ZAMAN ŞERİDİNE TAKILANLAR

ZAMAN
ŞERİDİNE TAKILANLAR

Zaman bir kayıt cihazıdır.

Zaman bir fotoğraf makinasıdır.

Zaman bir arşivdir.

Zaman bir şerittir.

Zaman bir zincir silsilesi ve halkasıdır.

Zaman bir boyuttur.

Zaman bir levhadır.

Zaman bir defterdir.

Zaman levh-i mahfuzun kalemidir.

Zaman bir nehri azimdir.

Zaman bir kanaldır.

Zaman bir köprüdür.

Zaman bir adımdır.

Zaman bir daldır.

***************

Bir
gün…

Dün
–Bugün -Yarın …

Dün
bu gündü.

Bugün
ise yarın olunca dün olacak.

Bugünden
yarın yarın iken, yarın dün olacak.

Bir
zaman 3 farklı zaman oluyor çünkü zaman sanaldır.

Zaman
girdiği kaba ve kalıba göre şekil alır.

Aynı
zamanda ona asılan ve takılana göre mana kazanmaktadır.

ZAMANA
TAKILANLAR

Zaman
askısına takılıp, önceki geçmiş, sonraki gelecek, an ise şimdiki zaman olan
varlıklar silsilesinin adıdır zaman.

Bir
ayette “Bizim bir günümüz sizin bin yılınıza” (Hac, 22/47 ve Secde,
32/5), başka bir ayette de “Bizim bir günümüz sizin elli bin yılınıza
denktir.” (Mearic, 70/4), buyrulmaktadır.

************

-Kur’ân-ı
Kerîm’de, “Onlar mağaralarında 300 yıl kaldılar, dokuz da ilâve ettiler”[1]

Ashabı
Kehf 309 sene mağarada kaldıkları halde kendilerinin ancak bir gün kadar
kaldıklarını ifade ettiler.

-“
Yahut altı üstüne gelmiş bir kasabaya uğrayan kimseyi görmedin mi? “Allah
burayı ölümünden sonra acaba nasıl diriltecek?” dedi. Bunun üzerine Allah
onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra diriltti, “Ne kadar kaldın?” dedi,
“Bir gün veya bir günden az kaldım” dedi, “Hayır yüz yıl kaldın,
yiyeceğine içeceğine bak, bozulmamış; eşeğine bak ve hem seni insanlar için bir
ibret kılacağız, kemiklere bak, onları nasıl birleştirip, sonra onlara et
giydiriyoruz” dedi; bu ona apaçık belli olunca, “Artık Allah’ın her
şeye Kadir olduğuna inanmış bulunuyorum” dedi.”[2]

-“
Milâttan önce 586’da Kudüs’ü işgal eden Buhtunnasr Beytülmakdis’i tahrip etmiş,
halkını da esir ederek Bâbil’e götürmüştü. Hezekiel peygamber bu zalim
hükümdarın, Hz. Mûsâ’dan kalan kutsal emanetleri ve sandığı da alıp
götürmesinden korkmuş, bunları Kudüs’te bir kuyuya atıp üzerine de bir alâmet
koymuştu. Esir olarak Bâbil’e gittikten sonra burada vahye dayalı bazı yazılar
yazmıştı; bunlardan birinde konumuz olan âyette geçen olayın bir benzeri de
vardır. Hezekiel 560 yılında vefat etmiş, Kudüs ise Üzeyir aleyhisselâm
zamanında 458’de yeniden imar edilmiştir. Aradan geçen zaman yaklaşık
yüzyıldır. Anlaşılan vefatından yüzyıl sonra Allah Teâlâ Hezekiel peygamberi
diriltmiş, ona ölü kemiklere nasıl can verdiğini, bozulmamış yiyecek ve
içeceğini, kendine iade ettiği eşeğini göstermiş ve bütün bunları (peygamberine
lutfettiği mûcizeleri), öncelikle orada bulunanlara, sonra da Kur’an’ın
gelişine kadar vahiy yoluyla bu bilgiye ulaşan insanlara ibret kılmıştır. Bu
ibret Allah Teâlâ’nın insanları öldürdükten sonra tekrar diriltmeye kadir
olduğunu göstermektedir ve âhiret inancının bir delilidir.[3]

-Öyleki
esir alındığında çocuğu yeni doğmuş ve kendisi de 20 yaşında iken, esaretten
kurtulunca 20 yaşındaki ve artık 120 yaşında olan hizmetçisiyle buluşmuştur.

Buna
inanmak için hizmetçi; Üzeyrin Zeburu ezbere okuduğunu ve kendisininde
okumasını istemesi üzerine Üzeyir peygamber okumuş ve hizmetçiyle yüz yaşında
olan oğlunun evine gitmiştir.

Kendi
yüz yaşında babası ise yirmi yaşında olan oğlu buna inanmak için annesinden
duymuş olduğu, babasının sırtında bir ben bulunduğunu söylemesi üzerine,
babasında bunun da bulunduğunu görünce ikna olmuştur.

