RUHANİLER
RUHANİLER
Alemde
olan ve bulunan her şey madde ve maddeden ibaret değildir.
Ruhani
varlıklar; madde ötesi ve ruhla ilgili manevi varlıklardır.
-Ruhla
bedenin kesiştiği nokta, sidre.
İnsan
ruhundaki beden zahiren bedende görünse ve bulunsa da ancak bedenin üstünde ve
üstünden bedeni control etmektedir.
Alemde
de maddenin ötesinde melekler gibi güç sahibi nurani varlıklar olduğu gibi, ruh
özelliğine sahip varlıklarda vardır.
Bunlar
içerisinde insan gibi ulvi ruhlar olduğu gibi, hayvan ve sair süfli ruh sahibi
varlıklar da vardır.
-Sayısız
haz duyuları ve en az onlar kadar yaratılan ve yaratılacak olan hazlar.
Sayısız
frekanslar ve frekans sesleri.
Sayısız
boyutlar ve boyutlardaki farklı varlıklar.
Sayısız
görme ve görünenler.
Sayısız
his ve mahsuslar yani hissedilenler.
Her
duygu için açılmış sofralar ve o sofralarda bulunan sayısız o duygunun
nimetleri.
Her
şey duygularla bağlantılı kılınmış, o duygularda o duyguların bağlandığı
esmalarla irtibatlandırılmıştır.
-Ruh
göz penceresiyle bu alemi seyretmektedir.
Kulak
ruha ses, dil kelam, akıl düşünce, kalp motor, nefis nefes, burun koku,
organlar destek olmuştur.
Ruh
onlarla alemini genişletmiş, alemlerle irtibatını sağlamıştır.
İnsanı
bir gemiye benzetirsek, ruh kaptan, kalp motor, akıl dümen, nefis buhar kazanı,
organ ve duygular yolcu, Kur’an-ı Kerim rota, İslamiyet deniz, gemi insan
anatomisidir.
Ruh
ilahi nefhadan bir ses, bir nefes, bir eser, bir güç ve enerjidir.
Ruh
tecezzi etmeyen bir bütündür.
***************
Odun ve kömürü niçin yakıyoruz?
Isı ve ışık olsun diye.
Maddenin de 4 hali vardır;
Katı-sıvı-gaz ve nurdur.
İnsanın da bu dünyada –tabiri caizse- yanması ve de
Kafirin cehennemde yanması nura ve ışığa inkılap etmesi, kazuratını atıp,
maddesinin içerisindeki manayı çıkarması içindir.
-Hasta
ruhlar hasta olan duygular ruhu bozuyor, bozulan ruhda duygu ve vücudun
yapısını bozuyor.
Saldırgan
insanların durumu, ruhlarının saldırganlığından kaynaklanmaktadır.
-Beden
için söz konusu olan nezleden kansere ne kadar hastalık varsa, aynı o durum ruh
içinde söz konusudur.
****************
Ruhani
varlıklar ile ilgili olarak Bediüzzaman geniş izahatta bulunur. Hülasa olarak;
-“Elhâsıl: Denilebilir ki, hayat olmazsa, vücud vücud
değildir, ademden farkı olmaz. Hayat, ruhun ziyâsıdır; şuur, hayatın nurudur.
Mâdem ki hayat ve şuur bu kadar ehemmiyetlidirler; ve mâdem şu âlemde
bilmüşâhede bir intizam-ı kâmil-i ekmel vardır; ve şu kâinatta bir itkàn-ı
muhkem, bir insicâm-ı ahkem görünüyor; mâdem şu bîçare perişan küremiz,
sergerdan zeminimiz bu kadar hadd ü hesâba gelmez zevi’l-hayat ile zevi’l-ervâh
ve zevi’l-idrâk ile dolmuştur; elbette sâdık bir hadis ile ve katî bir yakîn
ile hükmolunur ki, şu kusûr-u semâviye ve şu bürûc-u sâmiyenin dahi kendilerine
münâsip zîhayat, zîşuur sekeneleri vardır. Balık suda yaşadığı gibi, güneşin
ateşinde dahi o nurânî sekeneler bulunur. Nâr, nuru yakmaz. Belki ateş ışığa
meded verir.
