KUDÜSÜN ÖNEMİ

KUDÜSÜN ÖNEMİ

Yeryüzünün en önemli iki toprak parçasından
biri olan, bu küçücük arazi üzerinde farklı dinlerin inanışlarına göre neler meydana
gelmiştir neler. . .

– Her
şeyden evvel Allahu Teala yeryüzünü yaratmaya Beytü’l-Makdis’in kalbi olan
Kutsal Kayadan başlamıştır.
– Bir
rivayete göre Hz. Adem’in mezarı Beytü’l-Makdis arazisindedir.
– Nuh
Tufanı sonrasında sular çekilmeye başladığında ilk ortaya çıkan kara parçası
Beytü’l-Makdis arazisidir.

Yahudilere göre Hz. İbrahim oğlu Hz. İshak’ı kurban etmek için buraya
getirmiştir.

Yıllarca çocuk isteyen Hz. Zekeriyyaya Hz. Yahyanın doğum müjdesi
Beytü’l-Makdis’te verilmiştir.
– Hz.
Meryem küçük bir çocuk olarak Beytü’l-Makdis’teki hücresinde ibadette iken
(Kur’an-ı Kerim’in de tasdiki ile) yazın kış, kışın yaz meyveleri kendisine
burada sunulmuştur.
– Hz. İsa
henüz beşikte bir bebek iken burada konuşmuştur.”[1]

-Kudüs üç büyük din içinde kutsaldır.

Bizler için Kabe ne ise, hristiyan dünyası
içinde Kudüs odur.

Onun içindir ki, kudüsü ziyaret için seferler
düzenlerlerdi.

-“İslam’dan önce de kutsal birlikleri Kudüs’e
giderlerken Anadolu’dan geçerken uğradıkları önemli yerlerden birisi de
Kayseri’ydi. Çünkü Kayseri’de Aziz Mamanın doğup yaşamış olduğu bir yerdi.

Kayseri aynı zamanda 1097 yılında haçlılar tarafından
saldırıya uğramış ve 27 yıl boyunca yani 1124 yılına kadar şehrin danışmentler
tarafından kurtarılması ile beraber tekrar eski haline dönmüştür ve Kayseri
birçok defa haçlı saldırılarıyla karşı karşıya kaldı.

Kayseri daha sonra Şah İsmail tarafından da
saldırıya uğramış ancak 1515 yılında Yavuz Sultan Selim’in tekrar ele geçirmesi
ile Kayseri eski haline dönmüştür.”

-İlk sınavı Hz. Musa Sina
Dağı’na çıktığında verecekler ve peygamberlerine oracıkta ihanet edip Eski
Mısır Tanrısı Hator’a (inek-buzağı tanrı) dönüvereceklerdir. Çöl tevekkül
gerektirir. Her gün bıldırcın eti ve kudret helvası gelse de. . . Ama olmuyor,
isyanları, itaatsizlikleri devam ediyor.
Onca imtihan ve savaştan sonra Musa(kavmi
artık Kudüs önlerindedir. Alahu Teala onlardan şehre girerken günahlarını itiraf
etmelerini ve tevbe ile içeriye girmelerini
ister. Mabed Tepesi’ni gördüklerinde, “Hethet” (Günah günah) diye
haykırmaları ve
arınma talebi ile girmeleri istenir. Ancak İsrail-İsrailoğullarının Mısır
sonrası güzergahı Beytü’l-Makdis’i görür görmez “Hitta hitta” (Buğday
buğday) diye bağırırlar. Yani günahlarını itiraf etmek, hataları ile yüzleş­erek
istemezler. Onların bu itaatsizliği, arkasından gazap getirir.
Kavmin içinde salgın hastalıklar zuhur eder ve itaatsizliğe devam eden niceleri
helak olur. İşte bu hadiselerin yaşandığı yer olması sebebi ile bu kapıya
Babü’l-Heta denir. Tarihte meydana gelmiş bu ibretlik hadise elbette hem
İsrailoğullarının hem de Allah’ın
kulu nice insanın kulağına küpe olmuş olmalıdır ki, İslam sonrasında bu kapı,
içinden geçilirken daima tevbe edilen bir kapı haline gelmiştir. Hıtta
Kapısı’ndan geçerken günahlarından af dileyenlerin affedileceğine inanılmıştır.
Tefsir ilimlerinin ekserisinin tasdiki ile Bakara Suresi’nin 58 ve 59.
ayetlerinde bu kapıdan ve bu kapı civarında İsrailoğulları­nın başından geçen
hadiselerden bahsedilmektedir..

