ALLAH AYRIŞTIRIYOR

ALLAH
AYRIŞTIRIYOR

Allah
ayrıştırıyor.

Allah
ayrım yapmıyor ancak ayrıştırıyor.

Zira
tüm varlıklar ve mahluklar kendisinin bir sanat eseri ve bir yapıtıdır.

Kıymetlerine
göre tasnif ediyor.

Elmas
mı kömür mü diye…

-“Ayrılın
bir tarafa bugün, ey günahkârlar!» [1]

-“ İkinci İşaret- Sual:
Şerr-i mahz olan şeytanların icadı ve ehl-i imana taslitleri ve onların
yüzünden çok insanlar küfre girip cehenneme girmeleri, gayet müthiş ve çirkin
görünüyor. Acaba Cemil-i Ale’l-ıtlak ve Rahîm-i Mutlak ve Rahman-ı Bi’l-Hakk’ın
rahmet ve cemali, bu hadsiz çirkinliğin ve dehşetli musibetin husulüne nasıl
müsaade ediyor ve nasıl cevaz gösteriyor?

Şu meseleyi çoklar sormuşlar ve
çokların hatırına geliyor.

Elcevap: Şeytanın
vücudunda cüz’î şerler ile beraber birçok makasıd-ı hayriye-i külliye ve
kemalât-ı insaniye vardır. Evet, bir çekirdekten koca bir ağaca kadar ne kadar
mertebeler var, mahiyet-i insaniyedeki istidatta dahi ondan daha ziyade meratib
var. Belki zerreden şemse kadar dereceleri var. Bu istidadatın inkişafatı,
elbette bir hareket ister, bir muamele iktiza eder. Ve o muameledeki terakki
zembereğinin hareketi, mücahede ile olur. O mücahede ise şeytanların ve muzır
şeylerin vücuduyla olur. Yoksa melaikeler gibi insanların da makamı sabit
kalırdı. O halde insan nevinde, binler enva hükmünde sınıflar bulunmayacak. Bir
şerr-i cüz’î gelmemek için bin hayrı terk etmek, hikmet ve adalete münafîdir.

Çendan şeytan yüzünden ekser
insanlar dalalete giderler. Fakat ehemmiyet ve kıymet, ekseriyetle keyfiyete
bakar, kemiyete az bakar veya bakmaz. Nasıl ki bin ve on çekirdeği bulunan bir
zat, o çekirdekleri toprak altında bir muamele-i kimyeviyeye mazhar etse ondan
on tanesi ağaç olmuş, bini bozulmuş. O on ağaç olmuş çekirdeklerin o adama
verdiği menfaat, elbette bin bozulmuş çekirdeğin verdiği zararı hiçe indirir.

Öyle de nefs ve şeytanlara karşı
mücahede ile yıldızlar gibi nev-i insanı şereflendiren ve tenvir eden on
insan-ı kâmil yüzünden o nev’e gelen menfaat ve şeref ve kıymet, elbette
haşerat nevinden sayılacak derecede süflî ehl-i dalaletin küfre girmesiyle insan
nevine vereceği zararı hiçe indirip göze göstermediği için rahmet ve hikmet ve
adalet-i İlahiye, şeytanın vücuduna müsaade edip tasallutlarına meydan vermiş.

Ey ehl-i iman! Bu müthiş
düşmanlarınıza karşı zırhınız, Kur’an tezgâhında yapılan takvadır. Ve
siperiniz, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın sünnet-i seniyesidir. Ve
silahınız, istiaze ve istiğfar ve hıfz-ı İlahiyeye ilticadır.”[2]

-Şeytanın, kötülüklerin ve tüm
olumsuzlukların yaratılmasındaki hikmet, bu ayrıştırmanın oluşumu içindir.

İstermisiniz, binlerce ve
milyonlarca insanı öldüren cezalandırılmasın ve de cehenneme atılmasın?

– Bî-tarafâne hareket tarafı
muhalifi iltizamdır.” Diğer tarafı kabuldür. Yani tarafsız olmak zıt tarafı, kendisinin
taraf olmadığı tarafa taraf olmaktır.