Mâdem kudret-i ezeliye bilmüşâhede en âdi maddelerden, en kesif unsurlardan
hadsiz zîhayat ve zîrûhu halk eder ve gayet ehemmiyetle madde-i kesîfeyi hayat
vâsıtasıyla madde-i latîfeye çevirir ve nur-u hayatı her şeyde kesretle
serpiyor ve şuur ziyâsıyla ekser şeyleri yaldızlıyor; elbette o Kadîr-i Hakîm,
bu kusursuz kudretiyle, bu noksansız hikmetiyle, nur gibi, esîr gibi ruha yakın
ve münâsip olan sâir seyyâlât-ı latîfe maddeleri ihmâl edip hayatsız bırakmaz,
câmid bırakmaz, şuursuz bırakmaz. Belki, madde-i nurdan, hattâ zulmetten, hattâ
esîr maddesinden, hattâ mânâlardan, hattâ havadan, hattâ kelimelerden zîhayat,
zîşuuru kesretle halk eder ki, hayvanâtın pek çok muhtelif ecnâsları gibi pek
çok muhtelif ruhânî mahlûkları, o seyyâlât-ı latîfe maddelerinden halk eder.
Onların bir kısmı melâike, bir kısmı da ruhânî ve cin ecnâslarıdır.”[1]
-“Hakikat ve hikmet ister ki, zemin gibi, semâvâtın da
kendine münâsip sekeneleri bulunsun. Lisân-ı şer’îde o ecnâs-ı muhtelifeye
“melâike ve ruhâniyât” tesmiye edilir.
Evet, hakikat öyle iktizâ eder. Zîrâ, zemin, küçüklüğü ve hakaretiyle beraber,
zîhayat ve zîşuur mahlûklardan doldurulması ve ara sıra boşaltılıp yeniden
zîşuurlarla şenlendirilmesi işaret eder, belki tasrih eder ki, şu muhteşem
burçlar sahibi müzeyyen kasırlar hükmünde olan semâvât dahi zîşuur ve
zevi’l-idrâk mahlûklarla doludur. Onlar dahi, ins ve cin gibi, şu âlem
sarayının seyircileri ve şu kâinat kitâbının mütâlâacıları ve şu saltanat-ı
Rubûbiyetin dellâllarıdırlar. Çünkü, kâinatı had ve hesâba gelmeyen tezyinât ve
mehâsin ve nukuş ile süslendirip tezyin etmesi, bilbedâhe, mütefekkir istihsan
edici ve mütehayyir takdir edicilerin enzârını ister.
Evet, hüsün elbette bir âşık ister; taam ise, aç olana verilir. Halbuki, ins ve
cin, şu nihayetsiz vazifeye, şu haşmetli nezârete ve şu vüs’atli ubûdiyete
karşı milyondan birisini ancak yapabilir. Demek bu nihayetsiz ve mütenevvi
vezâife ve ibâdâta nihayetsiz melâike envâı ve ruhâniyet ecnâsı lâzımdır.