-“Bir Cezayirli ile bir
Tunuslu’yu konuşurlarken gördüm. Fransızca konuşuyorlardı. Kendilerine şöyle
latife ettim:
‘Yahu ben yanınızda Filistin müftüsüyüm; sizler iki Arapsınız; toplantımız,
Arap devletlerinin meselelerini görüşme toplantısı; ama sizler Fransızca
konuşuyorsunuz. Bu nasıl iş?’
‘Hocam, mazur görün,’ dediler. ‘Bizim kültürümüz Fransızcadır. Arapça avam
lisanını konuşabiliyoruz. Fakat derin mevzuları ifadeye Arapçamız kafi
gelmiyor. Fransızca konuşmaya mecbur oluyoruz. Böyle yetişmişiz.. .’
‘Fransa, sizin ülkelerinizde ne kadar kaldı?’
‘Yüz sene kadar.. .’
‘Peki, Osmanlılar kaç sene kaldı?’
‘Dört yüz seneden fazla.. .’
Acaba sizin dedeleriniz, babalarınız, sizin böyle Fransızca bildiğiniz gibi
Türkçe bilirler miydi?’
‘Hayır.. .’
Onlar böyle cevap verince, ben de artık fırsatı kaçırmadım,
‘Yahu adamlar yüz senede size anadilinizi unutturmuş. Kendi lisanıyla konuşmaya
mecbur hale getirmiş de, Osmanlı dört yüz senede sizi kendi dilini konuşmaya
mecbur etmemiş. Üstelik kendi gençlerine Arapça öğretip sizin beldelerinize
vali, kaymakam, kadı diye göndermiş. Bu devlet mi istilacı?’ dedim. “[2]

MEHMET ÖZÇELİK

26-05-2019


[1] Arzın Kapısı Kudüs-Mescid-i Aksa- Talha Uğurluel -Sh.31.

[2]
Age.142.




ENANİYETİ YIKAN KÖLELİK VE KÖLELEŞEN RUHLAR

ENANİYETİ
YIKAN KÖLELİK VE KÖLELEŞEN RUHLAR

İnsanın
kıymeti  Allaha olan kulluğu iledir.

Kölelik insandaki
benlik duygusunu yıkmaktadır.

Ondandır ki
hukuku ve şahitliği yarım sayılmış ve de sorumlulukları hür olanın ki gibi aynı
değerde olmamıştır.

İnsandaki  enaniyet, benlik yani kişilik duygusunu yok
etmektedir.

Allahın
varlığını tanıtan hakikatı mahkum etme durumu vardır.

Bediüzzamanın;
Ekmeksiz
yaşarım ama hürriyetsiz yaşayamam, sözünün hakikatı
,
hürriyet ve hürriyet içinde abdiyet yani Allaha olan kullukta gizlidir.

Gerçek
hürriyet ve kişilik Allaha kul olmaktan geçer.

İnsanlar
hür oldular ancak yine de Abdullahtırlar yani Allahın kuludurlar.

-Alemin anahtarı
insanda, insanın anahtarı da Kur’an-dadır

-En büyük hizmet, bekaya
hizmettir. En büyük yatırım sonsuza yapılan yatırımdır.

İnsana sınırlı da olsa
bir malikiyet ve sahiplik verilmiştir.

Ölünce Mülkiyeti düşer.

Malikiyeti içinde
Allaha karşı acziyetini anlamaktır.

O aciz bir kuldur
Allaha karşı.

Kölelik ise insandaki
bu duyguyu ortadan kaldırmaktadır.

-İslamiyet köleliğe
karşıdır çünkü eneyi ortadan kaldırıyor.

Kibre de karşıdır. Çünkü
eneyi ilahlaştırıyor.

Bundandır ki, keffaret
ödemelerinde köle azad etmek gelir.

Ahmet Cevdet paşanın
ifadesiyle; Köle almak, köle olmaktır.

Kölenin de bir hakkı ve
hukuku vardır, hür kadar olmasa da.

-Ya hu kölelik hukukunu
yerine getirip zahmete girmektense, onu azad etmek daha kolaydır.

*****************   

KÖLELEŞEN
RUHLAR

Insanlik
tarihi boyunca Fir’avn, Nemrut, Şeddat, Buht-un Nasır ve zamanımızdaki
firavunların özellikleri hep aynıdır.

Önce
ruhları köleleştirmek, akabinde bedenleri üst üste koyarak zulüm kaleleri
oluşturmaktır.

Yüz
yıl önce ruhlarımız köleleştirildi, sonra da bedenlere pranga vuruldu.

Kişiliğini
kaybedenler, ruhlarına pranga vurulanlar; başkalarının köleleri olmaya mahkum
edildiler.

Yüz
yıldır kişiliğimizi bulmaya çalışmaktayız.

