KÂİNAT BENDE
KÂİNAT
BENDE
Kâinat
mı ben de yoksa ben mi kâinattayım?
Hz.
Ali’nin: “Sen kendini küçük bir cisim sanırsın, ama en büyük âlem sende
gizlidir.”
Nokta
olan insan, dev kâinatı kara nokta ve girdap gibi içine almakta ve yutmakta
hatta karnı bile ağrımamaktadır.
Ana
karnından dünyaya bakıp değerlendiren çocuk gibi. Alemi ve alemleri, tüm kainat
ve evreni aynen o çocuk gibi değerlendirmekte, bunlara anahtar deliğinden
bakmaktadır.
Kâinatta
nokta olan bu insan, sahilde bir kum, okyanusta bir damla olan insan vüs’ati
nisbetinde anlamakta ancak idrak ve ihata edememektedir.
Sınırlı
hesap makinasına sahip olan bu insan, sınırsız ve sonsuz rakamlarda işlemleri
yapmakta zorlanmaktadır.
Madden
bu hesapların içerisinden çıkamayan insan, sanal alemde buna çözüm üretmeye
çalışmaktadır.
İnsan
ruhu bu alemlerde seyahat etmeye müsait olarak yaratılmıştır.
Bedeni
peşine katan ruh, duygularıyla bu alemleri keşfetmekte, aklıyla anlamakta,
kalbiyle yerini harita gibi tesbit etmekte, göz penceresiyle seyredip, kulakla dinlemekte,
konuşarak iletişim kurmakta, elle kucaklayıp ve ayaklarıyla mesafeleri katederek
adeta duygularıyla hulâsa olan alemleri tafsil etmektedir.
Allah
ile alem arasında en kapsamlı irtibat noktasıdır.
Kâinat
insan noktasında cem edilmiştir.
Alem
bizde gizlidir.
Bizler
alemde dağınık halde bulunmaktayız.
Kenzi
Mahfinin anahtarı olan insan, kendiside bilinmez bir kenzi mahfidir.
-Kâinat ilahi bir kitap, Rabbani bir
hitaptır. Ve ilahi bir lafızdır.
Manası insanda mündemiç ve gizlidir.
İnsan onu okumak ve keşfetmek için
var edilmiştir.
-İnsanın ilham kaynakları son
nefesine kadar açıktır
Ancak imanındaki ve amelindeki
zafiyet, fikrindeki sönüklük, yeme içmelerindeki haramiyet, işlediği günahlar o
kanalları tıkamakta ve sekteye uğratmaktadır.
-Yavuz’un hocası İbni Kemal bir gün
öğrencilerine ders verirken kendisinde bir gurur hisseder. Bunu farkeden
öğrencisi hocasına sorar;
Hocam, dünyamızın kâinat içerisindeki
yeri nedir.
Hoca da, böyle bir soru mu olur.
Elbette hiçtirler.
Mesela Hocam, olacak olursa ne gibi
olabilir.
İbni Kemal; dünyamızın kâinat
içerisinde bir kum tanesi kadar olduğunu söyler.
Bunun üzerine öğrencisi adeta taşı
gediğine koyarak hocasına şöyle der;
Hocam, o noktanın içerisinde
kendinizin yerini gösterir misiniz?
-Terkte visal vardır. Maddeyi terk
ile manaya vusul gerçekleşir.
– Terk-i dünya, terk-i ukbâ, terk-i
hestî, terk-i terk”
-Ana
karnından geldik pazara/ Kefen aldık girdik mezara.
-Kıssa: “Nefsin Adi Bir Bahanesi
Bir talebe, okula gitmediği takdirde
sınıfta kalacağını bildiği için, okuluna muntazam devam ediyor ve derslerine
çalışıyor. “Kaderim nasılsa öyle
olur.” deyip okula devam etmeme cihetine gitmiyor.
Aynı talebe, namaz mevzuuna gelince: “Kaderimde varsa kılarım.”
deyip kadere yapışıyor ve namazdan kaçıyor. Bu hâl, namaz kılmamak için nefs-i
emmâre tarafından uydurulmuş adi bir bahaneden başka bir şey değildir.
Dünyaya Sığmayan İnsan
Farz-ı muhal olarak, bir insan
Karadeniz’den çok daha büyük bir balık görse, bu balığın o denizin çok fevkinde
diğer bir denize ait olduğuna derhal hükmedecektir.
Aynı şekilde, insanın istidatları da
dünyaya sığmamakta ve bu dünya insanı tatmin etmemektedir. O hâlde bu insan
balığı âhireti göstermektedir ve oraya namzeddir.
İnsandaki akıl, hafıza, göz, kulak,
dil gibi terazilerle, bunların tarttıkları şeyleri mukayese ettiğimizde,
terazilerden birinin tartılan şeylerden daha kıymettar olduğunu görürüz. Yani,
insanın herhangi bir aletiyle kazandığı dünyevî zevk ve lezzetler, o âletin
kıymetine değmiyor.
Demek ki bu teraziler yalnız bu fâni işler için verilmemiştir. O hâlde
bunların yüzünü ebedî âleme çevirmemiz lâzımdır.” (M. Kırkıncı)

MEHMET
ÖZÇELİK
18-04-2019