Bâzı rivâyâtın işârâtıyla ve intizam-ı âlemin hikmetiyle denilebilir ki, bir
kısım ecsâm-ı seyyâre, seyyârâttan tut, tâ katarâta kadar bir kısım melâikenin
merâkibidirler. Onlar, bunlara izn-i İlâhî ile binerler, âlem-i şehâdeti
seyredip, gezerler.”[2]
-“Hem nasıl Hâlıkımızdan sorduğumuz sualimize, o Rabbimiz
bütün fermanlarıyla ve nazil ettiği bütün kitaplarıyla ve müsemmâ olduğu ekser
isimleriyle bize kudsî ve kat’î cevap veriyor; aynen öyle de, melâikeleriyle ve
onların diliyle daha başka bir tarzda dedirir:
“Sizin zaman-ı âdem’den beri hem ruhanîlerle, hem bizimle görüşmenizin
yüzer tevatür kuvvetinde hadiseleri var. Ve bizim ve ruhanilerin vücutlarına ve
ubudiyetlerine delâlet eden hadsiz emâre ve deliller var.”[3]
-“Ve madem melâikeler âhiretin ve âlem-i bekanın dairelerini
gördüklerini haber veriyorlar; elbette melâike ve ruhların ve ruhaniyetin vücut
ve ubudiyetlerine şehadet eden deliller, dolayısıyla âhiretin vücuduna dahi
delâlet ederler.”[4]
-“Mâneviyat ve ruhâniyat âlemlerinin en mütenevvi çekirdekleri
yine cismaniyettedir.”[5]
-“Kat’iyen bil ki, hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce
neticesi, iman-ı billâhtır. Ve insaniyetin en âli mertebesi ve beşeriyetin en
büyük makamı, iman-ı billâh içindeki marifetullahtır. Cin ve insin en parlak
saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır. Ve ruh-u
beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en sâfi sevinç, o muhabbetullah içindeki
lezzet-i ruhaniyedir.”[6]
-“Hazret-i Mevlânâ, zülcenâheyndir. Yani, hem Kadirî, hem Nakşî
tarikat sahibi iken, Nakşîlik tarikatı onda daha galiptir. Üstadım, bilâkis,
Kadirî meşrebi ve ?âzelî mesleği daha ziyade onda hükmediyor. Ben Üstadımdan işittim
ki: Hazret-i Mevlânâ Hindistan’dan tarik-i Nakşîyi getirdiği vakit, Bağdat
dairesi Şâh-ı Geylânî’nin ba’del-memat hayatta olduğu gibi, taht-ı tasarrufunda
idi. Hazret-i Mevlânâ’nın mânen tasarrufu, bidâyeten câ-yı kabul göremedi.
Şâh-ı Nakşibend ile İmam-ı Rabbânî’nin ruhaniyetleri Bağdat’a gelip Şâh-ı
Geylânî’nin ziyaretine giderek rica etmişler ki, “Mevlânâ Hâlid senin
evlâdındır, kabul et.” Şâh-ı Geylânî, onların iltimaslarını kabul ederek
Mevlânâ Hâlid’i kabul etmiş. Ondan sonra Mevlânâ Hâlid birden parlamış. Bu
vakıa, ehl-i keşifçe vâki ve meşhud olmuştur. O hadise-i ruhaniyeyi, o zaman
ehl-i velâyetin bir kısmı müşahede etmiş, bazı da rüyayla görmüşler. Üstadımın
sözü burada hitam buldu.”[7]
-“Gazâlî’nin haşr-i cismaniyle beraber haşr-i ruhânînin dahi vuku
bulmasına, bazı ehl-i bâtına taklit ve mümâşât cihetiyle bir işaretidir.”[8]
-“Hergün ihtiyaç gıdaya hissedildiği gibi, her vakit bu gıdâ-yı
ruhânîye ihtiyaç hissedilir.”[9]
-“Risale-i Nur ahize ve nakile ile mücehhez bir radyo-yu
Kur’âniyedir ki, onun tel ve lambaları, ayna, tel ve bataryaları hükmündeki