Ruhları
esir alınanların bedenleri çok kolay kontrol edilebilir.

-Köleleşen
ruhlar hala bu kölelikten kurtulamamış olduklarından dolayı; Cumhurbaşkanlığı
sarayını hazmedememektedirler.

Oysa
kör olup görmediklerinden; ecdadın bin yıl önce yaptığı eserleri, Topkapı Sarayını
ve o ihtişamı kavrayamamakta, kısır düşüncelerin havsalası almamaktadır.

O
pörsümüş ruhdandır ki; Çamlıca camiini zaid görüp, ecdadın bin yıl önce yaptığı
Edirne, Konya, Kayseri, Bursa ve İstanbuldaki yapılan Külliye ve Camii Kebirleri
idrak edememektedirler.

İki
bin yıl öncesine gidip de Ayasofyayı anlayamamaktadırlar.

Geleceği
göremeyenler, günü anlayamaz, zamanının insanlarını geleceğe taşıyamazlar.

Kör
bir taassupla kaybettiği kişiliğini birilerine saldırarak bulmaya
çalışmaktadırlar.

Ruhunu
köleleştirenler kendileri gibileri gütmeye değil, güdülmeye layıktırlar.

Kuzular
içerinde kalıp, kişiliğinden haberdar olmayan aslan misali, ruhun yeniden
dirilip ayağa kalkmasına ve zincirlerini kırmaya ihtiyacı vardır.

Sayın
Erdoğanın farkı, bu milletin bir asırdır kaybettiği kişiliğini bulmaya yönelik
eserler ortaya koymaya çalışmasıdır.

Ancak
hala kişilik kaybı yaşayanlar bu kişiliği hazmedememektedirler.

Ağır
gelmektedir. Çünkü bir asırdır ağır bir baskı altında yaşamışlardır.

Kişilikleri
yara almıştır, eğer ölmemişse…

Sadece
kişilikleri değil, çok değerleri ellerinden alınmıştır.

Manalarını
kaybettikleri içindir ki, maddeleri de kalmadı.

Ruhu
esir alınanlar yaşadıkları esaret hayatını hayat diye sürdürmektedirler.

Geçmişle
bağı kopanlar, ecdadının büyüklüğünü göremeyen köle ruhlar, mezarı müteharrik
yani ölür gezer gibidirler.

Kaybedilen
kişiliği bir arama çabası var.

Ancak
farklı ve yanlış yerlerde aranmaktadır.

Mesela;
Dar elbiseler ve kotlar, Köle giysisi kotlar, Yamalı elbiseler, Yırtık
elbiseler hep kendisine bir kişilik kazandırma şaşkınlığının bir eseridir.

Eski
zamanda köle ve hürlerin birbirinden ayrılması ve ayırmak için giydirilen
elbiseler, bu gün esir ruhlara giydirilmektedir.

Köleliği
tercih edenler, şahsiyet kaybı yaşayanlardır.

****************** 

Asırlardır
doğudan gelenlere kendimizden ve içimizdekilerden daha çok saygı gösterdik.

Saygı
gösterilmesinde bir beis yok ancak kendi değerlerinden habersiz yaşama, değerlerini
ve değerlilerini ortaya koyamama ezikliği yaşadık.

Yüzümüzü
batıya döndük, orada kaybettiğimiz kişiliğimizi aramaya başladık.

Oysa
kişiliğimizi burada kaybetmişken, dışarıda aradık.

Tıpkı
Nasrettin hoca gibi ki; eşyasını samanlıkta kaybeden hoca, dışarıda
aramaktadır.

Neden
dışarıda aradığı sorulunca; İçerisinin karanlık olduğunu söyler.

İçimizde
bulabileceğimiz ve geçmişte verdiğimiz eserlerimizden habersiz yaşadık.

Hazine
üzerinde yaşayan şahsiyet fukaraları haline geldik.

Doğudan
ve batıdan gelen eserleri tercüme ettik. Sanatçılara imrendik.

Bu
kişiliğe sahip olabileceğimizi ve ortaya koyabileceğimizi düşünmedik.

Batıyı
büyütürken, kendimizi küçülttük.

İzzetimizi
koruyamadık, aşağılandık.

Çünkü
şahsiyetimizi düşürdük, kişiliğimizi kaybettik.

Hala
kaybettirilmeye çalışılan kişilik kaybı yaşamakta ve yaşatılmaya çalışılmaktadır.

Bir
asırdır yaşadığımız kavga; ruhu esir olanlarla, ruhuna hürriyet kazandırmaya
çalışanların savaşıdır.

Her
zaman olduğu gibi hürriyet kazanacak, hürler kölelere galib gelecektir.

MEHMET
ÖZÇELİK

28-05-2019