-Allah
taraf tutmaktadır. Yani kendi tarafında olanları tutmaktadır. Kendi tarafında
olanları cennetle müjdeleyip taltif ederken, lütuf ve İhsan’da bulunurken,
kendi tarafında olmayan diğer bir ifadeyle şeytan tarafında olan insanları da
tehdit etmekte, cehennem ile cezalandırılacağını bildirmektedir.

Allah
Hak’tan yanadır.. Allah kendisinden taraftadır.. Kendisinden tarafta olanları
korumakta, tarafta olmayanları ise adeta cehenneme mahkum etmektedir.

– Peygamber Efendimiz
buyurmaktadır:

“Allah sizin dış görünüşünüze ve mallarınıza
bakmaz. Ama o sizin kalplerinize ve
işlerinize bakar.”

– Ebû Hüreyre buyurur:

“İnsanlar, altın ve gümüş
madenleri gibidir. İslâm öncesi dönemde hayırlı olanlar, İslâm döneminde de
İslâm’ı kavramak kaydıyla hayırlıdırlar. Ruhlar, askerî birlikler gibidir.
Birbirleriyle tanışan ruhlar, birbirleriyle kaynaşırlar, tanışmayanlar da
ayrılığa düşerler.”

-“ Din bir imtihandır. Teklif-i İlâhî bir tecrübedir. Tâ
ervâh-ı âliye ile ervâh-ı sâfile müsâbaka meydanında birbirinden ayrılsın.
Nasıl ki bir mâdene ateş veriliyor, tâ elmasla kömür, altınla toprak
birbirinden ayrılsın. Öyle de, bu dâr-ı imtihanda olan teklifât-ı İlâhiye bir
ibtilâdır ve bir müsâbakaya sevktir ki, istidad-ı beşer mâdeninde olan
cevâhir-i âliye ile mevadd-ı süfliye birbirinden tefrik edilsin. Mâdem Kur’ân,
bu dâr-ı imtihanda bir tecrübe sûretinde, bir müsâbaka meydanında beşerin
tekemmülü için nâzil olmuştur; elbette şu dünyevî ve herkese görünecek umûr-u
gaybiye-i istikbâliyeye yalnız işaret edecek ve hüccetini ispat edecek derecede
akla kapı açacak. Eğer sarâhaten zikretse, sırr-ı teklif bozulur. âdetâ
gökyüzündeki yıldızlarla vâzıhan Lâ ilâhe illallah yazmak misillü bir bedâhete
girecek; o zaman, herkes ister istemez tasdik edecek. Müsâbaka olmaz; imtihan
fevt olur. Kömür gibi bir ruh ile elmas gibi bir ruhberaber
kalacaklar.”[3]

-Allah
ince eleyip sık dokuyor.

Seçici
davranıyor.

Ebediyete
namzet olanları ayırıyor ve ayrıştırıyor.

Zira
cennet  ucuz değil, cehennem dahi
lüzumsuz değildir.

***********  

Allahı
bulan her şeyi bulur. O’nu bulmayan hiç bir şeyi bulmaz, bulsa da başına bela
bulur.

Bulduklarını
da kaybeder.

-Bir
şey inkar edilebilmesi için var olması lazımdır. Var olan bir şey inkar
edilebilir! O yok ise niye inkar edilsin ki?

Demek
var ki inkar ediliyor…

Ey
inkara sapan, boş aklınla bilmediğin bir şeyi inkar ediyorsun. Oysa her şey
senin ilmine münhasır değildir. Bütün kainat senin kapsam alanın içerisinde
değildir.

Boşlukta
yüzen imansıza, sığınacak bir liman yoktur.

-Allah
Kur’an-ı Kerim-de rızka kefil olduğunu belirtirken, iman ve hidayete garanti
vermemekte, direkmen insanın iradesine bırakılmaktadır.

İman
edenle iman etmeyen temelde ayrıştırılmaktadır.