satırları, kelimeleri, harfleri öyle intizamkarane ve icazdarane bast
edilmiştir ki, yarın her ilim ve fen adamları ve her meşrep ve meslek
sahipleri, ilim ve iktidarları miktarında alem-i gayb ve alem-i şehadetten ve
ruhaniyat aleminden ve kainattaki cereyan eden her hadisattan haberdar
olabilir.” [10]
-“Celâleddin-i Süyûtî, Celâleddin-i Rumî ve İmam-ı Rabbânî gibi
zatların seyr ü sülûk-u ruhanîleri gibi seyr ü sülûk ile yükselerek o kudsî
zatlara yanaşmak ve istifade etmektir.”[11]
-“Küre-i arza emr-i İlâhî ile nezarete memur “Sevr” ve
“Hût” namlarında iki ruhanî melâikeyi dehşetli cismânî bir öküz, bir
balık tevehhüm edip, ehl-i fen ve felsefe hakikati bilmediklerinden, İslâmiyete
muarız çıkmışlar.”[12]
-“Âlem-i şehâdetteki insanlara inşikàk-ı kamer bir mu’cize-i
Ahmediye (a.s.m.) olduğu gibi, Mi’rac dahi âlem-i melekuttaki melâike ve
rûhâniyâta karşı bir mu’cize-i kübrâ-yı Ahmediyedir ki, nübüvvetinin velâyeti
bu kerâmet-i bâhire ile isbat edilmiştir; ve o parlak zât; berk ve kamer gibi,
melekutta şûle-feşan olmuştur.”[13]
-“İmâm-ı Rabbânî Ahmed-i Fârûkî (r.a.) demiş ki: “Ben seyr-i
ruhanîde kat-ı merâtip ederken, tabakat-ı evliyâ içinde en parlak, en haşmetli,
en letâfetli, en emniyetli, Sünnet-i Seniyyeye ittibâı esas-ı tarikat ittihaz
edenleri gördüm. Hattâ o tabakanın âmi evliyaları, sair tabakâtın has velîlerinden
daha muhteşem görünüyordu.”[14]
-“Mesâil-i şeriatla Sünnet-i Seniyye düsturları, emrâz-ı
ruhaniyede ve akliyede ve kalbiyede, hususan emrâz-ı içtimaiyede gayet nâfi
birer devâdır bildiğimi ve onların yerini başka felsefî ve hikmetli meseleler
tutamadığını, bilmüşahede kendim hissettiğimi ve başkalarına da bir derece
risalelerde ihsas ettiğimi ilân ediyorum.”[15]
-“Kâinattaki ruhanîlerin bir delil-i vücudu ve numunesi, insandaki
kuvvelerdir ve lâtifelerdir.”[16]
-“Âlem-i maddî ile âlem-i ruhanîyi birbirinden fark etmek lâzım
gelir. Birbirine mezc edilse, hükümleri yanlış görünür. Meselâ, senin dar bir
odan var. Fakat dört duvarını kapayacak dört büyük ayna konulmuş. Sen içine
girdiğin vakit, o dar odayı bir meydan kadar geniş görürsün.”[17]
-“Boş ve hÂli tevehhüm edilen semâvat dahi, melâikelerle,
ruhanîlerle doldu, şenlendi.”[18]
-“Âlem-i ziya, âlem-i hararet, âlem-i hava, âlem-i kehrüba, âlem-i
elektrik, âlem-i cezb, âlem-i esir, âlem-i misal, âlem-i berzah gibi âlemler
arasında müzahame ve yer darlığı yoktur. Bu âlemler, hepsi de, ihtilâlsiz,
müsademesiz, küçük bir yerde içtima ederler.
Kezalik, pek geniş gaybî âlemlerin de bu küçük arzda içtimâları mümkündür.
Evet, hava, su, insanın yürüyüşüne, cam ziyanın geçmesine, şuânın röntgen
vasıtasıyla kesif cisimlere bile nüfuzuna ve akıl nuruna, melek ruhuna, demirin
içine hararetin akmasına, elektriğin cereyanına bir mâni yoktur.