-“ İkinci esas: Malûmdur
ki, küre-i arzın mihveri
üstündeki hareketiyle, gece gündüzler ve medâr-ı senevîsi üstündeki
hareketiyle, seneler hâsıl oluyor. Güneşle beraber herbir seyyarenin, belki sevâbitin
ve Şemsü’ş-Şümusun dahi, herbirinin mihveri üstünde eyyam-ı mahsusalarını
gösteren bir hareketi ve medârı üzerinde deveranı dahi, bir nevi
seneleri gösteriyor. Hâlık-ı Arz ve Semâvâtın hitâbât-ı ezeliyesinde, o eyyam ve seneleri dahi irae
ettiğine delili şudur ki: Furkan-ı Hakîmde,

-“Sonra
bütün işler, sizin gününüzle bin sene kadar uzun olan kıyamet gününde Ona arz
edilir.” [4]
-“Melekler ve Cebrâil, elli bin sene uzunluğunda bir gün olan kıyamet gününde,
Allah’ın emrini almak üzere Arşa yükselirler.”[5]
gibi âyetler ispat ediyor.

Evet, kış günlerinde ve şimal taraflarında, gurup ve tulû mâbeyninde dört saat günden ve bu yerlerde kışta sekiz
dokuz saatten ibaret eyyamlardan tut, tâ güneşin mihveri
üstünde bir aya yakın yevminden, hattâ kozmoğrafyanın rivayetine
göre, tâ “Rabbü’ş-Şi’râ” tâbiriyle Kur’ân’da nâmı ilân edilen ve şemsimizden
büyük “Şi’râ” namında diğer bir şemsin, belki bin
seneden ibaret olan gününden, tâ Şemsü’ş-Şümusun mihveri üstündeki elli bin seneden ibaret bir tek yevmine kadar eyyâm-ı Rabbâniye
vardır.

İşte semâvât ve arzın
Rabbi, o Şemsü’ş-Şümus ve Şi’râ’nın
Hâlıkı hitap ettiği vakit, o semâvât ve arzın ecramına ve âlemlerine bakan kudsî
kelâmında o eyyamları zikreder ve zikretmesi gayet yerindedir.

Madem eyyâmın lisan-ı şer’îde
böyle ıtlâkatı vardır. İlmü’t-tabakatü’l-arz ve
coğrafya ve tarih-i beşeriyet ulemasınca, nev-i beşerin
yedi bin sene değil, belki yüz binler sene geçirdiğini teslim de etsek,
“Âdem’den kıyamete kadar ömr-ü beşer yedi bin
senedir”[6] olan rivayet-i meşhurenin sıhhatine ve beyan ettiğimiz altı bin altı yüz altmış
altı sene, Nur-u Kur’ân hükümfermâ olduğuna münâfi olamaz, cerh edemez. Çünkü eyyâm-ı
şer’iyenin, dört saatten elli bin seneye kadar hükmü ve şümulü var. Fakat nefsü’l-emirdeki
eyyâmın hakikati, o rivayet-i meşhurede hangisi olduğu şimdilik bu dakikada
kalbime inkişaf ettirilmedi. Demek o sırrın inkişafı münasip değil.

Şu meselede şimdilik delilini gösteremeyeceğim bir müddeâyı
beyan ediyorum. Şöyle ki:

Şu dünyanın bir ömrü, ve şu dünyadaki küre-i arzın
dahi ondan kısa diğer bir ömrü, ve küre-i arzda
yaşayan nev-i insanın daha kısa bir ömrü vardır.
Bu birbiri içinde üç nevi mahlûkatın
ömürleri, saatin içindeki dakika, saniye, saatleri sayan çarkların nisbeti
gibidir. Nev-i insanın ömrü, küre-i arzın iki hareketiyle hasıl
olan malûm eyyamla olduğu gibi, zîhayatın vücuduna mazhar
olduğu zamandan itibaren, küre-i arzın ömrü ise merkez-i irtibatı olan şemsin
hareket-i mihveriyesiyle hasıl
olan eyyamla olması hikmet-i Rabbâniyeden
uzak değildir. Ve dünyanın ömrü ise Şemsü’ş-Şümusun
hareket-i mihveriyesiyle hasıl
olan eyyâm iledir.

Şu halde nev-i insanın ömrü yedi bin sene eyyam-ı malûme-i arziyeyle olsa, küre-i
arzın hayata menşe olduğu zamandan, harabiyetine kadar, eyyam-ı
şemsiye ile iki yüz bin seneden geçer. Ve Şemsü’ş-Şümusa
tâbi ve âlem-i bekadan
ayrılıp küremize bakan dünyaların ömrü -Şemsü’ş-Şümusun işarât-ı
Kur’âniyeyle herbir günü 50.000 (elli bin) sene olmasıyla- yedi bin
sene, o eyyâmla yüz yirmi altı milyar
(126.000.000.000) sene yaşarlar. Demek, eyyâm-ı şer’iye
tâbir ettiğimiz eyyâm-ı
Kur’âniyede bunlar dahil olabilirler.

Evet, semâvât ve arzın
Hâlıkı, semâvât ve arza bakan bir kelâmıyla semâvât ve arzın sebeb-i hilkati ve çekirdek-i aslîsi
ve en mükemmel âhir meyvesi olan bir zâta hitabında, o eyyamları istimal etmek, Kur’ân’ın
ulviyetine ve muhatabın kemâline yakışır ve ayn-ı belâgattir.”[7]

MEHMET
ÖZÇELİK

15-05-2019


[1]
Kehf Sûresi: 18-25.

[2]
Bakara.259.

[3] (Taberî,
III, 28 vd.; Şevkânî, I, 307-309; İbn Âşûr, II, s. 35).

https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Bakara-suresi/266/259-ayet-tefsiri

[4] Secde
Sûresi, 32:5.

[5] Meâric
Sûresi, 70:4.

[6] el-Münâvî,
Feyzü’l-Kadîr, 3:547, hadis no: 4278.

[7] Barla
lahikası.Bediüzzaman.250.