Ayrıştırırken
kalitesiz olanlar Allaha düşman oluyor, düşmanlık besliyor.

Allaha
olan düşmanlıklarının kaynaklandığı birçok sebep bulunmakla beraber,bunların en
başında belli bir şeye ulaşamamanın, elde edememenin, menfaatine aykırı olmuş
olmasının ve Cenab-ı Hakkı aciz bırakma düşüncesi, gurur ve kibir, kendini
enaniyetten kaynaklanan bir sebeble öne çıkartmak amacıyla Cenabı Hakka
muhalefet etmekte ve düşmanlık beslemektedir.

-Kuran
kâfir ve müşriklerden bahseder, isim belirtip işarette bulunurken, münafıkları
deşifre etmemekte, kitabında isimlerine yer vermemektedir. Buda onların ne
kadar aşağılık olduklarını göstermektedir.

-Eğer
Allah ve ahiret yoksa bu kadar çalışma niye?

İktidar
hırsı neden?

Koşturmaca
niçin?

İnsanlık,
düşünce, üretmenin amacı ne?

Madem
yoksa; evlenmek, çocuk sahibi olmanın, onlarıda sıkıntıya koymanın mantığı
nedir?

Neden
yapılan yanlışlardan rahatsız olunmaktadır?

Eğer
Allah yoksa ayrıştırmasından neden rahatsızlık duyulmaktadır?

**************   

Kadın
ve erkeklerin farklılığı, Esma’nın onlardaki farklılığından kaynaklanmaktadır. Mesela
kadında Rahim, Kerim, Latif, Cemil gibi isimler tecelli ederken, erkekte  Celal, Kahhar, Cebbar, Müntekim, Rahman gibi
isimler tecelli etmektedir.

Tıpkı
eşyadaki farklılıkların tecellilerin farklılığından ileri geldiği gibi. Sürekli
tecelli eden, farklı farklı tecelli de bulunan Cenabı Hakk’ın eşyadaki
tecellisi de farklılaşmaktadır. Bir yandan Musavvir ismi ile tasvir ederken,
diğer yandan Halık ismi ile eşyayı yaratır.

Böylece
onlardaki farklılıklar da tecellilerin onlardaki farklılığından ileri
gelmektedir.

-İnsan
ve tabiat oluşumundaki uyum, tenasüb, muvazene, işleyişi, gelişimi, ekimi,
dikimi, sümbül vermesi..

Hepsi
tam bir uyum ve kanun çerçevesinde devam etmektedir.

Aynı
uyumun ahirette de devam edebilmesi için bu uyumlularla uyumsuzların
ayrıştırılması gerekmektedir.

-Kıssa:”Kâinat Sarayı ve
İnsan

Topkapı Sarayı’nı her gün
binlerce insan ziyaret etmektedir. Bir tek gün olsun, bu sarayın kapısından
içeriye bir devenin girdiği ve boynunu uzata­rak antika eserleri temaşa ettiği
görülmemiştir. Zira deve, antika
eserlerden anlamaz. Onun anlayacağı şey, Topkapı Sarayı’nın bahçesinde
otlamaktır.

Topkapı
Sarayı kâinata misaldir.
Bu kâinatın develer için
yaratılmadı­ğı ve semavât ve arzdaki san’at mu’cizelerinin onların temaşasına
takdim edilmediği bedihîdir. Bu saray, insanlar için yapıldığına göre, hakikî
insan; bu sarayı temâşa ve tefekkür edebilen, yaptığı temâşa ve tefekkürden te­feyyüz
edebilen ve bu tefeyyüzle kemâlatın şahikalarına yükselebilen in­sandır.

Yoksa
sadece dünyevî maişeti ve zevkleri peşinde koşan insanın, bu kâinat sarayının
bahçesinde otlayan develerden pek farkı olmaz.”(M. Kırkıncı)

MEHMET
ÖZÇELİK

30-03-2019


[1] Yasin.59.

[2] Bediüzzaman.Lem’alar.12.Lem’a.

[3] Bedizzaman.Sözler.241-242.