Kezalik, bu kesif âlemde ruhânîleri deverandan, cinnîleri cevelandan,
şeytanları cereyandan, melekleri seyerandan men edecek bir mâni yoktur.”[19]
-“Evet, nasıl cismâniyâta cam ve su gibi şeyler ayna olur; öyle
de, ruhâniyâta dahi hava ve esîr ve âlem-i misâlin bâzı mevcûdâtı ayna hükmünde
ve berk ve hayal süratinde bir vâsıta-i seyir ve seyahat sûretine geçerler.”[20]
-“Hayvanâtın pek çok muhtelif ecnâsları gibi pek çok muhtelif
ruhânî mahlûkları, o seyyâlât-ı latîfe maddelerinden halk eder. Onların bir
kısmı melâike, bir kısmı da ruhânî ve cin ecnâslarıdır.”[21]
-“Şu nihayetsiz fezâ-i âlem ve şu muhteşem semâvât, burçlarıyla,
yıldızlarıyla, zîşuur, zîhayat, zîruhlarla doludur. Nârdan, nurdan, ateşten,
ışıktan, zulmetten, havadan, savttan, râyihadan kelimâttan, esîrden ve hattâ
elektrikten ve sâir seyyâlât-ı latîfeden halk olunan o zîhayat ve o zîruhlara
ve o zîşuurlara Şeriat-ı Garrâ-i Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâm, Kur’ân-ı
Mu’cizü’l-Beyân, “melâike ve cân ve ruhâniyâttır” der, tesmiye eder.”[22]
-“Fezâ-i ulvî, bilittifak esîr ile doludur. Ziyâ, elektrik,
hararet gibi sâir seyyâlât-ı latîfe, o fezâyı dolduran bir maddenin vücuduna
delâlet eder. Meyveler, ağacını; çiçekler, çimenlerini; sümbüller, tarlalarını;
balıklar, denizini bilbedâhe gösterdiği gibi; şu yıldızlar dahi, bizzarûre,
menşe’lerini, tarlasını, denizini, çimengâhının vücudunu aklın gözüne
sokuyorlar.
Mâdem âlem-i ulvîde muhtelif teşkilât var, muhtelif vaziyetlerde muhtelif
ahkâmlar görünüyor; öyle ise, o ahkâmların menşe’leri olan semâvât muhteliftir.
İnsanda, cisimden başka nasıl akıl, kalb, ruh, hayal, hâfıza gibi mânevî
vücudlar da var; elbette, insan-ı ekber olan âlemde ve şu insan meyvesinin
şeceresi olan kâinatta, âlem-i cismâniyetten başka âlemler var. Hem âlem-i
arzdan, tâ Cennet âlemine kadar herbir âlemin, birer semâsı vardır.
Hem melâike için deriz ki: Seyyârât içinde mutavassıt ve yıldızlar içinde küçük
ve kesif olan küre-i arz, mevcudât içinde en kıymettar ve nurânî olan hayat ve
şuur hesabsız bir sûrette onda bulunuyorlar. Elbette, karanlıklı bir hâne
hükmünde olan şu arza nisbeten müzeyyen kasırlar, mükemmel saraylar hükmünde
olan yıldızlar ve yıldızların denizleri olan gökler, zîşuur ve zîhayat ve pek
kesretli ve muhtelifü’l-ecnâs olan melâike ve ruhânîlerin meskenleridir.”[23]
MEHMET ÖZÇELİK
19-05-2019
[1] 29.Söz/468.
[2]
15.Söz/162.
[3]
Asa-yı Musa.35.
[4]
Age.36.
[5]
Age.41.
[6]
Age.217.
[7]
Barla Lâhikası.118.
[8]
Age.141.
[9]
Age.180.
[10]
Emirdağ Lâhikası.85.
[11]
Age.380.
[12]
Hutbe-i Şamiye.35.
[13]
Age.119.
[14]
Lem’alar.55.
[15]
Age.60.
[16]
Age.347.
[17]
Mektubat.83.
[18]
Age.400.
[19]
Mesnevi-i Nuriye.117.
[20]
Sözler.178.
[21]
Age.468.
[22]
Sözler.469.