulû mâbeyninde dört saat günden ve bu yerlerde kışta sekiz
dokuz saatten ibaret eyyamlardan tut, tâ güneşin mihveri
üstünde bir aya yakın yevminden, hattâ kozmoğrafyanın rivayetine
göre, tâ “Rabbü’ş-Şi’râ” tâbiriyle Kur’ân’da nâmı ilân edilen ve şemsimizden
büyük “Şi’râ” namında diğer bir şemsin, belki bin
seneden ibaret olan gününden, tâ Şemsü’ş-Şümusun mihveri üstündeki elli bin seneden ibaret bir tek yevmine kadar eyyâm-ı Rabbâniye
vardır.

İşte semâvât ve arzın
Rabbi, o Şemsü’ş-Şümus ve Şi’râ’nın
Hâlıkı hitap ettiği vakit, o semâvât ve arzın ecramına ve âlemlerine bakan kudsî
kelâmında o eyyamları zikreder ve zikretmesi gayet yerindedir.

Madem eyyâmın lisan-ı şer’îde
böyle ıtlâkatı vardır. İlmü’t-tabakatü’l-arz ve
coğrafya ve tarih-i beşeriyet ulemasınca, nev-i beşerin
yedi bin sene değil, belki yüz binler sene geçirdiğini teslim de etsek,
“Âdem’den kıyamete kadar ömr-ü beşer yedi bin
senedir”[6] olan rivayet-i meşhurenin sıhhatine ve beyan ettiğimiz altı bin altı yüz altmış
altı sene, Nur-u Kur’ân hükümfermâ olduğuna münâfi olamaz, cerh edemez. Çünkü eyyâm-ı
şer’iyenin, dört saatten elli bin seneye kadar hükmü ve şümulü var. Fakat nefsü’l-emirdeki
eyyâmın hakikati, o rivayet-i meşhurede hangisi olduğu şimdilik bu dakikada
kalbime inkişaf ettirilmedi. Demek o sırrın inkişafı münasip değil.

Şu meselede şimdilik delilini gösteremeyeceğim bir müddeâyı
beyan ediyorum. Şöyle ki:

Şu dünyanın bir ömrü, ve şu dünyadaki küre-i arzın
dahi ondan kısa diğer bir ömrü, ve küre-i arzda
yaşayan nev-i insanın daha kısa bir ömrü vardır.
Bu birbiri içinde üç nevi mahlûkatın
ömürleri, saatin içindeki dakika, saniye, saatleri sayan çarkların nisbeti
gibidir. Nev-i insanın ömrü, küre-i arzın iki hareketiyle hasıl
olan malûm eyyamla olduğu gibi, zîhayatın vücuduna mazhar
olduğu zamandan itibaren, küre-i arzın ömrü ise merkez-i irtibatı olan şemsin
hareket-i mihveriyesiyle hasıl
olan eyyamla olması hikmet-i Rabbâniyeden
uzak değildir. Ve dünyanın ömrü ise Şemsü’ş-Şümusun
hareket-i mihveriyesiyle hasıl
olan eyyâm iledir.

Şu halde nev-i insanın ömrü yedi bin sene eyyam-ı malûme-i arziyeyle olsa, küre-i
arzın hayata menşe olduğu zamandan, harabiyetine kadar, eyyam-ı
şemsiye ile iki yüz bin seneden geçer. Ve Şemsü’ş-Şümusa
tâbi ve âlem-i bekadan
ayrılıp küremize bakan dünyaların ömrü -Şemsü’ş-Şümusun işarât-ı
Kur’âniyeyle herbir günü 50.000 (elli bin) sene olmasıyla- yedi bin
sene, o eyyâmla yüz yirmi altı milyar
(126.000.000.000) sene yaşarlar. Demek, eyyâm-ı şer’iye
tâbir ettiğimiz eyyâm-ı
Kur’âniyede bunlar dahil olabilirler.

Evet, semâvât ve arzın
Hâlıkı, semâvât ve arza bakan bir kelâmıyla semâvât ve arzın sebeb-i hilkati ve çekirdek-i aslîsi
ve en mükemmel âhir meyvesi olan bir zâta hitabında, o eyyamları istimal etmek, Kur’ân’ın
ulviyetine ve muhatabın kemâline yakışır ve ayn-ı belâgattir.”[7]

MEHMET
ÖZÇELİK

15-05-2019


[1]
Kehf Sûresi: 18-25.

[2]
Bakara.259.

[3] (Taberî,
III, 28 vd.; Şevkânî, I, 307-309; İbn Âşûr, II, s. 35).

https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Bakara-suresi/266/259-ayet-tefsiri

[4] Secde
Sûresi, 32:5.

[5] Meâric
Sûresi, 70:4.

[6] el-Münâvî,
Feyzü’l-Kadîr, 3:547, hadis no: 4278.

[7] Barla
lahikası.Bediüzzaman.250.




AŞIKLAR KERVANI

AŞIKLAR KERVANI
Aşıklar Kervanı Göçtü
Kervana iltihak güçtü
Aşıklar aşkı seçti
Yanarak var-a geçti

Varlığı aradı yoklukta
Buldu varlığı yoklukta
Her şey aranırken çoklukta
Yolda kaldı varlıkta

Yokluktan geldik varlığa
Çıplak girdik dünyaya
Bir şey almadan giderken
Kefenle vardık ukbaya..
MEHMET ÖZÇELİK